Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Nesil Bilinçlendirme Kampı - Gizli Tehlikeler & Tehditler > Nesil Bilinçlendirme Kampı > Nerden & Nasıl Geldik

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çocuk, osmanlı’da, terbiyesi

Osmanlı’da Çocuk Terbiyesi

Eski 05-17-2010   #1
GöKKuŞaĞı

Osmanlı’da Çocuk Terbiyesi



Osmanlı’da çocuk terbiyesi




Gerçi bu günü her sene kutluyoruz Her sene çocukları bile etkilemeyen bir birinin benzeri nutuklar çekip, tutmadığımız, tutmayacağımız vaatlerde bulunuyoruz Ama çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiği konusunu hâlâ pek fazla düşünmüyoruz… Bu konuda özgün örneklerimize bakmıyoruz Belki de bu yüzden Türkiye’nin insan kaynakları kurumuş vaziyette Türkiye hemen hiçbir alanda “cevher insan” yetiştiremiyor… Oysa geçmişimiz, yalnız zaferler açısından değil, insan kaynakları açısından da son derece zengindir…

Şu halde Fatih’ler, Selim’ler, Süleyman’lar, Sinan’lar yetiştirmiş ceddimizin, çocuk eğitimi konusunda, bizimkinden farklı, ama daha iyi metotları vardı… Daha fazla vakit kaybetmeden bu metodolojinin kaynaklarına ulaşmamız ve güncelleyip çağa taşımamız gerekiyor

Öncelikle şunu görmek gerekir ki, Osmanlı ailesi ve eğitimi, çocuklara müthiş bir özgüven veriyordu Batılı yazarlardan M de Thevenot, biraz da yadırgayarak bu özgüveni dile getiriyor:

…Türklerin kusurlarına gelince, son derece azametli, boylu-poslu oldukları için, kendilerini bütün milletlerden üstün tutarlar ve kendilerini yeryüzünün en cesur insanları sayarlar Dünyayı kendileri için yaratılmış sanırlar
Bundan dolayı da bütün diğer milletleri ve özellikle kendi dinlerinden olmayan Hıristiyan ve Yahudi milletleri toptan küçük görürler

Bu yaklaşım, Thevenot’un sandığı gibi “öteki“leri “küçük görmek” değildi elbet, kendini “olduğu gibi” görmekti Şimdiki dilde buna “özgüven” diyorlar Yani Osmanlı insanı dinine, milliyetine, milletine ve devletine inanıyor, bunlara inandığı için de kendine güveniyordu Yılmaz ve yıkılmaz olduğunu düşünüyordu Çocuklarını da bu öğreti ile yetiştiriyordu

Sonuç olarak aile, mektep-muallim ve çevre el ele, Murad, Selim, Süleyman, Sinan gibi “cevher insan“a ulaşıyorlardı Bu gerçeği, Batı hayranlarını da etkilemek amacıyla, dilerseniz Avrupalı gezginlerin, yazarların, diplomat ve araştırmacıların eserlerinden aktaralım

Mesela, “Türkiye Seyahatnâmesi“yle meşhur Du Loir’ın 1650′lerdeki ahlâkımız hakkındaki hükmü şu:

Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir

Bugünkü “siyasi” ve “medeni” hayatımız için aynı şeyi söyleyebilir misiniz?
A L Castellan’dan bir tespit:

Osmanlılar, ihtiyarlara ve çocuklara büyük ilgi gösterirler

Modernleşme-medenileşme” amacıyla “Avrupalılaşma” sendromunun aileden dışlayıp yalnızlaştırdığı “dede” ve “nine“lerin boşluğu hiçbir şekilde dolmuyor… Çocuklarımız onların yoğun şefkat-sevgi sarmalında yumuşattıkları öğütlerinden ve deneyimlerinden mahrum büyüyor

Eskiden böyle değilmişiz Bunu bize Onyedinci Yüzyılda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunan Sir James Porter (ki tam bir İslâm ve Türk düşmanıdır) söylüyor:

Osmanlılarda çocukların analarıyla babalarına karşı besledikleri hürmet, bilhassa şayan-ı takdirdir İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlâtlar az görülür…

Düşünüyorum da, bugün bir yabancı sefirin aynı tarz cümleler kullanmasını pek imkân dâhilinde görmüyorum Çünkü biz kendi kültür ve medeniyet sisteminden koparılıp boşluğa fırlatılmış bir milletiz

Sir James Porter’i dinlemeye devam edelim:
Osmanlılarda anne-baba sevgisi çok kuvvetlidir Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlâtlık vazifesiyle alâkadar olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür…

Ne yazık ki, aile dışı bağlarımızdan sonra (komşuluk ilişkisi gibi) aile içi “sarsılmaz bağlılığı” da çoktan kaybettikKuvvetli anne-baba sevgisini” ve “itaat duygusunu” gömdükMürteci” derler korkusuyla arkalarından bir Fatiha bile okuyamıyoruz

Osmanlı toplumuna hayranlık duygularını dile getiren sadece Sir James Porter değil elbet, pek çok Avrupalı gezgin böyle düşünüyor Bunlardan biri de meşhur Fransız yazarlardan Dr A Brayer’dirNeuf années à Constantinople” isimli eserinde Osmanlı toplumunun sevgi, saygı ve dayanışma ruhundan, yardımseverliğinden, ikramından, çocuklarına düşkünlüklerinden ve insanı minnettar bırakan yardımseverliklerinden uzun uzun söz ettikten sonra işin özüne iniyor ve bütün bu mükemmelliklerin kaynağını açıklıyor:

Dinin mânen zincirlemiş olduğu hakiki Müslümanlar, ancak onun kendilerine çizmiş olduğu daire dahilinde hareket ediyorlar…

Kimi aydınlarımızın bir türlü gelmek istemediği bu noktaya bir yabancı gezginin üstelik 18 asırda gelmiş olması ilginç ve düşündürücüdür Brayer, Osmanlı toplumunu yücelten esrarı keşfetmiş ve çekinmeden kitabına geçirmiştir
Şöyle devam ediyor:

O su bentlerini, yol boylarıyla gezinti yerlerinde rastlanan sayısız çeşmelerle sebilleri, yolcuları barındırıp dinlendirmek ve yiyeceklerini temin etmek için yapılan o hamamlı, çok odalı ve etrafları sıra sıra dükkânlı hanları kuran da o ruhtur…

Hangi ruh” sorusuna, Dr Brayer şu cevabı veriyor:

Kur’ân’ın mü’minleri teshir eden (adeta esir alan) ruhu!
Dr Brayer, Osmanlı’nın ruhu çalınmış torunlarını görse acaba şimdi neler söylerdi?

Brayer, eski aile hayatımıza da bakıyor:
Birtakım menfaat kaygıları, eğlence düşkünlükleri, çok defa kadınların da iştirak ettiği ticarî muamele gaileleri (çalışan kadın sendromu), hasılı başka memleketlerin her şeyleri, kadınların çocuklarına karşı şefkatlerini azalttığı halde; Osmanlı’nın aile hayatı, bilakis bütün bu hislerin bir merkezde toplanıp artmasını temin etmektedir

Şerhe, izaha, yoruma gerek var mı?
İşin özü ve özeti şu ki, Osmanlı ailesi çocuk yetiştirmek üzere kurumlaşmıştı… Çünkü bir topluma verilebilecek en mükemmel armağan “iyi” bir çocuktur Ceddimiz dengelerini buna göre oturtmuş, buna göre kendini geliştirmiş, aileyi ve eğitim kurumlarını buna göre oluşturmuştu

Şimdiki Avrupaî aile yapımızda ise anne de çalışıyor, baba da Nineler ve dedeler zaten aile dışına çıkarılmış Bu durumda çocuklar ya sokağa emanet, ya da (daha iyi bir ihtimalle) kreşlere…

Dr Brayer, Osmanlı aile hayatına temas ederken, bilhassa yetişkin çocukların anne-babaları ile birlikte oturmaktan derin bir haz duyduklarını belirterek diyor ki:

Çocuklar yetişip adam oldukları zaman, (Osmanlı toplumunda) analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları halde…

Ve, geçiyor kendi toplumunu (âdeta şimdiki yapımızı) tenkide:

Başka memleketlerde çok defa çocuklar, olgunluk çağına girer girmez (ekonomik özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz) analarıyla babalarından ayrılmakta, ekonomik menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe tartışmakta, hatta bazan kendileri refah içinde yaşadıkları halde anne-babalarını sefalete yakın bir hayat içinde bırakmakta, zavallılara karşı âdeta yabancılaşmaktadırlar…

Biz de Avrupalılaştık ya, şimdi aynı durumdayız… Aynı sıkıntıları, aynı hasreti çekiyoruz… İşin tuhafı Avrupa aile kurumunu bozmanın faturasına toplumun dayanamadığını görmüş ve aile kurumunu sağlamlaştırma arayışlarına yönelmiştir… Biz ise eloğlunun döndüğü yolda doludizgin ilerliyoruz

A Ubicini yazıyor:
…Çocuklarını bundan daha fazla sevgi, özen ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum İşin garibi, bütün bu şefkatle ihtimamın annelerden çok babalarda derinleşmiş olmasıdır Cuma günleri (Cuma Osmanlı’da tatil günüdür) veya bir bayram günü, Osmanlı Türkü’nün, çocuğunun elinden tutup sokakta gezdirmesi, adımlarını çocuğun adımlarına göre ayarlaması, çocuğun yorulduğunu görünce omzuna alması veya bir aralık dinlendiği kahve peykesinde yanına oturtup en derin şefkatle konuşarak çocuğun bütün hareketlerini dikkatle takip etmesi görülecek şeydir

Bundan da anlaşılacağı gibi, Osmanlılar, hayatın tümünü çocuklarıyla paylaşırlardı Şimdi ancak zaman kırıntılarını paylaşabiliyoruz

Ne yapmamız gerektiğini yine bir yabancı, Avusturya Başvekili Prens Metternih, hemen hemen aynı tarihlerde, Tanzimat dönemi (1840′lı yıllar) yöneticilerine yazdığı mektupta söylüyor:

Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza âdet ve maişet tarzınıza uymayan kanunları alıp iktibas etmeyiniz Zira Garp kanunları, hükûmetinizin temelini teşkil eden kanunların dayanağı bulunan usul ve kaidelere asla benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur Garp medeniyetine esas olan şey, Hıristiyan kanunlarıdır… Siz Türk kalınız Lâkin mademki Türk kalacaksınız, İslâmiyete yapışınız…

Başka söze ne hacet?

Yavuz Bahadıroğu

__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.