Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikayeleri, ibretlik, osmanli, yaşanmiş

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #61
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



ALLAHÛ TEALÂ’NIN GÖNDERDİĞİ PARA

Zihni Paşa Maliye Nazırı iken, Mühürdar Hafız Said Efendi’yi karşısına alır, kağıtları beraber çıkarırlarmış Bir gün saraydan, acele on beş bin altın gönderilmesi için Padişah’ın iradesi gelir Merkez hazinesinde bu kadar para yoktur Zihni Paşa alışkanlığı üzere sağa sola sallanarak söylenmeye başlar:

- Ah Said Efendi, gör bak Said Efendi Nereden bulacağız Said Efendi?

Said Efendi, karşısında sallanarak konuşan Zihni Paşa’ya dervişâne bir cevap verir:

- Hele telaş etmeyin Paşa Hazretleri Cenab-ı Hak gaip hazinesinden gönderir!

Zihni Paşa bu teselliyi duymazdan gelerek sallanmaya devam edip:

- Ah ne yapacağız Said Efendi? Vah Said Efendi, diye sızlanmaya devam ederken, Aydın Defterdarlığı'ndan bir telgraf, görevli tarafından masanın üzerine bırakılır Telgrafta vilayet tahsilatından yirmi bin altın gönderildiği yazılıdır

Zihni Paşa şaşkın şaşkın bir telgrafa, bir Said Efendi’ye bakarak:

- Said Efendi, bu derdin böylece halledileceğini nereden bildin?

Said Efendi Maliye Nazırına acı bir tebessümle şöyle cevap verir:

- Bunu bilmeyecek ne var Paşa Hazretleri? Kaç asırdır bu memleketin bütün dertleri sadece Allah’ın lütfu ile halledilir Bir ülkede liyakatli insanlar kalmadı mı, Allah’ın merhameti başlar Bu da bir ilâhi cezadır, ama bizler anlamayız

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #62
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



EBDAL KUMRAL VE HIZIR ALEYHİSSELÂM

Ebdal Kumral, tefekkür halindedir Birden yanında Hızır Aleyhisselâm beliriverir! Osman Gazi’yi kastederek “O yiğidin istikbali çok parlak” der, “Var bul onu ve müjdeyi ver!”
-Nasıl bir müjde?
-Yakında rüyâsını görür!
Ebdal Kumral, dergâha koşar Vardığında sohbet başlamıştır Bir köşeye sokulur, diz çöker Bakın şu işe ki Osman Gazi de oradadır Genç mücahîd kelimesini kaçırmadan şeyhini dinlemektedir

“Toprağa bağlanın!”

Edebâlî Hazretleri “Toprağa bağlanın!” der, “Su kullanın, ağaç dikin, bahçelerinizi elden geçirin” (Bunlar bu coğrafyada kalıcı olduklarına dair işaretlerdir) “Fukaraya sahip çıkın, âlimlere hürmet edin
Gecenin ilerleyen saatlerinde Osman Gazi el öper, müsaade ister Edebâlî hazretleri gözlerini kısar, geceyi dinler Sonra nedendir bilinmez “Sabah ola hayrola” der, “gelin kalın burada!”

Bu diyarda ona itiraz ne mümkündür “Başüstüne” der, baş eğerler
Derhal döşekler serilir Osman Gazi ayağını uzatıp yatamaz Zira odanın duvarında Mushaf-ı Şerîf asılıdır Bir köşeye bağdaş kurar, tesbihi ile baş başa kalır Ama bir ara içi geçer, Edebâlî Hazretleri'nin göğsünden çıkan bir nurun kendini kuşattığını görür Sonra vücudu çınara döner Dallanıp budaklanır ve çok büyür Yaprakları bulutlara varır, kökleri kıtaları tutar Dağlar ovalar, nehirler, şehirler İnsanlar bölük bölük gelir gölgesine girerler Huzurlu ve neşelidirler

Osman Gazi rüyânın heyecanıyla gelir kendine Müezzinin yanık sesi odayı doldurur Mescide geçerler Osman Gazi rüyânın tesirindedir hâlâ Ebdal Kumral sorar “Ne oldu sana?”
-Bir rüya gördüm hocam Garip bir rüya!
-İyi ya, işte fırsat Şeyhimize arzeyle!

“Doğru söylüyorsun!”

Osman Gazi, mahçup mahçup rüyâsını anlatır Edebâlî Hazretleri kısa bir tefekkürün ardından “Ey oğul Sana müjdeler olsun!” der, “Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ Hatun) Seni kuşatması evleneceğinize işarettir Ağaca gelince: Sen büyük bir devlet kuracaksın Evlatların adaletle hükmedecekler Allahü Teâlâ seni ve neslini insanların İslâm’la şereflenmesine vesile edecek

Ebdal Kumral heyecanlıdır “Vallahi doğru söylüyorsun!” der: “Hızır Aleyhisselamın bildirdiği müjde bu olmalı!”

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #63
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



Tarihçi Mustafa Armağan Karabekir'in 'yakılan hatıratı'ndaki Vahdettin'i yazdı:

YAKILAN HATIRATTA "VAHDETTİN"

'İstiklal Harbi’nin Esasları'nın 1933’teki rötuşlanmamış, 'yakılan' baskısında Kâzım Karabekir tarafından Vahdettin’le yaptığı görüşme nasıl anlatılmış?

Geçtiğimiz salı günü “Zaman”ın Yorum sayfasında çıkan “Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı” başlıklı yazım, “Vatan” gazetesinde “Zaman’ın Ata’ya oyunu” gibi akıllara zarar bir başlıkla sunuldu

Gerçi bunlara alışık olmak gerekir, zira ortaya koyduğum bilgi ve belgeler birçok çevreyi rahatsız edici nitelikteydi

Yazıda muhtemelen ancak uzmanların fark edebileceği bazı orijinal bilgiler veriyordum ve bence asıl bunların tartışılması gerekirdi Konu saptı, başka noktalara gitti Allah’tan ki, zihnî cevvaliyetini koruyan tarihçilerimiz hâlâ var İşte yakın tarih üzerine ezber bozan çalışmalarıyla tanınan Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç Dr Mustafa Budak yazımdaki o ‘yakılan ayrıntı’yı fark etti ve benden kaynağını sordu, zira kendisinin de fark ettiği gibi Karabekir’in Sultan Vahdettin’i anlattığı o satırlar başka kaynaklarda mevcut değildi

İşte Doç Budak’ın bu sorusundan yola çıkarak yazıda kısaca geçtiğim Karabekir-Vahdettin görüşmesini açmaya karar verdim (Bu konuda daha geniş bir yazıyı “Mostar” dergisinin aralık sayısına yazdım Meraklılarına duyurulur)

“İstiklal Harbi’nin Esasları”nın 1933’teki rötuşlanmamış, ‘yakılan’ baskısında Vahdettin’le yaptığı görüşme Kâzım Karabekir tarafından şöyle anlatılır:

“11 Nisan 1919 Cuma günü, padişahların en mühim mülâkat ve kabulleri yaptıkları cuma namazını takip eden saatlerdeki kabulün başında [ilk sırasında] idim Huzura girdiğim zaman, Sultan Vahidüddin ayakta idi ve hünkâr mahfilinin üstüne rastlayan genişçe salonun Marmara’ya hâkim pencerelerinden denizi seyrediyordu Yaver Fahri Bey’in delâletiyle huzura girdiğim zaman bana doğru döndü Samimiyet izhar eden bir jestle elimi sıktı Oturmamı irade etti Bu iradeyi tekrarından sonra oturdum, karşımdaki koltuğa yerleşti ve dedi ki:

-Sizi, şayan-ı itimad muhtelif yerler tezkiye ettiler Ne kadar da gençsiniz Siz kaç yaşında paşa oldunuz? Sizin sınıfınızdan kimler bu rütbededir?

Böyle bir suale intizar etmiyordum Şükranlarımı arz ettim ve sualini cevaplandırdım Gözlerini üzerimden ayırarak karşı kıyılar ufkunun teressüm ettiği sahile çevirdi Samimî olduğuna bugün de kâni olduğum bir sesle:

- Sizlerle ben ve memâlik-i şâhanem iftihar eder Merd, cesur, liyakatli kumandanlar, bu din ve devlet için daima medar-ı iftihar ve gurur olmuşlardır, dedi

Müteessir olmuştum Hangi “Memâlik-i Şahane” kalmıştı ortada? Biraz sükût oldu Sonra alâka ile sordu:

- Yeni vazifeniz hangi sahayı ihtiva ediyor?

Cevad Paşa’nın ikazını hatırladım Tek ve kısa cümle ile cevap verdim:

- Erzurum ve mıntıkasını Efendimiz Malum-u Şâhaneleri, Mütareke hükümlerine göre ordularımız ilga edilmiştir

Dikkatle yüzüme baktı ve koltuğunda doğrularak asıl sormak istediği suali sordu:

- Paşa… Mütarekenin ahkâmının tamamen tatbik edileceğine kâni misiniz?

Ben de heyecanlanmıştım: Benim, taa Mavera-yı Kafkas hududundan İstanbul’a gelerek gördüklerimi, Padişah nasıl olur da görmemiş ve bilmemiş olurdu? Mütarekenin hükümlerinin tamamen tatbiki, o muhteşem imparatorluğumuzun sonu olacaktı Sultan Vahidüddin’in sualinde, başka çare bulamamış insanların bir vicdan rahatı hükmü aramaları ihtimalini sezinlemiş oldum Cevad Paşa’nın ikazını bir ânda unuttum ve saklayamadığım, daha doğrusu saklamak ihtiyacını duymadığım heyecanımla şu cevabı verdim:

- Şevketmeâbım… Mütarekenin ahkâmı nasıl tatbik ediliyor, hadisat enzar-ı şâhaneleri önünde cereyan etmektedir Mütarekenin bilhassa yedinci maddesinin düşmanlarımıza her istedikleri şehir ve limanı işgal hakkı tanımasının istikbalde nasıl meş’um tatbikata mesned olacağı meçhuldür Bu meçhuliyet içinde milletimizin yegâne ümidi sevgili Hakanlarıdır Türklük ölmeyecek ve öldürülemeyecektir Tarihimizde bugünkü gibi tehlikeler pek çoktur Azimkâr padişahlarımızın namuskâr evlâtlarıyla yekvücut olarak bu tehlikeler her zaman yenilmiştir

Vahidüddin’in de derin bir tahassüs içinde olduğunu söyleyebilirim Gözlerini kapamıştı Neler düşünüyordu? Mütarekenin hükümlerinin düşmanlarımızın elinde istedikleri gibi tatbiki ile doğacak hazin ve feci neticeleri acaba tahmin edebiliyor muydu? Yine bir sükût vakfesi geçirdik Gözlerini açtı ve yüzüme dikkatle baktı:

- Paşa… Ben ve millet, sizlerden ümitliyiz, dedi Cevap verdim:

- İltifat-ı Şâhaneleri ebedî bir hiss-i minnetle medar-ı fahrimdir Bulunduğum cephelerde kumanda ettiğim kıt’alarla Türklüğün namını düşürmedim Fakat vatanımızın bu son darbeden kurtulmasına çalışabilecek bir mevkide bulunmadığımdan me’yusum

Başını salladı:

- Siz, çok uzaklarda idiniz Vazifenizi muvaffakiyetle yaptınız

Ayağa kalkmıştı Ben de derhal ayağa kalktım ve resm-i tazim vaziyetine geçtim Bu bahsin, kendisini huzursuz ettiği anlaşılıyordu Yavaş bir sesle kat’i kanaatını söyledi:

- Mütarekenin ahkâmının tamami-i tatbikinden gayrı çare yok Bakalım Cenab-ı Hak ne gösterecek? Hayır dualarım ve niyazlarım daima sizlerle beraberdir Berhurdar olunuz

- Kumandan ve asker evlatlarınızla bütün millet, zat-ı şahaneleri etrafında bir kalb ve bir kafa gibi toplanabilir Şevketmeâb, dedim

Ümitsizliği ve tereddüdü aşikârdı Elimi samimi bir tavırla ve uzunca sıktı Dışarıda yaveri Fahri ve Mustafa Kemal Paşalar vardı… Biz bir köşeye çekilerek sohbet ettik Halimde me’yusiyet ve melâl müşahede etmiş olacaklar ki, merakla, mülâkatın safhalarını sordular Olduğu gibi anlattım Mustafa Kemal, o günlerde bir küçük ameliyat geçireceğini, evden çıkmayacağını, beni beklediğini söyledi Zaten, aynı düşünebilen insanların bir araya gelmeleri ihtiyacını hepimiz derinden duyuyorduk Cafer Tayyar’ın [Eğilmez] Birinci Kolordu Kumandanı olarak Edirne’ye, Ali Fuad’ın [Cebesoy] Yirminci Kolordu Kumandanı olarak Ankara’ya gidişlerini ayaküzeri Mustafa Kemal’le görüştük Yavaş bir sesle:

- Sen Erzurum’a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel mesned noktası teşekkül ediyor, dedi

Karabekir’in anlattıkları burada bitiyor Şimdi yine soralım: Bizzat Karabekir ve Atatürk’ün ağzından “ümidimiz sizdedir” ve “devleti kurtarabilirsiniz” diyen bir Vahdettin nasıl hain olabiliyor? Yoksa Jean Genet’nin dediği gibi “Tarih, bizi çarpık çurpuk insanlar haline getirmek için düzenlenmiş bir aldatmaca”dan mı ibarettir?

(Mustafa ARMAĞAN - ZAMAN PAZAR)

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #64
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



"VEREN DE O ALAN DA O!"

Sultan Selîm Han Mısır’ı zaptettiği zaman, Cumâ namazını Ezher Câmiinde kıldı Namazı kıldıran hatîb için yüz altın bağışladı Bunu önceden öğrenen hatîb, o gün Cumâ namazını kıldırma sırası kendisinde olan diğer hatîb arkadaşından izin almıştı Nöbetini devreden hatîb, diğer arkadaşının altınlara kavuştuğunu görünce, söylenmeye başladı O sırada orada bulunan Abdülvehhâb-ı Şa’rânî aralarına girip, nöbetini veren hatîbe;

- Sana kısmet değilmiş

- Üzülme! Allahü Teâlâ bunu sana kısmet etmemiş, dedi O da;
- Rızkımın kesilmesine bu arkadaşım sebep olduğu için kızıyorum, dedi Şa’rânî hazretleri de;
- O sebep oldu görünüyorsa da, aslında sebep o değildir Arkadaşın ilâhî kudretin bir âletidir Adaleti kim hareket ettiriyorsa, hüküm onundur Yoksa âdaletin değildir Senin böyle söylemen, sopa ile dövülüp de sopayı vurana değil; sopaya kızan adamın hâline benziyor

“Savunacak halim yok!”
Hani sen her Cumâ hutbelerinde; “Vallahi veren de Allahü teâlâdır, alan da Yükselten de Allahü Teâlâ’dır, alçaltan da” demez miydin? Şimdi niçin bunun tersine göre hareket ediyorsun?” deyince, o hatîb;
- Üstâdım! Bu sözler karşısında âciz kaldım Hüccet ve isbâtlarınla beni susturdun, diyerek oradan ayrıldı

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #65
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



KURTULMAK İSTİYORSAN SULTANIMIZ'I ÜZME!

Yıldırım Bayezid, Niğbolu Zaferinde kazanılan gânimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister Mimarlar bugünkü Ulucami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir Ancak yaşlı bir kadıncağız bir “Evim de evim” feryadı tutturur ki sormayın! Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere “olmaz” der Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar Ama o direnir

Hesapta olmayan pürüz!

Sultan Bayezid, caminin yerini beğenmiştir Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar Kadılar “mal onun değil mi” derler, “satarsa satar, satmazsa satmaz!” Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid’in aklına damadı gelir Emir Sultan’ı bulur meseleyi anlatır Mübarek sadece tebessüm eder “Acele etme!” der, “Bir gecede neler değişmez?”

İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür Annenin çocuğundan kaçtığı bir dehşet anıdır! Kalabalıkta korkunç bir azab endişesi vardır O arada bir dalgalanma olur İnsanlar âlemlere rahmet olarak yaratılan Resulullah Efendimiz’in yanına koşarlar Şefaate kavuşan kavuşana Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecâli yoktur Ayakları vücudunu taşıyamaz, ıstırapla yerleri tırmalar Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar Feryad figan ağlamaya başlar

“Herkes gitti ben kaldım!”

İşte tam o sırada Emir Sultan’ı görür, “Herkes cennete gitti” der, “Ben bir başıma kaldım burada!” Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle sorar, “Kurtulmak istiyor musun?” Kadın nefes nefese cevap verir:

-Hiç istemez miyim?

-Öyleyse Sultanımızı üzme!

Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir Üstelik önüne konulan ücreti bağışlar camiye


KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #66
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



HZ DAVUD’UN (AS) KILICI


Mukaddes Emanetler Dairesi’nde Peygamber Efendimiz (SAV)’e bazı kutsal eşyaların yanı sıra diğer Peygamberlere ait bir takım kutsal eşyalar bulunmaktadır Hazreti Yusuf’un (as) sarığı, Hz Musa’nın (as) asası, Hazreti İbrahim’in (as) tenceresi, gibi geçmiş peygamberlere ait eşyalar bulunmaktadır Bunlardan en ilginç olanı da Hz Davud’un (as) kılıcıdır Bugün Topkapı Sarayı Müzesi'nin 21/137 numaralı envanterine kayıtlı olan bu kılıcın ilginç olmasının nedeni; yanında bulunan ve Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a girmesinden önce hazırlanmış olan kitabede kılıcın hikayesi anlatılmakta, şifreli olarak bu kılıcın Mısır’ı fethedecek Yavuz sultan Selim’e geçeceği, saltanatları müddetince onların elinde kalacağı daha sonra bir kaos döneminin olacağı nihayet kılıcın Hz İsa ve Mehdi’nin (as) eline geçeceği anlatılmaktadır


Bu emanetlerin gelişi hakkında ki rivayet ise şöyledir: "Çoğu geceleri uyumayan Yavuz Sultan Selim, hep nedimi Hasan Can ile kitap okuyup ilim konuşurlardı Hasan Can'ın uyuyakalıp padişahın hizmetine gidemediği gecenin sabahında Yavuz, Hasan Can'a sordu: İmdi ne düş gördün beyan eyle" Fakat sonradan anlaşıldı ki söz konusu rüyayı Hasan Can değil, Kapı Ağası Hasan Ağa görmüştü Rüyasını hemen padişahına anlatan Hasan Ağa, "Padişahım, rüyamda gecenin bir vakti kapı çalındı, kalabalık halde gelenler Arap elbiseli ve Arap simâlı şahıslardı Kapının yanında dört kişi durmaktaydı Kapıyı vuranın elinde ise sizin ak sancağınız bulunmaktaydı O bana dedi ki; 'Bu gördüğün Resul'ün Ashabı'dır Bizi gönderip buyurdu ki; Kalkıp gelsin! Haremeyn (Mekke ve Medine) hizmeti ona verildi Bu gördüğün dört kimseden bu Ebu Bekr-i Sıddık, bu Ömerü-l Faruk, bu Osman-ı Zinnureyn'dir Seninle konuşan ben ise Ali bin Ebu Talib'im Var Selim Han'a selam söyle'" dedi Yavuz Sultan Selim ise bu rüyayı yüzü kızararak ve gözyaşları içinde dinledi

Bu hadiseden sonra hazırlıklar tamamlandı ve Mısır seferine çıkıldı 20 Şubat 1517 Cuma günü Kahire'de Yavuz Sultan Selim adına hutbe okunmasıyla ise Mısır ve Hicaz artık Osmanlı Padişahı'nın yönetimi altına girdi

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #67
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



SOHBETİN TADINI ALIRSA SARAYDA DURAMAZ!

Büyük Velî Ebûl Vefa Hazretleri'nin Fatih’e karşı husûsî bir sevgisi vardır Bunu anlayan Fatih Sultan Mehmet günün birinde dayanamaz, Ebûl Vefa Hazretlerinin dergahına gider Ancak Ebûl Vefa Hazretleri “Hayır!” der, “Görüşmesek daha iyi!

Muammayı çözemezler!
Koca Sultan yüzgeri giderken, mübârek de hıçkırmaktadır Bir hüzündür çöker mekâna Talebeleri muammayı çözemezler Sıradan Rumların bile kıymet verilip, buyur edildiği bir tekkenin kapısı "Cihân Pâdişâhı"na neden açılmaz?

Nitekim içlerinden biri dayanamaz “Bağışlayın ama efendim” der, “Hem Hünkâr'ı üzdünüz, hem kendiniz üzüldünüz Bunun bir hikmeti olsa gerek?”

Mübârek “Doğru söylüyorsun” der, “Ama aramızdaki muhabbet vazifelerimizi unutturacak kadar fazla Eğer O, sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz Korkarım tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #68
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



450 YILLIK KAHRAMAN TÜRK AMİRALİ

Fırtına öncesi sessizlik hakimdi, Adriyatik’in sakin sakin salınan, derin lacivert sularında Kararlıydılar "Dur" demek gerekiyordu artık bu Türklere

302 gemi

2500 top

60 bin asker

Papa’nın eteğini öpen Andrea Doria, hazırdı

İspanyolu, Portekizlisi, Venediklisi, Cenevizlisi güçbirliği yapmış, Barbaros’u bekliyordu, Preveze’ye gömmek için

*

Geldi koca Hayrettin

3’te 1 kuvvetle

112 gemisi vardı sadece

800 top

15 bin levend

*

"Cesaret edemez" dediler

Etti

Yapmıştı planını Cepheden, göğüs göğüse dizilecek, saldırı anında "hilal" biçimine dönüşüp, öldürücü darbeyi sağ kanattan vuracaktı Çünkü zekasına en güvendiği adamını, manevi oğlunu, oraya koymuştu

Ve, gürledi toplar!

Vay anam vay

5 saat

Netice?

Canına okudu!

Andrea Doria, Osmanlı tokadının nereden geldiğini şaşırmıştı Tırıs tırıs kaçarken, 128 gemisi batmış, 29 gemisi esir düşmüş, 30 bine yakın askerini kaybetmişti

Zafer bizimdi

Akdeniz de

*

Bitirici darbeyi vuran, Barbaros’un o en güvendiği manevi oğlu, Edremit yakınlarındaki Kazdağı’nda doğmuştu Çocuk yaşta atıldı dalgalara Oruç Reis’in yanında pişti Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna Barbaros ile birlikte çıktı Amiral oldu

Çalışkan

Zeki

Kabiliyetliydi

Gözünü budaktan sakınmıyordu

Korku saldı yüreklere

Vuruştu devamlı

Aman vermedi

Bir ara, Korsika’da baskın yedi, esir düştü İzi kayboldu Arandı, tarandı 3 uzun yıl Hangi karanlık zindanda olduğu bilinmiyordu Barbaros, casuslarını gönderdi her yere Ve, öğrendi Cenova’da tutuluyordu Küreğe vurmuşlardı Barbaros, 100 parçalık armadasıyla gitti Cenova’ya, çağırdı şehrin valisini ayağına Adeta "suratına tükürür" gibi, haykırdı: "Ya verirsin, ya şehrini kafana yıkarım!"

Verdiler çaresiz

Barbaros, manevi oğlu için savaşı göze almıştı O kadar değerliydi O kadar güvenirdi ki ona, öz oğlunu bile ona emanet etmiş, yanına vermişti

*

Cezayir Sancakbeyi oldu İspanya’yı vurdu İtalya’yı vurdu Fransa’yı vurdu Tunus’a daldı Gitti, Fas’ı aldı "Fas Fatihi" unvanını da Osmanlı’yı Atlas Okyanusa’na açan, oydu

*

Derdi ki, Barbaros

"Andrea Doria, benden çok ona kin beslerdi Akıl almaz cüreti, görülmemiş zekası ve denizcilik dehasıyla, bütün kafir amirallerini yıldırmıştı"

Böyle derdi

Övünürdü onunla

*

O da çok vefalıydı ustasına karşı Emrindeki levendlere ezberletmişti, bağırtırdı hep coşkuyla

Deniz üstünde yürürüz

Düşmanı arar buluruz

Öcümüzü komaz, alırız

Bize Hayreddinli derler

*

Şerefiyle hizmet etti

Emekli oldu

Cezayir’de gözlerini yumdu

Adı Dünya tarih defterine, Akdeniz’e nam salan, titreten, şanlı Türk Amirali olarak kazındı

*

O, Salih Reis’ti 450 Yıllık Kahraman Türk Amirali

(Yılmaz ÖZDİL)

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #69
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



ÖYLE BİR SULTANA

Habib Baba, 4 Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır Yaşlıdır, fakirdir, gariptir Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir

Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak Bedenini de ruhuna denk kılmaktır

Fakat hamamcı Habib Baba'yı içeri sokmak istemez
"Bugün" der, "Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz"
Habib baba üzülür Rica, minnet eder, yalvarır
"Ne olursun" der, "kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım Bu tozlu bedenle Rabbim'e ibadet ederken utanıyorum Binbir dil döker Hamamcı ehl-i insaftır Dayanamaz Kabul eder Hamamın en sonundaki odayı göstererek
"Baba şu odada hızla yıkanıp çık, para da istemem Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar"

Habib Baba sevinerek kendine gösterilen yere girer Yıkanmaya başlar Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen Onun da görünümü fakirdir Ama sadece görünümü İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4 Murad'dır O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir
"Hele bir bakalım" demiştir, "bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?"
Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir

Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır
Hamamcı vezirler der almak istemez Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir Habib Baba'nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
"Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor Sende sar peştemali beline gir yanına Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın Ve ekler: "Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler"
Sonra 4 Murad'da Habib Baba'nın yanına süzülür Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar

Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır
Habib Baba'nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır Biraz kirlenmiş gibi gelir ona Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir
Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib Baba yumuşak bir sesle konuşur:

"Evladım" der, "Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim"
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir
Memnuniyetle Habib Baba'nın önünde diz çökerken: "Buyur baba" der, "ellerin dert görmesin"
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir Habib Baba, 4 Murad'ın sırtını bir güzel keseler Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir

"Baba" der, "gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım" Habib Baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;
"Olur evlad" deyip, Sultan'ın önünde diz çöker Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib Baba'yı yoklar, ağzını arar

"Baba" der, "görüyor musun şu dünyayı Sultan Murad'a vezir olmak varmış Bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi"
Habib Baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler Sultan Murad'ın Habib Baba'dan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir

"Be evladım" der, Habib baba, "Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanı'na kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir

("Net"ten)

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #70
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



HUZUR VE SAÂDETİN KIYMETİ

Bir pâdisâhın acemi bir kölesi vardı Bir gün bu köle ile gemiye binmişti Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti Gemi yolculuğunun bir takim sıkıntıları ve zorlukları vardı Köle, gemi limandan ayrıldığı andan itibaren titremeye başladı Ne yaptılarsa köleyi sâkinleştiremediler

Gemide âlim bir kişi vardı Hükümdâra; "Müsaâde ederseniz ben onu susturayım" dedi Hükümdar da o zâta izin verdi O zât, köleyi denize attırdı Köle birkaç kere suya battı, çıktı Geminin bir tarafına can havliyle tutundu Onu saçından tutup gemiye aldılar Bu olaydan sonra köle, kösesinde sessiz ve sâkin oturdu Hükümdar âlimden bu isin hikmetini sordu O da; "Köle suya girmeden evvel, gemideki selâmetin kadrini ve kıymetini bilmiyordu İşte huzûrla, saâdet ve sıhhat de böyledir Huzûr içinde yasayan, mesûd olan, bir felâkete uğramadıkça, o huzûr ve saâdetin kıymetini bilmez İnsan hasta olmadıkça da, sağlığının kıymetini bilmez" dedi

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #71
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



ORHAN GAZİNİN NİLÜFER HATUNLA EVLENMESİ

Osman Gâzî düğüne dâvet edilmişti Bilecik Tekfûru evleniyordu Yarhisar Tekfûru'nun 13 yaşındaki kızı güzel Helofira'yı alıyordu 1299 yıllarında, Güzel Anadolumuz'a, Selçuklu Türkleri hâkimdi İstanbul ve civârında yaşayan Bizans İmparatorluğu'nu yıkmak için durmadan çalışırlardı Bunun için taâ İstanbul'a kadar uç kuvvetler gönderilirdi Osman Gâzi, bu uç beylerinin en cesuruydu Oğuz Türkleri'nin 24 boyundan biri olan Kayıların başbuğu idi Selçuklu Sultânı, kendisine Söğüt Kasabası'nın, Domaniç Dağlarını da vermişti İstanbul civârında bulunan bir çok kale ise, Bizans'ın elinde idi Her kalenin başında, Tekfur isimli bir kumandan mevcuttu Bizans İmparatorluğu'nu korumaya ve kurtarmaya çalışıyorlardı Osman Gâzî, gözüpek adamlarıyla Bizans'a ve tekfurlarına kan kustururdu Ondan çok çekinirlerdi Bilecik Tekfuru da, pek korktuğu Osman Bey'i kendi düğününe dâvet etmek zorunda kalmıştı Fakat bu dâveti kendisi yapamamıştı Eskiden Tekfur olan, ama Osmanlılar'ın adâletini gördükten sonra Müslümanlığı seçen Köse Mihâl'e ricâ etmiştiMihâl Bey, Müslüman olduktan sonra sayısız kahramanlık göstermiş ve kendisine 'Gâzî Mihâl' adı verilmişti Düğün dâvetini duyan Osman Bey gülümsedi Gene de hayret etmişti:
-Ne dersin Mihâl? Bu keferenin bizi dâvetten maksadı ne ola?
-Beli Beyim, maksadı fesatlıktır
-Bilecik'te adamların, çaşıtların var mıdır?
-Hemi de sarayın tam göbeğinde
-Onlar ne fısıldar?
Mihâl Bey sesini yavaşlatarak :
-Niyetleri düğünde seni zehirlemekmiş Beyim
Kara Osman'ın kara kaşları çatıldı Boynundaki şah damarı kabardı Fakat hiddeti çok sürmedi
-Biz de bunu beklerdik Lâkin her işte bir hayır vardır Sen hele yoldaşlarımızı, candaşlarımızı bir çağır bakalım Onlar ne tedbir düşünürler? Meşveret gerekir

Biraz sonra otağ, aşîret beyleriyle dolmuştu Herkesin geldiğini gördükten sonra, Osman Bey ayağa kalktı Ayakta iken elleri dizlerinden aşağı sarkardı Çok heybetli ve tatlı dilli idi Arkadaşlarının ayrı ayrı gözlerine baktı Sonra kısaca vaziyeti anlattı Beyler hep onu dinliyorlardı Bitince sordu:

-Akça Koca Sen ki babam cennetlik Ertuğrul Gâzî ile bunca yaş yaşamışsın, bunca cenge girmişsin Bu kâfir Tekfûr'a ne tedbir buyurursun?
Ak saçlı Akça Koca'nın cevâbı kesindi:
-Buyruk senindir Beyim
-Tedbirini bağışla Akça Kocam
-Hele öteki beyleri de bir dinlesek Kara Osman'ım
Dediği gibi oldu Meşverete katılan Abdurrahman Gâzî, Satuk Alp, Kara Mürsel, Uytuğ Alp, Samsa Çavuş, Turgut Alp, Gâzî Mihâl ve Konur Alp Beyler dinlendi Konuşarak danışarak güzel bir karara vardılar Sonunda Osman Gâzî, Mihâl Bey'e buyruğunu bildirdi

-Hemen Tekfûr keferesine varup, dâvetten ziyâde memnun olduğumuzu bildiresin Hak nasîb eyler ise, düğüne gelmek istediğimizi ilâve edesin Götüreceğim 2 tiftik sürüsünü de, hediye olarak kabûl etmesini söyleyesin
-Can baş üstüne Beyim
-Velâkin artık yaz geldiğini, Bileciğe kadar vardıktan sonra, Domaniç Yaylası'na geçmek istediğimizi bildirip, ruhsat isteyesin
-İsterim Beyim
-Sor bakalım harem halkımız, kadınlarımız, kızlarımız, düğüne ağırlık olur mu?
-Ne ağırlığı Beyim? Kâfir sizi zehirledikten sonra, kadınlarınızı, kızlarınızı da câriye yapmayı düşler mutlakâ
-Sen sor hele! Tedbirde kusur gerekmez
-Sorarım Beyim sorarım Fakat önce, 40 sandık düğün hediyesinden bahsetsem?
-Doğru dersin Mihâl Bey Asıl düğün hediyemizin tam 40 sandık doldurduğunu önceden söylemelisin Sakın unutma, kendi gözlerinle sandıkları saydığını ilâve et
-Unutur muyum Beyim?

Bilecik Tekfûru, tiftik sürülerini görünce deliye dönmüştü Fakat onu asıl sevindiren şey, Kara Osman'ın tuzağa düşmesiydi Hele arkadan gelecek 40 sandık düğün hediyesini de duyunca, keçi sakalı titredi Böylesini Bizans Kayseri bile göndermezdi
-Doğru mu dersin bre Mihâl? Hakîkaten 40 sandık hediye getirir mi bu Türkmenoğlu?
-Gözlerimle gördüm Sandıklar tam 40 tâneydi
-Vay canına! Fakat gene de anlayamıyorum Bu kadar ağırlığı nîçin göze almışlar?
-Nîçin almasın haşmetlim? Buradan yaylaya, Domaniç dağlarına geçecekler ya Haremindeki 40 hâtunu da berâber getirdiği için, 40 sandık hediyeyi gözden çıkarmış Osman Bey Düğünde sana yük olmak istemez Sonra, şânına lâyık bir armağan vermesi gerkemez mi?

Bunları işiten Tekfûr'un gözleri parlamıştı Tam Mihâl Bey'in tahmin ettiği gibi kadınları nasıl köle yapacağını düşünüyor olmalıydı
-Gelsinler, gelsinler dedi Biz de onlara öyle bir ağırlama merâsimi yaparız ki, cümle âleme şân olur Muhteşem Bizans İmparatorum Palaologos Hazretleri bile hayrette kalır

Söğüt Kasabası'nda gizli ve heyecanlı bir hazırlık vardı Düğüne gidilecekti Kararlaştırıldığı gibi, büyük boyda 40 tâne sandık hazırlandı Pırıl pırıl cilâlı bu hediye sandıklarına, çok îtinâ ediliyordu Hepsine altın süslemeler ve gümüş çiviler çakıldı Her birinin yan tarafına, küçük delikler açıldı O deliklerden kırmızı, beyaz ve pembe tüller sarkıtıldı Düğün evine gitmeye lâyık şekilde süslendi Nihâyet içlerine hediyeleri de kondu Türkmen nineleri ise, haremdeki 40 yörük hanımını süslediler, donattılar Düğüne hazır hâle getirdiler Öğleye doğru, kâfile yola çıktı 40 sandık hediye ve 40 Türkmen hâtunu Bilecik'te sabırsızlıkla bekleniyordu Osman Gâzî, beyaz atıyla Tekfûr sarayına girince, herkes hayret etmişti Çünkü yanında sâdece üç arkadaşı bulunuyordu Bunlar Abdurrahman Gâzî, Konur Alp ve Akça Koca Beylerdi

Tekfûr, onları yapmacık bir nezâketle karşıladı Düğün ziyâfetine buyur etti Ortalığı zâten şölen etlerinin kokusu kaplamıştı Misâfirleri, kayınpederiyle tanıştırdı İhtiyâr Yarhisar Tekfûru da şaşalamıştı Öyle ya Bizans'a kan kusturan meşhur Osman Gâzî, bu kadar tedbirsiz, bu kadar hatâlı olabilir miydi? Kendi ayaklarıyla ölümüne koşar mıydı?

Herkes böyle birbirini süzerken, Büyükkapı tarafından gürültüler duyuldu Sevinç çığlıkları arasında yeni dâvetliler göründüler Meğer Mihâl Bey, 40 sandık düğün hediyesini ve hâtunları getirmişti Harem halkıyla birlikte, orta avluya geçtiler Prensesler ve saray kadınları, yeni misâfirleri ağırlamak için koşuştular Gelenler daha çok 13 yaşındaki güzel gelini merâk ediyorlardı Gelin hanım nedense şaşkın ve üzgün görünüyordu Kadınlar için orta avluya masalar hazırlanmıştı Osman Bey, hâtunlarla aynı masada oturmadığı için, onlar ayrı yerde ağırlanıyordu Tam bu sırada Osman Gâzî'nin gür sesi ortalığı kapladı:
-Yâ Allah, Bismillâh, Allâhüekber!

Besmele çekilmişti, buyruk verilmişti Orta avludaki 40 Türkmen kızı, bu sesi duyar duymaz, şalvarları arasından eğri kılıçlarını çektiler Başlarındaki takma saçları, tülleri, peçeleri de atınca, ortaya 40 Osmanlı bahâdırı çıkmaz mı? Prenseslerin düşeslerin, halayıkların çığlıkları arasında dış avluya hamle ettiler Bu sırada Mihâl Bey de, hediye sandıklarını açıyordu Her sandığın içinden, eğri palalı, pala bıyıklı Osmanlı levendleri fırlayıverdiler Ortalık ana baba gününe dönmüştü Şövalyeler, subaylar ve askerler çoktan pes etmişlerdi Zâten dövüşemeyecek kadar sarhoştular Belki zindanlarda, sarhoşluktan ayılırlardı O zaman ne olduğunu her halde anlarlardı

Bilecik Tekfûru'nu sakalından yakalayan Konur Alp, kılıcı havada seslendi
-İzin ver Beyim, şu keferenin kellesisini uçurayım
Osman Gâzî başını iki yana salladı
-Olmaz Konur Alp, olmaz Biz buraya düğüne geldik, düğün henüz bitmedi ki
Ele geçen ganîmet, savaşçılar arasında hemen oracıkta taksîm ediliyordu Bunların en güzeli de, Osman Gâzî'nin oğlu Orhan Gâzî'ye düştü Teliyle puluyla güzel gelin Helofira, Nilüfer adını aldı 18 yaşındaki Orhan Bey'le evlendiler Çok mesut bir hayat yaşadılar

Cafer EROĞLU

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #72
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



İLK UÇAK, İLK PARAŞÜT, İLK ROKET VE İLK DENİZALTI


İlk Uçak, İlk Paraşüt, İlk Roket ve İlk Denizaltı Ünlü Türk bilgini Farabi'nin hemşehrisi olan İsmail Cevherî ünlü bir dilciydi ama teknik konulara da merak sarmıştı Çeşitli hesaplar yapıyor, insanların da kuşlar gibi uçabilmesi için neler yapılması gerektiği üzerine fikir yürütüyordu

Çalışmalarını belli bir noktaya getirdikten sonra hazırladığı kanatları alarak Nişabur'daki Ulu Cami'nin kubbesine çıktı ve merak içinde kendisini seyretmekte olan halka şöyle seslendi:

"Ey insanlar! Dünyada benden önce hiç kimseye nasip olmayan bir işe girişiyorum Boşluğa kendimi bırakıp göklerde uçacağım!"

Farablı İsmail Cevheri söylediğini yaptı ve kendisini boşluğa bırakıp uçmaya başladı Bir süre sonra yere inmek istedi ama başaramadı ve aniden düşüp parçalandı Bu olay 1002 yılında olmuştu

1159 yılında ise yine bir Türk, Bizans İmparatoru Manuel Kommen ve Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman Şah'ın oğlu Kılıç Arslan'ın huzurunda uçuş denemesi yaptı Üzerinde bulunan gayet uzun ve geniş elbisesiyle At Meydanı'ndaki Dikilitaş'a çıkan bu Türk az sonra kendisini boşluğa bırakıverdi Üzerindeki elbise bir paraşüt gibi açıldığı için havada kalmayı başardı ve bir süre sağa sola hamle yaparak uçmaya çalıştı Ancak bu deneme de başarısız oldu ve yüzlerce - binlerce kişinin bakışları altında yere çakılıp kaldı

Evet Bu iki deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştı ama uçma konusunda insanlığın önüne ışık yakılmıştı Bunu başarmak yine Türklere yakışırdı ve öyle de oldu Dördüncü Murad zamanında yaşayan ve çeşitli ilimlerde bilgi sahibi olan Hazarfen Ahmed Çelebi Galata Kulesi'nden uçarak boğazı geçeceğini iddia etti ve bunu denemek için harekete geçti Başta padişah olmak üzere adeta bütün İstanbul ayaktaydı ve bu heyecanlı anı bekliyordu

Hezarfen Ahmed Çelebi sırtına taktığı iri kartal kanatlarını açtı, kendini boşluğa bıraktı ve uçmaya başladı Kanatları çırpa çırpa boğazı geçti ve Üsküdar'daki Doğancılar Meydanı'na inmeyi başardı İşte, ilk başarılı uçuş gerçekleşmişti

Peki ya roket denemesi? İnsanların uçabilmesi için bu kadar gayret gösteren ve başarıya ulaşan Türk insanı elbette roket denemesinin şerefini de taşımalıydı Nitekim öyle oldu Dördüncü Murad'ın kızı Sultan'ın doğduğu akşam İstanbul'da şenlikler yapılıyordu Lağarî Hasan Çelebi isimli bir kişi yardımcılarıyla birlikte ortaya çıktı ve "Yedi kollu Fişek" adını verdiği roketine bindi Kalabalıkla birlikte kendisini seyreden padişaha, "Padişahım, seni Allah'a ısmarladım; ben, İsa Peygamber'le konuşmaya gidiyorum" diye seslendi Bu arada yardımcıları barutları ateşlemişlerdi Ateşlemeyle birlikte Yedi Kollu Fişek fırladı ve karanlık gökyüzünde kaybolup gitti Heyecanlı bekleyiş bir süre devam etti ama, dönüşten ümit kesilince kalabalık dağıldı

Barutların yanması bitince hızı kesilen Yedi Kollu Fişek düşüşe geçmiş, kartal kanatlarını açan Lağarî Hasan Çelebi ise ilerde bir yere inmeyi başarmıştı Sevinç içinde saraya doğru koştu, sözünü yerine getirmiş olmanın sevinciyle Padişah'a seslendi:

"Padişahım, İsa Peygamber sana selam söyledi!" Dördüncü Murad Lağarî Hasan Çelebi'yi bir kese altınla ödüllendirdi

Buraya yazdıklarımız şaka değil, gerçek; ilk uçak, ilk paraşüt ve ilk roket denemesinden sonra yeri gelmişken ilk denizaltı da ecdadımızın yaptığını söylemek zorundayız

Daha Amerika ve Avrupa'da "denizaltı" diye bir araç bilinmezken Üçüncü Ahmed döneminde "Tahtelbahir" adı verilen ilk Türk denizaltısı yapılmıştı bile Mimar İbrahim Efendi'nin buluşu olan bu denizaltı bir timsah şeklinde yapılmıştı Halk bu denizaltıyı Üçüncü Ahmed'in çocuklarının sünnet törenleri yapılırken gördü ve herkes hayretler içinde kaldı Tören sırasında Haliç'te denizin dibinden suyun üstüne çıkan bu "Tahtelbahir" ağır ağır ilerleyerek paişahın bulunduğu yere doğru gittiYarım saat kadar orada kaldıktan sonra tekrar suyun içine girdi ve az sonra tekrar çıktı Herkes hayret ve şaşkınlık içindeydi Timsaha benzeyen bu aracın içinden beş kişinin çıkması hayret ve şaşkınlıkları daha da arttırdı Bu olay, sünnet töreninin en büyük sürprizi olmuştu

Bu konuda ünlü Surname'de ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yayınlanan "Türk Denizaltıcılık Tarihi" adlı eserde gerekli bilgiler yer almaktadır Ancak ne var ki, "Tahtelbahir" kısa bir süre sonra unutulup gitmiş ve biz ondan yıllar sonra ilk denizaltıyı Amerikalıların yaptığını sanmışız!

Evet Uzay teknolojisinin, denizaltı denemesinin temelinde bizim fikirlerimiz var, ilk uygulamaları biz yapmışız ama teşebbüs safhasından öte geçememişiz

Şimdi, başkalarının yaptıklarını hayranlıkla seyrediyor, çocuklarımızın gelecekteki başarıları için dualar ediyoruz

(Cafer EROĞLU)

Nereden nereye geldiğimize -hepimiz şapkalarımızı önümüze koyup sözü bırakıp özümüze dönüp düşünüp bir daha- bir daha bakalım mı?Umulur ki içimizden titreyenler çıkar

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #73
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



"CİHÂN PÂDİŞÂHI" DEDİĞİN BÖYLE OLMALI!


Dördüncü Murad, Üçüncü Selim ve İkinci Mahmud Osmanlı döneminin iz bırakan Pâdişâhları arasındadırlar Dördüncü Murad iç isyanları bastırma konusunda gösterdiği kararlıkla ve Bağdat'ı fethetmesiyle, Üçüncü Selim ve İkinci Mahmud da daha çok yenilikleriyle ön plana çıkmışlardır Ama biz burada onları bir başka yönleriyle tanımak istiyoruz Mesela, Dördüncü Murad'ın iyi bir sporcu olduğunu biliyor muydunuz?

İyi kılıç kullanan, iyi ok ve mızrak atan Dördüncü Murad bunu çok çalışmasına ve düzenli olarak spor yapmasına borçluydu Ağırlık kaldırmada üstüne yoktu ve 260 kiloya yakın gürzlerle idman yapardı Böyle olunca da pazuları ve kasları oldukça gelişmişti İri yarı, güçlü kuvvetli bir adam olan Silahdarlık görevinde bulunan Musa Paşa'yı kuşağından kavradığı gibi havaya kaldırıp dolaştırdığı ve hiç yorgunluk duymadığı biliniyor

Zamanın Hind elçisi bir gün Dördüncü Murad'a gergedan derisinden yapılma bir kalkan getirir ve bu kalkana kurşun ve ok işlemediğini söyler Dördüncü Murad bunu denemek ister ve kalkanı uygun bir yere koydurduktan sonra "harbe" adı verilen kısa mızrağı fırlatır Harbe bu kalkanı deler geçer Hemen ardından yayıyla gerdiği okunu fırlatır ve kalkanı yine deler Hind elçisinin mahçubiyetini düşünebiliyor musunuz?

Derler ki, Dördüncü Murad'ın fırlattığı ok tüfek mermisinden daha hızlı giderdi Nitekim Okmeydanı'nda fırlattığı ok 7065 metre uzağa gitmiş, oraya Dördüncü Murad adına bir nişan taşı dikilmiştir

Peki ya Üçüncü Selim'le İkinci Murad?

Dördüncü Murad döneminde belki okçulukta "dünya rekoru" sözü edilmiyordu ama, Üçüncü Selim bu konuda dünya rekortmeni olarak adını tarihe yazdırmayı başardı 1798 yılında ve Üçüncü Selim 37 yaşında iken yayını ayağı ile gerdirdikten sonra oku fırlatıyor ve bu ok tam 888 metre 86 santim uzağa düşüyor Bu, "dünya rekoru" olarak tescil ediliyor Aradan 161 yıl geçiyor ve Amerikalı Don Lauvre Üçüncü Selim'in bu rekorunu kırmak istiyor Büyük iddialarla herkesi başına topluyor; ayağıyla yayı geriyor, geriyor ve okunu fırlatıyor ama bu ok ancak 856 metre 91 santim uzağa düşüyor Yani Üçüncü Selim'in fırlattığı mesafeden yaklaşık 32 metre daha az!

Don Lauvre bir de ayakta atış yapıyor ve bu atışta ok 777 metre 85 santim uzağa düşüyor Oysa, 1808 yılında Osmanlı tahtına çıkan İkinci Mahmud Amerikan elçisinin de bulunduğu bir törende oku 792 metreye fırlatmıştı

Demek ki, oturarak ve ayakta gerdirilen yayla ok atışında dünya rekoru Üçüncü Selim'e, ayakta yapılan atışta da İkinci Mahmud'a ait

Sözün başında "Cihân Pâdişâhı dediğin böyle olur" demiştik

Gerçi "Cihân Pâdişâhlığı" dönemi yavaş yavaş sonra eriyordu ama, "devletin ölümü" bile farklıydı ve işte böyle, dosta - düşmana parmak ısırtan güzellikler de yaşanıyordu


(Cafer EROĞLU)

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #74
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



SİZ BU ORDUYU YENEMEZSİNİZ!

Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı Ordu, ağır ağır ilerliyordu Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu Hava çok sıcak olduğundan asker susuzluktan kıvranıyordu
Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti

Çok geçmeden mola verildi Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler Kanuni sordu:
- Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi?
- Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur

- Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?
- Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm İçini açtığımda para vardı Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez

Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükafat verecek diye merakla beklemeye başladı Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi Kanuni, (Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı Sonra da, (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi

Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu:
- Ben bu askerin mükafatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız?
- Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz Bunun için ordudan attım Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı

Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı Bir manastırın yakınında çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, rahip, birkaç rahibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar

Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip, hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı: “Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır Kendinizi ölüme atmayınız!

Cafer EROĞLU

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #75
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



İla-yı kelimetullah aşkı

Bizans tekfurlarına yapacağı zorlu bir seferde , savcı ağasının oğlu , yeğeni Bay Hoca koşarak gelir
“ Amca, bir sefere çıkacağınızı duydum , doğru mu?”
Osman Gazi:
“Yeğenim, sefer bizim ilk yaptığımız bir şey değil , hele sen niyetini söyle
Bay Hoca :
“ Ne olur hanım , beni de yanında sefere , cihada götür
Osman Gazi :
“Sen daha küçüksün , henüz bıyıkların terlememiş
Bay Hoca:
“ Hayır ben büyüdüm Artık cihada gidebilirim Annem beni beşikte sallarken , cihat türkü ve ninnileri ile büyütmedi mi? “ benim oğlum büyüyecek cihat edecek , İstanbul’u fethedecek , “ ni’mel emir, ni’mel ceyş olacak” diye beşiğimi sallamadı mı? Siz bana tahta kılıçlarla kılıç kullanmasını , cihad etmesini öğretmediniz mi? Artık ben beşikten kalkalı çok oldu? Tahta kılıç kullanma yaşını çoktan aştım Ne olur hanım , beni de yanına al, beni de cihada götür” der
Osman Gazi tereddüt geçirince , onu bağlayan şu müthiş sözünü söyler : “ eğer beni yanına almazsan , etrafa yaygara yayar , Osman Gazi yeğenine torpil geçiyor, rahatlatmak için sefere götürmüyor, der seni mahcup ederim
Bunu duyan Osman Gazi ; “ öyle ise yanımdan kopmaca yok , şimdi git , ananın , atanın duasını al, ellerinden öp Seni aldım “ deyince , dünya ona verilmiş gibi olur
Bu ruh, diriltici ruhtur İla-yı kelimetullah aşkı , Hızır nefesidir, diriltir, hayat nefyeder

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.