Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çocukluğu, hayatıhz, muhammed, muhammedin, savin, yaşamıhz, ölümü

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Hz Muhammed (SAV)'in Hayatı-Hz Muhammed'in Yaşamı-Hz Muhammed Çocukluğu Ölümü
Hz Muhammed (SAV)'in Hayatı-Hz Muhammed'in Yaşamı-Hz Muhammed Çocukluğu Ölümü
PEYGAMBERIMIZIN DOGUMU
Peygamberimiz Fil vakasından 50 gün sonra, Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü, tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu

PEYGAMBERIMIZ DOĞDUĞUNDA BAZI HADISELER VUKU'A GELDI
Peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler vuku'a geldi Bunlardan bazılarını söyle sıralayabiliriz:
Peygamberimiz, anadan sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu Peygamberimiz doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini, yere dayamış başını semaya kaldırmış olarak doğdu Peygamberimiz doğduğu zaman, bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın doğduğu gece, Ahmed doğmuştur dediler Bir çok Yahudi alimi Tevrat'tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir
Peygamberimiz doğduğu gece Kisra'nin sarayından on dört şerefe yıkıldı İranlıların, bin yıldan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi Save Gölünün suyu çekildi Sema ve Vadisini su bastı Iran Sahi, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü, ve telaşa düştü

PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ ABDULLAH
Peygamberimizin babası Hz Abdullah Kureyş'in ileri gelen delikanlılarından idi Güzel yüzlü, iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu Mekke'nin bütün genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı Babasına o kadar itaatliydi ki babasının izinden hiç çıkmazdı Hatta birinde babası Abdulmuttalip Allah'a dua etmiş ve "Allahım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim" demiş, on evladı olunca da Allah'a verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullah'ı kurban etmek istemiştir Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir Etraftan yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vazgeçmiş onun yerine 100 Adet Deve kurban etmiştir
Hz Abdullah Hz Amine ile evlendikten kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı Medine'de dayısı Beni Adiy bin Neccar'in yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti Hz Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı

PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI
Yeni doğan çocukları süt anneye vermek; Kureyş ve sair Arap eşrafının adeti idi
Bu da; kadınların kocaları ile daha iyi meşgul olmalarını ve çocukların da ,özellikle, havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yasayan şerefli kabileler arasında, sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi
Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke`ye gelirler, çocukları alıp götürürlerdi
Peygamber efendimizi (AS) Ben`i Sa`d bin Bekr kabilesinden süt annesi Halime hatun götürdü
Peygamberimizin Süt kardeşleri şunlardır:
Abdullah b Haris Üneyse binti Haris, Şeyma binti Haris
Peygamberimizi yetim olduğu için Arap kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti Peygamberimizi aldıktan sonra Halime ve Ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti
Bunlardan bazılarını Halime'nin dilinden dinleyecek olursak Halime Hatun der ki;
" İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı Ben, kır merkebimin üzerinde idimYanımızda, yaşlı bir devemiz vardı, bize bir damla süt vermiyordu Üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi yol arkadaşlarımı çileden cıkartıyordu Nihayet Mekke'ye varıp emdirilecek oğlan çocukları aramaya başladık İçimizden hiç bir kadın Muhammed'i almak istemiyor, ondan uzak duruyorduk Çünkü, bizler emdireceğimiz çoçuğun babasından bahise kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk
Bir ara Muhammed'in dedesi Abdulmuttalip'le karşılaştım, bana; İsmin nedir ? diye sordu
Halime dedim Bana;
Ey Halime! Benim yanımda bir yetim çocuğum var onu emzirmek için Beni Sa`d kabilesi kadınlarına teklif ettim öksüz olduğu için kabul etmediler Sen kabul eder misin ?
Ben, "Bana biraz müsaade et de kocama bir danışayım" dedim
Hemen kocamın yanına döndüm, ona haber verdim Kocam izin verince Muhammed'i aldım
Muhammed bize gelince, evimiz öyle bereketlendi ki kocamla hayretler içinde kaldik Sütü çekilmiş olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimizi, yolda başka hiç bir binek hayvan geçememeğe, davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı
Peygamberin çocukluğu daha değişikti Daha iki aylık iken, her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu Üç aylık olunca ayakta durmaya çalışıyordu Dört aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu Beş aylık olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu Altı ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı Yedi aylık iken her tarafa gidebiliyor, koşabiliyordu Sekiz aylık iken, konuşuyor, konuşulanı anlayabiliyordu On aylık iken ok atabiliyordu İki Yılı doldurduğu zaman, oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu Onu annesine götürdük Ama biz, Onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk "

HZ AMINE'NIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI
Hz Amine Peygamberi de yanına alarak Medine'deki Neccar oğullarından olan dayılarını ziyarete gitti Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular
Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı Hz Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı ve acilen Mekke'ye dönmek için yola koyuldular
Hz Amine, Mekke'ye gelirken, yolda hastalanıp Evba köyünde durakladi Başucunda duran Peygamberimizin yüzene baktı Sonra da söyle hitap etti:
" Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah'in lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatin oğlu! Allah, Seni, mübarek ve devamlı kilsin ! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa, Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafından, Adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin ! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek, alıkoyacaktır
Her canlı varlık ölecektir Bende öleceğim Fakat temelli anılacağım Çünkü, temiz bir oğul doğurmuş, arkamda hayırlı bir anı bırakmış bulunuyorum" demiştir
Ve Hz Amine Ebva'da vefat etti Hazret-i Amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi
Dünyada, böylece babasız ve annesiz kalan Peygamberimizi, yüce Allah, hamisiz bırakmadı:
Önce dedesi Abdulmuttalib'in yanında, sonra da amcası Ebu Talib'in yanında kaldı Peygamberimiz, sekiz yaşına kadar, dedesi Abdulmuttalib'in yanında, sekiz yaşından sonra da Amcası Ebu Talib'in yanında kaldı

PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI
Kureyşliler, öteden beri ticaretle uğraşırlardı Ticaretle uğraşmayanların ise, ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı Peygamberimizin de, Hz Hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur Nitekim, Said bEbu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortağı idi Peygamberimizin, ticaret yapmak için, sermayesi olmadığından, Hz Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureyşiler'den tuttuğu, başka bir zatı da, Peygamberimizin yanına kattı Hz Hatice yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve veriyordu Peygamberimiz, Hzi Hatice`nin ticaret malını Şam`a götürmek için, ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar Peygamberimizle kervan halkı Şam`a gitmek için yola koyuldular Şam topraklarından Busra'ya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra, Mekke'ye yardımcısı olan Meysele ile birlikte geri döndü

PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI
Peygamberimiz Hz Hatice adına ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmişti Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyşliler'in en soylu kadınlarından olan Hz Hatice ile evlendi

PEYGAMBERIMIZIN COCUKLARI
Peygamberimizin, Hz Hatice'den, iki erkek çocuğu, dört kız çocuğu doğmuştur Isimleri şöyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep, Rukayye , Ümmü Külsüm, Fatima ve Cariyesi Mısırlı Maria`dan doğan Ibrahim`dir

KABENIN KUREYŞILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI
Bir Kadın, Kabe Hareminde buhurdanlıkta Öd ağacı yaktığı sırada , buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbe'nin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ile de Kâbe'nin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti
Bunun icin, Kureysliler Kabe'nin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerine de tavan çatmak istiyorlar, fakat, yıkmağa kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar, aralarinda meşvere ediyorlardı
Tam bu sırada Rum tüccarlarından birisine ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi, bunu fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kabe inşaası için gerekli malzemeleri almış oldular Ve Kâbe'nin inşaatına başladılar
Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler, birbirleriyle anlaşamadılar Hatta işi o kadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı Kureyşiler, bu iş üzerinde dört veya beş gece durdular Sonra Kureyş'in yaşlılarından Ebu Ümeyye bin Mugire bir teklifte bulundu
Teklifine göre, mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı Bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler
Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün Kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemligine razıyız dediler
Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurduve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymuş oldu

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Ne bir kaçış, ne de sıradan bir göç
HİCRET
Bin dört yüz yirmi altı yıldan beri, mü’minler yılları Hicret’le sayarlar Mü’minler diyarında zaman, “Hicret’ten önce” ve “Hicret’ten sonra” diye ikiye ayrılır
Hicrî Takvim diye bir takvimin varlığı, tek başına, Hz Peygamberin (sav) Mekke’den Medine’ye hicretinin ne derece önem arz ettiğini anlatmaya herhâlde yeterlidir
Hz Peygamberin İslâm’ın on üçüncü yılında gerçekleşen on iki günlük hicreti, gerçekten tarihin akışı içinde o derece önemli bir kavşak noktasıdır ki, İslâm toplumunun 1426 yıldan beri yılları ona atıfla sayıyor olması kesinlikle yerindedir
Hicret denilen şey, ilk bakışta, iki Mekkelinin Mekke’yi terk edip Medine’ye göç etmesi olarak gözükür gerçi Ancak, bu göç o kadar derin sırlar, o kadar geniş ve köklü hakikatler ve o derece aşikâr mucizeler barındırır ki, on iki günlük bu yolculuk, sonraki yıllara ve yüzyıllara rengini verecektir
Çünkü, Mekkeli o iki kişi, “herhangi bir Mekkeli” değildir Kur’ânî tabirle, “o ikinin birincisi” (bkz Tevbe Sûresi, 10:40) olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, yine Kur’ân’ın bildirdiği üzere resûlullah, hâtemü’l-enbiya, habibullah ve rahmeten li’l-âlemîndir Mekke’den Medine’ye, herhangi bir kişi değil, kudsî peygamberler zincirinin son ve en büyük halkası göç etmektedir Yanında ise, on üç yıllık Mekke hayatı boyunca bir peygamberin getirdiği hakikate teslimiyetin en zirve örneğini temsil ederek “sıddîkiyet” ünvanıyla taçlanan Ebu Bekir es-Sıddîk vardır

Hicret’te Mekke
Hz Peygamberin en yakın sahabisi Hz Ebu Bekir ile birlikte gerçekleşen hicret yolculuğu, terk edilen yer ve gidilen yer açısından da büyük dersler barındırır Terk edilen yer, Kur’ân’da bizatihî Rabbimizin övdüğü bir mekân olarak Mekke’dir İçinde Kâbe’nin bulunduğu şehirdir yani Kâbe ki, “Beytullah” olarak da nam salan bu yapı, yeryüzünde Allah için, Onun rızası yolunda yapılan ilk bina hükmündedir Ve Mekke, Hz İbrahim ve İsmail başta olmak üzere birçok peygamberin hatırasını barındıran ve pek çok mucizenin tecessüm ettiği yer olan Kâbe’nin hatırına, içinde kan döküp adam öldürmenin yasaklandığı “haram belde”dir
Gelin görün ki, yeryüzündeki bu en mübarek belde, ayrılırken Hz Peygamberin söylediği üzere “Allah’ın arzında bu en sevgili yer” merkezinde Beytullah yer aldığı ve nice peygamberin hatırasını üzerinde taşıdığı halde şimdilerde artık şirkin egemenliğindedir Fıtratını Fâtırına açmış bir “hanîf” ve put yapıcı Azer’in oğlu olduğu halde bir put yıkıcı olarak Hz İbrahim’in (as) hatırasıyla yüklü bu şehirde, İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmların miras bıraktığı tevhid hakikati şirk bulaşığıyla lekelenmiş; tek bir Allah’a imanın yerine yavaş yavaş “Allah’ın en üst mertebede görüldüğü, ama nice putun da ilâhlaştırıldığı bir “ilâhlar hiyerarşisi” anlayışı, yani şirk yerleşmiştir Mekke, bu hâliyle, “mübarek”liği lekelenmiş olsa bile hâlâ “kutsal” bir yerdir; ve Kâbe’ye ve civarına yerleştirdikleri yüzlerce putla Mekkeliler “kutsalın tacirleri”dir

Mekke’deki statüko duvarı
O yüzden, Hz Peygambere Mekke’de gelen vahiy Mekkeliler başta olmak üzere insanları tevhide, yüzlerini “hanîf” olarak dine çevirmeye davet ettiğinde, Mekke direnişlerin en kötüsüyle direnmiştir Hz Peygamber, İbrahim Aleyhisselâm gibi, “Ben yüzümü göklerin ve yerin Fâtırına yönelttim Ben müşriklerden değilim” buyursa da, binlerce Mekkeli arasında on üç yıl içinde bu davete icabet eden yalnızca birkaç yüz kişi vardır Sözlerin en güzeli olarak Kur’ân, Mekke müşriklerinin yüzlerce yıl içinde oluşturduğu statüko duvarıyla karşılaşmıştır Mekkeliler, serbest bırakıldığında her aklı ve her kalbi etkileyeceğinden emin oldukları bu sesi boğmak için, en nihayeti, işi İlâhî vahyin elçisini öldürme planına kadar getirmişlerdir Hicret de, tam da bu planın uygulamaya konulacağı gün gerçekleşmiştir

Yesrib ona kucak açıyor
Merkezinde Beytullah’ın yer aldığı “haram” ve “kutsal” belde olarak Mekke’nin yüz yüze geldiği bu durumla karşılaştırıldığında, gidilen yer olarak Medine’nin durumu tam bir zıtlık arz eder Mekke’nin Kâbe vesilesiyle sahip olduğu bu “mukaddes” konuma karşılık, o günlerin Medine’si “Yesrib” adıyla anılan orta halli bir şehir hükmündedir Ona “kutsal”lık kazandıracak özel bir niteliği olmadığı gibi, o günün dünyasında ticareti, jeopolitik durumu, bilimsel ve kültürel konumu vs açısından da özel bir niteliği haiz değildir Bilakis, iki kardeş kabilenin, Evs ve Hazrec’in şehri olarak, bu iki kardeş kabile arasındaki yıkıcı savaşlar yüzünden gitgide daha da zayıflamış bir haldedir

Hicret’le, Yesrib Medinetü’n-Nebî oluyor
Ama işte o Yesrib, bütün dünyanın karşılarında olacağını bile bile Hz Peygambere ve Mekkeli mü’minlere yüreğini ve kapılarını açarak, bütün dünya şehirleri arasında Mekke’den sonra en şerefli konuma yükselmiştir Hz Peygamberin Mekke’den hicret ettiği yeni yurt olarak Yesrib, Medinetü’n-Nebî, yani Peygamberin şehridir artık ve çağlar boyu hep böyle anılacak ve Medine denilince akıllara muhakkak Hz Peygamber de gelecektir O Yesrib ki, Peygambere yüreğini ve kapılarını açarak, taşıyla toprağıyla mübarek bir kutsal belde haline gelmiştir

Hicret kutsiyete kavuşma belgesidir
Hicret, terk edilen yer kadar, gidilen yer açısından da önem taşır açıkçası Mekke’nin Hz Peygamberi ve mü’minleri hicrete mecbur bırakan o günkü hâli, bir kutsal beldenin dahi yüreği ve aklı kirli insanlar elinde nasıl bir çöküş yaşayabileceğinin belgesi iken, Medine’nin hali sıradan bir beldenin Allah’ın resûlüne ve ona imanları uğruna yurtlarını terke razı olan mü’minlere her ne pahasına olursa olsun kucak açarak nasıl da yükselip kutsiyete kavuşabildiğinin belgesidir

Hicret bir mucizedir
Hicret’in verdiği bir diğer ders ise, Hicret’in vakti ve şekli ile ilgilidir Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, Resûlullah’tır Mekke’de nazil olan Necm Sûresinde bildirildiği üzere, “kendinden konuşmayan, ona vahyedileni bildiren” bir resûl O, hicret kararına ve hicretin vaktine de kendisi karar vermez Hicret, Hz Peygamberin kendi aklınca düşünüp uygulamaya koyduğu bir göç değildir Yeri de, zamanı da Allah tarafından bildirilmiştir Allah’ın Resûlü tarafından, Allah’ın emrettiği tarihte, Allah’ın emrettiği şekilde, Allah’ın dini adına yapılan bir göç olduğu için de, daha ilk anından itibaren, mucizeler ile gerçekleşmiştir
Hz Peygamberi öldürmek üzere evini sarmış Mekkelilerin kapısından çıkarken onu görememeleri, Hz Peygamberin attığı bir avuç kumun hepsinin gözüne bir avuç kum olarak isabet etmesi, Hz Peygamber ve Hz Ebubekir’in sığındıkları mağarada bir güvercin ve bir örümcek tarafından korunmaları, Hz Peygamberi Medine yolunda yakalamaya çalışan Süraka’nın atının her hamlede kuma saplanması, Ümmü Ma’bed’in sütsüz koyununun memelerini sıvazladığında o zayıf ve sütsüz koyunun memelerinin sütle dolması… Derken on iki günlük bu yolculuk, Allah’ın onun için yurdunu terk edene nasıl mucizeler bahşettiğinin; onun için varını yoğunu terk edene, kâinatın nasıl musahhar kılındığının da belgesidir

Hicret feragattir
Ve yine Hicret, yurdundan hicret ederek Medine’ye gelen Muhâcirîn ve yurtlarını onlara açan Ensar düşünüldüğünde de kritik dersler taşır Mekke’de kabuğunu çatlatan hakikat çekirdeğinin Medine’de kök salıp meyveye durmuşsa eğer, bunda her iki topluluğun sergilediği benzersiz adanmışlık ve feragatin büyük bir hissesi vardır Muhacirîn’in yaptığı şey, hiç de kolay değildir
O kadar yıldır her türlü zorluğu ve eziyeti göze alarak Mekke’de imanlarını ilan eden bu mü’minler, Mekke’de kalmanın imkânsız hale geldiği günlerde izn-i İlâhî ile Medine’ye hicret ederken, yurtlarını, evlerini, eşyalarını, akrabalarını, her şeylerini bırakarak hicret etmişlerdir Her şeylerini bırakarak hicret eden Mekkeli Muhacirîn’e Medineli Ensar’ın mukabelesi ise, her şeylerini onlarla paylaşmak ve onların bütün geçimlerini kendi üstlerine almaktır İslâm ağacı, işte böylesi bir karşılıklı feragat toprağında boy vermiştir
Kur’ân’ın da övdüğü üzere “iman kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih eden” bütün bu mü’minlerin beraberliğidir ki, Arabistan’ın Hicaz bölgesinde orta halli bir şehir olan Yesrib’i “Medine-i Münevvere” haline getirmiş; bu “nurlu şehir”de sergilenen mü’minâne yaşayışla nice ülkeler, nice toplumlar ve nice asırlar aydınlanmıştır

Hicret bir dönüm noktasıdır
İslâm tarihinde Hicret’i dönüm noktası kılan, zamanın “Hicret’ten önce” ve “Hicret’ten sonra” diye ayrılmasına yol açan sır da zaten budur
Bununla birlikte, daha nice dersi de içinde barındırır Hicret Öyle ki, onun her bir anı, her bir veçhesi, her bir karesi öğretici ve aydınlıktır Hz Peygamberin, Hz Ebu Bekir’in bu niyetle besliyor olduğu deveyi “hediye” olarak kabul etmeyip ücreti Medine’de ödenmek üzere “satın alması” gibi bir ayrıntısı, bir feragat şahikası olarak Hicret’in “başkaları üzerinden” değil, “kendinden feragat”le gerçekleşmesi gerektiği sırrını pekiştirir Meselâ, Hz Ali’nin, gece vakti mucizevî bir surette evinin kapısından müşriklere görülmeden çıkıp giden Hz Peygamber yerine onun yatağında yatması, gecenin karanlığında veya sabahın alacakaranlığında Hz Peygamber yerine öldürülmeye peşinen razı olmak gibi bir büyük feragatin belgesidir
Hicret yolculuğunda kılavuz olarak Abdullah b Uraykıt’ın, henüz iman etmemiş biri olduğu halde ağzı sıkı ve asla ihanete girişmeyen bir kişi olarak sergilediği duruşun da verdiği bir ders muhakkak vardır Keza, Arap kavimlerinin en şereflisi olarak Kureyş İslâm’a karşı bu kadar direnirken, Hicret yolculuğunda Hz Peygamberin kendileriyle karşılaştığı Eslemlilerin -pek itibar görmeyen kabilelerin başında yer aldığı halde- İslâm’ı kabulde gösterdiği çabukluk ve kolaylığın da bize söylediği bir şey elbette vardır

Hicret, risalet yolundaki en kritik yolculuktur
Velhasıl, her anı ayrı bir ibret yüklü bir büyük yolculuktur Hicret Bu dünyada yaşanmış ve yaşanacak yolculuk ve göçlerin en büyüğü odur Çünkü, insanlığın en şereflisinin, “rahmeten li’l-âlemîn”in risalet yolundaki en kritik yolculuğudur
Bu yolculuğun verdiği derslerin en büyüğü ise, yolculuğun daha başlarında, mağaranın önünü müşrikler doldurmuş iken Hz Peygamberin endişelenen yol arkadaşı Hz Ebu Bekir’e söylediği “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” sözünde gizlidir
Onun, esbabın sukut ettiği o anda söylediği bu söz, onun imanındaki “eminlik” derecesinin nişanesidir Ki, onun bu sözünün övgüyle yad edildiği Kur’ân âyeti (Tevbe Sûresi, 10:40), devamla bize şu dersi vermektedir:
“Allah böylece onun üzerine emniyet ve rahmetini indirdi, sizin görmediğiniz ordularla onu takviye etti ve kâfirlerin davasını alçalttı Yüce olan, Allah’ın davasıdır Allah’ın kudreti her şeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir
Evet, gerçek budur ve gerçekten, Allah hayatını Onun yoluna adayanla her daim beraberdir
Metin Karabaşoğlu


Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



EVLILIK TEKLIFLERI
Mekke'deki zengin tüccarlardan birisi bir kadindi -Esed kabilesinden Huveylid'in kizi Hatice Ayni zamanda hristiyan olan Varaka'nin ve kardesi Kuteyle'nin de kuzeni idi O zamana dek iki kez evlenmisti ve ikinci kocasinin ölümünden beri kendi adina ticaret yapacak bir adam görevlendirmeyi adet edinmisti Bunlardan biri de artik Mekke'de el-Emin (güvenilir), serefli olarak taninan Muhammed (SAV)'di Bu söhreti isekendisine emanet edilen ticaret kervanlarinin sahiplerinden yayiliyordu Hatice, O'nu bir kölesini de yanina vererek ticaret kervaninin basina getirdi Gidip dönene kadar yanindaki köle bir çok mucizelere sahit olmustu Bunlari Hatice'ye anlatti, Hatice de Kuzeni Varaka'ya Varaka "Eger bu dogruysa, Hatice, Muhammed (SAV) kavmimize gönderilen peygamberdir Uzun süreden beri bir peygamberin gelecegini biliyordum ve iste geldi"
Hz Hatice, Hz Muhammed (SAV)'e evlilik teklifi götürdü Hz Muhammed (SAV) maddi imkansizligini ileri sürerek "Ben böyle bir evliligi nasil yapabilirim?" dedi Araci Nuseyfe "Orasini bana birak!" deyince Hz Muhammed (SAV) "O halde benden tarafi tamam" dedi Gereken her sey yapildi ve aralarinda Hz Muhammed (SAV)'nin yirmi disi deve vermesi kararini aldilar
ÇOCUKLARI VE HZ ZEYID
Damat amcasinin evinden ayrildi ve gelinle birlikte yasamak üzere onun evine yerlesti Hatice kocasina bir es oldugu kadar, onun en yakin arkdasi ve ideallerini ve isteklerini paylasan bir dostu idi Acilar ve kayiplar olsa da evlilikleri çok mutlu geçiyordu Hz Hatice, Hz Muhammed (SAV)'e alti çocuk dogurdu, iki erkek ve dört kiz En büyük çocuklari Kasim adinda bir oglan çocuguydu Bundan sonra O'na Ebu'l Kasim (Kasim'in babasi) denmeye baslandi Fakat çocuk iki yasini doldurmadan vefat etti Ikinci çocuklari Zeyneb adinda bir kizdi, onu üç kiz çocugu daha takip etti: Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatima Son çocuklari ise yine çok az bir süre yasayan bir erkek çocuguydu Evlendigi gün Muhammed (SAV) babasindan miras kalan sadik cariyesi Bereke'yi azat etti Hatice ise O'na kölesi Zeyd'i hediye etti Zeyd iyi bir ailedendi, fakat yillar önce kaçirilarak köle olarak satilmisti Muhammed (SAV)'in kölesi olduktan aylar sonra bir gün daha önce yakalayamadigi bir firsati, ailesine haber gönderme imkanini yakalamisti: Mekke sokaklarinda kendi kabilesinden adamlara rastladi Eger onlari bir önceki yil görmüs olsaydi, duygulari çok farkli olurdu Böyle bir karsilasmayi uzun süredir arzuluyordu, fakat simdi saskinliga düsmüstü Rahatinin iyi oldugunu ve geri dönmek istemedigini anlatmak üzere birkaç misra yazip gönderdi Ailesi haberi aldiginda hemen yola çiktilar ve Hz Muhammed (SAV)'e Zeyd'i kendilerine satmasini teklif ettiler Hz Muhammed (SAV) "Birakin kendisi seçsin, eger sizi seçerse hiçbir ücret istemeden onu size veririm; eger beni seçerse, ben; beni seçen birinin üstünde karar verici degilim"dedi Zeyd'e soruldugunda sunlari söyledi: "Senin üstüne baska adam seçecek degilim Sen bana annem ve babam gibisin" Ailesi hayret etti
Hz Muhammed (SAV) daha sonraki konusmalari kisa keserek onlari Kabe'ye davet etti Hicr'de ayakta durarak yüksek sesle sunlari söyledi: "Ey burada bulunanlar, sahid olun ki, Zeyd benim oglumdur, ben onun, o da benim varisimdir" O günden sonra Zeyd, Zeyd Ibn Muhammed diye anilmaya basladi

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



AÇIK DÂVETİN BAŞLAMASI (613-614 M)
Peygamber (sas) Efendimiz ilk üç yıl halkı gizlice İslâm'a dâvet etti Yalnızca çok güvendiği kimselere İslâm'ı açıkladı (62) Başta Hz Ebû Bekir olmak üzere, Hak dini kabul etmiş olanlar da, el altından güvendikleri arkadaşlarını teşvik ediyorlardı Bu üç yıl içinde Müslümanların sayısı ancak 30'a çıkabildi(63) Bunlar ibâdetlerini evlerinde gizlice yapıyorlardı
Peygamberliğin dördüncü yılında (614 M) inen: "Sana emrolunan şeyi açıkca ortaya koy, müşriklere aldırma" (el-Hicr Sûresi, 94) anlamındaki âyet-i celile ile İslâm'ı açıktan tebliğ etmesi emrolundu Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (sas) halkı açıktan İslâm'a dâvete başladı
Harem-i Şerif'e gidip kendisine inen âyetleri açıktan okuyordu:
"Ey insanlar şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülk (ve hâkimiyetine) sâhip ve kendinden başka hiç bir tanrı olmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın sizin hepinize gönderdiği Peygamberiyim O halde Allah'a, ümmî nebiy olan Rasûlune-ki O'da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmıştır,- imân edin, O'na uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız" (el-A'raf Sûresi, 158) diyerek onları İslâm'a dâvet ediyordu
Açık dâvetin başlamasından sonra, halkla daha kolay temas edebilmek için Rasûlullah (sas), kendi evinden, Safâ ile Merve arasında işlek bir yerde bulunan "Erkam"ın evine taşındı Bir çok kimse bu evde İslâm'la şereflendiği için bu eve "Dâr-ı İslâm" denildi(64/1)
4- YAKIN AKRABASINI İSLÂM'A DÂVETİ
"Önce en yakın akrabanı (Allah'ın azâbıyla) korkut" (eş Şuarâ Sûresi, 214) anlamındaki âyet-i celîle inince Rasûl-i Ekrem (sas), Safâ Tepesi'ne çıkarak:
"Ey Abdülmuttaliboğulları, Ey Fihroğulları, Ey Abdimenâfoğulları, Ey Zühreoğulları" diyerek bütün akrabasına oymak oymak seslendi Hepsi toplandıktan sonra:
-"Ey Kureyş cemâati, size "şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman süvârisi var Üzerinize baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?" diye sordu Hepsi bir ağızdan:
-"Evet, inanırız, çünkü şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık, sen yalan söylemezsin" dediler O zaman Rasûlullah (sas):
-"O halde ben size, önümüzde şiddetli bir azâb günü bulunduğunu, Alah'a inanıp, O'na kulluk etmeyenlerin bu büyüyk azâba uğrayacaklarını haber veriyorum Yemin ederim ki, Allah'tan başka ibâdete lâyık tanrı yoktur Ben de Allah'ın size ve bütün insanlara gönderdiği Peygamberiyim(Rasûl-i Ekrem her bir oymağa ayrı ayrı hitâb ederek) Allah'tan kendinizi ibâdet karşılığında satın alarak, azâbından kurtarınız Bu azâbtan kurtulmanız için, ben Allah tarafından verilmiş hiç bir nüfûza sâhip değilim"(64/2)
-"Ey Kureyş Cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz Uykudan uyanır gibi dirileceksiniz Kabirden kalkıp Allah divânına varınca, muhakkak dünyadaki bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz İyiliklerinizin mükâfâtını, kötülüklerinizin de cezâsını göreceksiniz "O Mükâfât ebedi Cennet, cezâ da Cehennem'e girmektir" (65) diyerek sözlerini bitirdi
Peygamberimiz (sas)'in bu sözleri, umumi bir muhâlefetle karşılanmadı Yalnızca Ebû Leheb:
-"Helâk olasıca, bizi bunun için mi çağırdın?" sözleriyle Rasûlullah (sas)'in gönlünü kırdı Bunun üzerine onun hakkında:
"Ebû Leheb'in iki elleri kurusun,yok olsun O'na ne malı ne de kazandığı fayda verdi Alevli bir ateşe yaslanacaktır O Boynunda bükülmüş bir ip olduğu halde, karısı da odun hammalı olarak" (Leheb Sûresi, 1-5) meâlindeki sûre-i celîle nâzil oldu(66)

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Hz MUHAMMED (sas) DOGUMU, ÇOCUKLUGU VE GENÇLIGI
Insanligi hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini saglamak üzere Allah Teâlâ tarafindan gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildigine göre 2I Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de dogdu Islâm tarihi kaynaklari, Hz Peygamber'in nesebi ta Hz Adem'e kadar siralanan Secere tablolari ile belirlemislerdir Bu kaynaklarda Hz Peygamber'in yirminci göbekten atasi olan Adnan'a kadar ittifak edilmis, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazi farkliliklar ortaya çikmistir Ama O'nun Hz Ibrahim'in oglu Hz Ismail soyundan oldugunda süphe yoktur Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'in seceresi söylece siralanir: Muhammed b Abdullah b Abdülmuttalib b Hâsim b Abdümenâf b Kusayy b Kilâb b Mürre b Ka'b b Lüeyy b Gâlib b Fihr b Mâlik b En-Nadr b Kinâne b Huzeyme b Müdrike b Ilyas b Mudar b Nizâr b Me'add b Adnan
Hz Peygamber'in dogumundan iki ay kadar önce babasi Abdullah, ticarî bir seferden dönüsünde Yesrib (Medine)'de vefat etmisti Annesi Amine, Kureys Kabilesinin kollarindan Benû Zühre'nin reisi Vehb b Abdümenaf'in kiz idi O siralarda Mekke esrafi, çocuklarini çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip olduklari için Hz Peygamber, kendi annesi Amine tarafindan ancak bir kaç kez emzirilmis, süt anneye verilinceye kadar da amcasi Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmisti Daha sonra Mekke'ye komsu çöllerde yasayan Hevâzin kabilesinin kollarindan Benû Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz Peygamber'e süt emzirmistir Mekke esrafi tarafindan Mekke'nin agir ve sicak havasi çocuklarin gelisimine ve sagliklarina zararli görülüyor; ayrica hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabanci tesirler altinda kalabildiginden, fesahat ve belâgata önem veren Mekkeliler çocuklarinin dili ögrendikleri ilk yillarinin Arapçanin saf ve bozulmamis sekliyle ve olanca fesahat ve belâgatiyla ari duru konusuldugu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardi Bu bakimdan Araplar arasinda fasih Arapçalari ile ün yapmis Benû Sa'd kabilesi arasinda yaklasik ilk iki buçuk yilini geçiren Hz Peygamber, ileride üstlenecegi ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazirlanmis oluyordu Hz Peygamber'in kirk yasindan itibâren yürüttügü Islâm'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslinda mesakkatli, yorucu, bir takim sikintilari olan mukaddes bir vazifedir Iste bu yorucu ve mesakkatli görevi lâyikiyla yerine getirebilmek için saglam ve sihhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu Hz Peygamber, böylelikle çocuklugunun ilk yillarinda Mekke'nin bogucu sicak ve sitmali havasindan uzaklasmis, suyu ve havasi güzel bâdiyede saglikli bir sekilde gelisme imkânini bulmus oluyordu Diger taraftan güzel konusmanin kitleler üzerindeki etkisi malumdur Ileride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin süphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olmasi ve dili, davasinin ugrunda en iyi sekilde kullanmasi gerekiyordu Iste bu yönlerden Hz Peygamber henüz çocuklugundan itibâren davet faâliyeti için hazirlaniyordu Yalniz kendisi henüz o siralarda ileride peygamber olacagi konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadigindan, bu hazirlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayip, Cenâb-i Hakk'in yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe altinda tutmasi seklinde cereyan ediyordu Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yaninda iken vukû bulan "Gögsünün yarilmasi" (Serhu's-Sadr veya Sakku's-Sadr) olayini da yine davete hazirlik olarak degerlendirmek gerekir Bu olayda Hz Peygamber'in gögsü, görevli iki melek tarafindan yarilmis, kalbi çikarilarak Seytanin ve nefsin tasallut ve saptirmasindan arindirilmis ve Zemzem'le yikanarak tekrar yerine konulmustur Böylece Hz Peygamber, rûhen davete hazirlanmis oluyordu
Serhu's-sadr olayindan sonra süt anne halime tarafindan Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz Muhammed, alti yasina kadar annesi Amine'nin yaninda kaldi Bu siralarda Amine, Hz Peygamber'i de yanina alarak Medine'deki akrabalarini ziyarete gitmisti Bu vesile ile, alti yil kadar önce Medine'de ölen esinin kabrini de ziyaret etmis olacakti Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklasmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsizlandi ve vefat etti; oraya da defnedildi Artik hem yetim, hem de öksüz kalan çocugu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadi Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti Yasli dede, kalben büyük bir muhabbet besledigi bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yil bagrina basti Abdülmuttalib'in temsil ettigi Hâsimogullarinin Mekke'deki itibâri ile Abdülmuttalib'in sahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çikarmis olmasi, onun Mekke'de kendisine son derece saygi duyulan, sözüne itibâr ve itâat edilen bir reis hâline gelmesini saglamisti Abdülmuttalib, Kâbe duvarina bitisik olarak sirf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini tasiyan Dâru'n-Nedve'de Mekke halkinin çesitli problemlerini dinler ve çözüm yollari arardi Dedesi Abdülmuttalib'in yanindan hiç ayrilmayan küçük Muhammed, Dâru'n-Nedve'de yapilan idareye ve çesitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yaninda bulunuyor ve daha o yaslarindan itibaren zulmün hâkim oldugu Mekke toplumunda ortaya çikan problemleri, insanlarin dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasil bir batakligin içinde bulunduklarini yakindan görüp idrâk ediyordu
Hz Peygamber sekiz yasina geldigi zaman Abdülmuttalib seksen iki yasina erismisti ve yasli bünye, ugradigi hastaliklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrildi Abdülmuttalib vefatindan önce sevgili torununu ogullari arasinda, Hz Muhammed'in babasi Abdullah'la ana-baba bir kardes olan Ebû Talib'e teslim etmisti Artik Hz Muhammed sekiz yasindan yirmibes yasina kadar amcasi Ebu Talib'in yaninda kalmistir
Gelecekte peygamber olacagi hakkinda ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadigindan, tâbiîdir ki Hz Peygamber'in bu devrelerdeki hayati hakkinda fazla bilgimiz yoktur Ancak sadece Hz Peygamber'i degil, ayni zamanda diger Mekkelileri de ilgilendiren bazi olaylarda Hz Peygamber'in aldigi yer ve oynadigi rol, kaynaklarimizda tespit edilmistir Bu devreye ait mevcut bilgiler arasinda süphesiz önemli olanlarindan birisi, Hz Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karsilasmasi meselesidir Hz Peygamber on iki yaslarinda iken amcasi Ebû Tâlib ile birlikte Sam'a dogru yol alan ticarî bir kervana katilmis ve kafile Sam yakinlarinda Busrâ adli bir mevkide mola verdigi zaman buradaki manastirda bulunan Bahirâ adli râhib, Islâm kaynaklarina göre Hz Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çikmasi beklenilen son peygamber olabilecegi kanâatine varmisti Müstesrikler bu olayi kendi yanli bakis açilari ile ele alarak Islâm'in dogusunda Hristiyan rûhiyâtinin etkileri oldugunu, Râhib Bahîrâ'nin dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz Muhammed'in bu dinî suuru gelistirerek ileride Islâm'i ortaya attigini iddia ederlerse de, Islâmiyet'in temelini olusturan tevhid akidesi ile Hristiyanligin temeli olan teslis * inancinin aslâ bagdasamaz bir karakterde olusu, Islâm'in Hristiyanlik'da mevcut teslis düsüncesini sirk olarak kabul etmesi, bu iddiânin ne derece asilsiz ve gülünç oldugunun en açik delillerindendir (genis bilgi için bkz Bahîrâ maddesi)
Hz Peygamber, bu ilk seferin ardindan daha sonraki yillarda diger amcalari ile birlikte Mekke disina yapilan bazi ticari seferlere katilmis, muhtelif bölgelerde yasayan insanlarin farklilik arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkinda bilgi sahibi olmustur Peygamber Efendimizin daha sonralari Islâm'i teblig ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduguna göre cereyan eden bu olaylari da O'nun peygamberlige ilmen hazirlanmasi olarak degerlendirmek gerekir
Cenâb-i Hakk'in kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete hazirliyor ve cahiliye döneminin her türlü sirk ve sapikligindan, kötülük ve ahlâksizligindan uzak tutuyordu Mekkelilerin dinî bir âyini ve bayrami olan Büvâne'ye çocukluk yillarinda amca ve halalarinin zorlamalari ile götürülen Hz Muhammed, âdet üzere diger akrabalarinin yaptigi sekilde burada hazir bulundurulan bir puta tapmak içiri siraya girdiginde, henüz kendisine sira gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alikonulmus ve olayin hasyeti içerisinde Hz Peygamber kisa bir bayginlik geçirmisti Bu olaydan sonra artik akrabalari O'na putlara tapmak için her hangi bir israrda bulunmadilar Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yillarindan itibâren hayati boyunca aslâ hiç bir puta tapmadigi gibi, onlar adina kurban kesmemis, putlar adina kesilen hayvanlarin etini yememis, onlar adina yemin etmemis, hatta onlarin adini dahi agzina almaktan hoslanmadigini belirtmisti
Geçim sikintisi çeken amcasi Ebû Tâlib'e yardimci olmak için gençlik yillarinda Mekkelilere ücretle çobanlik yapan Hz Muhammed, çobanligi sirasinda Mekke'nin dagdagali, debdebeli, sirkin hâkim oldugu havasindan uzaklasarak tabiatla karsi karsiya gelmis, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü geliserek herseyin yaraticisi olan Cenab-i Allah'in varligi ve birligini, O'na esler kosmanin sapiklik oldugunu iyice kavramis, karsilastigi bir takim sikinti ve mesakkatler O'nu rûhen olgunlastirmisti Çobanlik yaptigi günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadasina emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eglencelerini seyretmek için kirdan sehire inen Hz Peygamber, eglence yerine gelip oturur oturmaz Cenâb-i Hakk'in kendisine verdigi bir uyku ile, içkilerin içildigi, oyunlarin oynandigi, ahlâksizliklarin yapildigi bu isret âlemini seyretmekten dahi alikonulmustu Bir baska sefer yine böyle bir eglenceyi seyretme arzusu ayni sekilde engellenmis; artik bir daha da Hz Peygamber böyle bir seye tesebbüs etmemis, istek de duymamisti
Hz Peygamber yirmi yaslarinda iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasinda Ficâr Harbi vukû buldu Aslinda savasabilecek bir yasta ve güçte olmasina ragmen Hz Peygamber bu harpte sadece savas alaninin gerisine düsen oklari toplayip amcalarina vermekle yetinmisti Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasina ragmen bu olayin O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler olusturdugu bir gerçektir Peygamberliginden sonra dahi hatirladigi zaman bir üye olarak katilmaktan seref ve iftihar duydugunu açikça belirttigi Hilfü'l-Fudûl ise hemen bu savastan sonra gerçeklesmisti Bu vesile ile Hz Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanimis, câhiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasil ezdigini, güç ve kuvvet karsisinda zâlimlerin nasil eriyip titredigini örnekleriyle görmüstü
Yirmibes yasinda bizzat kendisinin idare ettigi bir ticaret kervani Hz Muhammed'i Hz Hatice ile karsilastirdi ve aralarinda gerçeklesen evlilik, Hz Muhammed'in amcasi Ebû Tâlib'in yanindan ayrilip yeni bir aile yuvasi kurmasini sagladi Hz Peygamber'in bu evlilik dolayisiyla Hz Hatice'den alti çocugu olmustu Bunlardan dördü kiz olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtima adlarini almislardi Bunlarin dördü de babalarinin peygamberligine erismisler ve O'na iman ederek hicret etmislerdir Ogullari ise Kasim ve Abdullah adini tasiyordu Hz Peygamber'in ilk oglunun adi Kasim oldugu için kendisine Ebû'l-Kâsim künyesi verilmisti Bazi kaynaklar bunlardan baska Hz Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adinda iki oglu daha oldugunu zikrederken, diger bazi kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'in lâkabi oldugunu belirtmislerdir Hicretten sonra dogan oglu Ibrahim ise Misirli câriye Mâriye'dendir Hz Peygamber'in bütün erkek çocuklari henüz küçük yaslarda vefat etmislerdi
Hz Hatice ile evliliginden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla saglamaya çalismis, bazan ortaklik yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmisti Hz Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlügü, dogru sözlülügü, ahde vefasi, âdil ve âlicenâb davranislari, herkes hakkinda iyimser davranip elinden gelen iyilik ve yardimi yapmasi, yoksulun, muhtacin elinden tutmasi, yakinlarina ve akrabalarina karsi gösterdigi ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmis, çevrede herkesin güvenip itibar ettigi, sayip sevdigi bir kisi hâline gelmisti Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kisi" lâkabini vermislerdi
Hz Peygamber'in otuz bes yasinda iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayi ve bu olay sirasinda el-Haceru'l-Esved'in* yerine konmasi meselesinde Mekke sülâleleri arasinda çikan ve kanli bir çatismaya dönüsme temâyülü gösteren anlasmazligi herkesi memnun edecek bir tarzda ve âdil bir sekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artirmisti
Allah'in mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri dolayisiyla herkeste oldugu gibi Hz Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar süphesiz harekete geçmistir Bu sebeple O'nda bu yillardan itibâren Rabbi ile basbasa kalma arzusu görülür Bir de buna toplum içinde islenen haksizliklar, zulümler, ahlâksizliklar, din adina icrâ edilen sapiklik ve akilsizliklar eklenecek olursa, Hz Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalniz, sessiz, sakin bir magarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlasilir Artik otuz bes yasindan itibâren Hz Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayi boyunca Mekke'den uzaklasiyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtigi Hira dagindaki bir magarada günlerini geçirerek Cenâb-i Hakk'in varligini, birligini, kudret ve azametini, O'nun gücü karsisinda mahlûkatin aczini ve zayifligini düsünüyor; Rab Teâlâ'nin insanlara sonsuz nimetlerini, buna karsi insanoglunun nankörlügünü, onlarin dinî, siyasî, ictimâi, ahlâkî vs yönlerden içerisine düstükleri kötü durumlari hatirliyordu Iste bu uzlet,günleri Hz Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluga götürdügü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini gelistirerek aklî ve ilmî bir yücelige de eristirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



HZ MUHAMMED (SAS)'İN ÇOCUKLUK DÖNEMİ
1- DOĞUMU:
Hz Muhammed (sas) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil Vak'ası", Peygamberimiz (sas)'in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu(18) Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara:

"Muhammed adını verdim Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla yâdetsinler" cevâbını verdi Annesi de "Ahmed" dedi (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse demektir(19) İslâm târihçileri, Peygamberimiz (sas)'in doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler O gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış, mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan "ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü devrildikleri görülmüştü Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur

2- SOYU (NESEBİ)
Peygamberimiz HzMuhammed (sas)'in babası, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah; annesi ise Vehb'in kızı Âmine'dir Babası Abdullah, Kureyş Kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandır Her ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda, "Kilâb"da birleşmektedir Her ikisi de Mekke'lidir Peygamber (sas) Efendimiz, Hzİbrâhim'in büyük oğlu Hz İsmâil'in neslindendir Soyu Adnân'a kadar kesintisiz bellidir(20) Adnân ile Hzİsmâil arasındaki batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf etmişlerdir(21) Peygamber (sas) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb zinciridir Bir hadisi şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz: "Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim", buyurmuştur(22) Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle anlatılmıştır "Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz İsmâil'i, İsmâiloğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğul-larını, Hâşimoğullarından da beni seçmiştir" (23) Bir başka hadis-i şerifinde de Rasûl–i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır" (24) Hz Muhammed (sas)'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)'de hastalanarak 25 yaşında vefât etmiş ve orada defnedilmişti Peygamberimiz (sas)'e, babasından mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun, doğduğu ev ve künyesi Ümmü Eymen olan Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır(25)
3- HZ MUHAMMED (SAS) SÜT ANNE YANINDA
Başlangıçta çocuğu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi(26) Sütü yetmediği için, daha sonra amcası Ebû Leheb'in azatlı câriyesi Süveybe tarafından emzirildi(27) Fakat Hz Muhammed (sas)'in devamlı süt annesi Hevâzin Kabîlesinin Sa'doğlulları kolundan Halîme oldu Mekke'nin havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden gelen süt annelere verirlerdi Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz yetişiyor, hem de bozulmamış (fasih) Arapça öğreniyorlardı Hz Muhammed (sas)'de bu âdete göre süt annesi Halîme'ye verildi Halîme, yetim bir çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı düşüncesiyle, başlangıçta tereddüt göstermişse de, daha sonra bu çocuğun evlerine uğur ve bereket getirdiğini görmüş ve O'nu öz çocuklarından daha çok sevmiştir Süt kardeşi Şeyma da bakımında annesine yardımcı olmuştur(28) HzMuhammed (sas) süt annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda dâima ilgilenmiştir Halîme kendisini ziyârete geldiği zaman onu "anacığım" diyerek karşılamış, altına elbisesini yayarak, saygı göstermiştir(29) Hz Muhammed (sas) dört yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı Dört yaşında Halîme çocuğu Mekke'ye götürerek annesine teslim etti İslâm târihçileri, bu esnada "şakk-ı sadr" (göğüs açma) olayının meydana geldiğini, çocukta görülen bu gibi olağanüstü hallerin Halîme'yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu annesine teslime mecbûr kaldığını naklederler(30)
4- MEDİNE ZİYÂRETİ
Hz Muhammed (sas) dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile kaldı, O'nun şefkat ve ihtimâmı ile yetişip büyüdü Altı yaşında iken, babasının Medine'de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve sadık hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber Medine'ye gittiler Medine'deki akrabaları Neccâroğullarında bir ay kadar misâfir kaldılar Dönüşte, Medine'nin 23 mil güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine hastalandı(31) Henüz doğmadan babasından yetim kalmış olan Hz Muhammed (sas) altı yaşında iken annesinden de öksüz kalıyordu Bu acıyı bütün varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat dolu gözlerle süzdü Bağrına basıp uzun uzun öptü Masûm yüzüne bakarak
"Her yeni eskiyecek, her fâni yok olup gidecek,
Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem,
Namımı ebedi kılacak hayırlı bir halef bırakıyorum" anlamına bir şiir söyledi Bu sözlerden sonra vefât etti(32) Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen Mekke'ye götürüp dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti Altı yaşından sekiz yaşına kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş bir ihtiyârdı Peygamber (sas) Efendimiz sekiz yaşında iken dedesi de öldü Ölürken, on oğlu içinden Hz Muhammed (sas) Efendimizin yetiştirilmesini, öz amcası Ebû Tâlib'e bıraktı(33/1) Yıllar sonra, Hicret'in 6'ıncı yılı Hudeybiye Barışı dönüşünde Rasûlullah (sas) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip, teessürle gözyaşı döktü Annemin bana olan şefkatini hatırlayarak ağladım, buyurdu (33/2)
BİR GECE
Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi
Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni,
Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet
Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret
Mehmed Âkif ERSOY
II- HZ MUHAMMED (SAS)'İN GENÇLİK DÖNEMİ 1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ
Peygamberimizin hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine "gençlik devresi" denilir Bu devrede Rasûlullah (sas) amcası Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı Zengin olmamakla beraber, asâleti ve âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu Yeğeni Hz Muhammed'i çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu
2- SEYÂHATLERi
a) Şam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar, çocuklarını da ticârete alıştırırlardı Ticâret için kervanlarla, yazın Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler gibi kervan ticâreti yapıyordu Bir defasında Şam'a giderken, Hz Muhammed (sas)'e amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında götürmesini istedi Ebû Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı O'nu da kafileyle beraberinde götürdü Bu esnâda henüz oniki yaşındaydı Şam'ın 90 km kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen kasabada "Bahîra" adında bir Hıristiyan râhibi vardı Kasabaya uğrayan kervanlarla hiç ilgilenmediği halde, Hz Muhammed (sas)'in içinde bulunduğu kervanı karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi Bahîra okuduğu kutsal kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (sas)'in simâsından, O'nun istikbâlini sezmişti O'nunla konuştu Sorular sordu Aldığı cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını düşündü Ebû Tâlib'e: -"Bu çocuk son Peygamber olacaktır Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet ve vasıflarını bilen kâhinler vardır Tanırlarsa, ihânet ve kötülüklerinden korkulur Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz"dedi Bu sözler üzerine Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçti Alışverişini burada bitirip, geri döndü(34) Son Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de bildirilmişti Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini ve vasıflarını biliyorlardı Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz Muhammed (sas) ve Hz İsa (as)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte" denilen altı güvenilir hadis kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet edilmiştir"(35) Gülünç Bir İddiâ Hz Muhammed (sas)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip Bahîra ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (sas)'in bütün dinî esasları bu râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir Bu iddia son derece gülünç ve tutarsızdır Oniki yaşındaki bir çocuğun, İslâm gibi mükemmel bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında öğrenmesi mümkün değildir Bu râhip bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ ederdi Eğer burada böyle bir konu konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın sözleri" demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis" (üçlü tanrı sistemi) inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını" getirmiştir Görüldüğü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan başka bir şey değildir
b) Yemen Seyâhati
Hz Muhammed (sas) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile amcalarından Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmiştir(36)
3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI
Müslümanlıktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak haram sayılırdı Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı" denirdi Kureyş kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir savaş başlamış, dört yıl sürmüştü Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda da devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi Peygamberimiz (sas) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte katıldı Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir Sâdece karşı taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir(37)
4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ
Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal güvenliği kalmamıştı Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların malları yağmalanıyordu Vâil oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş, haksız olarak elinden almıştı Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak uğradığı haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı Yemenlinin bu feryâdı üzerine Peygamberimiz (sas)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri gelenlerini çağırdı Hâşimoğulları, Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde toplandılar"Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edeceklerine yemin ettiler Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri verdiler Mekke'de âsâyişi yoluna koydular Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl b Hâris,, Fudayl b Vedâa ve Mufaddal b Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını adâlet üzere alacağız"(38) diye yemin etmişlerdi Onların bu yeminlerine "Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl" denildi Peygamberimiz (sas) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber üye olarak bulundu Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam, yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir(39)
III- HZ MUHAMMED (SAS)'İN EVLİLİK DÖNEMİ 1- TİCÂRET HAYÂTI
Bütün Mekke'liler gibi Hz Muhammed (sas) de amcasıyle birlikte ticâret yapıyordu Gerek çocukluğunda, gerekse ticâret hayâtında, dürüstlüğü ile tanınmıştı Sözünde durmadığı, yalan söylediği, başkalarına zarar verecek bir davranışta bulunduğu, bir kimseyi incittiği asla görülmemiş; dürüstlüğü dillere destan olmuştu Bu yüzden Mekke'liler O'na "el-Emîn" (her konuda güvenilir kişi) diyorlardı O'nun bu yüksek ahlâkını öğrenen Kureyşin zengin kadınlarından Hatice, kendisine sermâye vererek ticâret ortaklığı teklif etti Böylece Peygamber (sas) ile Hatice arasında ticâret ortaklığı başladı
2- HZ HATİCE İLE EVLENMESİ
Kureyşin Esed oğulları kolundan Huveylid kızı Hatice zeki, dirâyetli, şeref ve asâlet sâhibi, 39-40 yaşlarında zengin ve güzel bir hanımdı Daha önce iki defa evlenmiş ve dul kalmıştı Kureyşin ileri gelenlerinden pek çok isteyenler olmuş, fakat hiç biri ile evlenmemişti Güvendiği kimselere sermâye vererek ticâret ortaklığı yapıyor, böylece servetini artırıyordu Yüksek ahlâk ve âli-cenâblığı sebebiyle, kendisine Müslümanlıktan önce "Tâhire" denildiği gibi, sonra da "Haticetü'l-Kübra" denilmiştir Hz Hatice bir ticâret kafilesiyle Peygamberimiz (sas)'i Şam'a gönderdi Kölesi Meysere'yi de hizmetine verdi Fakat Hz Peygamber (sas) Şam'a kadar gitmedi; malları Busra'da satarak geri döndü Çünkü Bahîra'nın ölümünden sonra yerine geçen Râhip Nestûra da, Hz Muhammed (sas)'in Şam'a gitmesini uygun bulmamıştı(40) Üç ay kadar sonra, Hz Muhammed (sas) beklenilenin çok üzerinde kazanç elde ederek döndü Hz Hatice, bu büyük insanın emniyet, dürüstlük ve gayretine hayran oldu Daha sonra araya vasıtalar girdi; evlenmeleri kararlaştırıldı Bu esnâda HzMuhammed (sas) 25, Hz Hatice ise 40 yaşlarındaydı(41) Nikâh, Hatice'nin amcazâdesi, Varaka oğlu Nevfel tarafından Hz Hatice'nin evinde kıyıldı Ebû Tâlib ile Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki âilenin üstünlük ve meziyetlerini dile getirdiler(42) Esâsen, Hz Peygamber (sas) ile Hz Hatice'nin nesebleri Kusayy'da birleşir Hz Hatice'ye 20 dişi deve mehir verildi(43) Nikâhtan sonra develer kesilerek dâvetlilere ziyâfet çekildi Evlenmelerinden sonra, Hz Muhammed (sas), Hz Hatice'nin evine geçti Örnek ve mutlu bir âile yuvası kurdular Hz Hatice, Hz Muhammed (sas)'e derin bir saygı ve sevgi ile bağlıydı Peygamberliğinden önce olduğu gibi, Peygamberlik devrinde de en büyük yardımcısı oldu Yüksek ve eşsiz ruhlu bir hanım olduğunu gösterdi Peygamberimiz (sas)'de ondan son derece memnundu O devirde çok evlilik âdet olduğu ve bir çok teklifler aldığı ve aralarında yaş farkı da bulunduğu halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep hayırla andı
3- HZ PEYGAMBER (SAS)'İN ÇOCUKLARI
Peygamberimiz (sas)'in Hz Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere sırasıyla, Kaasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adlarında altı çocuğu oldu Arablarda ilk çocuğun adı ile künyelendirme âdet olduğundan HzPeygamber (sas)'e de "Ebü'l-Kaasım" denildi Kaasım ile Abdullah küçük yaşta öldüler Kızları büyüdüler Fakat Fâtıma'dan başka hepsi de babalarından önce vefât ettiler Yalnız Fâtıma, Peygamber (sas)'in vefâtından sonra altı ay daha yaşadı Rasûl-i Ekrem (sas), kızlarının en büyüğü Zeyneb'i Ebu'l-Âs ile evlendirdi Ebü'l Âs, Müslüman olmadığı için, Zeyneb'in hicretine izin vermemişti Bedir Savaşında esir düştü Zeyneb'i Medine'ye göndermek şartı ile serbest bırakıldı Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi Zeyneb'i tekrar aldı(44) Rukiyye ile Ümmü Gülsüm'ü, amcası Ebû Leheb'in oğullarından Utbe ve Uteybe ile evlendirmişti İslâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz Peygamber (sas)'e olan düşmanlığı sebebiyle oğullarına eşlerini boşamaları için baskı yaptı Onlar boşadıktan sonra, Rasûlullah (sas) Rukiyye'yi Hz Osman'la evlendirdi Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı Bu yüzden Hz Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamına "Zi'n-nûreyn" denildi En küçük kızı Fâtıma'yı ise Hz Ali ile evlendirdi Hasan ve Hüseyin, Hz Fâtıma'nın çocuklarıdır Rasûl-i Ekrem (sas)'in nesli, Hz Fâtıma ile devâm etmiştir Peygamberimiz (sas)'in Mısırlı eşi Mâriye'den de İbrâhim adlı bir oğlu olmuş, fakat Hicretin 10'uncu yılında henüz iki yaşına girmeden ölmüştür 4- KÂBE'NİN TÂMİRİNDE HAKEMLİĞİ (605 M)
Hz İbrâhim ve Hz İsmâil tarafından yapılmış olan Kâbe, geçen uzun asırlar içinde yağmur ve sel suları ile harabolmuş, tâmir edilmesi gerekmişti Kureyşliler, Kâbe binasını yıkarak, yeniden yapmaya karar verdiler Yardımlar toplandı, gerekli malzeme temin edildi Hz İbrâhim'in yaptığı temele kadar yıkarak, duvarları yeniden örmeğe başladılar Ancak; "Hacer-i Esved"i yerine koyma sırası gelince anlaşamadılar Kureyş'in bütün kolları, bu şerefin kendilerine âit olmasını istiyordu Anlaşmazlık dört gün sürdü, kan dökülmek üzereydi ki,(45) Kureyş'in en ihtiyarı Ebû Ümeyye veya Huzeyfe b Muğîre"Harem kapısından ilk girecek zâtın hakem yapılarak, onun vereceği karara uyulmasını" teklif etti(46) Bu teklif kabul edildi Az sonra kapıdan Hz Muhammed (sas) girmişti Buna o kadar sevindiler ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemliğine râzıyız" diye bağrıştılarYanlarına gelince, durumu anlattılar Hz Muhammed (sas), üzerine Hacer-i Esved-i koyduğu yaygının uçlarını Kureyşin ulularına tutturdu; hep berâber, konulacağı yere kadar taşıdılar Hz Peygamber (sas)'de taşı alıp yerine yerleştirdi Anlaşmazlığın bu şekilde çözümlenmesi herkesi memnûn etti Böylece büyük bir felâket önlenmiş oldu(47) Bu olay, Hz Muhammed (sas)'in zekâ ve dirâyeti yanında, O'nun Mekkeliler arasındaki sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir Bu esnâda Rasûl-i Ekrem (sas) 35 yaşında idi Kâbe'nin tâmirinde Hz Peygamber (sas) de bizzât çalışmış, taş taşımış, hatta bu yüzden omuzları yara olmuştu Bir defa, amcası Abbâs'ın sözüne uyarak, taş acıtmasın diye elbisesini omuzuna topladığında vücûdu açılıverince baygın halde yere düşmüştü Rasûlullah (sas) o andan sonra hiç üryân görülmemiştir(48)

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Hz Muhammed'in Son Peygamber Oluşu - 1İbrahim EMİROĞLU
Peygamber, Allah ile kulları arasında elçilik yapan, Allah'ın emir ve yasaklarını, razı olup olmadığı şeyleri, din esaslarını insanlara bildiren, onlara mutluluk yollarını gösteren Allah tarafından görevlendirilmiş seçkin kuldur Bu fonksiyonları icrâ etmek üzere gönderilen en son seçkin kul ise Hz Muhammed (sas)'dir Bu yazıda Hz Muhammed'in son peygamber olduğunu ispat eden delillerden bir kısmı üzerinde genel olarak durulacaktır
Hz Muhammed'in son peygamber olduğu bizzat Kur'ân-ı Kerim tarafından bildirilmiştir Buna göre Hz Muhammed'den sonra artık peygamber gelmeyecektir Ancak, tarih boyunca ve günümüzde bazı kişiler, bu hak inanca ters bir takım iddialar serdetmişler ve peygamberlik iddiasında bulunmuşlardır; geçmişte bunların en meşhurları arasında Esvedü'l-Ansi (v11/632), Tuleyha b Huveylid (v24/644) ve Müseylime-i Kezzâb (v12/683), gibi isimler sayılabilir1 Daha sonra gelen bir takım sapık fırkalar içinde de Hz Muhammed ile peygamberliğin son bulmadığını ileri sürenler olmuştur Hatta bunlardan Sebeîler, Beyânîler, Harbîler, Muğîrîler gibi fırkalar sadece peygemberlik iddiasıyla yetinmeyip Hz Ali, imamlar veya kendi liderleri hakkında ilâhlık iddiasında bile bulunmuşlardır2 Bu fırkalardan Cenâhîler, Ğurâbîler, Bâbekîler, Yezîdîler, Bezîğîler, Şeyhîler, Bâtınîler, Bahâîler ve Kâdiyânîler ise ulûhiyyet iddiasında bulunmasalar da, peygamberliğin Hz Ali'nin soyunda veya başka kişiler kanalıyla devam ettiği inancındadırlar3
Günümüz Türkiye'sinde ve dünya coğrafyasında da Peygamberlerin kesintisiz olarak gelmesi gerektiği dolayısıyla Hz Muhammed (sas)'den sonra da gelebileceği fikrini taşıyan bir takım kimseler bulunmaktadır Bu ön bilgiyi müteakiben asıl konumuz olan Hz Muhammed'in son peygamber oluşunu işlemeye geçebiliriz Fakat bundan önce O'nun neden dolayı "en faziletli bir peygamber" olduğuna kısaca değinmek istiyoruz
Hz Muhammed şu özellikleri sebebiyle en üstün peygamber kabul edilmiştir
1 Ümmetinin "en hayırlı ümmet" olması
2 Risâletinin, bütün insanları, hatta cinleri bile kapsaması
3 Tebliğ ettiği esasların akıl, duygu ve eylem yönleriyle insanları tatmin edecek nitelikte makul, uygun ve tutarlı olması
4 Peygamberlerin sonuncusu olması
5 En büyük mucizesi olan Kur'ân'ın, sağlam bir şekilde elde korunur olması
6 Getirdiği dinî ahkamın, önceki dinî ahkamı neshetmesi
7 Kıyamet günü bütün insanlara şahitlik etmesi
Hz Muhammed'in peygamberlerin sonuncusu (hâtemü'l-enbiyâ) oluşunun, Kur'ân-ı Kerim'in bazı âyetleri ve bazı hadisler temel alınarak, müslüman âlimler tarafından naklî ve aklî gerekçelere dayandırılmak suretiyle açıklandığını görmekteyiz Bunların ikna edici olasimkesi için ilk etapta HzMuhammed'i peygamber olarak kabul etmek gerekmektedir İslâm inancına göre, Hz Muhammed'in peygamber olduğunu kabul etmek, onun son peygamber olduğunu, şeriatının evrensel ve ebedî olduğunu, onun nesh edilmeyeceğini de kabul etmek demektir4 Çünkü ilâhî vehyin kendisine indirilenle son bulduğunu, dinin tamamlandığını, peygamberliğin kendisiyle birlikte hitama erdirildiğini bize söyleyen O'dur Hz Muhammed bir peygamber olduğuna ve peygamberler de yalan söylemeyeceğine göre, haber verdiği şeyler haktır ve doğrudur Binâenaleyh Hz Muhammed'i hem gerçek peygamber kabul edip, hem de ondan sonra peygamber geleceğine inanmak birbiriyle te'lifi kabul edilemeyecek çelişkili şeylerdir
Kendinden önceki bazı peygamberlerin ve kutsal kitapların geleceğini önceden haber vermesi, büyük mucizeler göstermesi söyledikleri ve ortaya koyduklarıyla kendisini kabul ettirmiş olması, Hz Muhamed'in peygamberliğinin dellilerinden bazılarıdır Bu deliller genel olarak hissî, naklî ve aklî olarak üç grupta incelenmiştir Ayrıca bunlar, İslâm Kültür Dünyasında, Hz Muhammed'le ilgili olmak üzere, şemâil (dış görünüş vasıfları), hasâis (belirgin özellikleri), fazâil (üstün yönleri) ve delâil (peygamberliğinin açık delilleri) adı altında genişce işlenen konulardır
Önce O'nun peygamberliğinin ispatı için getirilen mucizelerine bir göz atalım:
1 Hissî/Kevnî Mucizeleri: Bunlar Hz Peygamber'in zâtı ile ilgili ve zatının dışında olmak üzere genelde iki kısımda incelenir
a Zâtı ile ilgili olanlar: HzMuhammed'in gerek fiziksel özellikleri, gerek rûhî ve ahlâkî durumu onun bir peygamber olduğunu ilk bakışta hissetmiştir Kendisine intikal eden nübüvvet nuru, boyu, endamı, birbiriyle uyum içinde olan uzuvları, güzel ve cezbedici konuşması, vakur yürüyüşü, güven telkin eden duruşu, sempatik çehresi; yeme, içme, konuşma, uyuma ve beşeri ilişkilerindeki itidalliği, onun maddi vechesiyle ilgili olan mucizevî yönlerinden bir kısmına örnektir Hz Resûl'ün doğruluğu, edebi, hayası, cömertliği, hilmi, cesareti, fedâkarlığı, sabrı, kanaati, dirayeti, zekası ve diğer olumlu özellikleri konusunda insanların ittifak etmeleri de onun ahlâkî, hissî veya manevî yönüyle ilgili mucizevî kişiliğine delildir
b Zatının dışında olanlar: Bunlardan bir kısmı, kaynaklarda yer alan, az yemeğin çoğalması, ağaç kütüğünde inleme sesinin duyulması, ayın ikiye bölünmesi, savaşta görünmeyen güçlerin yardıma gelmesi gibi mucizeleri; bir kısmı da geçmiş peygamberlerin kendisini müjdelemesidir ki "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye uyanlar"(A'râf, 7/157; ayrıca bkz Bakara, 2/146, Âli İmrân, 3/81) âyeti bu hususa işaret eder
2 Aklî Mucizeleri: Hz Muhammed'den önceki peygamberlere verilen mucizeler daha ziyade, insanlığın gelişimine parelel olarak hissî veya kevnî mucizeler olmuştur Örneğin Hz İbrahim'in mucizeleri tabiat ilimleri, Hz Süleyman'ınki yine tabiat ve taknoloji ile ilgili, Hz Musa'nınki sihir, Hz İsa'nınki ise tıp ağırlıklıdır Bu mucizeler, ancak sınırlı bir zaman diliminde etkili olabilmiş, genellikle, peygamberlerin ölümüyle birlikte etkisini kaybetmiştir Fakat, burada aklî mucizeye örnek olarak göstereceğimiz Kur'ân mucizesi ise, asırlar geçse de canlılığını hiç yitirmemiş, her zaman etkisini sürdüregelmiştir Hz Muhammed'in insanlara tebliğ ettiği Kur'ân'ın, tespit ve muhafazası, edebî yönden güçlü bir topluma gelmesi ve onlara meydan okuması, okuma-yazması olmayan ve geçmiş kitapları bilmeyen ümmî bir peygamberin elinde zuhur etmesi, anlam yönünden sağlamlığı, içerdiği hükümleri, hükümleri arasındaki tutarlılığı, uygulanabilirliği, okunuşu, ezberlenebilirliği, üslûbunun veciz ve çarpıcı/etkileyici oluşu gibi hususlar onun mucizeliğini ispatlamaktadır
Hz Peygamber'in, halkı dine davet etmeden evvelki, davet esnasındaki ve daveti tamamladıktan sonraki halleri, yüce ahlâkı, verdiği hikmet dolu ve isabetli hükümler; cengâverlere hücum etmesi sırasındaki kararlı, cesur ve sarsılmaz tutumu, her hal ü kârda Allah'ın kendisini koruduğuna dair beslediği güven duygusu, korkunç durumlarda bile vaziyetini değiştirmemesi gibi hususların, peygamberlerden başkasında toplanmasının imkânsız olduğuna akıl kesinlikle hükmeder Allah'ın bu tür kemâl ve üstün halleri, kendisine iftira edeceğini bildiği bir zatta bulundurması, sonra bu şahsı (kendisine iftira ettiği için cezalandırmadan) 23 sene ihmal etmesi, sonra onun dinini diğer dinler ve düşmanlarına karşı üstün kılması, bıraktığı eseri (ve açtığı çığırı) ölümünden sonra kıyamete kadar payidar kılması olacak şey değildir!
Kısacası bir yalancı peygamber bu kadar mükemmel bir karaktere sahip olamaz, bu kadar başarılı olamaz, bu ölçüde büyük bir hareketi başlatamaz ve yürütemez O, bu büyük davayı semavî bir kitap sahibi olmayan ve hikmetten anlamayan bir kavim içinde ortaya atmış, (Bakara, 2/151) onlara kitabı/Kur'ân'ı ve hikmeti açıklamış, hukukî ve şer'i işleri öğretmiş, ahlâklarını mükemmelleştirmiş, halkının pek çoğunu hem ilmî, hem de amelî fazilet bakımından kemâle erdirmiş, bütün âlemi iman ve iyi amelle nurlandırmış ve Allah'ın va'dettiği gibi onun dinini öbür dinlerin tümüne üstün kılmıştır (Tevbe, 9/33; Feth, 48/28; Sâf, 61/9) Esasen resûllüğün ve nebiliğin bundan başka bir manası (ve gâyesi) de yoktur5
"Burada şu iki noktayı önemli belirtmek gerekmektedir Bunlardan birincisi Hz Muhammed'in hal hareket ve sözleriyle ilgilidir Bu kadar üstün vasıflara sahip olan sağlam karakterli bir insanın, "Ben peygamberim" şeklindeki beyanını kabul edip kendisine uymak için mucize göstermesini beklemeye bile gerek yoktur Zaten onun sehsiyetini yakından tanıyan ve çok iyi bilen Hz Ebu Bekir gibi basiretli dürüst ve hakperest insanlar, mucize göstermesini istemeden ona iman etmişlerdi Hz Peygamber'den mucize göstermesini isteyenlerin pek çoğu da iman etmişlerdi Şu halde, Hz Peygamberin herkese emniyet ve itimad veren güçlü şehsiyeti ve sağlam seciyesi, gösterdiği mucizelerden daha beliğ ve veciz bir şekilde O'nun Allah Resûlü olduğuna delâlet etmekteydi
Vefatından sonra geriye bıraktığı yakın arkadaşları, İslâm devletinin sınırlarını doğuda Hindistan'a, batıda Pasifik Okyanusuna kadar genişletecek derecede akıllı, basiretli, azimli, meharetli ve hamleci insanlardı Hz Peygamber'in bu güçlü şahsiyet sahibi zeki insanları, kendisinin peygamber olduğuna (Allah'ın izniyle) inandırmış olması, onların kayıtsız şartsız güvenlerini kazanması ve mutlak şekilde kendisine bağlaması, bu gibi işlerin zorluğunu bilen her aklı başında insan için mucizelerin en büyüğüdür Asırlarca başka milletlerin hakimiyeti altında yaşaya yaşaya müzminleşmiş bir aşağılık duygusuna sahip olan cahil ve bedevi bir kavmi, uzun ve şanlı bir mazisi olan İran Sasani Devletine ve Bizans İmporatorluğu'na kafa tutacak hale getirmesi, o zamanın dünyasının en güçlü iki devleti ile başarılı savaşlar yapacak bir seviyeye yükseltmesi, bu iki devletten birini kökünden, diğerini ise büyük ölçüde yıkacak bir şuur ve aksiyon seviyesine çıkarması, daha fazlasını insan aklının idraktan aciz kaldığı en muazzam mucizelerdir
Allah, bu kadar meziyet, fazilet ve kemâle sahip kıldığı bir kimseye, Zat'ı aleyhinde bulunma ve yalan isnad etme imkânını vermez Onu bir süre başarılı kılsa bile sonuçta rezil eder Gerçi bazı fatihler ve cihangirler, Makedonyalı İskender ve Cengiz Han örneginde olduğu gibi, yaşadıkları zaman içinde Hz Peygamber'in kurduğu ve halifelerinin genişlettiği devletten daha geniş sınırları olan büyük devletler kurmuşlardır Fakat bu devletlerin ömrü kurucularının ömrü kadar olmuş, onlardan sonra parçalanmışlardı Ayrıca Hz Peygamber için sözkonusu olan başarı sadece devlet kurma ve fetih yapma hareketi değildir Bundan daha önemlisi, gidilebilen ülkelerde yaşayan halk yığınlarının manen ve kalben fethedilerek yeni bir inanç sisteminin şuurlu taraftarları ve savunucuları haline getirilebilmiş olmasıdır ki diğer fatihlerde ve cihangirlerde böyle köklü bir başarı yoktur
Önemle belirtilecek ikinci nokta ise Hz Peygamber'in medeniyet âlemine kazandırdığı manevi değerlerdir Çoğu cahil ve bedevi olan toplulukları eğitmek, onlara edep ve ahlâk öğretmek, dünyanın en büyük medeniyetlerinden birinin kurulmasına müsait olan zemini hazırlamak ayrı bir mucizedir Resulüllah'ın hayatında kendisinden zuhûr eden "ellerinden su akması, az yemekle çok kişinin karnını doyuması" gibi mucizeler, sadece o zamanda yaşamış olan insanlar için delil olduğu halde, bu tür mucizeler ise her zaman delil olma niteliğini korumaktadır İslâmın ilim, irfan, edep, ahlâk, terbiye, iman, çalışma, istikamet, medeniyet ve kültür gibi büyük önem atfettiği manevî değerleri görmezlikten gelerek veya bunlara lâyık oldukları büyük önemi vermeyerek, bazı hârikulâde hadiseler üzerinde daha fazla durmak, "mühimle meşgul olurken ehemmin faydasından (lüzumlu ile ilgilenirken daha fazla lüzumlunun verilerinden) mahrum kalmak gibi bir sonuç meydana getirmiştir Bu hüküm en azından, bazı çevreler için doğrudur"6
3 Haberî Mucizeleri
Hz Muhammed, herhangi bir kitap okumamış,7 eliyle yazı yazmamış,8 kimseden tarih dersi almamış olduğu halde kavmine çok hikmetli açıklamalarda bulunmuş, hayatî önem arzeden prensipler vaz' etmiş, geçmiş kavimlerin hayat hikâyelerinden bilgiler aktarmıştır Bu durum, onun Allah katından bilgilendirildiğini gösterir Gelecekte vuku bulacak bir takım işleri haber vermesi de Hz Muhammed'in haberî mucizelerindendir Onun bu tür haberleri, hem sunuş gâyesi bakımından hem nitelikleri hem de sonuçları bakımından kâhinlerin, müneccimlerin, falcıların haberlerinden farlıdır O, bu tür bilgileri öğrenmek için herhangi bir uğraşa girişmemiş, yıldızlara bakmaya ve usturlap gibi aletlere ihtiyaç duymamış; bunlar, aşağıdaki âyet örneklerinde görüleceği gibi, Allah tarafından kendisine öğretilmiştir: "Elif, Lâm, Mîm Rumlar (Arapların bulunduğu) en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar, onlar bu yenilgilerinden kısa bir süre sonra gâlip geleceklerdir" (Rûm, 30/13), "Ey Muhammed! Yoksa 'Biz intikam almaya gücü yeten bir topluluğuz' mu diyorlar! O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır"(Kamer, 54/44-45) "(Ey Muhammed!) Bedevilerden (seferden) geri kalmış olanlara de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı sefere çağırılacaksınız Onlarla, teslim oluncaya kadar savaşacaksınız"(Fetih, 48/16) "Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu"(Enfâl, 8/7 16) Hz Muhammed'in hak ve son peygamber olduğunu gösteren bir gerekçe de, kendilerine peygamber olarak gönderilen insanların veya toplumun gerçekten bir ihtiyaç içerisinde onu beklemesidir Onun gelişi, kavminin böyle bir isteği duymasının ve açığa vurmasının akabinde vuku bulmuştur: "Bütün güçleriyle yemin ederek eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair Allah'a yemin etmişlerdi" (Fâtır, 35/42) "Ey Ehl-i Kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi Gerçekleri size açıklıyor ki, 'Biz bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi' demeyesiniz"(Mâide, 5/19) "Ümmîler arasında kendilerine âyetlerini okuyan onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur"(Cum'a, 62/2) Son Peygamber Hz Muhammed'in mucizelerinin ve ortaya koymuş olduğu delillerinin selâmeti, kendi risâletini inkâr edenlere karşı meydan okuduğu halde kendisine bir türlü cevap verilememesiyle; iddiasının selâmeti de kendisinden önceki peygamberleri tasdik etmesi, peygamber olmayanları da yalanlamasıyla sabittir Bu bilgileri sunduktan sonra şimdi, Hz Muhammed'in son peygamber oluşunun daha özel delillerine geçebiliriz
I Naklî Deliller
Bütün semavî dinlerde Peygamberlik müessesesi önemli bir inanç esasıdır Bundan dolayı ilâhî dinlerin kutsal metinlerinde peygamberlerin gelmesi, misyonları, mücadeleleri ve nitelikleri gibi konular yanında son Peygamber (sas) ile ilgili ifadeler de yer almıştır Şu âyetlerde, Hz Muhammed'in, Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarında geçtiği belirtilir: "Yanlarında Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyanlar (var ya), işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder" (A'râf, 7/157), "Muhammed Allah'ın Rasûlüdür Bunun beraberindeki mü'minler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler Sen onları rukû ederken, secde ederken, Allah'tan lütûf ve rıza ararken görürsün Onların alameti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır Bunlar, onların Tevrat'taki sıfatları olup İncil'deki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonrada onu kuvvetlendirmiş derken kalınlaşmış da artık gövdeki üzerinde doğrulmuş Öyleki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve gözel işler yapanlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" (Fetih, 48/29) "Hatırla ki Meryem oğlu İsa, 'Ey İsrailoğulları! Ben size (gönderilmiş) Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim' demişti"(Sâff, 61/6 22) âyetlerinde Hz Muhammed'in adının ve bazı sıfatlarının Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarında geçtiği açıkça ifade edilmiştir Hatta şu âyette beyan edildiği gibi, onlar Hz Muhammed'in bir takım özelliklerini dahi yakinen bilmekteydiler: "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, o Muhammed'i, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar Buna rağmen onlardan bir kısmı, doğrusu, bile bile, hakkı gizlerler" (Bakara, 2/146)
İslâm bilginleri yukarıdaki âyetlerden ve ilgili hadislerden hareketle Tevrat ve İncil'i tedkik etmişler ve onlarda Hz Muhammed'i gösteren açık kapalı bir çok ifadeler bulmuşlardır9 Ancak Tevrat'ta geçen söz konusu ifadeler, Yahudiler tarafından beklenen "Mesih" ile ilgili olduğu iddia edilmiş, Hıristiyanlar ise bunların Hz İsa'ya işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir İncil'de geçen kısımların da Hz Muhammed'e değil, "Kutsal Ruh"a işaret ettiğini savunmuşlardır10 Rahmetullah Delhî'nin belirttiğine göre Hıristiyanlar, Matta İncili'nin "Yalancı Peygamberlerden sakının; onlar koyun postuna bürünerek size gelirler, fakat iç yüzleri yırtıcı kurtlardır" mealindeki 15 âyetine dayanarak, Hz İsa'dan sonra peygamber gelmeyeceğini öne sürmüşlerdir Halbuki buradan böyle bir anlam çıkarılamaz Sözonusu âyetten kastedilen, Allah tarafından gönderilmeyip kendi kendilerini peygamber diye açıklayan yalancı peygamberlerden sakınmanın gereğidir Yoksa, Hz Muhammed'in gelmeyeceği yolunda bir ibare mevcut değildir"11 Kur'ân-ı Kerim'de Hz Muhammed'le ilgili "Muhammed Allah'ın elçisidir" (Fetih, 48/29), "Muhammed ancak bir peygamberdir Ondan önce de pek çok peygamberler gelip geçmiştir" (Âli İmrân, 3/144) ve benzeri bir çok âyette12 Hz Muhammed'den önce pek çok peygamber gelip geçtiği halde, ondan sonra yeni her hangibir peygamberin gelceğinden bahsedilmemektedir
Bunun aksine yani Hz Muhammed'den sonra peygamber geleyeceği ile ilgili Kur'ân-ı Kerim'de pek çok âyet bulunmaktadır Bu âyetlerden bazıları şunlardır: "Muhammed içinizden harhangi birinizin babası değil O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur Allah her şeyi bilendir" (Ahzab, 33/40)13, "Bugün size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım" (Mâide, 5/5) Bu âyetler, Peygamberlik müessesesinin Hz Muhammed ile mühür (hâtem)lendiğini yani ondan sonra peygamber gelmeyeceğini, vahiy vb nimetlerin yüce Nebi ile birlikte son bulduğunu ve dinin, onun getirdiği İslâm dini ile kemâle erdiğini açıklamaktadır
Buna göre, artık Hz Muhammed'den sonra yeni bir peygamber gelmesine gerek kalmadığı anlaşılmaktadır Allah, Hz Muhammed (sas) hakkında şöyle buyurmuştur: "De ki: Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, kendisinden başka ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim"(A'raf, 7/158), "Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir"(Sebe', 34/28) Bu iki âyetten de anlaşılacağı gibi, Hz Muhammed'in bütün insanlığa elçi olarak gönderildiği belirtilmiştir Son âyetten, Hz Muhammed'in sadece kendi devrindeki insanlara değil, bilakis kıyamete kadar gelecek olan bütün nesillere peygamber olarak gönderildiği anlaşılmaktadır Âyette geçen "bütün insanlar (cemi'an kâffe)" ibaresinde kastedilen "yalnızca ashap değil, onlardan sonra gelecek bütün nesiller"dir
Ayrıca, Kur'ân'daki "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya, 21/107) âyetinin anlamı Hz Muhammed'in, insanlarla birlikte, âlemdeki bütün yaratıklar için rahmet kaynağı olmasıdır Bu durum ise ancak onun elçilik ve peygamberliğinin evrensel olduğu ve ondan sonra başka bir peygamber göndermeye gerek duyulmadığı takdirde mümkündür Hz Muhammed'in son peygamber olduğunu gösteren diğer bir âyet de şudur: "Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden "size Kitap ve hikmet vermemden sonra, sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız!" diye söz almıştır Allah: "Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı? dediğinde onlar: "Kabul ettik" diye kesin söz verince, Allah Teala: "Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim" buyurdu"(Âl-i İmran, 3/81) Bu âyetten anlaşıldığına göre: Allah bütün ruhları yarattığı zaman onlardan ahit almıştır Bu ahid içerisinde insanlardan, Hz Muhammed kendi hayatları zamanında zuhur ederse ona inanmaları ve ona yardım etmeleri konusunda söz aldı
Fakat Allah, Hz Muhammed'in büyüklüğünü sadece bir şartlı cümleye bağlı kılmamış, rivâyetlerin bildirdiğine göre, değişik zamanlarda bunu değişik şekillerde de göstermiştir Örneğin Mî'rac gecesinde peygemberleri Beytü'l-Makdis (Kudüs)'e topladığında Hz Muhammed hepsine imam olmuş, namaz kıldırmıştır; ve kıyamet gününde bütün peygamberler onun sancağı (liva-i hamd) altında toplanacaklardır14 Aynı zamanda Hz Muhammed'in üstünlüğüne ve son peygamber olduğuna delalet eden diğer ayetler de şünlardır: "De ki: Ey insanlar, ben Allah'ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim"(A'râf, 7/158), "âlemleri uyarmak üzere kulu Muhammed'e hakkı bâtıldan ayırdeden Kur'ân'ı gönderen Allah yücelerin yücesidir"(Furkan, 25/1), "Seni insanlara peygamber gönderdik (Nisa, 4/79), "Ey insanlar! Peygamber Rabbinizden size gerçekle geldi; inanın bu sizin hayrınızadır"(Nisa, 4/170) "Doğru yol apaçık kendisine belli olduktan sonra Peygamberden ayrılıp, inananlardan başkasının yoluna uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız Orası ne kötü bir dönüş yeridir"(Nisa, 4/115) "dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır" (Tevbe, 9/13)15
Hz Muhammedin son peygamber olduğuna doğrudan delâlet eden âyetlerin en meşhuru Ahzap sûresinin 40 âyetidir Bu âyette Hz Muhammed "nebilerin hâtemi" olarak zikredilmektedir Arap dilindeki lügatlara ve tefsir kitaplarına baktığımızda buradaki "hâtem" kelimesinin "sonuncu" mânasında olduğunu görürüz Buradaki "Hâtem" kelimesi ile Hz Muhammed'in son peygamber olduğu belirtilmiştir ancak Kadiyânîlik mezhebi ve Behâîlik dini mensûpları, Hâtem kelimesini farklı şekilde yorumlayarak Hz Muhammed'in son peygamber olmadığı gibi bir iddia ile bir takım hatalı, isabetsiz yorumlar yapmışlardır16
"Hâtem" sözcüğü, Arapça'de mücevher, üzerine isim kazınmış mühür, yüzük, herşeyin sonu, bir şeyi bitiren ya da kapatan kişi mânâlarına gelmektedir17 Bu sözcük bir kavimle ya da bir toplulukla birlikte kullanıldığında "sonuncu" anlamına gelir18 Haliyle Ahzâb sûresindeki âyette geçen "Hâteme'n-Nebiyyîn" tabiri Hz Muhammed'in nebilerin / peygamberlerin sonuncusu olduğunu gösterir Arapçada hâtim sözcüğü ismi fâil olup, bitiren, sona erdiren yahut mühürleyen anlamına gelir Hâtem ise ismi âlettir ve mühür demektir Mühür ise bir şeyin tevsîk (vesikalandırılması, sağlam bir şekilde belgelendirilmesi) ve tasdîki (doğrulanması, onaylanması) için metnin sonuna basıldığından hem âhir (son), hem de tasdik mânâsını içerir Bu durumda her iki okunuş da (Hâteme'n-Nebiyyîn veya Hâtimi'n-Nebiyyîn) Hz Muhammed'in ayrı iki özelliğini vurgulamış olur O hem peygamberlerin gelişini sona erdiren "âhir'ul-enbiyâ"dır, hem de bütün peygamberleri tasdik eden "hâtemu'n-nebiyyîn" ilâhî bir damgadır19 Hadis literatüründe de "hâtim" kelimesinin "son" anlamında kullanıldığı Bu kelimenin kullanıldığı bir çok hadîsten sadece ikisini örnek olarak vermemiz yeterli olacaktır: "Şüphesiz benimle benden öneceki peygamberlerin durumu şu temsile benzer Bir adam bir ev yaptırmış, onu güzel bir şekilde tamamlamış, süslemiştir Yalnız evin bir küşesinde bir ker***lik yer boş kalmıştır Bu vaziyette insanlar binaya girip gezmeye başlarlar ve o eksik yeri görüp hayret ederek 'Keşke şu tek ker*** de yerine konsaydı' derler İşte ben o boş bırakılan yeri dolduran ker*** gibiyim; ben peygamberlerin sonuncusuyum"20 İkinci hadis de şudur: "Altı haslet ile diğer peygamberlerden üstün kılındım: Cevâmiu'l-kelim (çok mânâ taşıyan sözcükler) bana verildi; (düşmanın yüreğine atılan) korkuyla bana yardım edildi; ganimet malları bana helal kılındı; yeryüzü benim için mescid ve tahûr (temiz) kılındı; yaratılmışların hepsine gönderildim ve peygamberler benimle son buldular (Hatemu'n-Nebiyyîn) İlâhi bir damgadır"21 Hz Muhammed'in son peygamber oluşuna dair de pek çok hadisi şerif bulunmaktadır Bu husustaki haberler tevâtüren sâbittir Tevâtür ise, yalan söylemek üzere birleşmelerini aklın kabul edemeyeceği kadar çok sayıda bir topluluğun, her devir ve her nesilde, arada kesinti olmaksızın, nakledegeldikleri haberdir22 II Diğer Deliller
Hz Muhammed'in son peygamber olduğunu rasyonel bir şekilde açıklamak ve bunu aklî delillerini göstermek her zaman mümkündür Bu deliller maddeler halinde şöyle sıralanabilir
1 Hz Muhammed'in getirmiş olduğu Kur'ân, önceki peygamberlere gelen kutsal kitaplar ve sahifeler gibi tahrif edilmiş değildir Gerek nüzûlü esnasında yazı ile tespiti ve gerekse daha sonraki nesillere aktarılması sırasında hiçbir değişikliğe uğramadığı, bütün islam araştırmacıları ve hatta bazı insaflı oryantalistler tarafından bile kabul edilmiştir Yine Hz Muhammed vasıtasıyla insanlara iletilen kur'ân'ın, tüm meydan okumalara rağmen23 benzer sağlamlıkta, vecizlikte ve zengin içerikte alternatif veya rakip bir karşı koyuşa muhatap olmaması da Hz Peygamber'in getirdiğinin eşsizliğine ve bunu getirenin son peygamber olduğuna delildir
2 Kur'ân ile birlikte Hz Muhammed'in örnek hayatının da sağlam bir şekilde tespit edilmesi, tahrif edilmemiş olması ve yaygın ve saygın bir şekilde izlenir olması, onun son peygamber olduğunu göstermektedir
3 Peygamber efendimizin sünnetinin günümüze kadar kesintisiz olarak büyük bir nesil tarafından kavlî ve fiilî planda aktarılmış olması da bir başka delil olarak karşımıza çıkmaktadır
4 Mücâdele yöntemi, kişiliği, getirmiş olduğu prenspilerin evrenselliği ve uygulanabilirliği açısından da bakıldığında Hz Muhammed'in son peygamber olduğu gerçeği ni gösteren delillerdendir
5 Hz Muhammed'in hem mucizeleri, hem de üstün nitelikleri bakımından diğer peygamberlerde olmayan hususiyetlere sahip olması ve cami şahsiyeti de bir başka delildir
6 Diğer peygamberlere nazaran da onlara verilmeyen mucizelerin ona verilmesi, miraca yükselmesi, Allah'ın kendisini dost (halil) edinmesi, Ümmetini orta ümmet ve en hayırlı ümmet24 kılması, onun hayatı üzerine yemin etmesi, (Hicr, 15/72) davasında ona başarı imkânları açması,(A'lâ, 86/8) melekleri diğer peygamberlere vahiy için gönderdiği halde HzMuhammed'e vahyin yanısıra ona yardım için de göndermesi,(Enfâl, 8/26) nefsini yanlışa düşmekten ve unutmaktan koruması,(A'lâ, 86/6) gibi birtakım özel imkânların fiili olarak Hz Muhammed'e verilmesi/açılması da onun peygamberlerin en üstünü ve sonucusu olduğuna delildir
7 Tarihsel açıdan da Hz Muhammed'in, diğer peygamberlerle karşılaştırıldığında, son Peygamber olduğunu haklı kılacak gerekçeler vardır Sözgelimi Hz Musa'nın şeriatı İsrailoğullarına mahsus kalmıştır Hz İsa'nın ki ise hayatta olan çok az kişi tarafından kabul görmüştür25 Hz İsa'nın tebliği, o hayatta iken geniş kitlelere ulaşamamış ve davetinin etkisi oldukça sınırlı kalmıştır Hz Muhammed'e gelince, onun daveti o daha hayatta iken geniş halk kitlelerine ulaşmış ve çağrısına yüzbinin üstünde kişinin icabet ettiğini görmüştür
Makaleyi sonlandırırken Hz Muhammed'in son peygamber olmasının beraberinde sosyal piskoloji açısından bir takım olumlu sonuçlar doğurduğu görülmüştür Sosyal psikoloji açısından bakıldığında da Hz Muhammed ile peygamberliğin sona erdiği inancı makul ve olumlu sonuçlar doğurmakta İnsanlığın tekâmülü, beşer aklının gelişmesi, insan cehdinin artması ve problemlere çözüm üretmesi açısından düşünüldüğünde peygamberliğin son bulduğu fikri akla daha yatkındır Zira "Artık bundan sonra yeni bir peygamber gelmeyecek" inancı, insanların, peygamber kanalıyla kendilerine verileni ucuzca harcamamaları, onu işleyip geliştirmeleri, o emânetin ışığında her çağda kendi problemlerine çözüm üretmeleri, zihinlerini atâletten korumaları, "Nasıl olsa peygamber gelip düzeltir!" düşüncesiyle fikri, zihni ve ameli rehâvete düşmemeleri açısından önemlidir Şurasını da unutmamak gerekir ki, peygamberliğin Hz Muhammed ile son bulması, ilâhî inâyet ve rahmetin kesildiği anlamına gelmemelidir Aksine yukarıda da belirttiğimiz gibi, peygamberin bıraktığı emanete sarılarak, ortaya koyduğu ölçülere yapışarak çözüm yolları geliştirmek mümkün ve bu uğurda cehd gösterme imkanları daima açıktır
Hz Peygamber'in mirası (Kur'ân ve Sünnet), insanlığın asrı saadetten bu yana bütün problemleri çözdüğü gibi bundan sonra kıyamete kadarda ortaya çıkması muhtemel dinî ve dünyevî problemleri çözmeye yeterli olacaktır q
Dipnotlar
1 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul, 1986, CII, s34 vd; Üçok, Bahriye, İslâm'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, s24, Ankara, 1967 2 El-Bağdâdî Ebu Mansûr Abdulkaahir, Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark beyne"l-Fırak), Çev Ethem Ruhi Fığlalı, s175 vd Ankara, 1991 3 Bkz El-Bağdâdî, age s 187192; Gazâli, Ebu Hamid Muhammed, Bâtınîliğin İç Yüzü, Çev Avni İlhan, s26, Ankara, 1993; Fığlalı, Kâdıyânilik (Ahmediyye Mezhebi), İzmir, 1986, s118 vd 4 el-Bağdâdî, Ebû Mansur Abdulkâhir İbn Tâhir, Usûlü'd-Din, s162, Beyrut, 1401/1981 5 Taftazânî, Sa'duddin Mesud bÖmer, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi (Şerhu'l-Akâid) Çev Süleyman Uludağ, s298-299, İstanbul, 1991 6 Taftazânî, age, s 299-300 (Mütercim S Uludağ'ın 4 nolu dipnotu) 7 "Ey Muhammed! İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil'i gönderdik; sen Kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin"(Şûrâ, 42/52) 8 "Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin Öyle olsaydı, bâtıl söze uyanlar şüpheye düşerler"(Ankebût, 29/48) 9 Müslüman bilenlere göre Hz Muhammed'in müjdelenen son peygamber olduğuna işaret eden pasajlardan bazıları şunlardır: Tekvin, 17/20; Tesniye, 18/17; 32/21; 332; Mazmur, 45, 49; İşaya, 21/69; 42/917; 54; 60/17; 65/16; Daniel, 2/3145; Matta, 3/2; 4/17; 6/10; 10/7; 13/31-32; 20/116; 21/33-44; Luka, 9/2; 10/9; Yuhanna, 14/15-16; 15/26; 16/78, 13-14 (Aydın, Mehmed, "Beşâirü'Nübüvve", DİA, C V, İstanbul, 1992, s550 Ayrıca bkz Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, C I, s 500507, 531-532; II 1140-1141; IV, 2298-2302) İstanbul, 1971 10 Aydın, "Beşâirü'Nübüvve", DİA C V, s550 11 Rahmetullah ed-Delhî, İzhâru'l-Hakk, çev Ömer Fehmi Ef, Nüzhet Efendi, s650, İstanbul, 1972 12 Bkz Nahl, 16/36; Kasas, 28/59; Bakara, 2/31, 33, 37, 102, 125-127, 130-140, 151, 251; Âli İmrân, 3/33, 45, 52-59; Nisa, /163; En'âm, 6/42, 535, 85-86; A'raf, 7/59, 73-79; Yusuf, 12/109; Meryem, 9/12-15, 56-58; Hicr, 15/10; Lokman, 31/13; Nuh, 71/28; Yunus, 10/98; Hûd, 1/71; Sâd, 38/334, 48; Enbiya, 21/47, 51-73, 76, 83-88 13 Âyetin yorumu ile ilgili bilgi için bkz Sîret Ansiklopedisi, Haz Afzalur Rahman, C VI s 264-308, Çev Kenan Dönmez, İstanbul, 1996 14 Afzalur Rahman, age, C VI s313 15 Bu konu ile ilgili diğer âyetler için bkz Bakara, 2/91, 97, 101; Âli İmrân, 3/31, 183-184; Nisa, 4/59-60, 69, 136, 162, 170, 174-175; Mâide, 15-16; En'**, 6/34; A'raf, 7/156-158; Enfal, 8/24; Yunus, 10/1314; Nûr, 24/51, 54, 56, 62; Ahzâb, 33/7; Sebe', 34/28, 46; Fâtır, 35/4, 31; Fussilet, 41/43; Şûrâ, 42/3; Muhammed, 47/2; Fetih, 48/17, 28; Kamer, 54/1; Vâkı'a, 56/13-14; Hadid, 57/28; Saf, 61/9; Cum'a, 62/23; Teğabün, 64/8; Mürselât, 77/16-17 16 Bahâiler, burada geçen "hâ te me" sözcüğünün "hâtem" şeklinde fethalı olarak okunması gerektiği, böyle okunursa âyetten Hz Muhammed'in daha önce gönderilen peygamberleri yüce makamıyla süsleyen bir yüzük, bir kıymetli taş olarak övüldüğünün anlaşılacağını; buna rağmen "hâtim" şeklinde kesreli okunursa "Hâtimü'l-Enbiya" tabirinin, resûllerin değil de nebilerin sonuncusu anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir Kâdiyânilere göre de bu âyetteki "hâtem" sözcüğü "mühür" anlamına gelir ve hayet de Hz Muhammed'in yetişkin bir oğlunun bulunmadığını ifade eder Öyleyse onun manevi oğulları bulunmalıdır Bunlar da onun şeriatını takip eden ve yeni bir şeriat getirmeyen peygamber (nebiler)dir Yine onlar "hatem" sözcüğünü son değil, en üstün anlamında yorumlarlar İhsan İlahi Zâhir, İslâm Dünyasında İngiliz Emperyalizmi-Kâdiyânilik, s 264, Çev Arif Aytekin, İstanbul, 1985 Bu tanışma ile ilgili daha geniş bilgi için bkz Mehmet İlhan, Hz Muhammed'in Son Peygamber Oluşuna Dair Kelâmî Deliller, s57-62, DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 1998, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) 17 Elmalılı, age, C VI s3906 18 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, CXII, s 163-164, Beyrut, 1375/1956; Ahderî, Mustafa İbn Şemsüddîn, Ahderî Kebîr, s 265, İstanbul, 1310 19 İbn Manzûr, aynı yer 20 Buharî, Menâkıb 18 (42) 21 Tirmizi, Siyer, 5 (1594) 22 Sîret ansiklopedisi'nde Hz Muhammed'in son peygamber oluşu ile ilgili hadîsleri ve bunların değerlendirilmesini topluca görebiliriz (bkz age, C VI s 348-387 23 Bkz Bakara, 2/23-24; İsra, 17/88 24 Bkz Âli İmrân, 3/110; Bakara, 2/143, 25 Fahru'd-Din er-Râzi, İslâm İnancının Ana Konuları (Meâlimi Usûli'ddîn), Çev Nâdim Macit, Erzurum, 1996, s100; Taftazâni, age, s300
Kaynak : Yeni Ümit dergisi, Sayı : 49

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Kur'an > Sure Bakara> Ayet 170

Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 189

Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 20

Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim" Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır Allah kullarını çok iyi görmektedir
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 103

Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 130

Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 4

Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 7

Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 19

Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helal değildir Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmek için de kadınları sıkıştırmayın Onlarla iyi geçinin Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 22

Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 23

Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 119

"Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler" (dedi) Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 127

Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır) Şüphesiz Allah yaptığınız hayırları bilmektedir
Kur'an > Sure Mâide> Ayet 3

Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı Bunlar yoldan çıkmaktır Bugün kafirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir Artık onlardan korkmayın, benden korkun Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir) Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir
Kur'an > Sure Mâide> Ayet 103

Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır Fakat kafirler, yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları çalışmaz
Kur'an > Sure Mâide> Ayet 104

Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?
Kur'an > Sure En'âm> Ayet 136

Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza) dediler Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?
Kur'an > Sure En'âm> Ayet 137

Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!
Kur'an > Sure En'âm> Ayet 138

Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: "Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır" Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır
Kur'an > Sure En'âm> Ayet 139

Dediler ki: "Şu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır Şayet (yavru) ölü doğarsa, o zaman (kadın erkek) hepsi onda ortaktır" Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir Şüphesiz ki O hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir
Kur'an > Sure En'âm> Ayet 140

Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek (kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da değillerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Kur'an > Sure Bakara> Ayet 23

Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayrı şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 99

Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik (Ey Muhammed!) Onları ancak fâsıklar inkar eder
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 119

Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 143

İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 185

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 3

**2** (Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş; daha önce de, insanlara doğru yo- lu göstermek üzere Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmiştir Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 7

Sana Kitab'ı indiren O'dur Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır Diğerleri de müteşâbihtir Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 64

(Resûlüm!) De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 84

De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik Onları birbirinden ayırdetmeyiz Biz ancak O'na teslim oluruz
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 144

Muhammed, ancak bir peygamberdir Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 151

Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaları sebebiyle, kafirlerin kalplerine yakında korku salacağız Gidecekleri yer de cehennemdir Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 159

O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 199

Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler Allah'ın âyetlerini az bir paraya satmazlar İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 41

Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 47

Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab'a) iman edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 79

Sana gelen iyilik Allah'tandır Başına gelen kötülük ise nefsindendir Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 105

Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 113

Allah'ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 136

Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır
Kur'an > Sure Nisâ> Ayet 162

Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Kur'an > Sure Bakara> Ayet 118

Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 119

Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 147

Gerçek olan, Rabbinden gelendir O halde kuşkulananlardan olma!
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 170

Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 212

Kafir olanlar için dünya hayatı câzip kılındı (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir Allah dilediğine hesapsız lütufta bulunur
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 217

Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkar etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 252

İşte bunlar Allah'ın âyetleridir Biz onları sana doğru olarak anlatıyoruz Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin
Kur'an > Sure Bakara> Ayet 258

Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi Bunun üzerine kafir apışıp kaldı Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 12

(Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 58

(Resûlüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 61

Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 62

Şüphesiz bu (İsa hakkında söylenenler), doğru haberlerdir Allah'tan başka ilâh yoktur Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 63

Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 81

Hani Allah, peygamberlerden: "Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 120

Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 126

Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 139

Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 140

Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin Allah zalimleri sevmez
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 146

Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler Allah sabredenleri sever
Kur'an > Sure Âl-i İmrân > Ayet 164

Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



SENİ ANIYORUM

Her gece bir kervan geçer ömrümden,
Başımı secdeye koyduğum yöne doğru
Her gece beklerim onu, elimde çıkınım
En Sevgili'nin kervanıdır, bilirim
Yârenler Yâri'nin denklerini taşır katarlar

Kardelen tohumu oldum,
Kolladım zamanı bilmem kaç bin gece
Zamanı kolladım,
Kum saatinin en üstündeki kum taneciği gibi
Zamandan geçip an olabilmek için
O an, ayağının bastığı olabilmek için yaratılmışların arasında
Sen'i arıyorum Ey Sevgili!
Gözümün iliştiği, düşüncemin geçtiği,
Yüreğimin eriştiği her yerde, Sen'i arıyorum
İkliminde bestelenmiş her notada,
Vuslatına göçen kervanının izlerini haritalaştırıyorum
Özlem coğrafyalarında
Yedi iklim tam yedi bahar, gözlerimde güneşin rengi
Adı konmamış diyarlarda bile ararım Sen'i
Bu arayış; bazen güneşlerin çarpışmasıdır debdebeli
Bazen küçük bir derenin en durgun yerinde,
Kıyısında su içen karıncanın ayaklarını ıslatması
O kadar naif, tılsımlı bir o kadar da

Bebeklerin avuçlarındaydın Sen
Fırtınada ve sonrasındaki dingin havada söylenir adın
Ay her gece şâk olurken şehadet parmağınla
Bana düşen hep husûf (Ay tutulması)
Zaman, sensiz Kenan olur; mekân bin kuyu
Her kuyuda ben, bin Yusuf
Bastığım taşlardan silinmiş,
Sularda şimdi ayak izim
Suyun sırrını ateşe sormalı,
Ateşin sırrını pervaneye
Ya pervanenin sırrı?
Dönmek olsa gerek, hep Sana dönmek
Yıldızlar, güneşler gibi döne döne yanmak
An döner, ömür döner, âlem döner
Her şey olursa, durmaz başım dâim döner
Dillerde adın gibi döner
Ellerimi açmışım Rahman'a,
Sen'i arıyorum ey Sevgili
Sen'i arıyorum

Menekşe yaprağında meltem olur nefesim Sen'i söylerken
Kelebeğin kanadına nakşedilmiş rengarenk toz gibi,
Serpilir Sen'i aradığım geceler ömrüme
Yıldızların geçtiği çizgide koşuyorum, ben bir karınca

Yeşil kuşlara bakarak koştum hep asumanda
Onlara özendim;
Kanatlarını açtılar onlar, ben yanık ellerimi
Takıldım çölde Sen'i özleyen kuşun peşine
Zümrüdüanka dedim Kafdağı dedim
Efsanelerdeki sevda ülkesinde bulmaktı hayalim efsununu
Ey Yâr! Sen'in diyârında bülbül,
İkliminde açan gonca olabilmek hulyasıyla
Gözyaşlarımda dualarımı, dualarımda hep Sen'i istedim
Beyt'ine damladı yanaklarımdan süzülen hasret
Kevser'le suladım gülünü, neredesin?

Bir yağmur taneciğiydin düşen alnıma,
Kırk değil kırkbin ikindide
"Sen!" deyip yürüdüğüm yollarda,
Saçlarım, omuzlarım, bir de yüreğim ıslandı
Çağlar ötesinden türkünü söyleyen sağanaklarda
"Ümmetim!"deyip döktüğün incileri
Topluyorum şimdiki zamanda
Hızır-İlyas seherindeki gül tomurcuğunda şekillenir,
Çiy tanesi oluverir incilerin
Gözlerime sürerim
Sücûdta ıslatır denizleri gözlerim

Yıldızların arasındaydı sanki gözlerinin ışıltıları,
En parlak yıldızdı yıldızlardı
Burak'ın ayak izlerine basarak dolaştım Âlemler'i
Yine böyle bir seyerânda; pınarların çağladı,
Cemâlin'e âşinâ bir çift zümrüt çekti beni sadağımdan
"Yağma! Servetim yağma!" deyip dönen Selahaddin'in,
Gerçek hazineleri buluşuydu âdetâ
Cennet rengi zümrütlerin
Çektiği yöne doğru sürükleniyor canım döne döne
Şems-i Tebrîzî'nin peşinden gidercesine
Gökler ötesinde aradım hep tebessümünü
Ve nihayet, solunmuş bir nefesten de yakın,
Bir yürek atımlık benden de ben
Ve Gökçen bir bakışta buldum Sen'i

Ne Ankâ kaldı gözümde, ne korktum Kafdağı'ndan
İnsan dünyaya bir kere gelir
Öyleyse, yaşamamış olmalıyım bunca zaman
Her şeyim O'na ayak uyduruyordu, kalbimin tıp tıpları bile

Ne var ki; hazan kıskandı gülleri
Yaprakları savurdu Karayel
Büktü boynunu kardelen
Bana mevsim yine sonbahar
İmbatın estiği memleketteyim, üşüyorum
Şimdi ne Sen varsın En Sevgili,
Ne de Sen'i görür gibi olduğum cennet rengi
Kervan, katarlarını toplar oldu bu diyardan
Mus'ab utancında saklıyorum yüzümü

Her şeye rağmen,
Hiç tükenmedi yüreğimin orta yerindeki ümit
Ateş böceği aydınlığıyla düştüm kör karanlıktaki yollara
Kör ufkunda vuslat çırağı bir ümid

Kaldırmadım başımı Efendim, koyduğum yerden
Aradığım yine Sen!

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



PEYGAMBERİMİZİN KADINLARA ŞEFKATİ

İslâmın şefkat güneşi dünyayı aydınlatmadan önce kadınlar çok perişan haldeydiler Başta Araplar olmak üzere, insanlık kız çocuklarını ve kadınlarını çok hor görürdü Onları bir insan olarak kabul etmez, bir eşya gibi değer biçer, alıp satarlardı Arapların yanında kadının hiçbir sosyal hakkı yoktu Onları şefkat ve merhametten yoksun kıldıkları gibi, mal ve mirastan da uzak tutarlardı

Peygamberimizin bütün insanlığı kuşatan şefkat ve merhameti kısa zamanda kadınlar üzerinde de görülmeye başladı Onları insanların ayakları altında ezilmekten kurtararak o kadar yüceltti ki, "Cennet anaların ayakları altındadır" buyurarak, Cennete girmeyi annelerin rızalarıyla eş tuttu

Kadınlara iyilik yapmanın, onlara şefkatli davranmanın, imanın bir alâmeti olduğunu beyan ederek bu meseleye büyük önem verdi

"Kim Allah'a ve âhiret gününe iman etmişse, komşusuna eziyet etmesin Kadınlara da iyiliği tavsiye ediniz Çünkü onlar kaburga kemiğinden yaratılmıştır Kaburganın en eğri tarafı da üst tarafıdır Onu doğrultmak istersen kırarsın Olduğu gibi bıraktığın takdirde de daima eğri kalır Bunun için, kadınlara her zaman iyiliği tavsiye edin" mealindeki hadis-i şerifle Peygamberimiz, kadınların hem maddî yapılarını, hem de ruhsal durumlarını ifade ederek, onlara anlayışlı davranmayı, kusur ve eğriliklerine tahammül edip sabır gösterilmesini tavsiye etti

Peygamberimiz bizlere bu tavsiyeyi yaparken, kendisi de söylediklerini en güzel şekilde uyguluyordu Bir ihtiyaçları olur veya bir şey öğrenmek isterlerse mü'min kadınları reddetmez, ihtiyaçlarını karşılar, sorularına cevap verir, erkeklerle hiçbir ayırım gözetmezdi

Peygamberimizin etrafında her zaman erkek Sahabîler toplanıyor, sohbetinde bulunuyorlardı Fakat mü'min kadınlar bu nimetten mahrumdular İçlerinden bir temsilci seçtiler, Peygamberimize gönderdiler ve bir gününü de kendilerine ayırmasını istediler

Peygamberimiz bu teklifi kabul etti ve hanımların dileklerini yerine getirerek, bir gününü de onlarla sohbet için ayırdı

Peygamberimiz özellikle yaşlı kadınların kalplerini kırmaz, hatıralarını hoş tutardı Davet ettikleri zaman reddetmezdi

Bir seferinde Hz Enes'in büyükannesi Peygamberimizi yemeğe davet etti Peygamberimiz de daveti kabul ederek evlerine gitti Kadıncağızı sevindirmek için de ona namaz kıldırmak istedi Kendisi imamlığa geçti, Hz Enes, büyükannesi ve kölelerinin meydana getirdiği bir cemaate iki rekât namaz kıldırdı

Yola çıkıldığında kafilede kadınlar varsa Peygamberimiz onların rahat etmesi için her türlü tedbiri alırdı

Bir sefer esnasında Enceşe adında Habeşistanlı güzel sesli bir köle, vezinli ve kafiyeli şiirleri makamla söylüyordu Böylece develer daha hızlı yürüyordu Develerin hızlı bir şekilde yürümesi üzerine kadınların rahatsız olduğunu fark eden Peygamber Efendimiz Enceşe'yi ikaz etti:

"Ey Enceşe, cam şişelerin hayvanlarını yavaş sür!"

Kadınlar zayıf ve nazik oldukları için Peygamberimiz onları cama benzetmişti Onların incinmesine, acı duymalarına gönlü razı olmuyordu

Peygamberimiz kendi hanımlarına da çok nazik davranır, hiçbir şekilde kalplerini kırmazdı Başta Hz Âişe validemiz olmak üzere bütün hanımları, Peygamberimizin evde çok sakin, halim ve mütevazı olduğunu söyleyerek, onu her yönüyle mükemmel bir aile reisi, merhametli bir koca, şefkatli bir baba olarak anlatırlar

"Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olandır Ben kadınlara iyi davranma bakımından sizin en hayırlınızım" buyuran Peygamberimiz, kadınlara anlayışlı davranmayı tavsiye etmektedir

Peygamberimiz ev işlerinde de hanımlarına yardımda bulunurdu Koyunları sağması, ev süpürmesi, elbisesini ve ayakkabılarım tamir etmesi, deveyi yemlemesi, çocuklarla ilgilenip ihtiyaçlarını görmesi, hep onun bu merhamet ve şefkatinin neticesi değil midir?

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



Çocuklara Şefkati
Peygamberimiz Hz Muhammed (sav)'in tüm insanlığa örnek olan şefkati, merhameti ve müminlere olan düşkünlüğü, çocuklara olan tavrında da çok yoğun olarak görülmektedir Peygamberimiz (sav) hem kendi çocukları ve torunları hem de ashabının çocukları ile çok yakından ilgilenmiş, doğumlarından isimlerinin konmasına, sağlıklarından ilimlerinin artmasına, giyimlerinden oynadıkları oyunlara kadar onlar için tavsiyelerde bulunmuş, hatta bizzat yol göstermiş, ilgilenmiştir
Örneğin, Peygamber Efendimiz, kızı Hz Fatıma (ra)'ya, her iki torununun doğumundan hemen önce"Doğum olunca bana haber vermeden çocuğa hiçbir şey yapmayın" diye tembihlemiştir Bebeklerin doğumundan sonra ise onların beslenmelerini, bakımlarını ve nasıl korunacaklarını bizzat göstererek anlatmıştır
Peygamberimiz (sav) ayrıca, yeni doğan bebeklere, çocuklarına, torunlarına ve ashabının çocuklarına hep dua etmiştir Onları severken ya da onların oyunlarını izlerken, onlar için Allah'tan hayırlı ve uzun bir ömür, ilim, hikmet ve iman istemiştir Örneğin torunları Hz Hasan ve Hz Hüseyin'e her vesilede dua etmiş ve bu duasının, Hz İbrahim'in Hz İshak ve Hz İsmail için ettiği dua olduğunu belirtmiştir
Ashabından İbn-i Abbas (ra) çocukken Peygamberimiz (sav)'in kendisine "Allah'ım buna hikmeti öğret" diye dua ettiğini aktarır Ashabından Enes (ra)'e ise çocukluk döneminde, Allah'ın mal ve evladını çok ve ömrünü uzun kılması ve verdiklerinin Enes (ra) hakkında hayırlı ve mübarek olması için dua etmiştir
Peygamber Efendimiz çocukların oyununa da çok önem vermiş, hatta zaman zaman onlarla oyun oynayarak ilgilenmiştir Hz Peygamber (sav), "Çocuğu olan onunla çocuklaşsın" diyerek, anne babalara çocuklarını bizzat eğlendirmelerini tavsiye etmiştir Peygamberimiz (sav) çocukların yüzme, koşu, güreş gibi oyun ve sporlarla meşgul edilmelerini de tavsiye etmiş, hatta torunlarını ve çevresindeki çocukları buna teşvik etmiştir
Birçok sahabe, Peygamber Efendimizin çocukları nasıl sevdiğini, onlarla nasıl ilgilendiğini ve oyunlar oynadığını aktarmıştır Bunlardan bazıları şöyledir:
Hz Enes (ra):
"Resulullah aleyhissalatu vesselam çocuklarla şakalaşmada insanların en önde olanıydı"
El Bera (ra):
"Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellemi Hasan omuzunda iken gördüm…"
"Peygamberimiz (sav) kızı Hz Fatıma (ra)'ya şöyle derdi: 'Haydi şu oğullarımı (Hasan ve Hüseyin) çağır bana!' Ondan sonra o ikisini göğsüne basar, koklardı"
Ya'la İbnu Mürre (ra) Peygamberimiz (sav)'in çocuklara olan sevgisine, onlarla nasıl şakalaştığına dair şunları anlatmıştır:
"Bir grup ashab, Resulullah ile birlikte aleyhissalatu vesselam'ın davet edildiği bir yemeğe gittiler Yolda torunu Hüseyin'e rastladılar, çocuklarla oynuyordu
"Resulullah (sav) çocuğu görünce ilerleyip cemaatin önüne geçip onu tutmak için ellerini açtı Çocuk ise sağa sola kaçmaya başladı Resulullah da onu takliden sağa sola koşarak, tutuncaya kadar peşinde koştu Yakalayınca ellerinden birini çenesinin altına diğerini de ensesine koyup öptü ve 'Hüseyin bendendir Ben de Hüseyindenim Kim Hüseyin'i severse Allah da onu sevsin Hüseyin sıbtlardan bir sıbttır (torun)' buyurdu"
Hz Enes (ra)'in bildirdiğine göre Resulullah (sav), "dünyadaki iki reyhanım" dediği torunları Hasan ve Hüseyin'i sık sık yanına çağırtıp onları koklar ve bağrına basardı
İbnu Rebi'ati'ibni'l Haris (ra) diyor ki:
"Babam beni, Abbas (ra)'da oğlu el-Fadl (ra)'ı Resulullah'a gönderdi Huzurlarına girdiğimiz zaman bizi sağlı sollu oturttu ve bizi öylesine sıkı kucakladı ki daha kuvvetlisini görmedik"
Resulullah (sav)çocuklara olan sevgisini gösterirken sıkça onların başlarını okşardı ve onlara hayır duaları ederdi Örneğin Yusuf İbni Abdillah İbni Selam (ra), "Hz Peygamber (sav) beni Yusuf diye isimlendirdi, başımı okşadı" der Amr İbnu Hureys (ra) ise annesinin kendisini Hz Peygamber (sav)'in huzuruna götürdüğünü, Resulullah (sav)'ın başını okşayıp bol rızka kavuşması için dua ettiğini, Abdullah İbnu Utbe (ra) de beş-altı yaşlarındayken Peygamberimiz Efendimizin başını okşayarak, zürriyeti ve bereketi için dua ettiğini hatırlayabildiğini anlatır
Hz Muhammed (sav)'in çocuklara gösterdiği ilgili ve sevgi dolu tavrı, Ebu Hüreyre (ra) de şu örneklerle anlatmıştır:
"Meyvenin ilk çıkanı getirildiği zaman Resulullah (sav) şöyle derdi: 'Allah'ım Bize, Medinemize, meyvelerimize, müdd ve saımıza (yani ölçeklerimize) kat kat bereket ver' diye dua ederdi Sonra meyveyi orada bulunan en küçük yaştakine verirdi"
"Çocuğa karşı yumuşak davranmak Allah Resulü'nün adetlerindendi Allah Resulü bir seferden döndüklerinde çocuklar kendilerini karşılarlardı Allah Resulü de durur sahabelerine çocukları kaldırmalarını emrederdi Onlar da çocukların kimini Allah Resulü'nün önüne kimisini terkisine bindirir ve bazılarını da kendileri bineklerine alırlardı"
"Resulullah (sav) Hz Fatıma'nın evinin avlusuna geldi ve oturdu 'Burada çocuk var mıdır?' diye sordu Hz Fatıma'nın çocuğu (Resulullah'ın torunu), süratle koşarak geldi ve Resulullah'ın boynuna sarıldı Resulullah çocuğu öptü"
"Çocuklarla o kadar içice olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüştü de, onların neşesine katılmak için birlikte koşmuştu"
Cabir İbnu Semüre (ra) de aynı konuda şunları anlatmıştır:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte ilk namazı kıldım Sonra aleyhissalatu vesselam ehline gitti Onunla ben de çıktım Onu bir kısım çocuklar karşıladı Derken onların yanaklarını bir bir okşamaya başladı Benim yanağımı da okşadı Elinde bir serinlik ve hoş bir koku hissettim"
Kız çocuklarının doğar doğmaz öldürüldükleri bir dönemde peygamber olarak görevlendirilen Hz Muhammed (sav), kız çocuklarını da erkek çocuklardan ayırmamak gerektiğini, kız çocuklarını öldürmenin günah olduğunu bildirmiş, ve hepsine eşit sevgi ve ilgi göstererek, topluma da güzel bir örnek olmuştur Peygamberimiz (sav)'in kız çocuklarındaki güzel özellikleri vurguladığı sözlerinden biri şudur:
"Kız ne güzel evlattır Şefkatli, yardımsever, munis, kutlu ve analık duyguları ile doludur"
Peygamberimiz (sav) sevgisini hem sözleriyle hem de davranışlarıyla gösterirdi Çocuklara onları sevdiğini söylerdi
Peygamber Efendimiz, çocuklara olan şefkatinde hiçbir ayırım gözetmezdi Kendi çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevgi ve merhametin aynısını diğer Sahabî çocuklarına da gösterirdi Halid bin Said (ra), Peygamberimiz (sav)'i ziyarete geldiğinde yanında küçük kızı da vardı Habeşistan'da doğduğu için, Peygamberimiz (sav) ona ayrı bir yakınlık gösterirdi Bir seferinde Peygamberimiz (sav)'in eline işlemeli bir kumaş parçası geçmişti Hz Halid'in kızını çağırttı ve ona verdi, sevindirdi
Cemre o sıralar küçük bir çocuktu Babası alır, onu Peygamberimiz (sav)'in huzuruna götürür, derdi ki: "Yâ Resulallah, şu kızım için Allah'a bereketle dua eder misiniz?" Peygamber Efendimiz Cemre'yi kucağına oturttu, elini başına koydu ve bereketle dua buyurdu
Peygamberimiz (sav)'in yardımcısı Hz Zeyd (ra)'in oğlu Üsame (ra) Peygamber Efendimiz ile ilgili şunları anlatmıştır:
"Resulullah bir dizine beni, bir dizine de torunu Hasan'ı oturtur; sonra ikimizi birden bağrına basar ve 'Ya Rabbi, bunlara rahmet et Çünkü ben bunlara karşı merhametliyim' diye dua ederdi"
Bazı kimseler, Peygamberimiz (sav)'in çocuklarla oyun oynamasını, onlarla ilgilenmesini anlamıyorlardı Bir defasında Akra bin Habis (ra), Peygamberimiz (sav)'i, Hz Hasan'ı öperken gördü ve şöyle dedi:
"Benim on çocuğum var Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim" Bunun üzerine Peygamberimiz, "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" buyurdu"
Peygamber Efendimiz mübarek evladı Hz İbrahim'i de, süt annesinin evinde sık sık ziyarete gider, şefkat ve merhametini göstererek, başını okşar, bağrına basardı Peygamber Efendimizin hizmetkarı Hz Enes (ra), ilgili bir hatırasını şöyle anlatır:
"Ben ev halkına Resul-i Ekremden (sav) daha şefkatli, daha merhametli davranan bir kimse hayatımda görmedim İbrahim, Medine'nin Avali kısmında sütannesinin yanında bulunurken, Peygamberimiz onu görmeye gider, biz de beraberinde bulunurduk Peygamberimiz içeri girer, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi Yine bir gün gittiğimizde Resulullah çocuğunu getirtti, bağrına bastı Ona bazı sözler söyledi, onunla konuştu"
Hazret-i Ali anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz bize ziyarete gelmişti O gece bizde kaldı Hasan ve Hüseyin de uyuyorlardı Bir ara Hasan su istedi Peygamberimiz hemen kalktı ve su kırbasından bir bardak su aldı, çocuğa verdi…"
Peygamberimiz (sav), ayrıca müminlere çocukları arasında adaletle davranmalarını hatırlatmış ve şöyle demiştir:
"Allah'tan korkun Çocuklarınızın size itaatli olmalarını istediğiniz gibi siz de onların aralarında adaletle davranınız"
"Allah öpücüğe varıncaya kadar her hususta çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever"
Peygamberimiz (sav) çocukların eğitilmeleri ve güzel ahlak ile terbiye edilmeleri üzerinde de durmuş ve bu konuda birçok tavsiyede bulunarak yol göstermiştir Peygamberimizin (sav) bu konudaki sözlerinden bazıları şöyledir:
"Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz"
"Çocuğun, babası üzerindeki haklarından biri ismini ve edebini güzel yapmasıdır"
"Çocuklarınıza ikram edin ve terbiyelerini güzel yapın"
Peygamberimiz Hz Muhammed (sav), her konuda olduğu gibi, çocuklarla ilgilenmesi, onlara gösterdiği sevgi ve şefkat ile müminlere en güzel örnektir Peygamberimiz (sav) "Küçüklerimize şefkat etmeyen bizden değildir" diyerek, çocuklara gösterilen şefkatin önemini belirtmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



PEYGAMBERİMİZ AMCASI EBU TALİB`İN YANINDA

Peygamberimiz, dedesi tarafından kendisine koruyucu olarak tayin edilen amcası Ebû Tâlib`in himâyesindeydi artık
Ebû Tâlip son derece merhametli bir insandı Fakat oldukça fakirdi Mekke etrafında yayılan ve şehre getirilince sütünden faydalanılan birkaç devesinden başka bir mala ve mülke de sahip değildi Âile efradı kalabalık olan Ebû Tâlip, haliyle geçim yönünden büyük bir sıkıntı içinde bulunuyordu
Bütün bunlara rağmen o, dürüstlüğü ve doğru yaşayışıyla Kureyşliler tarafından sevilir, sayılır ve hürmet edilirdi Hz Ali, babasının bu durumunu şu ifadelerle dile getirir:
"Babam, Kureyş`in fakir, fakat ileri gelenlerinden şerefli biri idi Halbuki, kendisinden evvel, böyle yoksul olduğu halde, kavminin ulu kişisi olmuş bir kimse gelmemiştir"
Ebû Tâlip, yaşayışı bakımından da, Cahiliye devrinin kötülük ve çirkinliklerinden uzaktı Kureyşli müşriklerin su gibi içtikleri içkiyi o, babası Abdülmuttalib gibi asla kullanmazdı Ebû Tâlip, her hâliyle Kâinatın Efendisini himâye edecek evsafta bulunuyordu
Ebû Tâlip, aynı zamanda kardeşi Zübeyr`den kendisine geçen "Kâbe perdedârlığı" demek olan "Rifâde" ve "hacılara su içirme hizmeti" demek olan "Sikâye" vazifelerini de yürütüyordu Ne var ki, fazla masraf gerektiren bu vazifelerin altından dar bütçesiyle kalkamayacağını anlayınca, üç hac mevsiminden sonra bu görevleri kardeşi Hz Abbas`a devretmek zorunda kaldı "Sikâye" ve "Rifâde" hizmetleri Mekke`nin fethine kadar Hz Abbas`ın elinde devam etti Resûlullah Mekke`yi fethettikten sonra bu görevleri yine aynı elde bıraktı
Ebû Tâlip de, babası gibi Sevgili Peygamberimize candan bağlıydı Peygamberimizin yetişmesine son derece dikkat gösteriyordu Yeğenini hiç yanından ayırmazdı Gittiği yere onu da götürür, yanıbaşına oturtur ve bir arkadaş gibi kendisiyle sohbet eder, konuşurdu
Ebû Tâlib`in evinde onsuz sofraya oturulmazdı Sofra hazırlandığında Peygamber Efendimiz görülmeyince, "Muhammed`im nerede, çağırın gelsin" derdi Çünkü onun bulunduğu sofrada herkes doyarak kalkar ve yemek yine de artardı Bulunmadığı sofralarda ise, çok kere sofradakiler doymadan yemekler bitiverirdi68
Zaten Sevgili P eygamberimiz, tâ o zamandan beri az yiyordu Sofrada son derece ciddi ve nimetlere hürmetkâr bir tavır içinde bulunurdu Diğer çocuklar kurulur kurulmaz sofraya saldırırken o, büyükleri başlamadan lokmayı ağzına koymazdı Hatta bazı kere amcası, çocuklardan rahatsız olmasın diye onun için ayrı sofra kurdururdu69
Sevgili Efendimiz, büyüklüğünde olduğu gibi bu yaşlarda da açlıktan, susuzluktan şikâyet etmiyordu Dadısı Ümmü Eymen bu hususiyetini şu ifadelerle dile getirir:"Resulullahın çocukluğunda ne açlıktan, ne de susuzluktan şikâyet ettiğini görmedim Sabahleyin bir yudum Zemzem içerdi Kendisine yemek yedirmek istediğimizde, `İstemem, karnım tok` derdi"70
Peygamber Efendimiz neşe ve hayat dolu gözlerini sabahlan pırıl pırıl parlayan temiz bir yüzle açardı71

Peygamberimiz Amcasıyla Yağmur Duâsında
Mekke ve havalisi şiddetli bir kuraklık ve kıtlık yılı yaşıyordu Yağmurun damlası yoktu Yerler kup kuru ve toprak susuzluktan parça parçaydı
Kureyşliler Ebû Tâlib`e başvurdular
"Ey Ebû Tâlip," dediler "Kuraklık ve kıtlıktan çoluk çocuğumuz ölmeye, hayvanlarımız kırılmaya başladılar Ne olur, bizim için yağmur duasına çıksan!"
Ebû Tâlip teklifi reddetmedi Ancak yalnız gidemezdi Gitmek de istemezdi Yanına yeğeni Nur Muhammed`i de almalıydı Çünkü onun bereket ve ihsanlara vesile olduğunu bir çok hâdisede görmüş ve anlamıştı
Ebû Tâlip, yeğeni ile birlikte Kâbe`ye vardı Sırtını bu kudsî mabede dayadı, ellerini Kâinat Sultanına açtı ve yalvarmaya başladı Nur Muhammed (asm) ise, Kâbe`nin örtüsüne yapışmış, bir parmağını da göğe doğru kaldırmıştı
…Ve az sonra Rahman ve Rahim olan Allah`ın rahmet deryası coştu ve yağmur bardaktan boşalırcasına Mekke ve halkının üzerine döküldü Kendilerini zorlukla evlerine atabildiler Bir anda vadiler dolup taştı Yüzler ve gözler sevinçle doldu
Evet, Hz Muhammed (asm), insanlığa maddî mânevî rahmet ve bereket getirmek, insanlığı ve dünyayı mes`ud etmek üzere vazifelendirilmişti Daha çocukluğundan itibaren de bu ulvî ve büyük vazifenin sahibi bulunduğunun izlerini üzerinde taşıyordu

Fatıma Hatunun Peygamberimize Sevgisi
Ebû Tâlib`in hanımı Fatıma Hatunun da Peygamber Efendimize olan sevgisi ve şefkati sonsuzdu Onu öz evladı gibi seviyor, bakımına son derece dikkat ediyordu Hatta, onu yedirip doyurmadan çocuklarına bakmıyor ve onlarla ilgilenmiyordu Böylece Dürr-i Yetime, annesiz kalmış olmanın ıztırap ve hasretini hissettirmemeye çalışıyordu
Sevgili Peygamberimiz de, Fatıma Hâtuna sevgi ve saygısında hiçbir zaman kusur etmiyordu Ömrünün sonuna kadar da kendisine yapılan iyiliği unutmadı Öyle ki, Fatıma Hâtun, vefât ettiğinde, "Bugün annem vefat etti" diyerek ona karşı olan sevgisini ifade etmişti Sonra da gömleğini çıkararak ona kefen yapmış ve beraberinde kabre inerek bir müddet mezarında uzanmıştı
Resul-i Ekremin bu hareketi, Ashabının gözünden kaçmadı Sebebini sorduklarında, şu cevabı verdi:
"Ebû Tâlib`den sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir kadın yoktur Âhirette, Cennet elbiselerinden bir elbise giymesi için ona gömleğimi kefen yaptım Kabre ısınması ve alışması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım"72
Kim tarafından olursa olsun, kendisine yapılan iyilikleri asla unutmayan ve o iyiliklerin altında kalmayıp, birkaç misliyle mukabele eden büyük Peygamber (asm)
Resûl-i Ekremin bu yüksek hasletinin, bu müstesna sıfatının, insanların hidâyete ermesinde büyük tesiri olduğu hayat safhaları içinde görülecektir

Peygamber Efendimizin Koyun Gütmesi
Resul-i Ekrem Efendimiz ömr-i saâdetlerinin onuncu yılı içinde bulunuyorlardı
Bu sırada, himâyesinde bulunduğu amcası Ebû Tâlib`in koyun ve keçilerini gütmek istediğini söyledi Onu canı gibi seven amcası önce buna razı olmadı Ancak Efendimizin şiddetli arzu ve ısrarı karşısında kabul etti Fakat bu sefer zevcesi Fâtıma Hâtun bu isteğe şiddetle karşı koydu Göz bebeklerinden daha çok kıymet verdikleri Kâinatın Efendisini yakıcı güneş altında bırakmaya gönülleri nasıl rıza gösterebilirdi?
Fakat, Fahr-i Âlem Efendimiz bu arzusunda kararlı idi Bunun için Fâtıma Hâtunu da ikna ve razı etti
Efendimiz, sabahları koyun ve keçileri alarak vadilerde ve tepelerde dalaştırıp otlatmaya başladı
Böylece, hem geçim sıkıntısı içinde bulunan amcasına, hiç olamassa çoban tutma masrafından kurtarmak suretiyle yardımda bulunmuş, hem de yanlız başına yerleri ve gökleri derin derin tefekkür etme imkanı elde etmiş oluyordu Kırda Cenab-ı Hakkın, her an tazelendirdiği yer ve gök sayfalarındaki ulvî manzaraları seyrediyor, ruhu onlardan eşşiz bir zevk ve derin bir feyz alıyordu Üzerine aldığı bu vazife onu aynı zamanda tefessüh etmiş, bozulmuş cemiyetin yalan, hile, dolandırıcılık ve rîya ile bulaşmış hayatlarından uzak kalma imkânına da kavuşturuyordu
Mübarek ömürlerinin bir senesini koyun gütmekle geçiren Efendimiz, nübüvvet vazifesi verildikten sonra Sahabîleriyle bir gün kıra çıkmışlardı Merruzahran mevkiinde beraberce misvak ağacının yemişini topluyorlardı Gönülleri kucaklayan tebessümleri arasında Sahabîlerine şöyle buyurdu:
"Siz bu yabanî yemişlerin karalarını tercih ediniz Çünkü, onun siyahı en lezzetlisidir"
Sahabîler merak ve hayret içinde,
"Yâ Resulallah," dediler "Bu yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir Siz de koyun güttünüz mü?"
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz yine ruhları okşayan tebessümleri arasında,
"Hiçbir peygamber yoktur ki, koyun gütmemiş olsun"73 cevabını verdiler
Ömür defterine tatlı bir hatıra olarak kaydedilen bu koyun gütme hâdisesini yine Resul-i Zişan Efendimiz bir gün şöyle yâd edecektir:
"Musâ (as) peygamber olarak gönderildi, koyun güderdi Davûd (as) peygamber olarak gönderildi, koyun güderdi Ben de peygamber olarak gönderildim Ben de kendi âilemin koyunlarını Ciyad`da [Mekke`nin alt tarafında bir yer> güderdim"74
Görülüyor ki, Kur`ân`da "En yüksek ahlâkın sahibi" olarak tavsif edilen Resûlullah Efendimizin henüz on yaşlarındaki gayret ve himmeti dahi boş oturmayı hoş görmemiş ve başkasına yük olmayı uygun bulmamıştır
Şerh ve izahı ciltleri kaplayacak olan şu mübârek sözlerinde de bu bir senelik koyun gütme tecrübesinin eserini bulmak mümkündür:
"Hepiniz çobansınız İdâreniz altında bulunanlardan mes`ulsünüz Devlet reisi, idaresi altındakilerden mes`uldür Kişi, çoluk çocuğunu gözetip korumakla mükellef ve bundan mes`uldür Kadın kocasının evinden mes`uldür Hizmetçi, efendisinin malının muhafızıdır ve bundan mes`uldür Kişi babasının malının muhafızıdır ve bundan mes`uldür Hepiniz idareniz altında olanlardan mes`ulsünüz"75

Eğlencelere Katılmaktan Alıkonması
Cenab-ı Hakkın hususî terbiyesi ve muhafazası altında ömür geçiren Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, amcasının koyunlarını güttüğü sıralarda başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatmıştır:
"Ben, Cahiliye Devri insanlarının işledikleri bir şeyi iki defa yapmaya teşebbüs ettimse de, Allah, beni o işten alıkoydu Bundan sonra Allah, beni peygamberlik vazifesiyle şereflendirinceye kadar hiçbir kötülüğe teşebbüs etmedim
Teşebbüs ettiğim şeye gelince:
Bir gece Kureyş`ten bir gençle Mekke`nin yukarı taraflarında kendi koyunlarımızı otlatıyorduk Ben arkadaşıma,
`Koyunlarıma bakarsan, ben de diğer arkadaşlarım gibi Mekke`ye giderek gece eğlencelerine, gece masalları toplantılarına katılmak istiyorum` teklifinde bulundum"
Arkadaşım,
`Olur, bakarım` dedi"
Bu maksatla Mekke`ye geldim Şehrin ilk evinin yanına yaklaştığımda defler, düdük ve ıslıkların çalındığını duydum
`Nedir bu?` diye sordum
`Filanın oğlu, filanın kızıyla evlenmiş, onların düğünleri yapılıyor` dediler Hemen oturup onları seyre başladım Derken Allah, kulaklarımı tıkadı, uyuya kaldım ve ancak sabah güneşinin ışıklarıyla uyanabildim Dönüp arkadaşımın yanına geldiğimde benden ne yaptığımı sordu
`Hiçbir şey yapmadım` dedim ve sonra da başımdan geçeni olduğu gibi anlattım
Bir başka gece, yine arkadaşıma aynı şekilde ricâ ettim Ricâmı kabul etti Yola çıkıp Mekke`ye geldiğimde, geçen sefer işittiklerimin aynısını yine işittim Hemen orada çöküp yine seyre daldım Derken Allah, yine kulaklarımı tıkadı Vallahi, beni uykudan ancak güneşin sıcaklığı uyandırabildi Uyanır uyanmaz arkadaşımın yanına vardım ve başımdan geçeni olduğu gibi anlattım Bundan sonra Allah beni peygamberlik vazifesiyle şereflendirinceye kadar böyle şeylere teşebbüs etmedim"

68 Tabakât, 1/120
69 Age, 1/119
70 Kadı İyaz, Şifâ, 1/729-730
71 Age, 1/730
72 Süheylî, Ravdü`l-Ünf, 1/112; İbni Abdi`l-Berr, İstiâb, 1/369-370
73 İbni Sa`d, Tabakât 1/125-126; Buharî, 2/247-248; Müslim, 6/125; İbni Mâce, Sünen, 2/727
74 Tabakât, 1/126
75 Müslim, 6/8

Alıntı Yaparak Cevapla

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü

Eski 09-08-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Hayatı-Hz. Muhammed'in Yaşamı-Hz. Muhammed Çocukluğu Ölümü



PEYGAMBERİMİZİN SÜTANNEYE VERİLMESİ

Efendisine kavuşan kâinat artık şendi
Beşeriyetin kalbine nur ve huzur sunacak zâtı sinesinde barındıran Arabistan`ın kalbi sevincinden âdetâ duracak gibiydi
Kâinatın eşsiz hâdisesine sahne olan Mekke, âdetâ ulvi âlemlere uçmak istiyormuşçasına heyecanlı ve mesrûrdu
Hazret-i Âmine huzurlu ve sürurlu idi Nurtopu yavrusu tatlı tebessümleriyle, kocasının vefât acısını bir nebze unutturduğu gibi, istikbale ümit ile bakmasını da sağlayan tek tesellî idi Bahtiyar Âmine, şerefli yavrusunu ancak bir hafta kadar emzirebildi Bundan sonra Ebû Leheb`in cariyesi Süveybe Hâtun Kâinatın Efendisine sütanne oldu ve onu günlerce emzirdi 42
Süveybe Hâtun daha önce de Hazret-i Hamza`yı emzirmişti Böylece Resûl-i Kibriya Efendimizle muhterem amcası arasında bir de süt kardeşliği bağının kurulmasına vasıta olmak gibi bir bahtiyarlık ve şerefe erişmiş oluyordu
Kendisine yapılan iyiliklerin en küçüğünü dahi unutmayacak ve onu karşılıksız bırakmayacak kadar büyük bir fazilet ve yüksek bir vefa duygusunun sahibi olan Fahr-i Âlem Efendimiz, zâtına bir müddet süt annelik yaptığı için Süveybe Hâtunu hayatı boyunca unutmadı Onu sık sık ziyaret eder, her gördüğünde kendisine bol ihsan, iltifat ve ikramda bulunurdu
Evet, vefâ, Fahr-i Âlem Efendimizin dünya yüzüne getirdiği güzel ahlâkın temeli idi Onun ter temiz, nezih hayatında vefâsızlığı ihsas eden en ufak bir davranışa rastlanamaz
Onun fazilet ve vefa duygusundan ders alan muhterem zevceleri Hatice-i Kübrâ da evine sık sık gelip giden Süveybe Hâtun`u hürriyetine kavuşturmak için bir ara satın almak istediyse de, Ebû Leheb buna yanaşmadı Ancak, Resûl-i Kibriya Efendimiz Medine`ye hicretinden sonra, Ebû Leheb, Süveybe`yi kendiliğinden azad etti43
Ebû Leheb Peygamberimizin öz amcası idi Sonraları Resûl-i Ekrem`in risâletini tasdik ve ikrar etmediği gibi, hayatı boyunca da putperestlikten vazgeçemeyerek karşısına en büyük bir düşman olarak dikilmekten geri durmadı Bu sebeple Allah`ın lânetine mâruz kaldı ve cariyesi Süveybe Hâtunun bir tırnağı kadar değer kazanamadı Hattâ, Süveybe Hâtun sebebiyle âhirette bir nebze lûtfa mazhar olduğu anlatılmıştır Onu ölümünden sonra rüyâda görmüşlerdi Cehennemin şiddetli azabı içinde feryad edip duruyordu Kendisine sordular:
"Neden feryad ediyorsun? Neyin var?"
Ebû Leheb,
"Neyim olacak; susuzluk beni ateşten kavuruyor! Hayatımda hiçbir hayır görmedim Sadece bir tek hayır buldum: Muhammed`i emziren Süveybe`yi âzâd ettiğim için bana da şuradan emip sulanmak imkânı bağışlandı" diyerek şehâdet parmağını gösterdi 44
Hâdise gerçekten ibret vericidir Kâinatın Efendisine hayatı boyunca kötülük, eziyet ve hakaret etmekten geri durmayan Ebû Leheb gibi azılı bir İslâm düşmanı, sadece onu emziren Süveybe Hâtunu âzâd ettiği için böylesine İlâhî bir kerem ve lütfa mazhar oluyor ve Cehennemde azabı bir nebze hafifliyordu Demek ki, sadece sevgili Peygamberinin zâtına değil, zâtına hizmet etmiş olanlara yapılan iyilikleri de Cenâb-ı Hak lütuf ve keremiyle karşılıksız bırakmıyordu
Bunun yanında, dünyada Kâinatın Efendisini kendilerine her hususta mutlak imam ve rehber kabul edip, sünnet-i seniyyesine ittiba` etmekten şeref duyan gerçek mü`minlere ebedî âlemde ne büyük ikram ve İlâhî ihsanların hazırlanmış olduğu düşünülsün

Çocukları Sütanneye Verme Âdeti
Mekke`nin havası sıcak ve sıkıntılı idi Çocukların körpe vücudlarına yaramazdı ve onların sıhhatli büyümelerine ve gürbüz yetişmelerine elverişli değildi Çölde ise hava güzel, su tatlı ve temiz, hayat serbest, iklim ise mutedildi Ayrıca çölde yaşayan bazı kabilelerin dilleri de çok daha düzgün ve pürüzsüzdü Asliyet ve tazeliğini koruyordu Ahlâkları da temizdi
İşte buna binâen, o sırada Kureyş eşrafı ve ileri gelenleri daha sıhhatli ve gürbüz yetişmeleri ve ayrıca düzgün, aslına uygun Arapça öğrenip konuşabilmeleri için Mekke`nin dışında çölde yaşayan kabile kadınlarına ücretle emzirmek üzere çocuklarını teslim etmeyi bir âdet haline getirmişlerdi Çocuk 2-3 sene, bazen daha fazla sütannenin yanında kalırdı
Bu sebeple de yaylalarda yaşayan birçok kabile, bilhassa Sa`d bin Bekr kabilesi kadınları senede birkaç sefer kafile halinde Mekke`ye inerler ve yeni doğan çocukları emzirmek üzere yanlarına alıp tekrar yurtlarına dönerlerdi
Mekke civarındaki kabileler arasında Sa`d bin Bekr kabilesi, bilhassa şerefte, cömertlikte, mertlik ve tevazuda ve Arapçayı düzgün konuşmakta temâyüz etmiş ve ün kazanmış bir kabileydi Bu yüzden, Kureyş ileri gelenleri daha çok bu kabile kadınlarına çocuklarını teslim etmek isterlerdi

Benî Bekr Kabilesi Kadınlarının Mekke`ye Gelişi
Resûl-i Ekrem Efendimiz Süveybe Hâtun tarafından emziriliyordu
O sırada Sa`doğulları yurdunda o âna kadar pek az görülmüş şiddetli bir kuraklık hüküm sürüyordu Kuraklığın netice verdiği kıtlık, kabile halkını yoksul ve perişan bırakmıştı Öyle ki, yiyecek birşeyler bulmada bile zorluk çekiyorlardı Develeri, koyunları zayıflamış ve sütleri kesilmişti
Bu şiddetli kıtlık ve kuraklık yılında da Benî Bekr kadınları, emzirecek çocuk bulmak ve bu suretle bir nebze geçimlerini temin etmek maksadıyla Mekke`ye oldukça kalabalık bir kafile halinde geldiler
Gelen kadınların biri müstesnâ hepsi kendilerine münasib birer çocuk buldular Gariptir ki, hiçbiri yetim oluşundan dolayı Sevgili Peygamberimizi almaya yanaşmadı Çünkü, pek fazla bir ücret ve yardıma kavuşmayacaklarını düşünüyorlardı
Mekke`ye geç giren sadece bir kadın vardı: iffeti, temizliği, hilim ve hayâsı, yüksek ahlâk ve fazileti ile kabilesi arasında tanınmış bir kadın Kocasıyla nöbetleşe yaşlı ve zaif merkeplerine bindiklerinden kafileden geride kalmıştı Mekke`ye girdiğinde, yeni doğmuş Kureyş çocukları, biri müstesnâ, diğerleri önde giden Bekroğulları kadınları tarafından kapışılmıştı Ve o, Mutlak Kudret Sahibinin kader ve hikmetiyle, emzirmek üzere kimseyi bulamadı
Kocası Hâris de üzgündü Arkadaşlarının hepsi varlıklı âilelerin çocuklarını aralarında paylaşmışlardı Sadece işin zahirî bir sebebi olan gecikmek yüzünden eli boş kalan bir kendisi vardı Solgun ve üzgün bir çehre içine gömülü bu iffetli kadın, İlâhî kaderin kendisi için çizmiş olduğu nezih programdan habersiz, Mekke sokaklarında münasib bir çocuk bulamamanın sıkıntısı içinde çaresiz dolaşıyordu
Bir ara görünüşü ile etrafın hürmetini celbeden mûnis sîmalı yaşlı bir zât ile karşılaştı Bu zât, Kâinatın Efendisinin dedesi Abdülmuttalib`di Sanki birbirlerinin derdine derman olmak için dolaşıp duruyormuşlar gibi bakıştılar Sonra da konuşmaya başladılar
Abdülmuttalib,
"Sen neredensin?" diye sordu
Kadın,
"Benî Sa`d kabilesi kadınlarından" cevabını verdi
"Adın ne?"
"Halîme"
Abdülmuttalib,
"Ne güzel, ne güzel! Sa`d ve hilm, iki haslettir ki, dünyanın hayrı da, âhiretin izzet ve şerefi de buralardadır" dedikten sonra derin bir iç çekti Arkasından da Halîme`ye,
"Ey Halîme! Yanımda yetim bir çocuk var Onu, Sa`doğulları kadınlarına teklif ettim, kabul etmediler Bari gel sen ona sütanneliği yap Belki onun yüzünden bahtiyarlığa, bolluk ve berekete erersin" dedi
Halîme beklenmedik bu teklif karşısında önce tereddüt geçirdi Fakat yurduna eli boş dönmek istemiyordu Bunun için tereddüdünü yendi ve teklifi içinden kabul etti Ancak, kocasına sormadan ve ondan izin almadan cevabını izhar etmek istemedi Hemen kocasının yanına döndü Olup bitenleri anlattıktan sonra,
"Emzirecek çocuk bulamadım Arkadaşlarım arasına eli boş dönmeyi de hoş görmüyorum Vallahi, ben de gidip o yetimi alacağım" dedi
Kocası Hâris, fikrine iştirak etti:
"Almanda bir beis yok Belki de Allah, onun yüzünden bize bereket ve hayır ihsan eder" 45
Bunun üzerine dönüp Abdülmuttalib`in yanına geldiler Abdülmuttalib, Halîme`yi alıp Sevgili Peygamberimizin nurlandırdığı Hz Âmine`nin mütevazî evine götürdü
Halîme, Efendimizin başucuna vardı Nurtopu Efendimiz, yünden beyaz bir kumaşa sarılı, yeşil iplikten bir örtünün üstünde mışıl mışıl uyuyordu Etraf misk gibi kokuyordu
Halîme, hayret içinde kaldı Nur yüzlü Efendimize ânında içi ısınıverdi Öylesine ki, uyandırmaya bile gönlü razı olmadı
Artık hüzün ve ıztırap bulutu Halîme`yi terk etmişti Sevincinden uçacak gibiydi Çocuk bulamamanın sıkıntısı içinde kıvranıp dururken, birden böylesine güzel bir yavru ile karşı karşıya gelmek, ne büyük bahtiyarlıktı
Halîme, fazla dayanamadı Kâinatın Efendisinin başucuna iyice yaklaştı Yorganın ucunu hafiften kaldırdı Pamuktan yumuşak, kar gibi beyaz, gül gibi kokan ellerinden, mübârek alınlarından sevgi ve bir anne şefkatiyle öptü O anda Peygamber Efendimiz de gözlerini açtı ve Halîme`nin bûsesine tatlı bir tebessümle cevap verdi Anlaşmışlardı
Biri çocuk bulamamanın ıztırabı ile bitkin ve mahzun; diğeri, kadınlar tarafından reddedilen Nûr Yetim Kader ikisinin de âlemini sevinçle doldurdu

İlk Bereket
Artık Nurtopu Efendimiz, gönlünü cezbettiği Halîme`nin kucağındaydı
Fakat bu da ne? Günlerdir zorla süt bulan göğüsler, Efendimiz emmeye başlar başlamaz derhal sütle doldu Sanki, herbir meme bir süt çeşmesi kesilmişti birden
Halîme şaşırdı, kocası Hâris hayretler içinde kaldı
Sağ meme, Kâinatın Efendisinin ağzında, sol meme artık ona sütkardeşi olan Halîme`nin oğlu Abdullah`ın ağzında Ve Kâinatın Efendisi bundan böyle hep sağ memeyi emecektir

Devenin Memeleri Sütle Doldu
Halîme, Nur Yetimi kucağından bir an bile indirmeye razı değil Hemen Abdülmuttalib ve Hazret-i Âmine ile vedâlaşarak Mekke`den ayrıldılar
Âmine`nin hüznüne göz yaşları da karıştı ve âdetâ bir bulut olup Nur yavrusunun peşinden koştu
Gece Hâris âilesi, Mekke dışında rahat bir uyku çekti
Sabahleyin Haris develeri sağmaya koştu Elini aldığı her meme bir süt çeşmesi oluvermişti Hayretler içinde Halîme`ye seslendi:
"Ey Halime, bil ki, sen çok mübârek ve hayırlı bir çocuk aldın"
Halîme kocasını tasdik etti:
"Vallahî, ben de öyle olmasını ümit ediyorum" 46
Mekke artık gerilerde kalmıştı Halîme dişi merkebinin üstünde, kucağında ise Kâinatın Efendisi vardı O zaif, güçsüz ve arkadaşlarından geride kalan merkebe de ne oluyor? Bu ne sür`at, bu ne hızlı yürüyüş? Sanki gelişinde bindikleri merkep değildi
Kafiledeki bütün hayvanları geçip geride bırakınca, Halîme`nin yol arkadaşları şaşırdılar ve hayretler içinde sordular:
"Ey Ebû Zueyb`in kızı! Yazıklar olsun sana Bizi neden beklemiyorsun? Yoksa bindiğin merkep, gelirken beraberindeki merkep değil mi?"
Merkep aynı merkepti Bir farkla, şimdi üzerinde biri vardı: Kâinatın Efendisi Onu taşımanın şerefi, o zaif, nahif hayvanı da coşturmuştu
Halîme arkadaşlarına cevap verdi:
"Hayır, vallahi, merkep aynı merkep; hattâ ben onu sürmüyorum bile Kendi kendine böyle sür`atli gidiyor Bunda bir gariplik var"47
Ne yazık ki, henüz kafiledekilerin hiçbiri bu farklılığın nereden ve niçin geldiğini bulabilme basiretine sahip değildi
Evet, bütün bu olup bitenler, nur yüzlü yavrunun, istikbali bütün haşmetiyle kucaklayacağına açık işaretlerdi

Peygamber Efendimiz Sa`doğulları Yurdunda
Bütün bu garipliklerden sonra Halîme ve kocası yurtlarına vardılar
Artık, nur yüzlü Kâinatın Efendisi Sa`doğulları yurdundaydı
O sırada Sa`doğulları beldesinde müthiş bir kıtlık ve kuraklık hâkimdi Bereketi kesilmiş topraklar, susuz kuyu ve çeşmeler, solgun yüzler ve zâiflikten ayakta duracak mecâli kalmamış hayvanlar
Fakat, Peygamber Efendimizin ayak bastığı hânenin manzarası birden değişiverdi Daha önce yiyecek ot bulamayan hayvanları, şimdi tıka basa doyuveriyorlardı Memeleri dolup taşıyor, bir Rahmet çeşmesi gibi devamlı süt akıtıyordu Solgun yüzler yoktu artık Halîme`nin evinde
Beldenin sâir sakinleri yine kıtlık içinde, yine sıkıntı çemberinde kıvranıyorlardı Hayvanları hâlâ zâif, nâhif ve istenilen sütü veremiyordu Sanki Peygamberimizi "yetim" diyerek almayanlar, maruz kaldıkları mahrumiyet içinde bırakılmakla cezalandırılıyorlardı
Yayla halkı, gözleriyle gördükleri bu durum karşısında meraklarından çatlayacak hâle gelmişlerdi Olup bitenlere bir mânâ veremiyorlardı Kabahatı çobanlarında buluyorlar ve onlara çıkışıyorlardı:
"Gidin, görün bakalım Halîme`nin çobanı koyunlarını nasıl doyurmuş? Yürürken memelerinden şıpır şıpır süt damlıyor Kimbilir koyunlarını nerede otlatıyor? Siz de onun gittiği yere gidip koyunları orada otlatsanız ya!"
Çobanlar, efendilerinin bu çıkışlarında haksız olduklarını adları gibi biliyorlardı Halîme`nin çobanının koyunlarını otlattığı yerin, kendilerinin otlattığı yerden hiçbir farkı yoktu Bunun için de itiraz ediyorlardı Ama, itirazları hiçbir fayda vermiyordu Efendilerinin bu sefer şu sözlerine muhatap oluyorlardı:
"Peki, öyleyse sizin sürülerin koyunları açlıktan kendilerini zar zor taşıyorlar da, onunkiler neden tıka basa tok, hem de memeleri sütle dolu olarak dönüyor?"
Ne çobanlar, ne de efendileri bu soruya cevap bulamıyorlardı Sadece birbirlerine hayret ve şaşkınlık dolu bakışlarla bakıp kalıyorlardı
Elbette bunun bir sebebi vardı Ve bu sebebi henüz o zaman Hz Halîme ile kocasından başkası bilmiyordu Çobanların gelip sebebini sormaları üzerine Halîme onlara şu cevabı verdi:
"Vallahi, bu iş ne ot, ne de otlak işidir
Bu iş, Rabbimin sırlarından bir sırdır
Herşey Mekke`den dönüşümüzle birlikte başladı"
Tabiî ki, çobanlar bu sözlerden pek birşey anlamıyorlardı ve meraklarından da kurtulamıyorlardı
Yayla halkının akıl erdiremediği sır şuydu:
Kâinatın yegâne sahibi olan Allah, en sevdiği insan olan Peygamberimizi evlerine misafir etme alicenaplığını gösterdiklerinden dolayı Halîmelerin evine Rahmet hazinesinden bol bol ihsan ve ikramda bulunuyordu
Halîme ve kocası bunun gayet iyi farkında idiler Bu sebeple nur yavruya bambaşka bir gözle bakıyorlardı Âdetâ onu uçan kuştan, doğan güneşten koruyorlardı Büyük bir sevgi ve dikkat ile üzerinde titriyorlardı

Yayla Kuraklıktan Kurtuluyor[/vb>
Sa`doğulları yaylasında aylardır hüküm süren kuraklık ve kıtlık hâlâ son bulmuş değildi Yayla halkı her hafta kendi inanç ve geleneklerine göre yağmur duâsına çıkmaya devam ediyordu Fakat, her seferinde de elleri boş ve mahzun dönüyorlardı
Bir Cuma günüydü
Kadınlı erkekli bütün kabile halkı, yanlarına aç develerini, sütsüz koyunlarını alarak bir tepenin üzerine, yine yağmur duâsında bulunmak için çıkmışlardı Putlarına kurbanlar kestikten sonra, duâya başladılar Yalvarmalar, yakarmalar âlemlerin Rabbine yağmur göndermesi için yapılıyordu Saatlerce duâ ettikleri halde, yere bir tek yağmur damlası düşmedi
Kalabalığın içinde Sevgili Peygamberimizin sütannesi Halîme ve kocası Hâris de vardı Halîme, gözlerden sakındığı Kâinatın Efendisi yavruyu kalabalığa alıp getirmemiş, süt kardeşi Üneysi`nin yanında evde bırakmıştı
Duânın sonuna gelinmişti Herkes ümitsiz ve bitkindi Artık dönmeye hazırlanıyorlardı Bu sırada Halime`nin komşusu bir kadın, duâsını bitirmek üzere olan râhibe yaklaştı ve râhip duâsını bitirince de,
"Râhip efendi, biz bu kadar duâ ettik Fakat bir netice alamadık İçimizde hayırlı, uğurlu biri olsa, belki âlemlerin Rabbi duâmızı kabul ederdi" dedi
Râhip, yaşlı kadının bu sözünden rahatsız gibi oldu ve "Biz Ona duâ ederiz, ama Onun ne yapacağını bilmeyiz Doğruyu ve hayırlıyı ancak O bilir" diye konuştu
Yaşlı kadın bu sefer asıl maksadını açıkça söyledi:
"Biliyorum, dedikleriniz doğru; ama benim söylemek istediğim şey başka Bizim komşumuz Halîme`nin evinde, Mekkeli bir çocuk var O, geldiği günden beri Halîme`nin evi bereketle dolup taşıyor Çok hayırlı, çok uğurlu bir çocuk olarak görünüyor
Bir de, onu buraya getirsek Belki ayağı uğurlu gelir; onun yüzü suyu hürmetine âlemlerin Rabbi duâmızı kabul eder ve bizi yağmura kavuşturur"
Râhip önce tereddüt geçirdi Kadın ısrar edince, Efendimizin getirilmesine razı oldu
Yaşlı kadın Halime`yi arayıp buldu ve râhibe yaptığı teklifi kendisine anlattı
Fikir, Halîme`nin de aklına yattı Çünkü, nur yavrunun bereketli ve hayırlı bir çocuk olduğuna en çok kendisi şahit olmuştu Koşarak eve vardılar Peygamberimizi sütannesi kucakladı Kundakladıktan sonra yakıcı güneşin tesirinden korumak için de yüzünü bir bezle kapadılar ve dışarı çıktılar
Güneş kızgın oklarını yeryüzüne olanca şiddetiyle saplıyordu Yerden sanki alev alev ateş yükseliyordu Evden çıkıp biraz yürüdükten sonra, gözleri garip birşeye ilişti Bir bulut kendileriyle beraber gidiyordu Önce mühimsemediler "Olabilir" diyerek yürüdüler Fakat, bu küçük bulut kendilerini terk etmiyordu Âdetâ onları güneşin kavurucu sıcaklığından korumak için bir şemsiye vazifesi görüyordu İster istemez hayrete kapıldılar ve şaşırdılar Bir taraftan da sevindiler Artık nur yavrunun yüzünü bezle örtmeye de ihtiyaç kalmamıştı Örtü kaldırılınca, şirin gözler sütannesine tatlı tatlı baktı Sanki tebessümüyle, "O bulut beni gölgeliyor" der gibiydi
Buluttan şemsiye altında yollarına devam edip, kalabalığa karıştılar Önce yapılan tekliften rahatsız olan râhip, bu sefer onları güler yüzle karşıladı Çünkü, o da Halîme ve arkadaşının evden çıkar çıkmaz, bir bulut tarafından gölgelendiklerini uzaktan görmüştü
Râhip, Peygamberimizi sütannesinin kucağından aldı ve kalabalığa seslendi:
"Ey insanlar!
Bu, bulunduğu eve bereket getiren Mekkeli çocuktur
Bu hayırlı yavruya olan sevgisi ve lütfu ile yağmur vermesi için âlemlerin Rabbine hep beraber duâ edelim"
Eller tekrar açıldı ve dudaklar yeni bir heyecanla duâya başladı
Peygamberimiz bir nur yumağı halinde râhibin kucağında duruyordu Râhip, bütün dikkatiyle nur saçan gözlere bakıyor ve âdetâ hal diliyle, "Bu güzel çocuğun yüzü suyu hürmetine bize yağmur ihsan et" diye Cenâb-ı Hakka yalvarıyordu
Herkes Yüce Allah`a yalvarırken, Peygamberimizin nur saçan gözleri ümitle gökyüzüne dikildi Râhip ise, nur yavrunun iri ve bebekleri pek siyah, güzellikte eşsiz gözlerine kendini kaptırmış ve âdetâ herşeyi birden unutuvermişti
Artık aylardır süren hasretli ve hüzünlü bekleyişin son anları yaklaşıyordu Peygamberimizin başı üzerindeki küçücük bulutun birden büyümeye ve ufuklara doğru yayılmaya başladığı görüldü Kısa zamanda o küçük bulut yerini, bütün gökyüzünü kaplayan kocaman bir buluta terk etti Duâ seslerine birden sevinç çığlıkları karıştı Yağmurun müjdecisi bulutlar geldiğine göre, rahmetin de gelmesi yakındı Az sonra sevinç çığlıkları ile ortalık çınladı:
"Yağmur!
Yağmur!
Yağmur!"
Evet, ikaz mahiyetindeki iki haftalık bir mahrumiyet içinde kalma, Sa`doğullarının dikkatini çekmek için kâfi görülmüştü Nur yavrunun yüzü suyu hürmetine, Sa`doğulları yurduna latîf, berrak ve tatlı yağmur damlaları Cenâb-ı Hakkın rahmet hazinesinden ahenkli ahenkli inmeye başladı Güyâ, rahmet, tecessüm ederek damlalar suretinde yeryüzüne akıyor, ümitsiz yüzlere ümit ve tatlılık bahşediyordu İnsanlar gibi kuraklıktan çatlak çatlak olan yeryüzü de mis gibi kokusuyla sevincini izhar ediyordu
Yağmura kavuşan halk, aylardır devam ettikleri duâlarının kabul edilmeyip, o gün kabul edilişinin sırrını yine de bilemediler Çünkü, o bir sırdı Şimdilik bir sır olarak da kalacaktı Rahmet vesîlesi, henüz bir bebekti Ama insanlar nazarında bir bebekti Hakikatte, o, Allah`ın ve meleklerin kendisini çok iyi tanıdıkları Allah`ın sevgili kulu, peygamberler peygamberi, iki cihanın güneşi Hz Muhammed`di (asm)
Sa`doğulları yurdunun yüzünü güldüren rahmet, aralıklarla tam bir hafta devam etti
Toprak yağan yağmuru iliklerine kadar içerek doydu Otlar yeniden fışkırdı, ağaçlar yem yeşil körpe filizler verdi Ekinler boy attı, koyunların memeleri sütle dolmaya başladı
Yağmura kavuşanlar arasında ancak birkaçı rahmete vesîle teşkil eden sebebi bildiler Kendi aralarında şöyle konuştular:
"Bu çocuk çok uğurlu ve hayırlı bir çocuk"
Saf ve geniş ufuklu çölde hava temiz ve güzeldi Çocukların çabucak gelişmesine ve sıhhatli büyümelerine oldukça elverişli idi
Sevgili Peygamberimizin büyümesi de diğer çocuklardan farklı oldu Sekiz aylık iken konuşmaya başladı Dokuz aylıkken konuşması oldukça düzgün ve pürüzsüzdü Onuncu ayında ise, artık diğer çocuklarla birlikte ok atacak kadar kuvvetli ve gürbüz olmuştu
Peygamber Efendimiz iki yaşına basınca sütten kesildi O âna kadar, Halîmelerin ve yayla halkının üzerinde bereket, rahmet ve ihsan yağmuru hiç eksik olmadı
Bu yaşında bile Peygamber Efendimiz, akranlarından çok farklı bir güzellik, bir sevimlilik ve üstün bir ahlâka sahipti Bir büyük insan gibi ağır başlı ve vakûr idi

Peygamberimizin Annesine Getirilişi
Süt çocuklarını geri verme mevsimi gelip çattı Bununla birlikte Efendimiz üzerinde kol kanat geren, onu öz evlâdından daha fazla seven Halîme`nin de gönlünü bir hüzün bulutu kapladı Çünkü, ondan ayrılacaktı Çünkü Nur Muhammed`in Cennet`i hatırlatan gül kokusundan uzak kalacaktı
Fakat Mekke`ye getirilip annesine teslim etmekten başka çaresi de yoktu Öyle yaptılar Nur Muhammed`i alarak Mekke`ye geldiler ve annesine gönül gözyaşları arasında teslim ettiler
Sütannenin âlemi hüzünle, gerçek annenin dünyası ise sevinçle dolu idi Biri öz yavrusuna kavuşmanın saâdetini yaşıyor, diğeri ondan ayrılmanın ateşinde tutuşup yanıyordu
O anda Sütanne Halîme`ye, sanki bir ilham geldi ve yalvarırcasına, bütün samimiyetiyle şu teklifi yaptı:
"Ne olur, oğlumu biraz daha yanımda bırakamaz mısınız? Hem ben, ona Mekke vebâsının bulaşmasından da korkuyorum"48
Bu teklif ve arzu samimi idi Sanki cümleler dudaklardan değil, gönülden kopup gelmişti Aziz anne Âmine, bu riyasız ve candan yalvarışa karşı koyamadı ve bir müddet daha ciğerpâresinin Sa`doğulları yurdunda kalmasına razı oldu

Peygamberimiz Yine Benî Sa`d Yurdunda
Halime muradına ermişti Arzusunun kabul edilişinin sonsuz hazzı içinde Efendimizle birlikte tekrar yurduna döndü Kâinatın Efendisi, artık süt kardeşi Abdullah`la birlikte kuzuları gütmeye de çıkıyordu Kuzular, onun tatlı tebessümlerine melemeleriyle cevap veriyorlardıPeygamber Efendimizin gözleri hep göklerde idi Sanki orada birşeyler keşfedecekmiş gibi dikkatli ve ibretli bakıyordu Sanki bir el uzanacak ve onu ulvî âlemlere alıp götürecekmiş gibi bekliyordu Bu arada gözlerden kaçmayan bir garip hâdise vardı: Peygamber Efendimizin başı üzerinde çoğu zaman bir bulut geziyor ve onu güneşten koruyordu artık gözler ondaydı Dillerde onun güzelliği, gönüllerde tatlı sevgisi vardı Konuşulan onun dürüstlüğü, terbiyesi ve ağırbaşlılığıydı Akranları da onun tatlı arkadaşlığına erişmek için âdetâ yarış ediyorlardı İşte Sevgili Peygamberimiz Sa`doğulları yaylasında günlerini böylesine huzurlu ve sevinçli geçiriyordu

Peygamber Efendimizin Göğsünün Yarılması
Kuşluk güneşinin her tarafa pırıl pırıl hayat saçtığı bir güzel bahar günüydü
Nur yüzlü Efendimiz süt kardeşi Abdullah`la beraber evlerine yakın çayırlıkta kuzularını otlatıyordu Bir ağacın altında çimenden yem yeşil halının üzerine oturmuş, tatlı tatlı konuşuyorlardı Bir müddet sonra da Abdullah ağacın serin gölgesinde uykuya daldı
Kâinatın Efendisi ise, oturduğu yerden kâinatı kuşatan eşsiz güzelliklerin Yaratıcısını düşünmeye koyuldu Bu sırada kuzular yayıla yayıla epeyce uzaklaşmışlardı onları geri çevirmek için Peygamberimiz, Abdullah`ın yanından ayrıldı Bir müddet gittikten sonra, karşısına beyaz elbiseli iki kişinin çıktığını gördü İkisi de güler yüzlü ve sevimli idiler Birinin elinde içi karla dolu altın bir tas vardı Nur yüzlü Efendimizin yanına usulca yaklaştılar Onu tutup İlâhî bir halı gibi duran yem yeşil çimenlerin üzerine uzattılar Efendimizde ne ses, ne seda, ne de telâş vardı Bu güler yüzlü, bu temiz sîmalı ve bu sevimli insanların kendisine kötülük yapmayacağını biliyordu
Ağacın serin gölgesinde uyumakta olan Abdullah bu sırada uyandı Manzarayı görünce olanca hızıyla telâşlı telâşlı eve vardı Gördüğü manzarayı anne ve babasına anlattı Heyecan ve telâşlarından, evlerinden nasıl çıktıklarının farkında bile olmayan Halîme ile kocası, bir anda Peygamberimizin yanına vardılar Fakat, Abdullah`ın anlattıklarından eser yoktu Ortalıkta kimseler görünmüyordu Zira, gelenler memur edildikleri vazifelerini bir anda bitirip, gözden kaybolmuşlardı Sadece ayakta duran Kâinatın Efendisinin benzi uçuktu ve hafiften gülümsüyordu
Fazlasıyla telâşa kapılan Halîme ve kocası,
"Ne oldu sana yavrucuğum?" diye sordular
Kâinatın Efendisi şunları anlattı:
"Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi Birinin elinde içi karla dolu bir tas vardı Beni tuttular, göğsümü yardılar Kalbimi de çıkarıp yardılar Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkarıp bir yana attılar Göğsümü ve kalbimi o karla temizledikten sonra ayrılıp gittiler"49
Aradan yıllar geçecek, kendilerine peygamberlik vazifesi verilecekti Birgün Sahabîlerden bazıları,
"Yâ Resulallah, bize kendinizden bahseder misiniz?" diyecekler; Resûlullah da,
"Ben babam İbrâhim`in duâsıyım Kardeşim İsâ`nın müjdesiyim Annemin ise rüyâsıyım O, bana hâmile iken Şam saraylarını aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü" dedikten sonra, bahsi geçen hâdiseyi de şöyle anlatacaktır:
"Ben, Sa`d bin Bekroğulları yanında emzirilip büyütüldüm Birgün süt kardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kuzuları otlatıyorduk O sırada yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi Birinin elinde içi karla dolu bir altın tas vardı Beni tuttular, göğsümü yardılar Kalbimi de çıkarıp yardılar Ondan siyah bir kan parçası çıkarıp bir yana attılar Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler"50
Bu hâdise ile Peygamber Efendimizin mübârek kalbi, İlâhî bir nur ve Cenâb-ı Hak tarafından bir sekînet ve bir ruh ile genişletilmiş oluyordu Aynı zamanda Resûlullah Efendimizin nefsi o yaşından itibaren kudsî duygular ve İlâhî nurlar ile te`yid edilerek, her türlü vesvese ve şüpheden temiz hale getiriliyordu Burada şunu da hatırlatmak gerekir ki, kalb sadece çam kozalağı gibi bir et parçası olarak düşünülmemelidir O, bir lâtife-i Rabbaniyedir Meseleye ışık tutması bakımından Bediüzzaman Hazretlerinin kalb ile ilgili şu açıklamasını da nazarlara arzetmekte fayda vardır:
"Kalbden maksad, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma`kes-i efkârı, dimağdır Binâenaleyh, o lâtife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinde şöyle bir letâfet çıkıyor ki; o lâtife-i Rabbaniyenin insanın mâneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir Evet, nasıl ki, bütün aktar-ı bedene mâü`l-hayatı neşreden o cism-i sanev berî, bir makine-i hayattır; ve maddî hayat onun işlemesiyle kaimdir; sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar Kezâlik o lâtife-i Rabbaniyye a`mâl ve ahvâl ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u îmânın sönmesiyle mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır" 51
Anlaşılan odur ki, maddî kalbin îmân, ilim, hikmet, şefkat gibi mâneviyat ile yakın alakası vardır Aynı şekilde, maddî temizliğin de mânevî temizlik ile münasebeti mevcuttur Bu itibarla Resûl-i Ekrem Efendimizin maddî kalbinin yıkanıp temizlendikten sonra ilim, hikmet, İlâhî nur ve feyizlerle doldurulmasını akıldan uzak görmemek lâzımdır52

42 Tabakât, 1/108; Ensâb, 1/42
43 Tabakât, 1/108
44 Tabakât, 1/108
45 Sîre, 1/171-172; Tabakât, 1/110-111
46 Sîre, 1/172; Tabakât, 1/111; Taberî, 2/127
47 Sîre, 1/173; Taberî, 2/127
48 Sîre, 1/173; Tabakât, 1/112; Taberî, 2/127
49 Sîre, 1/174; Tabakât, 1/112; Taberî, 2/128
50 Sîre, 1/175; Taberî, 2/128
51 Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü`l-İ`câz, s 79
52 Bkz: Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur`ân Dili, 8/5911-5915

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.