Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Sözlük Ağı

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
islami, sözlük

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #31
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CENÂBET

Boy abdesti (gusül) almayı gerektiren durum; büyük abdestsizlik hâli; bu durumda olup da henüz gusletmemiş olan kimse

Cenâbet olan, yani cinsî münasebette bulunmuş yahut rüyada ihtilâm olmuş veya birine bakmakla ya da dokunmakla kendisinden şehvetle inzal vaki olmuş kimseye cünüp bu durumuna da cenâbet denir

Cinsî münasebetle meni gelmese de kişi cünüp sayılır Bunun için sünnet mahallinin kadının cinsel organında kaybolması gerekir Übey b Ka'b'tan rivayete göre, Rasûlullah (sas), İslâm'ın ilk yıllarında elbisenin azlığından dolayı, inzalsiz cima hâlinde yıkanmamayı bir ruhsat kıldı Daha sonra ise guslü emretti: Ruhsatı kaldırdı Ebû Dâvud şöyle der: "Übey bununla sudan dolayı suyu kasdetmiştir Bu da meninin gelmesinden dolayı guslün gerektiğini ifade etmektedir" (Ebû Dâvud, Tahare, 381; İbn Mâce, Tahare, 111; Ahmed b Hanbel, V, 115-116) Bu hadisten anladığımıza göre inzalsiz cima'ın hükmü cünüplüktür ve guslü gerektirir

Bu durumda olan kişi için Hanefiler: "Meni gelse de gelmese de bu durumda kişi cünüptür Yani kadın ve erkek her ikisi de cünüp olur" demişlerdir

Ölü veya diri bir hayvanın dübürüne haşefenin (cinsel organın ucu) girmesi ise, guslü icap ettirmez ve kişi cünüp olmaz Fakat bu durumda meni gelirse cünüplük vaki olur Bu tür yönelişler her devirde görülebildiği ve cinsel bir sapma olduğu için İslâm' da yasaktır ve cezası vardır

Şâfiîler, inzalsiz cima'ın hükmü konusunda Hanefilerle aynı görüşü paylaşıyorlar Bu konuda İmam Şâfiî (rha) şöyle demiştir: "Arap dili, cenabet kelimesinin cinsî münasebet manasına gelmesini gerektirir, isterse meni çıkmasın Çünkü birisine filanca falan kadından cünüp oldu deseler, meni inmese bile hemen o kadınla cinsî münasebette bulunduğunu anlar Böylece, sadece içeriye girmenin guslü icap ettirmesi konusunda kitap ile sünnet birbirini desteklemiş oluyor" (İbn Hacer el-Askalanî, Buluğü'l Meram, Trc ve Şerh A Davudoğlu, I, 145-146)

Şâfiîler, Hanefîlerden farklı olarak

"Kişi baliğ olmasa bile cünüp olur" demişlerdir (Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, I, 94-95)

İslâm alimlerinin çoğunluğunun bu konuda ittifak etmelerine sebep teşkil eden bir hadis-i şerifte de Allah Rasûlü (sas) şöyle buyurmuştur: "Erkek, kadının dört dalı (kolları ve bacakları) arasına oturur, (erkek) sünnet mahallini (kadının) sünnet mahalline bitiştirirse, (inzal vuku bulsun bulmasın) guslü gerektirir" (Buharî, Gusl, 28; Müslim, Hayz 28; Ebû Dâvud, Terceme ve Şerhi, 1, 384)

Erkek veya kadından ihtilâm, oynaşma, bakma, düşünme veya benzeri sebeplerle meninin gelmesiyle kişi cünüp olur

Bir kimse uykuda iken rüya görme yoluyla boşalırsa cünüp sayılır Böyle bir durumla karşı karşıya kalan kişi uyandığında, elbiselerinde veya yatağında herhangi bir ıslaklık ile karsılaşmazsa, Hz Peygamber (sas)'in şu emirlerine göre hareket eder: "Rasulullah (sas)'a ihtilâm olduğunu hatırlamadığı halde (çamaşırında) ıslaklık bulan adam(ın) durumu soruldu Efendimiz, Gusletsin buyurdular İhtilâm olduğunu gören, fakat ıslaklık görmeyen kişinin durumu sorulduğunda, Gusûl gerekmez buyurdular Ümmü Süleym, (ihtilâm olan kadın için; Bunu gören kadına da gusül icap eder mi? diye sordu Rasûlullah Evet, çünkü kadınlar erkeklerin benzeridirler şeklinde cevap verdi" (Ebû Davud Terceme ve Şerhi, Tahare, I, 423; Tirmizî, Tahâre 82) Sarhoş ve baygın kimseler de aynı durumdadır

Cünüp olan kimse idrarını yapmadan veya çokça yürümeden yıkanıp da bilâhare kendisinden nutfenin geri kalanı çıkacak olsa tekrar yıkanması gerekir

Kadınlarda meninin dışarıya çıkması çok az vaki olduğu için, rüyada ihtilam olan bir kadın ihtiyaten yıkanmalıdır Kişi karısı ile oynaşır veya bakar yahut da cinsî tahrike sürükleyen şey hakkında düşünür de bu yünden cinsel organından lezzet duymak şartıyla meni gelirse cünüp olur

Oynaşma veya öpüşme anında erkekten de kadından da mezi gelebilir Mezi, beyaza çalan yapışkan bir sıvıdır Mezinin gelmesi cünüplüğü gerektirmez, fakat meni ile meziyi iyi ayırdetmek lâzımdır Bu konuda Ali (ra)

"Ben, mezisi çok gelen biriydim (Meniye kıyas ederek) yıkanmaya başladım Öyle ki, sırtım çatladı Bunun üzerine durumu Rasûlullah (sas)'a anlattım -veya anlatıldı- Rasûlullah: Böyle yapma Meziyi gördüğünde tenasül organını yıka ve namaz için abdest aldığın gibi abdest al Meni çıktığında ise guslet buyurdu" (Ebû Dâvud Terceme ve Şerhi, I, 371; Nesâî, Tehare, 179)

Hanefî ve Mâlikîlere göre meni pistir Şâfiî ve Hanbelilere göre ise temizdir

Elle tatmin yolu (mastürbasyon) da cünüplüğü gerektiren fiillerdendir Mastürbasyon için açık bir nâs, emir veya yasak yoktur, fakat zina tehlikesini önlemek için bu yola başvurulabilir

Yüksek bir yerden atlamak veya idrardan sonra yahut kişinin beline vurulması sonucu meninin gelmesi kişiyi cünüp etmez Abdest almak yeterlidir (Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, I, 94)

Cenâb-ı Allah, cünüp olan kişinin cünüplükten kurtulması için "eğer cünüp olursanız, yıkanıp temizlenin Yahut da kadınlara dokunmuşsanız, su bulamazsanız o vakit tertemiz toprakla teyemmüm edin " (el-Maide, 5/6) buyurarak yol göstermiştir Yüce Allah, cünüp olan kişinin suyla gusletmesi gerektiğini, eğer su bulamazsa, yahut yıkanması hâlinde hastalıktan korkarsa, teyemmüm ederek bu durumdan kurtulması gerektiğini bildiriyor (Geniş bilgi için bk Gusl ve Teyemmüm)

Cünüp olan kişi ikinci defa cinsi temasta bulunmak isterse, gusletmeden kadına yaklaşabilir Nitekim, Rasûlullah da böyle yapmıştır Enes b Malik (ra'den rivayet edilmiştir: "Rasûlullah bir gün (bütün) hanımlarıyla (cinsî) temasta bulundu ve en sonunda bir kere gusül abdesti aldı" (Buhârî, Nikâh,102; Nesâî, Tahare 169; İbn Mâce, Tahare, 102) İki temas arasında gusletmek sadece müstehaptır Bir kimse cünüp olduğu halde uyumak istiyorsa, Rasûlullah'ın Hz Ömer'e "Abdest al, zekerini yıka, sonra uyu" (Buharî, Gusl, 3, 27) buyurduğu gibi, abdest alıp cinsel organını da yıkayarak uyuyabilir

Cünüp iken yemek yeme, su içmek, yatmak ve Allah'a zikretme gibi eylemlerde bulunmak caizdir Hz Âişe (ran), "Rasûlullah (sas) cünüp olarak yatmak istediği zaman namaz abdesti gibi bir abdest alırdı" demektedir (İbn Mâce, Tahare, 99)

Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre, cünüp iken, Rasûlullah (sas) ona rastlamış Ebu Hüreyre gizlice oradan sıvışıp gitmiş Bunun üzerine Peygamber (sas) onu araştırmış Geldiği zaman ona neredeydin ey Ebu Hüreyre! diye sormuş; kendisi de, " Ya Rasûlallah, ben cünüp iken bana rastladınız Gusletmedikçe huzurunuzda oturmayı uygun görmedim diye cevap vermiş Hz Peygamber (sas) "Mümin necis olmaz" buyurmuştur" (Buharî, Gusl, 23; İbn Mâce, Tahare, 80)

Rasûlullah (sas), cünüplükten yıkanmak istediği zaman ilk önce namaz abdesti gibi bir abdest alır, bilâhare yıkanırmış Nitekim Hz Âişe (ra), Peygamberimizin boy abdesti alışını şöyle anlatıyor:

"Peygamber (sas) cenabetten yıkanmak istediği zaman, ellerini yıkamayla başlardı Sonra namaz için abdest alır gibi bir abdest alırdı Sonra ellerini suya sokup, saç diplerini oğuştururdu, bilâhare avuçları ile üç defa başına su dökerdi En sonunda suyu tüm vücuduna dökerdi" (Buharî, Gusül, 1)

Cünüplükte fazla beklememek ve ilk namaz vaktinden önce gusül abdesti almak gerekmektedir Bir namaz vaktini hiçbir özür yokken cünüp geçiren kimse sorumlu duruma düşer

Ali (ra), Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "İçinde resim, köpek ve cünüp bulunan eve melekler girmez " (Ebû Dâvud Libas,129; Nesâî, Tahare,167) Hadisten de anlaşıldığına göre guslü geciktirerek cünüp kalmaya devam etmek ve namaz vaktini geciktirmek tehlikelidir Hadiste kastedilen cünüplük, namaz vaktini geçirmeye sebep olan cünüplüktür

Cünüplük insanı yaşanan faal hayatın dışında tutar Cünüp dolaşmak bir mümini rahatsız eder Çünkü nafile namaz bile kılmak istese bunu yapamaz Oruç tutamaz

Cünüp olana haram olan şeyler: 1 Namaz kılamaz Allah (cc), cünüp olan kişinin temizleninceye kadar namaza yaklaşmasını, yasaklamıştır:

"Ey iman edenler Cünüp iken de gusledinceye kadar namaza durmayın " (en-Nisa, 4/43)

2 Kadın hayız olursa orucunu bozar ve daha sonra kaza eder Adet ve lohusa dışındaki cünüplük hali, oruca mani değildir Fakihler, cünüplükten temizlenmenin orucun sıhhatinin şartı olmadığı üzerinde ittifak etmişlerdir Çünkü cünüplüğün giderilmesi mümkündür, cünüp olarak sabahlayıp temizlenmeyen kimse yahut sabah vaktinden önce temizlenen hayızlı kadın, sabah vakti girdikten sonra yıkanırsa o günün orucu geçerlidir

3 Cünüp olan kişi Kur'an okuyamaz Cumhûr'a göre cünüp olan kişinin Kur'an okuması haramdır Hz Ali, "Cünüplükten başka hiçbir şey O'nu (Rasülullah'ı) Kur'an okumaktan alıkoyamazdı" (Ebu Dâvud Terceme Şerhi, I, 405; Nesâî, Tahare, 170) demiştir

4 Kur'an'a el süremez, kendisine Kur'an okunmaz "Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur'an'dır Ona ancak temizlenenler dokunabilir " (el- Vâkıa, 56/77-79)

5 Kâbe'yi tavaf edemez

6 Mescide giremez Camide iken ihtilâm olan kişi, hemen mescidi terketmelidir Kapıların kapalı olması halinde zarurete binaen caizdir Rasûlullah, "Şu evlerin (kapılarını) çeviriniz Çünkü ben mescidi hayız ve cünüplere helâl görmüyorum" buyurdular (İbn Mâce Tahare, 126)

7 Namaz kıldıramaz Cünüp olduğu halde unutarak cemaate namaz kıldıran kişi, hatırlar hatırlamaz namazı terk etmeli ve guslederek namazına devam etmelidir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #32
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CENÂZE

Gömülmemiş ve gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü Ölüyü gömmek için yapılan tören ve işlemler İslâm bu tören ve işlemler ile ilgili olarak bazı emir ve nehiyler getirmiştir Genellikle bunlar sünnet ile sabit olan ve Hz Peygamber (sas) tarafından bizzat uygulanan ve bize kadar intikal eden hususlardır Ölüm döşeğinde can çekişme durumunda olan kimseyi -kendine zorluk olmazsa- yüzü Kıbleye karşı gelmek üzere sağ tarafa çevirmek sünnettir Başını biraz yükselterek sırtı üstüne yatırmak da caizdir

Hasta can çekişiyorken ve gerçekten mümin birisi ise ona yardımcı olmak, yakınları için bir gereklilik ve ayrıca da sevaptır Onun için yanında "kelime-i şehadet" getirmek ve söylemesine yardımcı olmak sünnettir Çünkü Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuşlardır:

"-Ölülerinize, Lâ ilâhe illallah "ı telkin ediniz Zira ölüm halinde onu söyleyen (bir mümin)'i bu kelime Cehennem'den kurtarır " "Son sözü Lâ ilâhe illallah olan kimse Cennet'e girer " (Müslim, Cenâiz, 1-2; Ebû Davud, Cenâiz, 16)

Hastanın yanında şehadet getirilir ki o da hatırlayıp şehadet getirsin Yoksa ısrar ile sen de yap denilmez Zira o anda zor bir durumdadır Ona zorluk çıkarmamalıdır Bir defa da söylese yeter Bu telkini, hastayı sevenlerden biri yapmalıdır Maksat hastada isteksizlik uyandırmamaktır

Hasta vefat edince ağzı kapatılır Bir bez ile çenesi başından bağlanır Gözleri yumulur Eller yanlarına getirilir Bunu yaparken şu dua okunabilir:

"Bismillâhi ve alâ milleti rasülillâh Allahümme yessir aleyhi emrahu ve sehhil aleyhi mâ ba'dehû ve es'id bi likaike vec'al mâ harace ileyhi hayran mimâ harace anhu "

Manası: "Allah'ın ismiyle ve Rasûlullah'ın milleti (dini) üzerinde olsun Allah'ım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle, onu seni görmekle mutlu eyle Dünyadan kendisi için çıkanı, kendisinin çıktığı şeylerden hayırlı eyle"

Sonra ölünün üstüne bir örtü çekilir Öldükten sonra yıkanıncaya kadar yanında Kur'an okumak mekruhtur Öldüğü iyice anlaşılınca hemen yıkanır

Cenaze'nin Yıkanması

Cenazenin yıkanmasından gömülmesine kadar, yapılan işlemlere "teçhiz" (hazırlamak) denir İslâm'da, ölen kimsenin en kısa zamanda yıkanması, kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak toprağa verilmesi gerekir Bu konuda acele davranmak müstehabtır Ölü şöyle yıkanır:

Yıkanacak ölü teneşir veya yüksekçe bir yere sırt üstü konur ve diziyle göbek arası bir örtü ile örtülür Teneşir, ölülerin yıkanması için yapılmış, sedire benzer yüksekçe bir tahta masadır: Erkek ölüleri erkekler, kadın ölüleri de kadınlar yıkar Ölüyü yıkayan kişiye birisi su dökerek yardımcı olur Ölüyü yıkamak, ona gusül abdesti aldırmaktır Boy abdesti* almasını bilen herkes ölüyü yıkayabilir; ölü yıkamanın gerektirdiği ayrı bir bilgi ve dua yoktur

Yıkayacak kişi eline bir bez sardıktan sonra, ölünün avret yerini yıkayıp temizler Bundan sonra ölüye bir abdest aldırır Abdest aldırırken ağzına, burnuna su vermez, parmaklarıyla mesheder Yüzünü, kollarını yıkar, başını mesheder ve ayaklarını yıkar

Bundan sonra ölünün üzerine su dökülür, başı ile bedeni sabunlu su ile temizce yıkanır, sonra sol tarafına çevrilerek sağ tarafı yıkanır Bundan sonra sağ tarafına çevrilerek,sol tarafı iyice yıkanır Her âzâyı yıkarken üç defadan az yıkamamak sünnettir Suyun zor ulaşacağı organlar yıkanırken ovularak yıkanmalıdır Bundan sonra yıkayan kimse cenazeyi oturtur gibi kaldırıp, kendisine doğru yaslayarak karnını ovalar; altından bir şey çıkarsa, sadece orasını yıkayıp temizler, tekrar abdest aldırmaz ve yeniden bütün vücudu yıkamaz Böylece yıkama işlemi biten bir ölü havlu veya benzeri şeylerle kurulanır ve kefenlenir Sonra başına, yüzüne ve sakalına güzel kokular sürülür, secde yerlerine kâfûr dökülür Yıkanırken ölünün saç ve tırnakları kesilmez Ölünün kapalı bir yerde yıkanması daha iyidir Ölüyü, kendisine en yakın bir kimse veya ahlâki iyi olan ve cenaze yıkamasını iyi bilen birinin yıkaması gerekir Kadın kocasını yıkayabilir Fakat, yıkayacak hiçbir kadın bulunmamak gibi bir mecburiyet olmadıkça erkek, ölmüş karısını yıkayamaz

Şişmiş olup dağılmak üzere bulunan ve dokunulması mümkün olmayan bir ölünün üzerine sadece su dökülmesi yeterlidir Yıkayan, cenazeyi yıkamaya niyet ederek besmele çeker Yıkama bitince: "Gufrâneke yâ Rahmân" yani, "Ey merhametli Allah'ım bağışlamanı dilerim" der

Müslüman ölünün vücudunun bir parçası bulunması halinde, onu yıkamak konusunda âlimler arasında görüş ayrılıkları vardır İmam Şâfiî, Ahmed b Hanbel ve İbn Hazm, "yıkanır, kefenlenir ve üzerine namaz kılınır" demişlerdir İmam Şâfiî: "Bir kuş, Cemel vakasında Mekke'ye bir el getirip attı Parmağındaki yüzüğünden Mekkeliler onu tanıdılar Bu eti yıkayarak namaz kıldılar Olay sahabenin huzurunda olmuştur" demektedir Ahmed İbn Hanbel der ki:

"Ebû Eyyûb, vücudun bir ayağı varken, Ömer ise bir kemiği varken üzerlerine namaz kılmışlardır" İbn Hazm: "Müslüman ölüsünden bulunan her şey üzerine namaz kılınır; şehit değilse yıkanır, kefenlenir" demiştir Bulunan parça üzerine namaz kılmaya niyet edilir Namaz ise hepsine, yani ceset ve ruhu üzerine kılınır İmam Ebû Hanife ve İmam Mâlik'e göre; "Eğer yarıdan çoğu bulunursa yıkanır ve namazı kılınır; eğer bulunmazsa yıkanmaz ve namazı kılınmaz"

Şehid'in Yıkanması

Savaş alanında kâfirler tarafından öldürülen şehitler cünüp bile olsalar yıkanmaz, sadece kefen olmayan uygun bir elbiseyle kefenlenir Elbise eksik gelirse tamamlanır Sünnet kefeni üzere fazla gelen elbise ise çıkarılır Kanları ile gömülür Kanlardan hiç bir şey yıkanmaz Zira Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Şehitleri yıkamayınız Çünkü her yara ve her kan damlası kıyamet günü etrafa misk kokusu yayar " Rasûlullah (sas), Uhud şehitlerini kanlarıyla defnetmeyi emretti Onları yıkamadılar ve namaz kılmadılar İmam Şâfiî şöyle demiştir: "Şehitleri yıkamamanın ve namazlarını kılmamanın nedeni, yaraları ile Allah'a kavuşmaları içindir" Kanlarının kokusu, misk kokusu olunca Allah'ın onlara olan bu ikramı, onları bu namazdan müstağni kılmıştır Bu durum, yaralar içinde savaşan ve düşmanın geri dönmesinden korkan, bir an önce ailelerine kavuşmayı, ailelerinin de onlara kavuşmasını arzulayan müslümanlara kolaylık sağlamıştır Şehitlerin namazlarını kılmamaktaki hikmet şudur: Namaz ölülere kılınır Şehitler ise diridir Veya namaz bir şefaattir Şehitlerin de buna ihtiyacı yoktur Kâfirler tarafından öldürülmeyen fakat cihat sırasında vefat edenler hakkında şehit* sözü kullanılmıştır

Ancak bunlar yıkanır ve namazları kılınır Rasûlullah (sas), hayatta iken, bunlardan ölenleri yıkamış; müslümanlar da daha sonra şehid düşen Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali (r anhum)'yi yıkamışlardır

Eğer su bulunmazsa ölüye teyemmüm verdirilir Allah'û Teâlâ şöyle buyuruyor: " Eğer su bulamazsanız teyemmüm ediniz" (en-Nisâ, 4/43; el-Mâide, 5/6) Rasûlullah (sas) "Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı" (Buhârî, Teyemmüm 1, Salat 56; Müslim, Mesâcid, 3; Ebû Dâvud Salat, 24) buyurmuştur Eğer ölü yıkandığı zaman dağılma tehlikesi varsa yine teyemmüm verdirilir Yabancı erkekler arasında ölen kadın ile yabancı kadınlar arasında ölen erkeğe de teyemmüm verdirilir Ebû Dâvud ve Beyhâki'nin de Mekhûl'den rivayet ettiği hadise göre; Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Kadın, kendisi ile beraber başka kadın olmadığı halde erkekler arasında ölürse; erkek de kendisi ile beraber başka erkek olmadığı halde, kadınlar arasında ölürse, her ikisine de teyemmüm ettirilir ve gömülürler Her iki durumda da su bulunmamış sayılır "

Cenazenin Kefenlenmesi Ölü, yıkandıktan sonra, kefenin ıslanmaması için kurulanır

Kefen üç çeşittir: 1- Erkeğe göre, "kamis", boyun kökünden ayaklara kadar olur Yen ve yakası olmaz Etrafı uygulanmaz 2- "İzar" ile "Lifâfe", baştan ayağa kadar uzun olur Lifâfe en üste geleceği ve baş ve ayak uçlarından düğümleneceği için izardan daha uzun tutulur

Kadında baş örtüsü ile göğüs örtüsü fazla olacağından kadında sünnet olan kefen beş kattır 3-Yeterli sayılan kefendir ki erkeğe göre izar ile lifâfe'den ibaret olmak üzere iki kat, kadına göre ise bir de baş örtüsü ile üç kattır Ancak zarurete binaen kadın ve erkek için "setre"; yeterli ne bulunursa ona sarılacak şeydir Nitekim sahabeden bir kısmı zarûretden dolayı sahip oldukları elbiseleriyle kefenlenip defnolunmuşlardır

Malın azlığı ve varislerin çokluğu söz konusu olunca ikinci kefenleme; mal çok varisler az ise birinci tür kefenleme yapmak sünnettir Kefen-i zarûret ise hiçbir malı olmayan için düşünülebilir Zarûret olmadıkça tek kefene sarılmaz Kefenin beyaz pamuklu bezden olması daha faziletlidir Yenisi veya yıkanmış olmasında fark yoktur Kefenler, içine ölü sarılmadan önce tütsülenir Ancak beşten fazla tütsülenmez

Kadının saçları örgü edilerek göğsü üstünde toplanır Onun üzerine başörtüsü yüzüyle beraber örtülür

Cenaze Namazı

Gusledilmiş, yıkanmış, temizlenmiş, musalla taşına konulmuş müslüman bir ölü için müslümanların, abdestli ve Kıble tarafına yönelerek kıldıkları bir namaz ve ölü için yapılan bir duadır Cenaze namazı farz-ı kifâyedir Yani bir beldede bir kısım müslümanların bu namazı kılmalarıyla, diğerlerinin üzerinden yükümlülük kalkar Cenaze namazı hiç kılınmazsa, o beldedeki bütün müslümanlar sorumlu ve günahkâr olur

Cenaze namazının şartı niyettir Bu niyette, ölünün erkek veya kadın, küçük erkek veya kız çocuğu olduğu belirtilir İmam olan kimse; Allah Teâlâ'nın rızası için hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek, namaza başlar Ayrıca imamlığa niyet etmesi gerekmez Cemaatten her biri de Allah rızası için o cenaze namazını kılmaya ve onun için duaya ve imama uymaya niyet eder Ölü, erkek ise: "şu hazır erkek için", kadın ise; "şu hazır kadın için" diye niyet edilir Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir Cemaatten biri, cenazenin erkek mi, kadın mı olduğunu bilmezse, "üzerine imamın namaz kılacağı ölüye, imam ile beraber namaz kılmaya ve dua etmeye" niyet eder

Cenaze namazının rüknü tekbirler ve kıyâm'dır Bu namazda rukû ve secdeler bulunmadığı gibi Kur'an okumak ve teşehhüd de yoktur Şartları altıdır: Ölünün müslüman olması, kendisinin ve konulduğu yerin temiz olması, cemaatin önünde bulunması, vücut azalarının çoğunun veya başıyla beraber yarısının mevcut olması, arz üzerine konulmuş olması, namaz kılacak kimsenin özürsüz olarak bir şeye binmiş veya oturmuş olmaması Cenaze namazında cemaat şart değildir Yalnız bir müslüman erkek yahut bir müslüman kadının kılması ile farz yerine getirilmiş olur Cenaze namazının sünnetleri dörttür

1-İmam cenazenin göğsü hizasına durur Bu namazda erkek, kadın, büyük ve küçük arasında fark yoktur

2-Birinci tekbirden sonra "sübhâneke allâhümme" duasının "ve celle senâüke" kısmı ile birlikte okunması lâzımdır Dua kasdıyla fatiha okunması da caizdir İbn Abbâs cenaze namazında Fâtiha okumuş ve "bunun sünnet olduğunu" bildirmiştir (Buhârî, Cenâiz, Kıraetu Fâtihati'l-Kitab) İmam Şâfiî'ye göre Fâtiha okumak farzdır

3- İkinci tekbirden sonra, Peygamber (sas)'e salât getirmek: "Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, Kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîd" Sonra "bârik" duâsı okunur

4- Üçüncü tekbirden sonra ölüye, kendi nefsine ve müslümanlara dua etmek Duânın ahirete ait olmasından başka bir şart yoktur Fakat Hz Peygamber'den nakledilen duâları yapmak daha güzeldir Bu duâ da şudur:

"Allâhumma'ğfirlî hayyina ve meyyitinâ veşâhidinâ ve gâibinâ ve zekerinâ ve unsânâ ve sağîrinâ ve kebîrinâ Allâhumme men ahyeytehû minnâ fe ahyihî ale'lislâm ve men tevef feytehü minnâ feteveffehû ale'l-imân ve hussa hâza'l-meyyite birravhi ve'rrâhati ve'f-mağfireti ve'r-rıdvân Allâhümme in kâne muhsinen fezid fî ihsânihî ve in kâne musîen fetecâvez anhu ve lakkıhi'l-emne ve'l-büşrâ ve'lkerâmete ve'z-zülfâ bi rahmetike yâ erhame'r-râhimîn"

Manası: "Allah'ım, dirimizi, ölümüzü, burada olanımızı, olmayanımızı, erkeğimizi, kadınımızı, küçüğümüzü, büyüğümüzü bağışla Allah'ım, bizden yaşattığını İslâm üzerine yaşat; öldürdüğünü iman üzerine öldür Bu ölüye de sevinç, rahat, mağfiret ve rıza ihsan eyle Allah'ım, eğer (bu kimse) iyi idiyse iyiliğini artır, eğer kötü idiyse kötülüklerinden geç Onu güven, müjde, ikram ve rahmetine yaklaştır Ey merhametlilerin en merhametlisi"

Eğer cenaze kadınsa, "ve hussa dan sonraki zamirler müennes okunur" Hâzihi'l-meyite in kânet muhsineten fe-zid fr-ihsânihâ ve in kânet musîeten fe-tecâvez an seyyiâtihâ ve lakkîhâ'l-emne " gibi

Duâyı bilmeyen kimse, sadece "Allâhümmağfirlî ve lehû ve li'lmü'minîne ve'l-mü'minât (Allâhım, beni, onu ve bütün inananları bağışla" der Akıl hastası ve küçük çocuklar için istiğfar edilmez Çünkü onların günahı yoktur Onlara Feteveffehû ale'l-imân "dan sonra şu duâ ilâve edilir "Allâhümme'c'alhu lenâ feratan ve'c'alhulenâ ecran ve zuhran ve'c'alhu lenâ şâfian müşeffean" Manası: "Allah'ım, onu bize ecir; mükâfat, ahiretimiz için yararlı kıl, onu bize âhirette sözü geçen bir şefaatçı eyle"

Bu duâlardan sonra imam dördüncü tekbiri alır, sonra önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa sesli olarak, cemaat ise gizlice selâm vererek namaza son vermiş olurlar Bu vacip olan selâm ile ölüye, cemaate ve imama selâm verilmesine niyet edilir Cenaze namazının başına yetişmeyen kimse hemen iftitah tekbirini alıp imama uyar ve diğer tekbirleri imamla beraber almaya devam eder İmam selâm verdikten sonra geçirdiği tekbirleri birbiri ardınca kaza eder, bu tekbirler esnasında herhangi bir dua okunmaz Birkaç cenaze varsa hepsine ayrı ayrı namaz kılma daha iyidir En erken getirilenin namazı önce kılınır Hepsi birlikte gelmiş ise halk nazarında daha faziletli olanın ki önce kılınır Hepsine bir tek namaz kılmak da yeterli olur Bu takdirde cenazeler, geniş bir sıra halinde dizilir ve imam bunlardan birisinin göğsü karşısında durarak namaz kıldırır Yahut cenazeler tek sıra hâlinde kıbleye doğru uzunlamasına da konulabilir

Namaz kılmak mekruh olan üç vakitte, yani; güneş doğarken, tam tepedeyken ve batarken cenaze namazı kılınmaz Ancak, bu vakitlerde kılınmışsa kazası da gerekmez Kabristanda ve cami içinde cenaze namazı kılınmaz, ancak; imam ve cemaatin bir kısmı cami dışında, bir kısmı da cami içinde olarak kılmalarında bir mahzur yoktur Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar

Sağ doğup ölen çocuğun adı konulur, yıkanıp kefenlenir ve namazı kılınır Ölü doğan çocuğun adı konulur, yıkanıp bir bezle sarılır ve cenaze namazı kılınmadan defnedilir Ölen gebe kadının karnındaki çocuk hareket ederse, kadının karnı yarılarak çocuk alınır Kasden ve zulmen ana veya babasını öldürenlerin, öldürülmüş eşkıya ve yol kesicilerin namazları kılınmaz

Cenazede cemaat şartı olmamakla birlikte, cemaat sayısı ne kadar çok olursa, sevap da çoğalır Hz Âişe, Rasûlullah (sas)'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Bir cenazenin namazını yüz müslüman kılarak hepsi ona şefaat dilerse, kendilerine o kimse hakkında şefaate izin verilir " (Müslim Cenâiz, 58)

İbn Abbas (ra), Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir müslüman öldüğü zaman, cenazesini, Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayan kırk kişi tutup kaparsa, Allah kendilerine o kimse hakkında şefaate izin verir " (Müslim, Cenâiz, 59)

Namaz kılınıncaya kadar cenazede hazır olan kimseye bir kırat, gömülünceye kadar hazır bulunana da iki kırat sevap vardır " İki kırat nedir?" diye sorulunca, Hz Peygamber (sas) "İki büyük dağ gibi" diye cevap verir, yani iki büyük dağ kadar sevap verilir (Müslim, Cenâiz, 52)

"Cenaze defninde acele ediniz Eğer bu ölü iyi bir kişi ise, bu bir iyiliktir Onu (bir an evvel kabirdeki) hayır ve sevabına ulaştırmış olursunuz Eğer bu cenaze iyi bir kişi değilse, bu da bir ferdir Bir an evvel omuzlarınızdan atmış olursunuz " (Buhârî, Cenâiz, 52)

"Ey mü'minler! Siz ölüyü teşyî ediyorsunuz Onun önünde, arkasında sağında, solunda yürüyünüz "

Yukarıda naklettiğimiz hadislerden de anlaşılacağı gibi, cenazeyi bekletmeden en kısa zamanda toprağa vermek gerekir Ölü hakkında iyi ve kötü şahitliği Cenâb-ı Allah kabul eder Bu münasebetle ölüleri hayırla anmak sünnettir Bir müslümanın cenazesinde bulunmak herkese farz-ı ayın değilse de; mümkün mertebe çok sayıda cemaatin bulunması ölü için rahmet ve bağışlanma vesilesidir Ayrıca cenazeye katılan müslümana da çok büyük bir sevap vardır

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, "Peygamber (sas), Necâşî'nin vefat haberini öldüğü gün vermiş, ashabını namazgâha çıkartarak saf bağlatmış ve dört defa tekbir almıştır" (Buhârî, Müslim),

Burada Necaşi, Habeş imparatoru Ashama olup, Hicret'in dokuzuncu yılında vefat etmiş ve Allah Rasûlü Medine-i Münevvere'de onun için ashabıyla, gıyabında cenaze namazı kılmıştır Bu uygulama, zaruret sebebiyle vukû bulmuştur Hanefî ve Mâlikilere göre gâibin cenaze namazını kılmak mutlak olarak caiz değildir

Hanefilere ve bazı fâkîhlere göre ölüm haberini hısım ve akrabaya, eşe dosta bildirmek caizdir Günümüzde bu duyuru, müezzinlerin "salâh" okuyuşları ile yapılmaktadır

Cenazenin Taşınması ve Defni

Cenazeyi kabre kadar taşımak bir mümine yapılacak en son hizmetlerdendir Bu taşıma aynı zamanda bir ibadettir Bilhassa namaz kılınan yerlerde, mezarlıkla namaz kılınan yerin yakınlığı durumlarında cenazeyi vasıta ile taşımak bu ibadeti terk etmek olur

Sünnet üzere, cenazeyi tabutun dört tarafından dört kişi tutarak taşır Tabutun dört tarafından onar adım taşımak müstehaptır Daha çok taşımanın sevabı da çoktur Önce cenaze sağ ön tarafından, sonra sağ arka tarafından taşınır Sonra sol tarafına geçilerek sol ön ve sol arka tarafından omuzlanır Böylece her tarafından onar adım olmak üzere kırk adım taşınmış olur cenazeyi acele götürmek de müstehaptır Zira o iyi bir kişi ise kabirde karşılaşacağı iyi hâle bir an önce kavuşturulmuş olur Kötü bir kişi ise bir an önce şerrinden ve yükünden kurtulmuş olunur

Cenazeyi takip edenler, yolda lüzumsuz lâkırdı etmezler Yüksek sesle konuşmazlar Hatta yüksek sesle zikretmez ve Kur'an okumazlar Ölümü ve ahireti düşünürler

Cenaze kabre konacağında, kabre inen bir kaç kişi cenazeyi alarak yüzü kıbleye karşı, başı batıya gelmek üzere sağ yanına yatırırlar Bu esnada: "Bismillahi ve ala milleti Rasûlillahi" (Allah'ın adı ile ve Rasûlullah'ın milleti (dini) üzere derler Kefenin bürgüsünün baş ve ayak tarafındaki bağları çözerler Kadını kabre mahreminin indirmesi evlâdır

Cenazenin arkasına, cesedi toprağın sıkıştırmasından koruyacak taş, tahta gibi şeyler dizilir Sonra kabir, toprakla doldurulup örtülür Bu arada kabir başında Kur'an'dan bazı sûrelerin okunması mümkündür Bu arada salih bir kişi kalkıp ölünün baş tarafında ve yüzü hizasında durup ölünün anasının adı ve ölünün adı ile üç defa "Yâ filan oğlu -kızı- filân" der ve aşağıdaki telkinatı yapar: "Ey filân oğlu -kızı- filân Dünyada iken Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah'ın elçisidir, Cennet haktır, Cehennem de haktır, öldükten sonra dirilmek de haktır Şüphesiz kıyamet günü gelecektir Allah, kabirde olanları diriltecektir" diye yaptığın şahitliği hatırla Sen, Rab olarak Allah'a din olarak İslâm'a, Rasûl olarak Muhammed'e önder olarak Kur'an'a, kıble olarak Kâbe'ye, kardeşlerin olarak müminlere razı olmuştun De ki:

"Allah'tan başka ilâh yoktur, ona dayandım O, ulu arşın sahibidir" Ey Allah'ın kulu de ki, "Allah'tan başka ilâh yoktur De ki, Rabbim Allah'tır, dinim İslâm'dır, Rasûlüm Muhammed (sas)'dir Yâ Rabbi onu yalnız bırakma Sen, mülk verenlerin en hayırlısısın"

Ölünün evinde yemek vermek, ölü sahibine başsağlığı dilemek, kabirleri zaman zaman ziyaret etmek sünnettir Başsağlığı dilemek üç gün içinde müstehaptır, sonrası sünnete aykırıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #33
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CENİN

Ana karnındaki çocuk hakkında kullanılan bir ıstılah Bu devre, çocuğun ana karnına düştüğü andan itibaren doğuma kadar devam eder Bir damla kan pıhtısından, giderek insan şeklini alan ve canlanarak dünyaya gelen cenin, bir yönüyle müstakil bir varlıktır Çünkü sağ olarak doğması muhtemeldir Bir yönüyle de anaya tabi bir varlıktır Ana hareket edince hareket eder, ana istikrar bulunca, o da sükûnet bulur Bu yüzden İslâm, anaya ait bazı hükümleri cenine de teşmil etmiştir

Kur'an-ı Kerîm'de ceninin oluşum devreleri şöyle ifade edilir: "Biz sizi topraktan, sonra spermadan, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana karnında tutarız sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına varırsınız Kiminiz öldürülür, kiminiz de çok ileri yaşlara ulaştırılır ki, bilirken bir Şey bilmez olur" (el-Hac, 22/5)

Hz Peygamber'in çeşitli hadisleri ceninin oluşması devresine ışık tutar Bir hadis şöyledir: "Şüphesiz sizden her birinizin ana karnında, yaratılışı kırk günde toplanır Sonra bu kadar günde kan pıhtısı, sonra bu kadar günde et parçası olur Sonra Allah bir melek göndererek bu dört kader programını yazması emredilir: İşleyeceği ameller, rızkı, eceli ve bedbaht veya mesud olacağı Sonra ona ruh üflenir" (Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 6; Müslim, Kader 1) Başka rivayetlerde, yine cenin devresinde çocuğun kız veya erkek, uzun veya kısa, sıhhatli veya hastalıklı ve benzeri olacağının da yazıldığı belirtilir (Müslim, Kader 2; Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 374-375) Müslim'in bir rivayetinde, meleğin cenine kırkikinci gününde uğradığı ve çocuğun sûretini, kulağını, gözünü, derisini, etini, kemiğini tayin ettiği ifade edilir (Müslim, Kader 3) Bu nedenle bir önceki Hadis-i Şerifi aynı kırk gün içinde diye tercüme etmek daha uygun olacaktır

Vahiy ve sünnette yer alan bu bilgiler çocuğun cenin devresinde anneden, onun yaşayış halinden, biyolojik, psikolojik, aklî ve benzeri özelliklerinden birtakım tesirler alacağına işaret olabilir Nitekim tıp otoritelerinin çalışmaları, çocuğa irsiyet yoluyla ana-babanın pek çok özelliklerinin geçtiğini ortaya koymuştur Meselâ Newman'ın yaptığı klasik araştırmalarda, zekâ seviyesindeki değişikliklerin % 68'inin irsiyete, geri kalan %32'sinin de çevre şartlarına bağlı olduğu anlaşılmıştır (J-C Filloux, La Personnalité, P UF Paris 1957, S 18, 22)

Ceninin sağ olarak doğma ihtimali bulunduğu için, onun anne karnındaki varlığı korunmuş; lehine bir takım haklardan yararlanması esası getirilirken düşmesine sebep olana bazı cezalar öngörülmüştür

Cenin sağ doğmak şartiyle, daha ana karnında iken şu haklardan yararlanır:

1) Mirasçı olur Erkek veya kız olacağı henüz belli olmadığından, miras payındaki hissesi ona göre ayrılarak bekletilir

2) Lehine vasiyet ve vakıf geçerlidir Ancak bu tasarruflar yapılırken çocuğun anne karnında olduğu bilinmeli ve tasarruftan en az altı ay sonra çocuk doğmuş olmalıdır

3) Ceninin nesebini ikrarda bulunmak da geçerlidir Ayrıca babası cihetinden nesebi sabit olur

Hanefilere göre cenine intikal eden mallar yed-i emîne teslim edilir Yedi emin bunları artırmaya çalışmaz, yalnız muhafaza eder Çünkü onun ölü doğma ihtimali de vardır Çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise cenin için bir vasî veya velî tayin edilir ve bu kimse onun malını korur (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtar, Emîriyye, 1272, 455; es-Serahsî, el-Mebsût, XXVI, 86-87; Muhammed Ebû Zehrâ, Usulü'l-Fıkıh, s 331 vd)

İslâm'da cenini koruyucu hükümleri şöylece özetleyebiliriz a) Hz Peygamber, çocuk doğumunu arzu etmeyen eşler için azle, yani meninin dışarı akıtılmasına izin vermiştir Buna kadının da rıza göstermesi gerekir Aksi halde azil* mekruh olur (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', II, 334, 335)

b) Cenin anne karnında uzuvları teşekkül edinceye kadar (müstebinü'l-hilka) bir kan pıhtısı hükmündedir Gelecek bir insan varlığını temsil ettiği için ona sebepsiz yere müdahale edilemez Hz Peygamber hac sırasında ihramlı kişiye kuş yumurtalarına zarar vermeyi yasaklamıştır İnsan sperması, hayvanlardan daha fazla korunmaya lâyıktır Ancak annenin sıhhati veya süt emen başka bir çocuğun korunması gibi sebeplerle düşürülebilir Özürsüz düşürme haram sayılmıştır

c) Uzuvların teşekkül etmesinden, ruh üfleninceye kadar düşürülürse, düşmeye sebep olana "gurre" denilen bir tazminat cezası gerekir Gurre Hanefî'lere göre, diyetin yirmide biri, yani beş yüz dirhem (1400 gram gümüş' den ibaret bir tazminattır) Hz Peygamber devrinde on dirhem gümüş; bir dinar (dört gram) altın değerinde idi Gurre, ceninin düşmesine sebep olan kimse tarafından, bir yıl içinde mirasçılarına ödenir Hz Ömer'in uygulaması da bu şekilde olmuştur

d) Cenin canlı olarak düşer de, doğumdan sonra ölürse, suçlunun tam diyet ödemesi gerekir Burada diyet üç yıl süreyle taksitlere bağlanır Katil önce anneyi öldürür, daha sonra çocuk ölü olarak anne karnından çıkarsa anne için diyet ödemesi gerekir Çocuk için bir şey gerekmez (es-Serahsî, el-Mebsût, XXV, 87-90; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VIII, 324 vd; İbn Abidîn, age, diyetler bahsi; Bilmen, Istilahât-ı Fıkhıyye Kamusu, III, 803)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #34
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CENNET

Ağaçlı bahçe; yeşillikleri bol bostan; sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren hurmalık ve bağlık

Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır Çoğulu Cinân ve Cennât'tır

Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir Bilhassa Kur'an-ı Kerîm'de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:

"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir ki, O, Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah'a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir " (Kâf, 50/31-33)

"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd buyurduğu Adn Cennet'lerine gireceklerdir Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir Orada sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî olanları vâris kılacağız " (Meryem, 18/60-63)

Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır Kur'an'da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:

"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar Onlar orada ebedî kalıcıdırlar İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı" (Tâhâ, 20/76)

Kur'an'da Cennet'in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:

1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (ez-Zümer, 39/20), güzel meskenler (et-Tevbe, 9/72)

2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (er-Rahmân, 55/58-54)

3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân

"Onlara Cennet'te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21)

"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir Sizin için orada çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz" (ez-Zuhruf 43/71-73)

"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur" (Saffât, 37/47)

4- Cennet'te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmiş "Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir" (el-Hicr, 15/47-48)

"Onlar Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan Ancak bir söz işitirler: Selâm (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)" (el-Vâkıa, 56/25-26)

5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir Cennet'i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir Bununla beraber Cennet'teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir etmiştir:

"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır Gümüş bilezikler takınmışlardır Rableri onlara tertemiz içecekler içirir Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir " (el-İnsan, 76/11-22)

Cennet'in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadis*in ifade ettiği durumdur: Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım" (et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül, fî ahâdisi'r-Rasul, V, 402)

Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (sas) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder (et-Tâc, aynı yer)

Ehl-i Sünnet inancına göre mü'minler Cennet'te Allah'ı görecekler, bu onlar için en büyük nimet olacaktır Buna "Rü'yetullah*" denir Bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de: "O gün Rablerine bakan ter-ü tâze (ışık saçan) yüzler vardır " (el-Kryame, 75/22-23) buyrulur Rasûlullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: "Siz gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz Onu görmekte haksızlığa uğramıyacak, izdihâma düşmeyeceksiniz " (Buhârî, Mevâkıt 16, 26) Suheyb (ra)'ın rivayetine göre Peygamber (sas): "iyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyâde (Allah'ı görmek) vardır " (Yunus, 10/26), ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Cennetlikler Cennet'e girdiği zaman Allah (c c) şöyle buyuracak: " Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" Cennetlikler de Şöyle derler: "Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet'e koymadın mı, bizi Cehennem'den kurtarmadın mı? (o yeter)" Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: "Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz " (Müslim'in rivayeti, et-Tâc, V, 423)

Müminlerin Allah'ü Teâlâ'yı Cennet'te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû bulacaktır Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür "Allah bilir" deriz Kur'an ve Sünnet'te bildirildiği için kesinlikle böyle inanırız Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder: "Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır " (Âli İmrân, 3/133)

Enes b Mâlik (ra)'den rivayet olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuşlardır:

"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu " (Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, II, 483)

Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim " (Aynı eser, II, 713)

Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmış olup hâlen mevcuttur

Cennetlikler: Kur'an ve Sünnet'te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir Bu kimseler Cennetliktir Esasen Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet'te gerçekleşir: "Takva sahipleri, elbette Cennet'lerde ve pınarlardadırlar Girin oraya selâmetle, emin olarak Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller " (el-Hicr, 15/45-48)

Kur'an-ı Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe inananların, Allah'ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların Cennete gireceklerini bildirmektedir (el-Meâric, 70/23, 24, 25, 26, 27, 29, 33) Ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın rızasını dileyerek sabredenlere (er-Ra'd, 13/20, 21, 22, 23); şükredenlere (el-Ahkâf, 35/15-16) yürekten tövbe edenlere (et-Tahrim, 66/8); Allah yolunda canını feda eden şehitler (el-Bakara, 2/154) ve Allah'a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah'ın ölçüsünde Allah'a yönelenlere" (Kaf, 50/31-34) içinde ebedî kalınacak Cennet'e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir

Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur'an ayetlerinden bazılarında şöyle buyrulur:

"İman edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol Cennetler'e hidâyet buyurur Bunların, Cennet'te duâları: Allah'ım, seni tesbih ve tenzih ederiz sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep selâmdır Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler, âlemlerin Rabbine mahsustur" gerçeğidir" (Yunus, 10/9-10)

"Kim de O'na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler var "

" Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar İşte böyle Cennetler' de ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır" (Tâhâ, 20/75-76)

"İmran b Husayn (ra)'dan rivayete göre Hz Peygamber (sas) Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 40) Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar Bir çok kötülükleri insana mal işletir Çoğu insan mal yüzünden azar Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır

Cennet'e ilk giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır Onlardan sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir Hz Muhammed (sas)'in ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi hesap ve ikap görmeksizin ilk olarak Cennet'e girecektir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 41-43)

Hadislerden öğrendiğimize göre (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 845) Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar Cennet verilecektir Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 264-275) Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir Nitekim Muaz b Cebel (ra)'ın Hz Peygamber (sas)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:

"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (sas)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)" (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IV 271)

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka Cennet'e girecektir Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs hallerden uzak olarak yaşayacaklardır

Cennet Tabakaları: İbn Abbâs (ra)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i, Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur Bu tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır (el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl, Beyrut (ty), I, 119) Bunlar:

1-Cennetü'n-Nâim: "Beni Cennetü'n-Nâim'in varislerinden kıl " (Şuârâ, 26/85) Ayrıca (bk el-Mâide, 5/65; et-Tevbe, 9/21; Yunus, 10/9)

2-Cennetü'l-Adn: "Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlûkatın en hayırlısıdırlar Onların mükâfâtı Rableri katında And Cennetleridir ki onların altlarından nehirler akar, orada onlar ebedî kalıcıdırlar, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır Bu Rabb'inden korkanlar içindir " (Beyyine, 98/8, Ayrıca bk et-Tevbe, 9/72; er-Ra'd, 13/23; en-Nahl, 16/31)

3-Cennetü'l-Firdevs: "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs Cennetleri vardır " (el-Kehf,18/107 ve el-Mü'minun, 23/11)

4-Cennetü'l-Me'vâ: "İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ Cennetleri vardır " (Secde, 32/19 ve En-Necm, 53/15)

5-Dârü's-Selâm: "Halbuki Allah Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidâyet buyurur " (Yunus, 10/25 ve el-En'âm, 6/127)

6-Dârü'l-Huld: "O Rab ki, fazlından bizi durulacak yurda (Cennet'e) kondurdu" (Fâtır, 35/35)

Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz Peygamberin dilinden ifade olunmuştur Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz Peygamber'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek, çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir (Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul (ty), V, 4033)

Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz Peygamber tarafından haber verilmektedir (Müslim, İmâre, 116) Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir Fakat el-Kadî Iyad (544/1149) birinci görüşü tercih etmiştir (en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (ty), XIII 28)

Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir () Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar" buyurmaktadır (Buhârî, Cihad 4)

Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)" cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, VI, 539) Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir Diğer taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim (el-Aynî, aynı yer)

Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır (Ayrıca bkz et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI 37-8)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #35
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CERÎB

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap ülkelerinde kullanılan bir ölçü Cerîb, daha çok hububat için kullanılan bir ölçüdür Osmanlı İmparatorluğu devrinde Arap ülkelerinde kullanımı yaygın olan ve takribî 216 litrelik bir ölçüdür Bu ölçü genellikle buğday için kullanılır Öte yandan bu isim, aynı zamanda mesâha ölçüsü (yüzölçümü) olarak da kullanılır Bu manada ölçü, bir cerîb dolusu tohum ekilebilen arazinin mesâhasına delâlet eder Cerîbin miktarı konusunda değişik rakamlar verilmektedir Bu ölçünün, bin arşın kare (yaklaşık 469 m2) veya altmış kadem (ayak) karelik bir yüzey ölçüsü olduğunu bildiren kaynakların yanında; kenarları altmış arşın olan bir kareye (yaklaşık 246 m2) verilen ad olduğunu belirten kaynaklar da vardır Meselâ; Şemseddin Sâmî (Kâmûs-i Türkî) cerîbin, kenarları altmış arşın olan kare bir yüzey ölçüsü olduğunu kaydeder Bir arşının yaklaşık 68,5 cm olduğu düşünülürse, cerîbin 246 m2 civarında bir yüzey ölçüsü olduğu ortaya çıkar Ancak hemen eklemek gerekir ki, arşının değişik yer ve zamanlarda farklı rakamlarla ifade edilmesi, yukarıda yaklaşık olarak verilen rakamları da etkileyecektir Bu ölçü birimi yerine günümüzde daha değişik ölçüler kullanılmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #36
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CEVÂMİÜ'L-KELİM

Az söz ile çok manayı ifade eden edebî vecizeler Bu tariften hareketle, Kur'an-ı Kerîm'in tamamı bir cevâmiu'l-Kelim olduğu gibi, Hz Peygamber'in bir çok hadisleri de birer cevâmiü'l-kelimdir:

Hz Peygamber'in bizzat kendi ifadelerine göre, Yüce Allah O'nu cevâmiü'l-kelim ile göndermiştir Buharî'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmaktadır: "Ben cevâmiü'l-Kelim ile gönderildim Ben (bir aylık mesafedeki düşmanların gönüllerine) korku salmak sûretiyle yardım olundum Bir de ben bir defasında uyuduğumda, bana yerdeki hazinelerin anahtarları getirilerek, iki avucumun içine konuldu " (Buhârî, Ta'bîr 22, İ'tisâm 1)

Hz Peygamber'e mahsus kılınan bu özelliklerden biri olan cevâmiü'l-kelim'in Kur'an-ı Kerîm olarak da tefsir edildiğini yukarıda kaydettik Çünkü Kur'an'ın her ayeti, her cümlesi müstesna bir uslûba sahip olduğundan, Peygamberimiz tarafından tebliğ edildiğinde onu duyan cahiliye şairleri nazmının güzelliği ve icazı karşısında hayran kalmaktan başka bir şey yapamamışlardır

İmam Nevevî cevâmiü'l-kelim'i şöyle açıklar: "Bize nakledildiğine göre cevâmiü'l-kelim Allah Teâlâ'nın daha önceki kitaplarında yazılmış bulunan bir çok emrinin, Hz Peygamber'e sadece bir, iki veya bu kadar az bir emir içinde toplaması veya özetlemesidir" (İbn Recep el-Hanbelî, Cevâmiü'l-Hıkem fi Şerhi Hamsıne Hadîsen min Cevâmiü'l-Kelim, Dârü't-Türâs, (ty) s 2)

Kur'an-ı Kerîm bu kadar cevâmiü'l-kelim ifadelerle bir çok hikmetleri anlatmaktadır Meselâ "O halde sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir" (el-Hıcr, 15/94) âyet-i kerimesini duyan bir müşrik, böyle kısa bir ifade ile bu kadar büyük bir hikmeti ifade etmesi karşısında secde etmekten kendini alıkoyamamıştır Hz Peygamber'in hadislerinde de cevâmiü'l-kelim olanlar az değildir Yine O'nun (sas) bizzat ifade ettiği gibi, zaten kendisi "Arab'ın en fasîhi idi" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, I, 455) Bu durumda "Hz Peygamber'e mahsus olan cevâmiü'l-kelim iki tür hâlinde karşımıza çıkmaktadır" Birincisi Kur'an'dır; yani O'na Allah tarafından indirilen ilahî ayetlerdir İkincisi ise Hz Peygamber'in hadisleridir

Meselâ "Allah, adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder; edebsizlikten (fahşâdan), fenalıktan (münkerden) ve azgınlıktan (bağyden) de meneder Öğüt almanız için size böyle nasihatte bulunur" (en-Nahl, 16/90) ayeti, Hasan-ı Basrî'nin de söylediği gibi, hayır ve iyilik sayılan her şeyi emretmiş, kötü veya şer namına ne varsa onların hepsini de yasaklamıştır Bir tek âyet böylesine şumullü ve sayısız hikmetleri içine almaktadır

Cevâmiü'l-kelim'in ikinci nevi olan, Hz Peygamber'in sünnetlerinde yer almış olan bir çok haber de bugün elimize ulaşmış bulunmaktadır (İbn Recep el-Hanbelî, age, s 3) Bazı âlimler cevâmiü'l-kelim niteliğinde olan kısa, veciz, fakat oldukça geniş hikmetleri ihtiva eden hadisleri bir araya getirerek, "Erbaîn"ler yazmışlardır Nevevî'nin meşhur "Erbain'i" bunların başında yer alır Bundan başka el-Hafız Ebu Bekr b es-Sinnî'nin, el-İcâz ve Cevâmiü'l-Kelim Mine's-Süneni'l-Me'sûra'sı da aynı türden hadis mecmualarındandır

Hz Peygamber'in cevâmiü'l-kelim niteliğindeki hadislerinden bazıları: "Ameller niyetlere göredir " (Buharî, Bed'ü'l-vahy 1) "Sizi neden men ettiysem ondan kaçınınız, neyi de emrettiysem, gücünüzün yettiği oranda onu yerine getiriniz " (Buharî, İ'tisam, 3) "Her sarhoşluk veren şey haramdır " (Buhârî, Vudû' 71; Eşribe 4, 10; Müslim, Eşribe 67-69) "Bevyine (delil) davacı üzerine, yemin de inkâr edenedir" (Buharî, Rehn 6; Tirmizî, Ahkâm,12) Bu misalleri daha çoğaltmak mümkündür Türkçe'ye bile açıklayarak tercüme etmek zorunda olduğumuz bu tür hadislerin Arapça ifadeleri oldukça beliğ ve vecizdir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #37
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CEZBE

Sürüklemek, kendisine çekmek Sâlikin beşerî vasıflarından soyutlanma ile ilâhî sıfatları kazanma ve tecellileri müşahede etmesi anlamında bir tasavvuf terimidir

Cezbe; Hakk'ın, kulunu kendisine çekmesinden hasıl olan istiğrak, derin şaşkınlık ve hayret sûretlerinde görünen manevî bir haldir

Cezbe, kulun Hakk'a külfetsiz yaklaşması ve ilâhî inayetler ve lütuflar gereği hareket etmesidir Aynı zamanda o, riyazet ve ibadete devamla duyguların yok edilmesidir Cezbe, Allah'ın kulunu kendisine çekmesi, kulun Allah'a kavuşmasıdır

Cezbe iki türlü olur Bunlar da: 1-Hafî (gizli) cezbe, (kulun Hakk'ı sevmesi) 2-Celî (açık) cezbe; (Hakk'ın kulu sevmesi)dir

Cezbeye tutulanlara meczûb denilir Meczub; Hakk'ın rızasını kazanan, Hak tarafından yakınlığına lâyık görülen, her türlü hevâ ve heves lekesinden temizlenen ve bu sayede sülûk makam ve mertebelerine çalışmadan ve yorulmadan erişen ergin kimsedir Bunlar, gayb esrârına vâkıf velîler olarak telâkki edilir Bundan dolayı meczûb olanlardan çekinilir, gönülleri kırılmaktan sakınılır Şathiyyat denilen sözleri hakkında sükût tercih edilir Cezbede şart olan, istidattır Bu istidat, Allah vergisidir Kazanmakla elde edilmez Sâlikte istidât ve kâbiliyet olmazsa, sadece riyâzet ve tasiye ile Hakk'a kavuşmak nasip olmaz

Cezbeyi akıl hastalıklarından biri diye gösterirlerse de, cezbe cinnet değildir Meczub da mecnun olamaz Çünkü cezbe, hali değişken bir kimsenin idrakinin mutad beşer idrakinden daha da yükselerek, keşf-i hakâyıka doğru gitmesidir Cinnet ise, beşer idrakinin manasız ve düzensiz bir şekilde aşağılara düşmesidir Cezbede yükselme, cinnette alçalma vardır (Osman Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun, İstanbul 1942, s 31-35)

Tasavvuf erbabınca manevî yolculuğa seyr-i sülûkla çıkılır Burası, fena mertebelerinin (Tevhid-i Ef'âl, Tevhîd-i Sıfat ve Tevhîd-i Zât) kazanılıp tadına varıldığı kısımdır Cezbe ise, Bekâ makamlarının (Cem', Hazretü'l-cem ve Cemü'l-cem') tadına varıldığı bölümdür Sülûk mertebelerinde urûc; cezbe makamlarında da tedellî (nüzul) müşahede edilir Sülûkun başlangıcı cezbenin nihayetidir (H Fehmi Kumanlıoğlu, Muhammed Nürü'l-Arabî, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 1988, s 60)

Bekâ billâh ismi verilen seyr-i fillâh, Cezbe makamıdır Burada, Hakk'ın sıfatlan ve ahlâkıyla süslenip ufuk-'ul a'lâ'ya ulaşılır (Selçuk, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, İstanbul 1984, s 174)

Cezbeye tutulanlara Üveysi-meşrep de denilir Şurasını ifade etmek gerekirse; mutasavvıflar, teklifi düşüren cezbe halini ve bir kimsenin bu mânâda cezbeye tutulmasını hoş görmezler, hatta tutulmuş olanları da kurtarmaya çalışırlar Onlar, cazib olmayı meczup olmaya tercih ederler

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #38
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CİBRİL HADÎSİ

Cebrail aleyhisselâm, Hz Peygamber'in de aralarında bulunduğu bir sahabe' topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasûlüne sorarak cevaplarını almıştır İşte Cebrail (as)'in bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadise "Cibril hadîsi" adı verilmiştir

Abdullah b Ömer'in, babası Hz Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:

"Bir gün Rasûlullah (sas)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu Doğru peygamber (sas)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı Ellerini de uylukları üzerine koydu Ve:

"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi Rasûlullah (sas): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu O zat: "Doğru söyledin" dedi Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu"

"Bana imandan haber ver" dedi Rasûlullah (sas): Âllah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu O zât yine:

"Doğru söyledin" dedi Bu sefer:

"Bana ihsandan haber ver" dedi Rasûlullah (sas):

" Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu O zat:

"Bana kıyametten haber ver" dedi Rasûlullah (sas) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir" buyurdular

"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi Peygamber (sas):

"Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu Babam dedi ki:

Bundan sonra o zat gitti Ben bir süre bekledim Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi "Allah ve Rasûlü bilir" dedim

"O Cibrîl'di Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)

Abdullah b Ömer bu hadîsi Basra' dan Hacc veya Umre için Hicaz'a gelen Yahya b Yamer ve Humeyd b Abdirrahmân el-Himyerî'nin kader hakkında soru sormaları üzerine rivayet etmiştir Basra'da ilk olarak Ma'bed el-Cühenî ve ona tabi olanlar kaderi inkâr etmişler; hâdiselerin, Allâh'ın hiç bir takdir ve bilgisi olmaksızın yeni yeni husûle geleceğini ileri sürmüşlerdir Abdullah b Ömer onları dinledikten sonra şöyle demiştir:

"Sen Basra'da onlarla görüştüğün zaman kendilerine söyle ki, ben onlardan uzağım Onlar da benden uzaktır Allah'a yemin olsun ki onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa da onu hayra harcasa, kadere inanmadıkça Allâh onun hayrını kabul etmez" Sonra Abdullah (ra) yukarıdaki hadisi nakletmiştir (Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1977, I, 106)

Kader, sözlükte; miktar, meblağ, büyük sayma, güç, kudret ve bir şeyi kısmak anlamlarına gelir Şer'î bir terim olarak; meydana gelecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman nerede, ne gibi nitelik ve özelliklerle meydana geleceğini Allâhü Teâlâ'nın takdir ve tahdîd etmesi demektir Takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince birer birer icad etmesine de "kazâ" denir Bu duruma göre, kader ilim ve irade sıfatına; kaza da tekvin (yaratma) sıfatına döndüğü için kaza ve kadere inanmak, temelde Allâhü Teâlâ'ya imanla eş değerdedir Bütün sıfatlariyle Allah'a iman eden, bunlara da inanmış olursa da, önemine binâen kaza kader meselesi kelâm ilminde ayrıca ele alınmıştır Kader konusunu daha önce Mekke'de öne sürüp, bunu inkâr edenlerin bulunduğu da nakledilir Abdullah b Zübeyr'in ordusu Mekke'de Haccac-ı Zâlim, tarafından muhasara edildiği zaman Kâbe-i Muazzama yanmıştı O zaman bazıları bunun bir ilâhi takdir (kader konusu) olduğuna inanmış, bazıları da Kâbe'nin takdirle yanmadığını söyleyerek kaderi inkâr etmişlerdir (A Davudoğlu, age, I, 106-108)

Cibril hadisinde ikinci soru ve cevabı, iman esaslarını bildirir Bunlar altı tanedir:

1) Allah'a iman: Bu iman, Allah'ın varlığını ve hakkında vacip, mümteni; (imkânsız) ve caiz olan bütün sıfatları bilerek tasdik etmekle meydana gelir Bazı kelâm bilginleri Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını selbiyye ve sübütiyye olmak üzere ikiye ayırırlar:

Selbî sıfatlar altı tane olup şunlardır:

a) Vücud: Allah'ın varlığı, b) Kıdem: Ezelî olması, yani varlığının evveli olmaması, c) Bekâ: Ebedî olması, yani varlığının sonu bulunmaması, d) Muhâlefetün li'l-havâdis: Allah'ın varlıklardan hiçbir şeye benzememesi, e) Kıyam bi zâtihi: Varlığının kendisinden olması, f) Vahdaniyet: Allah'ın bir olmasıdır

Sübûtî sıfatlar sekizdir:

a) Hayat: Allahu Teâlâ'nın diri olması, b) İlim: Her şeyi bilmesi,

c) İrade: Her mümkünü caiz olan bir şekle ve vakte tahsis etmesi, d) Kudret: Her şeye gücünün yetmesi, e) Semî': Her şeyi işitmesi, f) Basar: Her şeyi görmesi, g) Kelâm: Ses ve harfe muhtaç olmadan konuşması, h) Tekvin: Var etme, yok etme, yaşatma ve öldürme gibi fiillerin başlangıcı olan bir sıfattır

2) Meleklere iman: Bu, Allah'ın melek denilen, nurdan yaratılmış ve istediği şekle girebilen bir takım masum kulları olduğuna inanmaktır Ban bakımlardan meleklere benzeyen, diğer bir takım görünmez yaratıklar vardır ki, bunlara da "cin" denir Cinler saf ateş alevinden yaratılmış olup, melekler gibi onlar da ağır işleri yapabilir ve istedikleri şekillere girebilirler Yalnız bunlar melekler gibi masum (günah işlemez) değildir Mümini, kâfiri vardır, "yer, içer, ürer ve ölürler " (en-Neml, 27/87; ez-Zümer, 39/68; İnfitar, 82/10-12; el-Kehf, 18/50; er-Rahmân, 55/31; Müslim, Zühd, 10; Ahmed b Hanbel, Müsned, VI, 153, 168; Taberi, XX, 29; İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbu'r-Ruh, Haydarâbâd 1357, s 41; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, cin bahsi)

3) Kitaplara iman: Allahu Teâlâ, bazı peygamberlerine gerçek ve hükümleri bildiren bir takım ibareye lafızlar indirmiştir ki; bunlara "kitap" denir Büyük kitaplardan Tevrat Hz Musa'ya, Zebur Hz Dâvud'a, İncil Hz İsa'ya, Kur'an-ı Kerîm de Hz Muhammed (sas)'e indirilmiştir Bunlardan başka çeşitli peygamberlere yüz adet suhuf (sahifeler) verilmiştir İşte bütün bu kitaplara iman etmek farzdır (eş-Şûrâ, 42/51; el-A'lâ, 87/67; el-Hıcr, 15/9; Hud 11/49; İsrâ, 17/88)

4) Peygamberlere iman: Allâh'u Teâlâ hazretleri kullarına doğru yolu göstermek için bir takım peygamberler göndermiştir Bunlardan kendilerine kitap ve şerîat verilenlere "Rasul" denir Başka bir peygamberin şeriatiyle amel ve onun getirdiği hükümlerini insanlara bildirmeye memur olanlara ise "nebî" adı verilir İlk peygamber Hz Âdem, son peygamber Hz Muhammed (sas)'dir (en-Nahl, 16/36; en-Nisâ, 4/164; el-Ahzâb, 33/40)

5) Âhiret gününe iman: Âhiret günü haşirden, bütün ölenlerin diriltilmesinden başlayan sonsuz bir gündür Kıyametin kopması, sûrun üfürülmesi, ölülerin diriltilmesi, kitapların verilmesi, mîzanın kurulması, kulların sorguya çekilmesi, havz-ı kevser, şefâat, sırat, Cennet ve Cehennem ahiret gününün muhtevasına dahil olduğundan bütün bunlara inanmak farzdır (Âli İmrân 3/185: Duhân, 44/56; Mü'min, 40/11; Tâhâ, 20/74; el-Bakara, 2/28; et-Tür, 52/45; el-En'âm,6/93; el-Fecr, 89/27-30; eş_Şems, 91/97; ez-Zümer, 39/42; Buhârî, Husûmât, Müslim, Fezâil,10,161, 162; Tirmizî, Kıyâme, 26; Kurtubî Tefsiri, Tûr Sûresi 45 ayetin tefsiri)

6) Kadere İman: Yukarıda kadere imandan söz etmiş, Cibril hadisinin kaderi inkâr edenlerle ilgili bir soru üzerine nakledildiğini belirtmiştik Hadis-i şerifte kadere imana özellikle yer verilmesi, bu konuda ümmetin ileride görüş ayrılıklarına düşeceğini Hz Muhammed (sas)'in bildiğini gösterir (et-Talâk, 65/3; Buhârî, Cenâiz, 83; Tefsîru Sûre, 92/6; Müslim, Kader, 1,8; İbn Mâce, Mukaddime, 10)

Hadîs-i şerifte ilk soru İslâm'ın şartlarını telkin için sorulmuştur Bunlar; Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve gücü yeterse hacc etmektir Bu şartlar Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli ayetlerinde yer almış ve tekrarlanmıştır (el-Bakara, 2/238; Buhârî, İman 1, 2; Zekât, 41, 63; Meğâzî, 60, Tevhîd, 1 ; Müslim, İman, 19-22; Nesâî, Zekât,1; İbn Mâce İkâme,193; Ahmed b Hanbel, I, 72; Dârimî, Zekât 1)

Üçüncü soru "ihsân nedir?" sorusu ve Hz Peygamberin "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir" cevabı, mümini ibadet sırasında manevî âlemlere yüceltmek içindir Her şeklin bir de gerçeği vardır Namaz da bir şekildir O şeklin içindeki gerçek ihsandır Meselâ İslâm'da fıkıh ilmi namazın dış şekli ile uğraşır; tasavvuf ise bu şeklin içindeki gerçeği yani ihsan derecesini bulmaya çalışır İbadeti kuru bir şekil ve beden hareketleri olarak değil, Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilerek ve düşünerek yapmak gerekir İbadetin asıl hedefi Allah'u Teâlâ ile bu mânevi diyalogu kurmak ve bunu ibadet süresince devam ettirmektir

Hadisteki diğer bir soru kıyamet zamanı ile ilgilidir Hz Peygamber bu konuda soru sorandan daha fazla bilgi sahibi olmadığını bildirmiştir Cenâb-ı Hak kıyametin kopma zamanını gizli tutmuştur İnsanların ileride meydana gelecek bir takım olayları önceden bilmemesi çoğu zaman bir nimettir Müminin önceki tecrübelerine ve bilimin kurallarına göre gerekli önlemleri aldıktan sonra, sonucu Allahu Teâlâ'dan beklemek gerekir Bütün önlemler alınmasına rağmen doğacak olumsuz sonuçlardan insanın sorumluluğu bulunmaz Zaten böyle bir sonucu önleme gücü de insanoğluna verilmemiştir Çünkü o, ancak gücünün yeteceğinden sorumludur

Kur'an-ı Kerîm'de beş şeyin insanlardan gizlendiği bildirilir ki, bunlara "muğayyebât-ı hamse*" denir Bunlardan ilki kıyametin kopma zamanıdır

"Kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katındadır Yağmuru o indirir Rahimlerde olanı o bilir Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilmez Hiç bir kimse nerede öleceğini de bilmez Şüphesiz Allah "Âlîm'dir, Nabîr'dir" herşeyi çok iyi bilir, her şeyden haberdardır" (Lokman, 31/ 34)

Hamdi DÖNDÜREN Cebrail aleyhisselâm, Hz Peygamber'in de aralarında bulunduğu bir sahabe' topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasûlüne sorarak cevaplarını almıştır İşte Cebrail (as)'in bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadise "Cibril hadîsi" adı verilmiştir

Abdullah b Ömer'in, babası Hz Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:

"Bir gün Rasûlullah (sas)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu Doğru peygamber (sas)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı Ellerini de uylukları üzerine koydu Ve:

"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi Rasûlullah (sas): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu O zat: "Doğru söyledin" dedi Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu"

"Bana imandan haber ver" dedi Rasûlullah (sas): Âllah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu O zât yine:

"Doğru söyledin" dedi Bu sefer:

"Bana ihsandan haber ver" dedi Rasûlullah (sas):

" Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu O zat:

"Bana kıyametten haber ver" dedi Rasûlullah (sas) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir" buyurdular

"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi Peygamber (sas):

"Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu Babam dedi ki:

Bundan sonra o zat gitti Ben bir süre bekledim Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi "Allah ve Rasûlü bilir" dedim

"O Cibrîl'di Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)

Abdullah b Ömer bu hadîsi Basra' dan Hacc veya Umre için Hicaz'a gelen Yahya b Yamer ve Humeyd b Abdirrahmân el-Himyerî'nin kader hakkında soru sormaları üzerine rivayet etmiştir Basra'da ilk olarak Ma'bed el-Cühenî ve ona tabi olanlar kaderi inkâr etmişler; hâdiselerin, Allâh'ın hiç bir takdir ve bilgisi olmaksızın yeni yeni husûle geleceğini ileri sürmüşlerdir Abdullah b Ömer onları dinledikten sonra şöyle demiştir:

"Sen Basra'da onlarla görüştüğün zaman kendilerine söyle ki, ben onlardan uzağım Onlar da benden uzaktır Allah'a yemin olsun ki onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa da onu hayra harcasa, kadere inanmadıkça Allâh onun hayrını kabul etmez" Sonra Abdullah (ra) yukarıdaki hadisi nakletmiştir (Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1977, I, 106)

Kader, sözlükte; miktar, meblağ, büyük sayma, güç, kudret ve bir şeyi kısmak anlamlarına gelir Şer'î bir terim olarak; meydana gelecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman nerede, ne gibi nitelik ve özelliklerle meydana geleceğini Allâhü Teâlâ'nın takdir ve tahdîd etmesi demektir Takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince birer birer icad etmesine de "kazâ" denir Bu duruma göre, kader ilim ve irade sıfatına; kaza da tekvin (yaratma) sıfatına döndüğü için kaza ve kadere inanmak, temelde Allâhü Teâlâ'ya imanla eş değerdedir Bütün sıfatlariyle Allah'a iman eden, bunlara da inanmış olursa da, önemine binâen kaza kader meselesi kelâm ilminde ayrıca ele alınmıştır Kader konusunu daha önce Mekke'de öne sürüp, bunu inkâr edenlerin bulunduğu da nakledilir Abdullah b Zübeyr'in ordusu Mekke'de Haccac-ı Zâlim, tarafından muhasara edildiği zaman Kâbe-i Muazzama yanmıştı O zaman bazıları bunun bir ilâhi takdir (kader konusu) olduğuna inanmış, bazıları da Kâbe'nin takdirle yanmadığını söyleyerek kaderi inkâr etmişlerdir (A Davudoğlu, age, I, 106-108)

Cibril hadisinde ikinci soru ve cevabı, iman esaslarını bildirir Bunlar altı tanedir:

1) Allah'a iman: Bu iman, Allah'ın varlığını ve hakkında vacip, mümteni; (imkânsız) ve caiz olan bütün sıfatları bilerek tasdik etmekle meydana gelir Bazı kelâm bilginleri Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını selbiyye ve sübütiyye olmak üzere ikiye ayırırlar:

Selbî sıfatlar altı tane olup şunlardır:

a) Vücud: Allah'ın varlığı, b) Kıdem: Ezelî olması, yani varlığının evveli olmaması, c) Bekâ: Ebedî olması, yani varlığının sonu bulunmaması, d) Muhâlefetün li'l-havâdis: Allah'ın varlıklardan hiçbir şeye benzememesi, e) Kıyam bi zâtihi: Varlığının kendisinden olması, f) Vahdaniyet: Allah'ın bir olmasıdır

Sübûtî sıfatlar sekizdir:

a) Hayat: Allahu Teâlâ'nın diri olması, b) İlim: Her şeyi bilmesi,

c) İrade: Her mümkünü caiz olan bir şekle ve vakte tahsis etmesi, d) Kudret: Her şeye gücünün yetmesi, e) Semî': Her şeyi işitmesi, f) Basar: Her şeyi görmesi, g) Kelâm: Ses ve harfe muhtaç olmadan konuşması, h) Tekvin: Var etme, yok etme, yaşatma ve öldürme gibi fiillerin başlangıcı olan bir sıfattır

2) Meleklere iman: Bu, Allah'ın melek denilen, nurdan yaratılmış ve istediği şekle girebilen bir takım masum kulları olduğuna inanmaktır Ban bakımlardan meleklere benzeyen, diğer bir takım görünmez yaratıklar vardır ki, bunlara da "cin" denir Cinler saf ateş alevinden yaratılmış olup, melekler gibi onlar da ağır işleri yapabilir ve istedikleri şekillere girebilirler Yalnız bunlar melekler gibi masum (günah işlemez) değildir Mümini, kâfiri vardır, "yer, içer, ürer ve ölürler " (en-Neml, 27/87; ez-Zümer, 39/68; İnfitar, 82/10-12; el-Kehf, 18/50; er-Rahmân, 55/31; Müslim, Zühd, 10; Ahmed b Hanbel, Müsned, VI, 153, 168; Taberi, XX, 29; İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbu'r-Ruh, Haydarâbâd 1357, s 41; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, cin bahsi)

3) Kitaplara iman: Allahu Teâlâ, bazı peygamberlerine gerçek ve hükümleri bildiren bir takım ibareye lafızlar indirmiştir ki; bunlara "kitap" denir Büyük kitaplardan Tevrat Hz Musa'ya, Zebur Hz Dâvud'a, İncil Hz İsa'ya, Kur'an-ı Kerîm de Hz Muhammed (sas)'e indirilmiştir Bunlardan başka çeşitli peygamberlere yüz adet suhuf (sahifeler) verilmiştir İşte bütün bu kitaplara iman etmek farzdır (eş-Şûrâ, 42/51; el-A'lâ, 87/67; el-Hıcr, 15/9; Hud 11/49; İsrâ, 17/88)

4) Peygamberlere iman: Allâh'u Teâlâ hazretleri kullarına doğru yolu göstermek için bir takım peygamberler göndermiştir Bunlardan kendilerine kitap ve şerîat verilenlere "Rasul" denir Başka bir peygamberin şeriatiyle amel ve onun getirdiği hükümlerini insanlara bildirmeye memur olanlara ise "nebî" adı verilir İlk peygamber Hz Âdem, son peygamber Hz Muhammed (sas)'dir (en-Nahl, 16/36; en-Nisâ, 4/164; el-Ahzâb, 33/40)

5) Âhiret gününe iman: Âhiret günü haşirden, bütün ölenlerin diriltilmesinden başlayan sonsuz bir gündür Kıyametin kopması, sûrun üfürülmesi, ölülerin diriltilmesi, kitapların verilmesi, mîzanın kurulması, kulların sorguya çekilmesi, havz-ı kevser, şefâat, sırat, Cennet ve Cehennem ahiret gününün muhtevasına dahil olduğundan bütün bunlara inanmak farzdır (Âli İmrân 3/185: Duhân, 44/56; Mü'min, 40/11; Tâhâ, 20/74; el-Bakara, 2/28; et-Tür, 52/45; el-En'âm,6/93; el-Fecr, 89/27-30; eş_Şems, 91/97; ez-Zümer, 39/42; Buhârî, Husûmât, Müslim, Fezâil,10,161, 162; Tirmizî, Kıyâme, 26; Kurtubî Tefsiri, Tûr Sûresi 45 ayetin tefsiri)

6) Kadere İman: Yukarıda kadere imandan söz etmiş, Cibril hadisinin kaderi inkâr edenlerle ilgili bir soru üzerine nakledildiğini belirtmiştik Hadis-i şerifte kadere imana özellikle yer verilmesi, bu konuda ümmetin ileride görüş ayrılıklarına düşeceğini Hz Muhammed (sas)'in bildiğini gösterir (et-Talâk, 65/3; Buhârî, Cenâiz, 83; Tefsîru Sûre, 92/6; Müslim, Kader, 1,8; İbn Mâce, Mukaddime, 10)

Hadîs-i şerifte ilk soru İslâm'ın şartlarını telkin için sorulmuştur Bunlar; Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve gücü yeterse hacc etmektir Bu şartlar Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli ayetlerinde yer almış ve tekrarlanmıştır (el-Bakara, 2/238; Buhârî, İman 1, 2; Zekât, 41, 63; Meğâzî, 60, Tevhîd, 1 ; Müslim, İman, 19-22; Nesâî, Zekât,1; İbn Mâce İkâme,193; Ahmed b Hanbel, I, 72; Dârimî, Zekât 1)

Üçüncü soru "ihsân nedir?" sorusu ve Hz Peygamberin "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir" cevabı, mümini ibadet sırasında manevî âlemlere yüceltmek içindir Her şeklin bir de gerçeği vardır Namaz da bir şekildir O şeklin içindeki gerçek ihsandır Meselâ İslâm'da fıkıh ilmi namazın dış şekli ile uğraşır; tasavvuf ise bu şeklin içindeki gerçeği yani ihsan derecesini bulmaya çalışır İbadeti kuru bir şekil ve beden hareketleri olarak değil, Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilerek ve düşünerek yapmak gerekir İbadetin asıl hedefi Allah'u Teâlâ ile bu mânevi diyalogu kurmak ve bunu ibadet süresince devam ettirmektir

Hadisteki diğer bir soru kıyamet zamanı ile ilgilidir Hz Peygamber bu konuda soru sorandan daha fazla bilgi sahibi olmadığını bildirmiştir Cenâb-ı Hak kıyametin kopma zamanını gizli tutmuştur İnsanların ileride meydana gelecek bir takım olayları önceden bilmemesi çoğu zaman bir nimettir Müminin önceki tecrübelerine ve bilimin kurallarına göre gerekli önlemleri aldıktan sonra, sonucu Allahu Teâlâ'dan beklemek gerekir Bütün önlemler alınmasına rağmen doğacak olumsuz sonuçlardan insanın sorumluluğu bulunmaz Zaten böyle bir sonucu önleme gücü de insanoğluna verilmemiştir Çünkü o, ancak gücünün yeteceğinden sorumludur

Kur'an-ı Kerîm'de beş şeyin insanlardan gizlendiği bildirilir ki, bunlara "muğayyebât-ı hamse*" denir Bunlardan ilki kıyametin kopma zamanıdır

"Kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katındadır Yağmuru o indirir Rahimlerde olanı o bilir Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilmez Hiç bir kimse nerede öleceğini de bilmez Şüphesiz Allah "Âlîm'dir, Nabîr'dir" herşeyi çok iyi bilir, her şeyden haberdardır" (Lokman, 31/ 34)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #39
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CİBT

Cibt'in ne anlama geldiği konusunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür "Müfredât" sahibi Râğıb el-İsfahânî'ye göre, "kendisinde hayır bulunmayan her bayağı şeye cibt" denir (el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, 85) Buradan hareketle Allah'tan başka ibadet edilen her şeye bu isim verilebilir İmam Suyûtî'ye göre görüşlerin en doğrusu da budur (Mu'terekü'l-Akran fî i'câzi'l-Kur'an, Mısır 1970, II/60)

Bazılarına göre Habeşistan dilinde sihirbaz ve şeytan'a "cibt" denilir ve Kur'an'da da bu anlamda kullanılmıştır

Kur'an-ı Kerim'in sadece bir yerinde (Nisâ 4/51) geçen bu sözcük "tâğût"la birlikte zikredilmektedir

İbn Abbâs'tan nakledilen bir rivayete göre, adı geçen ayette bu sözcükle putlar sözkonusu edilmiştir "Tâğût" sözcüğüyle de, insanları saptırmak için bu putlar hakkında yalan yorumlarda bulunanlar kastedilmektedir (Taberî, Câmiu'l-Beyân, Kahire 1968, V, 131 vd; İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, II, 293)

Bu konuda daha başka görüşler ileri sürülmüşse de, hepsindeki ortak nokta; cibt'in son derece kötü ve çirkin şeylere bir isim olduğu gibi: Allah'ın vahdaniyyet ve hâkimiyetine karşı çıkan her türlü gayr-i İslâmî şahsiyet, düşünce, hukuk, devlet ve hâkimiyet anlayışını ifade ettiğidir Tâğûtla birlikte aynı ayette zikredilmesi ona bu anlamı kazandırmıştır Ayrıca tefsirlerde cibt'in sihir veya sihirbaz, put veya yönetici anlamına geldiği de ifade edilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #40
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CİHÂD

Çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarfetmek

İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir Daha açık bir ifade ile Allah (cc) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır

İslâm'da cihad farzdır Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı" (el-Bakara, 2/216) "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın " (el-Bakara, 2/193) "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız" (et-Tevbe, 9/29); "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız " (et-Tevbe, 9/36) Hz Peygamber (sas)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur

Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifayedir Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi icab eder

Cihâdın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir İslâm'da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri onamları hazırlamaktır

İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumül bir din olduğunu göstermek ister Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad denir Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir Bu bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır Hz Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır" (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır

Müslümanlar savaşı istemezler Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar Zira Hz Peygamber (sas): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz " (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter " (el-Enfâl, 8/64)

İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (et-Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (el-Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır

Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet ederler Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır

Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir:

a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır

b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır

c- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır

Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir O zaman düşmanla yapılacak savaşta şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler öldürülmez Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir Düşmana hiç bir şekilde silâh vb savunma vasıtası satılamaz Bir müslüman topluluğu kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: Müminler Allah ve Rasûlüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır" (el-Hucûrât, 49/15)

Hz Peygamber (sas) ise: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz" Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun Sonra bunları bir nesil takip eder Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20); "Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder" (İbn Hanbel, VI, 387), buyurmuşlardır

İslâmiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir Bir ayet-i kerimede, "Siz, şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir" (el-Bakara, 2/109) buyurulmuştur Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi " Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları için cihad etme izni verildi " (el-Hacc, 22/39) Bu izin Medine döneminde olmuştur

Ayrıca Allah Teâlâ'nın " Allah uğrunda gereği gibi cihad edin" (el-Hacc, 22/79), buyruğuyla, müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir " Müminler ancak Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir İşte onlar doğru olanlardır " (el Hucurât, 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz:

1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz Hz Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425) Bu hadisinde Hz Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir

Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildiğini göstermektedir

2- İlim İle Cihad

Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir

Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir Onun için şöyle buyurulmuştur:

"Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir O, doğru yolda olanları da en iyi bilir " (en-Nahl 16/125)

Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir Bunun için Cenâb-ı Hak:

"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır Rasûlullah (sas) bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır " (İbn Mâce, Fiten, 4011)

3- Mal İle Cihad

Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (cc) yolunda harcanması demektir

Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür Müslümanların, İslâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır

Hz Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

"İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir " (el-Enfal, 8/72)

"Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır " (et-Tevbe, 9/41)

"Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır " (en-Nisâ, 4/95)

4- Savaşarak Cihad Yapmak

Cihad, müslümanlara farıdır Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir Bazen "İ'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir

Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

"Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın Fakat haksız yere saldırmayın" (el-Bakara, 2/190)

Bu ilâhi emir Allah yolunda, İslâm uğrunda savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir Hz Peygamber (sas) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (cc)'ın adının yüceltilmesi (İ'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir

Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir:

"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz " (el-Bakara, 2/216)

"Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur Allah hiç bir şeye muhtaç değildir " (el-Ankebut, 29/6)

İslâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır Kur'an-ı Kerîm'de:

"Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla kadirdir" (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir

Savaşın önemini ısrarla belirten İslâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir:

" Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et Allah'a güven ve dayan"

"Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur" (el-Enfâl, 8/63)

İslâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir:

"O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin " (el-Bakara, 2/194)

Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir Allah Teâlâ'nın:

" Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin" (en-Nahl, 16/91)

"Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez" (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur

Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir:

"Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı Onlar Allah yolunda savaşırlar Savaş meydanında şehît ve gazi olurlar Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir Kim Allah'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/111)

"Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar İşte büyük kurtuluş budur" (es-Saf, 6/10-12) Cihadın fazileti hakkında Hz Peygamber (sas) de şöyle buyurur:

"Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir " dedi

"-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, İman, 18)

Abdullah b Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum -Vaktinde kılınan namazdır, dedi -Sonra hangisidir? dedim -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi" (Buhârî, Cihad, 1)

Ebû Zerr (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531)

Bir adam Peygamberimiz (sas)'e geldi ve: "-İnsanların hangisi efdaldir?" diye sordu Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2)

Elde silâh, din ve İslâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

"Hudut ve İslâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır" (Müslim, İmâre,163; Tirmizî, Cihad 2)

"İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12)

Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır

Cenâb-ı Hak:

"Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir

İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir

Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklidi terk etmektir

Rasûlullah (sas)'ın torunu Hz Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak bulunmasıdır"

Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır Zorlama ve baskı olmayan İslâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslâm'ı hâkim kılmaktır Cihad, Hz Peygamber (sas)'in yaşayıp tebliğ ettiği İslâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, İslâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir Bunun için İslâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur

Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır Kıtal ve kan dökme değildir Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir

İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır İslâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz

Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır

İslâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir İslâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur Bu şart, cihaddan ayrılmaz İslâm'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır "Allah yolunda" tabiri de İslâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı İslâm inancına boyun eğdirip, İslâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir

Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir İslâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır

Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir İşte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız İslâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır Bunu yapan kimse bilir ki mümin kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir İşte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır İslâm'ın istediği de budur Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine İslâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaleti istemekten başka bir şey gözetmemelidirler Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez

"İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar" (en-Nisâ, 4/76)

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir İşte İslâmî cihad budur

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #41
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CİÂLE

Bir kimseye bir fiilinden dolayı tespit edilen veya yaptığı bir iş için kendisine verilen ücret, ödül veya meblağ; ödül vadetmek Ciâle bir ödül akdi veya tek yanlı iradeyle meydana gelen bir borçlanmadır Bir terim olarak, belirli veya belirsiz, yahut sonucu önceden bilinemeyen bir iş üzerine belirli bir bedeli borçlanmaktır Mâlikîlere göre ciâle, meydana gelmesi ihtimalli olan bir menfaat üzerindeki icare (kira-iş) akdidir Kaçan bir hayvanı veya kaybolan bir malı bulana ödül vâdetmek gibi Derslerinde başarılı olan veya müsâbakada kazanan kimseler için ödül koymak da böyledir

Hanefilere göre, ciâle caiz değildir Çünkü ödül vâ'dinde, yapılacak iş ve sürenin belirsiz olması sebebile garar (riziko) vardır Burada Hanefîler, iş, kiralanan, ücret ve sürenin bilinmesi şart koşulan diğer iş (icâre) akitlerine kıyas yaparlar Ancak onlar yalnız üç gün ve daha uzak yerden kaçak bir hayvanı geri getirene bir ödül vermeyi önceden va'd edilmese bile istihsan yoluyla caiz gördüler Burada ödülün miktarı, üç günlük yolculuk masrafı (nafaka) karşılığıdır Mesafe kısalırsa ödül miktarı da o nisbette azalır (el-Kasânî, Bedâyiu's-Sanâyi' VI, 203-205, el-Meydânî, el-lübâb, II, 217 vd)

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, ciâle caizdir Delil olarak kitap ve sünnete dayanırlar Yusuf peygamberin kardeşleriyle olan kıssası Kur'an-ı Kerîm'de şöyle anlatılır: Yusuf (as) kıtlık yılında Mısır'a gelen ve kendisini tanımayan kardeşlerini misafir eder İşlerinden çok sevdiği Bünyamin'in Mısır'da kalmasını arzu etmektedir Onun buğday çuvalına krala ait altın tası koyar ve hırsızlık yaptığı bahanesiyle onu alıkoymak ister Arama yapan görevliler şöyle derler: "Melik'in su kabını arıyoruz Onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var Ben de buna kefilim" (Yusuf,12/72) Burada kabı bulana ödül vâdedilmiştir İkinci delil şu hadistir Bir grup sahabe İslâm'ı tebliğ için bir yerleşim merkezine giderler Ancak iyi karşılanmazlar Oradan ayrıldıkları sırada, kabile reisini yılan veya akrep ısırır Çaresiz kalan adamları, sahabilere yetişip tedavi için yardım isterler Sahabîler bir ücret karşılığında tedavi edebileceklerini söylerler Bir sahabi Fatiha suresini okuyarak hastayı iyileştirir ve ödül olarak verilen koyunları alarak Medîne'ye gelirler Hz Peygamber bu ödülün onlara helal olduğunu bildirir (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 289)

Ciâle ile, iş akdi (icâre) arasında şu farklar vardır: 1) Ciâlede mâlik için menfaat ancak işin tamamlanması ile gerçekleşir İş akdinde ise, işçi için menfaat, için bir cüz'ünü yapmakla gerçekleşir Ciâle (ödül vadi)'de ise, işin bir kısmını yapmakla herhangi bir ücrete hak kazanılmaz 2) Ciâle kendisinde garar ihtimali olan bir akittir Bu yüzden icârenin aksine iş ve sürenin bilinmezliği câiz olur Ciâlede iş, bazen belirli veya belirsiz olur Kaybolan hayvanı getirmek, su çıkıncaya kadar kuyuyu kazmak gibi Yine belirli veya meçhul bir iş üzerine ciâle (ödül vâdi) geçerli olduğu gibi, sürenin belirsiz oluşu da mümkündür İş akdinde (icare) ise, işin belirli olması gerekir Terzilik ve inşaat işi gibi Ayrıca sürenin de belli olması lâzımdır 3) İş akdinin aksine, ciâlede ücreti peşin vermeyi şart koşmak caiz olmaz 4) Ciâle câiz bir akit olup, lüzum ifâde etmez İş akdinin aksine feshi caizdir İş akdi ise lâzım bir akit olup feshedilemez

Ciâlenin meydana gelme şartları şöylece özetlenebilir

1) Ödül vâdedenin ehliyetli olması İşi yapacak olan muayyen bir şahıs ise, onun da işe ehil olması gerekir

2) Ödül veya ücretin belli bir mal olması Ödül meçhul ise; bedelin belirsiz olması sebebiyle akit fasit olur Meselâ; arabamı bulana bir elbise vereceğim veya onu razı edeceğim vb vaadlerde, arabayı bulan, fasit bir iş akdi (icâre)nde olduğu gibi ecr-i misle hak kazanır

3) Menfaat gerçek ve belli olmak, şer'an yararlanma mübah bulunmaktadır Meselâ; bir kimseden cinleri veya büyüyü çıkarmak için ciâle caiz değildir Çünkü bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmaz Bu konuda prensip şudur: İcârede (iş akdi) ivaz (bedel) almak caiz olan her durumda, ciâle (ödül) almak da caiz olur İş akdinde ücret almak caiz olmayan durumlarda ise ciâle de caiz olmaz Ayette: "Günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayınız" buyurulur (eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, I, 411; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 658; İbn Rüşd, Bidâyetü'l Müctehid, II, 333)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #42
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CÂSİYE SÛRESİ

Kur'ân-ı kerîmin kırk beşinci sûresi Hâ-mîm de denir

Câsiye sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur (inmiştir) Otuz yedi âyet-i kerîmedir "Korku ve endişe yüzünden ayakta duramayıp diz üstü çökmek" anlamına gelen ve yirmi sekizinci âyette geçen Câsiye kelimesi, sûreye isim olmuştur Sûrede, Allahü teâlânın v arlığını, kudret ve azametini, büyüklüğünü gösteren eserlere dikkatler çekilmekte, kâfirlerin inkarcı tutumlarına işâret edilmekte, İsrâiloğullarının Allahü teâlânın lütuf ve ihsânlarına kavuştukları halde nîmete nankörlük ettikleri haber verilmekte, kıyâmet gününün dehşetli durumu ve o gün insanlar hakkında amel defterlerinin şâhitlik edeceği, mü'minlerin, inananların âhirette büyük nîmetlere kavuşacakları müjdelenmekte, inkarcıların inanmıyanların, inançları bozuk olanların ise, şiddetli azâba uğrayacakları, Allahü teâlânın büyüklüğü, bütün kâinât (evren) üzerindeki hâkimiyeti ve daha başka hususlar bildirilmektedir (Fahreddîn Râzî)

Câsiye sûresinde meâlen buyruldu ki

Kim sâlih (güzel, iyi) bir amel işlerse, (bunun sevâbı) kendi lehine; kim de kötülük ederse (bunun cezâsı) kendi aleyhinedir Sonra (hepiniz) Rabbinize döndürüleceksiniz (Âyet 15)

Kim, Hâ-mîm (el-Câsiye) sûresini okursa, hesab günü Allahü teâlâ onun avretini (utanılacak şeylerini) örter ve korkusunu giderir (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #43
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CEM

Birleştirme, bir araya getirme

1 İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma

Seferî olmayan (104 kilometreden az giden) Hanefî mezhebindeki bir yolcu, Şâfiî mezhebine uyarak iki namazı cem' edemez (Şemseddîn Remlî)

Seferî olan (104 kilometreden fazla yola gitmeye karar veren) bir Hanefî, yolculuk sırasında, diğer üç mezhebe uyarak, araba mola verdiği zaman, öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsı namazlarını cem edebilir (Hayreddîn Remlî)

Hanefî mezhebinde yalnız Arafat meydanında ve Müzdelife'de hacıların iki namazı cem' etmeleri lâzımdır (Abdullah Mûsulî)

2 Tasavvufta bir makam Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir

Cem' makamında Cenâb-ı Hakk'ın varlığı zuhur ve istilâ edip, sâlik (tasavvuf yolcusu) kendi mevhum olan varlığını yok bulur Hallâc-ı Mansûr'un Ene'l-Hak, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Sübhânî sözleri ve benzerleri bu makamda, Allahü teâlâdan başka hiçbir şe y görmeyince söylenen sözlerdir Allahü teâlâ mahlûkları (yarattıkları) ile birleşik değildir Onların aynı ve benzeri değildir O hiçbir bakımdan yarattıklarına benzemez Hallâc-ı Mansur; "Ene'l-Hak" demekle, "Ben Hakk'ım, Hak teâlâ ile birleştim" demek istemedi Böyle diyen kâfir olur Onun sözünün mânâsı "Ben yokum Hak teâlâ vardır" demektir (İmâm-ı Rabbânî, Muhammed Ma'sûm)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #44
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



CELVETİYYE

Evliyânın büyüklerinden Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin tasavvuftaki yolu

Celvetiyye, Bayramiyye tarîkâtinin koludur Çünkü Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin yolu, Üftâde, Hızır Dede ve Akbıyık Sultan vâsıtasıyle Hacı Bayrâm-ı Velî'ye bağlanır Bu yol, hazret-i Ali'den geldiği için zikr-i cehrî (sesli zikir) esastır Kelîme -i tevhîdin söylenmesine devam bu yolun esaslarındandır Celvetiyye yolu, Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinden sonra, Selâmiyye, Hakkıyye, Fenâiyye ve Hâşimiyye adıyle dört kısma ayrılmıştır Onun bir duâsı şöyledir "Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuza katılanlar, bizi sevenler, ömründe bir kerre türbemize gelip rûhumuza fâtihâ okuyanlar, bize talebe olanlar denizde boğulmasınlar Ömrünün sonlarında fakîrlik görmesinler, îmânlarını kurtararak gitsinler ve öleceklerini bilip haber versinler" (Hüseyin Vassâf)

Alıntı Yaparak Cevapla

İslami Sözlük C

Eski 11-04-2012   #45
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslami Sözlük C



Celse-i Hafîfe Nedir?

İkinci secdeyi yapıp kıyâma kalkmadan önce olan kısa oturma

Şâfiî mezhebinde Celse-i hafîfe sünnettir (İbn-i Hacer)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.