A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükA A'da : Düşmanlar A'lem : Daha iyi bilir, bilirim Ab: Su Ab-ı Efsun : Göz yaşı Ab-ı Hayvan : Dirilik suyu, bengisu Ab-ı Kevser : Kevser suyu Ab-ı Mutahhar : Temiz su Ab-ı Nisan : Nisan yağmuru, söylenceye göre, nisan ayında sedefler, deniz dibinden su yüzüne çıkıp, yağmur danelerini içine alıp sedef yaparmış'' Abad : Zengin olma, varlıklı olma, bayındır Abı-puş : Aba giyen, derviş, fakir Abd : Kul, köle Abdal : Gezgin derviş Derviş, Tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri Saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen Şii -Batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir Abdal: Abdal donu: Gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü Abes : Boş, asılsız, saçma Abeş: Kula renkte at, alacalı hayvan Ab-ı zemzem: Kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu Abı Hayat : Ölümsüzlük suyu, bengisu Abidane: İbadet edene yakışacak bir surette Abus : Somurtkan Acem: İranlı Acem dağları: Batı İran dağları Acep: Acaba Açak: Açalım Açaram: Açarım Açılcağ: Açılınca gelince Açılıptur: Açılmıştır Adib : Edepler, töreler Adalet : Hak tüze Adave : Düşmanlık Adavet : Düşmanlık, buğz, yağılık Adem : İlk peygamberin adı, insan Ademiyet : İnsanlık, insancılılık Adem : Yokluk, hiçlik Adet : Görenek, sayı Adlım: Ünlü, ünü büyük Adu taşı: Düşman taşı Adu: Düşman, hasım Adü : Düşman, yağı Adüvan : Can düşmanı Afak : Ufuklar, gökyüzünün kenarları Ağ: Ak Ağca: Akça, aka yakın, alacalı Adu: Düşman Agah: Vakıf, bilen Ağ lavaş: Yufka ekmek Ak undan yapılmış yufka ekmek Ağ mercan: Ak mercan [mec Ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi] Ağca ceyran: Ak ceylan ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne'' (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması) Ağ-gızıl: Ak, kızıl karışığı renk, alacalı Ağıl: Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer Ağır sufra: Şölen sofrası Ağır zürbe: Yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar Ağlaram: Ağlarım Ağmak: Akmak, karışmak ''Sırdaş olup ağ sulara'' Ağu: Ağı, zehir Ağyar: Başkaları Ah ü firaz: Ah edip inlemek, ağlamak Aharam: Akarım ''Aharam seller içinde'' Ahd ü peyman: Yemin, and Ahd: Vadetme, söz verme Ahdipeyman-ahdipeyman: Ant, anta dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme Ahenger: Demirci Aheste : Yavaş, ağır, yavaş yavaş Ahıl: Akıl Ahi : Esnafı öğütleyen Fütuvvet ehlinin şeyhi, Kardeşim (Bir esnaf teşkilatı olan ve bilhassa XIII-XVI yüzyıllarda, Anadolu ve Rumeli'de yaygın bulunan Fütuvvet ehli şeyhlerine de <<ahi>> derlerdi) Ahibba : Dostlar , sevgililer Ahir: En son, sondaki, nihayet son olarak Ahlak : Huylar, davranışlar, Etik Ahmer: Kırmızı , kızıl Ahsen-i takvim: En güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması Ahsen : Çok güzel Aht : Sözleşme Ah-u zar: Yüksek sesle ağlama, dövünme Ahü : Ceylan, güzellerin gözü (Mec,) Ahval: Durum, durumlar Ahval: Haller vaziyetler , oluşlar Ahz : Almak Akça : Para Akdem : İlk, önce, önceki, daha önceki Akıl yetirmek: Akıl erdirmek Akl-ı cüz : Cüz'i akıl, tikel us Akl-ı Küll : Tüm akıl; Tanrı bilgisi Akl-ı Mead : Ahirete dönük akıl Akşamaca: Akşama değin, akşama kadar Aktöre, Atayi : Armağan Al: Hile, aldatma işi Al-i aba : Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den oluşan kutsal topluluk Al-i Yezid : Muaviye'nin oğlu Yezid ve onun soyundan gelenler Al malı: Yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala Ala göz: Ela göz Ala: Ela Alacabaz: Doğan, aladoğan, ''Eli alacabazlının'' Aladağ salı: Aladağ düzlükleri Aladağ: Erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası Dede Korkut'ta da geçer Van Gölü'ne dökülen Deliçay, Hacıdere ve Zilan akarsuları Aladağ sırasından doğar Alaik : Alakalar, ilgiler Alak: Alalım Alakaftan: Alaca kumaştan yapılma giysi Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri Alasan: Alasın Alçağ [alçah]: Alçak yer, yüksel olmayan yer Alçağa: Alçak yere Alçak: Yüksek karşıtı, yüksek olmayan yer ova Al duvağ: AI duvak Gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak Alef : Cana yakın, teklifsiz Alem: Yeryüzü ve gökyüzü nesnelerinin tümü, Evren Dünya, Acun Alışaban: Tutuşarak ''Alışıban yanaram men'' Alışmak: Tutuşmak, alev almak, alevlenmek Ali: Büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan Ali: Hazreti Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu Alişan: Şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme 2-Allah aşkına Alma: Elma Alma teki: Elma gibi, elma benzeri Aluptur: Almıştır Alvala: Al renkli ipek dokuma yüz örtüsü Amal: Amel, yapılan iş, eylem, edim Aman: Sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut Amana düşmek: Sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek Amanat: Emanet Amanı aldırma: Umursamazlık, zora koşma Amber: Amber kokusu, güzel koku [Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu kimi maddelerin ortak adı ] Amel: Niyet, itaat, dini bir emri yerine getirme (Bi amel: Amelsiz) Anasır: Elemanlar , öğeler Anber: Amber Andelip: Bülbül, seher kuşu Annac-annaç: Karşı, karşı yön ''Annacımdan gelen güzel'' Aparmak: Götürmek, alıp gitmek ''Felek can aparır'' Arabi: Arapça, Arap kavmine mensup Araram: ararım Arasın: Arasını Arayı arayı: Araya araya Araz: Aras Nehri Argaç: Davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları Arkuru-arkurı inen: Karşı çıkan Arma: Eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik Arş: İslam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, dokuzuncu kat gök Arz'edilen-arzu ediben: Arzu ederek, arzulayarak Arzıhal: Sunu, sunma ''Arzıhal eyledim visal baçımı'' Arzın al: Arzu ettiğini al (88/3) [arz: Arzu] Arzı'nan Kamber: Yaygın bir halk hikayesinin kahramanları Arzu ile Kamber Arzuman: Arzu, dayanılması güç istek Asitan: Dergah, tekke, kapı eşiği Aslı hariç: Soyu belirsiz, yabancı Aslı pak : Temiz soylu Aslı kıt: Soysuz, verimsiz Asuman: (Asman) Gök, sema Aş: Yemek Aşarsız: Aşarsınız Aşere -i Mübeşşere : Cennete gidecekleri Hz Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas Aşık Emrah: Ercişli Emrah Aşık mısan: Aşık mısın Aşıkan : Aşıklan gibi, açıkçasına Aşırma: Kova, bakraç Aşikar : Açık, gizli değil Aşina : Bildik, tanıdık Aşiyan : Kuş yuvası, ev , mesken Aşk dolusu: Halk inancına göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarabı Aşlak: Aşılama, aşı Aşna: (Aşina) Bildik, tanıdık, bilen, tanıyan, ahbab Aşna: Aşına, dost, tanıdık At: Satranç oyununda iki taşın adı Ataş-ataşa: Ateş, ateşe Ataşına: Ateşine Ataşlara: Ateşlere Ataşlı: Ateşli Ati : İyilik, ihsan Atlanıban-atlanuben: Atla, atlanarak, atlı olarak Attar : Güzel kokular satan, aktar Avara: Avare, boş, yararsız Avara: Boşta gezmek, işsiz, oyalanmak Avare : Başı boş, işsiz Avatmak : Avutmak, teselli etmek Avaz: Yüksek ses Avcu: Avcı Avdet : Dönüş Avlak: Av alanı (avlağı-Av alanı) Avn : Yardım, yardım eden Avsın almaz mar: Büyü, tılsım tutmayan yılan Avsın: Büyü, tılsım Avurd : Yanağın iç tarafı, boş yeri Avurmak : Eğilmek, çevirmek Avuni: Avını Ayakça: Ayak kelepçesi, ayak bağı Ayan : Belli, açık, meydanda Ayat : Ayetler Aydıvar : Söyler Ayet-i Kurba : Kur'an Şura suresinin 23 ayeti Burada ''Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir Ayette ''akrabanın karşılığı'' fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır Ayet: Kur'an'ın herhangi bir cümlesi Ayine : Ayna Aylak : İşsiz güçsüz Aymak : Söylemek, hitab etmek Aymak: Uyanmak, farkına varmak Ayn : Göz, göz pınarı, asıl, kendisi, Ayn-el -yakin : Bir şeyi kendi gözüyle görüp öğrenme Ayn el yakin: Gönül gözü Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır Bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l* yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''Hak el yakıyn'' denir Ayn-i irşid : İrşadın ta kendisi Aydınlatma Ayn-i rah: Yol gözlemek Ay'nan: Ayla, ay ile ''yeri ay'nan gün'ün arasındadır'' Aynası: 1 Yüzü, 2 Göksü Ayrılmanam: Ayrılmam, ayrılamam Azad: Serbest bırakma, azat Azim : Kesin karar verme, irade Azimet : Gitme, gidiş Aziz : Sevgide üstün tutulan Azizan : Dostlar , erenler Azl : İşten çıkarma Azheri : Belli Azmış : Yol sapıtmış |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükB Bab: Bahis, kapı Babullah: Allah kapısı Bac: Baç Baç: Haraç, vergi Baç: Osmanlı imparatorluğunda gümrük vergisi, zorla alınan para harç Bade: 1 Esriklik veren içki 2 Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiğine inanılan aşık edici içki, şarap Baden: Semiz, İri gövdeli kimse Bad-ı saba: Bahar sabahları, gün doğumunda esen hafif yel Bad-ı saba: Seher yeli Bad-ı sabah: Bad-ı saba Bağ ı Cennet: Cennet bağı, cennet benzeri bahçe Bağ: 1 Demet, deste, 2 Üzüm kütüklerinin dikili olduğu toprak parçası, üzümlük 3 Bahçe Bağ-bağat: Bağ, bağçe Bağban: Bahçıvan, bağcı Bağır: 1Yürek, gönül 2Göğüs 3 Sine Bağman: Bahçıvan, bağcı Bağrı veran: Gönlü yıkık, üzgün Bağu bahçe-bağu bahca: Bağ-bahçe Bağvan: Bahçıvan, bağcı Baha: Değer Bahah: Bakalım, görelim Bahar: Bakar Bahaya kalmak: Değer biçilebilir olmak Bahça-bahça: Bahçe Bahr: Deniz, büyük göl veya nehir Bahr-ı muhit: Okyanus Bahr-ı zulmet: Zulmet denizi Baka: Tutam, demet, beste Bakaram: Bakarım Bakasız: Destesiz Bakı: Baki, sürekli, kalıcı Bakırsan: Bakıyorsun Bal ü per: Kanat Bala: Çocuk, yavru Balaban göz: Keskin bakışlı, iri güzel göz Balaban: 1 Sazlıklarda yaşayan, tüyleri kızıl-külrengi karışığı renkli, iri bir kuş 2 Atmaca, doğan gibi avcı kuşlara kimi bölgelerde verilen ad Balınan: Balla, bal ile Balkımak: Parlamak Ban: Otluk Banay: 1 Taşlı, kıraç toprak, yamaç 2Batı yönü Banı: (Bani) Kurucu, yapan, yapıcı, bina edici Bannamak: Ötmek, seslenmek Bar: 1Yük 2Ürün, verim 3Meyve ağacının ilk verimi Bara gelmek: Meyve ağacının ilk verime durması, ilk veriminin olgunlaşması Barekallah: [Barek-Allah] Kutlu olsun, hayırlı ve bereketli olsun Barhane: Tutulmuş yük, kervan, kafile Barı: Bari, hiç değilse, hiç olmazsa Bari: Tanrı Basmışam: Basmışım Baş bulama: Utanarak başı öne eğme, yana çevirme Baş gözel: Baş güzel, güzellerin başı Başa yetmek: Sona ermek, Başına dolanmak: Başa dönmek, başına dönmek Başına dönmek: Bir konuyu ya da bir durumu yalvarışla anlatmak, istekte bulunmak Batıl: Boş, beyhude, yalan, çürük Batın: İç, dahili, gizli, sır, esrar Bay: Varlıklı kimse Bayler: Bağlar Baz: Bir şeyin küçük kısmı, parçası, bir miktar, bir kısım Baz: Doğan Becare-becare: Biçare, çaresiz, umarsız Bed: Bet, kötü, yakışıksız Bedahşan (Badakşan) : Afganistan'da eyalet Merkezi Feyzabat şehridir Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür Bedir nar: mec Meme Bedir: Dolunay Bedirlenmiş ay: Dolunay Bedov at: Soylu at, Arap atı Beg: Bey, ulu kişi Begler: Beyler, ulu kişiler Beğlerinen: Beylerle, beyler ile Beka: Devamlılık, sabitlik Beklersen: Beklersin, bekliyorsun Bel: İnsan bedeninin göğüsle karın arasında kalan daralmış bölüm, bel Bele: 1Böyle, böylece 2Birlikte Belenmek: Bulanmak, bulaşmak Beli bükülmek: Beli bükülmek, güçsüz ve umarsız kalmak Beli: (Beli best) Evet Belik: Saç örgüsü Belini bükmek: Belini bükmek, umarsız olmak Bend: 1Su benti, büget 2Bağ, tutarlılık Bend: Bağ, yular , bağlama Bende defteri: Kul defteri Bende: Köle, kul, hizmetkar Bene: Bana Benefşe: Menekşe Benevşe: Menekşe Bengi: Tiryaki, esrarkeş Benövşe: Menekşe Benövşeni: Menekşeyi, menekşesini Benzek: Nazire Benziyirsen: Benziyorsun Berat: Rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman Berbad eylemek: Berbat etmek, yıkmak, bozmak, dağıtmak Berdar: Tutucu, itaat edici ve ettirici, asılmış Bergüzar: Hediye Berhava: Boş, faydasız Beslenen: Beslenen Beş arşın bez: mecKefen Beş: Beş sayısı Bey: Arap abecesinin ikinci harfi Beyhuşt: Kökünden, dibinden kopmuş olan, koparılmış Beyrek: Oğuzlar'ın destan kahramanı ''Bamsı Beyrek'' Bamsı Beyrek destanının en eski kolu -biçimi- ''Dede Korkut Kitabı''ndadır Beyrek'in mezarının Bayburt'ta, Duduzar köyünde olduğu inancı yaygındır Beytullah: Allah'ın evi, kabe Beytullah: Tanrı evi, kabe Bezenmek: Bezenmek, süslenmek Bezestan: Değerli eşyanın satıldığı kapalı çarşı Bezirgan: Kervan, tüccar Bezirgan: Tacir, tüccar, alış veriş eden esnaf Bezm: Meclis Bezm-i irfan: Olgun, kamil İnsanlar meclisi Bıçağ: Bıçak Bıldır: Geçen yıl Bi mekan: Y ersiz yurtsuz Bi-basar: Gözü keskin olmayan, görmeyen Bidar: Uyanık, uykusuz Bider: Tohum Bi-gane: Kayıtsız, alakasız, dünya ile ilgisini kesmiş olanlar Bigüman: Umutsuz, bilgisiz Bi-huş: Akılsız Bikir (Bikr): Bozulffiamış, temiz Bilbil: Bülbül Bile: Birlikte, bir arada Bilekçe: Kolbağı, kelepçe Billah: Tanrı adına içilen ant Bilmez: Bilgisiz, nobran, nadan Bilmir: Bilmiyor Binin: Binini Birez: Biraz Birin: Birini Bi-vefa: Vefasız Bizar: Bıkmış Bizzazure: Zaruri olarak Boyağ: Boya Boyu selv ağacı: İnce-uzun boylu, selvi boylu Boyunnu: Boyunlu Boz at: Boz donlu at Boz: Açık toprak renginde olan, külrengi Boz-bulanık: 1Dumanlı, tipili, sisli 2 Duru olmayan, çok bulanık Boz-ötergi: Tarlakuşu, Bögün: Bugün Böhtan: Bühtan, iftira, kara çalma Böyüten: Büyüten Bubal: Vebal Buhağ : Çene altı, sakal Bulmuşam: Bulmuşum Bulum mı-mi: Bulayım mı? Bulundi: Bulundu Burak: Girdap, anafor Burçak: Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi Burma: Büklüm, kıvrım Bus etmek: Öpmek Buse: Öpüş Buyumuş: Bu imiş Bühtan: Yalan, iftira Bükülmek: Dönmek, eğilmek Bülbül teki: Bülbül gibi Bülmek: Bilmek Bülmez: Bilmez, bilgisiz, nobran Bülüm: Bileyim Bünyad: Temel, esas, yapı, bina Bünyan: Yapı, bina Bürünüptür: Bürünmüştür Büryan: Biryan kebabı Kuzu ya da koyun etinin yarım ya da tam gövde olarak tandırda |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükC Caba: Fazladan, üstelik, bir şey ödemeden alman şey Cad: Darı ekmeği Cah etmek: İtibar etmek Cah: Makam, itibar Cahallığ: Gençlik çağı Caht: Bile bile inkar etme Cam: Kadeh, bardak, şişe ve toprak cinsinden şarap kadehi Can ürekten: Candan yürekten, içtenlikle, severekten Canal: Canan, sevgili Canan: Gönülden sevilen, gönül verilmiş olan kadın Canın: Canımın Canpolat Dev: Bir masal yaratığı Cansız at: Tabut, salaca Car: Çarşaf, komşu, yardımcı, medet eden Cayız: Caiz, olabilir, yakışık alan Cazu: 1 Cadı, oyunbaz 2 Çok güzel Cecim: Cicim, örtü ya da perde olarak kullanılan ince kilim Cefa: Büyük sıkıntı, üzgü Cefakar: 1Cefalı 2Cefa eden Cehl: Cahillik, ilimden mahrum olmak, tecrübesizlik Cellat amanı: Ölüm cezasına çarptırılmışlara, ölüm yargısının uygulanmasından önce, son isteği için tanınan süre Cem olmak: Toplanmak Cemal: Yüz güzelliği Cemalınnan: Cemalinden, yüz güzelliğinden, yüzünün güzelliğinden Ceran: Sevimli, uzun boylu Cevahir: Cevherler , çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler Çok kıymetli maden veya taşlar Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar Cevahir: Şah Abbas'ın soylu hizmetçisi Cevli cevran eylemek: Dolaşmak Cevr etmek: Eza, cefa, eziyet, zulüm, sitem etmek Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mani olan şey Cevr: Eziyet Ceyran: Ceylan Cığa: Yeşil Cığalı koşma: Cinaslı koşma, sorguculu koşma Cığa tel: Erkek yabanördeğinin kuyruğunun üstündeki kıvrık yeşil tüyler ve yeşil kanat telekleri Cinas: Çok anlamlı bir sözcüğün, her kezinde başka bir anlamını öngörerek yapılan bir söz oyunu sanatı Değişik cinas biçimleri vardır [Tam cinas, birleşik cinas (benzeşmeli cinas, farklı cinas), basit cinas, eksik cinas] Eski Edebiyat'ın bu yaygın söz oyunu sanatından Halk Edebiyatı da nasiplenmiştir Özellikle manilerde cinasa çok rastlanır Cılga: İnce yol Cidar: Duvar Cim: Osmanlı alfabesinin altıncı harfi olup ''ebced'' hesabında üç sayısının karşılığıdır Civan: Genç Genç ve yakışıklı olan Coşarsız: Coşarsınız Cur'a: Yudum Cuş eylemek: Coşmak, kaynamak Cüda: Ayrılık, ayrılmış Cünun: Değişik Cürmümü: Suçumu |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükÇ Çağrışmak: Bir ağızdan bağırmak, yaygara etmek Çal : Ala renk Çalhandı : Çalkandı Çalhanmah : Çalkanmak Çallı-çapraz: Çapraz çizgili bir şal deseni Çalma: 1Başa sarık gibi bağlanan düz ya da işlemeli kumaş 2Çember de denilen baş örtüsü, çetme Çalmak: Doğmak, vurmak, atmak Çapraz: Eğik olarak birbiriyle kesişen Çar anasır: Dört unsur , dört temel unsur (Toprak-su-hava-güneş) Çar hisar: Dört kale burcu Çar köşe: Dört köşe Çar: Dört Çarh: Çark, felek, gök, devreden, dönen Çar-havuz: Büyük havuz Çarh-ı devvar: Durmayıp dönen Çarh-ı gerdun: Dönen çark (Dönen dünya) Çarh-ı zaman: Dönen zaman, devir Çar-pare: Dört parça, dört kısım Çarpaz dağlamak: Çapraz dağlamak Çarpaz: Çapraz Çatmak: 1Yetmek 2Üzücü olaylarla karşılaşmak, uğramak Çekmişem: Çekmişim Çeper: 1Engel, çit, kamıştan yapılan çit 2Kırık dal ve yaprak kümesi Çerağ: Mum, çıra Çeri: Asker Çetme: İşlemeli baş örtüsü, sırma işlemeli baş örtüsü, çalma Çevre: Sırma işlemeli baş örtüsü, mendil Çevrişir: Dönüşür Çevrüşmek: 1 Dönüşmek 2Devinmek dönmek Çevrüşüpsen: Dönüşmüşsün, dönmüşsün Çeyman: Kıl ya da yünden dokunma yamçı, kepenek Çıham: Çıkayım Çıhdım: Çıktım Çıhıp: Çıkmış Çıhmış: Çıkmış Çıhsa: Çıksa Çıra: Çerağ, kandil Çırağ: Çerağ, kandil, mum, ışık Çiçeğisen: Çiçeğisin Çifte hal: Çifte ben Çimennİ: Çimenli Çimmek : Yıkanmak Çin: 1Çünkü, için 20muz Çit: Başörtüsü, yemeni Çiyn : Omuz Çoh: Çok Çolp Suyu Çövre: Çevre Çün: Çünkü Çüt: Çift Çüter çüter: Çifter çifter |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükD Dad: 1Yakınma anlatan, vah, eyvah anlamında bir ünlem 2 Ey, hey anlamında bir ünlem Dağ salı: Dağ düzlüğü, dağ eteği Dağ: Kızgın demirle vurulan özlük belirtici damga, işaret, nişan Dağdağa: Çekişme, anlaşmazlık Dağlanmak: 1 Kızgın demirle damgalanmak 2 Yanmak 3Sağaltma amacıyla vücudun yaralı ve sayrılıklı bölümlerinin kızgın demirle yakılması Dağlı: Damgalı Daha: Bundan sonra Daim: Sürekli, her an, daima Dal: Omuz, omuz başı Dalam: Dalayım Dalda: Gölge Daldalanmak: Gölgelenmek Daldalık: Gölgelik Dalgerdan: 1Güzel göğüs 2Vücudun omuzla birlikte göğüsten yukarı bölümü, büst Dalıptır: Dalmıştır, dalıyor Dallanmak: Salınmak, sallanmak Daluptur: Dalmıştır, dalıyor Dam: Tuzak Dane: Tane, tohum, çekirdek Dane-i kısmet: Kısmet tohumu Danışmak: Konuşmak Danıştırmak: Konuşturmak Dankilom: Rum kadın ismi Dar çekmek: İdam edilmek Dar gün: Kara gün; sıkıntılı, zor, bunalımlı an Dar I: Sıkıntı, bunalım Dar II: Darağacı, ölüm hükümlülerini asmak İçin kurulan -kullanılan- sehpa Dar: Ev, yer, dar ağacı Dara çekilmek: Dağarcında idam edilmek, asılarak İdam edilmek Dara çekmek: Darağacında idam etmek Dara düşmek: Sıkıntıya düşmek, zorda kalmak, bunalmak Daranmak: Taranmak Dar-ı Mansur: Hallac-ı Mansur'un idamı Darılıpsan: Darılmışsın Darıyıp: Taramış Dartmak: Tartmak Daş: Taş Daylak: Tüylü devenin erkeği De ki: Sanki, tut ki Değer: Dokunur Değilem: Değilim Değilem: Değilim Değişke: Varyant Dehr: Dünya, zaman, devir Dehr-i zulmet: Zulüm devri Dem etmek: Sazla çalıp, söylemek Dem: Soluk, nefes, ses Deman: (Damen) etek Demek: Söylemek Demi devran: Dünya demi (Devir zamanı) Demkeş: Devamlı öten bir güvercin cinsi, şarap içen Der: Der, söyler Dercetmek: Toplamak Derde çatmak: Derde düşmek Derdimend: (Derdmend) tasalı, kaygılı, dertli Dergah: Tekke Derilmek: Toplamak Deriptir: Toplamıştır Dermek: Toplamak Dertli Emrah: Ercişli Emrah Derun: İç taraf, dahil, kalp Dest: El Deste: Demet; sıra Devran: Dünya, zaman Devr-i cihan: Dönen dünya Devşirmek: Toplamak, toparlamak Deyer: Der ki, söyler ki Deyişmek: Karşılıklı şiir söylemek Dırığ: Esirgemek Di: Söyle Didar: Yüz, çehre Didarın kıyamete kalması: Sevgiliyle kavuşmanın, sevgiliye kavuşmanın kıyamete kalması Dide seli: Gözyaşı Dide: Göz Dilber: Güzel Dilçevüren: Dilçeviren, söz gezdirici, dedikoducu Dildar: Sevgilisinin gönlünü çelmiş Dil-inen: Dil ile [dilinen=diliyle ] Dimek: Demek, söylemek Din uğrusu: Din hırsızı Dinnemek: Dinlemek Dinnemez: Dinlemez Dir: Derlemek, toplamak, bir araya getirmek Diskinmek: Korkudan sıçramak: uykudan sıçrayarak uyanmak Diş: Düş, rüya Divana: Divane Diyek: Diyelim, söyleyelim Diyeller: Derler, söylerler Diyer: Der, söyler Diyiş: Deyiş, şiir Dodağ [dodah]: Dudak Dodağınnan: Dudağından Doğancı: Erciş'in Altındede (Zilan) bölgesindeki eski bir yerleşim alanı Dolama: Çuha giysi, kat kat giysi Dolu: 1İçki 2Halk inancında Pir'in , Üçler'in, Erenler'in-Hakk katından aşıklık verilenlere sunduğu kutsal içkiyle dolu kadeh, kase Donburcuh-dunburcuh: Tomurcuk Doru: Bir at tonu [Gövdesi kızıl, yelesi ve (çoğunlukla) ayakları kara olan at] Dost: 1 Tanrı 2 Sevgili Dostlar dostu: Zor durumda kalana yardım edici Hızır Doymiyi: Doymuyor Döndi: Döndü Dönmenik: Dönmeyiz Dört iklim: Dört yön; Doğu, batı, güney, kuzey yönlerindeki ülkeler Dört kitap: Büyük dinlerce kutsal sayılan dört din kitabı Kur'an, İncil, Tevrat, Zebur Dört köşe: Dört yön Doğu, batı, kuzey, güney yönleri, bu yönlerdeki ülkeler, yerler Döş: Etek Döşek: Yatak, minder Döşürmek: Devşirmek, toplamak Dözmek: Katlanmak, dayanmak Dudu: (Tuti) Dudu kuşu, papağan Dudu: Papağan türünden, taklit yapan bir kuş Duman: Bulut, sis Duram: Durayım Durasan: Durasın Durasız: Durasınız Durmuşam: Durmuşum Durmuyi: Durmuyor Durna: Turna Durupsan: Durmuşsun, duruyorsun, durmuşsan, duruyorsan Dutar: Tutar Dübeş: Tavla oyununda zarların iki beşi göstermesi Dübür: İki yaşındaki erkek keçi Dügü: Pirinç Dühan: Tütün, duman Kur'an-ı Kerim'in 44 suresinin adı Dülbent: Yazma Dür eyle: Uzak dur Dür: İnci Dür: Uzak, doğmak, bölüm İlahi rahmetten kısmen veya tamamen yoksun olma Düş: Rüya Düşdi: Başladı, koyuldu Düşeliden: Düştüğünden beri, düştüğü an Düşem: Düşeyim Düşersiz: Düşersiniz Düşgüni: Düşkünü Düşim: Düşeyim Düşmek: İnmek Düşüpsen: Düşmüşsün, düştün Düşüptür : Düşüyor, düşmededir Düz: Kır, ova, çöl Düzmek: Dizmek, sıralamak, süslemek Düzülür: Dizilir, sıralanır |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükF Eazi: Aziz, izzetli, yüksek Ebrişim: Kalınca bükülmüş ipek, iplik, saç, ibrişim Ebru: Kaş Ebrüm ebrüm: Büklüm büklüm, dalga dalga Ebtüm: Dalga, büklüm Ecel kuşları: Doğan, şahin, atmaca gibi avcı-yırtıcı-kuşlar Ecel kuşu: Ölüm Eda: Biçem [üslup], çalım, işve, naz Eder : Der, der ki Edim : Edeyim Edin: Edin, verilen, eyleyin Edip: Ederek, etti Edna: Basit, değersiz Efgan: Yüksek sesle yakınma, inleme Eflak: Felek, felekler , gökler , alemler Efsun: Sihirli, büyülü, çekici Eger: Eğer Egans: Göl sularının 1841 'de yükselerek Erciş Kalesi'ni kaplamasından sonra, halkın Erciş Kalesi'ni bırakarak yerleştikleri köy, bugünkü Erciş'in kurulu bulunduğu yerin 1841'den önceki adı Eğlemek: Oyalamak, alıkoymak, geciktirmek Eğlen: Dur, oyalan Eğlenmek: Oyalanmak, gecikmek Eğleşmek: Durmak, beklemek, oyalanmak Eğn: Boyun Eğnine: Üstüne Eğrice tel: Erkek yaban ördeğinin kuyruğunun üstündeki kıvrık, yeşil tüyler Eğrice: Eğri, kıvrık, kıvrılmış Eğva: (İğva) Azdırma, baştan çıkarma Ehdipeyman: (bkz: ahdipeyman] Ehl-i beyt: Hane halkı, Hz Muhammet'in ailesi Hz Muhammet, Hz Ali, Hz Fatma, Hz Hasan ve Hz Hüseyin Ehlidil: Gönül eri, sevecen El aman: Bozgun ve sızlanma anlatır Ekdam: Gayret ve sebatla çalışma El I: Yabancı El II: Oymak, oba El III: İI, ülke El tutan: EI uzatan, yardım eden Elden ele: İlden ile, ülkeden ülkeye Ele [eyle]: Öyle, o biçim Elete: Ulaştıra, ilete, iletsin Elif: 1Uzun ve ince boy yerine kullanılan bir benzetme 2Arap abece'sinin İlk harfi Elif: Arap alfabesinin ilk harfi Elifterezisi: Uzun ve hafif yay biçimi [kaş benzetmesİnde kullanılır] Elim: Bilim, ilim Elin: Elini Elinnen: Elinden Ellerin: İllerin, ülkelerin Ellerinen: Elleriyle Elvan: Alemler, mahluklar, varlıklar, oluşlar Em: İlaç, çare Ember : [bkz: amber] Emcek: Meme Eme: Emse Emi: Amca Emim: Amcam Emim: Emeyim Emlik kuzu: süt kuzusu, süt emme çağındaki kuzu Emmare: Emreden, zorlayan, cebreden Emrah Gulamı: Ercişli Emrah Emrah: Ercişli veya Erzurumlu Emrah Enden: Ondan, işaretten Enel Hak: Hallac-ı Mansur'un söylediği ''Ben Tanrı'yım'' anlamında meşhur bir söz dür ki, Mansur bu yüzden öldürülmüştür Bu söz tasavvufta tek varlık (Vahdet vücut) felsefesine dayanır Engür: Üzüm Enik: Kedi ve köpek yavrusu Epizod: Bir şiirde, hikayede, romanda ana konuya bağlı ikinci derecede olay, ek Er görmek: İse, olsa, olur ise Erden: Erken vakitte, erkenden Erdiş: Erciş Eren [ermiş]: Benliğinden sıyrılmış, özünü, öz varlığmı Tanrı'ya adamış kimse Evliya, veli Erkan: Esaslar , destekler , direkler, reisler, önemli kişiler Erkek: Erkek, cesur, sözünün eri ermek şerefini kazanmış kimseler Ervah: Ruhlar, geçmiş atalar Erzayıl: Azrail Esgilmez: Eksilmez Eshab: Sahipler , malik ve mutasarrıf olanlar , Peygamber'i görmek ve sohbetine Esma: İsmin çoğulu, isimler Esma-i hikmet: Hikmet isimleri Esr: Yüzyıl Esrar: Sırlar, gizler Eşg [eşg] : Aşk Eşi: Eşi, arkadaşı Eşitmek: İşitmek, duymak Eteğin döşür: Eteğini topla Etmek: Etmek, yapmak, eylemek Evedi: İvedi, acele Evel: Evvel, önce Ey: Ey, hey Eyle I: Öyle, onun gibi Eyle II: Söyle Eylemek : Eylemek, etmek, yapmak Eylerem: Eylerim Eyliyim: Edeyim, eyliyeyim Eyvan: Ayvan Bir tarafı açık oda, aralık, salon Eyvanmnan: Ayvanmdan Eyyam: Günler Ezel: Öncesizlik, başlangıcı bilinmeyen zaman Ezrayıl: Azrail |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükF Fakı: Fakih, hoca, alim, din bilgini Fakir Emrah: Ercişli Emrah Farı: Yüce Farımak: Yaşlanmak, yıpranmak, yorulmak Farz:1Müslümanlıkta özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan Tanrı buyruğu 2Doğru sonuca varmak için yapılması zorunlu olan Fasık: Günahkar , Hak yolundan hariç olan Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden Büyük günah işleyen ya da küçük günahlarda ısrar eden kimse Faş: Açma, ortaya çıkarma Fazl: Lütuf Fazlı yezdan: Tanrının lütfu Fel: Fi'il İş, tutum, davranış, oyunbozanlık, dek, desise Felek: Gökyüzü, sema Felek: Kader, talih, baht, şans Fem: Ağız Fena mülkü (Fena şehri): Geçici dünya, kendi varlığından geçme Fena: Yok olma, yokluk, geçiş gitme Tasavvufta maddi varlıktan sıyrılıp Hakk'a ulaşma Fend: Hile, oyun Ferace: Kadınlar için bol ve uzun üst giysisi Başörtü Ferağ: Gözyaşı Fere keklik: Erginleşmemiş keklik Ferhat: Ferhat ile Şirin Hikayesi'nin erkek kahramanı Ferişte: Melek Fetalına: Övgü Fe-tebarekallah: Ne kadar bereketli, ne kadar güzel anlamında şaşma bildirir Allah övmüşte yaratmış anlamında bir söz Feyl: Düşünce, zihniyet Fısk: Hak yolundan ayrılma, isyan etme, günah suç Fıskı: Günahı, suçu Fidanrıar: Fidanlar Figan: Acıyla bağırma, inleme Fil: Satranç oyununda çapraz hareket eden iki taşın adı Firağ [firah]: Ayrılık, ayrılık acısı, firak Firak: Ayrılık, ayrılma, kader, hüzün Firez: Ekin, yeni çıkmaya başlamış ekin Firkat: Dostlardan vesaireden ayrılık, ayrılış Furkan: 1Kur'an 2İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, hak ile batılı ayıran kanıt 3İyiyle kötü ve doğruyla yanlış arasındaki farkı gösteren her şey |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükH Hab: Gizli, saklı Habar etmek: Haber göndermek, haber salmak, haber iletmek Habar: Haber Haber eylemek: Haber göndermek, haber vermek Hab-ı gaflet: Gaflet uykusu Hadi: Hidayete ermiş, mürşit Hak ı yeksan: Yerle bir olmak Hak kelamı: Tanrı sözü, Tanrı buyruğu Hak: Hakk, Tanrı Hak: Toprak Hak: Toprak Hakayık: Hakikatler Hak-ı yeksan: Yerle bir, toprakla bir Hak-i pay: Ayak toprağı Hakikat-i serencam: Baştan geçen gerçek olaylar Hakipay: Ayak toprağı, ayak basılan toprak Hakkın fermanı: Tanrınıın buyruğu Hal I: Durum Hal II: Yüzde ve vücutta bulunan ufak, koyu renkli leke, kabartı, ben Hal: Ben Halas: Kurtulma, kurtuluş Haldan: Halinden, durumundan Halfet: Yalnızlık, dervişlerin tapınma için tek başlarına bir yere kapanmaları, alvet Halh: Halk Hal-hal: Halhal, kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik 2 Bir yer adı Halhalınnan: Halhalından Halım: Halim Halıma: Halime Halın: Halin Hali: Tenha, boş, sahipsiz yer, kayıtsız, uzak Hallara: Hallere Halları: Halleri Hallarımızı: Hallerimizi Ham: Terbiye görmemiş kişi, çiğ Hama kuşağı: Hama şehrinde dokunan bir cins kuşak Hama: Suriye'de, Asi Irmağı kıyısında kurulu, dokumalarıyla ünlü şehir Hamakat: Ahmak, budala Haman-ı dil: Gönül eşi, sevgili Hamaret: Kızıllık Hamayıl: Hamail, muska, tılsım, bağ Hamza: Arap savaşçısı Abdülmuttalib'in oğlu ve HzMuhammed'in amcası Ölümü: Uhud Savaşı, 625 Han Ağrı: Ağrı Dağı Han Aslı: Aşık Kerem'in sevgilisi, Aslı-Han Han Emrah: Ercişli Emrah Han Selbi: Bkz Selbihan Han: Eski Türkler'de kağana bağlı ya da bağımsız beylerin başkanı Han: Sofra Hane: Bağlam, dörtlük Hannar: Hanlar Hannas: Şeytan Hannon: Çok acıyan, çok acıyıcı (Allah'ın adlarından biri) Hanüman: Ev, bark Har I: Diken Har II: Ateş Har od: Alevli, alazlı ateş Har: Diken, yıkılmış Harabat: Harabeler, viraneler, meyhaneler Ziya Paşanın üç ciltlik antolojisi Harami: Haydut, kır uğrusu Hark: Su yolu Hasanbey: Bir kavun türü Hasbeten lillah: Allah rızası için Haset: Kıskançlık Hasretem: Hasretim Hasretinnnen: Hasretinden Hastayam: Hastayım Haşa: Asla, kesinlikle, hiçbir zaman Haşimi: Yüzdeki benlere biçimlerine göre verilen bir ad Haşri neşir: Kıyamet Hat: Kaş, saç, kirpik Hatem: Çok cömert (adam), mühür , üstü mühürlü yüzük, Arap kabileleri arasında tanınmış ''Tayyi'' kabilesine mensup ve cömertliği ile tanınmış ''İbnü Abd*-illah Bin Sad'ın lakabı Havar: Bağırtı, yardım dileme Havarice: Dışarıdakiler , yabancılar Havas: Heves, istek Havf: Korku Hay: Kaygı Hayalımda: Hayalimde Hayallanmak: Hayale kapılmak, dalgınlaşmak Hayana: Ne yana, ne tarafa? Hayfa: Eyvahlar olsun, yazıklar olsun Hayıfalmak: Öç almak Hayret: Şaşma, şaşırma, şaşakalma, ne yapacağını bilememe Hayva: Ayva Hazer Etmek: Sakınma, çekinme Uzak durmak, korunmak Hazret'i Mevla: Tanrı Heba olmak: Boşa gitmek, ziyan olmak Heç: Hiç Heç: Hiç Hedeng: Ok Hele: Pekiştirme bağı, özellikle, hiç olmazsa, önce Hemi: Hem, hem de Hercai: 1Hiçbir şeyde kararlı olmayan kimse, gelgeç, yeltek 2Aşkta değişken Herk: Anıza bırakma Hevik: Yazık Hey: Hey, ey! Heyder: Der, der ki Heyran: Hayran Heyva: Ayva Hezar: Bin Hıfzet: Saklamak, aklında tutmak Hına: Kına Hınalı: Kınalı Hırınan: Harman Hışm: Hışım, öfke Hıyaban: iki tarafı ağaçlık, geniş yol Bulvar Hızır: Bkz: Hızır İlyaz Hızır İlyas: Bkz: Hızır İlyaz Hızır İlyaz: Hızır-İlyas Hızır ve İlyas Peygamberler Hızır ile İlyas'ın aynı ulu kişi oluğuna inanıldığı gibi, Hızır ile İlyas'ı kardeş sayan halk inanışları da vardır İnanışa göre İlyas yağmura egemendir İlyas'ın peygamberliği Kur'an'da anılır Hızır da Kur'an'da geçer Halk inancına göre Hızır ölümsüzlüğe ''Bengisu''yu (Abıhayat) içerek kavuşmuştur Hakk katından aşıklık bağışlananlara aşk badesini sunanlardan başlıcasıdır Hızır inancını Gılgamış desdanına bağlayan görüşler de vardır Hızır, darda kalanlara yardım edicidir ''Kul bunalmayınca Hızır yetişmez'' Halk takviminde yazın başlangıcı sayılan 6 Mayıs (Hıdrellez (Hızır/Hıdır *İlyaz) günü, Hızır ile İlyas'ın kavuştukları gün sayılır İnanca göre Hızır'ın atı ''Bozat'' dır Tüm Doğu Anadolu'da Hızır, ''Bozatlı Hızır'' olarak anılır Hicab: Hicap, utanma, utanç Hicabınnan: Utancından Hicran piltesi: Ayrılık ateşi Hicran: Ayrılık Hicret: Memleketten memlekete göç, Hz Peygamber'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi ki İslam takviminde tarih başı sayılır Hiçe Çalmak: Önem vermemek Hidayet: Olgunluk Himemat: Himmetler Hindi: Şimdi Hindi: Yüzdeki benlere biçimlerine göre verilen bir ad Hitam: Son, nihayet, bitme, tükenme Hon u kudret: Kudret sofrası Honça çekmek: Armağan götürmek Honça: 1Bohça, çıkın 2Bir yere giderken götürülen armağan 3 Geline gönderilen armağan sinisi 4 Sofra Horasan: İran'da bölge ve eski bir eyalet İran yaylasının en doğu kesimindedir Başlıca şehri Meşhed'dir Hoş [hoş]: Beğenilen, zevk veren, güzel Hoy: Batı İran'da, Urmiye gölünün kuzey batısında [Çaldıran ovasının güney doğusunda] kurulu tarihi Türk şehri Hoy, Anadolu'nun alınmasında üs olarak kullanıldı Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki Çaldıran Savaşı Hoy yakınlarında yapıldı (1514) İran-Osmanlı savaşlarında birkaç kez Osmanlılar'ın eline geçti Hoy, değişik halk destanlarında ve hikayelerinde geçer Hoy duzu: Hoy Ovası Hoyrat: Kaba, kırıcı Hökmedin: Hükmedin Höküm: Hüküm, yargı, yargı kararı Hu: Ünleme, selam Hub: Güzel, hoş, iyi, sevgi Hub: Güzel, hoş, iyi Huban: Güzeller, iyiler Hubbu'l-vatan: Vatan sevgisi Hublar şahı: Güzeller güzeli, güzel kadınların en üstünü Hubluğun Çağı: Güzellik çağı Huda: Tanrı Huda: Tanrı Huma: [bkz: hüma] Humar: Baygın bakışlı Humar: İçkiden sonra gelen baş ağrısı, sersemlik Humarlanmak: Baygınlaşmak, süzülmek Hun: Kan, kanlı Hurç: Heybe Huri: Cennette yaşadığına inanılan kızlara verilen ad, genç ve çok güzel kadın Hus-ı cemal: Güzel yüz, yüz güzelliği Hükmeder: Hükmeder Hüma: Hüma hümay Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatlı, üzerinden gcçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan kuş [Huma kuşu], devlet kuşu Hünkar: Kaşların güzelliğini anlatmak için kullanılan bir benzetme Hünkar: Padişah, Osmanlı'da yalnız padişah için kullanılan bir san Hünkar: Padişah, sultan, hükümdar Hüri misal üzlü: Cennet güzeli yüzlü, cennet güzeli benzeri Hüri tek: Huri gibi Hüri: Huri Hürü: Huri Hürüsen: Hurisin Hüsn i cemal: Güzel yüz, yüz güzelliği Hüsn i yar: Sevgilinin güzelliği Hüsn: Güzel, iyi, güzellik, iyilik |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükI Ilgar: Verilmiş söz, ant Irağ: Irak, uzak Irak: Irak, uzak Irgalamak: Yerinden oynatmak, sallamak, sarsmak Irk-ı tahir: Irkı temiz Irma: Uzaklaştırma, kaybetme Issı: Sıcak İ İbadet: Tanrı buyruklarını yerine getirme, Tanrı'ya yönelik saygı davranışı, tapmma, kült İblis: Şeytan İçerem: İçerim İçmeyem: İçmeyeyim İçün: İçin İflah etmez: Ondurmaz İflah eyler: Ondurur İflah: Onma, zor durumdan kurtulma, iyi duruma gelme İgit: Yiğit, erkişi İğenli: Güzel kokulu İğva: Hırsmı uyandırma, kışkırtma İhlas: Gönülden gelen dostluk, içtenlik, doğruluk, özlü, halis olmak İkdam: Gayret ve sebatla devamlı çalışma İkikuş: Şiirde geçen bir yer adı İkrar vermek: Söz vermek İkrar: Mürşide teslim olmada verilen söz İkrar: Verilmiş söz İlgar: Verilmiş söz, ant, ılgar İlişmek: Yakalanmak, tutulmak İm: Anlam yükletilen şey, işaret İmaret: Mamur etmek, şenlendirmek İmran: Kur'an'ı Kerim'in üçüncü suresi İncü: İnci İndi: Şimdi, imdi İntiha: Son, nihayet, eğitme İntizar: Bekleme, beklenilme, gözleme İnzal olmak: İndirmek, indirilmek İravan-Eli: İravan İli, Erivan İreli: İleri İrevan: Erivan İrhan: Reyhan, fesleğen İrşad: Doğru yolu gösterme, uyarma, Hak yoluna götürme (Bu işi yapanlara mürşid denir) İsfahan: İran'da X Eyaletin merkezi olan şehir Isfahan, Zargos'un doğu yüzünün eteğindedir Karışık asıllı olan halknın çoğunluğu Türkçe konuşur İsgender'i Zülkar: Büyük İskender İÖ 356-323 Makedonya kralı Philippos IInin oğlu Aristotales'in öğrencisi Genç yaşta babasının yerine geçti Anadolu'yu ve İran'ı egemenliğine aldı 13 Haziran 323 günü, Doğu dünyasnın egemeni olarak otuz üç yaşında öldü İşve: Kadınların hoş aldatıcı tavırları, naz, cilve İstifsar etme: İfade etme, sorma, sorup anlama İtgin: Yitik, yitkin İtirmek: Yitirmek, kaybetmek İtirmişem: Yitirmişim, kaybetmişim İtirmiştir: Yitirmiştir, kaybetmiştir |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükK Kable en temüti: Ölmeden evvel ölünüz(Hadis-i şerif),(Alevi-Bektaşi yolunda bir ön koşul) Kad: Boy Kada: Kaza, kötülük, yıkım, ilenç Kadem Basmak: Ayak basmak, varmak Kadem: Ayak Adım Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın Uğur Kadim: Ayak basan Ulaşan, varan Devamlı Kadir Mevla: Gücü sonsuz Tanrı Kaf ü nun: Kün Tanrı'nın yaratma eylemini başlatan ''kon'' (ol) buyruğunu anlatan ''k'' (kaf) ve ''n'' (nun) harflerinin birlikte söylenişi Kaf: Söylence ve masallara göre yerküreyi çevreleyen zümrüt dağ Kafdağı Kafda koymak: Mutluluğa, esenliğe kavuşturmak Kafdan Kafa hükmetmek: Kafdağı'ndan Kafdağı'na; yer kürenin bir ucundan bir ucuna hükmetmek Kaftan: çoğu ipekli, uzun, süslü üst giysi Kail: Söyleyen, diyen Razı olmuş, boyun eğmiş Kala: Kale, hisar Kalem kaş: İnce, düzgün kaş Kalım mı: Kalayım mı? Kalıram: Kalırım Kalmışam: Kalmışım Kalmıyıp: Kalmamış Kalnğız: Kanmışız Kalu beli: Evet dediler Kalu: Dediler Onlar söylediler (mealinde fiil) Kam almak: Dileğe, isteğe, umuda kavuşmak Kam: Dilek, İstek, umut Kamaşma: Fazla ışık nedeniyle gözün bakamaz duruma gelmesi Kamaşti: Kamaştı Kame: Kama, silah olarak kullanılan iki ağızlı, iki ağzı da kesici uzun bıçak Kamer: Ay Kamet: Namaza başlama işareti, namaz kılmak için okunan ezan Boy, boy-pos, endam Kamu: Bütün Kan: Maden ocağı, kaynak, memba Kan'an: Kenan Ülkesi (Adanmış Ülke Dinsel kaynaklara göre Hz Yusuf'un ülkesi Batıda Akdeniz, doğuda Şeris ırmağıyla sınırlıydı Filistin ve Fenike'yi içine alırdı Kenanlılar ülkeye İÖ 9000'e doğru yerleşmiş Samiler idi Mısır'dan çıkan İsrailliler İÖ1200'e doğru Kenan ülkesini ele geçirdiler İncil'e göre Tanrı bu toprakları İsrailliler'e adamıştır Kenan ülkesi halk anlatılarında çoğunlukla Yusuf'la birlikte geçer Bkz:Yusuf] Kanara: Büyük, kaba budaklı ağaç Kançeri: Nereye kadar Kande: Nerede Kanı: Nerde nerede? Kanlısı olmak: Ölümüne neden olmak Kapı: Kapı Kapısın: Kapısını Kapıyan: Kapma Kar: Etki Kara çalmak: 1 Suç yüklemek 2 Sürme çekmek Karabağır: Acılı yürek Karahal: Kara benekli bir av kuşu Karakoyunnu: Karakoyunlu, Karakoyunlu Türkmeni Karakuş: Kartal türünden yırtıcı kuş Karal: Karar, dayanç, dayanma gücü Karayel: Karayel, kuzeybatıdan esen soğuk rüzgar Karayer: Acun Kargış: İlenç Kasar: Üşenme, tembellik etme Boğazı tutup nefes aldırmayan bir zahmet Çeker Sıkar Kasr(kasır): Saray Katam: Katayım Katar katar: Sıra sıra Katar: 1 Bir kervanı oluşturan dizi 2Göçmen kuşların göç dönemlerinde havada oluşturdukları küme, dizi, sıra Katarlaşmak: Göç dizisini oluşturmak Katib-ı dircan: Toplayıp yazan Katre: Damla Kavi: Dağlayan, yakan, yakıcı, kuvvetli, güçlü, sağlam Kavil: 1 Söz 2 Sözleşme, anlaşma Kavl: Lakırdı, söz, sözde, sözleşme Kavlince: Söze, sözleşmeye uygun Kavvas: Oklu asker, bekçi, kapıcı Kaygu: Kaygı Kayıtmak: Dönmek, geri dönmek Kaytarmak: 1 Geri çevirmek 2 Geri dönmek Kazalağ kazalak: 1 Gündoğumunda bahçelerde ötüşen bir soy boz renkli küçük kuş 2 Beyaz ve sarı tüylü, gagası sarı ve siyah renkli bir cins yaban ördeği Ked: Boy Kefen kasar: Kefen sıkar Kehlan: Küheylan, soylu Arap atı Kehlik: Keklik Keklik sekişli: Keklik yürüyüşlü Keklik seküşli: Keklik sekişli Kelam: Söz, konuşma Kelam: Söz Kelam-ı kudret: Sözün gücü Keleş: Yiğit, cesur Kelimullah: Tanrı buyruğu, Kur'an Kem: Uğursuz, kötü Uygunsuz Keman: [kadınlarda] İnce, düzgün kaş Kemarbast: 1 Yeni evlenen kızın beline bağlanan kuşak 2 Hz Ali'nin oğulları Hz Hasan ve Hz Hüseyin ile birlikte on yedi yakınına taktığı söylenen ve kemeri simgeleyen kumaş Kemha: Bir cins ipek kumaş Kemter: Hakir, itibarsız, aciz, zavallı, kul, köle Kend: Kent, şehir Kendir: Kendir bitkisinden yapılma ip, urgan Kerem: Asalet, asillik, soyluluk, cömertlik, el açıklığı, lütuf, bağış Kerem: İyilik, bağış Kereyağı: Tereyağı Kergah: Gergef Kergef: Gergef Kesiret: (Kesret) Çokluk, bolluk Keste peste: Aşağılık Kete: Bir tür çörek Kevn-i mekan: Varlık, evren, cihan Kevser: Cennette bir ırmak, sonsuz, soy sop (Hz Muhammed'e ait) Sofiler kevseri ''irfan'' olarak düşünür Kez: defa, kere Kezel: Kuru yaprak, kuru güz yaprağı Khal: Ben Khına: Kına ağacının kurutulmuş yapraklarından elde edilen, saç ve elleri boyamakta kullanılan toz, kına Khonça: Armağan bohçası Khontkar: Hünkar Kıl ü kal: Dedikodu Kılmak: Etmek, eylemek, yapmak Kır: Kül rengine çalan, beyazla az miktarda siyahın karışmasından oluşan renk, beğenilen bir at rengi Kırab: Tek renk ipek dokuma baş örtüsü Kırağ: Kenar, kıyı Sahil Kır-ha-kır: Kıyım Kırmızı: Altın Kıya bakmak: Yan bakmak Kıyamet: Kıyamet günü Kızıl: Kızıl, parlak kırmızı renkli Kızınan: Kız ile Kimi: Gibi, benzeri Kiraman katibi: İnsanların iki tarafında bulunup, sevaplarını ve günahlarını yazan meleklerin adı Kirman Kuşağı: Kirman'da dokunan bir cins kuşak Kirman: İran'da Deştilüt'un güneyinde kurulu şehir Güneydoğu İran'ın en büyük ticaret kavşağı ve önemli bir dokuma sanayii merkezi Kisb ü kar: Kazanç, iş güç Kiş: Satranç oyununda en önemli taş olan Şah'ı isterken söylenen söz Ko: Bırak Kocalanmak: Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak Kocalık: Yaşlılık, ihtiyarlık Kocalmak: Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak Koç kuzu hurcu: Koç katımı günlerinde çobanlara gönderilen şölen heybesi Koçağ: Koçak, yiğit Koçmak: Kucaklamak Kofu: Evli kadınların başlarına giydikleri üzeri kadifeyle kaplı, altın, gümüş paralarla bezeli tahta başlık 2 Üstü sargılı, altın, gümüş paralarla bezeli kadın başlığı, fes Kokuşlu: Koku saçan Kolbağ-kolbağ: Bilezik Kolçağ-kolçağ: Kolluk, zırhın kolu saran parçası Koma: Küme, yığın Komalamak: 1Kümelemek, yığmak 2 Kümelenmek, yığılmak Komalanmak: Kümelenmek, yığılmak Komayor: Koymuyor, bırakmıyor Konağ: Konuk Konuşak: Konuşalım Kor: Kör Koryapalağ: Yarasa Koşa: Çift, iki tane Kovmak: İzlemek, avlamak için izlemek Koy: Yeter ki, bırak, bırakın Koynan: Koynuna Koyunnan: Koyun ile Köç: Göç Köçdü: Göçtü Köçüm: Göçüm, göçeyim Köçüni: Göçünü Köçürim: Göçüreyim Köks: Göğüs ) Kömegi: Sivri çadır biçiminde taş yığını Kömek: Yığın, kalak, küme, doğal taş kümesi Kömergi: Sivri çadır biçiminde taş yığını Könül: Gönül Kör yapalağ - köryapalağ: Puhu kuşu, baykuş Körpe: Yeni yetişmekte olan Körülenmek: Gürlenmek, alazlanmak Köşmek: Göçmek Köynek: Gömlek, göynek Köz: Kor ateş, kor halindeki ateş Kubar: Toz Kuçmak: Kucaklamak Kuçmaya: Kucaklamaya Kudret Honu: Kudret sofrası Kudret lokması: Tevrat'a göre Tanrı'nın Sina çölünde İbraniler'e gökten indirdiği yiyecek Kujmaya: Kucaklamaya Kul Emrah: Ercişli Emrah Kulak Asmak: Dinlememek Kulak urma: Dinleme Kurbanam: Kurbanım Kurtulum: Kurtulayım Kurup: Kurmuş Kutbül aktap: Kutupların kutubu, Hz Ali, Hacı Bektaş Veli Küffar: Tanrı tanımazlar Küfran: Küfürbaz Kühlan: Küheylan, soylu Arap atı Kühüstan: Dağlık yer, dağı çok olan mevki Külhan: Hamam ocağı, hamamda suyun ısıtıldığı yer Küllivar: Tüm varlık Kümbet otağ: Kubbeli, süslü büyük çadır Kümbet: 1 Kubbe 2 Damı kubbe biçiminde olan yapı Kün: Tanrı'nın evreni yaratırken buyurduğu ''ol'' emri Künç: Köşe, bucak, kuytuluk Kürtük: Donmuş kar birikintisi Küş: Guş, kulak, duymak, işitmek Küşat: Açış, açılış merasimi, açma, fethetme |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükL La: Olmaz, olumsuzluk eki Laçın-laçin: Benekli doğan, benekli boz-gök-doğan Lain ü gümrah: Lanetlenmiş ve yolunu şaşırmış Lain: Kovulmuş, nefret kazanmış, istenilmeyen Lal: Dilsiz, söz söylemeyen Lasi: Leş Lat: Arapların İslam öncesi putlarından biri Lat-ı mehatı: Putlar Lavaş: Yufka ekmek Leb: Dudak Leblerinnen: Dudaklarından Lengi har: Topal eşek Lengi: Topallık, aksaklık Lenterani: (sen) beni göremeyeceksin Leşker: Asker Levh: Üstüne yazı yazılan düz taş veya tahta, levha Levh-i mahfuz: Bu ve bundan önceki ayette, şerefli, yüce Kur'an korunmuş levhte bulunduğu bildirilir Levh-i-kalem: Üzerine insan kaderinin, olmuş ve olacakların yazılı olduğuna inanılan Tanrısal levhayı; Levh-i- mahfuzu yazan kalem Leyl ü nehar: Gece gündüz Leyl: Gece Leyla: 1 Leyla ile Mecnun hikayesinin kadın kahramanı 2 Sevgili Leyli Mecnun: Leyla ile Mecnun Leyli vakti: Gece zamanı, gece gezintisi zamanı Leyli-Leyli: 1 Hikaye kahramanı Leyla 2Sevgili Libas: Giyilecek şey, elbise Lokman Hekim: Efsane kahramanı hekim ve bilge kişi İslamlık'tan önce yaşadığı kabul edilir Halk inancında uzun ömrün simgesi ve hekimliğin atası sayılır Lokman Hekim hikayeleri İran ve Türk Edebiyatı'na Arap Edebiyatı'ndan geçmiştir |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükM Mağrib: Mağrip, batı Mah: Ay Mahbup: Sevilen, sevgili Mahı: Balık Mahıtaban: Parlayıcı, parlak ay Mahi göz: Mahveden göz Mahi: Mahveden Mahim: Ay yüzlü sevgilim Mahpara: Mahpare, ay parçası, ay benzeri Mah-pare: Ay parçası gibi olan sevgili Mahraba: Büyük mendil, erkek mendili Mahrama: Mendil Mahzun: Üzgün, üzüntülü Mahzun: Üzüntülü, kederli, tasalı Mail olmak: Meyli olmak, ehli olmak Mail: Ehil, meyil Malamat: Ortaya çıkarma, açıklama Malı: Çapı, yağlık, başa sarılan örtü Mamur: Bayındır, bakımlı Man: Bana Mar: Yılan Marağa dügüsi: Marağa pirinci Maral bakışan: Dişi geyik gibi bakışına Maral: Dişi geyik Marifet: Hüner Masiva: Ondan gayrısı (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tabirler Dünya ile ilgili şeyler Maslahat: Uğraş Maş: Baklagillerden yenilebilen bir bitki, taneleri ufak bir tür börülce 2Mercimek Maşrık: Doğu yönü Maşuğun: Sevgilini Maşuk: Sevgili Mat etmek: Satranç oyununda yenmek Mat kılmak: Mat etmek Mat: Satranç oyununda uğranılan yenilgi Mavu: Mavi, göl Mayıl olmak: Meyil vermek, sevmek, gönül vermek Mayıl salmak: Meyil salmak, gönül düşünmek, sevdalanmak Mayılam: Meylim var, istekliyim, özlemliyim Mecal: Güçlük, dinçlik, derman, takat Mecnun: Leyla ile Mecnun hikayesinin erkek kahramanı Medet: Yardım çağrısı Mefta: (Meftah) Hazine, Mehhr-i mübüvvet: Peygamber mührü Mehle: Mahalle Mehr-i muhabbet: Muhabbetin şefkati Mehriban: Dost, seven, güler yüzlü, sevecen Meknun: Örtülü, gizli, saklı, Mektep uşağı: Okul çocuğu, öğrenci Melaik: Melekler Melhem: Merhem, acıyı giderecek, iyileştirecek em Melil: Üzgün, üzüntülü Melul: Üzgün, üzüntülü Memat: Ölüm, ahrete göç etmek Memir: Bayındır, mamur Men aref: Kendini bilme, kendini kötülüklerden koruma Menend: Benzer Men: Ben Menal: Ele geçirilen, sahip olunan varlık; mal, mülk Menem: Benim Menemşe: Menekşe Menevşe: Menekşe Meni: Beni Menim tekim: Benim gibi Menim: Benim Mennen: Benden Mensiz: Bensiz Menzil: 1 Yolculukta dinlenmek amacıyla konaklanılan yer, konak, konak yeri 2 İki konak yeri arasındaki uzaklık Menzil: Mesafe, ulaşılması amaçlanan yer Meraga[Maraga]: Batı İran'da, Sahand dağının güney eteğinde Urmiye gölüne yakm şehir Merah: IBilmek isteği; 2Kaygı, tasa [merak] Merd-i peleng: Erkek kaplan, erkek panter Merduvan: Merdiven Mesgen: Mesken, barmak, yuva Meskenet: Miskinlik, uyuşukluk, bitkinlik, yoksulluk Mesnevi: Her beyti ayrı uyaklı -başlı başına uyaklı- bir Divan Edebiyatı koşuk biçimi Bu türdeki yapıtların genel adı Mest müdam: Heraman, devamlı sarhoş Mest: Sarhoş, aklı başında olmayan Mestan: Esrik, sevgi esriği, gözleri süzgün Mestan: Sarhoşlar Mestur: Sınırlanmış, çizilmiş, yazılmış, örtülü Meşrig: Doğu yönü : Sermaye, satılacak mal, Metederem: Överim Metel: Şaşkın Mevla: Tanrı Mey: İçki Meyil: Meyil vermek, gönül vermek, ilgi yöneltmek, ilgi duymak Meyit (Meyyit): Ölü Meyli: Gönlü, isteği, dileği Mezat: 1 Artırma ile yapılan satış 2 Artırma ile satış yapılan yer Mezer: Mezar Mezet: Mezat, artırma ile satış yapılan yer Miheng: Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş Ölçü İyiyi kötüyü ayıran ayar aleti Bir insanın kıymetini ahlakını anlamaya yarayan vasıta Mihman: Misafir Mihnet: Sıkıntı, çile Mihr-i muhabbet: Sevgi ve aşk, aşk güneşi Mihrap: Sevgilinin kaşları, mihrabın girintili yapısının bir yaya benzetilerek, kutsallığa yönelmiş bir övgü ile sevgilinin kaşlarının anlatılmasında kullanılması Milağ: Elma, armut, ayva hevengi Minasip: Uygun Minekaş ayvan: Alınlığı mavi çinilerle süslü ayvan, balkonlu konak Miner: Biner Mirze: Soylu, saygın kişi, mirza Misk: Güzel kokulu bir madde Misk-ü-amber: Çok güzel koku Mizan: Terazi, ölçü, tartı, akıl, idrak, muhakeme Mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsü olup hakiki mahiyeti ancak ahrette bilinecektir Mor menevşe: Mor menekşe, menekşe More: Trakya ve Rumeli yöresinde erkeklere bir hitap sözcüğü Mori: Trakya ve Rumeli yöresinde kadınlara bir hitap sözcüğü Möhebbet: Muhabbet, sevgi" aşk, dostluk Mufassal: Netice, sözün kısası, Mugallit: Taklitçi Muhannet: Korkak, soğuk davranışlı, uzak Muhip: Seven, sevgi besleyen Muhkem: Sağlam, metin, sıkı sıkıya kuvvetli, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış Mukaddem: Zaman ve mekan cihetiyle daha evvel olan Mukadder: Kader , kısmet tayin olunmuş Mulla: Molla Murtat (Mürted): Dönek Musahip: Yol kardeşi, birlikte olan, arkadaş Muş: Muş ili Muştu: Sevindiren haber, müjde Muştuluk: Muştucuya verilen armağan, muştuluk, müjdelik Muy: Saç Muzu: Engel Mübah: İşlenmesinde sevap ve günah olmayan şey Müdam: Devam eden, süren, sürekli Müddei: İddia eden İddiacı davacı Müheyya: Hazırlanmış olan Müjgan: Kirpikler Mülevves: Kirli, pis, bulaşık, alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan Karışık, intizamsız Mülk ü meleküt: Maddi olmayan alemin varlığı, varlık melekler Münaci(müncü): Kurtaran Münezzeh: Arınmış Münkir: İnkar eden Müptela: Bir şeye tutulmuş, düşkün, aşık Mürayi: Riyakar, iki yüzlü Mürşit: İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran, Peygamber varisi olan kılavuz Tarikat piri, şeyhi Mürur etmek: Ulaşmak, varmak Müsahip: Yol kardeşliği Müstecap: Hoş görülen, istediği kabul edilen, icabet olunmuş Müşerref: Şereflendirilmiş, şerefli Müşg-ü amber: Misk-ü amber Müşteri: Müşteri yıldızı, Jüpiter Erendiz |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükN Naciler: Kurtulmuşlar, esenlik ve saadete kavuşanlar Naçar: Çaresiz, umarsız Naçaram: Çaresizim, umarsızım Naçarımı: Çaresizliğimi Nadan: Cahil, bilmez, haddini bilmez, kaba, terbiyesiz Nail olmak: Erişmek Kavuşmak, ulaşmak Nail: Erişme, ulaşma Nakkaş: Süsleme sanatkarı, usta Nale: İnilti Name: Mektup, kitap, mecmua Namert: Mert olmayan, alçak Nan: Ekmek, yiyecek Nar: Ateş, tamu [Mec] Meme Nara çalmak: Ateşe atmak Nara salmak: Ateşe atmak Narh: Fiyat Nar-ı hicran: Ayrılık ateşi Nar-ı miran: Zalim, kumandanın belası Narınç: 1 Turunç meyvası 2MecMeme Nasip: Düşerlik, pay Naşi: Hain, kötü kişi Natuvan: Natüvan, güçsüz, argın Natüvan: Güçsüz Nazan: Nazlı Nazar: Bakış Nazen(nazende): Nazlı, naz edici, naz yapan Nazenin: 1 Cilveli, oynak 2 Çok nazlı yetiştirilmiş Nazeninnen: Nazeninle Nazınnan: Nazından Nazik: İnce, zarif, güzel Nebat: Bitki Necaset: Pislik, murdarlık Nece bir: Nasıl da Nece: Nice, nasıl Nedür: Nedir Ne-düşüpsen: Niçin düştün, niye düştün? Nef eylemek: Fayda etmek Nef: Fayda Nefsi emmare: İnsanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazssız ve mücadelesiz tabi olması hali Ner: Erkek deve Nerban: Deveci Nerde: Nerde Nerduvan: Merdiven Nergiz: Nergis çiçeği Nerye: Nerye, nereye Nevcivan: Taze, genç, delikanlı Nevruz: Eski bir İran takvimine göre yeni yılın ve ilkbaharın başlangıç günü, 22 Mart Neynerem: Neylerim, istemem Neynin: Neyleyeyim Nezereyıe: Nazarkıl, bak Nigar: Nigar, özel ad Nihan etmek: Gizlemek Nihan: Gizli, saklı, bulunmayan, görünmeyen, sır Nikap: Yüz örtüsü, peçe Nikap: Yüzörtüsü Nişana: Nişane, belirti, im, kanıt Niyaz: Dilek, istek, dua Niza: Çekişme, kavga Nize: Kargı, mızrak Nöker: Köle, hizmetçi Nuş eylemek: Zevk ve sefa etmek Nuş: İçen, içici, tatlı şerbet gibi içilecek şey, zevk ve sefa Nübüvvet: Peygamberlik, nebi olmak, nebilik, Allah'ın emriyle görevli olarak insanları doğru yola çevirmek Nüsha: Yazılı, yazılmış şey, yazılı bir şeyden çıkarılan suret |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükO Od: Ateş Oğramak: Uğramak Oğru: Hırsız, uğursuz Oğrun: Gizli Ohullar: Okurlar Ohumak: Okumak Ohur: Okur Oladım: Olaydım, olsaydım Olam: Olayım Olannar: Olanlar Olar: Olur Olasan: Olasın Olcağ: Olucak, olunca Olcah: Olacak, olunca Ollam: Olurum Olmuşam: Olmuşum Olmuyum: Olmayayım Olum: Olayım Onın: Onun Otağ: Büyük ve süslü çadır Oyanıban: Uyanarak Oyanmak: Uyanmak Oyatmak: Uyandırmak Oymak: Oymalı, bezeli, süslü, kümü küme Oynayıban: Oynayarak Oyunbaz: Oyuncu, aldatıcı Oyunnu: Oyunlu, tutumlu, davranışlı Ö Ögünden: Önünden Öğmek: Övmek Öldi: Öldü Ölke: Ülke Öllem: Ölürüm Ölüm: Öleyim Ölümnen: Ölümden Ölüptür: Ölmüştür Ömür başa varmak: Ömrün sona ermesi, bitmesi Ömür başa yetmek: Ömrün sona ermesi, bitmesi Ömür malı: Ömür varı, tüm yaşam Örük: Saç örgüsü, bir örgü saç Öz: Kendi, zat Öz-elinnen: Kendi elinle Özge yarnan: Özge yarla, başka sevgiliyle Özge: 1 Başka 2 Başkası Özgelernen: Özgelerle, başkalarıyla Öz-özüme: Kendi kendime Özüm: Kendim, ben Özüme: Kendime Özün: Kendin, sen Özünü: Kendini, kendisini |
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla Sözlük |
11-04-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
A Dan Z Ye Türkçe Anlamlarıyla SözlükP Paca: Baca Pahıl: Kıskanç Pak: Temiz, saf, katıksız Para para: Parça parça Para: Pare, parça Paralamak : Parçalamak Pare pare: Parça parça, küme küme Parlı: Parlak, ışıldayan, göz kamaştırıcı Pars: Farsça Pay pay olmak: Bölünmek, bölüşülmek, paylaşılmak Pay: Parça, düşer Payam vaktı: Konuşma, haber alma zamanı Payam: Peyam, haber Payız: Sonbahar, güz Peder: Baba, ata Penah: Sığınma, sığınılacak yer , dayandığı nokta Perçem: Alına ve yüze düşürülen saç, kakül Pergar: Çember, koruyucu Peri teki: Peri gibi, çok güzel Peri: Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, düşsel, çok güzel dişi varlık Perişan: Dağınık, karmakarışık Perrü bal: Kanat Pervan : Pervane, geceleri ışık çevresinde dönen küçük kelebek Pervane: Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek, haberci, kılavuz Peyk: Haber ve mektup getirip götüren Pervaz etmek: Havalanmak, uçmak Perveri koç: Besiye alınmış koç, besi koçu Perveri: Besili, besiye alınmış, beslenmiş Peş-peş: Ard, arka Peyke: Tahta sedir Peymane: Büyük kadeh, şarap bardağı Pısmak: Sinmek, başı omuzlara doğru çekerek korkuyla büzülmek Pısmanam: Pısmam, korkuyla sinmem Pısmanık: Pısmayız, korkuyla sinmeyiz Pısmazık: Pısmayız Pilte: Fitil Pinhan: Gizli, saklı Pir: 1 Hak katından aşıklık bağışlanmışlara dolu bade sunan Hızır 2 Yaşlı, büyük, ihtiyar reis, bir tarikatın kurucusu, tarikatta ulu kişi, herhangi bir meslek ve sanatın kurucusu Pişe: 1 Sanat, meslek, iş 2 Yaradılış, huy Pişvaz: Karşılama Piyale vaktı: İçkinin, şarabın sunulma zamanı Piyale: Şarap bardağı, içki kadehi Piye: Satranç oyununda ön sıraya dizilen taşlardan her biri, piyade Puc: Hiç, boş Pucalmak: Hiç olmak, boşa gitmek, boş çıkmak Puç: Puc, hiç, boş Pul: Para Puta: Uğruna dolu-bade içilen Tanrı vergisi sevgili, maşuka Puş eylemek: Örtünmek Puş: Örten, giyen, örtü, elbise zırh Puta: Put putası Pür: Çok, dolu, çok fazla Pür-nur: Çok parlak, çok nurlu |
|