Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
>islami, sözlük

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #76
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



LUKA İNCÎLİ:
Meşhûr dört İncîl'den biri Antakyalı papas Luka tarafından yazıldığı için bu ad verilmiştir Şimdi elde bulunan İncîllerin en yanlış olanıdır
Hıristiyanların, İncîl dedikleri dört çeşit kitab, Allahü telânın Cebrâil aleyhisselâm ile Îsâ aleyhisselâma gönderdiği asıl İncîl-i şerîf değildir Bu dört kitab, Îsâ aleyhisselâm göke kaldırıldıktan sonra dört kimse tarafından sonradan yazılmışlard ır Bunlardan biri, Matta'nın yazdığı İncîl, ikincisi, Markos'un havârîlerden işittiklerini yazdığı İncîl, üçüncüsü, Antakyalı bir papaz olan Luka'nın yazdığı İncîl, dördüncüsü yine havârîlerden olan Yuhanna tarafından yazılan İncîl'dir Allahü teâlânın gönderdiği İncîl, bir kitâb idi Bu mukaddes kitâbda ihtilâflı, uygunsuz yazılar yok idi Sonradan yazılan dört kitab ise birbirlerine uymayan yalanlarla doludur (İmâm-ı Kurtubî-Harputlu İshâk Efendi)
Luka İncîli'ni yazan Antakyalı papaz, Îsâ aleyhisselâmı görmedi Îsâ aleyhisselâm göke kaldırıldıktan sonra yahûdî dönmesi Bolüs tarafından Îsevî dînine alınmıştır Bolüs'ün zehirli fikirleriyle aşılanarak şimdi elde bulunan dört İncîl'den en yanlışı nı yazmıştır (Rahmetullah Efendi)
Luka, kendi zamânında pekçok kimsenin İncîl yazdığı bir sırada, kendi adıyla anılan İncîli'ni yazmıştır Luka, Havârîlerin kendi elleriyle yazdıkları hiçbir İncîl bulunmadığına işâret ederek, kendi yazdığının da asıl İncîl olmadığını, Luka İncîli'nin birinci bâbı başında bildirilmiştir (Rahmetullah Efendi, Harputlu İshâk Efendi)

LUKATA:
Yolda veya başka bir yerde bulunup da, sâhibi bilinmeyen mal
Lukata, bulanın elinde emânet hükmündedir, yâni o mal, mülk edinmek için değil, başkası nâmına muhâfaza etmek (korumak) için alınır Ancak sâhibi bulunmazsa ve fakir ise kendi kullanır; değilse fakir akrabâlarına verir (İbn-i Âbidîn)
Lukata; hastanelere ve fakîrlerin cenâzelerini kaldırmaya sarf edilir (harcanır) Çalışamayacak hâlde olan kimsesiz fakirlere verilir Sâhibine vereceğinden emîn olanın, korumak için alması sünnettir Yerde helâk olacaksa, alması farz olur Bulan fak ir ise, kendi kullanabilir Sâhibi sonra çıkarsa, ya kabûl eder, yâhut bulana tazmin ettirir (ödettirir) (Kâsânî-Burhâneddîn Mergînânî)

LÛT ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden Bugün Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına peygamber olarak gönderildi İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini tebliğ etti
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Lût (aleyhisselâm), kavmine; "Bu âlemde sizden önce hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere varıyorsunuz Doğrusu çok aşırı giden azgın bir kavimsiniz" dedi (A'râf sûresi: 80, 81)
Lût kavminin işini (livâta) yapan mel'ûndur (Hadîs-i şerîf-Ahmed bin Hanbel)
Benden sonra ümmetim hakkında en korktuğum şey; Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, İbn-i Mâce)
İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin oğlu olan Lût aleyhisselâm bugün Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına peygamber olarak gönderildi İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini tebliğ etti Onları Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti ve yaptıkları çirkin işten (livâtadan) sakındırdı Onlara birçok Mûcizeler gösterdi Kavmi onun dâvetini dinlemeyip, gittikçe azgınlaştı Karısı da onu dinlemedi Lût aleyhisselâm Allahü teâlânın emri ile kendisine inananlarla birlikte şehirden çıktı Allahü teâlâ şehri yerin dibine batırmak sûretiyle o kavmi helâk etti Lût aleyhisselâm kavminin helâkinden sonra, Şam bölgesine gidip, amcası İbrâhim aleyhisselâmın yanında yedi sene kaldı Sonra Hicâz'a gidip seksen yaşında orada vefât etti (Taberî, İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde)

LÛTÎ:
Lût kavminin çirkin işini (livâta) yapan (Bkz Livâta)

LÜTF:
İhsân, iyilik
Bir kula dîni hakkında Allah tarafından bir nasîhat gelirse; bu nasîhat, Allah tarafından kendisine gönderilmiş bir nîmet ve lütuftur Onu kabûl eder ve gereğini yerine getirirse, ne güzel; kabûl etmezse, günâhının çoğalması ve Allah'ın gazâbının çoğalması bakımından onun aleyhinde bir delîl olur (Hadîs-i şerîf-Mevâiz-ül-Hulefâ)
Akşam namazından sonra yatsı vakti girmeden iki rek'at namaz kılan, ilk rek'atında bir Fâtiha ve bir Âyetel-kürsî ve beş kere İhlâs-ı şerîfi okuyup, ikinci rek'atta bir Fâtiha ve Bekara sûresinin son üç âyetini okuyan ve böylece bu namazı îfâ eden kimseye Hak teâlâ hazretleri Cennet'te bir mevki lütf eder ve her rek'atı için bir şehid sevâbı ve her âyet için de bir köle âzad etmiş sevâbı verir (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)
Ey lütf ve ihsanı bol Allah'ım! Bizi dünyâda ve âhirette kimseye muhtâc etme! (İmâm-ı Rabbânî) Beni sen yoktan vâr ettin yâ Rabbî Nice nîmetler lütf ettin yâ Rabbî
(Muhammed bin Receb) Dertli oldum, ol Hüdâdan derde derman isterim Âcizim bâb-ı atâdan lütf ü ihsân isterim
(M Sıddîk bin Saîd)
Kıyâmet günü, Allahü teâlâ lütfunu ortaya koyup meâlen; "Âlimler benim yanımda Peygamberlerim gibidir" Âlimlere hitâben; "Dilediğiniz kimselere şefâat ediniz" buyurur (İmâm-ı Gazâlî)
Mârifet, nûrunun himâyesine sığınmayıp da, öldükten sonra, şehvet ateşinin canını yakmasından, Allahü teâlânın lütfü ve merhameti ile kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himâyesine girmeden, kışın soğuğunun, Allahü teâlânın lütfü ile ken disini üşütmeyeceğini sanan kimseye benzer Allahü teâlâ, birçok faydaları sağlamak için, kışı yaratmış ise de lütf ve merhamet ederek elbise yapacak şeyleri ve bunları yapacak akıl da yaratmıştır (İmâm-ı Gazâlî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #77
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MÂ-İCÂRÎ:
Akar su Devamlı akmakta olan ve üzerinde herhangi bir pisliğin durması mümkün olmayan çay, dere, ırmak, nehir veya yer altından çıkarılan artezyen suları Bir saman çöpünü götüren su, akar su sayılır
Mâ-i cârî temizdir Kendisiyle her türlü temizlik yapılır (M Zihni Efendi)

MÂ-İMEŞKÛK:
Şüpheli su; ehlî merkebin ve ondan doğan katırın artığı olan su
Mâ-i meşkûkun temizliğinde şüphe yoktur Ancak, hadesin (abdestsizliğin ve cünüplüğün) giderilmesi husûsunda fıkıh âlimleri tarafından şüpheli su kabûl edilmiştir (M Zihni Efendi)

MÂ-İ MUKAYYED:
Çiçek, üzüm, kavun-karpuz suyu gibi cinsi ve sıfatı birlikte söylenen sular
Mâ-i mukayyed ile namaz abdesti ve gusl abdesti alınmaz (İbn-i Âbidîn)

MÂ-İ MUTLAK:
Yaratıldıkları hâl üzere olan yâni ismi yanında başka kelime söylenmeyen, yalnız su denilen sular
Yağmur, dere, nehir, kaynak, kuyu, deniz ve kar suları, mâ-i mutlaktır Mâ-i mutlak, namaz abdesti ve gusül (boy) abdesti almak için kullanılır Mâ-i mutlak hem temizdir, hem temizleyicidir (İbn-i Âbidîn)

MÂ-İ MÜSTA'MEL:
Kullanılmış su Abdest ve guslde (boy abdestinde) yâhut kurbet olarak kullanılan su Temiz fakat temizleyici değildir
Mâ-i müsta'mel ile necâset (pislik) temizlenir Fakat abdest alınmaz ve gusl edilmez İçmek ve hamur yapmak mekrûhtur (İbn-i Âbidîn)
Mâ-i Müsta'mel, üç mezhebde (Hanefî, Şâfiî, Hanbelî'de) yalnız tâhirdir (temizdir) Fakat mutahhir (temizleyici) değildir Mâlikî mezhebinde hem tâhir hem de mutahhirdir (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)

MAÂZ-ALLAH:
"Allahü teâlâya sığınırım" mânâsına, tehlikeli, zararlı ve istenmeyen durumlardan korunmak için söylenen bir söz
Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
Yûsuf (aleyhisselâm); "Maâz-Allah, biz malımızı kimin yanında bulmuşsak ancak onu alırız Yoksa haksızlık etmiş oluruz" dedi (Yûsuf sûresi: 79)

MA'BED:
İbâdet edilen yer
Yeryüzünde yapılan ilk ma'bed, Mekke şehrindeki Kâbe'dir Buraya Mescid-i Harâm da denir (Azrâkî)
Müslümanların mâbedine mescid ve câmi, Yahûdîlerin ma'bedlerine sinagog ve havra, hıristiyanların ma'bedine kilise ve bi'a veya savme'a, denir (M Sıddîk bin Saîd)
Masonların 1900 senesindeki toplantılarına âit zabıtların yüz ikinci sahifesinde; "Dindarlara ve ma'bedlere galebe çalmak kâfi değildir Asıl maksadımız, dinleri yok etmektir" yazılıdır (M Sıddîk bin Saîd)

MA'BÛD:
Kendisine ibâdet olunan, tapınılan
Yerde ve gökte, Allahü teâlâdan başka, ibâdet edilmeğe hakkı olan ve tapılmağa lâyık hiçbir şey ve hiçbir kimse yoktur Hakîki ma'bûd ancak Allahü teâlâdır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
MÂCİD (El-Mâcidü): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Şânı, şerefi yüksek olan
El-Mâcid ism-i şerîfini okuyanın kalbi nurlanır (Yûsuf Nebhânî)

MÂCİN:
Sapık îtikâdını başkasına bulaştırmak çabasında olan
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Ümmetimin ihtilâfı (amelde, yapılacak işler konusunda mezheblere ayrılması) rahmettir Hakkı doğruyu bulmak için çalışırlarken, ihtilâfa düşerler Bu çalışmaları ise, rahmete sebeb olur" Bu hadîs-i şerîfi iki kimse inkâr etmiştir Biri mâcin, ikincisi mülhiddir Mülhid, âyet-i kerîmelere dünyâ çıkarlarına göre mânâ vererek îmânı giden kimsedir (Kastalânî)

MADDE:
Ağırlığı olan ve boşlukta yer kaplıyan varlık
Hava, su, taş, cam ayrı birer maddedir Işık ve ses, madde değildir Çünkü yer kaplamaz ve ağırlıkları yoktur Her madde; katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç hâlde bulunur Sıvı ve gaz hâlindeki maddelerin, kendilerine mahsûs belli şekilleri yoktur Bun lar, bulundukları kabın şeklini alırlar Maddenin şekil almış hâline cisim denir Maddeler, hep cisim hâlinde bulunur Meselâ, anahtar , iğne, masa ve çivi, başka başka cisimdir Şekilleri başkadır, fakat hepsi demir maddesinden yapılmıştır (Muhammed Sıddîk bin Saîd)
Âlem, madde ve özelliklerden meydana gelmiştir Bütün âlem hâdistir, yâni yok iken sonradan yaratılmıştır (Berhurdâr)
Madde, Allahü teâlânın kuvvet ve kudreti ile varlıkta kalmaktadır Kendi kendine duran madde yoktur Bütün cisimleri, her şeyi varlıkta durduran, Allahü teâlâdır (İmâm-ı Rabbânî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #78
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MADDÎ TEMİZLİK:
Bedenin, elbisenin ve oturulan yerin temizliği
Bir müslüman, maddî temizliğe çok dikkat eder Câmilere evlere ayakkabı ile girmez Halılar, döşemeler, tozsuz temiz olur Evinde hamamı vardır Kendisi, çamaşırları, yemekleri hep temiz olur Onun için mikrop ve hastalık bulunmaz (Kemahlı Feyzullah)
Maddî temizliğe çok dikkat eden müslüman, mânevî temizliğe de dikkat eder Dînimizin emir ve yasaklarına uyarak mânen temizlenmiş olur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MADDİYYÛN:
Maddenin hep var olduğuna, sonradan yaratılmadığına ve yok olmayacağına inananlar, maddeciler
Kendilerini akıllı ve hiç yanılmaz sanan dinsizlerin birincisi maddiyyûn olup, bunlar, Allahü teâlânın varlığına inanmıyor; âlem, böyle kendiliğinden gelmiş ve böyle gidecektir, bunun yaratanı yoktur diyorlar Canlılar da, böyle birbirlerinden üreyip , sonsuz olarak sürecektir, diyorlar Bütün bunlar ve yolunda gidenlerin hepsi de müslüman değildirler (İmâm-ı Gazâlî)
Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz ve O'nun sohbetinde yetişmiş mübârek arkadaşlarının yolunda giden İslâm âlimleri), kitablarında maddiyyûnun sözlerini ve müslüman olmayanların, İslâmiyet'e sokmak istedikleri uydurmaları delîller ve tartışm alar ile reddederek hepsini susturmuşlar, din düşmanlarının hazırladıkları fitne ve fesâd ateşlerini söndürmüşler, bozuk düşüncelerini çürütmüşlerdir (Abdülhakîm Arvâsî)

MA'DÛM:
Yok olan, mevcût olmayan
Ma'dûmun bey'i yâni satışı bâtıldır, hiçbir bakımdan dîne uygun değildir (Mecelle)

MAĞFİRET:
Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey günâhı çok olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz Allah, günahların hepsini affeder O, sonsuz mağfiret ve nihâyetsiz merhâmet sâhibidir (Zümer sûresi: 53)
Rabbinizden mağfiret istemeğe ve Cennet'e girmeğe koşunuz Bunun için çalışınız! Cennet'in büyüklüğü, gökler ve yer küresi kadardır Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı (Âl-i İmrân sûresi: 133)
Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ey âdemoğlu (insanoğlu) ! Sen benden ümidli bulundukça, senden meydana gelen günâhları mağfiret ederim Ey âdemoğlu! Senin günâhların gökyüzünü dolduracak dereceyi de bulsa, benden mağfiret dilersen seni bağışlarım Ey âdemoğlu! Bütün yer dolusu günahlarla gelip de, bana hiçbir şerîk (ortak) koşmayarak huzûruma çıkarsan, ben seni bütün yer dolusu mağfiretle karşılarım (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn)
Müslüman kardeşini sevindirmek, Allahü teâlânın af ve mağfiretine sebeb olur (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Metcer-ür-Râbih)
Allahü teâlânın af ve mağfireti o kadar büyüktür ki (çoktur ki), ben suçuma büyük demekten utanırım (Sa'dî Şîrâzî)

MAĞRÛR:
Gururlu (Bkz Gurûr)
Akıllı kimse başkalarının ayıbına bakmaz Kişinin aybını yüzüne vurmaz Malı çoğaldıkça, mağrûr olup ahlâkını bozmaz (İdrîs aleyhisselâm)
Ey oğlum! Sende olmayan fazîletler ile insanlar seni medh ederlerse, sakın mağrûr olma Kendinden aşağısını hor görme Ahmaklara, câhillere karşı sükût eyle (Lokman Hakîm) Mala mülke mağrûr olma, deme var mı ben gibi! Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MAHBÛB:
Muhabbet edilen Sevilen, sevgili
Muhammed Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem mahbûb-i Rabbülâlemîndir Allahü teâlânın sevgilisidir (İmâm-ı Kastalânî)
Sevgiliden gelen her şey mahbûbdur (İmâm-ı Rabbânî)

Mahbûb-i Hudâ:
Allahü teâlânın habîbi, sevgilisi Muhammed aleyhisselâm
Muhammed Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Mahbûb-i Hüdâ'dır Gelmiş ve gelecek bütün varlıkların her bakımdan en üstünüdür (İmâm-ı Rabbânî) Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hüdâdır bu, Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâ'dır bu
(Yûsuf Nâbi)

MAHBÛBİYYET:
Sevgili olmak
Peygamber efendimize tâbi olmanın en yüksek derecesi mahbûbiyyet ve ma'şûkiyyet (çok sevilen olmak) kemâlâtına (üstünlüklerine) sâhib olmaktır ki, bu, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsûstur Bunun ele geçmesi için muhabbet, sevmek lâzımdır ( İmâm-ı Rabbânî)
Âhirette azâblardan kurtulmak ve sonsuz seâdete kavuşmak, ancak geçmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe (hazret-i Muhammed aleyhisselâma) uymakla olur O'na uymakla mahbûbiyyet makâmına erişilir O'nun yolunda bulunmakla, Allahü teâlânın zâtı nın tecellîsine kavuşulur (Abdülhak-ı Dehlevî)

MAHCÛR:
Çocukluk, sefîhlik, delilik, kölelik, bunaklık vs gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf hakkından, kullanmaktan men edilen kimse (Bkz Hicr)
Mahcûr iki kısımdır:
1- Çocuk, deli ve maraz-ı mevt (ölüm hâlinde) bulunanlar
2- Hâkimin hükmüyle mahcûr olanlar, medyûnlar (borçlular), ma'tûhlar (bunaklar), rakîkler (köleler), eblehler (ahmaklar) ve mâcinler yâni kötü din adamlarıdır (Fetâvâ-i Hindiyye)
Çocuk kendi malını kullanmaktan mahcûr olduğu gibi, başkasına hizmet etmesi de, ancak velîsinin izni ile câiz olur (Abdülganî Nablüsî)

MÂHİYYET:
Öz, asıl ve esas
İnsanın mâhiyyeti, arkadaşından anlaşılır (Abdullah bin Ömer)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #79
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MAHKEME:
Hüküm verilen dâvâların görülüp, hükme (karâra) bağlandığı yer
Mahkemeye bir işin düşünce, hâkim karşısında dâvâcı veya dâvâlı ile kavga etmeye kalkışma! Ne sorulursa o kadar cevâb ver! Şâyed şâhid olarak gidersen, hiç kimsenin te'siri altında kalmadan ve kimseden korkmadan Allah rızâsı için doğru konuş! Olur ol maz bir iş için hemen mahkemeye koşma! (İmâm-ı Gazâlî)

Mahkeme-i Kübrâ:
En büyük mahkeme, âhirette bütün insanların amel defterlerinin tartıldığı ve dünyâda yaptıklarının hesâbını verecekleri yer
Allahü teâlânın bilmediği hiçbir şey yoktur Açık ve gizli O'nun yanında birdir O; "Ol!" dedi, yokluktan varlık meydana geldi O, henüz olmamış olanları, açığa vurulmamış sırları bilir Yeri ve gökleri kudretiyle (gücüyle, kuvvetiyle) tutan, kıyâmet günü Mahşerde kurulacak mahkeme-i kübrânın hâkimi (hükmedeni) O'dur (Sa'dî Şîrâzî)

MAHLÛK:
Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân Mahlûka muhtaç değildir, ortağı benzeri yok, Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan
(M Sıddîk Gümüş)
Vilâyete (evliyâlık makâmına) kavuşmak, tasavvuf yolunda çalışmakla olur Bunun için mâsivâ sevgisini, ona bağlılığı kalbden çıkarmak lâzımdır Mâsivâ; Allah'tan başka şeyler demektir (İmâm-ı Rabbânî)

MAHLÛKÂT:
Yaratılanlar, Allahü teâlânın yarattığı şeyler
Mahlûkâta muhabbet etme, zîrâ onlara muhabbet, Hakk'a ulaşmaya mânidir (İmâm-ı Gazâlî)

MAHMASA HÂLİ:
Açlıktan ölmek üzere olma hâli
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kim mahmasa hâlinde, çâresiz kalırsa, günâha meyl (yönelme) maksâdı olmaksızın haram etlerden yiyebilir Çünkü Allah çok bağışlayıcı, affedicidir (Mâide sûresi: 3)
Leş ve domuz eti yemek, şarab içmek haramdır Çok içince sarhoş yapan sıvıların, azını içmek de haramdır Mahmasa hâlinde olan kimseden başkalarının bunları yemeleri içmeleri haramdır (Hâdimî)

MAHMÛD:
1 Övülmüş, övülen
Kalbin mahmûd hâlleri; sabır (Allah'tan gelenlere tahammül etmek), şükür (her nîmeti Allahü teâlâdan bilmek), havf (Allah'ın azâbından korkmak), recâ (Allah'ın rahmetini ümîd etmek), rızâ (Allah'tan gelenlere boyun eğmek, hoşnûd olmak, kadere karşı g elmemek), zühd (dünyâya düşkün olmamak), takvâ (haramlardan kaçınmak), kanâat (elinde olana râzı olup, daha çok istememek), cömertlik ile bütün nîmetleri Allah'tan bilip O'na bağlanmak, iyilik, hüsn-i zân (iyi zan, iyi düşünce), güzel ahlâk, iyi geçi m, doğruluk ve ihlâs (her şeyi Allah rızâsı için yapmak) hâlleridir (İmâm-ı Gazâlî)
2 Peygamber efendimizin güzel isimlerinden biri Ahmed, Muhammed, Mahmûd, hep över seni Allah Senin isminle biter lâ ilâhe illallah Bundaki ince sırrı anlamaz, bilmez gümrâh, Kendi adıyla yazmış senin adını Rahmân
(Hazret-i Muhammed'in Hayâtı)
3 Ebrehe'nin, Kâbe'yi yıkmak üzere ordusunda getirdiği filin adı
Resûlullah efendimizin doğmasına iki ay kadar zaman kala, Fil vak'ası meydana geldi Bir çok insanlar akın akın gelip, Kâbe'yi ziyâret ediyorlardı Buna mâni (engel) olmak isteyen Yemen vâlisi Ebrehe, Kâbe'yi yıkmağa karar verdi Bu maksadla büyük bi r ordu hazırlayıp Kâbe'ye yürüdü Ebrehe'nin ordusunda, "Mahmûd" denilen bir de fil vardı Ebrehe, Kâbe'ye yönelince, bu fil yere çöküp yürümez oldu Hâlbuki Yemen'e çevrilince koşarak gidiyordu Allahü teâlâ, Ebrehe'nin ordusu üzerine Ebâbîl, yâni D ağ kırlangıcı denilen kuşlardan bir sürü gönderdi Bu kuşların her biri, biri ağzında, ikisi de ayaklarında olmak üzere nohut veya mercimek büyüklüğünde üçer taş taşıyordu Ebrehe'nin ordusu üzerine bırakılan bu taşlar, hepsini helâk etti Bu vak'a, Kur'ân-ı kerîmin Fil sûresinde anlatılmaktadır (Bkz Fil Sûresi) (İbn-i Esîr)

MAHREM:
1 Dînen evlenilmesi ebedî haram (yasak) olan, soy, süt veya evlenme sebebiyle nikâhı haram olan kimse
Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik)
Bir kadın veya erkeğe on sekiz kimse ebedî mahremdir Ebedî mahrem olan kimseler ile evlenmek ebedî olarak haramdır Bunların yedisi neseb (soy) ile olan akrabâlar, yedisi süt ile olan akrabâlar, dördü ise evlilik ile olan akrabâlardır (Saîdüddîn Fergânî, Tâc-üş-Şerîa)
Hür kadının zevci (kocası) veya ebedî mahrem akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yâhut âkil, bâliğ (akıllı ve gusül, boy abdesti alacak yaşa gelmiş) ve sâlih olmayan mahremi ile üç günlük yola gitmesi (üç mezhebde de) h aramdır (Muhammed Hâdimî)
Ebedî mahrem olan, yâni nikah ile alması ebedî haram olan on sekiz kadından başka, müslüman olsun kâfir olsun, hiçbir kadının, hiçbir yerde ellerinden ve yüzlerinden başka yerlerine, şehvetsiz de bakmak haramdır (Süleymân bin Cezâ)
2 Gizli, herkese söylenmeyen
Mahrem olan şeylerinizi herkese söylemeyin Sonunda pişman olur, âh edersiniz (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MAHŞER:
Haşr olunacak, toplanılacak yer Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın (bütün canlıların) yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer Arasat Meydanı, Mevkıf
Allahü teâlâ Hacer-ül-esved-i kıyâmette mahşer meydânına getirecek, onun göreceği iki gözü konuşacağı bir dili olacak ve kendisine istilâm yapanlara (el sürüp, öpenlere) hakkıyla şâhitlik yapacaktır (Hadîs-i şerîf-Feth-ül-Bârî)
Kıyâmet günü bütün canlılar mahşer yerinde toplanacak, her insanın amel defterleri uçarak sâhibine gelecektir Bunları, yerleri, gökleri, zerreleri, yıldızları yaratan, sonsuz kudret sâhibi Allahü teâlâ yapacaktır Bunların olacağını, Allahü teâlânın Resûlü sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem haber vermiştir O'nun söyledikleri muhakkak doğrudur Elbette hepsi olacaktır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Mahşer günü boynu bükük kalmamak istersen, cenâb-ı Hakka şükürden yüz çevirme (Sâ'dî-i Şîrâzî)
Mahşerde îmânı olup, ameli ve ahlâkı güzel olanlara mükâfât ve ihsânlar olacaktır Kötü huylu, bozuk amellilere ise, ağır cezâlar verilecektir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

MAHYA:
Ramazan-ı şerîf ayında, geceleri çift minâre bulunan câmilerde iki minâre arasına gerilen ve halata (kalın ipe) asılarak kandillerle (lambalarla) yazılan yazı ve şekiller
Çifte minâreli câmilere mahya konulması, sultan Üçüncü Ahmed Han devrinde on iki sene kadar sadrâzamlık yapmış olan Dâmâd İbrâhim Paşa'nın 1719 (H1132) senesinde ortaya çıkardığı dînî bir husûsiyeti olmayan ışıklı bir yazı yazma usûlüdür Mahyâ konu lması bid'attir (İbn-i Âbidîn)

MAHZÛRÂT:
Dinde yasak edilmiş şeyler, haramlar
Zarûretler, mahzûrâtı mübâh kılar yâni yapılması men ve yasak edilmiş bâzı şeyler vardır ki, bunları yapmak, zarûret hâlinde mübâh hükmünde olur; bundan dolayı, yapan cezâlandırılmaz Meselâ; açlıktan helâk olmak (ölmek) korkusundan dolayı, başkasını n yiyeceğini rızâsı (izni) olmaksızın yemek böyledir (Ali Haydar)

MÂİDE SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin beşinci sûresi
Mâide sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) Yüz yirmi âyet-i kerîmedir 112 ve 114 âyet-i kerîmelerde Îsâ aleyhisselâm zamânında gökten indirilmesi istenen bir sofradan bahsedildiği için sûre bu ismi almıştır Sûrede; Îsâ aleyhisselâmın hac, abdest, g usül, teyemmüm; içki ve kumar yasağı, ictimâî (sosyal) ve ahlâkî münâsebetler, helâl ve haram yiyecekler anlatılmaktadır (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ Mâide sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey Resûlüm! Rabbinden sana indirileni, herkese ulaştır Bunları doğru bildirmezsen, peygamberlik vazîfeni yapmamış olursun! Allahü teâlâ seni, düşmanlık etmek isteyenlerden korur (Âyet: 67)
Kim Mâide sûresini okursa, dünyâda nefes alan yahûdî ve nasrânî adedinin on katı sevâb verilir, o kadar günâhı yok edilir ve on derece yükseltilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

MA'ÎŞET:
Yaşama, geçinme, yaşayış Geçinmek, yaşamak için lüzumlu şeyler
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve sizin için orada (zirâat, ticâret ve çalışmak gibi) pekçok ma'îşet vâsıtaları hazırladık Size verilen nîmetlere az şükrediyorsunuz (A'râf sûresi: 10)
Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için bir ma'îşet darlığı vardır ve biz onu kıyâmet günü âmâ (kör) olarak haşrederiz (diriltiriz) (Tâhâ sûresi: 124)
Kadın da, erkek de, ma'îşet te'mini için haram işlememelidir ve hiçbir namazı kaçırmamalıdır Ezelde ayrılmış olan rızık değişmez Aynı rızık, helâlden isteyene helâl yoldan gelir Haram işleyerek isteyene de haram yoldan gelir (Muhammed Rebhâmî)
Ma'îşet te'mini altı yoldandır:
1) Zirâat, 2) Ticâret, 3) San'at, 4) Hizmet, 5) Mîras, 6) Hibe (S Abdülhakîm Arvâsî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #80
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MA'İYYET:
Berâberlik Her an Allahü teâlâ ile berâber olma Huzur, cem'iyyet, vilâyet-i Hâssa-i Muhammedî de denir
Ma'iyyet yolu, cezbe (Allahü teâlânın çekmesi) yollarından biridir Ma'iyyet yolundan Allahü teâlâya kavuşmak nasîb olursa, aracı, vâsıta olmaksızın kavuşulur "Kişi sevdiği ile berâberdir" hadîs-i şerîfi, bu sözümüzü kuvvetlendirmektedir (Muhammed Bâkî-billah)
Nakşibendiyye yolunda ma'iyyeti ilk koyan Behâeddîn Buhârî hazretleri; onu herkese yayan ise, Alâeddîn-i Attâr'dır (Muhammed Ma'sûm-ı Fârûkî)
Yüksek hocamın, lütf ederek, acıyarak mübârek gönlünü bu fakîre çevirmesi ile, tasavvufçuların tevhîd (bir bilmek), kurb (yakınlık), ma'iyyet, ihâta (kuşatmak), sereyân (her zerrede bulunmak) gibi sözlerle anlatmak istedikleri mâ'rifetlerden, ince bi lgilerden ele geçmeyen hemen hemen hiç kalmadı (İmâm-ı Rabbânî)

MAKÂM:
1 Yüksek dereceli me'mûriyet, me'mûrluk yeri, mevkî, mansıb
Bir kimse şu on şeyi, kendine farz bilmedikçe, tam verâ ehli (dînimizde şüpheli olan şeylerden sakınan) olamaz: Başkalarını çekiştirmemeli Mü'minlere sû-i zan (kötü zan) etmemeli, kötü bilmemeli Kimse ile alay etmemeli Yabancı kadınlara, kızlara b akmamalı Doğru söylemeli Kendini beğenmemek için, Allahü teâlânın kendisine yaptığı ihsânları (iyilikleri), nîmetleri düşünmeli Malını helâl yerlere harcayıp, haramlara vermemeli Nefsi, keyfi için, mevki makâm istemeyip, bunları insanlara hizmet yeri bilmeli Beş vakit namazı vaktinde kılmağı birinci vazîfe bilmeli Ehl-i sünnet (Resûlullah efendimiz ve arkadaşlarının bildirdiği doğru yolda giden İslâm) âlimlerinin bildirdiği îmânı ve işleri iyi öğrenip, kendini bunlara uydurmalı (Ahmed Fârûkî)
Emeli, arzû ve istekleri kısa yapmak lâzımdır Makâm, mevkî kapmak için yarış etmek gibi hırs yoktur (Ahmed bin Âsım Antâkî)
Makam ne kadar mühim olsa da, şahsiyetinizi vermeyin Kendinizi küçültmeyin (Ferîdüddîn Şeker Genç) Mal için makam için hep uğraştım, Sonsuz nîmetlerden oldum, âh yazık! Yol bozuk ve karanlık, önde şeytan, Günâh ağır, ağlarım hep, âh yazık!
(Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
2 Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin bu yolda ilerlerken kazandığı mânevî derecelerden her biri
Makâmı kazanmakta kulun gayreti lâzımdır Bu bakımdan makâm ile hâl arasında fark vardır Çünkü hâl, kulun gayreti olmadan kalbde meydana gelir (Ali bin Hüseyin)
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kazandığı makâmın hükümlerini, îcâblarını yerine getirmeden, tamamlamadan, başka makâma geçmekte acelecilik yapmaması, sabırsızlık göstermemesi lâzımdır Zîrâ, kanâati olmayan hırslı kimsenin tevekkülü, sıhhatli olma z Tevekkülü tam olmayanın teslimiyetinde sıhhat bulunmaz ( Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Makâm-ı İbrâhim:
Kâbe'de İbrâhim aleyhisselâmın, Kâbe'yi inşâ ederken veya insanları hacca dâvet ederken üstüne çıktığı taşın bulunduğu yer
Haccın farzlarından üçüncüsü, Kâbe-i muazzamayı tavaf etmektir Tavaf, Mescid-i harâm içinde, Kâbe-i muazzama etrâfında dönmek demektir Dördü farz, üçü vâcib olmak üzere yedi kerre dönülür Zemzem kuyusunun ve makâm-ı İbrâhim'in dışından dolaşarak d a tavâf etmek câizdir (İbn-i Âbidîn)
Yeryüzünde Cennet'e âit varlıklardan yalnız Hacer-ül-esved (Cennet'ten getirilen, Kâbe'nin duvarına konan kıymetli siyah taş) ile Makâm-ı İbrâhim bulunmaktadır Eğer bunlara müşriklerin (Allah'a ortak, eş koşanların) elleri dokunmamış olsaydı, onlara dokunan derd sâhiblerine mutlaka cenâb-ı Allah şifâ verirdi (İbn-i Abbâs)

Makâm-ı İlliyyîn:
Cennet
Bir ma'sûm (günâhsız, suçsuz) çocuk hasta olup, ölüm döşeğine girdiğinde, makâm-ı İlliyyîn, onun makâmı olur Oradan üç yüz altmış melek gelip, saf saf olup o çocuğun karşısında dururlar ve; "Yâ ma'sûm çocuk! Müjdeler olsun sana, bugün öyle bir gündü r ki, geçmiş olan, anaların ve dedelerinin ve cümle komşularının günâhlarının affı için Hak teâlâdan dile (iste)" derler (İmâm-ı Gazâlî)

Makâm-ı Mahmûd:
Mahşer (kıyâmet) günü büyük bir sıkıntı ve ızdırab içerisinde bulunan mahlûkâtın hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâ tarafından Muhammed aleyhisselâma verilen şefâat izni Buna Şefâat-i Kübrâ da denir
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Ey Resûlüm!) Sana mahsus fazla bir namaz (ibâdet) olmak üzere, gece uykudan kalk da, onunla (Kur'ân-ı kerîm ile) , teheccüd (gece namazı) kıl Umulur ki, Rabbin seni, bir makâm-ı Mahmûd'a gönderecektir (İsrâ sûresi: 79)
Bu (makâm-ı Mahmûd) o makamdır ki, onda ümmetime şefâat edeceğim (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)
Allahü teâlâ insanları diriltecek Bana da yeşil bir hulle (elbise) giydirecek Ondan sonra Allahü teâlâ, neler söylemekliğimi dilerse söyleyeceğim; işte makâm-ı Mahmûd bu makamdır (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)

MAKÂMÂT-I AŞERE:
Fenâ (Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak) makâmının başlangıcında olan ve fenâ makâmına kavuşmak için lâzım olan on şey
Makâmât-ı aşere şunlardır: Tövbe; haram işledikten sonra pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak ve bir daha yapmamaya azmedip, karar vermektir Zühd; şüpheli olmak korkusu ile mübâhların çoğunu terk etmektir Tevekkül; meşrû sebeblere yapışarak, bütün işleri Hakk'a ısmarlamaktır Kanâat; nafakada yâni yeme-içme, giyinme, barınacak yerde zarûret miktârından çok istememektir Uzlet; dîni, ahlâkı bozan kimselerden, kitablardan sakınmak, uzak durmak Zikr; kendini gafletten kurtarmak yâni Allahü teâlâ yı anmak, hatırlamaktır Teveccüh; bütün arzû ve isteklerinden sıyrılarak Allahü teâlâya yönelmektir Sabır; haramdan sakınıp nefsin kötü arzularını yapmamaktır Murâkabe; kendini hesâba çekmek ve rızâ ise, Allahü teâlâdan gelen her şeyden hoşnud olmak, boyun eğmektir (Ahmed Fârûkî)

MAKÂMÂT-I SÜLÛK:
Tasavvuf yolunda ilerlerken geçilmesi gereken dereceler
İslâm-ı hakîkî (hakîkî İslâm); makâmât-ı sülûkun geçilmesinden ve nefsin itmînânından (şüphe ve tereddüdlerden kurtulmasından) sonra hâsıl olur (meydana gelir) (Muhammed Ma'sûm)

MAKSAD (Maksûd):
Niyet, kasd
Allahü teâlâ yersiz güleni, bir ideâli, maksâdı olmadan yola çıkanı sevmez (Kâ'bü'l-Ahbâr)
Bid'atler (Peygamber efendimiz ve dört halîfe devrinde olmayıp, dinde sonradan çıkarılan şeyler) yayılıp, sünnetler terkedildiği zulmetli, karanlık zamanda, İslâm ilimlerinin öğrenilmesi ve yayılması en mühim işlerdendir Muhammed aleyhisselâmın sünn etini (İslâm dînini) yaymak ise en büyük maksaddandır (MuhammedMa'sûm Fârûkî)
İnsanın yaratılmasından maksad, kulluk vazîfelerini yerine getirmektir (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Maksadı hayr olanın, âkibeti (sonu) hayr olur (Abdülhakîm Arvâsî)
Dünyâyı maksad edinmemeli Dünyâ, nefsin arzularına yardımcıdır Dünyâ ve âhiret bir arada olmaz (Abdülhakîm Arvâsî)
Akıllı kimsenin ilimle uğraşmasından maksadı, onunla amel etmektir Çünkü bundan başka bir gâye için ilim öğrenen kişi, şöhretini ve kibrini artırmış olur (İbn-i Hibbân)

MAKTÛL:
Kâtil tarafından öldürülen
İki müslüman, kılıçları ile karşılaştıkları zaman, kâtil de, maktûl de, Cehennem'dedir Zîrâ maktûl de karşısındaki adamı öldürmeyi murâd etmişti (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Maktûlün velîlerinden biri affederse veya velî ile kâtil belli bir mal, para ile uyuşursa, kısas yapılmaz, uyuşulan mal alınır (İbn-i Âbidîn)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #81
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Kalemine ve emeğine sağlık gül güzeli
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #82
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




KİTÂBET:
Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi
1 Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri
Din bilgileri, dünyâda ve âhirette huzûru, saâdeti kazandıran bilgilerdir Bunlar da iki kısma ayrılır: Ulûm-i âliyye (yüksek din bilgileri) ve ulûm-i ibtidâiyye (âlet ilimleri) Yüksek din bilgileri sekizdir Bu sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilm ek için lâzım olan âlet ilimleri on ikidir Bunlar; sarf, iştikâk, nahv, kitâbet, iştikâk-ı kebîr, lügat, metn-i lügat, beyân, me'ânî, bedî, belâgât ve inşâ ilimleridir Din âlimi olmak için sekiz yüksek din bilgisini bütün incelikleri ile fen bilgilerini de lüzûmu kadar öğrenmek lâzımdır (Abdülgânî Nablüsî)
2 Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme (Bkz Mükâteb)

KİTABLI KÂFİRLER:
İncîl ve Tevrât'tan birine inanan kâfirler Hıristiyanlar ve Yahûdîler (Bkz Ehl-i Kitab)
Müslüman erkeğin kitablı kâfir kadını nikâh etmesi câizdir Başka kâfir kadınla ve mürted olmuş, dinden çıkmış kadınla evlenmesi câiz değildir (İbn-i Âbidîn)

KİTABSIZ KÂFİRLER:
Ehl-i kitâbın dışındaki kâfirler, dinsizler
Müslümanlar, âhirete inanıyor Kitabsız kâfirler inkâr ediyor Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmayanlar bir şey kazanmaz, müslümanlar da zarar etmezdi Fakat kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir (Hazret-i Ali)
Kitabsız kâfirlerin kestikleri yenmez, kızları alınmaz ve kız verilmez (Muhammed Hâdimî)
Her müslüman iyi bilsin ki, bütün san'atlar, farz-ı kifâyedir Bunu düşünerek, bir san'ata yapışmak, ibâdet etmek olur İster kitablı kâfirler keşf etsin, bulsun, ister kitabsız kâfirler, her san'atı öğrenmek ve hele harb vâsıtalarını en modern, en i leri şekilde yapmağa çalışmak farzdır (İmâm-ı Gazâlî)

KOMŞU:
Bitişik evlerde veya yakın çevrede oturan kimse veya kimseler
Ev satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan evvel, yol arkadaşınızı seçiniz! (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Komşuya hürmet etmek ana-babaya hürmet etmek gibi lâzımdır (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Zımmî (gayr-i müslim vatandaş) komşunun bir hakkı, müslüman komşunun iki hakkı, akrabâ olan komşunun üç hakkı vardır (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Allahü teâlâ, bir sâlih müslüman hürmetine, komşularından binlerce belâyı, felâketi uzaklaştırır (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Komşusunun aç yattığını bildiği hâlde, kendisi tok yatan, kâmil (îmânı olgun, tam) bir mü'min değildir (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ül-Ahbâr)
Hukûk-i ibâd, kul hakkını gözetmektir Kul hakkının en önemlisi, ana-baba hakkıdır Tatlı dil ile, güler yüzle, yardımlarına koşmakla, onların gönüllerini kazanmaya çalışmalıdır Sonra komşu hakkı, hoca hakkı, karı-koca hakkı, arkadaş hakkı, sonra hü kûmetin hakkı gelir (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Dünyâda en kıymetli şey; müslüman, sâlih, Allahü teâlânın ve mahlûkların haklarını bilen ve gözeten komşudur Herhangi bir kimseye yapılması haram olan bir fenalık, komşuya yapılırsa, günâhı katkat daha fazla olur Herhangi bir kimseye yapılması sevâ b olan bir iyilik, komşuya yapılırsa, sevâbı katkat daha fazla olur (Seyyid Alizâde)
Kâfir olan komşuyu da incitmemek, ona da iyilik yapmak, ihsân etmek lâzımdır (İbn-i Hacer-i Mekkî)

KONAK:
Tasavvufta ilerlerken her iki derece arası
Allahü teâlâya yakın olmak, ulaşmak husûsunda tasavvuf büyükleri; "İnsanı kavuşturan konaklar sonsuzdur, bitmez tükenmez" demişlerdir (İmâm-ı Rabbânî)

KÖLE:
Allah yolunda harb ederken, kâfirlerden alınan esir
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allah'a ibâdet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın Bir de ana-babaya iyilik edin Akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ve ellerinizdeki kölelere de iyilik edin Çünkü Allah büyüklenen ve övünen kimseyi sevmez (Nisâ sûresi: 36)
Şu iki güçsüz, yâni köle ve kadın hakkında Allah'tan korkunuz (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Kim kölesinin yüzüne bir tokat atsa, veyâhut onu döğse, onun keffâreti (cezâsı) köleyi âzâd etmesidir (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizî)
İslâmiyet, bütün kölelere ve hizmetçilere iyi muâmele edilmesini, onlara şefkat ve merhametle davranılmasını emretmiştir (Van Denberg)

KÖTÜ ARKADAŞ:
İnsanın dînini, îmânını, edebini, hayâsını ahlâkını bozan, dünyâ ve âhiret seâdetini kaybettiren arkadaş
İşin temeli iyi insanlarla konuşmak, kötü arkadaştan sakınmaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Îmânın düşmanı dörttür: Sağda kötü arkadaş, solda nefsin hevâsı (arzu ve istekleri), önde dünyâya düşkün olmak ve arkada şeytan Bunların hepsi insanın îmânını almak isterler Kötü arkadaş, yalnız insanın malını, parasını çalmak, dünyâsını almak için aldatanlar değildir Arkadaşların en kötüsü, en zararlısı, insanın dînini, îmânını, edebini, hayâsını, ahlâkını bozmağa uğraşanlar, böylece dünyâ ve âhiretine, ebedî seâdetine saldıranlardır Îmânımızı, bu düşmanların şerrinden ve İslâm düşmanlarının aldatmalarından Allahü teâlâ emîn eyleye (Muhammed İznikî)
Bir kalb, iyi arkadaşların nasîhatlarına ve akla tâbi' olup, İslâmiyet'e uyarsa, nûrlanır, temiz olur Dünyâ ve âhirette seâdete, huzûra kavuşur Kötü kimselerin iğfâl edici, aldatıcı sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytana uyup, İslâmiyet'e uymayan kalb kararır, bozulur Nurlu, temiz kalb, İslâmiyet'e uymayı sever Kararmış kalb, kötü arkadaşa, nefse, şeytâna uymayı sever Allahü teâlâ çok merhametli olduğu için, dünyânın her yerinde yeni doğan çocukların kalblerini temiz olarak yaratmaktadır Bunları, sonraları anaları, babaları ve kötü arkadaşları karartmakta, kendileri gibi yapmaktadır (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Kötü arkadaş kötü yılandan daha kötüdür Zîrâ kötü yılan can alır Kötü arkadaş ise can ve îmân alır (Ali Râmitenî)

KÖTÜ DİN ADAMI:
İlmini dünyâ kazancına, mala, mevkîye kavuşmaya vâsıta eden, ilmi ile amel etmeyen, insanları ibâdete ve âhirete yönelmeye teşvik etmeyen din adamı
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Kâbe'yi tavâf ediyorken; "Hangi insan daha kötüdür?" diye soruldu; "Kötü olanı sorma, iyi olanı sor! Âlimlerin kötüsü insanların en kötüsüdür" buyurdu Çünkü âlimler bilerek günâh işlemektedir Îsâ aleyhisselâm ; "Kötü din adamları, su yolunu kapayan kaya gibidir Su kayadan sızıp geçemez Akmasına da mâni olur" dedi Hadîs-i şerîfte; "Kıyâmet günü azâbların en şiddetlisi, ilmi kendisine faydalı olmayan din adamınadır" buyruldu (Muhammed Hâdimî)
Kalbe gelen hâtıranın (düşüncenin) cinsini anlamak için, İsâmiyet'e uygun olup olmadığına bakılır Böyle anlaşılamazsa, sâlih (iyi, dindar) olan bir âlime sorulur Sâlih olmayan, dîni dünyâ kazançlarına âlet eden kötü din adamına sorulmaz Yâhut, Res ûlullah sallallahü aleyhi ve selleme kadar üstadlarının hepsi bilinen hakîkî bir rehbere, yetişmiş ve başkalarını yetiştirmeye ehil bir İslâm âlimine sorulur (Muhammed Hâdimî)
İnsanların saâdeti, âlimlerin elinde olduğu gibi, insanları felâkete, Cehennem'e sürükleyenler de, din adamı şeklinde görünen, din düşmanlarıdır Din adamlarının iyisi, insanların en iyisidir Dîni dünyâ isteklerine âlet eden, herkesin îmânını bozan, din adamı da, dünyânın en kötüsüdür İnsanların saâdeti ve felâketi, doğru yola gelmesi ve yoldan çıkmaları din adamlarının elindedir Büyüklerden biri, şeytanı boş oturuyor görüp, sebebini sormuş, Şeytan demiş ki: "Bu zamânın kötü din adamları, bizim işimizi görüyor İnsanları yoldan çıkarmak için bize iş bırakmıyorlar" (İmâm-ı Rabbânî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #83
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



KÖTÜ HUY:
Dînin ve aklın beğenmediği huy
İnsanların hiç çekinmeden, sıkılmadan yaptıkları günah, kötü huylu olmaktır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da, hatâları eritirSirke balı bozduğu gibi, kötü huy; hayrâtı, hasenâtı (iyilikleri) mahveder (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu, onu Cehennem'in dibine götürür Bâzan küfre götürür (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Kötü huylar, kalbi, rûhu hasta eder Hastalığın artması, kalbin, rûhun ölümüne sebeb olur Kötü huyların en kötüsü olan şirk, küfür (Allahü teâlâya ortak koşmak) ise, kalbin, rûhun en büyük zehiridir, hemen öldürür Îmânı olmayanın kalbi temiz olmaz Ölmüş, kokmuş olan kalbin temiz olması düşünülemez (Muhammed Hâdimî)
Her müslüman, kalbinden kötü huyları çıkarıp, iyi huyları yerleştirmelidir Bir kaçını çıkarıp, birkaçını yerleştirmekle, insan güzel huylu olmaz Tasavvuf, insanı olgunlaştıran yoldur Böyle olmayan yola tasavvuf denmez (Muhammed Hâdimî)

KUBÂ MESCİDİ:
İslâm târihinde Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicreti sırasında Medîne-i münevvere yakınında bulunan Kubâ'da ilk defâ inşâ edilen mescid
Bir kimse evinde güzel bir gusl abdesti alarak Kubâ mescidine gelir de bu mübârek mescidde namaz kılmaktan başka bir niyeti olmazsa bir umre etmiş gibi kendisine sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Meşârık)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Mekke'den Medîne'ye hicret buyururken, Medîne-i münevvereye yakın olan Kubâ köyünde birkaç gün misâfir kaldı İlk iş olarak müslümanlarla birlikte Kubâ mescidini yaptı Cumâ günü Medîne'ye doğru yola çı ktı Raûna vâdisinden geçerken öğle vakti olmuştu Burada ilk Cumâ namazını kıldı ve ilk hutbeyi okudu (Abdülhâk-ı Dehlevî)

KUBBE-İ HADRÂ:
Medîne-i münevverede bulunan Peygamber efendimizin kabr-i şerîfinin üzerindeki yeşil kubbe
Kubbe-i hadrâ, müslümanların göz bebeğidir Müslümanlar, kubbe-i hadrânın altında bulunan mübârek hücre-i seâdeti ziyâret etmeyi, kurtuluşlarına sebeb bilirler Çünkü Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Kabrimi ziyâret edene şefâatim vâcib olmuştur" buyurmuştur (Abdullah-ı Mûsulî, Tâcüddîn Sübkî)
Mısır Türkmen sultânı Seyfeddîn Sâlih Klâvûn rahmetullahi aleyh, 1279 (H 678) senesinde Hücre-i seâdet üzerine bugünkü Kubbe-i hadrâyı ilk olarak yaptırıp kurşun ile kapattı (Abdülhak-ı Dehlevî)

KUBÛR:
Kabirler, mezârlar
İnsanların ölünce defnedilmeleri, gömülmeleri için dîne uygun kazılan yerler (Bkz Kabir)

KUDDİSE SİRRUH:
Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin babası Abdülehad hazretlerinin üstâdı (hocası) ve Hindistan evliyâsının büyüklerinden Abdülkuddûs kuddise sirruh, oğluna yazdığı bir mektubunda buyuruyor ki: "Oğlum! Vaktin kıymetini bil Gece-gündüz ilim öğrenmeye çalış Her zaman abdestli bulun Beş vakit namazı sünnetleri ile ve ta'dîl-i erkân (rükûda, kavmede yâni rükû'dan kalkıp ayakta iken, iki secdeyi yaparken ve celsede yâni iki secde arasında oturmada bütün âzâlar, organlar hareketsiz kaldıktan sonra, Sübhân allah diyecek kadar durmak) ile, huzur (kalben Allahü teâlâ ile berâber olmak) ve huşû (Allahü teâlâdan korkmak ve tevâzu hâli) ile ve şerîatin sâhibinin (Peygamber efendimizin) bildirdiği gibi kılmaya çalış Bunları yapınca, dünyâda ve âhirette sayısız nîmetlere kavuşursun" (M Hâşim-i Keşmî)

KUDDÛS (El-Kuddûs):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan v e özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allah'tan başka ilâh yoktur O, mülkü hiç yok olmayan bir Mâlik (sâhib) tir Kuddûs'tur" (Haşr sûresi: 23)
Her gün bin defâ el-Kuddûs ism-i şerîfini söyliyen kimsenin gönlü dağınıklıktan kurtulur (Yûsuf Nebhânî)

KUDRET:
Güç, güçlü olma
1 Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesinden biri Allahü teâlânın her şeye gücünün yetmesi
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sâhipleri için, Allah'ın varlığını, kudret ve azametini gösterir, kesin delîller vardır (Âl-i İmrân sûresi: 190)
Ebû Mes'ûd el-Bedrî anlattı: Hizmetçimi kamçı ile dövüyordum Arkamdan; "Ey Ebû Mes'ûd! Sen bil ki" diye bir ses işittim Öfkemden, bu sesin mânâsını anlayamadım Bana yaklaşınca, bir de ne göreyim Resûlullah efendimiz bana hitâben; "Ey Ebû Mes'ûd! Allahü teâlânın senin üzerindeki kudreti, senin bu hizmetçiye karşı kudretinden daha büyüktür" buyurdu Bunun üzerine ben; "Bundan sonra hizmetçimi bir daha dövmeyeceğim" dedim (İmâm-ı Müslim)
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin birçok yerinde; "Sizden evvel gelip geçenlerin hayatlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders alınız Yerleri, gökleri canlıları, cansızları ve kendinizi inceleyiniz! Gördükleriniz in içini, özünü araştırınız Bütün bunlarda, yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hâkimiyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız" meâlinde emirler buyurmaktadır (İmâm-ı Gazâlî)
Kıyâmet günü bütün canlılar, mahşer yerinde toplanacak Her insanın amel defterleri uçarak sâhibine gelecektir Bunları; yerleri, gökleri, zerreleri, yıldızları yaratan, sonsuz kudret sâhibi olan Allahü teâlâ yapacaktır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Dil, şükretmek içindir Rabbini bilen, dilini gıybet için kullanmaz Kulak; Kur'ân-ı kerîm ve nasîhat dinlemek içindir Bâtıl ve boş sözler için değildir Göz; Allahü teâlânın kudret ve san'atını görmek içindir Eşin dostun ayıbını görmek için değild ir (Sa'dî Şîrâzî)
İnsanın esas özelliği; âcizlik ve muhtâç olmasıdır Hak teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi ise; kudret ve gınâ (kimseye muhtâc olmamak) dır (Bursalı İsmâil Hakkı)
2 Kullara âit sınırlı olan güç, kuvvet
Kul her işinde, yapıp yapmamakta serbest olup, ikisinden birini elbette seçecek; iş, iyi veya fenâ olacak, günâh veya sevâb kazanacaktır Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret ve ihtiyâr (beğenmek, seçmek güc ü) vermiştir Daha çok vermesine, lüzûm yoktur Lüzûmu kadar vermiştir Buna inanmayan, Kolay şeyleri anlamayan kimsedir Kalbi hasta olduğundan, İslâmiyet'e uymamaya bahâne aramaktadır (İmâm-ı Rabbânî) Bugün elinde var iken fırsat, Âhiret hazırlığı yap hemen Çünkü sende bulunan bu kudret Elden ele geçer gider dâim
(Sa'dî Şîrâzî)

KUDÜS:
Filistin'de, Süleymân aleyhisselâm tarafından inşâ ettirilen Mescid-i Aksâ'nın bulunduğu şehir Bu şehir târih kitaplarında İlyâ adıyla da zikredilir
Târihi çok eskilere dayanan Kudüs şehri, târih boyunca pekçok işgâl ve yağmaya uğradı Âsurlu hükümdârı Buhtunnasar (Nabukatnazar) Kudüs'ü zabt ettiği zaman şehri yakıp yıktı Mescîd-i Aksâ'da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri Babil'e götürd ü MS 70 senesinde Romalılar tarafından tekrar işgâl edilerek yakılıp yıkılan Kudüs şehri, 120 yılında tâmir, hazret-i Ömer'in halîfeliği sırasında da müslümanlarca fethedildi 1099 (H492)'de haçlılar (hıristiyanlar) Kudüs'ü istilâ edince yakıp yı ktılar Pek çok müslümanı kadın ve çocuk demeden kılıçtan geçirdiler Bu arada Mescid-i Aksâ'yı da yağmalayıp üstüne haç diktiler İçerisine heykeller koyarak kiliseye çevirdiler Sultan Salâhaddîn-i Eyyûbî 1187 (H 583)'de Kudüs'ü haçlılardan kurtarıp, Mescid-i Aksâ'dan haçları ve putları kaldırttı Yavuz Sultan Selîm Han zamanında Osmanlı idâresine giren Kudüs, Birinci Dünyâ savaşından sonra, müslüman Türklerin elinden çıktı 1967 (H 1387)'deki Arap-İsrâil savaşında Kudüs, yahûdîler tarafından işgâl edildi (İslâm Târihi Ansiklopedisi)
Müslümanlar hicretten on altı ay sonraya kadar Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya yönelerek namaz kıldılar Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem mîrâca buradan yükseldi (Abdullah-ı Dehlevî)
Hazret-i Ömer Kudüs'ü feth edince, Kudüs'teki kiliselere dokunulmaması için emir verdi ve hıristiyanlarla anlaşma yaptı Kudüs ahâlisine bir de emannâme (emniyet belgesi) verdi Emannâmede buyurdu ki: "İş bu mektûb, müslümanların emîri Ömer bin Hattâ b'ın, İlyâ (Kudüs) ahâlisine verdiği emân mektubudur ki, onların; varlıkları, hayatları, kiliseleri, çocukları, hastaları sağlam olanları ile öteki milletler için yazılmıştır" (Taberî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #84
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



KUR'ÂN-I KERÎM:
Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaf larda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hiçbir kimsenin bir benzerini getiremediği ve getiremeyeceği son ilâhî kitap
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, (belâgat, güzel nazm ve kâmil mânâda) bu Kur'ân-ı kerîmin bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemîn olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar (İsrâ sûresi: 88)
Kur'ân-ı kerîm için, bu sihirdir, bu ancak bir insan sözüdür, dedi İşte bunu söyleyeni, şiddetli bir ateş içinde, Cehennem'e atacağım Şiddetli ateşin ne olduğunu sen ne bilirsin? O, (içine girenleri) ne çıkartır, ne azâbdan vaz geçer İnsanın derisini karartır, yakar Orada on dokuz (azâb yapan melek) vardır (Müddessir sûresi: 24-30)
Her kim beş vakit farz namazda Kur'ân-ı kerîm okursa, Hak teâlâ her harfine yüz sevâb verir Her kim namazdan başka vakitlerde Kur'ân-ı kerîm okursa, her harfine on sevâb verir Her kim, (tegannîsiz ve hürmetle okunan) Kur'ân-ı kerîmi ayakta veya oturarak hürmet ile dinlerse, her harfine bir sevâb verir Her kim Kur'ân-ı kerîmi hatm eylese (baştan sona okusa), o kulun duâsı Allah indinde kabûl edilir (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Kur'ân-ı kerîm okuyanın ana-babası kâfir olsalar bile, azâbları hafifler (Hadîs-i şerîf-Tenbîh-ül-Gâfilîn)
Kur'ân-ı kerîme, ehliyeti olmadan mânâ veren, Cehennem'de azâb görecektir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Kur'an-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâmın sözü değildir Allah kelâmıdır Hiçbir insan öyle düzgün söyleyemez Kur'ân-ı kerîmde bildirilenlerin hepsine İslâmiyet denir Hepsine inanan insana mü'min ve müslüman denir Birini bile beğenmemeye îmânsızlık, yâni küfür denir (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Kur'ân-ı kerîmin her bir harfinde bin bir derde bin bir türlü devâ (şifâ) vardır (Ebü'l-Leys Semerkandî)
Modern ilmin on dört asır geriden tâkib ettiğiKur'ân, ben şehadet ederim ki, Allah kelâmıdır (Kaptan Dr Coustea)
Kur'ân'ın içinde pekçok tekrarlar vardır Onu okuduğumuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor (Goethe)
İslâm dîninin kaynağı olan Kur'ân'da cihân medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır O kadar ki, bugün bizim uygarlığımızın, Kur'ân'ın bildirdiği temel kâideler üzerine kurulduğunu kabûl etmemiz gerekir (Gaston Karl)



Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #85
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



KURB:
Yakınlık Tasavvufta, Allahü teâlâya yakın olmak
Sâlikin, tasavvuf yoluna girmiş olanın kurbu, ihsân ile gerçekleşir Peygamber efendimiz buyuruyor ki: "İhsân sanki Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etmendir Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, şüphesiz O seni görüyor" (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Mukarrebînin yâni Allahü teâlâya yakınlığa ermiş olanların kurba en büyük vesîleleri, farzları (Allahü teâlânın emirlerini) yerine getirmektir Nâfile ibâdetler ise, Allahü teâlânın kulunu sevmesi için vesîledirler (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Allahü teâlâya farzlarla hâsıl olan kurb, nafilelerle hâsıl olandan elbette kat kat daha çoktur Fakat kurbu, takvâ sahiblerinin (Allahü teâlâdan korkup, haram işlemekten kaçınanların) ihlâs ile yaptığı farzlar hâsıl eder (Abdülganî Nablüsî)
Kurb ve visâl (kavuşma) lezzeti, Cennet nîmetlerinin lezzetinden daha çok olduğu gibi, bu'd ve hırmân (uzaklık ve mahrûmluk) azâbı da Cehennem azâbından daha kötüdür (İmâm-ı Rabbânî)

Kurb-i Ebdân:
Bedenlerin birbirine yakın olması
Kurb-i ebdânın, kalblerin birleşmesinde büyük te'siri vardır Bunun içindir ki, hiçbir velî, Peygamber efendimizin sohbetinde bulunmadığı için bir sahâbînin derecesine yükselemez Veysel Karânî, o kadar şânı yüksek olduğu hâlde, Resûlullah'ı (sallall ahü aleyhi ve sellem) hiç görmediği için, Eshâb-ı kirâmdan en aşağı olanın derecesine yetişemedi Abdullah bin Mübârek hazretlerinden soruldu ki: "Hazret-i Muâviye ile Ömer bin Abdülazîz'den hangisi daha yüksektir?" Cevâb olarak: "Muâviye (ranh), Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yanında giderken, atının burnuna giren toz, Ömer bin Abdülazîz'den kat kat daha yüksektir" buyurdu (İmâm-ı Rabbânî)
Büyüklerden istifâde edebilmek için kurb-i ebdân istemeli, bunun için çalışmalıdır Nîmetin tamam olması, bedenlerin yakın olması iledir (İmâm-ı Rabbânî)
Kurb-i ebdân ele geçmezse, yakınlık sebeblerini elden bırakmamalıdır (İmâm-ı Rabbânî)

Kurb-i İlâhî:
Allahü teâlâya yakın olmak
Allahü teâlâ kurb-i ilâhîyi, fenâdan (Allahü teâlâdan başka her şeyi unuttuktan) sonra evliyâsına ihsân eder (Abdullah-ı Ensârî)

Kurb-i Nübüvvet:
Nübüvvet (peygamberlik) yoluna âit yakınlık
Kurb-i nübüvvet, insanı aslın aslına ulaştırır Peygamberler aleyhimüssalevâtü vetteslîmât ve bunların sahâbîleri (arkadaşları) Allahü teâlâya bu yoldan kavuşmuşlardır (İmâm-ı Rabbânî)

Kurb-i Velâyet:
Velâyet, evliyâlık yoluna âit yakınlık Allahü teâlâdan gelen feyz ve bereketlere, arada vâsıta bulunmak sûretiyle kavuşma
Bir velînin kurb-i velâyet yolundan ilerleyerek, Kurb-i nübüvvet yoluna kavuşması, böylece her iki yoldan da feyz alması câizdir, olabilir (İmâm-ı Rabbânî)

KURBAN:
Allahü teâlâya yakınlık Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi birinde) kesilmesi vâcib olan koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlardan her biri Kurban kesilen günlere Eyyâm-ı Nahr denir
Peygamber efendimize Kevser sûresi nâzil olup (inip); "O hâlde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Âyet: 2) buyrularak kurban kesmesi emrolundu Peygamber efendimiz biri kendisi, biri de ümmeti için iki kurban keserler, kurban kesmeyi ve kurban kes enleri överlerdi (İbn-i Âbidîn)
Hasîslerin (cimrilerin) en kötüsü (kesmesi vâcib olduğu hâlde) kurban kesmeyendir (Hadîs-i şerîf-İbn-i Âbidîn)
Kurban edilen hayvanın üzerindeki kıllar sayısınca, sâhibine sevâb yazılır (Hadîs-i şerîf-Riyâdünnâsihîn)
Ey Fâtıma! Kalk, kurbanının yanına git ve kesilirken şu duâyı oku: "İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi Rabbil âlemîne lâ şerîkeleh" (mânâsı: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir O'nun ortağı yoktur) Muhakkak ki kurbanından yere damlayan ilk kan damlası ile, ömründe işlemiş olduğun her günah bağışlanır, affolunur Muhakkak yarın kıyâmet günü, kestiğin bu kurbanın kanını ve etini yetmiş kat fazlasıyla getirip terâzinin sevâblar kefesine koyarlar (Bu müjdelere kurban kesen bütün müslümanlar ortaktır) (Hadîs-i şerîf-Riyâdünnâsihîn)
Kurban kesen kendini Cehennem'den âzâd etmiş, kurtarmış olur (İbn-i Âbidîn)
Kurbana verilen paranın sevâbı, yüz misli yâni pekçok parayı sadaka vermek sevâbından daha fazladır (Ebû Bekr Ali)
Kurban keserken üç kere bayram tekbiri okunur Sonra "Bismillahi Allahü ekber" diyerek deveden başka hayvanın boğazının her hangi bir yerinden kesilir Bismillahi derken (H)'yi belli etmek lâzımdır (İbn-i Âbidîn)

Kurban Geceleri:
Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinin geceleri
Rahmet kapıları dört gece açılır O gecelerde yapılan duâ, tövbe red olmaz Fıtr (Ramazan) bayramının ve kurban bayramının birinci geceleri, Şâban'ın on beşinci (Berât) gecesi ve Arefe gecesi (Hadîs-i şerîf-Riyâdünnâsihîn)
Kurban gecelerinin günlerine eyyâm-ı nahr denir (MZihni Efendi)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #86
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



KURBET:
Yakınlık Tâatı, Allahü teâlâ için yapmak
Sevâbı ölüye olmak üzere kurban kesmek kurbettir (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Sevâb kazanmak niyyeti ile yapılan mübahlar kurbet olur (İbn-i Abidîn)
Niyetsiz alınan abdest ibâdet olmaz, kurbet olur Bununla hadesten tahâret hâsıl olup namaz kılınır Görülüyor ki, her ibâdet kurbettir ve tâattır Kur'ân-ı kerîm okumak, vakıf, köle azâd etmek ve sadaka, Hanefî mezhebinde abdest almak ve benzerleri yapılırken, sevâb hâsıl olması için niyet lâzım olmadığından kurbettirler ve tâattirler Fakat ibâdet değildirler Tâat veya kurbet olan bir iş yapılırken, Allah için niyet edilirse, ibâdet yapılmış olur Fakat bunlar ibâdet olarak emr olunmadı (Abdülhakîm Efendi)

KUREYŞ:
Peygamber efendimizin mensub olduğu kabîlenin adı Peygamber efendimizin on birinci babası olan Kureyş'in (Fihr ibni Mâlik'in) çocukları ve torunları
Allahü teâlâ, İbrâhim aleyhisselâmın oğullarından İsmâil'i seçti İsmâiloğullarından Kinâneoğullarını seçti Kinâneoğullarından Kureyş'i seçti Kureyş'ten Hâşimoğullarını seçti Hâşimoğullarından Abdülmuttaliboğullarını seçti Abdülmuttaliboğullarından da beni seçti (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
İsmâil aleyhisselâmın torunlarından olan Adnân'ın oğulları arasında Mudar ve Rebîa meşhûr oldu Mudar oğullarından; Kinâne, Kureyş, Hevâzin, Sakîf, Temim, Müzeyne kabîleleri meydana geldi Bunlardan Kureyş, Mekke'de yerleşmekle ayrıca şeref kazandı (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Peygamber efendimizin babası Abdullah, Kureyş kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine Hâtun ise, Kureyş kabîlesinin Zühreoğulları kolundandır Yâni baba ve anne tarafından Kureyşîdir (Zerkânî, Abdülhak-ı Dehlevî)
Arablar arasında cömertlik üstün bir vasıf olarak kabûl edilirdi Hac mevsiminde Mekke'ye gelen misafirlerin ağırlanması ile Kâbe hizmetlerine önem verilirdi Özellikle Kureyş kabîlesi bu hizmetlerin kendisine âit olduğunu kabûl eder ve bunu şeref sa yardı Kureyş kabîlesi bu hizmetleri şerefle ve severek yürütürdü (Nişâncızâde)

Kureyş Lehçesi:
Arab dilinin Kureyş kabîlesince konuşulan lehçesi Kur'an-ı kerîm bu lehçe üzerine inmiş ve bu lehçe üzerine yazılmıştır
Kur'ân-ı kerîm hazret-i Ebû Bekr'in halîfeliği sırasında toplanarak mushaf yâni kitab haline getirildi Hazret-i Osman; Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Zübeyr, Saîd bin As, Abdurrahmân bin Hâris bin Hişâm'dan (ranhüm) ibâret bir hey'eti (komisyonu) vaz îfelendirerek Kur'ân-ı kerîmi çoğaltmalarını emr etti Onlara "Zeyd bin Sâbit'ten başka Kureyş'e mensûb üç kişiye Zeyd ile Kur'ân-ı kerîm hakkında bir şey üzerinde ihtilâf ettiğiniz zaman Kureyş lehçesiyle yazınız Çünkü o, Kureyş lehçesiyle nâzil olmuştur (indirilmiştir)" buyurdu (Zehebî, İbn-i Hacer Askalânî, Süyûtî)
Kur'ân-ı kerîmin kelimeleri, Allahü teâlâ tarafından dizilmiş olarak âyetler hâlinde gelmiştir Cebrâil aleyhisselâm bu âyetleri bu kelimelerle ve bu harflerle okumuş, Muhammed aleyhisselâm da mübârek kulaklarıyla işiterek ezberlemiş ve hemen Eshâbın a (mübârek arkadaşlarına) okumuştur Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmi, Kureyş kabîlesinin dili, lehçesi ile gönderdi (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Kur'ân-ı kerîmi anlamak için şimdiki Arabçayı değil, Kureyş dilini (lehçesini) bilmek lâzımdır (Taşköprüzâde)
Bir mâni, bir sıkıntı olmadıkça âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere açıkça anlaşılan mânâları vermelidir Bunlara benzeyen başka mânâ vermek câiz değildir Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, Kureyş lügatı ve lehçesi iledir Kelimelere Peygamber e fendimiz zamânında Hicâz'da kullanılan mânâları vermek lâzımdır Zamanla değişip bugün kullanılan mânâları vererek tercüme yapmak doğru değildir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Kureyş Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yüz altıncı sûresi
Kureyş sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Dört âyet-i kerîmedir Kureyş kavmine câhiliyet devrinde verilen bâzı imtiyâzlardan (haklardan) bahsettiği için sûreye, Kureyş sûresi denilmiştir (İbn-i Abbâs, Taberî, Râzî)
Allahü teâlâ Kureyş sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Kureyş'i emniyet ve selâmete, kış ve yaz onları (Kureyşlileri) gidiş ve gelişlerde râhatlığa kavuşturduğundan dolayı (hiç olmazsa) şu Beyt'in (Kâbe'nin) Rabbine ibâdet etsinler O, (Allah ki) onları açlıktan (kurtarıp) doyuran, kendilerine korkudan eminlik verendir (Âyet: 1-4)
Kim, Kureyş sûresini okursa, Allahü teâlâ ona, Kâbe'yi tavâf edenlerin ve orada îtikâfta bulunanların adedinin on katı hasene (iyilik) verir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
Korkulu yerlerde ve düşman karşısında, emin ve rahat olmak için Kureyş (Liîlâfi) sûresini okumalıdır Tecrübe edilmiştir Her gün ve her gece hiç olmazsa on birer defâ okumalıdır (İmâm-ı Rabbânî)

KURRÂ:
Kârîler, kırâat âlimleri, Kur'ân-ı kerîm okuyucuları (Bkz Kârî)

Kurrâ-i Seb'a:
Allahü teâlânın kelâmı olan Kur'ân-ı kerîmin kırâatini (okunuşunu) Peygamberimizin okuduğu gibi bildiren yedi büyük kırâat âlimi
Kurrâ olan büyük hâfızlar, yedi tânedir Birincisi, Nâfi bin Abdurrahmân bin Ebû Nuaym, ikincisi, Abdullah bin Kesir bin Muttalib, üçüncüsü, Ebû Amr bin Alâ, dördüncüsü, İbn-i Âmir, beşincisi, Âsım bin Behdele Ebû Bekr-i Esed, altıncısı, Hamzâ bin Ha bib bin Ammâret ibni İsmâil, yedincisi, Kisâî'dir (Taşköprüzâde)

KUSVÂ:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem devesinin adı
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret etmek istediği sırada Kusvâ adlı devesine bindi Allahü teâlânın medhettiği beldelerin en kıymetlisi olan Mekke-i mükerremeden ayrılırken, Kusvâ'yı, har em-i şerîfe (Kâbe-i muazzamanın etrafındaki mescid) doğru döndürüp, mahzûn bir hâlde; "Vallâhi! Sen Allahü teâlânın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Rabbim katında en sevgili olanısın Senden çıkarılmamış olsaydım, çıkmazdım Bana senden daha güzel daha sevgili yurt yoktur Kavmim beni senden çıkarmamış olsalardı, çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Halebî)
Peygamber efendimiz Medîne-i münevvereye hicret edip gelince, Medîne'nin ileri gelenleri Kusvâ'nın yularını tutup, Peygamber efendimizin kendi evlerine misâfir olmasını istediler Onlara; "Devemin (Kusvânın) yularını bırakınız O me'mûrdur Kimin evinin önünde çökerse, orada misâfir olurum" buyurdular Kusvâ Medîne sokaklarından geçerek ilerledi ve bugünkü Mescid-i Nebî'nin (Peygamber efendimizin mescidi) kapısının bulunduğu yere çöktü Resûlullah efendimiz Kusvâ'nın üzerinden inmedi Hayvan tek rar ayağa kalktı ve yürümeye başladı Eski yere dönüp çöktü ve bir daha kalkmadı Bunun üzerine Efendimiz, Kusvâ'nın üzerinden inip; "İnşâallah menzilimiz (ineceğimiz yer) burasıdır?" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Abdülhak-ı Dehlevî)

KUŞLUK VAKTİ:
Orucun başlaması (imsak) ile güneşin batması arasındaki zamânın ilk dörtte biri geçince başlayan ve güneşin zeval (tepe) noktasına ulaşmasından, bir müddet öncesine kadar devâm eden vakit, duhâ vakti (Bkz Duhâ Vakti)

KUŞLUK NAMAZI:
Kuşluk vaktinde kılınan namaz (Bkz Duhâ Namazı)

KUTB:
İşlerin görülmesine veya insanların doğru yolu bulmasına vâsıta kılınan büyük zât Dünyâ işleri ve madde âlemindeki olaylarla alâkalı olana medâr kutbu (kutb-ül-aktâb), din ve irşâd işi ile vazîfeli kılınana irşâd kutbu denir (Bkz Kutb-i Medâr ve Kutb-i İrşâd)

Kutb-ı Ârifîn:
Ârif denilen evliyânın başı, en büyüğü, yüksek ilimler sâhibi
Kutb-ı ârifin Zünnûn-i Mısrî rahmetullahi aleyh şöyle buyurdu: "Her âzânın bir tövbesi vardır: Kalbin tövbesi, mâsiyeti (günâhı) terk etme husûsunda uyanık olmasıdır Gözün tövbesi, haramlara bakmamasıdır; elin tövbesi, kendisinin olmayan şeyi almama sı; kulağın tövbesi, bâtıl (boş, yanlış ve bozuk, kötü) şeyleri dinlememesi; karnın tövbesi, helal yemesi; avret mahallinin tövbesi, kötü işlerden, zinâdan uzak durmadır

Kutb-i Ebdâl:
Kutb-i aktâb, Kutb-i medâr

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #87
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




Kutb-i İrşâd:
İnsanların irşâdına (doğru yolu bulmasına) ve hidâyetine (saâdete ve kurtuluşa ermesine) vesîle kılınan zâtların reisi
Kutb-i irşâd, âlemin irşâdı ve hidâyeti için feyzlerin gelmesine vâsıta olur Kutb-i irşâdın her zaman bulunması lâzım değildir Öyle zamanlar olur ki, âlem îmândan ve hidâyetten büsbütün mahrum kalır Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, zamânını n kutb-i irşâdı idi (İmâm-ı Rabbânî)
Kutb-i irşâd ile bütün insanlara îmân ve hidâyet gelmektedir Kalbi bozuk olanlara gelen feyzler, dalâlet (sapıklık), kötülük hâline dönerler Bu, şeker hastasına verilen kıymetli gıdâların, onun kanında zehir hâline dönmesine benzer Yâhut safrası b ozuk olana tatlının acı gelmesi gibidir Kutb-i irşâd, kâmil ve mükemmil (yetişmiş ve yetiştirebilen) olup, ender yetişir Asırlardan, uzun yıllardan sonra, bir tâne bulunursa yine büyük nîmettir Her şey onunla nurlanır Onun bir bakışı kalb hastalıklarını giderir Bir teveccühü, beğenilmeyen kötü huyları silip süpürür (İmâm-ı Rabbânî)
Kemâlât-ı ferdiyyeye de sâhib olan kutb-i irşâd çok az bulunur Asırlardan, çok uzun zaman sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır Yer küres inin ortasından Arşa kadar, herkese rüşd, hidâyet, îmân ve ma'rifet onun yolu ile gelir Herkes ondan feyz alır Arada o olmadan kimse bu nîmete kavuşamaz Onun hidâyetinin nûrları, bir okyanus gibi (çok kuvvetli radyo dalgaları gibi) bütün dünyâyı sarmıştır O deryâ sanki buz tutmuştur Hiç dalgalanmaz O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse yâhut o, bir kimseyi sever onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan, kalbi feyz alır Bunun gibi, bir kimse, Allahü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse meselâ onu tanımazsa, yine ondan feyz alır Fakat birinci feyz daha büyük olur Onu inkâr eder, beğenmezse, yâhut o büyük zât bu kimseye kırılmışs a, Allahü teâlâyı zikretse bile rüşd ve hidâyete kavuşamaz Ona inanmaması veya onu incitmiş olması feyz yolunu kapatır O zât bunun istifâdesini istememiş olmasa bile, onun zarârını istemese bile, hidâyete kavuşamaz Rüşd ve hidâyet, var görünür ise de yoktur Faydası çok azdır O zâta inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikretmeseler de yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar (İmâm-ı Rabbânî)

Kutb-i Medâr:
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk-kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan büyük zât Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denir
Kutb-i medâr, her zaman bulunur Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında da vardı Fakat bunlara inzivâ (insanlar arasına karışmamak) lâzımdır Bunları herkes tanımaz Hattâ bâzıları kendilerini bile bilmezler (İmâm-ı Rabbânî)
Kutb-i medâr, âlemde, dünyâda herşeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz (mânevî ilimlerin ve fâidelerin) gelmesine vâsıta olur Herşeyin yaratılması rızıkların gönderilmesi, dertlerin belâların giderilmesi, hastaların iyi olması bedenleri n âfiyette olması, kutb-i medârın feyzleri ile olur Îmân sâhibi olmak, hidâyete kavuşmak, ibâdet yapabilmek, günahlara tövbe etmek ise kutb-i irşâd'ın feyzleri ile olur Kutb-i ebdâl'in (medarın) her zamanda, her asırda bulunması lâzımdır Âlemin on dan boş kalması mümkün değildir Çünkü âlemin nizâmı ona bağlı kılınmıştır Eğer bu kutublardan biri giderse (ölürse), yerine başkası tâyin edilir İrşâd kutbu böyle değildir Çünkü âlemin rüşd, hidâyet ve îmândan boş olduğu zamanlar olur Peygamber efendimiz, zamânının irşâd kutbu idi O zamanda kutb-i ebdâl ise, hazret-i Ömer ve Üveys-i Karnî idiler (İmâm-ı Rabbânî)

Kutb-ül-Aktâb:
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi Emrinde üçler, yediler, kırklar denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur (Bkz Kutb-i Medâr)

KUTBİYYET:
Kutubluk denilen yüksek evliyâlık mertebesi (Bkz Kutb)

KUVVE-İ ÂLİME:
Bilici kuvvet İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi, akıl Buna müdrike de denir
İnsan rûhu yalnız insanlarda bulunur İnsan bu iki kuvvet ile hayvanlardan ayrılmaktadır Bu iki kuvvetten birisi, kuvve-i âlimedir İnsan kuvve-i âlimesi ile tecrübî ilimleri yâni deneye dayanan fen bilgilerini elde ederek, maddenin hakîkatini, ne o lduğunu anlar Yine kuvve-i âlimesi ile ahlâk bilgilerini öğrenip, iyi huyları ve yararlı işleri kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır İkincisi, kuvve-i âmile yâni yapıcı kuvvettir (Bkz Kuvve-i Âmile) (Abdülhakîm Arvâsî)

KUVVE-İ ÂMİLE:
İş yapan kuvvet İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi olan, fâideli ve başarılı işlerin yapılmasını sağlayan bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapan kuvvet
İnsan rûhunun iki kuvveti vardır İnsan bu iki kuvvet ile hayvanlardan ayrılmaktadır Bu iki kuvvetten birisi, idrâk edici olan kuvve-i âlime ve müdrike denilen bilici kuvvettir İkincisi kuvve-i âmiledir İnsan rûhunun kuvve-i âmilesi, akla dayanır Bir işte, iyilik, fâide olduğunu akıl ile anlarsa, onu yapar Sonu noksan ve zarar olacağını anlarsa, o işi yapmaz Şehvet ve gadab (kızma) kuvvetlerini idâre eder (Ali bin Emrullah)
Rûhun gerek kuvve-i âlimesi ve gerekse kuvve-i âmilesi meleklerdir Allahü teâlâ, lutf ve merhamet ederek, melekleri rûhun emrine vermiştir Küçük kıyâmet kopuncaya kadar, yâni rûh bedenden ayrılıncaya, ölünceye kadar, rûhun emrinde kalırlar Hadîs-i şerîflerde de buna işâretler vardır Bâzı kimselerden, durup dururken, tecrübeli kimselere parmak ısırtan hünerlerin meydana gelmesi de bunu göstermektedir (İmâm-ı Gazâlî)

KUVVE-İ DERRÂKE:
Anlayıcı kuvvet, akıl
Akıl, bir kuvve-i derrâkedir İyiyi kötüden, fâideliyi zararlıdan ayırmak için yaratılmıştır (Bkz Kuvve-i Âlime) (Abdülhakîm Arvâsî)

KÜBREVİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin tasavvuftaki yolu Yaptığı bütün münâzaralarda gâlib geldiği için kübrâ (büyük) lakabıyla meşhur olmasından dolayı, bu yola Kübreviyye denmiştir
Ebû Necîb-i Sühreverdî hazretlerinden tasavvuf ilmini öğrenen Necmeddîn-i Kübrâ'nın kurduğu Kübreviyye yoluna pekçok kimse girdi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin babası Sultan-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled ile Ferîdüddîn-i Attâr'ın hocaları Mecdüddîn Bağdâd î, Baba Kemâl Cündî, Semnan pâdişâhının oğlu Rükneddîn Ahmed Alâüddevle, Kübreviyye yolunda ilerleyerek yükselmişlerdir (Molla Câmi)
Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri, tasavvufa dâir yazmış olduğu "Usûl-i aşere" adlı kitâbında Kübreviyye yolunun esaslarını şu şekilde açıklamıştır: Allahü teâlâya kavuşmak arzûsunda bulunan ve bu yolda ilerlemek isteyenlerin yollarının temeli on esâsa ba ğlıdır Bunlar; tövbe (günahlara pişman olmak), zühd (dünyâya gönül bağlamamak), tevekkül (her işinde Allahü teâlâya güvenmek), kanâat (yemek-içmek husûsunda elde bulunan ile yetinmek), uzlet (insanlardan uzak olmak), devamlı zikir (Allahü teâlâyı an mak), teveccüh (tamâmen Allahü teâlâya yönelmek), sabır, murâkabe (nefsini kontrol etmek ve nefsin hîle ve tuzaklarına karşı uyanık bulunmak), rızâ (nefsin arzularını terk ederek, Allahü teâlânın hiçbir hükmüne îtirâz etmemek) dır (Necmeddîn-i Kübrâ)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #88
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




KÜÇÜK GÜNAH:
Fitne çıkarmak, adam öldürmek, zinâ etmek gibi büyük günahlara göre daha küçük sayılan günahlar, yasaklar, mekrûhlar (Bkz Sağîre)
Tahrîmen (harama yakın) mekrûh işlemek küçük günahtır Küçük günâha devâm etmek, büyük günah olur (İbn-i Nüceym)
Küçük günâhı işlemekte ısrar etmek büyük günâhtır (Muhammed İznikî)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir zerrecik (çok az) bir günâhtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir" Günâhların hepsi, Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür Fakat bâzısı, bâzısın a göre küçük görünür Günâhlardan kaçınmak ise herkese farzdır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Haramları, büyük günâh ve küçük günâh diye ikiye ayırmışlar ise de, küçük günâhlardan da, büyük günâh gibi kaçınmak, hiçbir günâhı küçümsememek gerekir Çünkü Allahü teâlâ intikam alıcıdır İstediğini yapmakta hiç kimseden çekinmez Gazâbını, düşmanl ığını günâhlar içinde gizlemiştir Küçük sanılan bir günâh, intikâmına, gadabına sebeb olabilir (Muhammed Rebhâmî)

KÜÇÜK HAVUZ:
Hanefî mezhebine göre alanı yirmi beş metrekâreyi bulmayan havuz (Bkz Havz)

KÜFR (Küfür):
Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmeme k
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Muhakkak ki, küfre varanları, azâb ile korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir Onlar îmân etmezler (Bekara sûresi: 6)
(Fir'avn ve kavmi) küfür üzere ısrâr edip, âyetlerimizi yalanladıkları ve onlara kulak asmayıp gâfil bulundukları için biz de kendilerinden intikam almak diledik ve hepsini denizde boğduk (A'râf sûresi: 136)
Küfürden başka hiçbir günâh, hasenâtın sevâblarının hepsini yok etmez Günâh olduğuna inanmayıp İslâmiyet'e ehemmiyet vermeyerek haram işlemek ve küfre, dinden çıkmağa sebeb olan işleri yapmak, sevâbların hepsini yok eder (Muhammed Hâdimî)
Küfr, nefs-i emmârenin hevâ ve heveslerinden (arzu ve isteklerinden) doğar Küfürden teberrî (uzak durmak) İslâm'ın şartıdır (İmâm-ı Rabbânî)
Bir müslümanın bir sözünden veya bir işinden yüz şey anlaşılsa, bunlardan doksan dokuzu küfre sebeb olsa ve biri müslüman olduğunu gösterse, bu bir şeyi anlamak, onu küfürden kurtarmak lâzımdır (İmâm-ı Birgivî)

Küfr Alâmetleri:
Kâfirlerin ibâdet olarak yaptıkları ve kâfirlik alâmeti olan şeyler
Küfr alâmetlerinden bâzıları; zünnâr, haç ve mecûsî serpuşudur Küfr alâmetleri âdet olup, müslümanlar arasında yayılırsa, İslâm âdeti olmaz Küfür alâmeti olmaktan çıkmaz Zünnâr takan, kâfir olur, dinden çıkar (Şehzâde Muhammed)
Müslüman olmayanların, ibâdet diye yaptıkları şeyler ile küfür alâmeti olan ve İslâmiyet'i inkâr etmek ve inanmamak alâmeti olan ve tahkîr edilmesi vâcib (lâzım) şeyleri yapan kâfir olur (Ahi Çelebi, Dâmâd)

Küfr-i Cehlî:
İşitmediği, düşünmediği için, Allahü teâlâya ve inanılması lâzım olan şeylere inanmamak
Küfr-i Cehlîye düşen kimsenin îmânı ve nikâhı bozulmaz Yalnız tövbe ve istiğfâr yâni tecdîd-i îmân etmesi, îmânını tâzelemesi ihtiyâtlı olur (Hâdimî)

Küfr-i Cühûdî:
Allahü teâlâya, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş, inanılması lâzım olan şeylere inanmamakta bilerek inâd etmek
Küfr-i cühûdî, kibirden, mevkı sâhibi olmayı sevmekten veya ayıplanmaktan korkmaktan hâsıl olur Fir'avn'ın ve ona tâbi olanların küfrü böyle idi (Muhammed Hâdimî)

Küfr-i Hükmî:
İslâmiyet'in îmânsızlık alâmeti dediği sözleri söylemek ve işleri yapmak
Akıllı, bilgili, edebiyatçı olduğunu göstermek için veya yanındakileri güldürmek, hayrete düşürmek, sevindirmek veya alay etmek için söylenen sözlerde küfr-i hükmîden korkulur Gadab, kızgınlık ve hırs ile söylenen sözler de böyledir Bunun için insa n, sözünün ve işlerinin nereye varacağını düşünmelidir Her şeyde dînini kayırmalıdır (Muhammed Hâdimî)

Küfr-i İnâdî:
Bilerek, inâd ederek kâfir olmak, küfr-i cühûdî
Küfr-i inâdî ile mürted (dinden çıkan) olanların, tövbe etmeleri için yalnız Kelime-i şehâdet söylemeleri kâfi değildir Küfre sebeb olan şeyden de tövbe etmeleri lâzımdır
Erkek veyâ kadın bir müslüman, âlimlerin söz birliği ile bildirdikleri bir sözün veya işin küfre sebeb olduğunu bilerek, ciddî olarak veyâ hezl, yâni güldürmek için söylerse veya yaparsa, mânâsını düşünmese dahi küfr-i inâdî olduğu için îmânı gider (Hâdimî)

Küfr-i Nifâkî:
Diliyle îmân ettiğini söyleyip, kalbiyle inkâr etmek İnanmamak
Küfr-i nifâkî üzere ölen kimse bağışlanmaz (Vâhidî)
Küfr-i nifâkî üzere olanın, inkârı gizli olduğundan, namazların sûretini yerine getirir Böyle olanın sûretâ (görünüşte) olan îmânı mûteber değildir (İmâm-ı Rabbânî)

KÜFRÂN-I NÎMET:
Nîmete nankörlük etmek Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak
İslâm dîninin emir ve yasaklarına uymak şükür, uymamak küfrân-ı nîmettir (İmâm-ı Rabbânî)
İnsanın düşünmesi ve Allahü teâlâdan aralıksız olarak kendisine gelen nîmetleri görmesi, bilmesi ve bunun netîcesi olarak da, şükrü kendine vâcib bilmesi lâzımdır Nîmetler bu yolla artar Ancak insanların çoğu kendini nîmet içinde gördükleri hâlde k üfrân-ı nîmette bulunurlar Nitekim Allahü teâlâ bundan haber veriyor ve Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Biz insana (sağlık ve genişlik gibi) nîmet verdiğimiz zaman, Allahü teâlâyı anmaktan yüz çevirip, uzaklaşır Ona fenâlık dokununca da pek ümidsiz olur (Allahü teâlânın ihsânından ümîdini keser) " buyuruyor (İsrâ sûresi: 83) (Muhammed Rebhâmî)

KÜFV (Küfüv):
Eş, denk Evlenecek kız ile erkeğin din bilgileri, takvâ (haramlardan kaçmak), neseb (soy), mevki ve servet bakımından denk olması
Yâ Ali! Üç şeyi geciktirme! Namazı evvel vaktinde (girince) kıl! Hazırlanmış cenâzenin namazını hemen kıl! Dul veya kızı küfvü isteyince hemen ver (Hadîs-i şerîf-Eşi'ât-ül-Lemeât)
Namaz kılmanın birinci vazîfe olduğuna inandığı hâlde, tembellik ederek kılmayan kişi fâsık (büyük günâh işliyen) olup, sâlihâ (dînine bağlı) kızın küfvü değildir (Ömer Nesefî)
Kadını, kızı küfvüne vermek lâzımdır Küfüv zengin olmak, maaşı çok olmak demek değildir Küfüv olmak, erkeğin sâlih (dînine bağlı) müslüman olması, Ehl-i sünnet îtikâdında (doğru îmân sâhibi olması), namaz kılması, içki içmemesi, yâni İslâmiyet'e uy ması ve nafaka kazanacak kadar iş sâhibi olması demektir Erkeğin böyle küfv olmasını düşünmeyip de, zengin ve apartman sâhibi olmasını isteyenler, kızlarını felâkete sürüklemiş, Cehennem'e atmış olurlar Kızın da namaz kılması, tesettüre (örtünmeye) dikkat etmesi lâzımdır (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)

KÜLLÎ İRÂDE:
Allahü teâlânın başlangıcı ve sonu olmayan irâde (dileme) sıfatı (Bkz İrâde)

KÜN EMRİ:
Allahü teâlânın yaratmayı dilediği şeylere "Ol!" emri (Bkz Emr)

KÜRSÎ:
Allahü teâlânın azameti, kudreti ve büyüklüğünü gösteren ve Arşın altında olduğu bildirilen Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlıklardan biri
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
O'nun (Allahü teâlânın) Kürsîsi, göklerden ve yerden geniştir (Bekara sûresi: 255)
Kürsî, âlem-i halktan (madde âleminden) olup, göklerden ayrı olarak yaratıldığı için, bu altı günün dışında yaratılması lâzım gelir Nitekim, âlem-i halktan olan su, altı günün dışında ve daha önce yaratıldı (Ahmed Fârûkî)
Yedi kat gök, yedi kat yer, Arş ve Kürsî, var olan ne varsa hepsi, Allahü teâlânın kudretindedir; O'nun emrine boyun eğmiştir O'ndan başka kimsenin elinde bir kuvvet yoktur Allahü teâlânın, yaratılmışlardan hiçbir yardımcı ve ortağı yoktur (Sâvî, Kurtubî)

KÜRSÜF:
Evlenmemiş (bâkire) kızların yalnız hayz zamânında, evli veya dul kadınların ise her zaman, edep yerine koydukları ve koku sürdükleri bez veya saf nebâtî pamuk
Kadınların kürsüf kullanmaları ve buna koku sürmeleri müstehâbtır (iyidir) (Halebî)

KÜSÛF NAMAZI:
Güneş tutulduğunda en az iki rek'at olarak cemâatle kılınan namaz
Peygamber efendimiz, husûf (ay tutulması), küsûf zelzele, şiddetli rüzgârlar, devamlı yağmur, yakıcı yıldırımlar, korkunç karanlık, korkunç sel, salgın hastalıklar ve korkulu, üzüntülü zamanlar için buyurdular ki: "Bu gibi felâketleri gördüğünüz zaman namaza sarılın" (M Zihni Efendi)
Hicretin onuncu yılında Peygamber efendimizin bir buçuk yaşındaki oğlu İbrâhim'in vefâtı sırasında güneş tutulmuştu Bunun İbrâhim'in vefâtı için olduğunu söyliyenlere karşı cevâben cemâatle iki rek'at küsûf namazı kıldıktan sonra; "Güneş ve ay, cenâb-ı Hakk'ın âyetlerindendir Hiç kimsenin vefâtı yâhut hayâtı için tutulmazlar" buyurdu (MZihni Efendi)
Küsûf namazı ezânsız, kâmetsiz ve hutbesiz olarak kılınır Kırâet (okuma) uzun olur (Dört rek'atte müsebbihatten dört sûre okunur Müsebbihat yedi sûredir Benî İsrâil, Hadîd, Haşr, Saf, Cum'â, Tegâbün ve A'lâ sûreleridir) Rükû ve secdelerle edâ ed ilir Namazdan sonra güneş açılıncaya kadar duâ edilir Cemâat âmin der (Senâullah Dehlevî)

KÜTÜB-İ SÂLİFE:
Allahü teâlâ tarafından, Peygamber efendimizden önce gelmiş olan peygamberlere gönderilen fakat sonradan tahrif edilmiş, değiştirilmiş olan ilâhî kitablar Bunlara semâvî kitablar da denir
Kütüb-i sâlifeden bildirilenler, Kur'ân-ı kerîm ile yüz dörttür Bunlardan on suhuf (forma) Âdem aleyhisselâma, elli suhuf Şis (Şit) aleyhisselâma, otuz suhuf İdrîs aleyhisselâma, on suhuf İbrâhim aleyhisselâma indirildiği meşhûrdur Tevrat, Mûsâ ale yhisselâma, Zebûr kitâbı Dâvûd aleyhisselâma, İncîl kitâbı Îsâ aleyhisselâma ve Kur'ân-ı kerîm Muhammed aleyhisselâma nâzil olmuş, indirilmiştir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Kur'ân-ı azîm-üş-şânın mûcize taraflarından en kuvvetlisi fenlere, ilimlere âit olan âyetlerdir Kütüb-i sâlife baştan başa okununca, görülecek ki, Kur'ân-ı kerîmdeki tıb, astronomi, hikmet (fizik-biyoloji), teşrih, kimyâ, nebâtat (botanik), yerin ta bakalarına âit âyetlerin hiçbirisi onlarda bulunmamaktadır Asırlar sonra keşf edilen bir şeyin, Kur'ân-ı kerîme uygunluğundan büyük mûcize tasavvur olunabilir mi? (Erzurumlu Hoca Muhammed Nusret)

KÜTÜB-İ SİTTE:
Altı kitab Kur'ân-ı kerîmden sonra, İslâm dîninin ikinci kaynağı olan hadîs-i şerîfleri ihtivâ eden ve doğruluğu İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilen altı hadîs kitâbının hepsine birden verilen ad Bunlar; İmâm-ı Buhârî'nin Sahîh-i Buhârî'si, İmâ m-ı Müslim'in Câmi'us-Sahîh'i, İmâm-ı Mâlik'in Muvattâ'ı (veya İbn-i Mâce'nin Sünen'i), İmâm-ı Tirmizî'nin Sünen'i, Ebû Davûd Süleymân'ın Sünen'i, İmâm-ı Nesâî'nin Sünen'idir
Müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden mânâ çıkarabilen derin âlim) olabilmek için, bilinmesi gereken ilimlerden birisi de; Kütüb-i sitte'deki ve diğer hadîs kitablarındaki yüz binlerce hadîsi ezberden bilmek ve her hadîsin ne zaman ve ne için buyrulduğunu ve mânâsının ne kadar genişlediğini ve hangi hadîsin diğerinden önce veya sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu hâdiseleri ve hangi vak'a ve hâdiseler üzerine buyrulduğunu ve kimler tarafından nakl olunduğunu ve nakleden kimselerin ne hâlde ve ahlâkta olduklarını bilmek lâzımdır (Abdülhakîm Arvâsî)
Hazret-i Ebû Bekr zamânında, beyt-ül-mâl emîni olan hazret-i Ömer, İbn-i Âbidin'de yazılı âyet-i kerimeyi ve Kütüb-i Sitte'nin hepsinde bulunan Mu'âz hadîsini okuyarak, müellefe-i kulûb olanlara zekât verilmesini Resûlullah nesh etmiştir dedi Halîfe ve Eshâb-ı kirâmın hepsi bunu kabûl ederek nesh edilmiş olduğuna ve artık bunlara zekât verilmemesi için icmâ hâsıl oldu (M Sıddık Gümüş)
Buhârî, Müslim ve Kütüb-i Sitte'den olan diğer dört kitabda yazılı binlerce hadîs-i şerîfin sahîh oldukları, bunlardan sonraki âlimlerin sözbirliği ile bildirilmiştir (MSıddîk bin Saîd)
Bâzı âlimler Kütüb-i Sitte'yi sayarken İmâm-ı Mâlik'in Muvattâ'ı yerine İbn-i Mâce'nin Sünen'ini sayarlar (Taşköprüzâde)
İbâdet ve ahkâm bilgileri hadîs kitaplarından kolay anlaşılmaz Ahkâm, helâl, harâm olan şeyler demektir Hadîs kitaplarının en sağlamı Buhârî, Müslim ve Kütüb-i Sitte'nin diğer dört kitabıdır (Hâdîmî)
Muhammed aleyhisselâmın, peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildiren yüzelli hadîs-i şerîf vardır Bunlardan otuz kadarı Kütüb-i Sitte'de yazılıdır Îsâ aleyhisselâmın gökten ineceği de zarûrî bilinmektedir Bunlara inanmayan kâfir olur (Enverşah Keşmirî)
Mezhebsizler, bâzı hadîs-i şerîflere karşı gelir Bunları haber verenler arasında, nasıl oldukları iyi bilinmeyen kimseler var derler Onlara deriz ki, sonra gelenlerin bilmemeleri, önce gelenlere kusur olmaz Bu hadîs-i şerîfler Kütüb-i Sitte'de yok tur derlerse, hadîs-i şerîflerin sayısı, Kütüb-i Sitte'de bildirilmiş olanlar kadar değildir Başka hadîs kitaplarında da sahîh hadîslerin bulunduğu sözbirliği ile bildirilmiştir (Abdülhakîm Arvâsî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #89
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




KELÎMULLAH:
"Allahü teâlânın kendisiyle konuştuğu zât" mânâsına Mûsâ aleyhisselâmın lakabı
Muhammed aleyhisselâm, Habîbullah (Allahü teâlânın sevgilisi)dır İbrâhim aleyhisselâm, Halîlullah (Allahü teâlânın dostu)dır Mûsâ aleyhisselâm, Kelîmullah'tır Îsâ aleyhisselâm Kelimetullah'tır (Ahmed Cevdet Paşa)
Hazret-i Mûsâ Kelîmullah, Tûr'a giderken; yolda namaz kılıp, Hakk'a ağlayıp, inleyen gözünden akan yaşı kan ile karıştırıp duâ eden bir zâta rastladı Mûsâ Kelîmullah Allahü teâlâya yalvarıp bu zâtın affedilmesini dileyince, Allahü teâlâdan nidâ geli p; "Yâ Mûsâ! Ben bu zâtın namazını ve duâsını kabûl etmem Zîrâ üstüne giydiği elbiseyi haram karışmış para ile aldı" buyurdu (Süleymân bin Cezâ)

KEMÂL:
Olgunluk, mükemmellik, eksiksiz olma, fazîlet
Kemâl, doğru konuşmak ve doğrulukla iş görmektedir (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Sünnetlerin farzları tamamlayacağından maksat; farzlar yapılırken bunların kemâllerine sebeb bir şey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur (Abdülhâk-ı Dehlevî)
Namazın kemâl mertebesinde kabûl olmasının şartı; haramlardan sakınmak ve huşû (Allahü teâlâdan korkmak) ve mâlâyânîyi (dünyâ ve âhiretine fâidesi olmayan şeyleri) terke ve ezân-ı Muhammedî okunduğu vakit her işi bırakarak cemâate devâm etmeye bağlıd ır (Muhammed binKutbüddîn İznikî)

Kemâl Sıfatları:
Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatlar da denilmektedir
Her varlık, Allahü azîm-üş-şân'ın kemâl sıfatlarından bir eserdir (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Allahü teâlânın kemâl sıfatları, Allahü teâlânın zâtı ile kâimdirler, yâni ebedîdirler Allahü teâlânın bu sıfatlarının künhü (hakîkati) anlaşılamaz Çünkü sonradan yaratılan, sınırlı, zamanlı ve mekânlı olan; mahlûk olmayanı, sınırsız, zamansız ve m ekânsız olanı anlayamaz (Kâdızâde Ahmed bin Muhammed Emîn Efendi)

KEMÂLÂT:
Olgunluklar, fazîletler, ahlâk ve huy güzellikleri
Allahü teâlâ evliyâ kullarını öyle saklamıştır ki, kendileri bile kalblerindeki kemâlâttan habersizdir Nerede kaldı ki, başkaları onların hâlini bilsin (İmâm-ı Rabbânî)

Kemâlât-ı Nübüvvet:
Peygamberliğe âit üstünlükler olup, evliyâlığın çok yüksek makamlarından biri
Bir İslâm büyüğü, Allahü teâlânın ihsânı ile şerî'atin (İslâmiyet'in) hakîkatine kavuşur, İslâm-ı hakîkî ile şereflenirse, peygamberlere tam uymakla, o büyüklere vâris olarak Kemâlât-ı nübüvvetten pay alabilir O yüksek derecenin nîmetlerini bol bol elde edebilir (Şeyh Şihâbüddîn)

Kemâlât-ı Vilâyet:
Evliyâlığa âit üstünlükler, olgunluklar
Kemâlât-ı nübüvvet (peygamberlik kemâlâtı) kemâlât-ı vilâyetten çok üstündür Kemâlât-ı vilâyetteki ilerleme, nübüvvetteki ilerlemenin bir sûreti, görünüşüdür (İmâm-ı Rabbânî)

KEMEND-İ MAHBÛB-İ İLÂHÎ:
Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar
Belâ, kemend-i mahbûb-ı ilâhîdir Âşıkları mahbûba (sevgiliye) döndürüp, ondan başkasına yönelmelerine mâni olur (Ahmed Fârûkî)

KEN'AN DİYÂRI:
Sayda, Sûr, Beyrût, Filistin ve Sûriye'nin bir kısmını içine alan ve Fenike denilen bölge Nûh aleyhisselâmın torunu ve Hâm'ın oğlu Ken'an burada yaşadığı için Ken'an diyârı denilmiştir
Yâkûb aleyhisselâm Ken'an diyârı ahâlisine (halkına) peygamber olarak gönderildi Ken'an diyârına yerleşip o beldedeki insanları Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeğe dâvet etti Kendisi ve oğulları için evler yaptırdı Ken'an diyârı ahâlisinden çok k imse ona îmân etti Ken'an diyârını idâre eden Şüceym bin Dârân adındaki kral, Yâkûb aleyhisselâma karşı çıktıysa da başarılı olamadı Yâkûb aleyhisselâm, oğlu Yûsuf aleyhisselâm Mısır'a mâliye nâzırı (bakanı) olunca, diğer oğulları ve torunlarıyla birlikte Ken'an diyârından ayrılarak Mısır'a gitti ve ömrünün sonuna kadar orada yaşadı (Taberî, İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde)

KERÂHET:
İğrenme, tiksinme, istememe Harama yakın olma veya yapılmaması iyi olma Dinde terk edilmesi iyi olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması Kerâhet, tahrîmiyye ve tenzîhiyye olmak üzere iki kısımdır (Bkz Mekrûh)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #90
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Kerâhet Vakitleri:
Namaz kılmak tahrîmen mekruh yâni haram olan vakitler Güneş doğarken, batarken, gündüz ortasında iken
Kerâhet vakti olan üç vakitte başlanan farzlar sahih olmaz Bu üç vakitte başlanan nâfileleri bozmalı Başka zamanlarda kazâ etmelidir Bu üç vakit: Güneş doğarken, batarken ve Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerinde, yâni gündüz ortasında ikendir Burada gün eşin doğması, üst kenarının ufkundan görünmeye başlayıp, bakılamayacak kadar parlamasına (İşrak vaktine) kadar olan zamandır Güneşin batması da, tozsuz, dumansız, berrak bir havada, ziyânın geldiği yerlerin veya kendisinin bakacak kadar sararmağa ba şladığı vakitten batıncaya kadar olan zaman demektir Güneş batarken yalnız o günün ikindi namazı kılınır (M Sıddîk Gümüş)

Kerâhet-i Tahrîmiyye:
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak Harama yakın mekruh (Bkz Tahrimen Mekrûh)

Kerâhet-i Tenzîhiyye:
Yasak olmasına kuvvetli ve açık bir delil bulunmayan ancak yapılması iyi olmayan şeyler Helâle yakın mekrûh (Bkz Tenzîhen, Tenzîhî Mekruh)

KERÂMET:
İkrâm, üstünlükHangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı, yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler
Velîden meydana gelen kerâmet, tâbi olduğu peygamberin mûcizesidir Kerâmet ya kâinât içindeki maddî şeylerle yâhut rabbânî ilim ve mârifetlerle ilgili olur İkinci kısım kerâmetler daha yüksektir (Abdülhakîm Arvâsî)
Kerâmet, evliyâlık için şart değildir Yâni kerâmetin velîlerde mutlaka bulunması şartı yoktur Hârikulâde haller, bâzan hâli dîne uygun olmayan kimsede de görülebilir ki bu istidrac veya sihir (büyü) yoluyla olur Buna kerâmet denmez Çünkü kerâmet dînin emirlerine uyup, yasaklarından sakınan kimseden meydana gelir İstidrac, nîmet gibi görünen, aslında sâhibi için, felâket olan hârikulâde hallerdir (Abdülhakîm Arvâsî)
Bütün hârikulâde haller ya istiyerek meydana gelir veya istemeyerek İstemeyerek meydana gelenlerde kerâmet sâhibi çok mahcûb olur ve kendini gizlemeye çalışır İstiyerek meydana gelen kerâmet eğer din için faydalı olacaksa, izhârı gösterilmesi câizd ir Din için faydalı değilse, kerâmet sâhibi onu göstermeye aslâ teşebbüs etmez (Muhyiddîn İbn-ül-Arabî)

KEREM:
Cömertlik, severek verme
Her kim ihtiyâcından fazla bir suyu, muhtaç olanlardan esirgerse, Kıyâmet gününde Allahü teâlânın kerem ve ihsânına kavuşamaz (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Allahü teâlâ öyle bir ihsân sâhibidir ki, kerem ve ihsânlarını dost ve düşman herkese saçmaktadır (İmâm-ı Rabbânî)

KERÎM (El-Kerîm):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Kudreti (gücü) var iken affeden, vâd ettiğini yapan, vermesi ve ihsânı (lütfu) bol olan, ümîd edilenin üstünde olan, ne kadar verdiğini ve kime verdiğini hesâb etmeyen, kendisine sığınanı ko ruyan ve isteyeni zenginleştiren
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey (öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfir) insan! Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan ne? ("Dilediğini yap; çünkü Rabbin kerîmdir Kimseyi azâba uğratmaz, cezâda acele de etmez" diyen şeytan mıdır?) (İnfitar sûresi: 6)
Ey Allah'ım! Sen affedicisin, Kerîmsin, affı seversin, beni affeyle (Hadîs-i şerîf-Tergîb vet-Terhîb)
Allahü teâlâdan yüksek dereceler isteyin Zîrâ O, kerîmdir (Hadîs-i şerîf-İhyâ-ül-Ulûm)
2 Muhterem, cömert, büyük zât Herkese faydalı işleri yapmak
Kerîmler ile yapılacak her iş kolay olur (İmâm-ı Rabbânî)
Kerîmler sofrasında ehil ile nâ-ehil aynıdır Yâni kâbiliyetli olanlarla kâbiliyetsizler aynıdır (Mevlânâ Hâlid)

KERÛBİYÂN:
Azâb meleklerinin büyükleri Kerûb kelimesinin Farsça çoğul şeklidir Arabî çoğul şekli ise Kerûbiyyûn'dur
Kerûbiyân, meleklerin havâssı, yâni üstünlerindendir Bu ve Cebrâil, İsrâfil, Mikâil, Azrâil gibi büyük melekler, peygamberlerden başka, bütün insanlardan daha üstündür Müslümanların sâlihleri (iyileri) ve velîleri (sevdiği kullar), meleklerin avâmı ndan yâni aşağılarından daha üstündür Meleklerin avâmı (aşağı derecede olanları), insanların fâsıklarından yâni açıktan günâh işliyenlerinden daha üstündür (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

KESB:
1 İnsandaki seçme hareketi, istek, ihtiyâr İsteğin uygulama safhasına sokularak ortaya konulması
İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbidir Yâni o iş kendi kudreti ve irâdesiyle olmuştur Fakat o işi yaratan, yapan, Allahü teâlâdır Kesbeden kuldur O halde İnsanların ihtiyârî işleri, isteyerek yaptıkları şeyler insanın kesbi ile Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyârı (yâni beğenmesi) olmasa, o iş, titreme şeklini alır (Mîdenin, kalbin hareketi gibi olur) Hâlbuki, ihtiyârî hareketlerin, bunlar gibi olmadığı meydandadır Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı hâlde, ihtiyârî hareketlerle, titreme hareketi arasında görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir Allahü teâlâ kullarına merhâmet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kastlarına, arzularına tâbi kılmışt ır Kul isteyince, kulun işini Allahü teâlâ dilerse yaratmaktadır Bunun için de kul mes'ûldur İşin sevâbı ve cezâsı kula olur (Bkz İrâde) (İmâm-ı Rabbânî)
2 Kazanmak, kazanç
Kesb, malı arttırır Fakat rızkı arttırmaz Rızık mukadderdir Kendine, evlâdına ve ıyâline ve borçlarını ödemeğe lâzım olanları kesbetmek farzdır Kendinin ve çoluk çocuğunun ihtiyâçlarını helâlinden kesbetmek, kimseye muhtaç olmamak cihâd etmektir (İmâm-ı Gazâlî)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.