Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #91 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKESEL: Tembellik, gevşeklik, uyuşukluk Yâ Rabbî! Beni keselden koru (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim) Keselin ilâcı, çalışkanlarla konuşmak, tenbel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan hayâ etmek lâzım geldiğini ve azâbın şiddetli olduğunu düşünmektir Dînini iyi bilen ve her hareketi, bilgisine uygun olan sâlih kimselerle görüşmeli, günâh i şleyen, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayıp, yalnız söz ile müslümanları okşayan, avutan yalancılardan, Ehl-i sünnet kitablarındaki bilgileri öğrenmemiş câhillerden uzak olmalıdır (İmâm-ı Birgivî) KEŞF: 1 Açmak, gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak Bir şeyin üzerindeki kapalılığı kaldırmak Bir kimse keşf ettiği âletlerle bütün insanlara faydalı olsa, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâma inanıp, tâbi olmadıkça, uymadıkça ebedî seâdete kavuşamaz (S Abdülhakîm Arvâsî) 2 Evliyânın, his ve akılla anlaşılmayan şeyleri, kalbine gelen ilhâm yoluyla bilmesi Evliyâya hâsıl olan keşf ve herkesin gördüğü rüyâlar, bir şeyin misâlinin benzerinin hayâl aynasında görünmesidir Uykuda iken olursa, rüyâ denir Uyanık iken olunca keşf denir Hayâl aynası ne kadar çok saf, temiz ise, keşf ve rüyâ o kadar doğru ve güvenilir olur (Abdülganî Nablüsî) Evliyânın keşfinde hatâ etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihâdda yanılması gibidir Kusûr sayılmaz Bundan dolayı, evliyâya dil uzatılmaz Belki hatâ edene de bir sevâb verilir Yalnız şu kadar fark vardır ki, müctehîdlerin (dinde söz sâhibi âlimle rin) hatâlı ictihatlarına da uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da hatâlı ictihadlarına da sevap verilir Evliyânın yanlış keşiflerine uyanlara, sevâb verilmez Çünkü ilham ve keşf ancak sâhibi için seneddir Başkalarına sened olmaz Müctehidin sözü ise mezhebinde bulunan herkes için senettir (İmâm-ı Rabbânî) Keşf yolu ile edinilen bilgilerin doğruluğu, İslâmiyet'te açıkça anlaşılan bilgilere uygun olmaları ile ölçülür (İmâm-ı Rabbânî) KEVSER: Allahü teâlânın Kevser sûresinde Peygamber efendimize verdiğini bildirdiği büyük ihsân Âhirette Cennet'te Peygamber efendimize âit meşhûr nehir veyâ kıyâmet (hesâb) günü Cehennem üzerindeki Sırat köprüsü geçilmeden önce Peygamber efendimizin ve ümme tinin başına geldikleri meşhûr havuz Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: (Yâ Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem!) Biz sana kevseri verdik (Kevser sûresi: 1) İslâm âlimleri kevserden murâdın ne olduğu, ne kastedildiği hakkında şunları bildirmektedirler: 1 İçinde bütün lezzetlerin bulunduğu ve Cennet nehirlerinin en üstünü olan nehir Peygamber efendimiz hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurdular: "Kevser, Cennet'te bir nehirdir İki kenarı altından, mecrâsı (aktığı yer) inci ve yâkuttan, toprağı miskten hoş, suyu baldan tatlı ve kardan beyazdır 2 Kıyâmet günü Sırat köprüsünden geçtikten sonra Peygamber efendimizin ve ümmetinin yanına gelecekleri havz Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Benim havzım bir aylık mesâfedir Suyu, sütten daha beyaz, kokusu miskten daha hoş, bardakları gökteki yıldızlar kadardır Ondan içen bir daha hiç susamaz 3 Dünyâ ve âhirete âit pekçok hayır, iyilik 4 Kur'ân-ı kerîm 5 İslâmiyet 6 Sevgili Peygamberimizin Eshâbının (arkadaşlarının), ümmetinin (O'na inananların), tâbi olanların, uyanların çok olması 7 Mübârek zürriyetinin (neslinin) yâni evlâdlarının çokluğu ve insanlara faydalı olması İslâm âlimleri Kevser hakkında daha başka mânâlar da bildirmişlerdir Bunların hepsi Peygamber efendimizde (sallallahü aleyhi ve sellem) mevcuttur (Sâvî) Kevser Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin yüz sekizinci sûresi Kevser sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Üç âyet-i kerîmedir Peygamber efendimize ihsân buyrulan Kevser'i bildirdiği için sûreye, bu isim verilmiştir Erkek çocukları yaşamadığından Peygamber efendimize Mekke müşrikleri nesli kesik mânâsında "ebter " demişler, bunun üzerine, Allahü teâlâ Kevser sûresiyle onlara cevap vermiştir (Sâvî, Taberî, Râzî) Allahü teâlâ Kevser sûresinde meâlen buyuruyor ki: (Habîbim!) hakîkat, biz sana Kevser'i verdik O hâlde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes Doğrusu sana buğzeden kimse, zürriyetten (nesilden) ve her hayırdan kesilmiştir (Âyet: 1-3) Kim Kevser sûresini okursa, cenâb-ı Hak ona Cennet nehirlerinden su içirir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) Bir kimse yatacağı vakit Kevser sûresini okursa ve sonra "Yâ Rabbî! Beni sabah namazına vaktiyle uyandır" derse, Allahü teâlânın izniyle o kimse sabah namazına uyanır (Kutbüddîn İznikî) KEYFİYYET: Bir şeyin mâhiyeti, esâsı, içyüzü, nasıl olduğu "Allah Arş üstündedir" buyurur Rabbimiz Lâkin keyfiyyetini, anlayamaz aklımız (Sirâcüddîn Ûşî)
__________________
|
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #92 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKIBLE: Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri taraf; Kâbe tarafı Mekke-i mükerreme şehrindeki Kâbe-i muazzama Şimdi seni herhâlde hoşnud olacağın bir kıbleye döndürüyoruz (Namazda) yüzünü artık Mescid-i harâm tarafına (Kâbe semtine) çevir (Ey mü'minler) siz de nerede bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o yana döndürün (Bekara sûresi: 144) Namazda, her uzvunu, gücün yettiği kadar, kıbleye karşı bulundur! (Hadîs-i şerif-Mektûbât-ı Rabbânî) Sizden biriniz abdest bozarken kıbleyi karşısına veya arkasına almasın (Hadîs-i şerîf-Müslim) Namazın şartlarından biri de kıble cihetine dönmektir Kıble, Mekke şehrinde bulunan Kâbe'dir Namazda Kâbe'ye karşı secde edilir Kâbe için secde edilmez Allahü teâlâ için secde edilir (Muhammed İznikî) Kıble, Kâbe'nin binâsı değildir, arsasıdır Yâni yerden Arş'a kadar, o boşluk kıbledir Bunun için kuyu ve deniz dibinde, yüksek dağların tepesinde, (uçakta) bu cihete doğru kılınabilir Hacı olmak için de, Kâbe'nin binâsına değil, o arsaya gidilir Başka yerlere giden hacı olmaz (İbn-i Âbidîn) Kıble Açısı: Bir beldeden güney veya kuzeyden kıble istikâmetine çıkan iki doğru arasındaki açı Namazı kıbleye karşı kılmak farzdır Göz sinirlerinin çapraz istikâmeti arasındaki açıklık, Kâbe'ye rastlarsa, Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde namaz sahîh olur Kıble açısını bulmak istediğimiz yerin ve Mekke-i mükerremenin enlem ve boylam dereceleri bilinirse husûsî formülü ile kıble açısı hesâp edilir (Mekke-i mükerremenin enlemi 2143°, boylamı 3983° dir) İstanbul'un kıble istikâmeti, güneyden yaklaşık otuz derecelik bir açı kadar doğudadır Bu açıya kıble açısı denir (M Sıddîk Gümüş) Kıble Saati: Herhangi bir yerde, güneşin kıble hizâsında bulunduğu andaki vakit Güneşin hangi saatte kıble hizâsında bulunduğu hesâb edilir ve takvimlere yazılır Bu saatler hergün değişmektedir Güneş, senede iki defâ 28 Mayıs (Türkiye yaz saatiyle 1218'de) ve 16 Temmuz'da (Türkiye yaz saatiyle 1227'de) yâni zeval vaktinde tam Kâbe'nin üstüne gelir Bütün dünyâda bu günlerde ve bu vakitlerde güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur (M Sıddîk Gümüş) KIBTÎ: Mısır'a ilk yerleşen insanlar Mısır'ın yerli halkına verilen ad Mısır'da hüküm süren Fir'avn, kıbtîleri yıldızlara ve putlara taptırdı Kıbtîler, Yâkûb aleyhisselâmın oğullarının neslinden gelen İsrâiloğullarını hakîr ve hor gördüler, en ağır işlerde çalıştırdılar Kıbtîlerin bu kötü muâmelelerinden bıkan İsrâilo ğulları, Mûsâ aleyhisselâma gelerek Fir'avn'ın zulmünden ve Kıbtîlerin baskılarından kurtulmak istediklerini bildirdiler Mûsâ aleyhisselâm İsrâiloğullarına serbestlik verilmesini istedi Fir'avn kabûl etmedi Mûsâ aleyhisselâm mûcizeler gösterdiği hâlde, Fir'avn ve Kıbtîler onun peygamberliğini kabûl etmediler Kıbtîlerin suları kan oldu Kurbağa yağdı Cilt hastalıkları ve üç gün karanlık oldu Fir'avn bu mûcizeleri görünce korktu ve izin verdi Mûsâ aleyhisselâm İsrâiloğullarıyla Mısır'dan çıkıp Kudüs'e doğru giderken Fir'avn onlara izin vermesine pişman olup, Kıbtîlerden olan askerleri ile onların arkalarına düştü Kızıldeniz'den mûcize olarak on iki yol açılıp mü'minler karşıya geçti Fir'avn ve askerleri geçerken deniz kapandı Fir'av n ve Kıbtîler boğuldu (İbn-ül-Esîr, Taberî, Nişancızâde) KIDEM: Allahü teâlânın zâtî sıfatlarından Allahü teâlânın ezelî olması, varlığının başlangıcı bulunmaması Eğer Allahü teâlâ kıdem sâhibi, kadîm ve ezelî olmayıp hâdis (sonradan yaratılmış) olsaydı, var olmak için kendinden başka bir yaratıcıya muhtâc olurdu Halbuki muhtâc olmak âciz olmayı berâberinde getirir Âcizlik ise, Allahü teâlâ için aslâ düşünül emez Kıdem sıfatının zıddı hudûstur, sonradan olmaktır Kıdem, Allahü teâlânın zâtı hakkında vâcib oduğundan, zıddı olan hudûs aklen mümkün değildir (Teftâzânî) KILLET: Azlık, fakirlik Mü'minlerde üç şeyden biri bulunur Kıllet, hastalık, zillet yâni îtibârsızlık (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûm) KIRÂET: 1 Ağız ile okumak Kendi kulakları işitecek kadar sesli okumağa hafif kırâet, yanındakilerin işiteceği kadar sesli okumağa cehrî (sesli) kırâet denir Ümmetimin ibâdetinin en fazîletlisi Kur'ân-ı kerîm kırâetidir (Hadîs-i şerîf-el-İtkân) Evlerinizi namaz ve Kur'ân-ı kerîm kırâetiyle süsleyiniz (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-Sagîr) Kur'ân'dan size kolay geleni okuyunuz" meâlindeki Müzemmil sûresinin yirminci âyet-i kerîmesi, kırâetin namazda farz olduğunu bildirmektedir (Kurtubî, Cessâs) Peygamber efendimiz: "Kalbler demirin paslandığı gibi paslanır" buyurduğunda Ashâb-ı kirâm; "Onun cilâsı nedir?" dediler Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Onun cilâsı, Kur'ân-ı kerîm kırâeti ve ölümü hatırlamaktır" (Hadîs-i şerîf-Kavlül Müfîd) 2 Namazın içindeki farzlardan biri Namazda; sünnetlerin ve vitrin her rek'atinde ve yalnız kılarken farzların ilk iki rek'atinde ayakta Kur'ân-ı kerîmden bir âyet kırâet etmek farzdır Kısa sûre okumak daha sevâbdır Kırâet olarak buralarda Fâtiha sûresini okumak ve sünnetlerin ve vit ir namazının her rek'atinde ve farzların ilk iki rek'atinde Fâtiha'dan başka bir de sûre veya üç âyet kırâeti vâcibdir (İbn-i Âbidîn) Namazda, Kur'ân-ı kerîmin tercümesini kırâet câiz değildir (İbn-i Âbidîn) Kırâet İlmi: Kur'ân-ı kerîmin kelimelerinin okunuş şekillerini râvileriyle berâber bildiren ilim Kırâet ilminin faydası; Kur'ân-ı kerîmin kelimelerini hatâlı, yanlış okumaktan korumaktır (Taşköprüzâde) Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve ondan sonra gelen Tebe-i tâbiîn nesli, kırâet ilmini muhâfaza ederek, sonraki nesillere ulaştırdılar Kur'ân-ı kerîmin kırâetinin bugüne kadar değişmeden okunmasını sağlayan yedi veya on kırâet âlimi ve herbirinin yetiştirdiğ i ikişer râvisi (talebesi) oldu (Taşköprüzâde) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #93 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKırâet-i Seb'a: Yedi kırâet imâmının okuyuş şekilleri Yedi kırâet imâmının yâni İmâm-ı Nâfi', Abdullah bin Kesîr, Ebû Amr, İbn-i Âmir, Âsım, Hamza, İmâm-ı Kisâî'nin okuyuşları kırâet-i seb'a adıyla meşhur oldu Kırâet âlimleri bu yedi imâmdan başka, üç imâm daha bildirdiler Bunlar: İmâm-ı Ebû Ca'fer, İ mâm-ı Ya'kûb, Halef-ül-Âşir'dir Kırâet âlimleri, bu on kırâet imâmının kırâetleri ile Kur'ân-ı kerîm okumayı uygun görmüşler, bunlardan başkasının kırâetine izin vermemişlerdir Böylece, on imâmın, Kur'ân-ı kerîmi okuyuş şekilleri kırâet-i aşere adı ile şöhret buldu (Taşköprüzâde) Kırâet-i Şâzze: Arabî gramer şartlarına uyan ve mânâyı değiştirmeyen, fakat bâzı kelimeleri hazret-i Osman'ın çoğalttığı nüshaya benzemeyen Kur'ân-ı kerîm kırâeti (okunuş şekli) Kırâet-i şâzzeyi namazda da başka yerde de okumak câiz değildir, günâhtır Kırâet-i şâzzeyi Eshâb-ı kirâmdan (ranhüm) birkaçı okumuş fakat sözbirliği olmamıştır (Muhammed Rebhâmî) KIRÂN HAC: Hac ile ömreyi birlikte yapmağa niyet etmek (Bkz Hac) Kırân Hacc'a niyet eden kimse, önce ömre için tavâf (Kâbe-i şerîf etrâfında dönme) ve sa'y (Safâ ile Merve arasında gidip gelme) edip, sonra ihrâmı çıkarmadan ve traş olmadan hac günleri için tekrar tavaf ve sa'y yapar (M Mevkûfâtî) Kırân haccı ve temettü' haccı yapanların şükür kurbanı kesmeleri vâcibdir (Tahtâvî) KIRÂT: Değerli metallerin ölçülmesinde kullanılan ağırlık birimi Eshâb-ı kirâmın zamânında, eski Arab meskûkâtı (basılmış paraları) kullanıldığı gibi, basılmamış altın ve gümüş parçalar da, tartılarak kullanılırdı O zaman ağırlıkları başka başka üç çeşit dirhem vardı Hazret-i Ömer bu üç dirhemin toplam ağırlığın ın üçte biri ağırlığında ortalama bir dirhem kabûl etti Kırâtın ağırlığını da değiştirip, dirhemin ağırlığının on dörtte birine bir kırât dedi Yirmi kırâta bir miskâl dedi Hazret-i Osman, bu hesâb üzerine altın ve gümüş para bastırdı (Eyyûb Sabri Paşa) "Bir miskâl 20 kırâttır" deyince, şer'î miskâl (48 gr'lık ağırlık) anlaşılır Bu miskâlin kaç gram olduğunu anlamak için, 20'yi bir şer'î kırâtın ağırlığı olan 0,24 ile çarpmak gerekir (Âsım Efendi) Kırât-ı Şer'î: Peygamber efendimiz zamânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismi geçen bir ağırlık birimi Hanefî mezhebinde, bir miskâl, yirmi kırâttır Bir kırât-ı şer'î, kabuksuz, uçları kesilmiş, kuru beş arpadır Böyle beş arpa, 0,24 gr gelmektedir Böylece, bir şer'î miskâl, yüz arpa, o da dört gram ve seksen santigram (480 gr) ağırlığında olmakt adır (İbn-i Âbidîn) Kırât-ı Urfî (Kırât-ı Örfî): Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi Osmanlı Devleti'nde son kabûl edilen örfî miskâl 24 kırât ve bir kırât da 20 santigram idi Buna göre, örfî miskâl 480 gram olmaktadır Şer'î miskâl ile örfî miskâl aynı ağırlıktadır (M Sıddîk Gümüş) KISÂS: İşlenen suçun, yapılan kötülüğün aynısını suçluya tatbîk ederek cezâlandırma, öldüreni öldürme, yaralıyanı yaralama, bir uzvu kesenin uzvunu kesme cezâsı Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki: Ey îmân edenler! Kasten öldürülenler için size kısas yapmak farz kılındı Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas olunur Öldürülmüş olanın kardeşinden (yâni vârislerinden, velîsinden), kâtilin lehine olarak bir şey bağışlanır da kısas düşürülürse; ölenin velîsi hakkından ziyâde olmayarak, örfe göre (tâyin edilmiş) diyet (para cezâsı) almalıdır Kâtil de, ölenin velîsine îcâb eden (gereken) diyeti güzel bir şekilde ödemelidir İşte böyle affederek diyet almak, Rabbiniz tarafından size bir hafiflik (kolaylık) ve merhâmettir Kim bu bağışlama ve diyet alıştan sonra, kâtil ile veya kâtilin akrabâsı ile düşmanlık yaparak tecâvüzde bulunursa (kan dâvâsı güderse), onun için âhirette çok acıklı bir azâb vardır Ey akıl sâhipleri! Bu kısasta sizin için bir hayât vardır Ümit edilir ki, siz (haksız yere adam öldürmekten) sakınırsınız (Bekara sûresi: 178, 179) Kısas cezâsının uygulanabilmesi için şu şartların bulunması gerekir: 1) Suçlu âkil (akıllı) ve bâliğ (ergenlik çağına gelmiş) olmalı 2) Suçun hata veya zor sonucu değil, amden (kasten, bilerek) işlenmesi 3) Öldürülen kişinin mîrâsçılarının kısas istemeleri ve kısas yerine getirilirken, ölen kişinin mîrâsçılarının ha zır bulunması Öldürülen kişinin kısas isteme hakkına sâhib olan mîrâsçılarından yâni velîlerinden biri, kâtili affederse veya velî ile kâtil, belli bir mal, para ile uyuşurlarsa yâhut yaralanan kişi suçluyu affederse kısas yapılmaz; kısas diyete çevrilir Yâni uyu şmak için bildirilen mal veya para alınır (Molla Hüsrev) KISKANÇ: Allahü teâlânın başkasına ihsân ettiği nîmetin ondan alınmasını, onun elinden çıkmasını ve yalnız kendinde olmasını isteyen kimse (Bkz Hased) Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsızdır Böyle insanlar, kendinden aşağıdakilere bakmaz, hep kendisinden yüksek ve varlıklı olanlara bakar ve onları kıskanır (Muhammed Akkermânî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #94 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKISMET: 1 Nasîb Allahü teâlânın ezelde (sonsuz öncelerde) herkes için dilediği şey Bir müslüman ancak her hangi bir işte aklını kullandığı, her çâreye baş vurduğu ve son derece çalıştığı hâlde bir başarıya ulaşamazsa, me'yûs (ümidsiz) olmamalı ve bu sonucun Allahü teâlânın kendisi için münâsip gördüğü bir husus olduğunu kabûllenere k, kısmetine râzı olmalıdır Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatmak ve ağzını havaya açarak kısmetini beklemek müslümanlıkta büyük günâhtır (Kemahlı Feyzullah) Kısmet aynı zamanda büyük bir tesellî kaynağıdır "Ben vazîfemi yaptım, fakat ne yapayım ki kısmetim bu imiş" diyen bir müslüman bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzûru ile çalışmaya devâm eder (Kemahlı Feyzullah) Kısmetindir gezdiren yer yer seni, Gâfil olma, âkıbet (sonunda) yer, yir seni (Ahmed Mekkî Efendi) 2 Birkaç kimsenin bir şeydeki hisse-i şâyialarını (ayrılmamış hisselerini) kile, terâzî, arşın gibi bir ölçü âleti ile tâyin ve tahsis etme, belli etme, ayırma Kassâmın yâni taksimât, bölüştürmeyi yapacak olanın adâletli, emin (güvenilir) ve kısmet işini bilmesi lâzımdır (Ebüssü'ûd Efendi, Abdullah Mûsulî) KITMÎR: Eshâb-ı Kehfin (Îsâ aleyhisselâmın dîninden olup, din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda dinlerini korumak için her şeylerini terkedip hicret eden Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişiden birinin köpeğinin adı (Bkz Eshâb-ı Kehf) Eshâb-ı Kehfe tâbi olduğu için Kıtmîr'e Allahü teâlâ kıymet verip, Kur'ân-ı kerîmde ona işâret etmiştir ve Kıtmîr, Eshâb-ı Kehf ile birlikte Cennet'e girecektir (İsmâil Hakkı Bursevî) KIYÂM: Ayakta durmak Namazın içindeki farzlardan birisi Kıyâm, üç şeyle tamam olur: 1) Ayakta durmak, 2) Secde yerine bakmak, 3) İki tarafına sallanmamak (Kutbüddîn-i İznikî) Kıyâmı yapamayan hasta, oturarak, oturamayan, sırt üstü yatıp başı ile îmâ, işâret ederek kılar Yüzü, semâya (göğe) karşı değil kıbleye karşı olması için başı altına yastık konur Ayaklarını diker Kıbleye karşı uzatmaz (İbn-i Âbidîn) Kıyâm bi Nefsihî: Allahü teâlânın zâtî (zâtına âit) sıfatlarından; varlığı kendinden olan, hiçbir şeye muhtâc olmayan Allahü teâlânın zâtî sıfatları altıdır: Vücûd (var olmak), Kıdem (varlığının öncesi, başlangıcı olmamak), Bekâ (varlığı sonsuz olmak, hiç yok olmamak), Vahdâniyet (zâtında, sıfatlarında ve işlerinde bir olmak), Muhâlefetün lil-havâdis (hiçbir mahlûka , yaratılmışa, hiçbir bakımdan benzememek), Kıyâm bi nefsihî Bâzı âlimler, vahdâniyet ve muhâlefet-ün-lil-havâdis sıfatlarının aynı olduklarını, bu sebeble sıfât-ı zâtiyyenin beş olduğunu söylemişlerdir (Teftâzânî) KIYÂME SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yetmiş beşinci sûresi Kıyâme sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Kırk âyet-i kerîmedir Kıyâmet hâllerinden bahsedildiği için Sûret-ül-Kıyâme denilmiştir Sûrede öldükten sonra dirilme ve kıyâmetin mutlaka kopacağı, insanın kıyâmet günündeki aczi, telâşı, o gün başıboş bı rakılmayacağı, onu basit bir meniden yaratan Allahü teâlânın tekrar diriltmeye de kâdir olduğu bildirilmektedir (Râzî, Taberî) Allahü teâlâ, Kıyâme sûresinde meâlen buyuruyor ki: Gerçek şu ki; siz, çarçabuk geçen (dünyâ hayâtını ve nîmetlerin) i seviyor, âhireti bırakıyorsunuz (Âyet: 20, 21) Kim Kıyâme sûresini okursa, ben ve Cebrâil (aleyhisselâm), kıyâmet günü kıyâmete inandığına dâir ona şâhidlik yaparız (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #95 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKIYÂMET: 1 Allahü teâlânın emri ile İsrâfil aleyhisselâmın sûr denilen ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir âlete üfürmesi, (nefha-i ûlâ: Birinci üfürme) ile bütün canlıların ölüp, her şeyin yok olması, kâinâttaki (varlık âlemindeki) nizâmın, düzenin bozulması , kıyâmetin kopması (Bkz Sâat) Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Kıyâmet muhakkak gelecektir Bunda hiç şüphe yoktur (Hac sûresi: 7) Ey insanlar! Rabbinizin azâbından korkun Muhakkak kıyâmetin zelzelesi (sarsıntısı) pek büyük bir şeydir Onu gördüğünüz gün, analar, emzirdikleri çocuklarını bırakıp unutur, hâmile kadınlar çocuklarını düşürür O günün dehşetinden sen insanları sarhoş bir hâlde görürsün, hâlbuki onlar sarhoş değillerdir Fakat Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir (Hac sûresi: 1,2) Kıyâmet kötü insanlar üzerine kopar (iyi insanlar bulundukça, Allahü teâlâ kıyâmeti koparmaz) (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim) Yeryüzünde Allah diyen bir kimse kalıncaya kadar kıyâmet kopmaz (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm) Allahü teâlâ, sûr üfürüldükten sonra, kıyâmetin kopmasını murâd buyurduğu vakit, dağlar uçar, bulutlar gibi yürümeye başlar Denizlerin bâzısı bâzısına taşar Güneşin nûru giderek simsiyâh olur Dağlar toz hâline gelir Âlemler birbirine girer Yıldı zlar, dizili incinin kopup dağıldığı gibi olur Gökler gülyağı gibi erir ve değirmen döner gibi döner ki, şiddetli bir şekilde hareket eder Bâzan toplanır, bâzan da dümdüz olur Allahü teâlâ, göklerin parça parça olmasını emr eder Yedi kat yerde ve yedi kat gökte ve kürsîde diri olarak kimse kalmaz Her canlı vefât etmiş olur ve eğer rûhânî ise, rûhu gitmiş olur Yerde taş üstünde taş kalmaz Göklerde hiç canlı kalmaz (İmâm-ı Gazâlî, Kurtubî, Kâb-ül-Ahbâr) 2 Her canlının ölüp, âlemin nizâmının düzeninin bozulmasından bir müddet sonra, yine Allahü teâlânın emri ile İsrâfil aleyhisselâmın ikinci defâ sûra üfürmesi ile bütün ölülerin yeniden dirilip, hayat bulmasından, yeni bir hayâtın başlamasından sonr a herkesin bulundukları yerden, kabirlerinden kalkıp, mahşer (Arasât meydanı) denilen yerde toplanıp, dünyâda yaptıklarından hesâba çekilecekleri ve herkesin Cennet'e veya Cehennem'e gidinceye kadar devâm edecek olan zaman Bu zamâna kıyâmet günü de denir O (Allahü teâlâ) elbette sizi kıyâmet günü mahşerde (Arasât meydanında) kabirlerinizden toplayacaktır Bunda aslâ şüphe yoktur (Nisâ sûresi: 87) Kıyâmet günü, herkes dört suâle cevâb vermedikçe hesâbdan kurtulamayacaktır Ömrünü nasıl geçirdi? İlmi ile nasıl amel etti? Malını nereden kazandı ve nerelere harcadı? Cismini bedenini nerede yordu, hırpaladı? (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Kıyâmet Alâmetleri: Kıyâmetin kopmasının yaklaştığına dâir Resûlullah efendimizin haber verdiği büyük ve küçük alâmetler, işâretler On büyük alâmet görülmeyince kıyâmet kopmaz Bunlar: Duhan (duman), Deccâl, Dâbbet-ül-erd, güneşin batıdan doğması, Îsâ aleyhisselâmın gökten inmesi, Ye'cüc ve me'cüc'ün çıkması, doğuda, batıda ve Arabistan'da yer batması, bunlardan sonra Yemen'den bir ateş çıkıp, insanları bir araya getirmesidir (Hadîs-i şerîf-Müslim) Kıyâmet alâmetleri, büyük ve küçük olmak üzere iki kısımdır Küçük alâmetlerin sayıları pekçok olup, bir kısmı ortaya çıkmış ve çıkmaya devâm etmektedir Bâzıları şunlardır: İnsanlardan ilim, emânet kalkar, câhillik artar Emîn kimse bulunmaz Oyun v e çalgı âletleri çok kullanılır Adam öldürmek ve fitne çok olur İnsanlarda, birbirine karşı sevgi kalmaz İslâmiyet'e uygun işler ayıp sayılıp, terk olunur (İbn-i Hacer-i Mekkî, İmâm-ı Süyûtî) Kıyâmet-i Kübrâ: Büyük kıyâmet Canlıların öldükten sonra tekrâr diriltildikleri gün, zaman Kıyâmet günü Kıyâmet-i Suğrâ: Küçük kıyâmet, herkesin kendi ölümü |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #96 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKIYÂS: Bir şeyi diğer bir şeyle ölçme, bir şeyi başka şeye benzetme; hakkında nass (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) bulunmayan bir mes'elenin hükmünü, buna benzeyen ve hakkında nass bulunan başka bir mes'elenin hükmüne benzeterek anlama Haşr sûresi ikinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey ilim sâhipleri! Îtibâr ediniz (yâni bilmediklerinizi bildiklerinize kıyâs ediniz) " buyurulmuştur Îtibâr etmek, benzetmek demektir Bu âyet-i kerîme, kıyâs ve ictihâdı emr etmektedir (Beydâvî) Kıyâsı, müctehîd (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden mânâ çıkarabilen) âlimler yapar Böyle olmayanlar kıyâs yapamaz Hicrî dördüncü asırdan sonra kıyâs yapacak derin âlim kalmadı (İbn-i Âbidîn, İmâm-ı Gazâlî, Yûsuf Nebhânî) Kur'ân-ı kerîmden her ince bilgi elde edilir Abdullah ibni Mes'ûd radıyallahü anh; "Onda, öncekilerin ve sonrakilerin bütün ilimleri vardır" buyurdu Kur'ân-ı kerîmdeki bilgiler, hükümler sonsuzdur Ancak bu bilgilerin bir kısmı kapalı ve örtülüdür Ehli olanlar bunları ilim ve ihlâsı kadar anlayabilir İşte, sünnet, icmâ' (müctehid denilen âlimlerin bir hususta sözbirliği etmeleri) ve kıyâs ile; Kur'ân-ı kerîmdeki kapalı bilgiler meydana çıkarılıyor Kıyâmete kadar, bütün insanlara lâzım olacak hükümleri, dört mezheb imâmı anlamış ve kitaplarına yazmışlardır (Seyyid Alizâde) Kıyâs, bid'at (dinde sonradan ortaya çıkan bir yenilik) değildir Çünkü kıyâs, nüsûsun yâni âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin mânâlarını meydana çıkarmaktadır Yoksa bu mânâlara başka şey eklememektedir (Ahmed Fârûkî) Dînî hükümlerin isbâtında; Kitâb(Kur'ân-ı kerîm), sünnet (Peygamber efendimizin sözleri, işleri ve görüp de mâni olmadıkları şeyler), icmâ-ı ümmet (müctehid denilen, derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde sözbirliği etmeleri) ve kıyâs mûteberdir (ge çerlidir, kıymetlidir) (Ahmed Fârûkî) Zarûrî olarak bilinen îtikâdî mes'elelerde yâni inanılacak şeylerde kıyâs yoktur (olmaz) (Serahsî) Nass (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) bulunan yerde kıyâs yapılmaz Biz, zarûret olmadıkça kıyâs yapmayız Bir suâl (soru) sorulunca, onun cevâbını, önce Kur'ân-ı kerîmde ararız Bulamazsak, hadîs-i şerîflerde ararız Yine bulamazsak, Resûlullah efen dimizin sohbetinde yetişmiş Eshâb-ı kirâmın herhangi birinin sözlerini ararız Bu suâlin cevâbını bunlarda da bulamazsak, kıyâs yaparak cevâbını buluruz (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, Hamevî, Hâdimî) Bir kişinin haber verdiği hadîs-i şerîfleri veya kıyâs ile anlaşılan bilgileri kabûl etmeyen, beğenmeyen kâfir olmaz ise de, bid'ât ehli yâni doğru yoldan sapmış olur (İbn-i Âbidîn) KIYEMÎ: Çarşıda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatları farklı olan mal Uzunluk ile ölçülenlerden tarla, elde dokunan kumaş, halı ve elbise, ev, dükkân, el yazması kitab, irili ufaklı olan karpuz kıyemîdirler (İbn-i Âbidîn) KIYMET: Değer, îtibâr, üstünlük İnsanın kıymeti ilim ve edeb iledir Mal ve neseb (soy) ile değildir (İmâm-ı Şâfiî) İnsanın kıymeti, îmân ve mârifetle (Allahü teâlâyı tanımak, bilmekle)dir Mal ve mevki ile değildir (Muhammed Ma'sûm Fârûkî) KİBR (Kibir): Kendini başkasından üstün görme Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki: Onu hatırla ki, meleklere; "Âdem'e (hürmet olarak) secde edin" demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi Ancak iblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi ve kâfirlerden oldu (Bekara sûresi: 34) Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, âyetlerimi anlamaktan (Kur'ân-ı kerîmi kabûlden) çevireceğim Onlar her mûcizeyi görseler de onu kendilerine yol edinemezler Fakat sapıklık yolunu görürlerse, onu yol edinirler İşte böyle hareket etmeleri, âyetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gâfil bulunmalarından dolayıdır (A'râf sûresi: 146) Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennet'e girmeyecektir (Hadîs-i şerîf-Müslim) Kibir, gurur ve övünme gibi duygular insanın içine çuvaldız gibi saplıdırlar İnsanın kibirlenmesi, kendinde gördüğü fazîletlerden ileri gelir Ancak, insan evliyâdan bir mübârek zâtı tanıdığı zaman, bütün bu fazîletlerin, kesinlikle ve gerçek olarak Allahü teâlâda bulunduğunu anlar Kendisinde bulunan her şeyin, Allah tarafından emânet olarak verildiğini görür (Ali Havvâs) Kendisinden daha fazla ilmi olan bir kimseyi görüp de ondan kibir ve gururundan dolayı istifâdeye çalışmayan kimse, en büyük câhildir (Ahmed Rifâî) KİBRİYÂ: Allahü teâlâya mahsûs azamet, büyüklük, üstünlük, yücelik Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde meâlen buyuruyor ki: "Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem'e atarım, hiç acımam (Berîka) Kibriyâ sıfatı Allahü teâlâya mahsûstur İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlânın yanında kıymeti o kadar yükselir Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz (Muhammed Hâdimî) KİLÂBİYYE: Ebû Abdullah Kilâb'ın kurduğu bozuk fırka Yetmiş iki bid'at (sapıklık) yolunun esâsı dokuz fırkadır Bunlar hâricî, şiî, mu'tezile, mürcie, müşebbihe, cehmiyye, dırâriyye, neccâriyye ve kilâbiyyedir Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesinin (aleyhimürrıdvân) zamâ nında bunların hiçbiri yoktu (Abdülkâdir Geylânî) KİLE: Ölçek Tahıllar için kullanılan bir ölçü Birkaç kimse arasında müşterek, ortak olup, kile veya vezn (tartı) ile ölçülen bir malı, ölçmeden paylaşmak fâiz olur Kile ile satılan şeylerden, aynı cinsten olmayanlar, birbiri ile (meselâ arpa buğdaya karşılık) satılırken, hacimleri aynı olsa da, veresiye satmak fâizdir (Ömer Nesefî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #97 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKİLİSE: Kenîse; hıristiyanlara mahsûs ibâdet yeri Hıristiyanlıktaki mezheblere de kilise denilmektedir Hıristiyanlar, Romalılar zamânında ibâdetlerini gizli olarak mağaralarda, mahzenlerde yaparlardı Açık ibâdet yerleri yoktu Çünkü Roma imparatorları, hıristiyanlığı yasakladıkları gibi inananları da yakalayıp öldürüyorlardı Bizans imparatoru Konsta ntin'in, resmî din olarak hıristiyanlığı kabûl etmesinden sonra, kiliseler yapılmaya başlandı Konstantin'den sonra birçok kilise yapıldı ve kilise mîmârîsi ortaya çıktı (Harputlu İshâk Efendi) Hıristiyanlığın çeşitli siyâsî sebeplerle mezheplere ayrılmasından sonra, kiliseler de ayrıldı Merkezi Roma'da bulunan ve rûhânî lideri papa olan katolik kilisesi, merkezi İstanbul'da bulunan ve rûhânî lideri patrik olan ortodoks kilisesi ve İngilte re'de gelişen Anglikan kilisesi bunlardandır (Harputlu İshâk Efendi) Necs (pis) olmak ihtimâli bulunan yerlerde, meselâ kabristânda, hamam içinde ve kilisede namaz kılmak mekrûhtur Soğuk ve başka sebeble açık yerde namaz kılınamaz ve başka yer bulunamazsa, kilisede hem yalnız, hem cemâat ile kılmak câiz olur Namazda n sonra hemen çıkmalıdır Çünkü kilisede şeytanlar toplanır Kilisede bulunan küfür alâmetleri boşaltılırsa namaz kılmak mekrûh olmaz (İbn-i Âbidîn) Bugün hıristiyanların kiliselerinde ve yahûdîlerin havralarında kalblerin ve ruhların değil de, nefislerin ve düşüncelerin birleştirilmesine çalışılmaktadır Bunun için kiliseler, havralar bir mâbed (ibâdethâne) değil, bir politika ve konferans yeri olup, insanları uyuşturarak, liderlerin, şeflerin arzû ve düşünceleri istikâmetinde sürüklenmektedirler (M Sıddîk bin Saîd) KÎL-U-KÂL: Dedi-kodu Gîbet (Bkz Gîbet) Geçirme ömrünü mü'min, sakın ki, kîl-ü-kâl üzre! Sözün mânâsını anla, ne yürürsün hayâl üzre (M Sıddîk bin Saîd) KİN: Gizli düşmanlık (Bkz Hıkd) Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder Öfke iyi düşünmeyi daraltır, insanı yanıltır (Hacı Bayram-ı Velî) KİNÂYE LAFIZLAR: Birkaç mânâda kullanılan kelimeler Hem boşamada hem de başka yerde kullanılan sözler Erkek kinâye söyleyince, boşamağa niyet etti ise veya öfkeli ise karısını boşamış olur "Var yıkıl git Artık seni istemem, babanın evine git Seni boşamak istiyorum" gibi sözler, boşamak niyyet edilmedikçe talâk, boşama olmaz Bırakmak, terketmek la fızları (kelimeleri) kinâye iseler de boşamak için kullanılmaları âdet olduğundan boşamada kinâye değil, sarîh (açık) sözlerden sayılır Bunlarla derhâl boşama meydana gelir (İbn-i Âbidîn) KİRÂ: Bir malın, menfaatine yâni kullanılmasına karşılık olarak verilen ücret Bir evin, bir iş yerinin veya herhangi bir mülkün, taşıt veya binek hayvanının, sâhibi tarafından faydalanılmak ve kullanılmak üzere belli bir ücret karşılığında bir müddet için başkasına verilmesi (Bkz İcâre) Kirâ müddeti bitince, mal sâhibi uzatmaz ise, kirâcı çıkar Malı olduğu gibi teslim etmesi lâzımdır Teslim etmezse, gasb etmiş olur Fakat kullanma sebebi ile herkes için meydana gelmesi âdet olan harâblık, yıkılmalar ve bozulmalar kabahat sayılmaz (Ali Haydar Efendi) Mal sâhibi, kirâyı peşin alıp, malı teslim etmezse, geçen zamânın ücretleri mülkünden çıkar; kirâcıya geri vermesi lâzım olur (Fetâvâ-i Hindiyye) KİRÂMEN KÂTİBÎN: İnsanların iki omuzunda bulunup, onların sevâb ve günâhlarını yazan iki melek Hafaza melekleridir diyen âlimler de olmuştur Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Hâlbuki üzerinizde gözetleyici, amellerinizi yazan (Allah indinde) Kirâmen kâtibîn melekleri vardır (Ki onlar, hayır ve şerden) işlediklerinizi (yaptıklarınızı) bilirler (İnfitâr sûresi: 10-12) Kirlenince çabuk gusl (boy) abdesti alın! Çünkü, Kirâmen kâtibîn melekleri cünüp gezen kimseden incinir (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn) Kirâmen kâtibîn denilen meleklerden sağ taraftaki melek, soldakinin âmiridir ve iyi işleri, ibâdetleri yazar Soldaki melek, kötülükleri yazar (Kemahlı Feyzullah) Kirâmen kâtibîn, insandan yalnız cimâda ve helâda ayrılırlar Helâda iken yapılanları, Allahü teâlâ meleklere bildirir Helâdan çıkınca yazarlar (Kutbüddîn-i İznikî) Bir kimseye selâm verirken, çok kimseye verir gibi vermelidir Çünkü mü'min yalnız değildir Kirâmen kâtibîn adındaki iki melek, onunla berâberdir (M Muhammed Rebhâmî) KÎSÂNİYYE (Keysâniyye): Şiânın kollarından Muhtâr bin Ebî Ubeyd es-Sekâfî'nin kurduğu bozuk fırka Muhtâr bin Ebî Ubeyd es-Sekafî'nin bir adı da Keysân olması sebebiyle Keysâniyye denilmiştir Bu fırkaya Muhtâriyye veya Bedâiyye de denir Hazret-i Ali'nin oğlu Muhammed bin el-Hanefiyye'nin babasından sonra imâmetini (halîfeliğini) kabûl eden Keysâniyye fırkası, Allahü teâlânın bedâ (önceki hükmünü değiştirme) sıfatı olduğunu söylerler Muhammed bin el-Hanefiyye'nin Radvâ dağlarında ya şadığına, sağında ve solunda birer arslanın ve bir parsın onu koruduğuna ve onun gelecek Mehdî olduğuna inanırlar (Abdülazîz Dehlevî) Keysâniyye mensupları, dine, namaz, oruç, zekât vs gibi hükümlerin te'vilini (yorumunu) öğreninceye kadar uyar Farzların bir kısmını terk ederler (Abdülkâhir Bağdâdî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #98 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKİSVE: Giyecek Nafaka vermekle vazîfeli kimsenin bakmakla mükellef bulunduğu kimselere te'min etmekle yükümlü olduğu giyecek Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Onların (annelerin) âdet olduğu şekli ile yiyeceği ve kisvesi; çocuk kendisinin olana (babaya) âittir Kimse gücü yettiğinden fazlasıyla sorumlu tutulmaz (Bekara sûresi: 233) Dînimizce nafaka; yiyecek, kisve ve oturacak yer demektir Kitapların çoğunda, yalnız yiyecek mânâsına kullanılmak âdet olmuştur Fakir olan zevcin, zengin olan zevcesine, orta hâllilere âdet olan nafaka vermesi lâzımdır Fakir nafakası verip, aradak i farkı, zengin olunca öder (İbn-i Âbidîn) Kisve, senede iki gömlek ve iki himâr (baş örtüsü) ve iki milhâfedir Milhâfe (ferâce veya manto), kadının sokağa çıkarken giydiği bir şeydir Bunların biri yazlık, biri kışlıktır Şimdi kisveye, iç donu, cübbe (kalın manto), yatak, yorgan da ilâve e tmek lâzımdır Kış mevsiminde, gömlek yünden, manto ve himâr ipekten olur Ayakkabı, mest sokağa çıkmak için olduklarından, nafakaya dâhil edilmemiştir Fakat zaman ve memleketin âdetine göre dâhil edilirler Memleketin âdetine göre, kadına lâzım ola n gıdâ, elbise ve ev eşyâsının hepsi nafakaya dâhil olur Zevcin bunları getirmesi lâzımdır (İbn-i Nüceym) Kisve-i Şerîfe: Resûlullah efendimizin medfûn bulundukları hücre-i seâdet üstündeki kubbe üzerine serilen örtü Hücre-i seâdetin beş köşeli duvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmıştı Bu kubbeye, Kubbet-ün-nûr denir Osmanlı pâdişâhlarının gönderdikleri kisve-i şerîfe bu kubbe üzerine örtülürdü Kubbet-ün-nûr üzerine gelen, mescid-i seâdetin büyük yeşil kubbesine Kubbet-ül-hadrâ denir (Eyyûb Sabri Paşa) KİTÂB: 1 Edille-i şer'iyyenin (İslâm dînindeki hükümlerin, din bilgilerinin) birinci kaynağı olan Kur'ân-ı kerîm Kitâb; Allahü teâlânın, Resûlü Muhammed aleyhisselâma indirdiği, mushaflarda yazılı, bize kadar tevâtür yoluyla, yalan üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluk tarafından Arabca olarak nakledilen kelâm-ı kadîmdir (Allahü teâlânın sözüdür) Bütün insanların dünyâ ve âhiret hayâtının her yönüne âit hükümleri bilgileri içerisinde bulundurur İçine aldığı hükümler, bilgiler üç kısımdır: Îmân esaslarına dâir hükümler, mükelleflerin söz ve işlerine dâir bilgiler, rûh ve mâneviyâtın düzeltilip, nefsin ve ahlâkın terbiyesine âit hükümlerdir (Abdülhakîm Arvâsî) 2 Amel defteri Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Biz azîmüşşân, insan için sahîfesi açılmış olarak, kendisine vâsıl olan kitab göndeririz (İsrâ sûresi: 13) Kitâb ve Sünnet: Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfleri (söz, iş ve görüp de bir şey demedikleri hususlar) mânâsına olan bir terim Sünnet kelimesinin dînimizde üç mânâsı vardır: "Kitâb ve sünnet" birlikte söylenince; Kitâb, Kur'ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler demektir (Farz ve Sünnet) denilince; farz, Allahü teâlânın emirleri, sünnet ise Peygamberimizin sallallahü aleyh i ve sellem sünneti yâni emirleri demektir Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, şerî'at yâni bütün ahkâm-ı İslâmiyye (İslâmiyet'teki emirler ve yasaklar) demektir (M Sıddîk Gümüş) Ezan, Kitâb ve Sünnet ile bildirilmiştir (İbn-i Âbidîn) Bir velî, İslâmiyet'e uydukça ilerler İlhâmları artar fakat, velîlere gelen ilhâmlar kitab ve sünnetin üstüne çıkamaz (Muhyiddîn ibni Arabî) İnsanları, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak yol, yalnız Muhammed aleyhisselâmın yoludur Bundan başka olan dinler, mezhebler, tarîkatler, rüyâlar çıkmaz sokaktır İnsanı seâdete kavuşturmazlarKur'ân-ı kerîmin ahkâmını, hükümlerini öğrenmeyen, hadîs-i şerîflere uymayan kimse, câhil ve gâfildir Buna uymamalıdır Bizim ilmimiz, mezhebimiz kitâb ile sünnettir (Cüneyd-i Bağdâdî) Çok vakit kalbime düşünceler geliyorKitâba ve sünnete uygun bulursam kabûl ediyorum (Ebû Süleymân Dârânî) Kitâb-ı Mukaddes: Hıristiyanların mukaddes bilip inandıkları Ahd-i atîk (Eski ahd) ve Ahd-i cedîd (Yeni ahd) kısımlarından meydana gelen kitab İncîl Îsâ aleyhisselâma İncîl isminde bir kitâb nâzil oldu Fakat yahûdîler bu kitabı seksen sene içinde yok ettiler Sonradan ortaya çıkan ve hıristiyanların, Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine inandıkları Kitâb-ı Mukaddes iki kısımdır Birincisi, Ahd -i atîk (Eski ahd), o zamâna kadar gelen peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ve bilhassa Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerini ihtivâ eder İkincisi Ahd-i Cedîddir (Yeni ahd) Esas olarak Îsâ aleyhisselâma inananlardan Matta, Markos, Luka ve Yuhannâ'nın ya zdıkları kitablar olup, Îsâ aleyhisselâmın hayâtı, yaptığı işler ve verdiği nasîhatları ihtivâ eder Fakat Kitâb-ı mukaddes içinde bulunan hakîki bilgilere birçok yanlış düşünceler, efsâneler ve hurâfeler eklenmiştir (Manastırlı Müderris Hâcı Abdullah Abdi Bey) Hıristiyanların, Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine inandıkları Kitâb-ı mukaddeste zulmü, vahşeti emr eden pekçok yerler vardır Ahd-i atik'in Huruç (çıkış) kitâbının 23 bâbının 23 ve 24 âyetlerinden sonra Mûsâ aleyhisselâmın kadınları sağ bır aktığı için subaylarına kızdığı ve bütün kadınların ve erkek çocuklarının öldürülmesini emr ettiği yazılıdır (Harputlu İshâk Efendi) Bugün elde bulunan Kitâb-ı mukaddeste mevcut olan ilim, akıl ve ahlâk dışı yazılar meydandadır Buna karşılık İslâm âlimlerinin akla, ilme, fenne ve medeniyete ışık tutan yazıları da dünyâ kütübhânelerini doldurmaktadır (Harputlu İshâk Efendi) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #99 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKAMERÎ SENE: Ayın yerküresi etrâfında on iki defâ dönmesi esnâsında ortaya çıkan yıl, sene 354 gün Güneş yılı (Şemsî sene) kamerî yıldan 10875 gün daha uzundur Bu farktan dolayı 325 güneş yılı 335 kamerî sene olur Kamerî sene sayısı, 097023 ile çarpılınca, güneş yılı olur Hicrî şemsî sene sayısı 10307 ile çarpılınca, kamerî sene sayısı olu r (Bkz Hicrî Kamerî Sene) (M Sıddîk Gümüş) KÂMET: Kalkmak, ayakta durmak; farz namazlardan önce okunması sünnet olan ve ezana benzeyen sözler (Bkz İkâmet) Erkeklerin, farz namazlardan önce kâmet okumaları sünnet-i müekkededir (kuvvetli sünnettir) (Halebî) Ezan ve ikâmeti işiten kimse müezzin ile berâber okur (İbn-i Âbidîn) Kâmet de ezan gibidir Yalnız kâmette kelimelerin aralarında fâsıla verilmez Bir de Hayye alel felâhtan sonra iki kerre "Kadkâmet-is-salah" söylenir (İbn-i Âbidîn) KÂMİL: Tam, eksiksiz, olgun Îmânı kâmil olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır (Hadîs-i şerîf-Müslim) Eğer îmânının kâmil olmasını istersen, kendini müslümanlardan yüksek görme Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Bir kişi îmânının kemâlini (olgunluğunu) isterse, kendine insâf versin (tevâzu üzere hareket eylesin) ve fakîr olduğu hâlde sadaka versin Bu iki huy, îmânı, kemâl derecesine yükseltir (Süleymân bin Cezâ) Her mü'min Peygamberimizi malından ve canından daha çok sever Bu sevgisinin bir alâmeti, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmaktır Bir mü'min bütün bunları yerine getirdikten sonra, mübahlarda da ne kadar ona uyarsa o derece kâmil bir müslüman olur (İmâm-ı Rabbânî) KAMÎS: 1 Gömlek, entâri Namazda, secdeye yatarken kamîs ve pantolon paçalarını yukarı çekmek mekrûhtur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp namaza durmak da mekruhtur (Halebî) Resûlullah kamîs giymeyi severdi Gömleğinin kolları, bileklerine kadar uzundu (İmâm-ı Tirmizî) 2 Kefenin parçalarından olup, entâri gibi uzun, dikişsiz gömlek (Bkz Kefen) Erkeğin kefeninin üç parça olması sünnettir Bunlar: 1) İzâr; genişliği bir metreden fazla ve baştan ayağa kadar olan bez parçası 2) Kamîs; uzunluğu, omuzlardan ayaklara kadar olan uzunluğun iki katıdır Bu uzunluk ortadan ikiye katlanıp, kat yerinden, baş geçecek kadar, düz kesilir Kol ve etek yerle ri kesilmez 3) Lifâfe; uzunluğu başı ve ayağı geçen, baş üstünden ve ayak altından uçları büzülüp bezle bağlanan parça (İbn-i Âbidîn) KANÂAT: Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir Aksine hırslı hareketlerde n kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Ey kulum! Emir ettiğim farzları yap, insanların en âbidi olursun Yasak ettiğim haramlardan sakın verâ sâhibi olursun Verdiğim rızka kanâat eyle, insanların en ganîsi (en zengini) olursun, kimseye muhtâc kalmazsın (Hadîs-i kudsî-Berîka) İslâmiyet ile şereflenen, hayâtı için yetecek nafakaya sâhib olan ve bunda kanâat eden kimseye ne mutlu (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ul-Ahbâr) Kanâat tükenmez bir hazînedir (Hadîs-i şerîf-Nihâye) Kanâat eden azîz, tama' eden (dünyâ lezzetlerini haram yollardan arayan) zelîl olur (Hadîs-i şerîf-Nihâye) Kim kanâat ederse, geçimi iyi olur Kim tama' ederse, (dünyâ lezzetlerini haram yollardan ararsa) geçim sıkıntısı çeker (İbn-i Cevzî) KANDİL GECELERİ: İslâm dîninin kıymet verdiği mübârek geceler (Bkz Mübârek Geceler) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #100 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKÂNÛN-I İLÂHÎ: 1 Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet 2 Allahü teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen Yalnız duâ etmekle kendimizi aldatmayalım! Allahü teâlânın kânûn-ı ilâhiyyesine uymadan, sebeblere yapışmadan, çalışmadan duâ etmek mûcize istemek demektir Müslümanlıkta hem çalışılır, hem de duâ edilir Önce sebebe yapışmak, sonra duâ etmek lâzımdı r (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) KAPLAMA MESH: Abdestte başın her tarafının mesh edilmesi (Bkz Mesh) Kaplama mesh şöyle yapılır: İki el ıslatılıp, üç bitişik ince parmak birbirine yapıştırılır İç tarafları başın önünde saçların üzerine konur Baş ve şehâdet parmakları hâriç üç parmak, başın arka tarafına doğru çekilir Başın arkasında üç parmak kal dırılır ve avuç içleri saça değdirilerek öne doğru çekilir Şehâdet parmağıyla kulak içi ve baş parmakla kulak arkası, elin dış yüzüyle de ense meshedilir (İbn-i Âbidîn) KÂR HADDİ: Bir malı satarken, alış fiyatına veya mâliyeti üzerine eklenen fazlalığa, kâra konulan sınır Enes bin Mâlik radıyallahü anh buyurdu ki: "Medîne-i münevverede pahalılık oldu Yâ Resûlallah! Fiyatlar yükseliyor Bize kâr haddi koyunuz denildi Resûlullah efendimiz; "Fiyatları koyan Allahü teâlâdır Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız O'dur Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Harâc) Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır (Hadîs-i şerîf-Dürr-ül-Muhtâr) Herkes malını, dilediği fiyatla satabilir İslâmiyet'te kâr haddi diye bir şey yoktur (İbn-i Âbidîn) Esnâfın hepsi fiyatları, fâhiş olarak yâni mal oluş fiyâtlarının iki misline çıkarması, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman; hükûmetin, tüccârlara danışarak, uygun bir kâr haddi koyması câiz olur Hükümetin koyduğu bu fiyata uymak vâcibdir (İbn-i Âbidîn) KARÂBET: Soy, süt ve evlilik yoluyla yakınlık, akrabâlık (Bkz Akrabâ) KARÂMİTA: Milâdî dokuzuncu asırda Hamdan Karmat tarafından kurulan bozuk fırka İsmâiliyye ve Bâtıniyye de denir Kûfe'de tüccârlık yapan Hamdan Karmat, Kûfe yakınındaki Dâr-ül-hicre adını verdiği yere bir konak yaptırıp, burayı müstahkem (sağlam) bir sığınak hâline getirdi Câhilleri etrafına toplayıp Abbâsî halîfesine karşı isyâna teşvik etti ve bugünkü komüni zmde bulunan mülkiyette ortaklık fikrini savundu Karamita veya Karmatîlik adı verilen bozuk yolunu kurdu İslâm dîninin emir ve yasaklarının bir çoğunun yersiz ve geçersiz olduğunu söyledi (Abdülkâhir Bağdâdî) Mecûsîler yâni ateşe tapanlar, İslâm dîninin yayılmasını önleyebilmek için, reisleri Hamdan Karmat 890 (H 227)da Karmatî isyânını başlattı Karamita devletini kurdu Karmatîler, Ehl-i sünnet müslümanlara zulm edip şehîd ettiler İslâm beldelerini ha râb edip hac yollarını kestiler Mekke-i mükerremeyi işgâl ettiler Hacer-ül-esved'i Kâbe'den çıkarıp Basra'ya getirdiler Cennet, dünyâ lezzetleri; Cehennem de, dînin emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaktır, dediler Haramlara, güzel san'at ismini verdiler İslâm dîninin kötü huy, fuhş (çirkin işler) dediği ahlâksızlıklara moral eğitimi diyerek gençleri sefâhete (bozuk işlere) sürüklediler Devletleri İslâmiyet'e çok zarar verdi 938 (H 372)'de Allahü teâlânın gadabına yakalanıp mahvoldular (Şehristânî) Mazdek tarafından ortaya atılan komünist fikirleri temel alan Karamitaya göre, bütün fertlerin mallarının birleştirilmesi farzdır Nikâh (evlenme) müessesesini de kabûl etmeyen Karmatîler, kadınlarda da ortaklığı kabûl ediyorlardı Kıble olarak Mekke -i mükerremeyi değil, Kudüs'ü kabûl eden Karamita fırkası, şarap ve benzeri içkileri helâl sayarlar (Abdülazîz Dehlevî) KÂRÎ: Kur'ân-ı kerîmi ezberleyen ve okuyan Nice kâriler vardır ki, Kur'ân-ı kerîm onlara lânet eder (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ) Zamânımızda, Kur'ân-ı kerîm okurken tegannî yapan kârilerin nâmelerini işiterek; "Ne güzel okudu!" diyen kimsenin îmânı gider (İmâm-ı Mâtürîdî) KÂRİA SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yüz birinci sûresi Kâria sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) On bir âyet-i kerîmedir Kâria'dan yâni kıyâmet gününden haber verdiği için, Sûret-ül-Kâria denilmiştir Sûrede; Kıyâmetin kopması sırasında meydana gelecek olaylardan ve insanın âkibetinden bahs edilmektedir (Muhammed bin Hamza, İbn-i Abbas) Allahü teâlâ Kâria sûresinde meâlen buyurdu ki: (Kıyâmet günü) Kimin tartılan (iyi) ameli ağır gelirse, işte o, hoşnûd edici bir yaşayış içinde olur (Âyet: 6-7) Kim Kâria sûresini okursa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onun mîzânını (sevâb terâzisini) ağır getirir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #101 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKÂRİN HACI: Hac ile ömreye birlikte niyyet eden Önce ömre için Kâbe-i muazzamayı tavaf ve sa'y edip, sonra ihrâm elbisesini çıkarmadan ve traş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavaf ve sa'y yapan (Bkz Hac) Kârin hacılar taş atıp, tıraş oluncaya kadar ihrâmı çıkarmayacağı için, ihrâmın men ettiği şeylerden her gün sakınmaları lâzım olur Bu şeylerden sakınamayacak kimselerin mütemettî' hacı olması uygundur (İbn-i Âbidîn) KARÎNE: Emâre, alâmet Bir şeyin hakîkatine delil olan şey Ağızda şarap kokusu, içki içildiğine karînedir (Lübâb) KARZ-I HASEN: Ödünç verme, çarşıda benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, aynısı geri verilmek üzere verme Bir adam Cennet'e girince, Cennet kapısının üstünde; "Sadaka veren, on katını alır; karz-ı hasen veren de, verdiğinin on sekiz katını alır" yazısını görür (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-sahîh, Müsned, Mu'cem-ül-Kebîr) Karz-ı hasen verirken; şu gün ödeyeceksin şeklinde zaman tâyin etmemeli (bildirmemelidir) Çünkü zaman tâyin ederse, malı, misli yâni benzeri ile veresiye satmış olur ki, bu fâizdir (Hamzâ Efendi) Allahü teâlâ kendisine karz-ı hasenle borç verenleri bol bol mükâfâtlandıracağını ve onları Cennetlere koyacağını bildirmiştir (İmâm-ı Şâtıbî) KASAS SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yirmi sekizinci sûresi Kasas sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Seksen sekiz âyet-i kerîmedir Mûsâ aleyhisselâmın kıssası geniş şekilde bildirildiği için sûreye Sûret-ül-Kasas denilmiştir Ayrıca Mûsâ aleyhisselâmın çocukluğundan îtibâren hayâtı, mücâdeleleri, tevhîd ehl inin zaferi ve dünyâ servetine güvenilmemesi bildirilmektedir (Senâullah Dehlevî, Taberî, Râzî) Allahü teâlâ Kasas sûresinde meâlen buyuruyor ki: (Resûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete kavuşturamazsın Allahü teâlâ dilediğini doğru yola kavuşturur (Âyet: 56) Kim Kasas sûresini okursa, Mûsâ aleyhisselâmı tasdîk (kabûl) ve tekzîb (inkâr) edenlerin adedince ona sevâb verilir Gökte ve yerde hiçbir melek yoktur ki, kıyâmet günü onun sâdıklardan olduğuna şâhid olmasın (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) KASD: Teşebbüs, niyet; bilerek, isteyerek, kalbe gelen bir fikri, düşünceyi yapmak için karar verme Allahü teâlâ, kullarına merhâmet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kastlarına, arzûlarına tâbi kılmıştır Kul isteyince, kulun işini yaratmaktadır Bunun için de, kul mes'ûl (sorumlu) olur İşin sevâbı ve cezâsı, kula olur (İmâm-ı Rabbânî) Kerâhet-i tahrîmiyye (harama yakın olup, amelin sevâbını gideren şeyi) işleyen, eğer kast ile işlerse âsî (isyân edici) ve günâhkâr olur (Kutbüddîn İznikî) KASEM: Yemîn Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü teâlânın ismini söyleyerek söz verme (Bkz Yemîn) KÂSİD: İşlemez, revâçsız, kıymetsiz Çarşıda pazarda geçmez olan para (Bkz Kesâd) KASÎDE-İ BÜRDE: İslâm âlimlerinin meşhûrlarından ve evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Saîd Busayrî hazretlerinin, sevgili Peygamberimizi öven meşhûr kasîdesi Bu kasîdeyi rüyâsında Peygamber efendimize okuduğu ve Peygamber efendimiz de ona bürdesini yâni hırkasın ı hediye ettiği için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde denilmiştir İmâm-ı Busayrî hazretleri felç olmuş, bedeninin yarısı hareketsiz kalmıştı Bu sırada Peygamber efendimizi medh eden, öven bir kasîde yazdı Rüyâda Resûlullah'a okudu Peygamber efendimiz kasîdeyi beğenip, arkasından mübârek hırkasını çıkardı ve İmâm -ı Busayrî'ye giydirdi Bedeninin felçli yerlerini de mübârek eli ile sığadı Uyandığında, Resûlullah efendimizin bereketiyle şifâ bulup, vücûdunda felç kalmadığını gördü Hırka-i Seâdet de arkasında idi Onun için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde denildi Bürde, hırka palto demektir İmâm-ı Muhammed bin Saîd Busayrî 1295(H 695) senesinde vefât etti (M Sıddîk bin Saîd) Çeşitli dillerde doksandan fazla şerhleri (açıklamaları) olan Kasîde-i Bürdeye, Kasîde-i Bür'e (Şifâ kasîdesi) diyenler de olmuştur (Kâtib Çelebi) Kasîde-i Bürde'den bâzı beytlerin tercümesi şöyledir: Hazret-i Muhammed'in kerem (cömertlik) yağmurlarından, Bir damla olmak ister, bilcümle peygamberân Zâhirî ve bâtınî, rûhânî ve cismânî, Varlıkların hepsinden odur Hakk'a sevgili Hudutsuzdur zâtının fazîlet ve kemâli, Mümkün değil anlatma dil ile kemâlini KASÎDE-İ EMÂLÎ: Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını anlatan ve altmış yedi beytten meydana gelen meşhûr kasîde Kasîdenin asıl adı Bed-ül-Emâlî olup, yazarı Ali Ûşî'dir Eskiden her din âlimi Kasîde-i Emâlî'yi ezbere bilirdi (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî) Kasîde-i Emâlî'nin çeşitli dillerde yazılmış şerhleri yâni açıklamaları vardır Bunlardan en kıymetlisi, Muhammed bin Süleymân el-Halebî'nin yazdığı Nühbet-ül-Leâlî'dir (Kâtib Çelebi, Muhammed Reyhavî) Kasîde-i Emâlî'nin beytlerinden bâzısının Türkçe tercümesi şöyledir: Mevlâmız mahlûkların ilâhıdır biliniz Kemâl sıfatlarla muttasıftır (sıfatlanmıştır) Rabbimiz Münezzehtir Rabbimiz, hanımdan hizmetçiden, Oğlu ve kızı yoktur, berîdir her birinden Cennet ile Cehennem ebedî olacaktır İçlerinde olanlar devamlı kalacaktır Îmândan sayılmazlar bütün hayırlı işler, İbâdetler îmânın parçası değildirler Ehl-i sünnet üzere tevhîd hakkında yazdım, Fevkalâde bal gibi te'sirli oldu nazmım Bu nazm mü'min kalblere rahatlık, neş'e verir, Âb-ı zülâl gibidir, ruhlara hayât verir KASR-ISALÂT: Seferde, yolculuk hâlinde dört rek'atli farzları iki rek'at kılmak (Bkz Müsâfir) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #102 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKASVET: Katılık, sertlik, kalbden hayır (iyilik) ve yumuşaklığın çıkması Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki: Ne var ki bunlardan sonra yine kalblerinize kasvet geldi İşte onlar (yâni kalbleriniz) şimdi katılıkta taş gibi, yâhut daha da ileri Çünkü, taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar fışkırır Öylesi de var ki, çatlar da ondan su kaynar Taşlardan bir kısmı da, Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer Allah, yapmakta olduklarınızdan aslâ gâfil değildir (Bekara sûresi: 74) Lüzumsuz çok konuşmak kalbe kasvet verir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Kasvetli kalb, Allahü teâlâdan uzaktır (Hadîs-i şerîf-Muvattâ) Zevk ve safâ sürmek için çok yaşamayı isteyen tûl-i emel sâhibleri; ibâdetleri vaktinde yapmazlar, tövbe etmeyi (günâhlara pişmân olmayı) terk ederler, kalbleri kasvetli olur, ölümü hâtırlamazlar, vâz ve nasîhatten ibret almazlar (Muhammed Hâdimî) Kalbinde kasvet bulunan kimse; tûl-i emel sâhibi olur, Allahü teâlâyı unutur, nefsinin arzu ve isteklerine uyar (Senâullah Pâni Pûtî) Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma şöyle vahy etti (bildirdi): "Uyanık ol, kendine dost ara, sevincine ortak olmayan bir dostu kendinden uzaklaştır, onunla arkadaşlık etme; çünkü böyle bir dost, kalbine kasvet verir" (Muhammed bin Nadr Hârisî) Halâveti (mânevî tadı) üç şeyde arayınız: Namazda, zikirde (Allahü teâlâyı anmada), Kur'ân-ı kerîm okumada Eğer buralarda halâveti bulamadıysanız, biliniz ki, kalbiniz kasvet sebebi ile kapalıdır (Hasan-ı Basrî) Harama bakmak, kalbe kasvet verir (Bişr-i Hafî) KÂTI-I TARÎK-I İLÂHÎ: İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici İnsanların îmân etmesine, İslâmiyet'i öğrenmelerine ve İslâmiyet'e uymalarına mâni (engel) olan din düşmanları kâtı-ı tarîk-ı ilâhîdirler (İmâm-ı Rabbânî) Din bilgilerinde hakîkî âlimlerin bildirdiklerine tâbi olmayan ve kendi akıllarına ve keyflerine göre hüküm veren sapık din adamları, kâtı-ı tarîk-ı ilâhîdirler (İmâm-ı Rabbânî) Tasavvufta yetişmemiş, kemâle ermemiş ve kendisine mürşîd (rehber) ismini ve süsünü veren sahte tarîkatçılar kâtı-ı tarîk-ı ilâhîdirler Onların sohbetleri öldürücü zehirdir (Muhammed Ma'sûm) KAT'Î DELÎL: Kesin delil Âyet-i kerîmeler ve tevâtürle bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîfler Kur'ân-ı kerîmde, kat'î delîl ile ve söz birliği ile anlaşılmış emirlere farz denir Ve yine Kur'ân-ı kerîmde; "Yapmayınız" diye kat'î delîl ile yasaklanan şeylere haram denir (İbn-i Âbidîn) KAT'-İ RAHM: Sıla-i rahmi yâni akrabâ ile görüşmeyi, haberleşmeyi kesme İçlerinde kat'-i rahm edenin bulunduğu bir topluluğa (cemâate) rahmet inmez (Hadîs-i şerif-Edeb-ül-Müfred) Kat'-i rahm, büyük günâhtır Erkek olsun, kadın olsun zî rahm-i mahrem (nikâhlanmak, evlenmek haram olan) akrabâyı ziyâret etmek vâcibdir (Abdülganî Nablüsî) KÂTİL: İnsan öldüren Kâtilin ölmesi veya velîlerin affetmesi yâhut mal vererek anlaşmaları ile, kısâs (kâtilin öldürülmesi) sâkıt olur (düşer) (İbn-i Âbidîn) Kâtile kısâs yapmaya hakkı olan velî, maktûlün yâni öldürülenin vârisleri yâni mîrasçılarıdır (İbn-i Nüceym) KATL: İnsan öldürme Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki: (Kısas ve zinâ gibi şeylerden dolayı meşrû) bir hak olmadıkça, Allah'ın haram ettiği cânı katl etmeyin (En'âm sûresi: 151) Ekber-i kebâir (büyük günahlar) : Bir şeyi Allahü teâlâya ortak etmek, adam katl etmek, anaya-babaya karşı gelmek, yalancı şâhidlik yapmaktır (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî) Yol kesiciler, döğüşürken katl edilirse, yıkanmaz ve namazları kılınmaz (İbn-i Âbidîn, Kâşânî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #103 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKATOLİK: Hıristiyanlıktaki mezheblerden biri Roma kilisesinin kendine verdiği ad Katolik kilisesine mensup kimse Merkezi Roma'da (Vatikan'da) olup, rûhânî lideri papadır Roma imparatoru Konstantin, 310 senesinde hıristiyanlığın yayılmasına izin verdi ve kendi de hıristiyan oldu İstanbul şehrini yaptı Roma'dan İstanbul'a taşındı Mîlâdın 395 senesinde Roma devleti ikiye ayrıldı Roma'daki papaya tâbi olanlara katol ik, İstanbul'daki patriğe bağlı olanlara ortodoks denildi (Ahmed Cevdet Paşa, Harputlu İshâk Efendi) 1572 yılı Ağustos ayının yirmi dördüncü günü St Barthalmi yortusunda katolik olan dokuzuncu Şarl (Carl) ve kraliçe Katerina'nın emri ile Pâris civârında altmış bin Protestan öldürüldü Meşhûr Fransız edîbi Voltaire 1759'da yazdığı Candide adlı eseri nde, katolik papazların, yanlış telkinde bulunduklarını ve fen düşmanlığı aşıladıklarını, dînî akîdeleri (inançları) bozduklarını ve çeşitli hîlekârlıkta bulunduklarını yazmaktadır (M Sıddîk Gümüş) KAVED: Kısas olarak, öldüreni öldürme (Bkz Kısas) Bir insanı haksız olarak, amden (kasten, bile bile) öldüren kimseye kaved lâzım olur (İbn-i Âbidîn) Muhârebede, iki tarafın askeri karıştığı zaman, kâfir sanarak, müslümanı amden (kasten, bilerek) öldürene kaved lâzım gelmez (İbn-i Âbidîn) KAVİYY (El-Kaviyyü): Allahü teâlânın Esma-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Her şeyi tam olarak yaratmakta kuvvet sâhibi olan, her şeyi yaratıp, varlıkta devâm ettiren; dilediğini yapmak kendisine zor gelmeyen Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Şüphesiz Allahü teâlâ Kaviyy'dir Îmândan yüz çevirene ıkâbı (azâbı) şiddetlidir (Enfâl sûresi: 52) El-Kaviyy ism-i şerîfini söyliyenin cismine, bedenine kuvvet gelir (Yûsuf Nebhânî) KAVL: Müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden din bilgilerini elde edebilen) âlimlerin bir işin hükmünü bildiren sözü yâni re'yi, ictihâdı Öğle namazının vakti, zevalden yâni her şeyin gölgesi en kısa olduğu zamandan, kendi boyu kadar veya boyunun iki misli uzayıncaya kadar devâm eder Birincisi, İmâmeyn'in (İmâm-ı Ebû Yûsuf'la, İmâm-ı Muhammed'in) kavli, ikincisi, İmâm-ı a'zam'ın kavli dir Şimdi ikindi ezânları, İmâmeyn'in kavline göre okunmaktadır (M Sıddîk bin Saîd) Kavl-i Kadîm: İmâm-ı Şâfiî'nin Bağdâd'daki ilk ictihâdlarına (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümlere) verilen ad Bunlara onun mezheb-i kadîmi de denir İmâm-ı Şâfiî, kavl-i kâdimini el-Hucce adlı eserinde topladı Mısır'a yerleşince, muhîtin (y örenin) örf ve âdetlerini de nazar-ı îtibâra (dikkate) alarak yaptığı yeni ictihâdlarına kavli cedîd (yeni ictihâdları) denildi Keffâret-i iskât yâni meyyiti (ölüyü) namaz, oruç gibi dünyâda iken yerine getiremediği borçlarından kurtulmak için, borcu kadar, fidye denilen belli miktârda mal veya paranın fakirlere dağıtılması husûsunda vasiyet etmedi ise, velînin (meselâ babası nın) keffâret iskatı yapması Hanefîde lâzım olmaz Şâfiî mezhebinde vasiyet etmedi ise de, velînin iskat yapması lâzımdır Şâfiî'nin kavl-i kadîmine göre, velîsi meyyitin namaz ve oruçlarını kazâ eder (Muhammed Mazharî) KAVME: Namaz kılarken rükûdan kalkıp uzuvlar hareketten kesildikten sonra en az bir kerre sübhânallah diyecek kadar ayakta durmak Namâzı cemâat ile kılmak ve tümânînet (uzuvların hareket etmemesi) ile kılmak, rükûdan sonra kavme yapmak ve iki secde arasında celse yapmak (sübhânallah diyecek kadar durmak) sünnettir Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler de vardır (Abdullah-ı Dehlevî) Peygamber efendimiz, bir gün Eshâb-ı kirâmına; "Hırsızların büyüğü kimdir bilir misiniz?" buyurdu "Bilmiyoruz Siz buyurun!" dediklerinde; "Hırsızların büyüğü, namazından çalandır ki, namazın erkânını tamam yapmaz" buyurdu Bu hırsızlıktan da sakınmalıdır ve büyük hırsız olmaktan kurtulmalıdır Niyeti doğru yapmalıdır Niyet doğru olmazsa, ibâdet sahîh, doğru olmaz Kırâati doğru okumalıdır Rükû'u, secdeleri, kavmeyi ve celseyi, itminân ile yapmalıdır Yâni rükû'dan kalkınca tam dikilip, bir t esbîh miktârı durmalı ve iki secde arasında doğru oturup yine bir tesbih miktârı öyle durmalıdır Böylece, kavmede ve celsede, itminân (tumânînet, hareketsizlik) hâsıl olur Böyle yapmayanlar, hırsızlardan olur ve çok azâblara yakalanır (İmâm-ı Rabbânî) KAYLÛLE: Gün ortasında bir miktâr uyuma Kaylûle öğleden önce de sonra da yapılabilir Kaylûle etmek Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem âdet-i şerîfesi idi O'na uyan bir kimsenin bir parça kaylûle etmesi, O'na uymaksızın birçok geceleri ibâdetle geçirmekten kat kat daha kıymetlidir (İmâm-ı Rabbânî) Gece yemeği gündüz orucuna yardımcı olduğu gibi, kaylûle etmek de gece ibâdetine yardımcıdır Gece ibâdetine kalkmayacak bile olsa bu vakitlerde uyumak lüzumsuz dedikodu yapmaktan daha makbûldür (İmâm-ı Gazâlî) İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe her gün sabah namazını câmide kılıp öğleye kadar suâlleri olanlara cevab verir, öğleden önce oturduğu yerde kaylûle yapardı (Temîmî, Mekkî) KAYYÛM (El-Kayyûm): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Yaratıcı ve mahlûkları yerlerinde ve varlıkta durdurucu Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: O, kendinden başka ilâh bulunmayan Allahü teâlâdır Hayy ve Kayyûm'dur (Bekara sûresi: 255) Hergün on altı defâ tenhâ bir yerde El-Kayyûm ismi şerîfi ahmağa okunursa, Allahü teâlânın izniyle abtallığı gider, hâfızası kuvvetlenir (Yûsuf Nebhânî) Kayyûm-i Âlem: Kayyûmiyyet makâmında bulunan velî zât İnsanların âhirete âit derece ve seâdetleri bu mertebedeki velîlerin imdâdına verildiğinden kayyûm denilmiştir Kutb-ı irşâd, kayyûm-ı âlemdir Îmân sâhibi olmak, hidâyete kavuşmak, ibâdet yapabilmek, günâhlara tövbe edebilmek kutb-i irşâdın feyzleri ile olur Kayyûm-ı âlem olan ârif, bir asırda birden çok olmaz Belki uzun asırlardan, devirlerden sonra zuhûr eder (Muhammed Ma'sûm) KAZÂ: Allahü teâlânın ezelde irâde ve taktir buyurduğu şeyleri, zamânı gelince, ilim ve irâdesine muvâfık (uygun) olarak yaratması Kazâ gelmez Hak yazmayınca, Belâ gelmez kul azmayınca (M Sıddîk bin Saîd) Kazâ Etmek: Namaz, oruç gibi farz ve vacib bir ibâdeti vakti çıktıktan sonra yapmak Farzı kazâ etmek farzdır Vâcibi kazâ etmek ve bozulan sünnet ve nâfileleri iâde (yeniden yapmak) vâcibdir Vaktinde kılınmayan sünneti kazâ etmek emr olunmadı Bu sünneti kazâ ederse, nâfile olur ve sünnet sevâbına kavuşamaz (Alâüddîn-i Haskefî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #104 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKazâ-i Muallak: Allahü teâlânın yaratılmasını şarta bağlı olarak takdîr ettiği ve şart meydana gelince yarattığı şeyler Kazâ-i muallakı hiçbir şey değiştiremez Yalnız duâ değiştirir ve ömrü yalnız, iyilik artırır (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn) Kazâ, iki kısımdır Kazâ-i muallak, kazâ-i mübrem Birincisi şarta bağlı olarak yaratılacak şeylerdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veya hiç yaratılmaz Kazâ-i muallak da iki kısımdır Birincisinin bağlı olduğu sebepler levh-i mahfûzda gös terilmiş, meleklere bildirilmiştir İkincisinin sebeplerini ancak Allahü teâlâ bilir Levh-i mahfûzda kazâ-i mübrem gibi görülen bu kazâ-i muallak da birincisi gibi değiştirilebilir (İmâm-ı Rabbânî) Kazâ-i muallak levh-i mahfûzda yazılıdır Eğer bir kimse iyi amel yapıp duâsı kabûl olursa, o kazâ değişir Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Kader tedbîr yâni sakınmakla değişmez Fakat kabûl olan duâ o belâ gelirken korur" Duânın belâyı defetmesi de kazâ ve kaderdendir Kalkan oka siper, sulu yer otun yetişmesine sebeb olduğu gibi duâ da Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebeptir (İmâm-ı Gazâlî) Kazâ-i Mübrem: Allahü teâlânın şarta bağlı olmaksızın yaratılmasını takdîr ettiği, yaratılması muhakkak olan şeyler Kazâ, yâni Allahü teâlânın yarattığı şeyler iki kısımdır: Kazâ-i muallak, kazâ-i mübrem Kazâ-i mübrem hiçbir zaman değişmez Muhakkak yaratılır Kaf sûresinin "Sözümüz değiştirilmez" meâlindeki yirmi dokuzuncu âyet-i kerîmesi kazâ-i mübremi bildirme ktedir (İmâm-ı Rabbânî) Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri, 1221 (H 618) yılında Harezm'e Cengiz askeri Tatarlar hücum edince, talebelerine; "Memleketinize gidiniz Şarktan (doğudan) fitne ateşi geliyor Her tarafı yakacaktır İslâm târihinde bu kadar fitne görülmemiştir" buyurd u Talebeleri; "Duâ buyurun da bu belâ müslüman memleketlerinden uzaklaşsın" deyince; "Bu, kazâ-i mübremdir Duâ bunu gidermez" buyurdu (Molla Câmi) Kazâ Namazı: Vakti çıktıktan sonra kılınan namaz Tertîb sâhibi olup bir namazı uykuda geçiren veya unutan kimse, sonraki namazı cemâat ile kılarken hatırlasa, imâmla namazı bitirip, sonra önceki namazını kazâ etsin Bundan sonra imâmla kıldığını tekrar kılsın (Hadîs-i şerîf-Dürr-ül-Muhtâr) Farz namazı, İslâmiyet'te bildirilen bir özrü olmadan kazâya bırakmak haramdır, büyük günâhtır Bu günâh kazâ edince affolmuyor Kazâ ettikten sonra ayrıca tövbe etmek de lâzımdır Kazâ edince sâdece namazı kılmamak günâhı affolur Kazâ kılmadan tövb e edince namazı terk günâhı affolmadığı gibi, te'hir (geciktirme) günâhı da affolmaz Çünkü tövbenin kabûl olması için günahtan sıyrılmak şarttır (Alâüddîn-i Haskefî) Farz ve vâcib olan namazlar vaktinde kılınmazlarsa, kazâ edilmeleri emr olundu Sünnet namazların yalnız vaktinde kılınmaları emr olundu Vaktinde kılınmayan sünnet namazlar, insanın üzerinde borç kalmaz Bunun için vaktinden sonra kazâ edilmeleri em rolunmadı Sabah namazının sünneti vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kazâ edilir Sabah sünneti öğleden sonra, başka sünnetler ise hiçbir zaman kazâ edilmez Kazâ olursa, sünnet sevâbı hâsıl olmaz Nafile kılınmış olur (Kara Çelebizâde) Farz ve vâcib olan bir namazı, bile bile kazâya bırakabilmek için iki özür vardır Biri düşman karşısında olmaktır İkincisi üç günlük yol gitmeğe niyeti olmasa bile yolda bulunan kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır (İbrâhim Halebî) Üzerinde kazâ namazı borcu olanın nâfile namazı kılması câiz olmaz Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Farzlar yerine getirilmedikçe, Allahü teâlâ nâfileleri kabûl etmez" buyurdu (Mecma'-ül-Fetâva) Kazâ Orucu: Oruç tutmamayı mubâh kılan (dînde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya tutarken bir özür sebebiyle yâhut kast (bilerek) olmadan bozulup, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri dışındaki zam anlarda gününe gün tutması gereken Ramazân-ı şerîf orucu Hasta hastalığının artmasından veya iyi olmasının gecikmesinden yâhut şiddetli ağrı gelmesinden, hasta bakıcı hastalanarak onlara bakamayıp helâk olmalarından korkar ise, oruç tutmayıp sonra orucu kazâ eder (İbn-i Âbidîn) Kazâ orucu arka arkaya olduğu gibi ayrı ayrı günlerde de tutulabilir Hastalık veya ihtiyarlık (yaşlılık) sebebiyle orucunu tutamayıp fidye veren kimse, daha sonra kuvvetlenir veya sağlığına kavuşursa, Ramazan oruçlarını ve tutamadığı oruçlarını tuta r (İbn-i Âbidîn) Kazâ ve Kader: Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması Allahü t eâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdîr etmesine kader, kaderin yâni varlığı dilenilen şeyin zamânı gelince yaratılmasına kazâ denir Kazâ ve kader kelimeleri birbirinin yerine de kullanılır Kazâ ve kaderime râzı olmayan, beğenmeyen, gönderdiğim belâlara sabretmeyen benden başka Rab arasın Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın (Hadîs-i kudsî-Mektûbât-ı Rabbânî) Îmânın şartlarından biri de kazâ ve kadere hayr ve şerrin Allahü teâlâdan geldiğine inanmaktır Cenâb-ı Hak her kulunun başından geçecek her şeyi önceden bilir Kaderi değiştirmek kimsenin elinde değildir Dilerse cenâb-ı Hak değiştirir Kader, cenâb -ı Hakk'ın kullarından gizlediği bir sırrıdır (Kemâhlı Feyzullah Efendi) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #105 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükKAZF: Atmak İffetli (temiz) erkek veya kadına zinâ isnâd etmek Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: İffetli müslüman kadınlara kazf edip sonra (bunu isbât için) dört şâhit getiremeyenler (var ya), işte bunlara seksen değnek vurun (Hiçbir şey hakkında) bunların şâhidliklerini ebediyyen kabûl etmeyin Bunlar asıl fâsıklardır (günâhkârlardır) (Nûr sûresi: 4) İnsanı tehlikeye düşüren yedi şeyden sakının Allahü teâlâya şirk (ortak) koşmak, sihirle (büyüyle) uğraşmak, haksız yere adam öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, harbde düşmandan kaçmak ve muhsan (nâmuslu, temiz, evli) müslüman kadınlara kazf etmek (Hadîs-i şerîf-Buhârî) İslâmiyet'te muhsan (evli) olan erkek veya kadına kazf büyük günâhtır (Alâeddîn-i Haskefî) Kazf edilen kimsenin istemesi ile, kazf edene had (seksen sopa) vurulur (İbn-i Âbidîn) Kazf Haddi: Muhsan olan erkek veya kadına zînâ isnâd edenlere (iftirâda bulunanlara) verilen sopa cezâsı (Bkz Had) KEBÂİR: Büyük günâhlar Müfredi (tekili) kebîredir Kebîre sâhibi îmândan çıkmaz Kebîre sâhibinin hâli Allahü teâlânın irâdesine kalmıştır Dilerse bağışlar, dilerse azâb eder (İmâm-ı Rabbânî) Kebîre işlemek küfr değil, fısktır, emre itâattan çıkmaktır (İmâm-ı Rabbânî) Büyük günâh işleyenin îmânı gitmez Harama helâl derse, îmânı gider Günâhlar ikiye ayrılır: Kebâir, büyük günâhlardır Meselâ: 1) Bir şeyi Allahü teâlâya ortak etmek Buna şirk denir Şirk, küfrün en kötüsüdür 2) Bir insanı veya kendini öldürmek 3 ) Sihir yâni büyü yapmak 4) Yetim malı yemek 5) Fâiz alıp vermek 6) Muhârebede düşman karşısından kaçmak 7) Temiz kadınları kazf etmek, yâni nâmuzsuz demek Her günâhın büyük olmak ihtimâli vardır Hepsinden kaçınmak lâzımdır (Teftâzânî, Reyhâvî) KEBÎR (El-Kebîr): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Varlığından önce yokluk geçmemiş olan Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: O'ndan (Allah'tan) başka tapdıkları hiç şüphesiz bâtıldır, yok olucudur Şüphesiz Allahü teâlâ yücedir, Kebîr'dir (Lokman sûresi: 30) El-Kebîr ism-i şerîfini söyliyene, ilim ve mârifet kapısı açılır (Yûsuf Nebhânî) KEFÂLET: Kefillik Kefîl olmak Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak Kefâletin ihtivâ ettiği (taşıdığı) birçok güzel taraflar vardır Bunlardan birisi, malının zâyi (yok) olacağı, alamayacağı korkusunda bulunan alacaklı kişinin bu düşüncesini ondan atma; ödeyemediği takdirde şahsına bir zarar geleceği korkusu taşıyan borçlunun bu korkusunu gidermek her iki tarafın karamsar (kötü) düşüncelerini yok etmesi gibi faydaları taşır Bu da her iki taraf için bir nîmettir Kefâlet, âlicenâblığın gereği bir iştir (İbn-i Hümâm) Ukûbâtta (cezâlarda) kefâlet sahîh değildir (olmaz) Birinin yerine, kefîli îdâm edilmez (Ali Haydar Efendi) KEFEN: Vefât eden kimsenin yıkandıktan sonra sarılarak defnedildiği beyaz bez parçaları Âdem aleyhisselâm vefât edince, melekler Cennet'ten hanût ve kefen getirdiler Su ve sedr yaprağı ile yıkadılar Üçüncüsünde kâfûr koydular Üç kefen ile kefenlediler Namazını kıldılar Lahd yaptılar Defn ettiler Sonra çocuklarına dönerek; "Ey Âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız" dediler (Hadîs-i şerîf-Fetevâ-i Fıkhıyye) Ölülerin kefenlerini güzel yapın Zîrâ onlar kendi aralarında birbirlerini ziyâret ederler ve kefenlerinin güzelliği ile iftihâr ederler (Hadîs-i şerîf-Dürrü'l-Muhtâr) Kefen, erkek için üç, kadın için beş parçadır Erkeğin kefeni; izâr (genişliği bir metreden fazla baştan ayağa kadar olan bez parçası), kamîs (entâri gibi uzun gömlek) ve lifâfe (başı ve ayakları geçecek uzunlukta, baş üstünden ve ayak altından uçlar ı büzülüp bezle bağlanan kısım) Kadınların kefeni ise, kamîs, îzâr, lifâfe, himâr (baş örtüsü) ve göğüs bezidir (Zeylâî) Kefenin, meyyitin (ölenin) kendi helâl malından olması, başkasının vermesinden daha iyidir Diri iken helâl kefen hazırlamak iyidir (Halebî) Sâlihlerin, velîlerin çamaşırından, elbisesinden kefen yapmak veya kefen içine bunlardan yüzüne göğsüne koymak faydalıdır (S Abdülhakîm Arvâsî) Bir kefendir âkıbet sermâye-i bây u fakîr Varlığa mağrur olan mecnûn değil de, yâ nedir (Lâ Edrî) Kefen-i Farz: Erkek veya kadının vefât ettiğinde sarılarak örtüldüğü bezlerden bir parçası Buna kefen-i zarûret (lâzım olan kefen) de denir Kefen-i farz, erkekler ve kadınlar için bir parçadır (Kutbüddîn-i İznikî) Kefen-i farz olarak (zarûret hâlinde) erkeğe ve kadına yalnız lifâfe (başı ve ayağı geçen uzunlukta, baş üstünden ve ayak altından büzülüp bezle bağlanan kısım) lâzımdır (Halebî) Kefen-i Kifâye: Fakir veya çok borçlu olarak vefât etmiş erkek ve kadın için yeterli sayılan ve bedeni örtecek kadar olan kefen Erkeklere kefen-i kifâye olarak îzâr (genişliği bir metreden fazla baştan ayağa kadar olan bez parçası) ve lifâfedir (Halebî) Kadınların kefen-i kifâyesi; izâr, lifâfe ve himâr yâni baş örtüsüdür Çünkü kadınlar hayatta iken bu üçü ile örtünürler (İbn-i Nüceym) Kefen-i Sünnet: Vefât eden erkek için üç, kadın için beş parça olan bez parçası Erkek için kefen-i sünnet üç parça, yâni izâr, kamîs (entâri gibi uzun gömlek) ve lifâfedir Kadın için, kamîs, izâr, lifâfe, himâr (baş örtüsü) ve göğüs bezidir (Halebî) KEFFÂRET: Örtmek Allahü teâlânın bâzı hususlarda kullarının kusur ve günahlarını affetmek ve örtmek için vesîle yaptığı şeylerden her biri Çoğulu keffârâttır Keffâretler, bir bakımdan ibâdet, bir bakımdan cezâ durumundadır Keffâret, katl (insan öldürme), z ıhar, yemîn, oruç ve hac keffâreti olmak üzere beş kısımdır Büyük günahlardan kaçınmak şartıyla, beş vakit namaz ve Cumâlar, aralarındaki küçük günâhlara keffârettirler (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn) Günâhın keffâreti pişmanlıktır (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn) Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, altmış gün keffâret orucunu tutamaz ise, altmış fakîri, bir gün sabah-akşam olmak üzere iki defâ, yâhut bir fakîri sabah-akşam altmış gün doyurur (Tahtâvî, Mehmed Zihnî) Keffâret-i Salât: Kazâya kalmış namazları bulunan ve bunları îmâ ile dahi kılması mümkün iken kılmayıp ölen kimsenin kılmadığı namazlar için verilen keffâret (Bkz İskât ve Devr) Keffâret-i Savm: Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı (Bkz Oruç) Keffâret-i Yemîn: Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey (Bkz Yemin) Keffâret-i Zıhâr: Bir erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan yerine benzetmesi yâni "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" demesinin affı ve onunla te krâr münâsebet kurabilmesi için olan çâre (Bkz Zıhâr) |
|