Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikayeleri, ibretlik, osmanli, yaşanmiş

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #46
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



KAÇ ERMENİ DAHA?

Avrupalıların, Ermenileri kışkırtarak Anadolu’da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi Sultan Abdülhamid Hân’a küstahça:

“Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?” diye sorunca, Ulu Hâkan’ın cevabı şöyledir:

"Filan gün, filan saatte Karadeniz’in filan noktasından karaya çıkararak Ermenileri silahlandırmak için şu kadar sandık malzemeyi Ermenilere teslim eden İngiliz gemisinde kaç silah bulunuyorsa, o kadar Ermeni öldüreceğiz"

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #47
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



KANİJE DESTANI VE TİRYAKİ HASAN PAŞA

Estergon gibi, Avrupa içlerindeki serhad kalelerimizden biri de Kanije Kalesi idi 1600 yılında ele geçirilen kale, 1601 yılında 100 bin kişilik bir düşman ordusu tarafından kuşatıldı İşte bu destan, kalede bulunan 9 bin Türk gazisinin, ihtiyar mücahid Tiryaki Hasan Paşa komutasında bu 100 bin kişiye karşı verdiği şanlı mücadeleyi anlatır

Yıllardan beri Osmanlı'nın karşısına hiç bir devlet yalnız çıkamıyor, en az üç - beş devletin ordusu bir araya gelerek hareket ediyordu Yine öyle oldu Avusturya, İtalyan, İspanyol, Malta ve Papalık askerleri ile Macar ve Fransız gönüllüleri geleceğin imparatoru Arşidük Ferdinand komutasında Kanije Kalesi'ni kuşattılar

Kanije Kalesi'nin etrafı bataklıktı ve kaleye ulaşmak için köprüler kurmak gerekiyordu Daha bir yıl önce Türkler başarmıştı ama, şimdi onların yaptıklarını taklide kalkışan düşman bunu beceremiyordu Kurdukları köprülerin gece vakti kale içine çekildiğini görüp neye uğradıklarını şaşırıyor, çok sayıda kayıp veriyorlardı

Bu arada iki düşman askeri esir alınmıştı Tiryaki Hasan Paşa onları sorguya çekince, düşman ordusu içinde bulunan Macarlara pek güvenilmediğini anladı Peygamber Efendimizin "Harp hiledir" Hadis-i Şeriflerini hatırladı ve düşündüklerini Kara Ömer Ağa'ya anlattı

Kara Ömer Ağa iki esiri alıp götürdüğü ve onlara :

- "Aslında kendisinin de onlardan olduğunu, küçükken devşirilip orduya alındığını" anlattı "Her gece bin kadar Macar fedaisinin kaleye geçip Türklere yardımcı olduğunu, bu durumda işlerinin çok zor olduğunu" söyledi Kalede bulunan asker ve mühimmat hakkında da oldukça abartılı rakamlar verip onları salıverdi

Esirlerin götürdüğü haberler düşman ordusunun moralini bozmaya yetmişti Ferdinand bunu önlemek için askerlerine büyük vaatlerde bulundu Burçlara ilk çıkacak olanlara 10 köy, Tiryaki Hasan Paşa'yı yakalayacak olana ise 40 köy vaad ediyordu Böyle dolduruşa getirilen düşman ordusu ertesi sabah toplu bir hücuma giriştiyse de Tiryaki Hasan Paşa'nın ustaca manevraları karşısında sonuç alamadılar ve üstelik 18 bin ölü verdiler

Artık karşılıklı toplar konuşuyor ama Türk ordusunun stokları gittikçe azalıyordu Bu savaş bir güç gösterisinden çok Tiryaki Hasan Paşa'nın kurnazlıkları ve harp hileleriyle ayrı bir havaya bürünmüştü Türk ordusundan kaçan iki devşirmenin, kaledeki gerçek durumu düşmana bildirmeleri üzerine yeni bir oyun oynadı Ellerinde bulunan esirlere, onların kendi adamı olduğunu inandırıp salıverdi Böylece düşmanın yeni bir toplu hücuma kalkması önlenmiş oldu Sahte mektuplarla Avusturyalılarla Macarların arası iyice açıldı Avusturyalıların Macar beylerini idam etmeyi kararlaştırdıkları bir sırada Macar askerleri durumu öğrenip kaçtılar

Böylece zaman kazanılmış ve kış günleri gelip çatmıştı Düşman ne yapacağını düşünürken Kara Ömer Ağa yanına 300 kişi alıp dışarı çıktı ve baskın hareketlerinde bulundu 900 kişiyi öldürüp 150 esir aldı ve ele geçirdiği 12 topla geri döndü Düşman panik halindeydi Bu durumu değerlendiren Tiryaki Hasan Paşa kalede yalnızca 600 kişi bırakarak dışarı çıktı ve hücum emrini verdi Artık düşman dağılmış, kaçıyordu Akşama kadar 30 bin ölü verdiler ve kalenin çevresi tamamen boşaldı Geriye düşmandan 47 büyük kuşatma topu, 24 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma - kürek, binlerce araba dolusu yiyecek - giyecek, barut ve ilaç erzak ve mühimmat kaldı

Bu, dünya tarihinde eşi görülmemiş bir gerçek destandı 9 bin Türk askeri, kendisinden en az 10 kat fazla bir orduya karşı arslanlar gibi dövüşmüş ve düşmanı adeta topyekun imha etmişti İşte, "Bir Türk on düşmana bedeldir" sözünün isbatı ve işte bu destanın gerçek kahramanı 70 yaşındaki bir Türk büyüğünün bizlere verdiği ders

Bu akıl almaz derecedeki büyük başarı üzerine Cihan Padişahı Üçüncü Mehmed Tiryaki Hasan Paşa'ya vezirlik rütbesi veriyor ve alışılmışın aksine bizzat kendi eliyle hazırladığı "Hatt-ı Hümayun"u gönderip şöyle diyor:

"Yerin ve ğöğün sahibi olan Yüce Allah'a hamdolsun ki, Osmanlı Devleti'ne senin gibi paşalar ve askerlerin sayesinde nice zaferler nasib eyledi

Sevgili Peygamberimize salât ve selâm olsun ki, seni ve Devlet-i Aliyye askerlerini kendi yolunda cihad eylerken görürüz

Ettiğin hizmetler yüce dergâha arzedilip adın iyi adlılar defterine yazılır olmuştur Berhudar olasın; sana Vezirlik verdim Seninle birlikte bulunan askerlerim dahi manevi oğullarımdır, yüzleri ak ola Bu mektubumu al kahraman askerlerime okuyup, 'Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan devlet reisine itaat ediniz' mealindeki ayet-i kerimenin yüce manasını onlara bildiresin Seninle orada bulunanlara dilediklerini ver Hepinizi Cenab-ı Hakk'a emanet ederim"

Ve işte, iltifat karşısında mahçup olan, gözyaşlarını tutamayıp ağlayan ve sevinecek yerde üzülen o büyük insanın yine gözyaşları içinde söylediği sözler:

"Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmet karşılığı bize vezirlik vermişler ve 'Hatt-ı Hümayun' göndermişler Halbuki, Kanuni Sultan Süleyman Makbul İbrahim Paşa'yı tam bir selahiyetle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O'nun eline böyle bir yazı vermemişti Rahmetli Piyale Paşa Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin damadı olduğu ve Sakız Adası'nın fethi gibi nice zaferler kazandığı halde kendisine vezirlik çok görülmüştü İslam Halifesi'nin Hatt-ı Hümayun'u Kanije savunması gibi küçük bir hizmete mükafaat olmaya başladı Devletin vezirliği benim gibi kocamış kimselere kaldı Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim?"

Tiryaki Hasan Paşa'nın, o eli öpülesi pir ü fani'nin altın harflerle yazılıp günümüzde her evin, her makamın baş köşesine çerçeveletilip asılması gereken bu sözleri üzerine söz söyleyip yorum getirmeye bilmem lüzum var mı?

Ne dersiniz?


KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #48
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



bitiyorum bu kıssayahayat nedir ki

YAVUZ'UN ÖLÜMÜ

* Bir gün Yavuz çok sevdiği Hasan Can'a :
-Bre Hasan dedi, arkamda bir diken var batar canımı acıtır
Hasan Can padişahın sırtını açtığında henüz kızarmamış sert bir çıban gördü Durumu padişaha anlattığında padişah sıkmasını istedi Sıkıla sıkıla çıban kısa bir süre sonra büyüdü ve padişaha sızı vermeye başladı Doktorlar bir türlü çare bulamıyorlardı Öleceği gün idi Vücudu ateşler için de yanıyordu baş ucunda Kur'an okuyan hasan cana :
-Hasan Can Ne haldeyim nasılım?
Hasan can yaşlı gözlerle :
-Devletlim dedi Allah'a kavuşmak zamanıdır Ona teveccüh ediniz
Padişah gülümsedi
-Ya bunca zamandır sen bizi kiminle sanıyordun? Allah'a teveccühümüzde bir kusur mu gördün? dedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #49
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



İLK OSMANLI KANUNU


Oğlu Orhan'a, "Gönül kerestesiyle bir Yenişehir ve Pazar yap" diye vasiyet eden Osman Gazi, Yenişehir'in alınmasından sonra orada kurulan pazaryerini dolaşıyordu ki, Germiyan taraflarından gelen bir adam yanına gelerek şöyle seslendi:

"- Beyim, beyim! Yenişehir'in pazar bac'ını bana satın!"

Osman Bey şaşırmıştı; sordu:

"- Bac nedir be adam?"

"- Yani ki beyim, pazara her kim mal getirirse ondan akçe alayım!"

"- Pazara gelenlerden alacağın mı vardır ki onlardan akçe alacaksın?"

"- Beyim! Bu töredir ki, ezelden beri bütün ülkelerde böyledir Ben alır size veririm, siz de emeğimin karşılığını bana verirsiniz!"

"- Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu be adam? Ben onun malına ne koydum ki akçesini alayım? Var git yanımdan da zararım dokunmasın!"

Adam yardım uman bakışlarla etrafındakileri süzerken onlar durumu Osman Bey'e anlattılar

Günümüzde belediyelerin pazarcılardan "işgaliye bedeli" adıyla aldıkları vergi o zamanlarda da alınıyordu ve Osman Bey'in başına gelen bu olay konuyla ilgili bir kanunun çıkmasına sebep oldu:

"Pazara bir yük getirip satan herkes iki akçe versin Satamazsa, birşey vermesin!"

Osmanlılarda, atlı askerlere mülk olarak arazi veriliyordu ve bu araziye "Tımar" deniyordu Tımar sahipleri belli sayıda asker beslemek ve savaş zamanlarında askerleriyle birlikte orduya katılmak zorundaydılar Daha sonra, yukarıda sözünü ettiğimiz kanun maddesine, tımarla ilgili olarak şöyle bir hüküm eklendi:

"Ve dahi her kimse tımar versem, elinden sebepsiz yere alınmaya O kişi ölürse, tımarı oğluna versinler Oğlan küçük ise, sefer vaktinde hizmetkârları onun yerine sefere gitsin Ta ki oğlan sefere gidecek yaşa gelene kadar Ve her kim bu kanuna uyarsa, Allah ondan razı olsun"


KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #50
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



İKİNCİ SELİM, MİMAR SİNAN VE SELİMİYE CAMİÎ


Sultan İkinci Selim çok sevdiği Edirne'ye bir cami yaptırmak isteyince tabii hemen Mimar Sinan'ı çağırdı Bu cami öyle bir eser olmalıydı ki, dünyada eşi ve benzeri olmamalıydı

Artık, ustalığının doruğunda olan Mimar Sinan için bu pek de öyle zor bir iş değildi Üstelik, Mimar Sinan'ın şimdi büyük bir hedefi vardı:

Selimiye Camii'nin kubbesi, Bizanslılardan kalan Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük olacaktı!

İnşaat altı yıl sürdü ve ortaya muhteşem bir eser çıktı Mimar Sinan, "Allah'ın yardımı ve Sultan Selim Han'ın arzusu ile" caminin kubbesini Ayasofya kubbesinden 6 arşın boydan ve 4 arşın derinlikten geçmeyi başarmıştı Kubbe 8 filayağına dayanan kasnak üzerine oturuyordu ve kaideden başlayarak 1586 metre yüksekliğinde idi Caminin 4 minaresine ise üçer şerefe konulmuştu ve her üç şerefeye de üç ayrı yoldan çıkılıyordu Böyle bir eser elbette ki yabancıları da hayran bırakıyor, gören herkes O'nu gıpta ile seyrediyordu

Mesela, İngilizlerin ünlü mimarlarından Elvis, Edirne'deki Selimiye Camiinin kubbesi ile ilgili olarak şunları söylüyor:

- "Bu kubbeyi aşağı indirseniz ve içini altınla doldursanız bile, Büyük Sinan olmadan günümüzün teknolojisi ile tekrar yapamazsınız!"

Balkan savaşları sırasında Bulgarlar bir ara Edine'yi işgal etmişlerdi O sırada camiyi gören ve hayranlıkla seyreden bulgar komutan,

"Bu mabedi Türklerin yaptığını bilmeseydim, Allah'ın yaratmış olduğunu söylerdim" diyerek hayranlığını belirtiyor

Sonra, camiyi gezen bir Alman profesör ve mimarı da şöyle diyor:

- "Kendimi bütün zamanların mimarlarından daha kaabiliyetsiz görüyorum Selimiye gibi bir mimari şahasere ve Sinan gibi bir mimara sahip olan bu devleti takdir ediyorum!"

Evet Büyük eserleri ancak büyük sanatçılar ortaya koyabilirler ve büyük sanatçıları ancak büyük devletler yetiştirebilirler


KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

RABBİMİZ SENDEN EBEDEN RAZI VE MEKÂNIN CENNET OLSUN MİMARLAR ŞAHI EY KOCA SİNÂN!

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #51
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



"GÜL BABA"NIN GÜLLERİ


Fatih Sultan Mehmed'in yerine geçen oğlu ikinci Bayezîd avdan dönüyordu Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını durdurdu, havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:

"- Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?"

Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi:

"- Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O'na Gül Baba derler Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir"

Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu Sözlerini bitirince kararını bildirdi:

"- Merhûm babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!"

Artık yorgunluklar unutulmuştu Gül Baba'nın kulübesine doğru yürüdüler Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü-gönlü açılıyordu Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu, onları kapıda karşıladı Padişah, daha atından inmeden selam verip hal-hatır sordu:

"- Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!"

Gül Baba mahçup olmuştu, güçlükle konuşabildi:

"- Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağolun!"

"- Sen ki, İstanbul'u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?"

Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba'nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu ve O'nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu giderdi Sonra da şöyle bir teklifte bulundu:

"- Dilersen seni saraya alayım Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!"

"- Sağolun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi Amma bir iyilik yapmak istersen, şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep-medrese yaptır ki, memleketimizin çocukları ilim-irfan öğrensinler!"

Gül Baba'nın sözleri Padişah'ı çok duygulandırmıştı Yerinden kalkarken O'nu mutlu edecek cevabı verdi:

"- Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!"

Sonra bahçeyi gezdiler

Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu Padişah ayrılırken O'na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına bastı ve atını sürüp gitti

Kısa zaman sonra ise Gül Baba'nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti 1868 yılında "Mekteb-i Sultanî" adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul, Cumhuriyet döneminde de "Galatasaray Lisesi" adını aldı

Gül Baba'nın Sultan İkinci Bayezîd'e verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü'nün sembolü oldu

Gül Baba'nın türbesi bugün de orada, okulun bahçesindeki yeşillikler arasında duruyor ve ziyaretçilerinden Fatihâlar bekliyor

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #52
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



FATİH, MEDRESESİNE İMTİHANLA GİRDİ

Hazreti Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra, hemen kendi ismiyle anılan bir cami ve etrafına da büyük bir medrese yaptırdı Bugünün üniversitesi sayılan medresede, Fatih de, bir oda almak istiyordu Fakat Fatih'in bu isteğine medresenin ilim neyeti;

— Siz ne talebesiniz, ne de hacegân sınıfındansınız Bu durumda medresede bir odaya sahip olmanız mümkün değil, dediler

Hazreti Fatih, aldığı bu cevaba kızmadığı gibi: ,

— Medresede bir odaya sahip olabilmem için, ne yapmam lâzım? dedi

— İmtihan olmanız lâzım, dediler

Fatih, aynı talebe imiş gibi imtihana girdi ve imtihanı kazanarak kendi yaptırdığı medresede bir odaya sahip oldu

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #53
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



tahta kaşıkla bırakın padişahı yemek yiyen war mı
YAVUZ'UN TEVAZUU

*Büyük Cihangir Yavuz Sultan Selim in günde 3 saat uyku uyuyup tahta kaşıkla tek çeşit yemek yediğini ve herhangi bir saray halkından ayırt edilmeyecek kadar sade giyindiği ve bunu soranlara:
Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri , padişahlarına saygıdan ileri gelir Biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki ?
Bizim padişahımız Allah(cc) vücudun dışına değil içindeki cevhere (imana ) bakar diye veciz bir cevap verdiğini

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #54
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



FATİH'İN HALKINI İMTİHANI

Hazreti Fatih Sultan Mehmet istanbul'u fethetme plânları yapıyordu Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, istanbul'un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı

Çarşının bir tarafından girip, alış - veriş yapmaya başladı Birinci dükkâna varıp birşey aldı İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi Fatih'i tanımıyordu dükkân sahibi Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu

Adam:

— Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi

Fatih memnun olmuştu Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı

Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:

— Ya Rabbi sana hamdolsun Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin Ben bu milletimle değil Bizans'ı, dünyayı bile fethederim, dedi ve istanbul'un Fetih planlarını hazırlamaya başladı

51 gün süren muhasaradan sonra Bizans, Akşemseddin Hazretleri'nin de bizzat iştirakiyle fetholunmuştu İstanbul fetholunduktan sonra, Osmanlı imparatorluğunun merkezi Edirne'den İstanbul'a taşındı

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #55
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



FATİH YOLUNDA BİR IŞIK: EYYUP SULTAN

Başta Akşemseddin olmak üzere ileri gelen şeyhlerle dervişler "İstanbul'un mutlaka fethedileceğini" söyleyerek ordunun moralini yükseltiyorlardı Yapılan tefsirlere göre, Kur'an-ı Kerim'de geçen "Beldetün Tayyibetün - Güzel Şehir" sözündeki rakamların toplamı ebced hesabıyla 857 oluyordu ve bu rakam, Hicrî Takvim'e göre İstanbul'un fetih yılı oluyordu

Bu şehir, Milâd öncesinden başlayarak hiç gündemden düşmemiş, şimdiye kadar çeşitli milletler tarafından defalarca kuşatılmıştı İslam Peygamberi Hazreti Muhammed(SAV)'in Hadis-i Şerifleri'yle tuttukları ışık Müslümanları da bu şehir üzerine yöneltti

655 yılında ve Hazreti Osman(ra)'ın Halifeliği döneminde Hazreti Muaviye tarafından, 668 yılında Muaviye'nin oğlu Yezid tarafından, daha sonra da başka İslâm orduları tarafından kuşatmalar yapıldı 668 yılında yapılan kuşatmada, Peygamber Efendimiz(SAV)'in sancaktarlığını yapan Hazreti Eyyup El Ensarî şehid olmuştu O'nun yakın bir yerde defnedilmiş olacağını tahmin eden din büyükleri mezarının yerini bulmak için büyük gayret gösteriyorlardı

Akşemseddin kendini adeta bu konuya adamıştı Bir gece Padişah'ın hazır bulunduğu otağda secdeye kapanıp kendinden geçmiş ve Allah(cc)'la başbaşa kalmıştı Secdede o kadar uzun kaldı ki, orada bulunanların çoğu, "Efendi mezarın yerini bulamadığı için utancından başını kaldıramaz oldu" diye alaya almaya başlamışlardı Derken, Akşemseddin başını yerden kaldırdı, gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuş yüzünü yanında bekleyen Sultan'a çevirdi ve büyük müjdeyi verdi:

"- Beyim! Allah(cc)'ın hikmeti, seccademizi Eyüp Sultan Hazretleri'nin mezarı üzerine sermişiz Hemen şu yeri kazsınlar!"

Hemen toprak kazıldı Heyecan dorukta, bütün bakışlar aynı noktada! Ve işte bir sanduka üzerine şöyle bir yazı "Hâzâ kabrü Ebü Eyyüb"

Kimde can kalır? Herkes sevinçten ağlıyor ve haber Türk Ordusu'nun safları arasında dalga dalga yayılıyor:

"Müjdeler olsun, müjdeler olsun ki, Eyyup Sultan Hazretleri'nin mezarı bulundu!"

Bu müjdeyi alan ordunun karşısında değil bir Bizans, bin Bizans bile dayanamaz artık Nitekim dayanamadı da

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #56
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



ESTERGON KALESİ

Kanunî Sultan Süleyman'ın Padişahlığı döneminde ve 1543 yılında elimize geçen Estergon Kalesi Sancakbeyli haline getirilerek Budin Beylerbeyliği'ne bağlanmıştı Ancak kale, bundan yaklaşık elli yıl sonra Alman, Leh, Çek ve İtalyanlardan oluşan 80 bin kişilik bir haçlı ordusu tarafından kuşatıldı Bu sırada Estergon Kalesi'nde yalnızca beş bin Türk askeri bulunuyordu

Durum gerçekten çok kötüydü ve yardım alma ihtimali de yoktu Düşmanın teslim olma teklifi Estergon muhafızı Kara Ali Bey tarafından kabul edilmedi Kara Ali Bey ve yanındakiler, "Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz!" diyorlardı

Bu inancı taşıyan er kişilerin savunduğu kaleyi düşürmek elbette kolay olamazdı Nitekim kuşatmanın uzaması, düşman askerlerini yöneten kumandanları çılgına çevirdi ve askerlerini kırbaçlatmaya başladılar, Bu durumu gören Kara Ali Bey yüksek bir sesle bağırdı:

- "Şu mel'un kumandan yere düşürülürse, kafir askerlerinin hepsi geri dönecektir Kim onu vurursa, kendisine dilediği verilecektir!"

Bunun üzerine Osman isimli bir yiğit "Ya Allah" diyerek tetiği çekti ve düşman kumandanını yere serdi Ancak ne var ki bu arada kale kumandanı Kara Ali Bey de şehid oldu O'nun yerine kumandayı, o sırada kalede bulunan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı Ancak, kalede kıtlık ve susuzluk başladığı için yapılacak fazla bir şey yoktu

Kalede bulunan tarihçi Peçevi İbrahim Efendi durumu şöyle özetliyordu:

- "Sanıç etrafında hararetinin şiddetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için can veren elsiz - ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu"

İçerdeki durum gerçekten elem vericiydi Bu arada Yeniçeri askerinin ayaklanması herşeyi alt - üst etti Artık teslim olmaktan başka çare yoktu Aralarında, Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa'nın da bulunduğu esirler Tuna nehrindeki gemilere bindirilerek Vişegrad'a götürüldüler

Estergon Kalesi'nin elden çıkması ve orada verilen şehidler bütün milleti yürekten yaraladı ve işte, nesilden nesile söylene gelen Estergon türküsü o günlerin hatırasını hâlâ canlı tutuyor:

Estergon Kalesi subaşı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

Estergon Kalesi subaşı hisar
Baykuşlar çağırışır, bülbüller susar
Kâfir bayrağını burcuna asar

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Bu ateşle yanar kara bahtlıyım

Estergon Kalesi subaşı kale
Göklere ser çekmiş burçları hele
Biz böyle kaleyi vermezdik ele

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Estergon'u vermiş kara bahtlıyım

Evet "Kara bahtlılar" Estergon'u gözyaşları içinde düşmana vermişlerdi ama onu geri almaya da ahd etmişlerdi

Başvezirlik ve kumandanlık görevine tayin edilen Lala Mehmed Paşa, kalenin elden çıkışından on yıl sonra bu defa fetih için Estergon önlerindeydi 29 Ağustos 1605 yılı günü başlayan kuşatma bir ay sürdü ve kale 29 Eylül ele geçirildi Artık yaralar sarılmış, kaybedilen dosta kavuşulmuştu

Estergon Kalesi bundan sonra 78 yıl daha Osmanlı hudut boylarının müdafaasını yapan bir mücahid gibi görev yaptı Kale, üstümüzde kara bulutların dolaşmaya başladığı günlerde, 1683 yılında içimizde silinmez hatıralar bırakarak elimizden çıktı ve bizleri boynu bükük bıraktı Onun için biz hâlâ o türküyü söylüyor, Estergon'u unutmuyoruz, unutamıyoruz:

Estergon Kalesi subaşı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #57
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



DÜNYA ORDULARININ EN KUVVETLİSİ

Şarlken adıyla bilinen Alman İmparatoru ve İspanya Kralı Charles-Quint'in elçisi olarak yedi yıl boyunca Türkiye'de kalan Oger Ghislain de Busbecg, Kanuni Sultan Süleyman devrindeki Türk Ordusu ile ilgili gözlemlerini şöyle anlatıyordu:

"Türk ordusu ile kendi ordumuzu karşılaştırdığım zaman gelecekte başımıza gelebilecek olan şeyleri düşünüyor ve irkiliyorum

Türkler, tarih boyunca düşünülebilecek en kudretli orduya sahipler İmparatorluğun bitmek- tükenmek bilmeyen bütün kaynakları bu ordunun emrinde Zafere alışkanlık, kazanılan sürekli zaferlerin tecrübesi, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklık bu büyük ordunun başlıca vasıflarını oluşturuyor

Bizim ordularımız ise fakir, savurgan, yenilgiler yüzünden maneviyatını yitirmiş, disiplinsiz, başıboş, sarhoş ve tamahkâr bir halde Şuna eminim ki, İran sürekli olarak doğudan Türkiye'yi tehdit etmese, Avrupa'nın işi çoktan bitmiş olacaktı

Türkler İran'ın işini bitirdikten sonra bütün ağırlıklarıyla bize yöneleceklerdir Böyle bir durum karşısında ne yapacağımızı ve buna ne derece hazırlıklı olduğumuzu düşünüyorum da, korkuyorum

Türk ordusunda ilk dikkatimi çeken, çeşitli sınıflara mensup askerlerin kendi karargâhlarından dışarı çıkmamaları oldu Bizim karargâhlarda olup-bitenleri bilenler buna inanmayacaklardır Onbinlerce askerin bulunduğu Amasya ordugâhında büyük bir sessizlik hüküm sürüyordu Orada kavgadan, tartışmadan, şiddetten ve zorlamadan eser yoktu Yüksek sesle konuşana bile rastlamadım Her taraf tertemiz, pırıl pırıldı Türkler artıkları derhal yakıyor ya da uzağa götürüp gömüyorlar Onlar hiç kumar bilmiyorlar Bizim ordugâhlarımızda ise zar ve kâğıt oynanmayan, içki içilmeyen, kavga çıkmayan çadır yoktur

Türk ordusunda en küçük bir disiplinsizlik hemen cezalandırılıyor ve hiç bir suça göz yumulmuyor Ordugâhta bir bayram namazının kılındığına şahid oldum Saflar şaşılacak derecede düzgündü

Uçsuz bucaksız bir kalabalık; türlü türlü, renk renk üniformalar, altın, gümüş, lâl, ipek ve saten pırıltıları içinde alabildiğince uzayıp gidiyordu Yalnız, bu servet ve ihtişam içinde herkes mütevazi idi Bu kudret ve zenginlik onlar için alışılmış, benimsenmiş şeylerdi Uzakta tımarlı süvarilerin binlerce atı görünüyordu Bu atlar da gayret yüksek ve bakımlı hayvanlardı

Türk toplumunun manzarası da Türk ordusunun manzarasından farksızdır Aynı sessizlik, servet içindeki sadelik, kendine güvenenlere mahsus tevazu halk tabakalarına kadar yayılmış durumda Kısacası, Türklerden alacağımız dersler sonsuzdur"

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #58
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



DİĞER KARDEŞLERİN DUYARSA

Hazreti Fatih'in dervişlere karşı çok zaafı vardı Bir gün onun bu zayıf tarafından istifade etmek isteyen, pejmürde kılıklı bir adam huzura girip:

— Devletlû Sultanım, ben senin kardeşinim Malının yarısını bana vermen gerek, dedi

Fatih, kesedarına:

— Bu fakire bir mangır ver! dedi Fakat miskin, parayı az bulup:

— Senin gibi şanlı bir hükümdara, kardeşine bu kadar az para vermek yakışır mı? dedi

Hazreti Fatih:

— Seninle nerden kardeş oluyoruz? diye sorunca Adam:

— Senin de, benim de ilk anamız Havva, ilk babamız Âdem Aleyhisselâm değil mi? dedi

Bu sefer Hazreti Fatih'in cevabı şöyle oldu:

— Sen verdiğim parayı az görüyorsun, halbuki öteki kardeşlerin duyarsa hissene bu kadar da düşmez Şimdilik bu sana yeter!

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #59
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



DANSIN YASAKLANIŞI

Bugün memleketin ekseriyatla her yerinde, hattâ İslâm Dünyası'nın ve Dünya'nın her yerinde bir medeniyet alâmeti(!) olarak kabul edilen ve genç -ihtiyar hemen herkes tarafından icra edilen dans denen melanet, ilk defa Kanunî zamanında Fransa'da yapılmaya başlanmıştı O zaman Osmanlı İmparatorluğunun sınırları Avrupanın ortalarında idi ve Fransa'ya dayanıyordu Bu dans denen melanetin ilk yapılmaya başlandığını duyan Kanunî, zamanın Fransa Kralına bir mektup yazdı

Kanunî'nin Fransa Kralına yazdığı tarihî mektup aynen şöyledir:

"Ben ki; kırksekiz krallığın hakanı, Kanunî Sultan Süleyman Han'ım Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans namı altında kadın - erkek birbirine sarılmak suretiyle, alâmeleinnas icra-i luğbiyat yapılmakta olduğu mesmu-u şahanem olmuştur

Hem hudud olmaklığımız dolayısiyle, işbu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali muvacehesinde Name-i Hümayunum yedinize vusulünden itibaren, derhal son verilmediği takdirde, bizzat Orduyu Hümayunumla gelip men'e muktedirim!"

Rivayete göre, Kanunî'nin bu mektubundan sonra, Fransa'da yüz sene dans yapılmamıştır


KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

Alıntı Yaparak Cevapla

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri

Eski 08-02-2012   #60
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri



BİRLİK OLMAK

Bir elin nesi var iki elin sesi var Kuvvet birlikten doğar Birlikle ilgili bir mesel vardır: Hakan çok hasta olduğunda, bütün oğullarını yanına çağırıyor Bu Hakan’ın yedi tane oğlu vardı Hakan oğullarının her birine bir tane ok veriyor “Bunları kırın” diyor Hepsi kırıyor, ondan sonra oğullarına 12 ok veriyor ve “Bunları kırın” diyor Tabiî ki kıramıyorlar Hakan: “Artık anlayabiliyor musunuz? Bir tane oku kırmak çok kolaydır, fakat çok sayıda ok bir araya gelirse zor kırılır Hepiniz bir bütün olarak çalıştıkça Hakanlığımız sağlam kalacaktır” dedi

Hakan’ın söylediği gibi “Bir tane oku kırmak çok kolaydır, fakat bir araya getirilmiş oklar zor kırılır” İnsanların kalbi bir kişi gibi beraber atarsa, dağı bile taşıyabilir Bu mesel insanların birlikte çalışmasının ve birliğin ne kadar kıymetli olduğunu anlatması açısından dikkate değerdir

KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası

*********

GÜN, -CANLAR YAKIP OCAKLAR SÖNDÜREN HER NEVİ ZALİMLERE KARŞI- BİZİ BİZ YAPAN MUKADDESATLARIMIZ VE DEĞERLERİMİZ MUVACEHESİNDE BİRLİK BERABERLİK İÇİNDE; BİR OLMAK, İRİ OLMAK, DİRİ OLMAK VE ZULÜMLERİNİ-OYUNLARINI TERSİNE DÖNDÜRMEK VAKTİDİR

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.