Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Aşk & Sevgi - Bayanlar, Erkekler > Bayanlara Özel > Bebek & Çocuk

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çocuklar, hikayeleri, için, keloğlan, masalları

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları

Eski 06-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları



Keloğlan Masalları…
(Keloğlan İle Vefasız Arkadaşı)





Bir varmış, bir yokmuş, hem de Allahın kulu çok*muş, bu kullardan biri de herkesin adını sanını işittiği bizim ünlü Keloğlanmış



Keloğlan’ın bir arkadaşı varmış Adı Hüsemmiş



Yedikleri içtikleri bir gidermiş Çok samimi imişler



Böyle imiş ama Hüsem aşırı derecede kıskanç ruh*lu biriymiş Bir gözünü diğer gözünden kıskanırmış ve çok da çekemez bir yapısı varmış…



Keloğlan o kadar masum, o kadar safmış ki, ca*nım ciğerim diyerek sevmekte olduğu Hüsem’in bu çok çirkin huyunu bilmezmiş Kendisi gibi bilirmiş



Anası ile çok fakir bir hayatı varmış Ama artık, bu hayatı çekemezmiş



Gurbet ellere çıkıp iş bulmakmış amacı bundan böyle Fakat, tek başına gidemezmiş, çünkü hiç gur*bete çıkmamış Bu yüzden arkadaşı Hüsem’e açmış fikrini O da münasip bulmuş ve beraberce çıkmaya karar vermişler



Keloğlan anasının elini öpmüş, tam evden çıkacakken, anası, kuruş kuruş biriktirdiği bir miktar para*yı, oğlunun avucuna sıkıştırmış ve iyice tembih etmiş:



“Ey benim saf oğlum, dünyalar çiçeği çocuğum Bilirim ben seni, birlikte olduğun arkadaşına dikkat et Herkesi kendin gibi saf ve temiz sanma Yoksa, başın çok ağrır Gurbete ilk defa çıkıyorsun Ne hain ol, ne de hainliğe uğra Hadi uğurlar ola, kara talihin açık ola Yalnız, çok bekletme beni, gözlerimi yollarda koma emi!”



Hüsem’le köy dışında buluşan Keloğlan, azık torbaları ellerinde kara gurbet yollarına çıkmışlar Gitmişler gitmişler, bir yere gelip oturmuşlar Karınları da çok acıkmış Oturup azıklarını yemişler bir güzel “Ya bismillah” diyerek, yeniden yollara revan olmuşlar Dağ, dere, tepe aşıp bir kasabaya girmişler Karınları yine çok acıkmış, ama azıkları bitmiş Hüsem, Keloğlan’ın parası olduğunu bilirmiş, ken*disinin de varmış parası elbette ama, bunu O’na hiç söylememiş



Hüsem, kendisine acındırır bir ruh haliyle, şöyle demiş: “Keloğlan gardaşlığım, yoktur beş param, varsa olsun haram Açlıktan bir hal olduk, yolumuza yürü*mekten aciz kaldık Yap bana bir iyilik Fırından koca birer somun alalım, açlığımızı bastıralım”



Çok yufka yürekliymiş ya Keloğlan, doğru girmiş fırına iki somun ekmek ve biraz helva alıp çıkmış Bir çeşme başına varıp, güzelce karınlarını doyurmuşlar



Az gitmişler, uz gitmişler, altı ay bir güz gitmişler Karınları öyle acıkmış ki, mideleri gurul gurul edermiş Ama, Keloğlan’ın parası tükenmiş Arkadaşında da olmadığını sanıyormuş:








“Yahu demiş Keloğlan, kaldık beş parasız, ne olacak bizim halimiz?”O kadar aç gözlüymüş ki Hüsem, hâlâ, cebinde parası olmadığını söylemekteymiş, varsa kuşkusunu tamamen yok etmek için arkadaşının





Karınlarına taş bağlayıp yollarına devam etmişler Bir yokuşa yukarı çıkarken, bayılıp düşmüşler açlıktan Bir süre öylece kalmışlar Biraz ham erik yemişler ve tekrar yürümüşler Büyük bir ormanlığın yanına gelmişler Birden bi*re etraflarının eşkıyalar tarafından sarılması ile neye uğradıkların anlayamamışlar Ama, Hüsem çok daha fazla korkmuş, çünkü, tüm foyası şimdi ortaya çıka*cakmış Parasını eşkıyalar alacakmış Pos bıyıklı eşkıyanın biri, yüksek sesle emir vermiş “Heey, Keloğlan, önce sen çıkar bakayım altın*ları, paraları!”



Kendinden emin bir şekilde, söylenmiş Keloğlan “Yok param, yalansa ölsün anam, ister inan ister inanma, yalnız kötülük yapma bana!”Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri



Eşkıya, hiç inanır mı?



Tutmuş kulağından, çekiştire çekiştire, “Ulan”, demiş “süt çocuğu, kel kafanı koparırım bak Beni zorlama, çıkar dök şuraya, üstündekileri”



Bizimki pek neşeliymiş Nasıl olsa bir şey bulamayacaklarmış Hiç ciddiye almazmış gibi bir eda içindeymiş Buna sinirlenen eşkıya, kuşak altlarını, iç ceplerini, çarığının içini bile aramış Keloğlan’ın, tabii hiçbir şey bulamamış… Keyifli keyifli gülmüş Keloğlan, “Demedim mi ben size, anacığımın verdiği üç beş kuruşum vardı Yolda bitirdim İnanmazsanız Hüsem’e sorun”



Haramibaşı, çirkin bir kahkaha atmış “Yok anasının gözü, kim kimin şahidi ulan? Dazlak kafanı yüzerim ha… Peki, şimdi çok sevgili arkadaşını görelim bakalım”



Hemen savunmaya geçmiş Keloğlan, “O zavallıyı da boşuna aramayın Yoktur beş parası, gözlerine baksana kör talih karası”



Hüsem, asıl şimdi çok daha perişan hale düşmüş Bu çok sevgili arkadaşına yalancı çıkmak, haramilerin yapacağı kötülükten daha fazla üzmüş kendisini



Buna rağmen, yalan söylemekten geri durmayan Hüsem, “Ben de Keloğlan’dan nafakalandım Yoktur pa*ram, varsa olsun haram”



Fakat haramibaşı, yutmamış Çünkü, bu oğlan, hiç de Keloğlan gibi saf görünmüyormuş Bed bed ba*ğırmış, “Ulan” demiş “Ananın sütü daha ağzında kokuyor, bir de bize yalan söylüyorsun Ben ararsam fena olur En iyisi mi, dök şuraya paraları”



Hâlâ direnirmiş Hüsem, “Arayın şu çarpık oğlanın üstünü”, diye emir ver*miş Haramibaşı Hemen aramışlar ve gömleğinin iç cebinden epey para çıkmış Tabii yüzü gözü kıpkırmızı olmuş utancından, korkusundan En çok, arkadaşının yalanını anlamasından, yerin dibine girmiş sanki…



Çok sinirlenen eşkıyalar, öyle bir girişmişler ki Hü*sem’e, ağzı burnu kanamış Yüzü gözü morarmış dayaktan “Hadi defol, cehennem ol buradan”, diyerek kovmuşlar Keloğlan, korkusundan tir tir titrermiş Acaba, kendisini de dövecekler miymiş?



Yalvaran bir dille şöyle demiş, “Etmeyin eylemeyin, beni öldürmeyin! Bırakın gideyim yoluma, kavuşayım garip anama”



Fakat haramibaşı, hiç de sandığı ve korktuğu gibi konuşmamış Şöyle demiş, “Sen, çok temiz ve safsın Yalan söylemedin bize Biz senin gibi harbileri severiz be Keloğlan Dünyalar Keloğlan’ın olmuş Eşkıyaların başı, “Şimdi sana bir yer tarif edeceğim”, diye devam etmiş konuşmasına, “Bak, şu tepeyi görüyor musun; hah işte o tepeye çık, sağ tarafa bakınca, büyük bir mağara göreceksin Mağaraya in, sağ köşesinden itibaren otuz metre kadar ileride büyük bir taş göreceksin Üzerinde dev resmi vardır O taşın altını kaz, altın bulacaksın”



Eşkıyalara dünyalar dolusu teşekkür edip hemen yola çıkmış Keloğlan Tepeye tırmanıp, zirveye ulaşmış Şöyle bir bakınmış, söylenen mağaraya doğru gitmiş Kısacası üzerinde dev resmi bulunan taşın yanına varmış Etrafına bakınmış, kimseler yokmuş Sivri bir taşla taşın altını oymaya başlamış Çok fazla yorulmadan bir testi altın bulmuş



“Şükür şükür, buldum altını, mutlu edecem anamı, doğruluğumun gördüm ödülünü” diye diye yürümüş gitmiş Türküler söyleye söyleye evine doğru gelirken anası onu görmüş “Acaba niye erken döndü” diye geçirmiş içinden Keloğlan, çil çil altınları annesinin gözleri önünde dökmüş Kadıncağız o kadar sevinmiş ki düşüp bayılmış



Biz, bakalım Hüsem’in maceralarına Hüsem, nice memleketleri dolaşmış, işe girmiş, işten çıkmış, ama bir türlü para biriktirememiş



Gurbetlerden dönmüş köyüne Köyün girişinde kulaklarına davul zurna sesleri gelmiş Seslerin geldiği yöne doğru bakmış Bir kocaman konak ve önünde büyük bir kalabalık varmış Hızlı hızlı o kalabalığın bulunduğu yere doğru yürümüş Bir de ne görsün Keloğlan’ın eski evinin yerinde kocaman bir konak Şaşkınlıktan deliye dönmüş Bu olacak iş miymiş? Acaba rüya mı görmekteymiş?



Varmış, birine şöyle sormuş, “Ne var bugün burada, bu kalabalık neyin nesi?”



Adam, “Koğlan, köyün fakir ailelerinin çocuklarını sünnet ettiriyor” demiş Bu duyduğu haber karşısında, tuz yemiş keçiler gibi yalanmaya başlamış, inanamamış Kıskançlık damarları kabarmış ve yine sormaya devam etmiş “Yahu” demiş, “Hadi bu şöleni anladık diyelim, peki şu konak da neyin nesi? Benim bildiğim burada zavallı bizim Keloğlan’ın fakir anası ile oturduğu kötü bir ev vardı Yanılıyor muyum yoksa?”



Adam, “Yoo”, demiş, “hiç de yanılmıyorsun”



Hayret dolu bakışları, adamın da şaşkınlaşmasına sebep olmuş ve sürdürmüş konuşmasını adam, “Gördüğün gibi konak üç katlı Bir katında anası ile kendisi oturuyor Keloğlan Bey’in Öteki katta ise köyün hocası oturuyor Hem de burada çocuklara ders veriyor Üçüncü kat ise, misafirhane Köyümüze gelen yabancılar, burada kalıyorlar Bitmedi demiş adam, daha bitmedi Az aşağıda yeni bir bina daha yaptırıyor Orayı da yetim ve sahipsiz hastalara ayıracak Senin anlayacağın Keloğlan, artık hepimizin beyi, hepimizin babası oldu”



Hüsem’in kıskançlık damarları çatlamış ve düşüp bayılmış Herkes koşarak Hüsem’in olduğu yere gelmiş Tabii, Keloğlan da gelmiş ama arkadaşını tanıyamamış Neden mi? Çünkü, çok zayıflamış, adeta iskeleti çık*mış Üzerine su dökerek Hüsem’i ayıltmışlar Fakat, sağ tarafına felç vurduğu için yerinden kalkamamış Kimse sahip çıkmamış Hüsem’e



Keloğlan, “Konağın bir odası boş, oraya götürün” demiş, “Bakarız çaresine”



Kısa zamanda özürlüler evinin inşaatı bitince, Hüsem oranın ilk sakini olmuş Bu arada epey düzelmiş Hüsem, sadece sağ kolu tutmazmış Keloğlan’ın eline düşmekten dolayı gururu incinmiş ama, ekmek elden su gölden kabilinden böyle rahat bir ortamı da terk etmek istememiş O nedenle, kendisinin tanınmaması için, her şeyi yapmış Bir yabancı rolü oynamış Fakat, kendisinin cıs cıbır olup da, daha düne kadar fakir biri olan bu arkadaşının, böyle servete kavuşmasını bir türlü hazmedemiyormuş Hep bir hainlik düşünürmüş



Keloğlan görkemli bir düğün yaparak çok ünlü bir beyin kızıyla evlenmiş İsmi Gülşah olan bu hanıma, özürlüler Gül abla derlermiş Çünkü, bir anne gibi onları ziyaret eder, hallerini hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını karşılarmış Hüsem, Keloğlan’a karşı artık ciddi bir düşmanlık beslemeye başlamış Kendisinin bir çulu bile yokmuş ama, arkadaşı hem zengin olmuş, hem de güzel bir kızla evlenmiş Bunları düşündükçe erim erim erirmiş Mutlaka, bir kötülük yapmak için, fırsat kollarmış



Günün birinde Gülşah, özürlüleri ziyarete gelmiş Her birine güzel hediyeler vermiş, nasıl olduklarını sormuş, morallerini tazelemiş Tam kapıdan çıkacakken, ayağı kayıp yere düşmüş ve ayağı kırılmış Keloğlan bu olaya çok üzülmüş, hanımı ile birlikte yatakta yatmış O kadar çok severmiş ki Gülşahı’nı Yine böyle bir gecenin birinde, karısının inlemeleri sırasında, canı çok sıkılmış ve öteki odaya geçmiş Tam bu sırada, nur yüzlü ihtiyar bir zat durmuş karşısına Ağır ağır şunları söylemiş: “Hey merhamet abidesi Keloğlan, eski bir arkadaşın hanımına bu kötülüğü yapan”



Böyle demiş ve kaybolmuş nur yüzlü adam Keloğlan’ı almış bir düşünce Kim olabilirmiş bu eski arkadaşı? Gece düşünmüş, gündüz düşünmüş, işin içinden çıkamamış Oğlunun bu kadar düşünceli olmasından ciddi derecede rahatsız olan anası, şöyle demiş: “Ah benim fakirken zengin olan oğlum, ah be*nim kendisi saf, talihi ak oğlum, hanımının düşmesine sebep olan, senin eski arkadaşın Hüsem olsa gerek”



Keloğlan, bu söze gülmüş, “A benim tatlı anacığım, Hüsem, şimdi kim bilir nerelerdedir Benimle birlikte gitti ve bir daha dönme*di



Anası ısrar etmiş, “Yok oğlum yok” demiş, “Sen hele şu hastaların özürlülerin aslını, esas adlarını, kim olduklarını bir araştır O zaman gerçeği göreceksin”



Fakat Keloğlan’ın aklı hâlâ bunu almazmış Ama, anasının dediğini yapmayı kafasına koymuş, gitmiş özürlülerin bulunduğu binaya



Gururuyla oynamadan tümünü sorguya çekmiş bey olarak Sıra gelmiş Hüsem’e



Hüsem her ne kadar rol yaptıysa bile, Keloğlan ta*nımış Ama, hiçbir şey dememiş bu konuyla ilgili ola*rak Önce gerçekten emin olmak için Hüsem’e sormuş:



“Senin adın ne?”



“Cemal”, demiş Hüsem



Kafasını kaşımış Keloğlan:



“Bir yanlışın yok değil mi?” demiş tekrar “Yoo”, diye cevaplamış Hüsem, “Cemal’im ben”



“Peki nereden geldin buraya, o sünnet şöleni günü, ne işin vardı buralarda?” diyerek iyice işin aslını öğrenmek istemiş Sesine bir gariplik vererek konuşmuş Hüsem, “Ben bir garibim Kimim kimsem kalmadı dünya*da Memleketimde iftiraya uğradım Canımı zor kur*tardım Böyle diyar diyar dolaşıp dururken, sizin kö*yünüze uğradım Gerisini biliyorsunuz



Sinirlenmiş Keloğlan, o kolay kolay sinirlenmeyen Keloğlan “Peki” demiş “Sen o gün Gülşah’ı düşerken gördün mü?”



“Tövbe tövbeeel Yine iftiraya uğrayacağım gali*ba!” diye söylenmiş Hüsem Bu konuşmaları başından beri dinleyen bir özürlü, dayanamamış, “Beyim demiş, “Beyim bu genç bal gibi yalan söylüyor Nereden mi bilmekteyim? Gülşah abla, buraya her gelişinde bu gence bir şeyler oluyor Devamlı takip ediyor Geçen gelişinde de takip etti ve tam kapıdan çıkarken elindeki sabunu geçeceği yere koydu Gülşah Abla da düştü ve ayağı kırıldı Hem gerçek adının Hüsem olduğunu, burada birine söylemiş Bu huysuz ve hain oğlan baştan ayağa yalancı beyim…”



Keloğlan’ın aklı karışmış



Bu ihaneti, kendisine nasıl yaparmış? Bir türlü içine sindirememiş Buna artık dayanma gücü kalmayan Keloğlan, Hüsem’i kovmuş …



Hüsem, utancından köyünde de duramamış ve almış başını gitmiş O gün bu gündür hala nerede olduğunu bilen yokmuş

Alıntı Yaparak Cevapla

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları

Eski 06-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları



KELOĞLAN VE KUYUDAKİ DEV

Üyeler Görebilir ]

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellalken, pireler berberken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken; ülkenin birinde bir kasaba varmış Bu kasabanın kenar mahallelerindeki bir kulübede, çok fakir bir keloğlan ile ihtiyar annesi yaşamakta imiş Keloğlan çok akıllı ve becerikli olmasına rağmen çalışmaktan hoşlanmaz, tembel tembel evde oturmayı, ne buldu ise yiyip, içmeyi ve uyumayı severmiş Tembel mi tembel, saçsız kafası ile de çok çirkin olduğu için herkes ona keloğlan dermiş Keloğlanın ihtiyar annesi ise el çamaşırı yıkar, hem kendini, hem de tembel keloğlanı beslemeğe çalışır, zorluklar içinde geçinirlermiş

Her nasılsa Keloğlanın canı çarşıya çıkıp dolaşmak istemiş Bir de bakmış ki, uzakta bir kalabalık var Kalabalığın ortasında bir adam bağıra bağıra bir şeyler söylüyor Kalabalıktaki insanlarda onu dinlermiş Bizim Keloğlanda kalabalığa sokularak bu adamın dediklerini dinlemiş Adam meğer şehrin tellallarından biriymiş Keloğlanın dinlemekte olduğu tellal şöyle demekteydi

-Ağır bir iş için bir adama ihtiyaç vardır Bu işi görecek adama yüz altın verilecektir Talip olacak kimse varsa ortaya çıksın…
Keloğlan etrafta toplanan kalabalıktan ses seda çıkmadığını görünce ve bu işin sonunda yüz de altın verileceğini öğrenince tellala:
-Bu işi ben yaparım, yalnız bu yapılacak işi hemen bana söyle, demiş

Tellal Keloğlanı şöyle bir süzdükten sonra, gözü tutmamış olacak ki:
-Oğlum, sen bu işi yapamazsın, iş çok zordur Bunu ancak akıllı, becerikli ve cesur adamlar başarabilir Ben bunları sende göremiyorum, deyince; Keloğlan:
-Ummadığın taş baş yarar Ben bu işi başarırım, diye cevap vermiş Etrafta toplanan kalabalıktan alaylı gülüşmeler yükselmiş Bu sırada tellal onun biraz da fakir haline acıyarak

-Pekala oğlum…Madem ki kendine güveniyorsun sana şimdi yapacağın işi tarif edeyim…Uzak bir ülkeden mal getirmeye gidilecek… Yolculuk at sırtında olacak, ama sen bu yolculuğa katlanabilecek misin? diye sorunca


Keloğlan:
-Ben yaparım dediğim her şeyi yaparım Elbette katlanırım, karşılığını vermiş


Tellal:
-Madem ki bu kadar güvenin var, bende sana bu işi veriyorum…Paranı şimdi mi, yoksa dönüşte mi istersin? Keloğlan da:
-Şimdi verinde birazı yanımda bulunsun, geri kalanını anneme harçlık bırakırım, der
Bu şartlarla anlaşmaya varan Keloğlan sevinçle annesine koşarak durumu anlatır ve
yanındaki parayı annesine bırakarak veda edip yapacağı işe gider

Toplantı yerine gelen Keloğlan, yolculuğun hazır olduğunu ve kafilenin kendisini beklemekte olduğunu görür Kafile başkanı Keloğlana hazır olup olmadığını sorar hazır olduğunu öğrenince küçük kafile hemen atlara binerek yola koyulur… İki gün durup dinlenmeden yol alırlar Üçüncü gün Keloğlanın at sırtındaki yolculuktan vücudunun her tarafı ağrımaya başlar Ama verdiği sözü ve aldığı parayı düşünerek sabırla yola devam eder Artık akşam yaklaşmıştır Kafile başkanı mola için kervanı durdurur Keloğlan biraz dinleneceği için sevinmiştir Ama bu sevinci çok sürmez Atlar bağlandıktan sonra kafile başkanı kendini çağırır Keloğlana der ki:


-Keloğlan, şurada bir kuyu görüyorsun…
-Evet, der bizim Keloğlan
-İşte şimdi, o kuyuya ineceksin… Korkmazsın değil mi?…
Keloğlan kuyunun yanına gider bir sağına, bir soluna ve eğilip içine bakar, kafile başkanına dönerek:

-Ne var bunda korkacak, elbette inerim der keloğlan korksa bile korktuğunu belli etmemeğe çalışarak kuyuya inme hazırlığına başlar Etrafını saran yol arkadaşları Keloğlan’ın beline kalın bir ip bağlarlar, kuyuya sarkıtırlar

Keloğlan kuyunun yarısına gelince sağ tarafında karanlıkta aniden bir kapı açılır Adamın biri Keloğlan’ı kucakladığı gibi bu kapıdan içeri çeker… Neye uğradığını anlayamayan Keloğlan kendine gelince, bir de ne görsün! Geniş bir bahçe ve bu bahçenin ortasında büyük bir saray durmuyor mu? Sarayın bahçesinde güllerin arasında Dünya güzeli bir kız oturmuş, arkasında bir dudağı yerde, bir dudağı gökte iri ve koyu siyah renkte bir zenci ayakta durmakta çiçeklerin arasında bir tavus kuşu dolaşmaktadır Şaşkınlıkla bunları seyre dalan Keloğlan birden arkasında gürleyen bir sesle aklı başından gider Dönüp bakınca, ne görsün?… Koca bir dev Arkasında durmuyor mu! Dev korkunç bir sesle:

-Eyyyy, adem oğlu!… Söyle bakalım, şu gördüklerinden hangisi daha güzel?
Keloğlan korkudan tir tir titremeğe başlar Ne cevap vereceğini şaşırır ama, biraz sonra aklı başına gelir ve biraz düşündükten sonra:
-Gönül neyi severse güzel odur sultanım, der

Dev, aldığı cevaptan memnun gibi görünür ve Keloğlan’a tekrar sorar
-Şu kız çok güzel, şu tavus kuşu çok hoş ama, şu zenci çok çirkin, çok kötü! Buna ne dersin?
Keloğlan artık ilk şaşkınlık ve korkudan kurtulmuştur Yine cevabı yapıştırır:
-Gönül neyi severse, güzel odur sultanım, diye tekrar aynı cevabı yapıştırır
Aldığı cevaptan çok hoşlanan dev, Keloğlan’a:

-Aferin, sen akıllı bir çocuğa benziyorsun diye Keloğlan’a hemen yanındaki, ağaçtan kopardığı üç tane büyük narı verir Ve:
-Al bu narları Dönüşte annenle birlikte yersin, diyerek Keloğlan’ın yanından ayrılmış

Meğer Dev, her kuyuya inen insana bu soruları sorar fakat, bir türlü istediği akıllıca cevabı alamayınca çok kızar, hemen kellesini uçurur, sonra da etlerini yer, kafatasını sarayın duvarlarına asarmış Böylece kuyuya inenlerin çoğu, Dev’in bu soruları karşısında kimi kız güzel, kimi tavuskuşu diye Dev’e cevap verirlermiş Bu cevaplardan memnun kalmadığı için kuyuya inen bir daha yukarı çıkamazmış Dev’in yanından ayrılan Keloğlan tekrar çıkış kapısına gelip yukarı nasıl çıkacağını düşünürken birden yukardan, su almak için sarkıtılmış bir kovanın kendisine doğru geldiğini görünce, Keloğlan hemen bu kovadan tutarak yukarı çıkar

Keloğlan’ı sapasağlam yukarı çıktığını gören arkadaşları, şaşkınlıktan ağızları bir karış açık, gözlerine inanamazlar ve birbirlerine bakışırlar Zira kervancılar bu kuyudan su almak istedikleri zaman her seferinde Dev’e bir insanı kurban vermeleri adetmiş Yol arkadaşları onu böyle sapasağlam, güler yüzlü görünce tabii şaşkınlıktan kendilerini alamamışlar Kafile başkanı merakını yenemeyerek Keloğlan’a:

-Şimdiye kadar bu kuyuya salladığımız adamlardan hiçbiri geri dönmemiştir Sen nasıl oldu da bu kuyudan sağlam çıktın evlat?…
Keloğlan güler yüzle şu cevabı verir:

-Nasıl çıktıysam çıktım Çıktım ya!… Siz ona bakın
Yeniden kafile yola koyulmuş Varacakları o uzak ülkeye varmışAtlara malları yükleyerek memlekete dönmüşler

Keloğlan elindeki Nar’ları sevinçle evine dönünce, annesi yine her zamanki gibi, el çamaşırı yıkamakta bulur Annesi de oğlu geldiği için sevinmiştir Yemekler yenirYemekten sonra da Keloğlan, Dev’in verdiği Nar’lardan birini çıkarıp yemek için ikiye böler Bir de ne görsün? Dev’in verdiği Nar tanelerinin her biri meğer çok kıymetli birer mücevher değilmiymiş… Bunun değerini anlayan Keloğlan, zaman zaman bunların her birini azar azar satmış Ve Keloğlan öylesine zengin olmuş ki, artık ne kelliği kalmıştır, ne de çirkinliği, ne de annesinin çamaşırcılığı Mutlu bir hayata kavuşmuşlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları

Eski 06-23-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları



KELOĞLAN VE SİHİRLİ TAS

Üyeler Görebilir ]

Bir varmış, bir yokmuş Allah'ın kulu çokmuş Çok söylemesi günahmış Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu " Keloğlum, keleş oğlum" diye severmiş Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin
alıp balık tutmaya gitmiş Belki bir kaç balık yakalarım Anacığımla pişirir, yeriz Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş Irmağın kenarına gelip oltasını salmış Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş


Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş Birden inanılmayacak bir şey olmuş Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere Keloğlan çok şaşırmış Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan "Bu, sihirli bir tas galiba Hemen anama haber vereyim" demiş Evlerine koşmuş Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış Kendisine hizmetçiler tutmuş Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş


"Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan annesini bile dinlememiş "Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim " diyormuş Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış

Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek içinsihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım " demiş Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş Birden tas elinden kayıp suya düşmüş Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış Binbir güçlükle kenara çıkmış Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiğ i altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş Başına gelenleri anlatmış Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş Hay'dan gelen Hû'ya gider Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı Böylesi daha iyi oldu Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun" Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş Anasına hak vermiş O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış

Alıntı Yaparak Cevapla

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları

Eski 06-23-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Keloğlan Hikayeleri / Çocuklar İçin Keloğlan Masalları / Keloğlan Masalları



KELOĞLAN'IN SAZI



Üyeler Görebilir ]

Bizim bilmediğimiz çok eski olmayan zamanların birinde, köylerden şirin mi şirin bir köyde, yaşamakta olan ailelerden biri de Keloğlan ile anasıymış

Fakirlik adeta yazgılarıymış



Onca yıl, anası bu fakirlikten kurtulmak için çok uğraşmış, ama, bir türlü kurtulamamış

Keloğlan ne mi yaparmış?

Birkaç keçi ile bir de eşeği varmış işte her gün, gün doğarken eski püskü evinden çıkar, meralara, çayırlara uzanır, eşeği ve keçilerini bir güzel doyurduktan sonra, türkülerle, şarkılarla evine dönermiş

Keloğlan’ın arkadaşları, kendisini her gördükle rinde:

- Yaşlı kadının Keloğlan’ı, eşeğinin bile yoktur palanı, diyerek dalga geçerler, bir de kahkahalarla kendilerinden geçerlermiş

Her keresinde, şikayet dilli olarak, bütün bunları anasına aktarınca, işittiği sözler ekseriya şöyle olur muş:

- A benim biricik oğulcuğum, ne yapalım? Bizim de kaderimiz böyleymiş Gelen giden ne olsa söyler İnsanların ağzı torba değil ki büzeyim Üzme tatlı canını, hem de bu ihtiyar ananı

Keloğlan, bu sözlere itiraz etmiş:

- Hayır ana, arkadaşlarımın lafları çok dokunu yor bana Yarından tezi yok ineceğim kasabaya iş bulacağım kendime, çok para kazanıp döneceğim evime Görsünler neymiş Keloğlan

Ne yapsın, ne desin anası:

- Peki oğlum, madem öyle düşündün Bildiğin gibi yap, ama, beni de unutma Yolun açık olsun

Vurmuş kasabaya Keloğlan Tuvalete gitmiş, bekçinin yerinde olmadığını görmüş Fırsatı değerlendirmiş Gelenlerden aldığı parayı cebine atmış On beş kuruş, para kazanmış Bir miktar yiyecek ve yün almış Evine gelmiş

- Ana, demiş, işte yiyecekler Şu da yün Eğir, çorap yap, satayım

Şikayetlenmiş anası:

- Gözlerim görmez oldu Keloğlanım Yapamam, anla beni

Tabii, nihayet anası Susmuş

Hâlâ arkadaşları takılırlarmış

- Yaşlı ködının Keloğlan’ı, eşeğinin bile yoktur palanı

Bu gibi laflara, artık daha Fazla dayanamayan Keloğlan, ne yapıp edip, şu fakirlik belasından kurtulmaya yemin etmiş Birçok plan, program yapmış, amma bunların hemen hepsi kocaman birer hayalmiş

Bir akşam köyde bir düğün varmış

Keloğlan anasından izin alıp düğüne gitmiş

Bir delikanlı, elinde sazı çok güzel türküler söylermiş Halk adeta keyfinden yerlere yatarmış Türküler bitmiş, herkes delikanlıya bahşiş vermiş Bir bohçayı dolduran delikanlı, bu türkülerin üstüne bir türkü da ha söylemiş

Keloğlan, bayılmış bu işe

Bu sazcı gibi saz çalıp türkü söylemeye heveslenmiş

Böylece çok bahşiş atıp anası ile birlikte fukaralığa son vermek istermiş Önce, bir saz gerekiyor tabii Parası yokmuş ki, gidip bir saz alsın Arkadaşı yokmuş ki ödünç istesin Dedesinden kalma bir dut ağacı varmış En kalın dalını kesmiş, götürmüş bir saz ustasına

- Ustam, demiş, büyük hayır alırsın, bana bir saz yap, işte dut dalı

- Önce para, önce para Keloğlan, diye söylenmiş adam

- Yok, karşılığını vermiş bizimki

- Öyleyse, benden de saz yok, hadi yaylan bakalım, diyerek, sözünü bağlamış adam

Lakin, kafayı bir kere takmış ya Keloğlan, üstelemiş

- Bir sazlık dal getireyim sana, olur mu?

- Hah demiş, kelini şimdi çalıştırdın, beni de razı ettin Sazını üç gün sonra gel ol Ama gelirken de bir sazlık dut dalı getirmeyi unutma, yoksa avucunu yalarsın

Hoplaya zıplaya çıkıp gitmiş Keloğlan, şimdiden eline aldığı değneklerle saz çalma provaları yaparmış Üç gün sonra, dut dalını da alıp saz ustasının dükkanına varmış Ama saz çalmayı bilmediği için, yalvarmış

- Ey ünlü sazcı, gel de bana acı Budur derdimin ilacı, hem de başımın tacı Kurbanın olam senin, şu sazı öğret

Usta

- Ulan Keloğlan, iyi günüme denk geldin, illaki beni mecbur ettin Otur bakayım şuraya, demiş ve tarif etmiş

Saz çalmayı kısa sürede öğrenen Keloğlan, her sabah önüne kattığı keçileri ve eşeğiyle akşamlara kadar saz çalıp, türkü söylermiş Tın tın tellere vurur, hop oturur hop zıplarmış

Fakat henüz köylüleri, onun ne güzel saz çalıp, türkü söylediğini bilmezlermiş Bu nedenle hep alay ederlermiş

Keloğlan, böyle söyleyenlere şöyle dermiş:



Gülün ey insanlar siz gülün

Ne getireceği belli olmaz yarınki günün

Gülün ey insanlar siz gülün

İyi bir saz ustası olayım da görün

Sabrın elinden ne kaçabilir!



Keloğlan, artık yavaş yavaş düğünlere gitmeye, saz çalıp türkü söylemeye başlamış

Hâlâ ciddiye almayanlar varmış Onlara da şöyle demiş:

Alay etmeyin öyle benimle

işim olmaz artık sizinle

Sazımı alacağım bakın elime

Paraları atacaksınız cebime



Yine kahkahalar, köyün semalarında dalgalanmış Buna sinirlenen keloğlan, almış sazı eline, vurmuş yanık teline



Ben bir garip Keloğlanım

Eşeğimin yok palanı

Varım yoğum doğruluktur

Hiç de sevmem ben yalanı



Tabii, bir süre sonra bahşişler gelmeye başlamış Cepleri almaz olmuş

Doğru anasına koşmuş Anası nasıl sevinmesin ki…

Böyle düğünlere gide gide, artık ünlü bir türkücü ve sazcı olmuş Keloğlan

Anası bir gün,

- Ah Keloğlanım, görüyorsun artık perişanım, demiş Gözlerim görmez, ellerim tutmaz oldu Ocağımızda bir gelin olsa da, ben bir kenara çekilsem Ha! Ne dersin dazlak kafalı oğlum?

Keloğlan acımış anasına

- Benim öyle biri aklımda yok ana, senin varsa söyle, demiş

Anası bir kızı önermiş:

- Küpçü Ali’nin kızı tam bize göre…

- Olmaz ana, diye karşı çıkmış oğlu, olmaz Küpçü Ali çulsuzun biri O dediğin kızı kendime karı, sana gelin yapmayacağım

Anası, boynunu bükmüş:

- Ah saf oğlanım, vah Keloğlanım! Zengin kapısı bize açılmaz Bırak bu ham hayali, görüyorsun işte bu halimi

Ne yapsın Keloğlan, anasından geçememiş

- Peki, sırf seni kırmamak için, ses çıkarmıyorum Nasıl biliyorsan öyle olsun

Kadıncağız belini tuta tuta gitmiş, Küpçü Ali’nin kapısını tıklatmış

- Allah’ın emri, peygamberin kavli ile kızını oğluma eş, kendime gelin yapmaya geldim, demiş

Küpçü Ali, kötü kötü sırıtmış

- Bak sen bizim Keloğlan’ın anasına Var git işine be kadın Yemeye ekmeğiniz yok, bir de gelmişsin kapıma kız istiyorsun

Bu sözleri kapı aralığından dinleyen kız, çok üzülmüş Çünkü bir düğünde saz çalıp türkü söylerken gördüğü Keloğlan’a aşıkmış Ama, hiçbir şey diyememiş, çünkü babasından çok korkarmış

Kadın, evine dönünce halinden anlamış oğlu ve konuşmuş

- Ana ne bu halin, vermedi mi yoksa kızını Küpçü Ali?

Ağlamış ihtiyar kadın:

- Kovdu beni, sen önce yemeye ekmek bul, dedi

Keloğlan, bu olaya üzülmemiş doğal olarak Fakat, zenginlik neymiş, nasıl olurmuş, gösterecekmiş Küpçü Ali’ye

Eşeğini çıkarmış ahırdan, sazını vurmuş omzuna, öpüp anasının ellerinden, duasını almış

Eşeğine binip yollara düşmüş

Tam Küpçü Ali’nin evinin önünden geçerken, bir türkü tutturmuş:



İyi dinle Küpçü Ali

Bugün günlerden salı

Hor gördün beni ve anamı

Anlayacaksın biraz bekle zamanı



Fakir deyip kızını vermedin

Güya kendince kibirlendin

Küçük gördün beni ve anamı

Anlayacaksın biraz bekle zamanı



Küpçü Ali, peşi sıra bakınıp homurdanırken, kızı, bostandan kederli kederli seyretmiş Keloğlan’ı Bakakalmış öylece

Köyünden çıkan Keloğlan, gitmiş gitmiş, eşeği yorulunca inmiş, yularından tutmuş, yolu çok uzakmış Kimsenin bilemeyeceği kadar çok bir zaman yol almış Yollarda görenler, “bir garip oğlan, kim bilir hali ne yaman, elinde var bir sazı, yüzünde görünüyor bir sızı derlermiş

Haftalar mı desem, aylar mı, belki de yıllar mı; vara vara kocaman bir şehre ulaşmış Keloğlan

Şehir mehir dememiş, zaten bağrı hasretten yanarmış, almış sazı eline, vurmuş garip garip teline, asılmış en güzel türküsüne Bir sarayın önünden geçermiş ama, nereden geçtiğini bile bilmezmiş Giderek sesi açılmış ve herkesi meraklandırmış

Padişahın kızı, pencereye yanaşıp sesli sesli türkü söyleyen yabancıya dikkatle bakmış

Şöyle bir türkü söylermiş o anda Keloğlan:



Kocakarı bir anam var,

Birkaç tavuk bir de inek,

Her gün konar kel kafama,

Evsiz kalmış birkaç sinek



Keloğlanım budur özüm,

Haram malda yoktur gözüm,

Garip hakkı yiyenlere,

Elbet vardır birkaç sözüm



İnce gönüllü, dünyalar güzeli prenses bayılmış, sanki kendinden geçmiş

Hem de güneşin vurup ayna gibi parlattığı kel kafası, öyle hoşuna gitmiş ki, sorulmasın Bir demet kırmızı gül atmış, o da Keloğlan’ın kel kafasına düşmüş

Keloğlan, yukarı kaldırıp başını, bir de ne görsün?

Periler kadar güzel bir kız kendisine bakmıyor mu?

Üstelik, bir de el sallarmış Utana sıkıla karşılık vermiş Keloğlan

Prenses, pencereden çekilmiş

- Galiba gündüz düşü gördüm, diye diye yürümüş de gitmiş Keloğlan Bir zaman sokak aralarında dolaşmış, olmuş akşam Nerede kalsın Keloğlan Bulmuş bir han Üç beş kuruşu varmış Çorba içmiş, kendine gelmiş Hep aklında prenses varmış, inadına çıkmazmış “Ham hayal benimkisi”, diyerek, almış sazını eline, vurmuş garip garip teline

Hancı çıkagelmiş:

- Ey yabancı oğlan, eli sazlı, gönlü yanık oğlan!

Nedir bunca yolu tepmenin sebebi?

Aşık mısın? Kaçak mısın? Gezgin misin? Nesin? Diye sormuş

Memnun olmuş bizimki:

- Sağolasın Hancı baba, ne sen sor, ne de ben söyleyeyim Derdim çoktur, hangisini anlatayım? Gelir gelmez bir kor düştü içime, bir dert daha yüklendi garip gönlüme

Hancı bu çocuğu çok sevmiş, üstelik nedense acımış da İyice deşmek istemiş derdini

- Bir kıza mı aşık oldun ay Keloğlan? Halin pek yaman!

- He ya, Hancı baba, diye içlenmiş, fakat, boşuna bir aşk benimkisi

Nedenini sormuş Hancı:

- Niye bu kadar ümitsizsin a be Keloğlan? Ümit olmadan yaşanmaz bilmez misin bunu?

Ne varsa aklında dökmüş ortaya Keloğlan:

- Saray penceresinden bana bakan kim olabilir Hancı baba? Olsa olsa bir prenses olur değil mi ya? Gül attı, düştü kel kafama, sandım ki bir peri kızı girdi rüyama

Hancı hayretlere düşmüş:

- Vay be, olacak iş mi be yahu? Keloğlan, amma da şanslıymışsın ha, desene ki, prenses sana aşık oldu Yoksa, o kimseye gül atmaz, ben çok iyi bilirim

Yine ümitsiz konuşmuş Keloğlan:

- Kel kafam tuhafına gitmiştir be Hancı baba, ne aşık olması Hem de bilemeden düşürmüştür gülü

Hancı, merhametli biriymiş, şöyle demiş:

- Bu handa istediğin kadar kalabilirsin Keloğlan Yemek de yiyebilirsin, yatabilirsin de Bunları dert edinme, yüzü pak, gönlü ak oğlan

Böyle birkaç zaman geçmiş

Sarayın etrafında dönermiş Keloğlan, hemen her gün

Prenses de, her keresinde onu izlermiş, pencere arkalarından, tabii ki kimselere sezdirmeden Her izleyişinde biraz daha yanar kavrulurmuş Fakat, tabii, koskoca bir padişah olan babası, şu yabancı, şu kel kafalı oğlana kız mı verirmiş? 0 yüzden prenses, pek umutsuzmuş Bir Allah’ın kuluna hiçbir şey dememiş

Bir keresinde Keloğlanla göz göze gelmiş Sanki birbirlerine “seviyoruz”, demişler ikisi de

Geceleri uyuyamıyormuş artık prenses

Keloğlan, arada bir sazı alıp, hanın penceresini açar, prensese türküler yakarmış

Sabahlara kadar, pencerelerde kalan Padişah kızı, neredeyse verem olacakmış

Hâlâ hiç kimseye bir şey diyememiş prenses

Şu dünyada ne olmadık işler olur, ne beklenmedik olaylar gelişir Sapasağlam padişah, bir gün aniden ölüp gitmiş

Prenses hem üzülmüş, hem sevinmiş

Sarayda ve şehirde tam kırk gün yas tutulmuş

Keloğlan artık iyiden iyiye ümitlenmeye başlamış, kızın gözlerinden de bunu anlamış Eşeğinin sırtına binip, sazını eline almış, sarayı dört tarafından dolaşmış Türküleri ile prensesi yine dertlendirmiş Ama, saray görevlileri, Keloğlan’ı yaka paça tutup getirmişler

saraya

Fakat yeni padişah henüz gelmemiş Çünkü, şehzade, uzak bir seferdeymiş Bu yüzden, mecburen Vezir’in huzuruna çıkarmışlar

Vezir pek merhametli bir adammış

- Nerelisin Keloğlan? Ne gezinip durursun sarayın çevresinde? Deli misin? Divane misin? Yoksa, bir bilinmez casus musun, diye sormuş

Kel başını bir kaşımış, iki kaşımış, ağzını burnunu eğip bükmüş, nihayet cesarete gelmiş ve şöyle konuşmuş

-İşte gördüğün gibiyim Vezir hazretleri Uzaklardan, çok uzaklardan gelmiş bir garibim Gördüğünüz gibi bir eşeğim, bir de sazımlayım İş arıyorum, ne ki akla karayı seçtim, ama hala bulamıyorum

Vezir

- Sen hangi işten anlarsın be çocuk?

Keloğlan:

- Çok güzel saz çalarım, çok güzel de türkü söylerim Yetmez mi?

Vezir memnun olmuş:

- Öyleyse sana güzel bir iş çıktı Keloğlan

Sultan Hanım, Padişah Efendimiz öleli beri ne gülüyor, ne konuşuyor Seni, O’nu neşelendirmek için görevlendiriyorum Becerirsen, çok büyük ödül alacaksın Beceremezsen Cehennem Vadisi’ne atılırsın

Keloğlan, hemen bir türkü söylemiş, Sultan Hanım’ı bir güzel neşelendirmiş

Bütün bu konuşmaları ve türküyü dinleyen Prenses, sevinçten uçmuş “Kısmet ayağıma geldi” demiş

Bir akşam üstü, saray bahçesinde gezinen Prensesi gören Keloğlan, omzunda tuttuğu sazını almış eline, oturmuş bir ağacın dibine, bir türkü dillendirmiş



Bir eşeğim var, bir de sazım

Kendimden başkasına geçmez nazım

Çoktan beri açlıktan kokar ağzım

-Bana bir saray kızı lazım



Keloğlan’ın kendisine naz yaptığını anlayan Prenses, beklemiş ki yanına gelsin, aşkını söylesin, evlenme teklif etsin Nerede? Çünkü bizim garip oğlan, çok utangaçmış Yanına bile yaklaşamamış

Hizmetçi kızlardan birini el işaretiyle yanına çağıran Prenses:

- Git, şu Keloğlan’ı tut kolundan, al getir bana

diye emir vermiş

Keloğlan, utana sıkıla gelmiş:

- Buyursunlar Prensesim beni emretmişsiniz İşte geldim

Hizmetçi kıza git işareti yapmış Prenses, Keloğlanla biraz konuşmuş

Sonra esas istemini söylemiş Düşündüm taşındım seninle evlenmeye karar verdim Kel kafan öyle güzel parlıyor ki İçim açılıyor seyrettikçe “Vezir, sana ne istediğini soracak Prensesi istiyorum de

Rüyalarda olduğunu sanmış Keloğlan Bir ara şüphelenmiş kafasını bir ağaca vurmuş, rüyada olmadığını anlamış Koşa koşa yürümüş, sarayın bir kapısından girip kaybolmuş

Veziri çağırmış huzuruna:

- Söyle bakalım muradını Keloğlan, demiş, Sultan Hanım, artık iyi oldu Bundan sonra sarayda kalmana gerek yok

Dobra dobra mırıldanmış Keloğlan:

- Prensesle evlenmek istiyorum

Sultan Hanım hiç itiraz etmemiş Hemen düğün hazırlıklarına başlanmış

Keloğlan, prensesi tek başına bir kenara çekmiş ve diyeceğini demiş

- Ben seni köyüme götürürüm

işte, bunu kabullenmemiş prenses Hemen ret cevabı vermemiş, verememiş açıkçası:

- Güneş doğarken kararımı sana söylerim, demiş

Sabaha kadar, ne cevap vereceğini düşünen prenses, inmiş havuz başına gün doğarken, kuşların sesine bayılmış, saçlarını da suya bakarak bir güzel taramış Bu arada, Keloğlan, karşısına çıkmış Kel kafası sabah güneşiyle ayna gibi parlarmış

- De bana, demiş dobra dobra, benimle köyüme gelecek misin, gelmeyecek misin?”

- Ne manasız bir teklifin var senin Keloğlan, diye çıkışmış prenses Hiç akıl yokmuş sende Şu görkemli saray hayatı bırakılır da köye gidilir mi? El alem türkü yakar bana Hem Sultan anam izin de vermez

Boynunu büküp inlemiş Keloğlan:

- Bir garip anacığım var Aklım hep O’ndadır Ne yer, ne içer kaç senelerdir Belki de ölmüştür

Prenses, bu sözlerden sonra sarsılmış, bir acayip olmuş Çoktan vazgeçecekmiş ama, Kel kafasının ışıltısını nasıl unuturmuş? Hele o güzel türkülerini

Yine kararsız kalmış prenses Yarın sabah gün doğarken yine aynı yerde son kararını söyleyeceğini bildirip bir gölge gibi sessizce süzülüp gitmiş

Keloğlan iki arada bir derede kalmış Kafası atmış, o gece gizlice saraydan kaçacakmış Fakat tam o esnada, bir ihtiyar belirmiş birden bire karşısında Şöyle demiş:

- Hata yapma Keloğlan, sağdır anan acele etme, prensesin, bekle kararını

Hayırlı ise olsun değilse bitsin, de

Gece yarılarına kadar uyuyamayan prenses, vazgeçmemiş Keloğlan’dan Gizlice kaçarsa, şehzade ağabeysinin peşinden geleceğinden korkmuş Varıp Sultan annesini uyandırmış:

- Keloğlan, pek yaman, Sultan anne Bir köye gidelim lafı tutturmuş, akşam sabah karga gibi ötüp duruyor Ne ettim, ne dedimse de, burada kalmaya razı edemedim Gönlüm gitmek ister, izin ver bana Gün olur dönerim saraya

Anası öyle ağlamış ki, gözyaşları sel olmuş:

- Sana mutluluklar dilerim sevgili kızım Yeter ki sen saadetli bir ömür sür Çok sıkılırsan, bırakır gelirsin, demiş

Çok neşeli, çalgılı sazlı, bir düğün yapılmış, en çok sazı çalan, en güzel türküleri söyleyen de Keloğlan olmuş

Almış prensesi yanına, düşmüş köyünün yollarına

Eşeği ikisini birden götüremediği için yaya yürümüş

Keloğlan

Yolda Prensesi görenler:

- Dünyanın sonu geldi galiba, hiç böylesini de görmemiştik, derlermiş Nice dağları, sayısız köyleri, birçok kasabaları ine çıka geçip köye gelmişler

Keloğlan’ı bir prensesle birlikte karşılayan anası, o kadar sevinmiş ki, ne yapacağını şaşırmış

Bir zaman sonra anası ölmüş Keloğlan’ın

Dünya bu Neyin ne olacağı belli mi olur?

Dönmüşler tekrar saraya

Darısı, muratsızların başına

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.