Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıKemalettin Kamu Yaşamı 1901 yılında Bayburt'ta doğdu 1910'da dışardan sınava girerek orta birinci sınıfta öğrenim görme hakkı elde etti Erzurum'da başladığı ortaokulu Refahiye'de bitirdi Erzurum'un işgal edildiği haberini alan babasının kalp sektesinden ölmesi üzerine annesiyle önce Sivas'a sonra Kayseri'ye göç etti Bulduğu her işte çalışıp, bir yandan da eline ne geçerse okuyan ve şiirler yazan bir gençti Bir süre Bursa, daha sonra İstanbul'da bulunan ve İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'nda okuyan Kemalettin Kamu, işgal güçlerinin şehre girmesi üzerine Ankara'ya gitti Kemalettin Kamu, Ankara'da Matbuat Genel Müdürlüğü'nde çalıştı Kurtuluş Savaşı yıllarında yazdığı şiirler okul kitaplarına girdi, yurt genelinde tanınan ve sevilen bir şair oldu Kimi şiirleri bestelenip şarkı veya marş oldu İstiklal Marşı seçimine de katıldı 25 yaşında aşık olduğu genç kız ile evlenme hazırlığında iken bir anlaşmazlık sonucu evlilikten vazgeçti ve ömrü boyunca yalnız yaşadı Anadolu Ajansı temsilcisi olarak gittiği Paris'te Siyasal Bilimler alanında eğitim gördü Soyadı Kanunu çıkınca "bir ülkede yaşayanların tamamı" anlamına gelen Kamu'yu seçti Paris dönüşü önce İstanbul'a, sonra Ankara'ya gitti Şiirlerinin yanısıra ekonomi ile ilgili çalışmalar da yaptı 1939'da Rize milletvekili olarak meclise girdi Bir yandan da Türk Dil Kurumu'nda "Terim kolu başkanlığı" yaptı Bir süre sonra annesini kaybedince tüm sevgisini yeğenlerine verdi 6 Mart1948'de Ankara'da ani bir kalp krizi ile hayatını kaybetti Şiirleri Kemalettin Kamu, şiire 1919'da Büyük Mecmua'da şiirlerini yayımlatarak başlamıştı Kurtuluş Savaşı yıllarında Dergah dergisinde yazdığı şiirlerle ün kazandı Varlık ve Oluş dergilerinde de şiirlerini yayımladı Başlangıçta aruz ölçüsü ile yazan Kamu daha sonra hece ölçüsüyle ve sade bir dille Milli Edebiyat akımına bağlı yurt sevgisi, gurbet, aşk konularını işleyen şiirler yazmıştı Şiirleri ölümünden sonra Rifat Necdet Evrimer tarafından "Kemalettin Kamu, Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri" (1949) adlı kitapta toplandı İstiklâl Marşı adayı şiiri Gözyaşına veda et ey güzel Anadolu Hakkını korur elbet Türk'ün bükülmez kolu Cenk ederiz genç koca bugün değil yarın da Yadımız ağladıkça İzmir ezanlarında Hakk yolunda kan olur dünyalara taşarız Ya şerefle vurulur ya efendi yaşarız Her gün yeni bir hile arkasından satıldık Her gün yeni bir dille yurdumuzdan atıldık Yeter ey Kâbe'mizi elimizden alanlar Alıkoyamaz bizi yolumuzdan yalanlar Hangi alçak el alır el zinciri boynuna Kim Yunan'ı bırakır Türk kızının koynuna GURBET Gurbet o kadar acı Ki ne varsa içimde, Hepsi bana yabancı, Hepsi başka biçimde! Eriyorum git gide, Elveda her ümide, Gurbet benliğimi de Bitirmiş bir içimde!, Ne arzum, ne emelim, Yaralanmış bir elim, Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde!” |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıNÂZIM HİKMET 15 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu 3 Haziran 1963'te Moskova'da yaşamını yitirdi Dedesi Mevlevi tarikatından Nâzım Paşa Midhat Paşa'nın yakın arkadaşı Babası Hikmet Bey, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunu, Kalem-i Ecnebiye'ye bağlı bir memur Annesi Celile Hanım, dilci, eğitimci Enver Paşa'nın kızı İlkokuldan sonra arkadaşı Vâlâ Nurettin'le birlikte Mekteb-i Sultani'nin hazırlık sınıfına yazıldı Ailesi parasal sıkıntıya düşünce ertesi yıl Nişantaşı Sultanisi'ne devam etti Dedesi Nâzım Paşa'nın etkisiyle şiir yazmaya başladı 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi 1919'da mezun oldu, Hamidiye Kruvazörü'ne güverte subayı olarak atadı Aynı yıl kış aylarında daha önce yakalandığı zatülcenp hastalığı tekrar etti Sağlık kurulu raporuyla 1920'de askerlikten çıkarıldı Bu sırada hececi şairler arasında genç bir ses olarak ünlendi Bahriye Mektebi'nden öğretmeni olan Yahya Kemal Beyatlı'ya hayrandı Yazdığı şiirleri gösterip eleştirilerini alıyordu 1920'de Alemdar Gazetesi'nin düzenlediği yarışmada birincilik kazandı Bu ödül ününü artırdı İstanbul'un işgal altında olduğu günlerde heyecanlı direniş şiirleri yazdı 1921'de arkadaşı Vâlâ Nurettin ile birlikte Ankara'ya gitti İstanbul gençliğini milli mücadeleye katılmaya çağıran bir şiir yazdılar Şiir çok beğenilince Bolu'ya öğretmen olarak atandılar Bolu'da kalpaklı bu iki genç tepki gördü Peşlerine gizli polis takıldı Nâzım ile Vâlâ Nurettin Moskova'ya gitmeye karar verdiler Batum üzerinden Moskova'ya ulaşıp "Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi"ne kaydoldular Nâzım burada "serbest şiirle" tanıştı İlk serbest şiirlerini yazdı Bunlardan bazıları 1923'te Yeni Hayat, Aydınlık gibi dergilerde yayınlandı Üniversiteyi bitirince 1924'te sınırdan gizlice geçerek Türkiye'ye girdi Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı İzlendiğini anlayınca İzmir'e geçti 1925'te Şeyh Sait isyanı nedeniyle başlatılan soruşturmalar sırasında gıyabında 15 yıla mahkum edildi Tekrar yurtdışına kaçtı 1926'da çıkan aftan yararlandırılmadı Gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla 3 ay daha hapse mahkum edildi 1928'de Bakü'de ilk şiir kitabı "Güneşi İçenlerin Türküsü" basıldı Aynı yıl yine gizlice Türkiye'ye döndü Yakalanıp Ankara'ya götürüldü Kısa bir tutukluluğun ardından serbest kaldı İstanbul'da Zekeriya Sertel'in yayınladığı "Resimli Ay" dergisinin yazarları arasına katıldı 1929'da "Putları Yıkıyoruz" başlığıyla bir yazı hazırlayıp Abdülhak Hamid Tarhan, Mehmet Emin Yurdakul gibi dönemin etkili şairlerine yönettiği saldırılar büyük ilgi gördü "1929'da "835 Satır", "Jokond ile Sİ-YA-U", ertesi yıl "Varan 3+1+1=1" kitapları yayınlandı 1930'da "Salkımsöğüt" ile "Bahri Hazer" şiirlerini Columbia firmasının girişimiyle plağa okudu Plak halktan büyük ilgi görünce hakkında şiir kitapları nedeniyle dava açıldı 1932'de "Benerci Kendini Niçin Öldürdü" ile "Gece Gelen Telgraf" kitapları basıldı 1932'de "Kafatası", 1933'te "Bir Ölü Evi" adlı oyunları İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelendi 1932'de bir bildiri nedeniyle başlatılan tutuklamalar sırasında gözaltına alındı 1933'te Bursa Cezaevi'ne gönderildi 5 yıl hapse mahkum oldu Kısa bir süre tutuklu kalıp salıverildi 1935'de Piraye Altınoğlu ile evlendi Akşam gazetesinde "Orhan Selim" takma ismiyle fıkralar yazmaya başladı Yine farklı isimlerle romanlar, oyunlar, operetler yazdı 1935'te "Taranta Babu'ya Mektuplar" kitabı yayınlandı "Unutulan Adam" oyunu şehir tiyatrolarında sahneye kondu "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı" kitabı 1936'da yayınlandı 1938'de Harp Okulu öğrencilerini isyana teşvik suçlamasıyla bir kez daha tutuklandı Ankara Cezaevi'ne kondu 15 yıl hapse mahkum edildi İstanbul Cezaevi'ne getirildi Askeri Mahkeme'de de ayrıca yargılanıp bir 20 yıl hapse daha mahkum oldu 1940'ta önce Çankırı ve sonra Bursa Cezaevi'de kondu 10 yılı aşkın cezaevlerinde kaldı Yayınlatamamasına rağmen sürekli yazdı Serbest bırakılması için başlatılan çabalar sonuç vermedi 1950'de açlık grevine başladı Sağlık durumu iyi olmadığı için İstanbul'da Cerrahpaşa Hastanesi'ne kaldırıldı 1950'de yürürlüğe giren af yasasıyla tekrar özgürlüğüne kavuştu Piraye Hanım'dan ayrılıp cezaevinde sürekli ziyaretine gelen dayısının kızı Münevver Andaç ile evlendi Doğan oğullarına Mehmed adını verdiler Sürekli izlendiğini anlayınca tekrar yurtdışına gitmeye karar verdi 1951'de Karadeniz yoluyla Bulgaristan ve Romanya üzerinden Moskova'ya gitti 25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı Yurtdışında birçok uluslararası kongreye katıldı Kitapları birçok dile çevrildi 1959'da kendisinden 30 yaş küçük olan Rus Vera Tulyakova ile evlendi 1963'te bir kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi Moskova'da Novodeviçiy Mezarlığı'nda toprağa verildi İlk şiirlerini hece vezniyle yazdı Ama içerik bakımından diğer hececi şairlerden uzaktı Toplumsal içerikli bir şiir kurdu Moskova'daki yıllarında özellikle geleçekçiliğin önemli isimlerinden Mayakovski'nin etkisiyle hece veznini bırakıp serbest şiire yöneldi "835 Satır" kitabı yayınlandığında büyük şaşkınlık yarattı Ama Ahmet Haşim, Yakup Kadri gibi şairler ondan övgüyle sözetti Kendisini izleyen genç şairler de serbest şiire yöneldi 1936'ya kadar yayınlanan kitaplarıyla Cumhuriyet dönemi şiirinin değerlerini kökünden sarstı "Şeyh Bedrettin Destanı"nda ise şiirini tam anlamıyla bir ulusal bireşime ulaştırdı Divan ve halk şiiri söyleyişlerini, çağdaş bir şiir anlayışı içinde eritti En önemli eserlerinden "Memleketimden İnsan Manzaraları"nı 1941'de cezaevinde yazmaya başladı 2'nci Meşruriyet'ten 2'nci Dünya Savaşı'na kadar uzanan geniş bir zaman diliminin öyküsünü bu eserinde destanlaştırdı Düzyazı, şiir, senaryo tekniklerinin iç içe kullanıldığı bu eser, yeni bir türün habercisi oldu Şiir kitapları 1938'den 1965'e kadar Türkiye'de basılamadı Ancak, ölümünden iki yıl sonra 1965'ten itibaren yayınlanabildi NÂZIM HİKMET’İN BÜTÜN ESERLERİ Nâzım Hikmet’in ilk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü, 1928’de Bakû’de yayımlandı Bu kitaptaki şiirler daha sonra Türkiye’de basılan kitaplarında şairin yasaları gözeterek yaptığı bir iki değişiklikle yer aldı Türkiye’de 1929-1938 arasında yayımlanan kitapları şunlar: ŞİİR: 835 Satır (1929) Jokond ile Sİ-YA-U (1929) Varan 3 (1930) 1+1=1 (1930) Sesini Kaybeden Şehir (1931) Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932) Gece Gelen Telgraf (1932) Portreler (1935) Taranta-Babu’ya Mektuplar (1935) Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin Destanı (1936) OYUN: Kafatası (1932) Bir Ölü Evi (1932) Unutulan Adam (1935) DİĞER: Şeyh Bedreddin Destanına Zeyl, Millî Gurur (1936) İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim adıyla fıkralar, 1936) Alman Faşizmi ve Irkçılığı (inceleme, 1936) Sovyet Demokrasisi (inceleme, 1936) 1949’da, Nâzım Hikmet cezaevindeyken, Ahmet Halit Kitabevi, Ahmet Oğuz Saruhan takma adıyla La Fontaine’den Masallar’ı yayımladı Bu çeviri yapıt dışında, tam 29 yıl Nâzım Hikmet’in kitapları Türkiye’de basılmadı Ölümünden iki yıl sonra, 1965’te, "Yön" dergisinin Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yayımlaması gözü pek bir davranış olarak değerlendirildi Arkasından, başta İzlem ile Dost Yayınevleri olmak üzere, ilerici yayınevleri, önce şairin sağlığında Türkiye’de basılmış kitaplarını, sonra dış ülkelerde Türkçe olarak yayımlanmış kitaplarını yayınlamaya başladılar Bu yayınlar sürekli olarak kovuşturmalara uğradı Bazıları toplatıldı, davalar açıldı Piraye ile Nâzım Hikmet’in üvey kardeşi Metin Yasavul'un sahibi oldukları, Memet Fuat’ın yönetimindeki De Yayınevi ise, şairin Bursa Cezaevi’ndeyken basıma hazırlayıp Piraye’ye bırakmış olduğu kitapların yayımına başladı Bunlar içerde dışarda daha önce basılmamış kitaplardı şair ölmeden önce yaptığı konuşmalarda bu kitaplardan bazılarının kaybolmuş olduğunu söylemişti De Yayınevi’nde birinci basımı yapılan kitaplar şunlar: Saat 21-22 şiirleri (1965) Dört Hapisaneden (1966) Rubailer (1966) Ferhad ile Şirin (1965) Sabahat (1965) Memleketimden İnsan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967) Bütün bu kitapları basıma Memet Fuat hazırlamıştı Saat 21-22 şiirleri ile Dört Hapisaneden için iki kez mahkemeye verildi, sonuçta beraat etti Ferhad ile Şirin’in daha önce dışarda yapılmış olan, yarıdan sonrası kaybolduğu için yeniden yazılmış bir basımı vardı De Yayınevi’nin bastığı şairin Bursa Cezaevi’nde yazdığı asıl metindi Bulgaristan’da yayımlanan Memleketimden İnsan Manzaraları ise De Yayınevi basımının tekrarıydı Bilgi Yayınevi, 1968’de, Cevdet Kudret’in basıma hazırladığı Kuvâyi Milliye’yi yayımladı Bu Nâzım Hikmet’in cezaevinden çıktıktan sonra İnkılap Kitabevi için hazırladığı Kurtuluş Savaşı Destanı'nın yeni bir düzenlemesiydi Şair gerçi bu destanı Memleketimden İnsan Manzaraları’nın içine yerleştirmişti, oradan çıkarılıp ayrı olarak yayımlanmasını istemiyordu Ama cezaevinden çıktıktan sonra gerçek bir özgürlük ortamında olmadığını gördü Kimse onun yapıtlarını yayımlamayı göze alamıyordu İnkılap Yayınevi’nin yaptığı öneriyi çok parasız kaldığı bir dönemde kabul ederek Kuvâyi Milliye’yi düzenledi Ama İnkılap Yayınevi parasını peşin ödediği bu kitabı bile yayımlamaktan çekindi, on yedi yıl sonra, Cevdet Kudret aracılığıyla Bilgi Yayınevi’ne devretti Yine 1968’de Bilgi Yayınevi Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar’ı; De Yayınevi Cezaevi’nden Memet Fuat’a Mektuplar’ı yayımladılar İki yıl sonra da Cem Yayınevi Bursa Cezaevi’nden Vâ-Nû’lara Mektuplar’ı yayımladı 1975’te De Yayınları arasında Memet Fuat’ın Nâzım ile Piraye’si çıktı Bu kitap Nâzım Hikmet’in Piraye’ye yazdığı mektuplardan bölümler seçerek şairin yaşamıyla şiirleri arasındaki iç içeliği gösteren duyarlı bir çalışmaydı Mektupların tümü değildi, ama öyle sanıldı (Yirmi üç yıl sonra, 1998’de, Adam Yayınevi Piraye’ye Mektuplar adıyla Nâzım Hikmet’in cezaevi yılları boyunca Piraye’ye yazdığı mektupların tümünü iki cilt olarak yayımladı) 1975-1980 arasında Cem Yayınevi Nâzım Hikmet’in Tüm Eserleri dizisini yayımladı Şerif Hulusi ile birlikte notlar yazarak başladıkları 9 kitaplık bu diziyi, çalışma arkadaşının ölümü üzerine Asım Bezirci yalnız tamamladı 1980’de Kemal Sülker Yazko Yayınları’nda Nâzım Hikmet’in Bilinmeyen İki şiir Defteri’ni yayımladı 1988-1990 arasında Adam Yayınevi Nâzım Hikmet’in bütün yapıtlarını 28 kitaplık bir dizide topladı Dizinin editörlüğünü Memet Fuat, araştırmacılığını Asım Bezirci yaptı Bugün satışta bulunan bu dizideki kitaplar şunlar: ŞİİR: 835 Satır (835 Satır; Jokond ile Sİ-YA-U; Varan 3; 1+1=1; Sesini Kaybeden şehir) Benerci Kendini Niçin Öldürdü (Benerci Kendini Niçin Öldürdü; Gece Gelen Telgraf; Portreler; Taranta-Babu'ya Mektuplar; Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin Destanı; şeyh Bedreddin Destanı'na Zeyl) Kuvâyi Milliye (Kuvayi Milliye; Saat 21-22 şiirleri; Dört Hapisaneden; Rubailer) Yatar Bursa Kalesinde Memleketimden İnsan Manzaraları Yeni Şiirler Son Şiirleri İlk Şiirler La Fontaine’den Masallar (İlk Şiirler, Nâzım Hikmet’in çocukluk şiirleriyle hece şiirlerini içeriyor Şair bunların büyük bir bölümünün toplu şiirleri arasına alınmasını herhalde istemezdi Son kitap takma adla yayımlanan La Fontaine çevirileri) OYUN: Kafatası (Ocak Başında; Kafatası; Bir Ölü Evi; Unutulan Adam; Bu Bir Rüyadır) Ferhad ile şirin (Yolcu; Ferhad ile şirin; Sabahat; Enayi) Yusuf ile Menofis (Allah Rahatlık Versin; Evler Yıkılınca; Yusuf ile Menofis; İnsanlık Ölmedi Ya; İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?) Demokles’in Kılıcı (İstasyon; İnek; Demokles’in Kılıcı; Tartüf - 59) Kadınların İsyanı (Kadınların İsyanı; Yalancı Tanık; Kör Padişah; Her şeye Rağmen) ROMAN-ÖYKÜ-MASAL: Kan Konuşmaz Yeşil Elmalar Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim Hikâyeler Çeviri Hikâyeler Masallar (Nâzım Hikmet yalnızca Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adlı romanıyla Sevdalı Bulut adlı masallar kitabını kendi adıyla yayımlamıştı Ötekiler para kazanmak için acele yazılıp gazetelerde takma adlarla yayımlanmış ürünlerdir) YAZILAR: Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil Yazılar (1924-1934) Yazılar (1935) Yazılar (1936) Yazılar (1937-1962) Konuşmalar (Nâzım Hikmet’in bu kitaplarda yer alan yazılarının büyük çoğunluğu çeşitli takma adlarla gazetelere yazdığı köşe yazılarıdır) MEKTUPLAR: Nâzım ile Piraye Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar (1998'de Adam Yayınevi’nin Piraye’ye Mektuplar adıyla iki cilt olarak yayımladığı yapıt da bu bölüme eklenmelidir) Ayrıca yine Adam Yayınları arasında Memet Fuat’ın hazırladığı Nâzım Hikmet’in Seçme Şiirler kitabı da yer almaktadır |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıCAHİT KÜLEBİ 20 Aralık 1917'de Tokat’ta doğdu, 20 Haziran 1997 tarihinde Ankara’da öldü Sivas Lisesi'nden mezun oldu İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi Antalya lisesi'nde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, Ankara Gazi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı Milli Eğitim müfettişi oldu İsviçre’ye kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak atandı Yurda dönünce Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür müsteşar yardımcılığı görevlerinde bulundu 1972'de emekliye ayrıldı 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu'nda çalıştı 1976'dan sonraki dönemde Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı’ydı İlk şiirleri "Nazmi Cahit" takma ismiyle 1938'de Gençlik dergisinde yayınlandı Daha sonra Varlık Dergisi'nde yayınlanan şiirlerinde de aynı imzayı kullandı 1950-1954 arasında Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış, Kültür Dünyası gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ünlendi İlk şiir kitabı "Adamın Biri" 1946'da yayınlandı 1949'da çıkan ikinci kitabı "Rüzgâr"da Orhan Veli şiirine yaklaştığı dikkat çekti "Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda adlı eseri, Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu"na temel oluşturdu 1940 sonrasında başlayan şiirimizin yenileşmesi hareketinde kendine özgü bir yeri var Rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çeken titiz bir şiir işçisi ESERLERİ ŞİİR: Adamın Biri (1946) Rüzgâr (1949) Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952) Yeşeren Otlar (1955) Süt (1965) Şiirler (1969) Türk Mavisi (1973) Sıkıntı ve Umut (1977) Yangın (1980) Bütün Şiirleri (1982) Güz Türküleri (1991) Bütün Şiirleri (1997) ANI: İçi Sevda Dolu Yolculuk 1986 DÜZ YAZI: Şiir Her Zaman 1985 ÖDÜLLERİ: 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü Yeşeren Otlar ile 1981 Yeditepe Şiir Armağanı Yangın ile Hikaye Senin dudakların pembe Ellerin beyaz, Al tut ellerimi bebek Tut biraz! Benim doğduğum köylerde Ceviz ağaçları yoktu, Ben bu yüzden serinliğe hasretim Okşa biraz! Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz! Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkiyalar basardı Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz! Benim doğduğum köylerde Şimal rüzgarları eserdi, Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır Öp biraz! Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin! Benim doğduğum köyler de güzeldi, Sen de anlat doğduğun yerleri, Anlat biraz! Cahit Külebi |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıAHMET MUHİP DIRANAS 1908'de İstanbul’da doğdu (Bazı kaynaklara göre 1904 Sinop) 21 Haziran 1980'de Ankara’da yaşamını yitirdi, Sinop’ta gömüldü İlkokulu Sinop'ta okudu Ankara'ya gelerek, öğretmenleri arasında Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın da bulunduğu Ankara Erkek Lisesi’nden 1930'da mezun oldu 1930-1935 arasında Ankara'da Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çalıştı Ankara Hukuk Fakültesi'ne girdi ama 2 yıl sonra eğitimi bıraktı İstanbul'a gitti Güzel Sanatlar Akademisi'nde kitaplık müdürü oldu Bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne devam etti İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Müdür Yardımcılığı görevine getirildi 1938'de Ankara'ya döndü 1942'ye kadar Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınları'nın yönetmenliğini üstlendi 1946'da Çocuk Esirgeme Kurumu yayın müdürü oldu 1957'de aynı yerde Yayın Müdürlüğü'ne atandı 1949'dan başlayarak Zafer gazetesinde köşe yazıları yazdı Politikaya girme denemeleri başarılı olmadı 1966 ve 1972 arasında Anadolu Ajansı, Türkiye İş Bankası yönetim kurulu üyeliği, Devlet Tiyatrosu Edebi Kurul Başkanlığı gibi üst düzey bürokratik görevler yaptı İlk şiiri "Bir Kadına" 1926'da "Muhip Atalay" imzasıyla Milli Mecmua'da yayınlandı Servet-i Fünun, Varlık, Çığır, Ataç, Yücel, Oluş, Ülkü, Şadırvan, Yeni Lisan, Hisar dergilerinde yayınlanan şiirleriyle Cumhuriyet döneminin etkin şairleri arasına girdi Hecenin Beş Şairi ile Garip Akımı arasında yer alır İlk şiirlerindeki Baudelaire etkisinden sıyrılarak dil ve üsluba ağırlık verdi Şiiri plastik bir söz bütünü haline getirene kadar yoğuran bir şair oldu "Olvido", "Kar", "Fahriye Abla" bu oluşumun önemli ve yıllardır unutulmayan örnekleri Dıranas, Orhan Veli ve arkadaşlarının çıkışından sonra unutulmaya başlanan hece şairleri arasında geçerliliğini yitirmeyen, bir süre sonra da yeniden yüceltilen tek şairdir Çevirileri, düzyazıları ve oyunları da büyük ilgi gördü ESERLERİ ŞİİR: Şiirler (1974) Kırık Saz (Bugünkü dille Tevfik Fikret’in şiirleri) 1975 Şiirler (yaşam öyküsünü de içeren bir incelemeyle birlikte 1982) OYUN: Gölgeler (1947) Çıkmaz (O Böyle İstemezdi’nin ilk yazımı) O Böyle İstemezdi (1948) Oyunlar (Gölgeler ve Çıkmaz birarada) (1977) Fahriye Abla Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar, Kapanırdı daha gün batmadan kapılar Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden, Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen! Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi, Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi; Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede; Bahçende akasyalar açardı baharla Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı; Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı İçini gıcıklardı bütün erkeklerin Altın bileziklerle dolu bileklerin Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin; Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla! Gönül verdin derlerdi o delikanlıya, En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın, Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın? Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın; Hâtırada kalan şey değişmez zamanla, Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla! |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıAHMET HAMDİ TANPINAR 23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu Kadı Hüseyin Fikri Efendi'nin oğlu Baytar Mektebi'ni bırakarak girdiği Darülfünun-ı Osmani'nin (Bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’nden 1923’te mezun oldu Erzurum, Konya ve Ankara'daki liselerde öğretmenlik yaptı Gazi Terbiye Enstitüsü'nde (Gazi Eğitim Enstitüsü) edebiyat dersleri verdi 1933'ten sonra İstanbul'da Kadıköy Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi ve estetik dersleri verdi 1939'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde yeni kurulan Türk Edebiyatı Kürsüsü profesörlüğüne getirildi 1942 ara seçimlerinde CHP'den Maraş Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi, üniversitedeki görevinden ayrıldı 1946 seçimlerinde tekrar aday gösterilmeyince bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptı Güzel Sanatlar Akademisinde tekrar derse girmeye başladı 1949'da da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne döndü Bu görevdeyken 24 Ocak 1962’de İstanbul’da yaşamını yitirdi Adını ilk kez "Altın Kitap" dergisinde yayınlanan "Musul Akşamları" şiiriyle duyurdu Dergah, Milli Mecmua, Hayat, Görüş, Ülkü, Varlık, Oluş, Kültür Haftası ve Aile dergilerinde şiirleri yayınlandı Hece vezniyle yazdığı bu ilk şiirler, imge zenginliklikleri ve müzikal nitelikleriyle dikkat çeker Edebiyat Fakültesi'nde öğrencisi olduğu Yahya Kemal Beyatlı'dan çok etkilendi Ama ilk eserlerinde Yahya Kemal'den çok Ahmet Haşim izleri görülür Haşim gibi o da küçük yaşta kaybettiği annesinin yokluğundan duyduğu acıyı ve kendisini avutacak bir sevginin özlemini dile getirir İçe dönük bir bakışla doğa ile iletişim kurmaya çalışır Şiirinin bir başka yönü Bergson felsefesinden kaynanlanan zaman kavramıdır Onun eserlerinde zaman, basit bir süreklilik değil, çok katlı ve karmaşık bir akıştır "Ne İçindeyim Zamanın", "Bursa'da Zaman" şiirleri bu olgunun örnekleridir İlk romanı "Mahur Beste" 1944'te Ülkü Dergisi'nde yayınlandı Osmanlı Devleti'nin son döneminde seçkin bir çevrenin yaşayışını sergileyen bu romanın ardandan, kendi yaşamından da izler taşıyan "Huzur" 1949'da basıldı Huzur, hem bir aşk hem de Tanpınar'ın İstanbul'a olan derin sevgisinin romanıdır Estetik anlayışının, kültür birikiminin ve geçmiş kültürlere yaslanan yaşam felsefesini yansıttığı bu kitabı Tanpınar'ın en yetkin romanı sayılır Romanda, Mümtaz ile Nuran'ın aşkı çerçevesinde Doğu ile Batı, eski ile yeni, geçmişin değerleriyle var olan değerler, aşk ile toplumsal sorumluluk arasındaki çatışmayı ve bu çatışmanın doğurduğu bireysel bunalımları irdeler 1950'de Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan ancak ölümünden sonra 1973'te basılan "Sahnenin Dışındakiler" ile 1961'de basılan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nde de iki uygarlık, iki değerler sistemi arasında bocalayan Türk toplumunun ironik tablosu çizilir Ölümünden sonra plan ve notlarına dayanılarak biraraya getirilen ve 1987'de yayınlanan "Aydaki Kadın" da da aynı irdeleme vardır Şiir, roman ve yazılarının yanısıra İstanbul, Bursa, Ankara, Ersurum ve Konya kentlerini doğal, tarihsel ve kültürel yapılarıyla anlattığı 1946'da basılan "5 Şehir" önemli eserleri arasındadır ESERLERİ ŞİİR: Bütün Şiirleri (1976-1981) ROMAN: Mahur Beste (tefrika 1944 - basım 1975) Huzur (1949-1983) Sahnenin Dışındakiler (tefrika 1950- basım 1973) Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961-1977) Aydaki Kadın (ölümünden sonra 1987) ÖYKÜ: Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943-1983) Yaz Yağmuru (1955-1983) Hikayeler (Kitaplaşmayan iki hikayesiyle birlikte tüm öyküleri, 1983) DENEME: Beş Şehir (1946-2001) Edebiyat Üzerine Makaleler (1969-1977) Yaşadığım Gibi (1970-1977) ANTOLOJİLER: Tevfik Fikret (1937-1944) Namık Kemal (1942) Yahya Kemal (1940-1982) 19 Asır Türk Edebiyatı Tarihi (Ancak birinci cildini tamamlayabildi, 1942-1985) Her Şey Yerli Yerinde Her şey yerli yerinde; havuz başında servi Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan, Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan, Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak, Serpilen aydınlıkta dalların arasından Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak Biliyorum gölgede senin uyuduğunu Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu Belki rüyalarındır bu taze açmış güller, Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde, Bitmeyen aşk türkusü kumruların sesinde, Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan, Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda Ahmet Hamdi Tanpınar |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıHan Duvarları Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı Bir dakika araba yerinde durakladı Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler Ellerim takılırken rüzgarların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına, Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık, Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu Serpilmeye başladı bir rüzgar ince ince, Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine Yol, hep yol, daima yol bitmiyor düzlük yine Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine, Bir sarsıntı uyandım uzun süren uykudan; Geçiyordu araba yola benzer bir sudan Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu; Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin viran hanı Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı, Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor, Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı, Gitgide birer ayet gibi derinleştiler Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, Aygın baygın maniler, açık saçık resimler Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa; "On yıl ayrıyım Kınadağı'ndan Baba ocağından yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmışım ben" Altında da bir tarih Sekiz mart otuz yedi Gözüm imza yerinde başka ad görmedi Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına, Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına! Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk Soğuk bir mart sabahı Buz tutuyor her soluk Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide, İki dağ ortasında boğulan bir geçide Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu Burada son fırtına son dalı kırıyordu Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla Savrulmaya başladı karlar etrafımızda Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü Gönlümde can verirken köye varmak emeli Arabacı haykırdı *İşte Araplıbeli* Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana Biz menzile vararak atları çektik hana Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor "Gönlümü çekse de yarin hayali Aşmaya kudretim yetmez cibali Yolcuyum bir kuru yaprak misali Rüzgarın önüne katılmışım ben" Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım! "Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı'mı el almış harem diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben" Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı! Az değildir, varmadan senin gibi yurduna Post verenler yabanın hayduduna kurduna! Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu? Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi Hana sağ indi ölü çıktı geçende! Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir hana raslasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları! Faruk Nafiz Çamlıbel |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıFARUK NAFİZ ÇAMLIBEL 18 Mayıs 1989'da İstanbul’da doğdu 8 Kasım 1973’te Akdeniz’de seyreden Samsun gemisinde yaşamını yitirdi Türk şiirinde "hecenin 5 şairi" diye bilinen şairlerden biri Yenilikçi edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbul’lu kişiliğiyle de olsa, Anadolu gerçeğine açıldı Türkçenin gelişmesine büyük katkı sağladı Milli edebiyat akımına verdiği güçle kendisinden sonra gelen kuşaktaki biçok şairi etkiledi Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim şiirinin yanında üçüncü bir kümenin oluşmasına neden oldu İstanbul Darülfünun'u Tıp Fakültesi'ndeki eğitimini yarım bıraktı Kayseri, İstanbul ve Ankara’da liselerde ve öğretmen okullarında edebiyat dersleri verdi 1946-1960 arasında Demokrat Parti'den İstanbul’dan milletvekili seçildi 27 Mayıs 1960’tan sonra bir süre Yassıada’da tutuklu kaldı Biraz Cenap Şahabettin'den, büyük ölçüde de Yahya Kemal Beyatlı'dan etkilenerek ilk şiirlerini aruz vezniyle yazdı Sonra hece veznine döndü Anadolu insanının duygularını işleyerek Milli edebiyat akımının yurtçu duyarlılığını zengileştirdi Erkek bencilliğini yücelten aşk şiirleri de yazdı Anayurt adlı dergiyi 8 sayı çıkardı "Çamdeviren", "Deli Ozan" gibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı Fıkra, manzum oyun, roman türünde eserleri de var ESERLERİ: ŞİİR: Şarkın Sultanları (1919) Gönülden Gönüle (1919) Dinle Neyden (1919) Çoban Çeşmesi (1926) Suda Halkalar (1928) Bir Ömür Böyle Geçti (1933) Elimle Seçtiklerim (1934) Akarsu (1937) Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938) Akıncı Türküleri (1938) Heyecan ve Sükûn (1959) Zindan Duvarları (1967) Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969) OYUN: Canavar (1925) Özyurt (1932) Akın (1932) Kahraman (1933) Yayla Kartalı (1945) ROMAN: Yıldız Yağmuru (1936) |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıCAHİT SITKI TARANCI 4 Ekim 1910’da Diyarbakır’ın Camiikebir Mahallesi’nde doğdu Galatasaray Lisesi’nden mezun oldu Mülkiye Mektebi'ne (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) devam etti, bir süre de Ankara Yüksek Ticaret Okulu'nda öğrenim gördü Sümerbank'ta memur olarak çalıştı 1939'da Paris'e gitti Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı 2 Dünya Savaşı'nın başlamasıyla yurda döndü Askerliğini yaptı, bir süre İstanbul'da babasına ait işyerinde çalıştı Ankara'da Anadolu Ajansı'nda çevirmenlik yaptı Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığı'nda da bir süre görev yaptı Geçirdiği kısmi felç sonucu konuşma yeteneğini yitirdi Tedavi için götürüldüğü Viyana'da 12 Ekim 1956’da 46 yaşındayken yaşamını yitirdi İlk şiirleri Muhit, Servet-i Fünun ve Uyanış dergilerinde yayınlandı İlk şiirlerinde hece ölçüsünün alışılmış kalıplarının dışına çıkan biçemiyle dikkat çekti 1946'da Cumhuriyet Halk Partisi'nin şiir yarışmasında "35 Yaş" şiiriyle birincilik kazanınca birden ünlendi İlk şiir kitabı "Ömrümde Sükût" 1933'te yayınlandı Döneminin en çok okunan şairlerinden Bir yandan Garip akımından etkilenerek serbest şiiri denedi, diğer yandan Baudelaire, Verlaine gibi Fransız şairlerinin etkisinde kaldı Ama hiçbir akıma bağlanamayan, uyum ve biçimi gözeten, duygulu, içten, kendine özgü bir şiir geliştirdi Hem yaşam sevincini hem karamsarlığı yansıttığı şiirlerinde "yalnızlık" ve "ölüm" temaları ağır basar Ziya Osman Saba ile çocukluk arkadaşıdır İki şair arasında edebiyatımızı etkileyen yazışmalar Tarancı'nın ölümüne dek sürdü ESERLERİ ŞİİR: Ömrümde Sükût (1933, 1968) Otuz Beş Yaş (1946, 1982) Düşten Güzel (1952, 1969) Sonrası (Ölümünden sonra 1957, 1962) MEKTUP: Ziya’ya Mektuplar (Ölümünden sonra 1957 Ziya Osman Saba'ya mektupları) ÖYKÜ: Cahit Sıtkı'nın Hikayeciliği ve Hikayeleri (Ölümünden sonra Selahattin Ömerli derledi, 1976) Bütün Şiirleri (Asım Bezirci derledi, 1983) 35 Yaş Şiiri Yaş otuz beş! yolun yarısı eder Dante gibi ortasındayız ömrün Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında Uyudun uyanamadın olacak Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında Cahit Sıtkı Tarancı |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıNamık KEMAL 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğdu, 2 Aralık 1888’de Sakız Adası’nda öldü Asıl adı Mehmed Kemal Namık adını ona şair Eşref Paşa verdi Babası, II Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirdi Bu yüzden özel öğrenim gördü Arapça ve Farsça öğrendi 18 yaşında İstanbul’a babasının yanına döndü 1863’te Babıali Tercüme Odası’na kâtip olarak girdi Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu 1865’te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın nedeniyle 1867’de kapatıldı Sürgünler dönemi Namık Kemal, İstanbul’dan uzak olması için Erzurum’a vali muavini olarak atandı Bu göreve gitmeyi erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e kaçtı Bir süre sonra Londra’ya geçerek Mustafa Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı "Muhbir" gazetesinde yazmaya başladı Ama Ali Suavi’yle anlaşamadı, Muhbir’den ayrıldı 1868’de gene Fazıl Paşa’nın desteğiyle "Hürriyet" gazetesini çıkardı Çeşitli anlaşmazlıklar yüzünden, Avrupa’da desteksiz kalınca, 1870’te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısıyla İstanbul’a döndü Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872’de "İbret" gazetesini kiraladı Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete 4 ay kapatıldı İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı Orada yazmaya başladığı "Vatan Yahut Silistre" oyunu, 1873’te Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelendi Oyunu izleyenler galeyana gelip olay çıkardı Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı Bu kez kalebentlikle Magosa’ya sürgüne gönderildi Türk Edebiyatı'nda İlkleri 1876’da I Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu Kanun-î Esasi’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca Meclis-i Mebusan kapatıldı, Namık Kemal tutuklandı Midilli Adası’na sürüldü 1879’da Midilli mutasarrıfı oldu Aynı görevle 1884’te Rodos, 1887’de Sakız Adası’na gönderildi Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu’da Bolayır’da gömüldü Şiirlerini küçük yaşlardan itibaren yazdı Şinasi’yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilendi En önemli özelliklerinden biri, Türk şiirini Divan şiirinin etkisinden kurtarmaya çalışması "Vatan Şairi" diye de isimlendirildi Tiyatroya özel bir önem verdi, altı oyun yazdı Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre, Avrupa’da da ilgi uyandırdı ve beş dile çevrildi İlk romanı "İntibah" 1876’da yayınladı Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılır Romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye’ye ilk getiren kişilerden biri oldu En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Harâbât ile Takip Gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yeri var Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazıları yayınlandı Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadar ESERLERİ OYUN: Vatan Yahut Silistre (1873, yeni harflerle 1940) Zavallı Çocuk (1873, yeni harflerle 1940) Akif Bey (1874, yeni harflerle 1958) Celaleddin Harzemşah (1885, yeni harflerle 1977) Kara Bela (1908) ROMAN: İntibah (1876, yeni harflerle 1944) Cezmi (1880, yeni harflerle 1963) ELEŞTİRİ: Tahrib-i Harâbât (1885) Takip (1885) Renan Müdafaanamesi (1908, yeni harflerle 1962) İrfan Paşa’ya Mektup (1887) Mukaddeme-i Celal (1888) TARİHİ KİTAPLAR: Devr-i İstila (1871) Barika-i Zafer (1872) Evrak-ı Perişan (1872, yeni harflerle 1973) Kanije (1874) Silistre Muhasarası (1874, yeni harflerle 1946) Osmanlı Tarihi (1889, ölümünden sonra, yeni harflerle 3 cilt, 1971-1974) Büyük İslam Tarihi, (1975, ölümünden sonra) |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıNecip Fazıl'dan KALDIRIMLAR Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık Biri benim, biri de serseri kaldırımlar İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi ÇİLE Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı Ateşten zehrini tattım bu okun, Bir anda kül etti can elmasımı Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un, Kustum, öz ağzımdan kafatasımı Bir bardak su gibi çalkalandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk Al sana hakikat, al sana rüya! İşte akıllılık, işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çare diye Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünya etti hediye Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor; Makâni bir satıh, zamanı vehim Bütün bir kainat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim Nesin sen, hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam! Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe, Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe Niçin küçülüyor eşya uzakta? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? Zamanın raksı ne bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu ögrensem asıl? Bir fikir ki sıcak yarad kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük Selam sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci gök, esrarını aç! Annemin duası, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç! Uyku, katillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak Teselli pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle Akrep nokta nokta ruhumu sokmus, Mevsimden mevsime girdim böylece Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden! Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık Büyücü, büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman, nedir inimde? Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, Bir zehir kıymak gibi, beynimde Lugat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvaplarım, tutun elimden; Aynalar söyleyin bana, ben kimim? Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynuzunda taşıyan öküz? Belâ mimarının seçtiği arsa; Hayattan mühacir; eşyadan öksüz? Ben ki, toz kanatıi bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerrecigim ki, Arş'a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var, ne hakikatta, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış Boşuna gezmişim, yok tabiatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış Gece bir hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmis zamanın, hem geleceğin Açıl susam, açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede Yandı sırça saray, ilahi yapı, Binbir avizeyle uçsuz maddede Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur Içiçe mimari, içiçe benlik; Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur! Nizam köpürüyor, med vakti deniz; Nizam köpürüyor, ta çenemde su Suda bir gizli yol, pırılıtılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu Kaçır beni ahenk, al beni birlik; Artık barınamam gölge varlıkta Ver cüceye, onun olsun şairlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta Öteler öteler, gayemin malı; Mesafe ekinim, zaman madenim Gökte saman yolu benim olmalı; Dipsizlik gölünde, inciler benim Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıNecip Fazıl Kısakürek Necip Fazıl Kısakürek (d26 Mayıs 1904, İstanbul - ö25 Mayıs 1983, İstanbul), Türk şair, romancı, hikâyeci, piyes yazarı ve fikir adamıdır Hayatı [değiştir] Necip Fazıl Kısakürek (NFK)yazdığı "Kaldırımlar" adlı şiir çok beğenildiği için ona bu şiirine ithafen "Kaldırımlar Şairi" denmektedir Kayıtlı bir şecereyle, Alaüddevle devrinin Şeyhülislamı Mevlâna Bektut'a dayanan ve Dulkadiroğulları'na bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti İlk ve ortaöğrenimini Amerikan Koleji ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askerî Deniz Lisesi) tamamladı Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşkı gibi isimler vardı Eserleri 12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl'ın ilk şiir kitabı daha 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri MEB'in ders kitaplarında okutuldu Genç yaşta yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında aylarca kapalı gişe sahnelendi Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü Yine MEB'in yayınladığı bir Türk şairleri Anatolojisi kitabında, 'NF Kısakürek herkes tarafından en iyi şair olarak kabul edilmese bile, Ben ve Ötesi Türk Edebiyatı nın en kuvvetli şiir kitabı olsa gerek, der Meslektaşları tarafından da çok sevilen şair 'Üstat Necip Fazıl Kısakürek, olarak anılmaya başlandı Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur 30'lu yaşlarında Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz Daha sonraları onun için; “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” diyeceği bu büyük insan, onun hayatında yeni bir devrin başlamasına vesile olur ve Üstat, hayatında meydana gelen bu değişikliği şu mısralarla özetler: “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum” Bu tanışma onun hayatında dönüm noktası oldu İslami kimliği ile öne çıkmaya başladıktan sonra ders kitaplarından şiirleri ve fikirleri çıkarıldı Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak, Nam-ı Diğer Parmaksız Salih gibi piyesleri büyük ilgi görür Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Her Gün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı Büyük Doğu Hareketi'ni başlattığı Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi 163 maddeye aykırı bulunan yazıları ile birkaç yılda bir hapse mahkûm oldu 1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) unvanını kazanmıştır Türk devleti tarafından, "bir mısrası Türk milletini ihya etmeye yeter" denilerek övülmüş; Şair Hasan Sami Bolak tarafından da, "Şiirin süzme balı, tadı Necip Fazıl'dır - Fikir, san'at ve çile Adı Necip Fazıl'dır" denilerek tanımlanmıştır Vasiyeti Vasiyetinin bir kısmı
Kitapları Hikâyelerim [*]Cinnet mustatili (Yılanlı Kuyudan) [*]Nam-ı Diğer Parmaksız Salih [*]Bir Adam Yaratmak [*]Çile [*]Kafa Kâğıdı [*]O ve Ben [*]Yunus Emre - Kanlı Sarık [*]At'a Senfoni [*]Para - Mukaddes Emanet [*]Sahte Kahramanlar - İman Ve Aksiyon - Özlediğimiz Nesil - İslam Ve Öbürleri [*]Hazret-i Ali [*]Tanrı Kulundan Dinlediklerim [*]İhtilal [*]Moskof [*]Tohum - Künye [*]Aynadaki Yalan [*]Reis Bey - Parmaksız Salih [*]Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu [*]Babıali [*]Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık [*]Hitabeler [*]Peygamber Halkası [*]İbrahim Ethem - Abdülhamid Han - Siyah Pelerinli Adam [*]Hesaplaşma - Tarihte Yobaz Ve Yobazlık - Türkiye Ve Komünizm [*]Esselam [*]Dünya Bir İnkılap Bekliyor - Yolumuz, Halimiz, Çaremiz - Ruh Muvazenesi - Her Cephesiyle Komünizm [*]Hac [*]Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar [*]Türkiye'nin Manzarası [*]Çerçeve - 1 [*]Nur Harmanı [*]İman ve İslam Atlası [*]Müdafaalarım [*]Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar) [*]Benim Gözümde Menderes [*]İdeolocya Örgüsü [*]Mümin Kafir - Vecdimin Penceresinden - Bir Pırıltı Binbir Işık [*]Senaryo Romanlarım: Sen Bana Ölümü Yedirdin - Deprem (Çile) - Katibim - Villa Semer - Vatan Şairi Namık Kemal - Canım İstanbul - Ufuk Çizgisi - Son Tövbe - En Kötü Patron [*]Çöle İnen Nur [*]Son Devrin Din Mazlumları [*]Öfke ve Hiciv [*]Sabır Taşı - Ahşap Konak [*]Ulu Hakan II Abdülhamid Han [*]Başbuğ Velilerden 33 (Altun Halka) [*]Çerçeve - 2 [*]Konuşmalar [*]Rabıta-i Şerife [*]Doğru Yolun Sapık Kolları [*]Başmakalelerim - 1 [*]Tasavvuf Bahçeleri [*]Çerçeve - 3 [*]Namık Kemal [*]Hücum ve Polemik [*]Rapor - 1 - Rapor - 2 - Rapor - 3 [*]Rapor - 4 - Rapor - 5 - Rapor - 6 [*]Rapor - 7 - Rapor - 8 - Rapor - 9 [*]Rapor - 10 - Rapor - 11 - Rapor - 12 - Rapor - 13 [*]Yeniçeri [*]Reşahat [*]Başmakalelerim - 2 [*]Mektubat [*]Başmakalelerim - 3 [*]Çerçeve - 4 [*]Gönül Nimetleri [*]Edebiyat Mahkemeleri - Doğu Edebiyatı - Dil Raporları - [*]Çerçeve - 5 [*]Hadiselerin Muhasebesi 1 Şiirlerinden bazıları Utansın
|
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıPeyami Safa Hayatı Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğludur Sivas'a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine [1901] yılında iki yaşında yetim kalmış, bu yüzden "Yetim-i Safa" adıyla anılmıştır Babasız büyümenin acılarının yanısıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır Sonradan bu günlerini ünlü Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında dile getirmiştir Ayrıca Fatih-Harbiye gibi diğer romanlarında da kendi hastalığının buhranını yansıttığı karakterlere rastlanır Hastalık ve savaşın yol açtığı maddî sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, o sıralar Maarif Nazırı olan Recaizade Ekrem Bey (Recaizade Mahmut Ekrem), bu görevinden ayrılınca onu Galatasaray Lisesi'nde okutma vaadini yerine getirememiş, Peyami Safa da hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa İdadisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır Karton Matbaası'nda bir süre çalışan Peyami Safa, açılan sınavı kazanarak Posta - Telgraf Nezareti'ne girmiş, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914) Daha sonra Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızca'sını ilerletmiştir 1918 yılında ağabeyi İlhami Safa'nın isteğine uyarak öğretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları "20 Asır" adlı akşam gazetesinde "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır İmzasız olarak yazdığı bu hikâyelerin tutulması üzerine Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra 1921'de Son Telgraf gazetesinde yazmış, oradan da Tasvir-i Efkâr'a geçmiştir Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanısıra, roman da tefrika etmiştir 1960'lı yıllara kadar başta Milliyet olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs'tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961) Aynı yıl Erzurum'da yedek subaylığını yapmakta olan tek oğlu Merve'ın ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, iki üç ay sonra İstanbul'da vefat etmiştir Edebî Hayatı Yazı hayatına 20 Asır'daki hikâyeleriyle başlayan Peyami Safa, tam 43 yıl, hemen hemen hiç ara vermeden Türkiye'de yayımlanan birçok gazete ve dergide çeşitli zamanlarda fıkra, makale, deneme ve romanlarını yayımlamış, son derece verimli bir yazar olmuştur Kendi kendini yetiştirmiş bir kişi olan Peyami Safa, çağın düşünce akımlarıyla ilgilenmiş, siyasal sorunlar karşısında tavır almış, bu yüzden Türk basınında derin izler bırakan polemiklere girişmiştir Bunlar arasında en ünlüleri Nâzım Hikmet, Nurullah Ataç, SabihaZekeriya Sertel ve Aziz Nesin'le yaptığı kalem kavgalarıdır İlk romanlarında sola yakın görüşler taşıyan Peyami Safa, bir hastanın psikolojisini anlattığı otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu (1931) Nazım Hikmet’e ithaf etmişti Bu roman hariç, 1922-1939 yılları arasında yazdığı Mahşer (1924), Şimşek (1928), Fatih-Harbiye (1931) ve Biz İnsanlar (1939) adlı romanlarında Doğu-Batı sorunsalını karakterlerde somutlaştırarak işledi Safa, bu romanlarında, ruh hallerini çözümlemede, kurguda, dilinin kıvraklığında, anlatım tekniklerindeki denemelerde başarılı bulunurken romanlarında düşünceyi öne çıkarması dolayısıyla eleştiriler aldı II Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalistlere yakınlaşmasıyla dikkat çeken Safa’nın gerçekçi roman çizgisi Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949) ile mistisizme yöneldi İlk uzun hikâyesi Gençliğimiz'i 1922 yılında neşreden Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı kitaplarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa'nın takma ad olarak kullandığı, annesi Server Bedia Hanım'ın adından uyarladığı Server Bediî müstear adını kullanmış, bu takma adla yüzlerce eser vermiştir Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur Yalnız romanında insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir Ve Allah` ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamayacaktır, der Sözde Kızlar da ise mütareke döneminin bunalımlı günlerinde, babasını aramak amacıyla İstanbul'a gelen bir genç kızın macerası çerçevesinde, yüksek tabakanın içinde bulunduğu ahlaki çöküşü ele alır Peyami Safa'nın ilk romanlarındandır Yazılışı eski olmakla beraber, konu günümüzde de tazeliğini korumaktadır Bugünün kızlarını, onları mesud yahut bedbaht edebilecek hususları birer ibret levhası şeklinde yansıtmaktadır Peyami Safa, Türk kültür yaşamında yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936, 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953-1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş, yazar Batılı kaynakların bir "Zalim" olarak tanıttıkları hun hükümdarı Atilla'yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır Prof Dr Memet Tekin, Y Doç Dr Mehmet Önal ve Dr Nan a Lee Peyami Safa hakkında birer doktora tezi vermişlerdir Beşir Ayvazoğlu'nun yazar (Peyami Safa) hakkında Ötüken Yayınları'ndan çıkmış, biyografik bir eseri bulunmaktadır Eserleri Hikâye Bir genç (1921)
Mahşer (1924)
Gün Doğuyor (1937) Fikrî Eserleri Zavallı Celal Nuri Bey (1914)
Ders Kitapları Cumhuriyet Mekteplerine Millet Alfabesi (1929),
|
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıAtilla İlhan'dan Şiirler Kimi Sevsem Sensin her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet sarışın başladığım esmer bitiyor anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli dudakları keskin kırmızı jilet bir belaya çattık / nasıl bitirmeli gitar kımıldadı mı zaman deliniyor kimi sevsem sensin / hayret kapıların kapalı girilemiyor * * * kimi sevsem sensin / senden ibaret hepsini senin adınla çağırıyorum arkamdan şımarık gülüşüyorlar getirdikleri yağmur / sende unuttuğum hani o sımsıcak iri çekirdekli senin gibi vahşi öpüşüyorlar kimi sevsem sensin / hayret in misin cin misin anlamıyorum ELDE VAR HÜZÜN söyleşir evvelce biz bu tenhalarda ziyade gülüşürdük pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının ne meseller söylenirdi mercan koz nargileler zamanlar değişti ayrılık girdi araya hicrana düştük bugün ah nerde gençliğimiz sahilde savruluşları başıboş dalgaların yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller elde var hüzün o şehrayin fakat çıkar mı akıldan çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması sırılsıklam aşık incesaz kadehlerin mehtaba kaldırılması adeta düğün hayat zamanda iz bırakmaz bir boşluğa düşersin bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için elde var hüzün SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN Sen benim hiçbir şeyimsin Yazdıklarımdan çok daha az Hiç kimse misin bilmem ki nesin Lüzumundan fazla beyaz Sen benim hiçbir şeyimsin Varlığın yokluğun anlaşılmaz Galiba eski liman üzerindesin Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak Dudaklarınla cama çizdiğin En fazla sonbahar otellerinde Üniversiteli bir kız uykusu bulmak Yalnızlığı öldüresiye çirkin Sabaha karşı öldüresiye korkak Kulağı çabucak telefon zillerinde Sen benim hiçbir şeyimsin Hiçbir sevişmek yaşamışlığım Henüz boş bir roman sahifesinde Hiç kimse misin bilmem ki nesin Ne çok çığlıkların silemediği Zaten yok bir tren penceresinde Sen benim hiçbir şeyimsin Yabancı bir şarkı gibi yarım Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak Hiç kimse misin bilmem ki nesin Uykumun arasında çağırdığım Çocukluk sesimle ağlayarak Sen benim hiçbir şeyimsin |
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıAtilla İlhan 15 Haziran1925'te Menemen'de doğdu Kardeşi, oyuncu Çolpan İlhan'dır İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir'de, kalanını ise babasının mesleği dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı Üç hafta gözaltında kaldı, iki ay hapis yattı Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı'nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle pek çok ünlü şairi geride bırakarak ikincilik ödülünü aldı 1946'ta mezun oldu İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla çıkardı Paris Yılları 1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti Bu harekette aktif rol oynadı Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi Sansaryan Han'daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır Bir kaç kez gözaltına alındı İstanbul - Paris - İzmir Üçgeni 1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır 1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar Sanatta Çok Yönlülük 1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul'a dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e geri döndü Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı 1968'de evlendi, 15 yıl evli kaldı İstanbul'a Dönüş 1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak'ı Ankara'da yazdı 1981'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti İstanbul'da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart1982 - 15 Kasım1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi'nde sürdürdü 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: " birçok roman yazdım daha önceden Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar O da romancılık değildir Günlük tutmaktır" (Düşün, Haziran 1996) Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu Sadece İstanbul, İzmir gibi Türkiye'nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye'ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde irdeliyordu Hazırlık ve Arayış Dönemi Romanda 'hazırlık ve arayış dönemi' diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür Yazıldığı yıllarda Türkiye'deki batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam'da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez'de Avrupa'da komünist ve anti-komünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan'ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda önyargı oluşturmazlar Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için bakın neler diyor:" Kitap 'soğuk savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu' çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim" Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır Olgunluk Dönemi Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez'de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır Oysa Kurtlar Sofrası'nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir- ki sonradan yazdığı beş kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmuştur- Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları ve O Karanlıkta Biz bu seriyi oluşturan romanlar Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşebaşlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden herbiri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür Politik Araştırma ve Düşünceleri Attilâ İlhan, vefatından önceki son yıllarını tarih araştırmalarına vermişti Kendisine, Atatürk'ün eşsiz bulduğu dehasını herkesle paylaşma misyonunu edinmiş, Türkiye'nin yakın tarihi hakkında düşündüklerini çoğunlukla belgelere dayandırarak televizyon ekranından topluma seslenme gereği duymuştu Milli Mücadele yıllarının hangi şartlarda kazanıldığından ve o dönemin olağanüstü ruh halinden devamlı bahseder, Türkiye'nin olası bir Avrupa Birliği (AB) üyeliğinde egemenliğini AB Devletleri ile paylaşacak olmasına ise şiddetle karşı çıkardı Batılı devletlerin dostları değil, sadece çıkarları olabileceğini söyler, onların sömürgecilik anlayışlarını hemen her platformda tarih ve belgeleri ile vererek eleştirmekten çekinmezdi Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasına giden süreçte Tanzimat Fermanı'nın çok büyük bir darbe olduğunu düşünür, bu tarihten sonra Osmanlı'nın çözülmesinin hızlandığını söylerdi Mustafa Kemal'in bilgisi, dehası, yaptığı hareketlerde toplumu hep arkasına alması (teşkilatçılığı) ve yaptığı devrimlere olan hayranlığını her platformda vurgulayan Attilâ İlhan; onun, yaptığı devrimlerde Fransa'yı örnek almasına rağmen Avrupa devletleri ile kurduğu mesafeli ilişkileri her zaman övmekten geri durmadı Gâzi'nin ölümünden sonra İsmet İnönü'nün batı yanlısı kararlarını ise her zaman eleştirdi Günümüz aydınlarının çoğunun batı yanlı duruşları olduğunu söyleyip onları halkı tanımamakla eleştirir, eski halkla bütünleşmiş ve millet çıkarları için hareket eden aydın tiplerinin artık yok olma aşamasına geldiğini söylerdi Üniversite öğrencilerince yapılan eylemlerin bir hedefe varamayacağını, çünkü öğrencilerin iktisadiî üretimde rol almadıklarını söyler, Fransız Devrimi'nin işçi sınıfı tarafından yapıldığından dem vururdu Türkiye'de işçi sınıfını temsil eden bir siyasî partinin bulunmadığını, bunun gerçek demokrasinin önünde engel olduğunu söyler ama böyle bir partinin bir gün kurulacağını düşünürdü Halka rağmen yapılacak olan hiçbir şeyin uzun süreli olamayacağını ise her zaman tekrarlamaktan geri durmadı Anlattığı veya yazdığı olaylara hakim olması, kimsenin kişiliğine saldırmamaya özen göstermesi, onun, her kesimden insan tarafından takdir kazanmasını sağlamıştır Ölümü Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan'ın 2004'ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu 10 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı Tüm Eserleri Müzik Albümleri An Gelir / Kendi Sesinden Şiirleri (2006) Şiir kitapları Duvar (1948)
Sokaktaki Adam (1953)
Yengecin Kıskacı (1999) Deneme-Anı [değiştir]
Hangi Sol (1970)
Bir Sap Kırmızı Karanfil (1998)
|
Türk Edebiyatının Unutulmazları |
06-24-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Edebiyatının UnutulmazlarıAŞK RESMİ GEÇİDİ* (Orhan Veli'den bir şiir) * Şairin ölümünden sonra, bu şiirin elyazması, diş fırçasına sarılı bir kâğıtta bulunmuştur Fakat bazı parçaları okunamamıştır Birincisi o incecik, o dal gibi kız Şimdi galiba bir tüccar karısı Ne kadar şişmanlamıştır kimbilir Ama yine de görmeyi çok isterim, Kolay mı? ilk gözağrısı ………………… çıkar ……………… dururduk mahallede …………………… halde ……adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara ………………… yangın yerlerinde Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyük Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları Gülmekten katılırdı, okudukça Bense bugünmüş gibi utanırım O mektupları hatırladıkça Dördüncüsü azgın bir kadın, Açık saçık şeyler anlatırdı bana Bir gün de önümde soyunuverdi Yıllar geçti aradan, unutamadım, Kaç defa rüyama girdi Beşinciyi geçip altıncıya geldim Onun adı da Nurünnisa Ah güzelim Ah esmerim Ah Canımın içi Nurünnisa Yedincisi Aliye, kibar bir kadın Ama ben pek varamadım tadına, Bütün kibar kadınlar gibi, Küpe fiyatına, kürk fiyatına Sekizinci de o soyun soyu: Sen elin karısında namus ara, Kendinde arandı mı, küplere bin Üstelik kendinde de Yalanın düzenin bini bir para Ayten'di dokuzuncunun adı, Barlarda göbek atar İş başında şunun bunun esiri, Ama bardan çıktı mı, Kiminle isterse onunla yatar Onuncusu akıllı çıktı Bıraktı gitti beni Ama haksız da değildi hani, Sevişmek zenginlerin harcıymış İşsizlerin harcıymış İki gönül bir olunca Samanlık seyranmış ama, İki çıplak da —olsa olsa— Bir hamama yakışırmış İşine bağlı bir kadındı on birinci Hoş, olmasın da ne yapsın? Bir zalimin yanında gündelikçi; Adı Luksandra Geceleri odama gelir, Sabahlara kadar kalır Konyak içer, sarhoş olur, Sabahı da, işbaşı yapardı şafakla Gelelim sonuncuya Ona bağlandığım kadar Hiçbirine bağlanmadım Sade kadın değil, insan Ne kibarlık budalası, Ne malda, mülkte gözü var Eşit olsak, der, Hür olsak, der İnsanları sevmesini de bilir, Yaşamayı sevdiği kadar (Son Yaprak, 121951) |
|