Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye > Yarının Büyükleri > Miniklere Masallar

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çocuk, masalları

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #46
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KIYMETLİ TUZ

Bir varmış, bir yokmuş Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Pire berber iken, deve tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken
Tıngır elek, tıngır felek demişler, bu masalı şöyle anlatmışlarBir varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? Demiş En büyük kız dünyalar kadar, ortanca kızı kucak kadar, küçük kızı da tuz kadar severim demiş

Padişah küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, insan tuz kadar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellada teslim etmiş Cellat, kızı kesmek için dağa götürmüş Kız cellada yalvarmış, sen de babasın, bana kıyma demiş
Cellat, kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha getirmiş
Küçük kız yollara düşmüş Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaşmış Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyümüş, çok güzel bir kız olmuş Güzelliği ilden ile, dilden dile yayılmış, kısmet bu ya bir başka padişahın oğluyla evlenmiş
Aradan bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocasına anlatmış, babamları yemeğe çağıralım demiş Kocası da olur demiş Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah babası ziyafete çağrılmış
Kızın padişah babası söylenen günde avanesiyle birlikte ziyafete gelmiş Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğunda yemekler sırayla gelmeye başlamış Ama kız, aşçısına bütün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini yiyememiş
O sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını seni tuz kadar seviyormuş dediği için öldürtmüşsün demiş Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden işte o küçük kız benim demiş ve bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın sözlerini eklemiş
Padişah yaptığından utanarak küçük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğunu anlamış Ondan sonra yeni bir dönem başlamış Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #47
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KİBİRLİNİN BURNU

İyi kalpli vezir, ülkenin sultanı ile iyi geçiniyor, halkın sorunlarına çare bulmaya çalışıyordu Onun başarısı etraftaki bazı arkadaşlarının kıskançlığı sonucu istenmedik davranışlara yol açıyordu
Yine bir gün iyi kalpli Sultan ile Veziri konuşuyorlardı
Sultan:
-Kötü insana kendi kötülüğü yeter Başka bir şey yapmaya gerek yok!"derler Ne güzel söz değil mi? dedi
-Evet efendim! Gerçekten öyle, dedi Vezir
Biraz sonra, Vezir dairesine gitti Birçok iş sahibi onu bekliyordu Hepsinin işini sıkılmadan güler yüzle halletti
Vezir akşam evine vardı Hanımı ve çocuklarıyla yemek yedi İnsan vezir de olsa hanımını ve çocuklarını ihmal etmemeliydi Yemekten sonra hanımına ve çocuklarına günü nasıl geçirdiklerini sordu Onlara sevgi gösterdi Hep beraber yatsı namazını kıldılar Cemaat oldular "Cemaat olursa namazın sevabı daha fazla olur" dedi iyi kalpli Vezir Sonra Kur'an-ı Kerim okudu Ardından herkez yatağına çekildi
Ertesi gün, onu kıskanıp kötülük yapmayı düşünen bir arkadaşı ziyaretine geldi Kendisini Sultan'la görüştürmesini rica etti Kalbinde kötülük olmayan Vezir de "Hallederiz"dedi
Biraz sonra arkadaşı, Sultan'ın huzuruna çıkarılmıştı bile Adam şöyle konuştu:
-Muhterem Sultanımız Sizin bu Vezir'iniz benim yakın arkadaşımdır Fakat maalesef kendisini sizden bile büyük görüyor Çok kibirli
-Ne diyorsun?
-İnanmassanız dikkat edin Sizinle konuşurken burnunu tutacak Kibir ve gururdan başını öteki tarafa çevirecektir!
-Olur mu öyle şey?
-Deneyin, göreceksiniz efendim
Konuşması bitti, dışarı çıktı Vezir gülüyordu Arkadaşı ona dedi ki:
-Beni Sultan'la görüştürdüğün için çok teşekkür ederim Ben de seni öğle yemeğine davet ediyorum
-Canım ne lüzum var?
-Gelmezsen darılırım Yoksa bizim yemeklere tenezzül etmiyor musun?
Vezir mecburen ziyafete gitti Ziyafette bol soğanlı, sarımsaklı çorbalar, mantılar yendi içildi
Yemekten sonra Vezir, hızla saraya döndü
Öğleden sonra birçok işi vardı Bir ara Sultan'ın çavuşu geldi Sultan'ın kendisini hemen beklediğini haber verdi
Sultan'ı ayakta gören Vezir:
-Efendim beni emretmişsiniz, dedi
-Yaklaş Yanıma yaklaş, sana bir şey vereceğim
Vezir yaklaştı Fakat ağzı soğan sarmısak kokmasın diye, eliyle ağzını kapattı Sultan ona eğildikçe, Vezir başını çeviriyordu Sultan çok üzüldü ´´Demek söylenenler doğruymuş`` diye düşündü Masanın üzerinde kapalı bir şekilde duran zarfı aldı, ona verdi
- Bunu kendi elinle başvezire teslim eyle!
Sultan böyle emirnameler ile sevdiklerini elçi tayin ederdi Vezir hayırlı işte acele edeyim diyerek derhal yola koyuldu
Yolda yine arkadaşını gördü Arkadaşı merak etti O da her şeyi anlattı
-Sultan heralde çok sevdiği birisine yardım ediyor ki böyle acele etti Elden emirname gönderiyor, dedi
Arkadaşı yine çok rica etti Sabahleyin bende ondan böyle bir şey istedim Belki benim için yazılmış bir emirdir Ne olur bana ver de kendi elimle götüreyim diye yalvardı Vezir kabul etti Nasıl olsa ´´İyi arkadaşım olduğunu Sultan biliyor kızmaz`` diye düşündü Biraz sonra "Başvezir" mektubu okudu şunlar yazılıydı -Bu mektubu sana getireni derhal öldüreceksin, sonra da "kibirli burnunu kesip" saraya yollayasın! Baş Vezir tereddüt etmeden, "emri" yerine getirdi Akşam üzeri Veziri gören Sultan pek şaşırdı!
-Sen burada ne arıyorsun? diye sordu
O da yolda arkadaşına rasladığını ve olanları anlattıTam konuşurlarken çavuş yanlarına geldi Elinde kapaklı tabak tutuyordu
-Bunu "başvezir" yolladı efendim, dedi
Kapağı açtılar içinden kocaman bir insan burnu vardı Yanındaki kağıtta şunlar yazılıydı:
"Kibirli Burnu"
Sultan artık dayanamadı, sordu:
-Sen bugün bugün başını neden uzaklaştırıyordun?
Vezir güldü:
-Ağzımın kokusu sizi rahatsız etmesin diye efendim Öğle yemeğine arkadaşım davet etmişti Fazlaca soğan sarmısak yemiştik
Sultan hem sevindi hem üzüldü ve şunları mırıldandı:
Kötü insana kendi kötülüğü yetişir

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #48
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KİBRİTÇİ KIZ

Bir yılbaşı gecesiydi Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı
Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi Ufak bir kız çoçuğu Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı Soğuktan morarmış tir tir titriyordu Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi

Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu
Evet, bu bir kibritçi kızdı O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine söylemekten çekiniyordu Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık,incecik sesiyle "Kibrit var, kibrit"diye bağırıyordu Sokaktan geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak sokak dolaşırken, hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış, kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü Arkasından seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa uzaklaşmıştı

Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış, oracığa kıvrılıp oturmuştu
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı Parmakları uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev

Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını ısıttı İçi de ısınmıştı Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu Arkasında kalın bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı Derken kibrit sönüverdi Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti Kızcağızın parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı
Bir kibrit daha yaktı Bu sırada soğuk bir rüzgar esti Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü Öbür elini aleve siper etti Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü İçeride geniş bir oda vardı Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekler dizilmişti Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu Kızcağız'ın gözleri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti Ağzı sulandı Elini oraya doğru uzattı Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu Kızcağız çöpü yere atıverdi Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi

Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesiKibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor Gece olduğu halde hava sıcak Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar bağrışıyordu
Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzaklaştı, söndü Kızcağız: 'işte, biri daha öldü' diye mırıldandı Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oluyordu İşte ninesi geliyordu Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu Geldi, geldiKollarını açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın ölüsünü buldular Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı

-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler Bu kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki


Yazan:Hans C Andersen,
Andersen Masalları, Remzi Kitabevi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #49
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KONUŞAN LEYLEK

Yaşamakta olduğumuz şu yıllardan pek de o kadar uzak sayılmayacak bir zaman dilimi içerisinde konuşan bir leylek yaşarmış Bu leylek insanlar gibi konuşur, insanlar gibi düşünürmüş İyilik yapmayı ne kadar çok istermiş bir bilseniz…Fakat, iyilik yapmak için hiç fırsat bulamazmış Yazın Anadolu’ ya gelir yuvasını kurar, sonbaharda havalar serinlemeye başlar başlamaz göç eder, kışı geçirmek için Mısır’a gidermiş Mısır ülkesinin kışları, Anadolu’ nun yazları kadar sıcak olurmuş Yaz mevsimi gelince de tekrar Anadolu’ ya dönermiş, çünkü Mısır ülkesinin yazları dayanılmaz şekilde sıcak geçermiş

Senelerden bir sene yaz mevsiminde Anadolu’ ya gelmiş Gökyüzünde uçarken, aşağıdaki akarsu kenarında şirin bir kasaba görmüş Hemen kararını vermiş Yazı bu kasabada geçirecekmiş Kasabanın üzerinde geniş daireler çizerek, dönerek alçalmaya başlamış Tek katlı evlerden mavi boyalı olanın bacasını çok beğenmiş Burası oldukça geniş ve manzarası güzelmiş Çevreden çalı çırpı toplayıp yuvasını yapmış Günler günleri kovalamış Konuşan Leylek yeni yuvasında rahat ve mutluymuş Mutlu olmasına mutluymuş da mutluluğunu tam olarak içine sindirememiş Mavi boyalı evde bir adamla karısı yaşarmış On yıldır evli oldukları halde nedense bir türlü çocukları olmazmış Daha yuvasını kurduğu ilk günün gecesi
adamla karısı tarladan evlerine dönüp yemeklerini yedikten sonraki konuşmalarında bile hep çocukları olmadığından yakınırlarmış Kadın ağlamış, sızlanmış, kocası da ağlamamasını isteyerek, üzülmekle ellerine bir şey geçmeyeceğini söylemiş Her akşam aynı konuşmaları duyduğu için, çocuk meselesi kafasına takılır olmuş İşte tam olarak mutlu olamamasının sebebi buymuş

Daha sonraki bir gün sabaha karşı canı sıkılmış Yuvasından çıkmış Gökyüzünde uçtuktan sonra, kasaba camisinin bahçesine inmiş Gezinmeye başlamış Ortalıkta kimseler yokmuş
Biraz sonra etrafına bakınarak, telaşlı hareketlerle yürüyerek gelen bir kadın caminin kapısına elindeki sepeti bırakmışAcele adımlarla geldiği yoldan geriye dönüp gitmiş Kadının bıraktığı sepette ne olduğunu merak etmiş Sepetin üstündeki örtüyü kaldırınca, bir de ne görsün? Minimini bir bebek mışıl mışıl uyuyormuş Konuşan leylek, bu kadının çocuğu neden terk edip gittiğini anlayamamış Bebeğin üstünü örtüp orada bırakmış Kadının gittiği yöne doğru uçmaya başlamış Birkaç sokak ileride kadını giderken görmüş Daha sonra kadın evine varmış İçeriye girmiş Kapıyı kapatmış Evin bahçesine çıkmış Bir köşeye oturup ağlamaya başlamış Konuşan Leylek kadınla durumu konuşmaya karar vermiş Bahçeye inmiş, kadına doğru yaklaşmış:

“ Merhaba, rahatsız etmiyorum ya? “ demiş Kadın başını kaldırmış Bakmış karşısında bir leylek kendisini merhaba diyor Hayal gördüğünü sanmış, gözlerini ovuşturmuş “ Dert üstüne dert gelirse böyle olur işte Karşımda bir leylek varmış da konuşuyormuş gibi geldi sanki ” diye söylenmiş

Konuşan Leylek:

“ Hayır, sayın kadın kardeş Bu dünya, bu evler, bu insanlar nasıl gerçek ise benim varlığım ve benim insan dili ile konuşabilmem de o derece gerçektir “demiş Kadın öylece bakakalmış Aradan bir dakika geçmiş Şaşkınlığı biraz olsun azalmış

“ Tamam, karşımda duruyorsun…Hayal gibi silinmiyorsun Sen varsın Peki nasıl oluyor da konuşabiliyorsun?!

“ Şaşırmakta haklısın, kadın kardeşYine de çok soğukkanlıymışsın; korkup kaçmadınİnsanın
karşısına her zaman benim gibi düşünüp, konuşabilen bir leylek çıkmaz Annem leylekti,fakat babam papağandıDış görünüşüm anneme benzemiş Konuşma yeteneğimi babamdan almışım ve ben de Konuşan Leylek olmuşumBakışlarından durumu kavradığını anladım Açıklamanı istediğim soru şu: Neden çocuğu cami kapısına bıraktın? “

“ Kocamla ne güzel geçinip gidiyorduk Çocuk dünyaya gelmeden iki ay önce kocamı kaybettim Çeşitli zorluklara göğüs gerdim Biraz birikmiş paramız vardı, onunla idare ettim Sonunda o para da tükendi Akrabamız falan da yok, çocuğu bırakıp iş bulayım, çalışayım Komşular dersen, herkes işinde gücündeOnların da çocukları var, benimkiyle kim uğraşacak? Gün ağarmaya başladı Sabah ezanı az sonra okunacak Cami imamı neredeyse gelmiştir Çocuğu birisine evlatlık verirler herhalde

“ Aman, imam gelmeden yetişeyim! Çocuk kim aldı ya gitmesin Tanıdığım çocuksuz bir aile varYıllardır çocuğa hasretYarın bu saatler durumdan seni haberdar ederim ”demiş, Konuşan Leylek hızlı hızlı Cümlesini bitirmeden bir kurşun gibi fırlamış Uçmaya başlamış Böylesine süratli uçtuğunu hatırlamıyormuş Ancak saniyelerle sayılabilecek bir süre sonra caminin kapısı önüne inmiş Neyse ki, imam daha gelmemiş Bakmış çocuk hala uyumakta Sepetin sapını gagası arasına kıstırmış Havalanmış Mavi boyalı evin bacası üstündeki yuvasına gelmiş Nefes nefese kalmış Dinlenmiş Ev sahipleri uyanmışlar, konuşuyorlarmış Tam zamanı olduğunu düşünmüş Sepeti almışAşağı yola inmiş Kapıyı çalmış Bir süre beklemiş Kapıyı açıp öylece durup bakakalan kadının şefkatli kollarına bebeği bırakmış Uçup gitmiş Yıllardır evlat hasretiyle yanıp tutuşan kadın ile adamın sevincini varın siz tahmin edin artık

Konuşan Leylek, ertesi gün söz verdiği zamanda çocuğun annesinin evine gitmiş Kadına, çocuğunun emin ellerde olduğunu söylemiş Bu kasabaya geldiği ilk günden itibaren olanları anlatmış Bir bahaneyle çocuğun yeni annesiyle arkadaş olup, çocuğunu istediği zaman gidip görebileceğini söylemiş Kadın, Konuşan Leyleğe teşekkür etmiş Üzüntüsünün oldukça hafiflediğini söylemiş Konuşan Leylek, kadına ‘ Ara sıra uğrarım ‘ diyerek mavi boyalı evin bacası üstündeki yuvasına doğru, göğsü gururla kabararak uçmuş

Serdar Yıldırım

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #50
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KRAL İSTEYEN KURBAĞALAR

Çok eski zamanlardan birinde Olympos dağının doruklarında Tanrı Jüpiter yaşarmış Dağların, denizlerin, hayvanların, insanların kralıymış
Dağın eteklerinde kocaman bir göl varmış Bu gölün sakinleri de geveze kurbağalarmış İlk başlar kurbağalar neşe içinde hür yaşarlarmış
İstediklerini istedikleri zaman yaparlarmış

Kimse karışmazmış onlara Bir süre sonra kurbağalar bu özgür hayattan sıkılmaya başlamışlar Göklere yükselen vraklamalarla Jüpiter’den kendilerine bir kral göndermesini istemişler:
"Kral hayatımıza yön versin, ne yapacağımızı bize söylesin"Jüpiter önce pek dikkate almamış kurbağaların bu isteğini Ama öylesine gürültülü, öylesine gevezeymişler ki dayanamamış, eline geçirdiği bir ağaç parçasını yukarıdan gölün ortasına fırlatmış
Bir şeyin şrak diye gölün ortasın düşmesi kurbağaları susturmuş

Uzun süre bağırmışlar Bu suskun krallarının yanına yaklaşmaya da korkuyorlarmış
"Tanrı Jüpiter’in gönderdiği bu sessiz kralın sağı solu belli mi olur, değil mi? Uysal gibi görünür, ama birden yaklaşanın da canına okuyabilir" diye düşünmüşler
Epey bir zaman sonra genç kurbağalardan biri ağaca yaklaşmış, yavaş yavaş yanına gitmiş, önce dokunmuş, sonra üzerine çıkmış, ardından üzerinde zıplamaya başlamış Bu kral ne yaparsan yap hiç sesini çıkarmıyormuş!

Göldeki bütün kurbağalar krallarının yanına koşmuşlar, üzerine çıkmışlar, tepinmişler
Bütün gün orada oyalanmışlar Sonunda bir gün içinde kralları pis ve yosunlu hale gelmiş Kurbağalar da krallarından bıkmışlar Ertesi gün Jüpiter’den kral istemişler
Öylesine yüksek perdeden bağırıyorlarmış ki Jüpiter dayanamamış

Ama bu sefer kurbağalara kral olarak yılanı göndermiş!
Şimdiye dek krallarının sessiz ve zararsız olduğundan yakınan kurbağalar bu kez de krallarının kendileri için ne kadar tehlikeli olduğundan yakınmaya başlamışlar
Yeni krallarının yanına yaklaşamıyorlarmış bile
Yılan, çevrede bulduğu kurbağaları bir lokmada midesine indiriyormuş
Kurbağalar yeni kral için vıraklamaya başlamışlar

Jüpiter şöyle demiş: "Size önce iyi ve uysal kral verdim, beğenmediniz O halde şimdi kötü ve vahşi kralınızı beğenmek zorundasınız Çünkü bunu da istemezseniz, daha kötüsüne razı olmak zorunda kalabilirsiniz"
İşte o günden beri budala kurbağalara yılanlar krallık edermiş


"Her Güne Bir Masal"
Derleyen ve çeviren: Tarık Demirkan
Doğan Kardeş Kitaplığı (YKY Yayınları)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #51
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KURBAĞACIK

Ormanlık bir bölgede bulunan bir su birikintisinde yaşamakta olan kurbağacık hiç arkadaşı olmadığından yakınıyordu Bu kurbağacık vaktinin çoğunu su birikintisinde yüzerek geçiriyor, bazen de sudan çıkıp, çimenlerin üstünde zıplayarak geziniyordu Her gün bir önceki günün tıpatıp benzeriydiHer gün aynı şey, hep aynı şeyler Bitmek tükenmek bilmeyen bir tekdüzelik kurbağacığı canından bezdirmişti Kurbağacık bir gün kızdı kendine:

“ Sanki bütün ömrünü bu su birikintisinde geçirmeye pek meraklısın Dünya senin zannettiğin kadarcık mı sanki? Dünya bu kadar küçücük mü sanki? Neden kurtarmazsın kendini buradan, çekip gitmezsin buralardan? Eğer sen bu yaşadığın su birikintisine dünya diyorsan, bil ki, sen bu dünyanın değil, bambaşka dünyaların kurbağasısınŞunu hiç aklından çıkarma: Arzuladığın yaşama ancak bu su birikintisinden uzaklaşarak kavuşacaksın

Kurbağacık hemen o anda kararını verdi Buradan ayrılarak yola çıkacak, gideceği yerlerde kendine arkadaş arayacaktı Kurbağacık ormanda günlerce yol aldı Artık ormanın sık ağaçları seyrekleşmiş, küçük bir düzlüğe çıkmıştıBirden yerde parlak bir şey gördüBu da neydi böyle? Parlak şeye baktığında çok şaşırdı Bunun içinde bir kurbağa vardı ve o kurbağa da kendisine bakıyordu Geriye dönüp, bir taşın arkasına saklandı İlk şaşkınlığı geçtikten sonra bu parlak şeyin çok ince olduğunu ve içinde kurbağa falan olamayacağını anladı O zaman durum apaçık ortadaydı: Parlak şey ayna olmalıydı ve aynada kendini görmüştü Kurbağacık aynayı alarak yakındaki bir ağacın kenarına kenarına yasladı Aynanın karşısına geçerek türlü şaklabanlıklar yapmaya başladı Bazen iki ayağı üstünde doğruluyor,bazen zıplıyor, bazen de derin nefes alıp göğsünü, yanaklarını şişirerek aynadaki aksini seyrediyordu Bu hareketlerin içinde en hoşuna giden, aynada kendini iri görmek olmuştu Gittikçe daha derin nefes alarak daha iri gözükmeye başladı Sonunda, öyle bir an geldi ki, kurbağacık yusyuvarlak oldu ve ayaklarının yerden kesilip yükselmeye başladığını fark etti

Kurbağacık hiç bozuntuya vermedi Yerden on metre kadar yükselince ağzından biraz hava bıraktı Daha fazla yükselmek gereksizdiHer işte her şey seviye seviyeydi Seviyesinin dozunu tam olarak ayarlamalıydı Bir kuş değildi ki o, çırpsın kanatlarını, yükselsin gökyüzüne, uçsun uçabildiğinceNereden baksan bir küçük kurbağacıktı Olmaz denirdi, kurbağalar uçamaz denirdi, hayal gibiydi ama gerçekti Uçuyordu işte Kurbağacık şöyle bir etrafına bakındı Yön tayini yaptı Ormandan gelmiş, şu tarafa gidecekti Sağ ön ayağını gideceği tarafa doğru mihaniki bir hareketle uzattı Hayret!Gitmek istediği tarafa dönüvermişti Döndü iyi de hala havada hareketsiz duruyordu Birden suda arka ayaklarını ileri gitmek için kullandığını hatırladı Arka ayaklarını yavaş yavaş göğsüne çekti, geriye doğru bıraktı, çekti, bıraktı Düşündüğü tastamam olmuştu İlerleyebiliyordu Artık canının istediği kadar gidip, istediği yerde de aşağı inebilecekti

Kurbağacık bir süre uçtuktan sonra bir dere kenarında boylu boyunca uzanmış yatmakta olan yaşlı kurbağayı fark etti ‘ Mutlaka bir rahatsızlığı vardır yaşlı kurbağanın ‘ diye düşündü
‘ Çünkü hiçbir kurbağa böylesine açıkta yatmaz Eğer yatarsa bu onun tehlikelere davetiye çıkartması anlamına gelir İnip bakayım nesi varmış yaşlı kurbağanın

Yaşlı kurbağanın düşüp kaldığı bu çayırlık bir mesire yeriydi İnsanlar günlük güneşlik yaz günlerinde hafta sonlarını burada geçirirler, piknik yaparlardı Bir kendini bilmez yanında getirdiği şişenin içindekini içmiş, giderken de atmış şişeyi kırmıştı İşte yaşlı kurbağa önündeki bu kırık şişenin bir parçasına basınca ayağından yaralanmış ve canının çok acımasına dayanamayarak bayılmıştı Yaşlı kurbağa kendine geldikten sonra olanları kurbağacığa anlattı ve yardım etmesini istedi

Kurbağacık:

“ Efendim, böyle bir durumla daha önce hiç karşılaşmadım O cam parçasının ayağınızın altından çıkarılması lazım Ben bunu başaramamGelirken görmüştüm Az ilerde dere kıyısında iki çocuk balık tutuyordu Gidip onları çağırayım, size yardım ederler herhalde “ dedikten sonra zıplayarak uzaklaştı

Kurbağacık çocukların yanına geldiğinde:

“ Lütfen yardım eder misiniz? Yaşlı bir kurbağa ayağından yaralanmış az ilerde yatıyor Ne olur benimle gelin ona yardın edin , onu kurtarın İyilik yapmak sevaptır Haydi çocuklar, lütfen kalkın, benimle gelin “ dedi

Kurbağacığın yalvarmasına dayanamayan çocuklar, oltalarını sudan çıkarıp bir kenara koydular ve kurbağacığın peşine takıldılar Biraz sonra yaşlı kurbağanın ayağındaki cam parçası çıkarılmış ve yaralı yer temiz bir bezle sarılmıştı

Çocuklar gittikten sonra kurbağacık yaşlı kurbağaya destek oldu ve onu kuytu bir yere götürdü Burada yaşlı kurbağa, kurbağacığa yaptığı yardımlardan dolayı teşekkür ettikten sonra:

“ Nedense böylesine karşılık beklemeden yapılan iyilikler, yardımlar pek nadir oluyor Nedense herkes bir başkası bana kötülük yapmadan ben ondan önce davranıp ona bir kötülük yapayım, ilk ben vurayım diyerek kesinlikle hiç bitmeyecek bir yarışı sürdürüyorlar Gelin bu anlamsız kötülük yarışından vazgeçin, gelin kardeş olalım, elele tutuşalım, mutluluğa koşalım
diyerek seslensem ben şimdi tüm canlılara acaba beni dinlerler mi? Hep kötülük görmekten, hep üzülmekten, hep ağlamaktan bıktım artık “ diyerek sözlerini tamamladı ve ağlamaya başladı Yaşlı kurbağanın ağlaması kurbağacığın silkinmesine sebep oldu

“Dur ağlama artık yaşlı kurbağa, sil gözyaşlarını Bundan sonra ikimiz eş kardeş sayılırız Demek ki bir kötülük yarışı yapılıyor ve herkes bu yarışı önde bitirme gayreti içinde Buna karşın ben de şu andan itibaren iyilik yarışını başlatıyorum Yakında dünya turuna çıkacağım ve tüm canlılara iyiliği anlatarak onların da iyilik yarışına katılmalarını sağlayacağım İyilik bayrağı sonsuza dek gönderde dalgalanacaktır

Kurbağacık kendine çok güveniyordu Neden derseniz, çünkü güçlü bir kozu vardı Ne çabuk unuttunuz, uçabiliyordu ya Kıtalararası yolculuk onun için hiçten bile değildi

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #52
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KUYRUKSUZ TİLKİ

Bir varmış, bir yokmuş Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken

Şimdi size tilki ile Henife Bacı'nın masalını anlatacağım Bir zamanlar Henife Bacı diye bir ihtiyar kadın varmış Kendi halinde, kimsesiz, zavallı bir kadınmış Köylüler bunu çok severmiş Her sene bu köyde yaylaya gidilirmiş Giderken, Henife Bacı'yı da götürürlermiş

Bu sene de yaz gelmiş, yaylaya çıkmışlar Yaylada ot çok, su çok, hayvanlar yiyor, içi besleniyor Tereyağı yapıyorlar, petekler var, bal tutuyorlar O yazı öyle yaylada çalışarak geçiriyorlarHenife Bacı'nın da bir kaç tene keçisi, koyunu varmış Onlardan biraz kendine göre tereyağı yapmış, bir iki petekten biraz bal tutmuş
Derken güz gelmiş Bunlar yüklenip köye dönecekler; arabalarını yüklemişler Henife Bacı'nın da bir eşeği varmış Yüklerini eşeğine yüklemiş, köylülerin arkasından yavaş yavaş geliyormuş, bir taşın yanından geçerken, Henife Bacı su dökmek ihtiyacı duymuş Eşeğini durdurmuş, taşın arkasında oturmuş Demek ki bunu da bir kurnaz tilki takip etmiş Biliyor ki kimsesizdir, fukara bir kadındır, sahibi yoktur Gidip bunun küplerini aşağıya indiriyor, tereyağını yiyor, içine çıtısını, pıtısını yapıyor Sora balı yiyor, içine işiyor, tekrar koyuyor yerine; hiç ellememiş gibi çıkıp gidiyor
Henife Bacı işini görüp, eşeğinin başına dönüyor, yavaş yavaş gidiyor köye O akşam çok yorgundur Küpleri indirip koyuyor salona, dinleniyor, yatıyor Sabahleyin :
- Bir bakayım tereyağ ile balım nasıldır? Bir iki lokma yiyeyim Henife Bacı küpün ağzını açıyor, bakıyor ki ne pis bir koku düşmüş içine, pislik var içinde
- Allah Allah! Bu nerden geldi? diyor Kadın şaşıtıyor Diğerinin ağzını açıyor,bakıyor ki yine pislik!!!
- Vay bunu benim başıma kim etti? diyor Düşünüp taşınıyor, bir türlü aklına bir fikir gelmiyor Sonra bir bakıyor ki, kapısının önünde bir dibek taşı varmış; bu dibek taşının üstüne bir tilki gelip oturmuş :
- Henife Bacı, Henife Bacı! Yağını yedim, balını yedim, içine çıtımı pıtımı ettim, verdim elan Vayyy! Demek benim başıma bu tilki bele oyun oynadı Tilki senin alacağın olsun Allah büyüktür;

Tilki her gün böyle geliyor, bu kadının böyle hem yağını yiyip, hem balını yiyip, hem de kadıncağızı kızdırıyor Diyor ki:
- Sen dur tilki, ben de senin başına bir oyun oynayayım sen de gör
Kalkıp gidiyor, köye varıyor Oradan buradan biraz kara sakız getiriyor, dibek taşının üstüne koyuyor Güneş vuruyor, o kara sakız eriyor Tilkinin haberi yok tabi Tilki geliyor, taşın üstüne oturuyor Oturur oturmaz bağırıyor :
- Henife Bacı, Henife Bacı! Yağını yedim, balını yedim; içine çıtımı pıtımı ettim, verdim elan diye
- Tamam, sen bir dur! Gidip köpekleri çağırıyor,
- Hella hella!Bu tilkiyi tutun!
Valla tilki yapışmış kara sakıza O yana dönüyor, bu yana dönüyor, bir türlü kendini kurtaramıyor Hızla kalkarken kuyruğu kopuyor Tilki gidiyor ama kuyruğu kalıyor Henife Bacı diyor ki :
- İşte ben de senin başına oyun ettim
Alıp kuyruğu getiriyor eve Getirip o temiz kara sakızları yiyor, boncuk takıyor, zil takıyor, süslüyor püslüyor, asıyor pencerenin önüne Tilki gidiyor geliyor, boynunu büküyor, kuyruğuna bakıyor Yalvarıp yakarıyor :
- Henife Bacı, ben ettim sen etme; kuyruğumu ver Ben tilkilerin içine gidemiyorum Üstüme geliyorlar
- Valla ölsem vermem Yağımı, balımı getirmezsen vermem
Tilki gidiyor geliyor, Henife Bacı’nın içi acıyor:
- Neyse, baldan, yağdan vazgeçtim; git bana iki büyük yoğurt getir, o zaman senin kuyruğunu vereyim
Tilki - Peki diyor O yana gidiyor bu yana gidiyor, bir bakıyor ki bir kuru yoncanın içinde üç dört tane koyun otluyor Koyunlara yalvarıyor:
- Koyun, Koyun! N’olor kurban olam, bana biraz süt verin, yoğurt verin Henife Bacı'ya götüreyim, belki benim kuyruğumu verir
Koyunlar :
- Git bize ot getir, otu yiyelim, sana süt verelim
Tilki gidiyor Güz zamanıdır, yoncada ne ot var, ne bişi Kurumuş kalmış her yer Gidip oturuyor tarlanın başında, yoncaya diyor :
- Yonca, yonca! N’olor bana biraz ot ver, ben götüreyim koyun yesin; süt versin,
yoğurt yapayım vereyim Henife Bacı’ya Benim kuyruğumu versin
Yonca : - Valla biz şimdi sana veremeyiz Git biraz su getir, bizi sula ki biz yeşerelim, ondan sonra sana ot verelim; sen de götür ver koyuna, sana süt versin
Tilki oraya gidiyor buraya gidiyor bakıyor ki, dereler donmuş, sular akmıyor Kendi kendine diyor :
- Ben nerden getiririm?
Kaçıp gidiyor çocukların yanına :
- Ayşe, Fatma, Memo! Gelin bu buzun üstünde oynayın, buz kırılsın; belki su akar, gideyim yoncaya, yonca yeşersin, ben de biçip götüreyim koyuna yesin süt versin; yoğurt yapayım götürüp vereyim Henife Bacıya; sonra benim kuyruğumu versin
Çocuklar :
- Valla bizim ayağımız yalınayaktır Git bize ayakkabı getir, ayakkabıyı giyelim sana su verelim
Tilki kalkıp gidiyor ayakkabıcıya,ayakkabıcıya yalvarıyor :
- N’olor, iki üç çift ayakkabı ver bana Götürüp vereyim çocuklara, giysinler buzun üstünde oynasınlar; belki buz kırılır, su akıp gider yoncaya, yonca yeşerir, ot verir Otu vereyim koyuna,koyun yesin süt versin; sütü yoğurt yapayım, vereyim Henife Bacı’ya, sonra benim kuyruğumu versin
- Peki ne paran var, ne pulun var? Ben sana ayakkabı nasıl vereyim? Git bir sepet dolu yumurta getir
Tilki gidiyor tavukların yanına,tavuklara yalvarıyor :
- Tavuklar, kurban olayım, biraz yumurta verin Götürüp vereyim ayakkabıcıya, bana birkaç çift ayakkabı versin, götürüp vereyim çocuklara, oynasınlar buzun üstünde,buz kırılsın,su aksın, gitsin yoncaya yeşertsin; otu alıp koyunlara vereyim bana süt versinler, ondan yoğurt yapayım Henife Baci'ya,benim kuyruğumu versin
Tavuklar diyor :
- Vallahi biz ne yiyelim? Git bize bir tencere buğday getir; Biz yiyelim sana yumurta verelim
Tilki kaça kaça gidiyor, bakıyor bir tarlada harman yapılıyor Bir teneke buluyor, doldurup buğdayı kaçıp getiriyor, döküyor tavukların önüne Tavuklar yiyorlar,ondan sonra yumurtluyorlar Sepeti yumurta ile dolduruyor, alıp götürüyor ayakkabıcıya :
- Al sana yumurta
O da diyor: - Al sana üç çift ayakkabı
Alıp getiriyor çocuklara,çocuklar çok seviniyorlar Buz üstünde hopluyorlar hopluyorlar buz kırılıyor,su akıyor Su geliyor yoncaya, yonca yemyeşil ot veriyor Bu güzelce otu biçiyor, götürüyor koyuna Koyun otu yiyor, iki kap dolusu süt veriyor Tilki alıp götürüyor Henife Bacı'ya Diyor:
- Al Henife Nene, al bunu mayala, yoğurt yap, benim kuyruğumu ver Hadi yine neyse, sana acımam geldi
Kuyruğu güzelce bunun arkasına dikiyor Kuyruğundan da güzel güzel boncuklar, ziller, pullar pırıl pırıl parlıyor Tilki şişe şişe, kuyruğunu sallıya sallıya gidiyor ormana, tilkilerin içine Tilkiler hepsi toplanmışlar
- Vay ağa geldi, paşa geldi Sen nerden geldin? Sen bu kuyruğu nerden buldun?
- Valla istiyorsanız, size de yaparım aynısını Sırrını size diyeyim
Diyorlar - Söyle, ne olsa yaparız
- Peki, gelin Bu köyün altında bir dere var Sizi götüreyim oraya, kuyruklarınızı koyun derenin içine, donacak kuyruklarınız; sabah işte böyle olur Ama böyle sabaha kadar soğuktan donsanız da, sudan çıkmayacaksınız
Tilkiler tamam diyorlar
Yirmi, yirmi beş tene tilki giriyorlar derenin içine, hepsi böyle yan yana duruyorlar O da gidiyor uzakta bir yerde oturuyor Akşam serindir, ayazdır tabi, su donuyor Kuyruklar bütün birbirine yapışıyor O kadar soğuktur ki ;sabaha karşı bizim tilki bağırıyor, köpekleri çağırıyor :
- Hala, hala! Gelin bu tilkilere!
Köpekler bağırıyorlar, çağırıyorlar, hücum ediyorlar Canını kurtaran tilki kaçıyor, kuyruğu kalıyor, tilki kaçıyor, kuyruğu kalıyor Valla dere tilki kuyruğu ile doluyor Ondan sonra gidip neneyi çağırıyor :
- Henife Bacı, Henife Bacı! Gel bak, ne kadar sana kuyruk topladım

Henife Bacı koşa koşa geliyor; sevine sevine kuyrukları topluyor, götürüyor eve Hepsini açıyor, kendine, güzel bir post yapıyor, sobanın yanına koyuyor; kışın üstünde sıcak sıcak oturuyor Tilki de alıp kuyruğunu kaçıyor Ama öbür tilkilerin yanına korkudan gidemez tabi, o da başka tarafa gidiyor

Henife Bacı da postunun üstünde oturup yoğurdunu yiyor Yiyip içip muradına eriyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #53
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KÜÇÜK DENİZ KIZI

Bir zamanlar altı güzel kızı olan bir kral varmış Ama bu kral insanların kralı
değilmiş Ülkesi dalgaların altında balıkların değerli taşlar gibi parıldadığı bir ülkeymiş Genç prenseslerin anneleri çoktan ölmüş ve onları büyükanneleri büyütmüş İçlerinde en güzelleri en küçük olanıymış Saçları altın bukleler halinde omuzlarına dökülüyormuş Kızlar büyükannelerinin anlattığı yeryüzüyle ilgili masalları çok seviyorlarmış Bu masallarda bacak adlı iki şeyin üzerinde yürüyen garip insanlar varmış Küçük denizkızı da bu anlatılanları görmek istiyormuş "Onbeş yaşını beklemen gerekir," demiş büyükanneleri "O zaman gidip görebilirsin"


En büyük denizkızı yaşı geldiğinde yüzeye çıkmış ve gördüğü ilginç şeyleri kardeşlerine anlatmış Yıllar geçmiş ve sonunda küçük denizkızının da yüzeye, insanların dünyasına çıkabileceği gün gelmiş Şimdiye kadar hep merak ettiği dünyayı artık kendi gözleriyle görebilecekmiş Yüzeye doğru yüzerken güneş batıyormuş Yakınlarda bir gemi demir atmış Küçük denizkızı yüzeye çıktığında güvertedeki yakışıklı prensi görmüş Prens kendisini birisinin gözlediğini de, prensesin ondan gözlerini ayıramadığını da bilmiyormuş tabii Birden hava kararmış, gemi çıkan fırtınayla
sallanmaya başlamış Çok geçmeden yelkenleri parçalanmış, direği kırılmış ve gemi sulara gömülmüş Küçük denizkızı sularda çırpınan prensi son anda görüp kurtarmış Onu kucaklayıp kıyıya götürmüş ve sahile bırakmış Sabah
olduğunda prens hala yattığı yerde uyuyor, denizkızı da başucunda onu bekliyormuş Az sonra birkaç kız koşarak gelmiş Prens gözlerini açmış ve kalkıp yürümüş Küçük denizkızı oracıkta üzüntüsüyle
baş başa kalmış



O günden sonra küçük denizkızı prensi görebilmek umuduyla birçok kez yüzeye çıkmış Artık dayanamıyormuş Su cadısına gidip akıl almaya karar vermiş Cadı onu görünce bir kahkaha atmış: "Niçin geldiğini biliyorum denizkızı," demiş "İnsana dönüşüp karaya çıkmak istiyorsun Böylece prensle daha yakın olacağını düşünüyorsun Ama bunun bir bedeli var, biliyor musun?" "Bilmiyordum," demiş küçük denizkızı, "ama insan olabilmek için neyse öderim" "Sesini istiyorum," demiş cadı, "şu şarkılar söyleyen güzel sesini Bana sesini verirsen ben de seni iki ayaklı güzel bir genç kıza çeviririm Ama unutma, prens seni bütün kalbiyle sevmeli ve evlenmeli Yoksa bir deniz köpüğüne dönüşüp sonsuza dek yok olursun" " Çabuk," demiş küçük denizkızı "Ben kararımı çoktan verdim zaten" Bunun üzerine su cadısı küçük denizkızına içmesi için büyülü bir ilaç vermiş Küçük denizkızı prensin karşısına dikildiği an prens bu hiç konuşmayan kızdan çok hoşlanmış ve onsuz yapamayacağına karar vermiş Küçük denizkızı da prensi her geçen gün daha çok sevmiş, ama prens ona bir türlü evlenme teklif etmiyormuş Prensin annesi ve babası, kendine eş bulması için baskı yapıyorlarmış Prens sonunda yakındaki bir ülkenin prensesiyle tanışmaya karar vermiş Yanında küçük denizkızını da götürmüş Zavallı kız çok acı çekiyormuş Prens komşu ülkeye gidip prensesle karşılaşınca aklı başından gitmiş ve hemen evlenmek istemiş Düğünleri muhteşem olmuş Her yer çiçek, ipek ve mücevherle kaplıymış Mutlu çifti görmeye gelen herkes coşku içindeymiş Yalnızca küçük denizkızı sessizmiş Gözyaşları sessizce süzülüyormuş yanaklarından O gece küçük denizkızı güvertede dikilmiş karanlık sulara bakıyormuş Gün doğarken bir deniz köpüğü olup o sulara karışacakmış Birden suların dibinden denizkızının kardeşleri çıkmışlar Saçları kısa kısa kesilmiş "Saçlarımızı su cadısına verdik, karşılığında da bu bıçağı aldık Eğer bu gece bu bıçağı prensin kalbine saplarsan büyü bozulacak" Küçük denizkızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış Ama denize düşmemiş Kendini havada uçarken bulmuş Çevresinde altın renkli ışıklar dans ediyormuş "Biz havanın
kızlarıyız " demişler "Artık bizimle mutlu olursun" Küçük denizkızı gökyüzüne doğru yükselirken aşağıya, prensin gemisine bakmış ve gülümsemiş

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #54
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



KÜTÜK

ALACAKARANLIK içinde sivri, siyah bir kayanın belli belirsiz hayali gibi yükselen Şalgo Burcu uyanıktı Vakit vakit inlettiği trampete, boru seslerini akşamın hafif rüzgârı derin bir uğultu halinde her tarafa yayıyor Kederli bağrışmalarıyla ölümü hatırlatan küfürbaz karga sürüleri, bulutlu havanın donuk hüznünü daha beter artırıyordu Mor dağlar gittikçe koyulaşıyor, gittikçe kararıyordu Yamaçlardaki dağınık gölgeler, kuşsuz ormanlar, hıçkıran dereler, kaçan yollar, ıssız korular, sanki korkunç bir fırtınanın gürlemesini bekliyorlardı
Burcun tepesinde beyazlı siyahlı bir bayrak, can çekişen bir kartal ıstırabıyla, kıvranıyordu İki bin kişilik muhasara ordusunun çadırları, kaleye giden geniş yolun sağındaki büyük dişbudak ağaçlarının etrafına kurulmuştu Yerlere kazıklanmış kır atlar, yabancı kokular duyuyor gibi, sık sık başlarını kaldırarak kişniyorlar, tırnaklarıyla kazmaya çalıştıkları toprakların nemli çimenlerini otluyorlardı Dallarda kırmızı çullar, sırmalı eğerler asılı duruyordu Cemaatle kılınmış akşam namazından dağılan askerler, çadırların arasından gürültü ile geçiyorlardı Kısa emirler, çağırılan isimler, bir kahkaha, bir söz başlayacak suskunluğu bozuyor, atların yanında itişen birkaç gencin şen naraları duyuluyordu Çifte direkli yeşil çadırın kapısı önüne serilmiş büyük bir kaplan postu üzerinde kehribar çubuğunu fosur fosur çeken koca bıyıklı, iri vücutlu, ateş nazarlı şair kumandan, gözlerini, alacağı kalenin sallanan bayrağına dikmişti Karşısında diz çökmüş kâhyasının anlattıklarını dinliyordu Ordugâha yarım saat evvel dörtnala gelen bu adam, yaşlı, şişman bir askerdi İşte kaç hafta oluyor, kumandanının "Göndersdref Baronu Erasm Tofl'u beraber vurmak" teklifini içeren mektubunu tek başına, Hadım Ali Paşa'ya götürmüştü Ama, paşa çok meşguldü Zaman bulup cevap verememişti Dregley Kalesini sarıyordu Kuşatmanın başlangıcından sonuna kadar hazır bulunan kahya, şimdi orada gördüklerini söylüyordu; bu kale sarp, gayet dik bir kayanın üzerine yapılmıştı
Arslan Bey sordu:
"Bizim kaleden daha yüksek mi?"
"Daha yüksek beyim"
Kumandanın, "Bizim kale" dediği, henüz çırpınan bayrağına hasretle baktığı Şalgo Burcu idi Fakat o, burasını birkaç gün içinde zaptedeceğini iyice biliyordu Daha birkaç hafta önce Boza Kulesi'nde hücumlarına karşı durmak isteyen Adrenaki, Mihal Terşi, Etiyen Soşay, nasıl kendisine kuleyi teslim etmişler; nasıl kahramanlığını, cesaretini alkışlayarak iyi davranışına teşekkürler ederek çekilip gitmişlerdi
"Ben, bir kalenin karşısında çok duramam" dedi, "Hiç sabrım yoktur Ama Ali Paşa çok sabırlı maşallah!"
Kâhya başını kaldırdı:
"O da sabırsız Ama ne yapsın? Dregley, pek yalçın, pek sarp Borsem Dağları içinde baş kale bu imiş diyorlar"
"Paşa, muhafızlara önce teslim teklif etmedi mi?"
"Etti "
"Kabul etmediler mi?"
"Hayır, etmediler"
"Kalenin kumandanı kimdi?"
"Zondi isminde bir kahraman"
"Ben onların kahramanlıklarını bilirim Verdikleri sözü tutmazlar Vire'yi bozarlar Elçiye hakaret ederler"
"Hayır, Arslan Bey, Zondi bildiklerinizden değil Çok mert bir adam "
"Paşa, teslim teklifini kiminle gönderdi?"
"Papaz Marten Uruçgalo ile'
"Ne ise Türk elçi gönderseydi, mutlaka kafasını keserler, kale bedenlerinden aşağı fırlatırlardı"
"Paşa Türk elçisi gönderseydi, Zondi bunu yapmazdı"
"Ne biliyorsun?"
"Papaz Marten'e söylediği sözlerden anladım?
"Ne demiş?"
"Demiş ki; git, paşaya söyle Bana teslim teklif etmesin Bir askere bundan büyük hakaret olamaz O nasıl savaş adamı ise, ben de savaş adamıyım Ya ölürüm, ya galip gelirim Ama görüyorum ki, benim işim bitti O durmasın, bütün kuvvetiyle hücum etsin Ben mutlaka, yıkılacak kalenin taşları altında kalmak isterim"
"Sahi, namuslu bir askermiş" Kâhya;
"Yalnız namuslu bir asker değil, Arslan Bey" dedi, "Hem de gayet yüce ruhlu bir mert"
"Nasıl?"
"Bakın anlatayım Papaz Marten, ordugâha ret haberini getirmek için dönerken, Zondi onu tutmuş Eskiden esir aldığı iki Türk delikanlısını yanına getirmiş Bunlara gayet kıymetli erguvani elbiseler giydirmiş Ceplerini altınla doldurmuş 'Al bunları paşaya götür Benimle beraber ölmelerini istemiyorum Çok yiğit gençlerdir Terbiyelerine dikkat etsin Devletine iki büyük asker yetiştirmiş olur' demiş"
"Sahi yüce bir adammış"
"Sonra, elimize diri geçen esirlerden işittik: Kalenin avlusuna silahlarını, gümüş takımlarını, en kıymetli eşyalarını yığarak, yakmış Ahırındaki savaş atlarını, ağlayarak, kendi eliyle öldürmüş Son hücumda bizim asker, kalenin kapısını zorladı Kırdı Yeniçeriler, bir kurşunla yaralanan Zondi'yi diri diri yakalamaya çok çalıştılar Ama mümkün olmadı O, diz üstü sürünerek, her tarafı kılıçla, mızrakla delik deşik olup, ölünceye kadâr vuruştu"
"Demek paşa, bu mert düşmanla konuşamadı"
"Evet, konuşamadı Vücudu ile kesik başını kalenin karşısına gömdürdü Mezârının üstüne bir mızrak, bir bayrak dikilmesini emretti" '
"Aşkolsun! Ben olsam bir türbe yaptırırım vallahi"
Arslan Bey, düşmanın cesurunu, kahramanını, yılmazını severdi Onca, savaş bir mertlik sanatıydı Düşman ordusundan kaçıp, kendisine iltica edenlere hiç aman vermez, 'Hain, her yerde haindir' diye hemen boynunu vurdururdu
Ortalık bütün bütün kararıyor, gece oluyordu
Kâhya, uzun uzadıya anlattığı Dregley Kalesi'nin hikâyesini hâlâ bitiremiyordu Yatsı namazı için aptes suyu taşıyan angaryacılar, meşalelerle geçmeye başladılar Arslan Bey, Şalgo'nun, ıslanmış, hasta, ateşböcekleri gibi sönük sönük parlayan ışıklarına bakıyor, kâhyanın sözlerini işitmeyerek, kendi planını düşünüyordu O biliyordu; düşmanların hepsi Zondi gibi, Plas Batanyus gibi, Lozonci gibi kahraman değildi İçlerinde tavşan kadar korkakları da vardı Mesela Seçeni Kalesi'nin muhafızları, daha Ali Paşa yaklaşırken, toplarını, tüfeklerini, cephanelerini, erzaklarını, mallarını, hattâ ihtiyarlarını, çocuklarını bırakıp, bir kurşun atmadan kaçmışlardı Birkaç güne kadar burası da alınınca Holloko, Boyak, Sağ, Keparmat kaleleri kalıyordu Ama Allah kerimdi
"Hepsinin alınması belki bir ay sürmez" diye mırıldandı Kâhya, kumandanın ne düşündüğünden haberi yoktu Anlamadı Sordu:
"Bu kalenin alınması mı beyim?"
"Hayır, canım Bu, birkaç günlük iş! Hele hava biraz kapansın Fulek'e kadar dört beş kale var Onların hepsini diyorum"
"Bir ayda dört beş kale Bu güç beyim"
"Niçin?"
"Daha bu kaleye bir tüfek atılmamış Ben attan inerken yoldaşlar söylediler"
"Ben burasını, bir kurşun atmadan alacağım"
"Nasıl beyim?"
"Senin aklın ermez Hava biraz kapansın, görürsün"
"Hiç topa tutmadan hücum mu edeceğiz?"
"Hayır"
"Ya ne yapacağız?"
"Havanın kapanmasını bekle, dedim ya Göreceksin"
Arslan Bey, planlarını en yakın adamlarından bile saklardı "Yerin kulağı var" derdi Ağzından çıkan bir sır mutlaka işitilecekti Kâhya gibi bu sessiz, bu manasız beklemeden bütün askerler sıkılıyorlar, bir şey anlatmıyorlardı Kumandanın yardım, cephane, top beklediği söyleniyordu İhtiyar sipahiler, "Biz burasını yardım gelmeden alamaz mıyız? İki top yetmez mi? Ne duruyoruz?" diye
çadırlarında dedikodu yapıyorlardı Buraya gelindiği günden beri askeri istirahat ettiren Arslan Bey, her sabah erkenden atına biniyor, tek başına gerilerdeki ormanların içine dalıyor, saatlerce kalıyor, gülerek dönüyor
"Hava bozmayacak mı? Ah, biraz sis olsa" diye gözlerini gökten, kalenin sallanan bayrağından ayıramıyordu
İşte kâhyanın getirdiği mektupta Ali Paşa da teklifini kabul ediyordu Onunla birleşince ordusu yedi bin kişi kadar olacaktı O vakit şüphesiz Tofeli, Pallaviçini'yi diri diri esir tutabilecekti
Koyu karanlık içinden uzaktan uzağa Şalgo Burcu'ndaki nöbetçilerin attıkları acı naralar, acı köpek ulumaları işitiliyordu Gökte hiç yıldız yoktu Arslan Bey, hademesinin tuttuğu billur bardaktaki yakut suyu içti Yeniden doldurulan çubuğunu çekiyor, kâhyasıyla öteden beriden konuşuyordu Konuşurken düşündüğü hep kendi planıydı Yine göğe dalmıştı Birdenbire sordu:
"Hava kapanıyor gibi, değil mi?"
"Evet "
"Bakalım yarın"
"Hücum mu edeceğiz beyim?"
"Hayır canım, hava bozsun, görürsün"
Kâhya, yine bir şey anlamadı
Bir sabah
Binlerce bacadan henüz tütmüş soğuk, nemli bir duman kadar koyu bir sis her tarafı kaplamıştı Ordugâh, sancaklar, tuğlar, çadırlar, dişbudak ağaçları, atlar, hiç, hiçbir şey görünmüyordu Evvela birbirlerini çağıranların sözleri duyuluyor, sonra iki hayal, ses yordamıyla bu beyaz karanlığın içinde buluşuyordu Arslan Bey atını hazırlatmıştı Yine yapayalnız, her günkü gittiği yere doğru kaybolacaktı
O kadar neşeli idi ki
Bütün subayları, çavuşları çağırttı Hepsi hücum var sanıyordu At divanı yapar gibi, bir ayağı yerde, bir ayağı üzengide
"Ağalar" dedi "Bugün kaleyi alacağız Ben iki saate kadar geleceğim Şimdi hepiniz hazır olun"
Nihayetleri görünmeyen beyaz, büyük sakalının çerçevelediği yüzü sis içinde asılı duruyor sanılan ihtiyar topçubaşı sordu:
"Siz gelmeden ben dövmeye başlayım mı, beyim?"
Arslan Bey güldü:
"Hayır Senin iki topunun güllelerine ihtiyacımız yok Yalnız bize çok gürültü yap"
"Nasıl gürültü beyim?"
"Toplarını boşuna yerinden kımıldatma Topçularını kalenin bedenlerine doğru yaklaştır Avazları çıktığı kadar, 'Heya, mola, yisa!' diye bağırt!"

"Anlamıyor musun? Yalnız gürültü istiyorum"
"Pekâlâ beyim"
Sonra diğer subaylara döndü:
"Siz de bütün askerlerinizi savaş düzeniyle bunlara yaklaştırın Mümkün olduğu kadar çok gürültü yaptırın 'Heya, mola' çektirin Angarya naraları attırın İş türküleri söylettirin"
İhtiyar topçubaşı gibi subaylar da, çavuşlar da, bu emirden bir şey anlamadılar Fakat onlar anlamadan yapmasını pek iyi bilirlerdi
"Baş üstüne, baş üstüne"
"Haydi, ama çabuk"
Hepsi iki adım ayrılınca sisin içinde görünmez oldular Arslan Bey tepinen atına binince yuları tutan kâhyasına;
"Sen de koş, yanına bir adam al, gerideki Değirmenli Çiftliği'nde biriktirdiğim elli mandayı hemen buraya sür Burca giden yolun yanında hazır tut Orada beni bekle Haydi!"
"Başüstüne"
"Ama çabuk"
Hızla mahmuzlanan azgın at, şaha kalkarak sisin içine atıldı Üzerindeki sırmalı kaftanın etekleri altın kanatlara benzeyen Arslan Bey'le bir masal kuşu gibi uçtu
Biraz sonra
Nereden geldiği belli olmayan derin bir gürültü sis içinde kaynıyor; ileri geri, yaklaşıyor, uzaklaşıyor, dalgalanıyordu Kös, kalkan, boru sesleri at kişnemelerine karışıyor; alınan emirler, verilen kumandalar yüzlerce ağız tarafından ayrı ayrı tekrarlanıyordu Bastıkları yerleri görmeyen askerler, savaş düzeninde bağrışarak, duyduklarını tekrarlayarak, dirsekleriyle, kalkanlarıyla birbirlerine dokunarak duman içinde ilerliyorlardı
Sağ taraftan topçuların "heya, mola"ları işitiliyordu Etrafını saran gürültüden hücumun başladığını kale de anladı Boru, trampet, hurra sesleri aksetmeye, tek tük tabanca tüfek atılmaya başladı Gözcüler kale bedenlerinin dibine kadar gidip geliyorlardı Safların arasında topçubaşının büyük bir lağım açtığı söyleniyordu
Askerler, subayların emriyle oldukları yerlerde bağdaş kurmuş bekliyorlar, gürültü ediyorlardı
Nihayet, Arslan Bey, terden sırılsıklam olmuş atı ile duman içinde savaş sıralarının arasında, adım adım göründü Her adımda;
"Yiğitlerim! Sis açılmaya başladı mı hemen susun Hep birden ayağa kalkın, hücum edecek gibi durun Ama ileri gitmeyin Ateş de açmayın Ben düşmana teslim teklif edeceğim" diyordu
Topçuların, topçulara karışan angaryacıların "heya, mola" naraları gittikçe artıyor, büyüyor, tüyleri ürpertecek heyecanlı yankılarla görünmeyen dağları, taşları inletiyordu
Öğleye doğru sis açılmaya başladı Askerler, sallanan siyahlı beyazlı bayrağı ile Şalgo'yu bir hayal gibi gördüler Sesler kesildi Kuzeyden esen bir rüzgâr dumanları dağıtıyor; gerilere, ormanlara doğru sürüyordu
Artık herkes birbirini görüyordu
Kaleye pek yaklaşmıştı Askerler, gözleriyle kumandanlarını aradılar O burç kapısına giden yolun gediğinde atıyla dolaşıyordu Gediğin önünde büyük bir manda sürüsü vardı Burcun tepesinde, siperlerin arasında, kalkanlı, tüfekli adamlar geziniyordu
Cesur Arslan Bey, kır atını ileriye sürdü Kaleye yüz adım kadar yaklaştı Arkasındaki kâhyasıyla, genç tercüman koştular Gür sesiyle haykırdı:
"Hey bre Şalgo muhafızları! Ben, padişahımın dedesine sizin kralınızın memleketlerinden büyük yerler zaptetmiş Bosna Valisi Yahya Paşa'nın torunlarındanım Atam Hamza Bali Bey, daha on dört yaşında iken sizin ordularınızı perişan etmiş, Viyana kuşatmasında, Viyenberg önünde şan almıştır Ben, hangi kaleye gittimse geri dönmemişim, daha geçen gün iki küçük topla Boza Kalesi'ni yerle bir ettim Mihal Terşi, Etiyen Soşay, Andrenaki gibi kahramanlarınıza canlarını bağışladım Vadiye çekildim Gerip gitmeleri için yol vardım Haydi gelin Siz de teslim olun Boş yere kanınızı döktürmeyin"
Kale ile beraber bütün ordunun işittiği bu teklifi, tercüman, avazı çıktığı kadar bağırarak tekrarladı
Derin bir sessizlik
Arslan Bey'in atı duramıyor, şaha kalkıyor, sağa, sola tepiniyordu, kâhya, dizgininden tutmaya çalışıyordu
Burcun tepesinden bir cevap verdiler Tercüman tekrarladı:
"Ne gibi şartlarla, diyorlar beyim"
Arslan Bey, deminkinden daha sert bir sesle haykırdı:
"Şartım filan yok Biz teslim olanın canına kıymayız Teslim olmazsanız, beş dakika sonra kalenin içinde bir canlı adam kalmaz Karşınızdaki yolun gediği üzerinde gördüğünüz nedir? Anlamıyor musunuz? Babalarınızdan işitmediniz mi? Elli manda ile buraya getirdiğim bu topun iki güllesiyle binlerce Şalgo kuvvetinde olan İstanbul kaleleri tuzla buz oldu İşte İstanbul'u alan bu top Bir kere ateş edeceğim İkinci atıma gerek yok Ne kaleniz kalacak, ne de kendiniz Acıyorum size"
Genç tercüman, bu sözleri, yine avazı çıktığı kadar tekrarlarken, bütün askerler, gözlerini yolun gediğine çevirdiler Mandaların yanında, uzun, büyük, gayet büyük, gayet kalın, gayet siyah müthiş bir topun korkunç bir ejderha gibi uzandığını gördüler Safların arasında sevinç sadaları yükseldi Herkes Arslan Bey'in bir haftadır ne beklediğini şimdi anlıyordu Demek bu top geliyormuş
Biraz sonra
Şalgo'nun tepesinde, şan, namus kefeni olan uğursuz beyaz bayrak dalgalanıyordu Demir kapılar açılmıştı Korkudan sapsarı kesilen tuğla kumandan, altın kılıçlı asilzadeler, zırhlı şövalyeler, Arslan Bey'in önünde dize gelmişlerdi Silahları alınan düşman ikişer ikişer bağlanıyor, takım takım ordugâhın arkasına götürülüyordu Kalenin içindeki kıymetli şeylerden bir dağ ortada kabarıyor; al yeşil bayraklarla kalenin tepesine dolan askerler bağırışıyorlar, aralarındaki dervişler, bedenlerden sarkarak ezan okuyorlar, tekbir çekiyorlardı
Teslim olan kumandanla erkânına Arslan Bey;
"Korkmayınız Hayatınız bağışlanmıştır Biz Vire'yi bozmayız Gelin, size elli manda ile buraya getirdiğim topu seyrettireyim" dedi
Tercüman bunu tekrarlayınca hepsi birbirlerine bakıştılar Bu müthiş, bu korkunç aleti yakından görmeyi hem merak ediyorlar, hem çekiniyorlardı Arslan Bey'in arkasına takıldılar Büyük topa doğru yürüdüler Yaklaşınca Arslan Bey;
"İşte" dedi, "Sizin böyle topunuz var mı?"
Düşman kumandanı tercümanla cevap verdi:
"Hayır"
"Niçin yapmıyorsunuz?"
"Bilmiyoruz"
Genç irisi bir şövalye tercümana bir şeyler sordu Arslan Bey;
"Ne diyor?" dedi
"Bey bu topu kaç günde İstanbul'dan buraya getirmiştir, diyor"
"Sen de ki: İstanbul'dan getirmemiş Burada bir hafta içinde kendisi yapmış"
Tercüman bu sözleri söyleyince esirler afallaştılar Arslan Bey, daha ziyade yaklaşıp elleriyle yoklamalarına, daha yakından görmelerine müsaade ettiğini söyledi Mağrur kumandan, kahraman asilzadeler, cesur şövalyeler, büyük topun etrafında toplandılar Bir elini hançerinin elmas sapına dayayan Arslan Bey, öteki eliyle, gülümseyerek pala bıyıklarını büküyor, arkasındaki kâhya, başını kaşıyarak gülmekten katılıyor, tercüman aptallaşıyordu Yirmi adım uzakta duran mızraklı nöbetçiler de gülüşüyorlardı Esirler topa elini sürdüler Deliğini aradılar Bulamayınca sarardılar Sonra kızardılar Birbirlerine bakıştılar Öyle kaldılar Kolların, çaprazlayarak yere bakan kale kumandanı titreyerek mırıldandı Arslan Bey, tercümana baktı;
"Ne diyor?"
"Bu mertlik değil diyor"
"Ona sor ki: Henüz bir kere patlamayan bir toptan korkarak, hemen teslim oluvermek mi mertliktir?"
Tercüman sordu
Kale kumandanı, gözlerini yerden kaldırıp cevap veremedi Asilzadeler, şövalyeler, birbirlerinin yüzlerine bakmaya cesaret edemediler, ani bir ölüm darbesiyle vurulmuş gibi oldukları yerde donup kaldılar
Bir güllesiyle kaleyi yıkacak olan bu korkunç top, siyaha boyanmış kocaman bir kütükten başka bir şey değildi!

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #55
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



NİLÜFER PERİSİ

Sabahın erken saatlerinde, henüz daha güneş bile doğmadan önce, çiğ damlaları nilüfer çiçeklerinin üzerinde nazlı nazlı salınmaya başlamışlardı Çiğ damlaları oluştukça, nilüferler daha da parlaklaşıyorlardı Nilüfer tomurcukları yavaş yavaş açılıp doğan günü karşılamaya hazırlanıyorlardı Tomurcuklardan biri daha yavaş açılıyordu Bir bebeğin uykusunu, güzel rüyasını bırakmak istememesi gibi nazlanıyordu Tomurcuğun her yaprağı açıldıkça, etrafa ışıklar saçılıyordu Rengarenk ışıklar, sanki bir bebeğin gülüşüyle geliyordu Güneş doğarken, parlak gri olan gölün suları, beyaz, pembe nilüfer çiçekleri onların yemyeşil yaprakları ile bir mucizeyi kucaklamaya hazırlanıyordu Güneş yavaşçacık, mutluluk dağıtarak, nilüfer perisi ile birlikte doğdu


Nilüfer perisi, minicik , güneşin ilk ışıltıları kadar mutlu, bir bebek kadar masum, kar tanesi kadar kırılgan, bir periydi Nilüfer perisi çok şanslıydı çünkü o pırıl pırıl bir gölde dünyaya gelmişti



Nilüfer perisi çok mutluydu Onun için yepyeni bir serüven başlamıştı Daha gözlerini açıp etrafı seyrederken, bu seferki hayatında çok şanslı olduğunu düşündü Burası etrafı çam ormanlarıyla kaplı bir göldü


Ormanı seyre dalmışken, güzel bir müzik dikkatini çekti Sanki ormanın oluşumuyla beraber doğmuştu bu müzik Etrafına baktı Önce kurbağalar çıktı müzisyenlerden; sonra zilleriyle çekirgeler, kemanlarıyla ağustos böcekleri balıklar dans ederek müziğe eşlik ediyorlardı Orkestra çok geniştiTüm göl bu müziğe eşlik ediyordu Nilüfer perisi buna inanamadı Daha önceki hayatlarında nice mutlu göller, mutsuz göller, ışıltılı, bol balıklı, özel kokulu göller gördüyse de bu göl diğerlerinden çok farklıydı


Gülümseyerek müziğin tadını çıkardı Sonra müzisyenleri incelemeye başladı Yüzleri nasıl da mutlulukla ışıl ışıl parlıyordu Tek tek hepsini inceliyordu, ki unutmasın, bu görüntü bundan sonra da yaşayacağı hayatlarda ona mutluluk versin Ağustos böceğine gelince orada kalıverdi İkisinin de gözleri birbirine kenetlenmişti, sanki o anda tüm dünya durmuş sadece müzik ve ormanın büyülü kokusu kalmıştı Ama bu arada, onlar farketmeseler de, önce müziğin ve dansın ritmi bozuldu, sonra da sustu


En son aşıklar anladılar müziğin durduğunu Herkes onlara bakıyordu Nilüfer perisi kendini tutamadı, bir kahkaha attı Müzik ve dans yeniden başladı Müziğin sonunda çok acıkmışlardı Sofralar kuruldu Ağustos böceği ve nilüfer perisi beraber oturdular Konuşmaya başladılar Aslında, ne söylediklerini kendileri bile bilmiyorlardı, konuşan daha çok gözleriydi


Yemekten sonra bütün göl hayvanları dinlenmeye gitti Sadece ağustos böceği ve nilüfer perisi kaldı Göl birden sakinleşmiş, durgun bir hal almıştı Hafif bir meltem esiyordu Bir süre bu sessizliği dinleyip beraber olmanın mutluluğunu yaşadılar Sessizliği ağustos böceği bozdu


“Nilüfer perisi kanatların yeterince olgunlaştı Artık uçabilirsin Ormanı tanımak ister misin?” dedi



Nilüfer perisi bu teklifi sevinçle kabul etti Uçarak ormana ulaştılar Orman nasıl da hoş kokuyordu Rengarenk çiçekler kaplamıştı tüm ormanı Ağaçlar çok büyüktü Gördükleri bütün hayvanlar gülümsüyordu Küçücük bir yavru sincap, nilüfer perisini görünce çok mutlu oldu Ellerini sevinçle çırpmaya başladı Bir yandan da annesini çekiştiriyordu


“Anne bak bak o kim?” diye sordu


Nilüfer perisi yavaşça minik sincabın yanına geldi “Merhaba ben nilüfer perisiyim” dedi Yavru sincap gözlerini kocaman kocaman açmış hiç sesini çıkarmadan nilüfer perisine bakıyordu Anne sincap nilüfer perisini ve ağustos böceğini selamladı Onlara en güzel yemeklerini ikram etti Sonra “gelin” dedi, “ben gezdireyim ormanımızı; önce baykuş ailesiyle tanıştıracağım sizi



Gerçekten de anne sincap, başta baykuş ailesi olmak üzere, bütün orman sakinleri ile tanıştırdı nilüfer perisini Bu oldukça yorucu olmuştu En son kaplumbağa ailesiyle tanıştılar Kaplumbağalar da onlara serin şerbetler ikram ettiler Nilüfer perisi bu geziden hoşnuttu ama sanki herkes birşeyler saklıyordu Bu rahatsızlık verici durumdu ki, nilüfer perisini en çok üzen ağustos böceği bile bu sırra dahildi Herkes çok mutlu görünmesine rağmen gözlerde saklanamayan bir hüzün vardı


Orman halkının bilmediği bir şey vardı, nilüfer perileri istedikleri zaman düşünceleri okuyabiliyorlar ve hayalleri görebiliyorlardı Nilüfer perisi teker teker düşünceleri okumaya başladı Gizledikleri şey bir bataklıktı Ama bataklıkta neyi gizlediklerini anlayamıyordu çünkü bu ormanda bataklık olması gizlenecek bir şey değildi Hatta orayı uçarken bile görmüşlerdi Kaplumbağa ailesine sordu; “Ben henüz bataklığı görmedim, orayı bana göstermeyecek misiniz?”



Herkes şaşkınlıka birbirine baktı İlk konuşan ağustos böceği oldu “Evet, nilüfer perisine hâlâ bataklığı göstermedik, haydi bataklığa gidelim” dedi Herkes biraz ürpererek baktı birbirine, isteksizce “tamam” dediler


Bataklık hiç de uzak değildi Nilüfer perisi için birazcık ilerdeydi Ama orman halkı birbirlerine yardım ederek bile olsa çok yavaş ilerliyorlardı Sonunda ulaştılar bataklığa, bataklıkta onları üstü başı kir içinde bataklık cini karşıladı Bu durumdan cin çok mutlu olmuştu, ama orman halkı hiç mutlu gibi görünmüyordu O şirin hayvanların yerini, asık suratlı bir topluluk almıştı Hepsi aksi ve küçümser bakışlarla bakıyorlardı bataklık cinine


Ama bataklık cini, onları gördüğü için o kadar mutlu olmuştu ki, nilüfer perisini bile gözleri görmüyordu Durmaksızın çığlıklar atıyor bir oraya bir buraya zıplıyordu O zıpladıkça etrafa çamurlar sıçrıyor, çamurlar sıçradıkça bataklık cini daha da çok kahkaha atıyordu Nilüfer perisi bataklık cinini çok sevmişti O da hemen onunla beraber çamurlarda zıplayıp hoplamaya başladı İkisi beraber çok eğleniyorlardı Orman sakinleri, gözlerini kocaman kocaman açmış nilüfer perisine bakıyorlardı Fısıltılar başladı hemen, kimi nilüfer perisinin asla temizlenemeyeceğini, artık hep böyle pis kalacağını, kimi de onun ruhunu şeytanın çaldığını söylüyordu


Nilüfer perisi bunların hepsini anladı Demek onun için bataklığa gelmiyorlardı Üstelik bataklık cininden de korkuyorlardı Bataklık ciniyle kimse görmeden konuştu Sonra da çok yorulduğunu ve çok acıktığını söyledi “Hadi yemek yiyelim” dedi orman halkına Kimseden ses çıkmadı Ağustos böceği “hadi bakalım” dedi “Geri dönüyoruz Yemek yiyeceğiz



Baykuş arka çıktı hemen , “Önden kuşlar gitsin, hazırlıklara başlasınlar” Önce isteksiz olanlar bile hazırlıklar başlayınca neşelendiler Onlar sofrayı hazırlaya dursun, nilüfer perisi ve bataklık cini de göle gitmiş yıkanıyorlardı Nilüfer perisi, iyice temizlenmesi için bataklık cinine yardım etti Üstünden o çamurlar gidince, ortaya çok şirin bir cin çıktı Temizlendikten sonra, şölene katılmak için, birlikte yola çıktılar Oraya vardıklarında, baykuş dışında kimse bataklık cinini tanımamıştı Baykuş hemen onların yanına yaklaştı ve onları onur konuğu masasına oturttu Sonra da misafirlere bataklık cinini tanıttı Bataklık cininin onur konuğu masasına oturmasıyla beraber şölen başladı


Şölen başlamıştı ama misafirler hâlâ büyük bir şaşkınlık içindeydiler Kimse bataklık cininden gözlerini alamıyordu Bugüne kadar korktukları bu minicik, şirin yaratık mıydı? Bataklık cini büyüklere göre hâlâ çirkindi, ama çocuklara göre çok şirindi Çocuklar hemen onun yanına geçtiler Bütün yemek boyunca gülmeleri hiç kesilmedi Bataklık cini gülmeyi, eğlenmeyi seviyordu ve onun bulunduğu ortam mutlaka neşeli olurdu Yemeğin sonunda herkes neşe içinde masadan ayrıldı


Artık bataklık cininden korkmuyorlardı Hatta onu sevmeye bile başlamışlardı Artık bataklık korkulması gereken bir yer olmaktan çıkmıştı Şölenin sonunda bataklık cini hem nilüfer perisine, hem baykuşa, hem de ağustos böceğine teşekkür etti Mutlulukla bataklığına döndü


Nilüfer perisi ve ağustos böceği göle doğru yola çıktılar Ama ikisi de biraz yalnız kalmak istiyorlardı Bir süre birlikte kaldılar Nilüfer perisi gitmeden önce onlara bir armağan vermek istiyordu Ağustos böceğinin aklından geçenleri okudu O nilüfer perisinin hiç gitmemesini, hep beraber olmalarını istiyordu Bu imkansızdı, nilüfer perileri sadece bir gün yaşardı



Artık akşam oluyordu Gitme vaktine az kalmıştı Birden aklına geldi Bu gölde hiç göl insanı görmemişti Halbuki neredeyse tüm göllerde göl insanları olur; hem güzel sesleri, hem sorunlara hemen çözüm bulmalarıyla tüm göl halkının sevgisini kazanırlardı Onlara göl insanlarını armağan etmeliydi Nilüfer perisinin bir an önce göl perisini bulması gerekiyordu Sadece göl perisi göl insanlarını çağırabilirdi Ağustos böceğine çok acil göl perisini bulması gerektiğini söyledi ve hızla oradan ayrıldı


Nilüfer perisinin, göl perisini bulması zor olmadı Ona isteğini anlattı Göl perisi de büyük bir zevkle kabul etti ve göl insanları ile bağlantıya geçti Sonra nilüfer perisine dönüp o gitmeden önce gölde olacaklarını söyledi Nilüfer perisi teşekkür ederek oradan ayrıldı


Nilüfer perisi göle döndüğünde artık güneş batmak üzereydi, göl güneşin son ışıklarıyla rengarenk olmuştu Muhteşem bir görüntüydü Göl orkestrası bu sefer hüzünlü bir melodi çalıyordu Çünkü nilüfer perisi birazdan geldiği nilüfere dönüp, uykuya dalacaktı Tekrar uyandığında artık orada olmayacaktı


Nilüfer perisinin iyice uykusu gelmişti Göl sakinleri ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı O sırada göl insanları güzel sesleriyle şarkılar söyleyerek geldiler Birden hüzün kayboldu Ortalık yeniden canlandı Nilüfer perisi bile el çırpıyor, dans ediyor, bu neşeli müziğe eşlik ediyordu
Müziğin sonunda nilüfer perisi yavaşça doğduğu nilüfere döndü Bütün göl halkını, orman halkını, göl insanlarını selamladı Dilerim yine görüşebiliriz dedi ve nilüferin içinde kıvrılıp, nilüferin onu yumuşakça örtmesini istedi

Bütün canlılar nilüfer perisinin aralarından ayrılmasından dolayı çok üzgündü Ama o, onlara göl insanlarını hediye etmişti Onlara mutluluk vermişti, içtenlikle ona teşekkür ettiler Nilüfer perisinin de istediği gibi şarkı ve dansa devam ettiler

Hülya And

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #56
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



ODUNCU İLE İHTİYAR ADAM

Oduncunun biri ırmak boyunda odun keserken baltasını düşürmüş Ne yapsın? Oturmuş, başlamış ağlamaya O sırada oradan geçen ihtiyar bir adam oduncunun haline acımış Irmağa dalmış, bir altın balta çıkarmış “Bu mu senin baltan?" diye sormuş Oduncu “Bu değil" demiş İhtiyar adam yine dalmış, bir gümüş balta çıkarmış Oduncu “Bu da değil" deyince ihtiyar adam sudan asıl baltayı çıkarmış

İhtiyar adam oduncuya doğru söylediği için mükafat olarak altın balta ile gümüş baltayı da vermiş

Oduncu evine dönünce başından geçenleri komşusuna anlatmış Komşusu onu kıskanmış Ertesi gün ırmak boyuna gitmiş Baltasını suya atmış Sonra başlamış ağlamaya İhtiyar adam hemen gelmiş

“Nedir senin derdin?" diye sormuş Durumu öğrenince ırmağa dalıp bir altın balta çıkarmış “Bu mu senin baltan?" diye sormuş

Oduncu çok sevinmiş “Evet, bu!" demiş Ama ihtiyar adam onun yalancılığına çok kızmış Altın baltayı vermediği gibi, asıl baltasını da sudan çıkarmamış

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #57
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



ORMAN PERİSİNİN GÜLLERİ

Yemyeşil ağaçlarla kaplı ormanın birinde genç bir peri yaşarmış Bu peri çiçeklerden en çok gülleri severmiş Evinin bahçesinde renk renk güller yetiştirirmiş Bu güller o kadar taze ve güzellermiş ki gören herkes perinin güllerine hayran kalırmış Peri de güllerini çok sever, her sabah onları hem sular hem de onlarla konuşurmuş Genç peri gülleriyle çok mutluymuş, ama onu üzen bir durum varmış Peri güllerini çok sevdiği için onların solmalarına dayanamazmış Güllerin bir süre sonra solması çok doğalmış, fakat genç peri güllerinin solmasına çok üzülüyor, güllerinin hep ilk günkü gibi taze ve diri kalmalarını istiyormuş Kendi kendine “güllerim hep böyle güzel kalsa! O zaman hiç mutsuz olmam” diyormuş Bir sabah çiçeklerini yine sularken perinin dikkatini sarı renkte bir gül tomurcuğu çekmiş Bu tomurcuk da diğer gül tomurcukları gibi pek güzelmiş Fakat rengi diğerlerinden apayrıymış Çok daha güzel ve değişik bir tondaymış tomurcuğun rengi Bu yüzden, genç peri sarı tomurcuğa daha özenli bakmaya başlamış Her sabah ona “küçük sarı tomurcuk büyüyecek, kocaman güzel bir gül olacak” diye güzel sözler söylüyormuş Tomurcuk da bunu anlıyormuş gibi günden güne daha da güzelleşerek büyümüş Kocaman bir gül olduğunda ise bahçedeki diğer güllerin arasında tıpkı gökyüzündeki güneş gibi ışıldıyormuş O kadar güzelmiş ki onu görenler sarı güle bakmaya doyamıyorlarmış Peri de bunun farkındaymış ve çok mutluymuş Fakat sarı gülün de bir gün solacağını bildiği için, içten içe bir üzüntü duyuyormuş Aradan bir gün geçmiş, bir hafta geçmiş, bir ay geçmiş Bu süre içinde bahçedeki bütün güller solmuş, yerlerini yeni tomurcuklara bırakmışlar: güzel, sarı gül dışında! Bir ay geçmesine rağmen sarı gül solmamış, benzersiz güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş Peri ilk başta bu işe çok şaşırmış fakat yine de sevinçliymiş Çünkü güllerinin en güzeli solmamışmış İyi yürekli peri, her gün onu evinin penceresinden seyrediyor, onu özenle suluyor, ona güzel sözler söylüyormuş Gel zaman git zaman; peri, bu işten sıkılmaya başlamış Sarı gül hiç solmuyormuş, fakat bu periye artık mutluluk vermemeye başlamış Çünkü peri sarı güle dair hiçbir umut taşımıyormuş içinde Önceden gülleri solduğu vakit, yeni tomurcukların ne zaman çıkacağını merak ederek onlarla sabırla ilgilenir, umutla güllerinin açılacağı zamanı beklermiş Fakat şimdi sarı gül hiç solmadığı için böyle düşünceleri kalmamış Bu da periyi bir zaman sonra mutsuz etmiş Yetiştirdiği güllerinin solmamasını isteyerek ne kadar yanlış düşündüğünü anlamış Her şeyi doğal haliyle sevmek en güzeliymiş Bu yüzden o günden sonra orman perisi, doğadaki her şeyi olduğu gibi kabul etmeye karar vermiş Orman perisi uzun yıllar, bahçesinde yetiştirdiği güllerle beraber evinde mutlu bir hayat sürmüş

Özge Kurt

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #58
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



OT YİYEN KAPLAN

Genç Kaplan kafesinde demir parmaklıklar ardında sinirli ve hızlı adımlarla gidip geliyordu Nedense bugün yüreğini sanki dikenli tel halatıyla sıkıyorlardı Bu kafese kapatıldığından beri güneş birçok kereler doğup batmıştı Bir aylık ya vardı ya yoktu Ormanda gezintiye çıktığı gün avcılar yakalayıp bu hayvanat bahçesine satmışlardı onu Daha o zamanlar boyu irice bir kedi boyu kadardı Zamanla gelişip güçlendi Kafesi dar değildi, ama o burada yaşamak istemiyordu Özgür olmak, adını bile unutmaya başladığı, hayali gözlerinin önünden gitmeyen ormana kavuşmak, hayatına kendisi yön vermek istiyordu İnsanlar akın akın geliyorlar, kafesin önünde durup dakikalarca, hayranlık dolu bakışlarla kendisini seyrediyorlardı


akşamüstü ziyaretçilerin azaldığı zamanda bakıcısı kafesi temizleyip yıkadı Akşam yemeği olarak yarım koyunu kafesin içine bıraktı Kapıyı kilitledi ve gitti Bakıcısı kapıyı kilitleyip giderken Genç Kaplan’ın beyninde bir şimşek çaktı Kilidin yuvasına oturuşu ve anahtarın çevrilirken çıkardığı ses alışılmışın dışındaydı Oldukça hassas kulakları onu yanıltmıyorsa kapı tam olarak kilitlenmemişti Kafese bırakılan eti yedikten sonra, her zamanki voltalarına başladı Ziyaretçiler tekrar çoğalmaya başladılar İnsanlar akşam yemeklerini yemişler, eğlenmek, dinlenmek için parklara, bahçelere gidiyorlardı Genç Kaplan’ın yüreğini saran sıkıntı gitmiş, gitmiş kilidin anahtar deliğinde sıkışmış kalmıştı Gece yarısı, biraz da şansı yardım ederse, kafesten kaçıp ormanına, özgürlüğüne koşmayı deneyecekti


Hava iyice kararmış, vakit gece yarısını geçeli çok olmuştu Görünürlerde kimseler yoktu Genç Kaplan güçlü pençeleriyle kapıya hızla asıldı Tam olarak kilitlenmemiş kapı açılıverdi Kafesten hızla dışarı fırladı Sağ yola saptı Bu yol ilerideki ağaçlıkta son buluyordu Kafeste gidip gelmek, dışarıda koşmaya benzemiyordu Oldukça yorulmuştu Durup dinlendikten sonra, hayvanat bahçesi duvarından atladı Ormana doğru koşarak karanlıklarda kayboldu



Genç Kaplan dağlar tepeler aştı, soğuk sulardan içti Üç gün üç gece sonra, sabah güneş doğarken, daha çok küçükken yakalanıp götürüldüğü büyük ormana vardı Özgürdü artık, içi içine sığmıyordu Neşeli neşeli yürürken, karnının acıktığını hissetti Kaçtığından beri heyecandan üç gündür hiçbir şey yememişti Sadece su içmişti Kafeste sabah akşam bakıcısı et getirirdi Avcılar yakalamadan önce annesi beslerdi Fakat bu uçsuz bucaksız ormanda yaşam çok farklıydı Şimdi ne annesi vardı, ne de bakıcısı Kafesten kaçmadan önce düşünemediği bir şeydi bu: “Ne ile karnımı doyuracağım?”



Böyle düşünüp yürürken ilerideki otlukta bir geyik gördü Geyik arada sırada etrafına bakınıp tekrar ot yemeye başlıyordu Sonra aniden koşmaya başladı Aynı anda yan taraftaki çalılıktan iki tane kaplan fırladı Biraz sonra geyiğin önüne iki kaplan daha çıkınca geyik dört yandan sarılmıştı Belli ki kaplanlar geyiği yakalamak için tuzak kurmuşlardı En iyi savunma hücumdu Cesur geyik, son bir gayretle ileri atıldı Kendisine en yakın kaplana sivri boynuzlarıyla müthiş bir kesme vurdu Kaplan kanlar içinde sırtüstü yuvarlandı Hafif yana döndü Önündeki ikinci kaplana da aynı şekilde vurmak istedi Fakat tutturamadı Peşinden gelen diğer kaplanlar da yetişmişti Geyik ne kadar kuvvetli olursa olsun, üç tane kaplanla baş etmesi olanaksızdı Kaplanlar, güçlü pençeleriyle vurarak geyiği yere yuvarladılar ve öldürüp yediler Daha sonra çekilip gittiler



Genç Kaplan olduğu yerde donup kalmıştı İnanılmaz gözlerle bakıyordu Gördüğü bir vahşetti Fakat orman kanunları böyleydi Zayıf daha kuvvetliye yem oluyordu “Demek ki” dedi, “kaplanlar böyle karınlarını doyuruyorlarmış Ben de kaplan olduğuma göre, benim de canlıları avlayıp yemem lazım Ama ben karnımı doyurmak için diğer hayvanları öldüremem Kimse beni öldürmeye alıştırmadı Öldürmeyi bilmiyorum ve öldürmenin gerekliliğine inanmıyorum Geyik ot yiyerek besleniyordu Gücü kuvveti de yerindeydi Ot yiyen hayvanlar güçlü oluyormuş Başka çarem yok; ya aç kalacağım ya da ot yiyeceğim Varsın “kaplan ot yer mi”, varsın “ot yiyen kaplan olur mu” desinler

Serdar Yıldırım

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #59
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



ÖRDEK OKULU

Yeşil başlı erkek ördek, kanatlarını çırparak gölün kenarına doğru koşmuş Göldeki balıkçıllara, filamingolara sevinçle seslenmiş: "Bab oldum! Baba!" Perdeli ayaklarıyla, kıyı boyunca badi badi koşuştururken sevinçle bağırıp, baba olduğunu herkese duyurmuş Suda ince uzun ayaklarını ve uzun gagalarını kullanarak avlanmakta olan balıkçıllar ve filamingolar, gagalarını şakırdatarak ördeği kutlamışlar Sonra hiç bir şey olmamış gibi avlanmayı sürdürmüşler Gölün çevresindeki ağaçlarda ötüşüp duran serçeler ardı ardına "Ne oldu? Ne oldu?" diye seslenmişler Yeşil başlı ördek keyifle "Baba oldum" demiş Serçeler de kanat çırpıp, sevinçle ötüşerek ördeği kutlamışlar Serçelerden birinin "Bu mutlu haberi herkese duyuralım" demesi üzerine, gölde avlanmakta olan bir balıkçıl işini bırakıp uzun bacaklarını suyun yüzeyine değin kaldırarak ağır ağır gölün diğer kıyısına değin yürümüş Orada, turnalara seslenerek, ördeğin baba olduğunu söylemiş Turnalar ördeğin sevincini yaymak için kanat çırpıp uçmuşlar Bunu gören serçelerden bir çoğu haberi yaymak için ağaçtan ağaca uçmaya başlamışlar Sevinç çığlıkları ve kuş sesleri çevreyi kaplamış Bir ağaç kovuğundan fırlayan sincap ağaçtan ağaca koşturmuş her kovuğa başını sokup, yeni doğan ördek yavrularının haberini yaymış
Yeşil başlı ördek, gururla yürüyerek annenin yanına gitmiş "Herkese bebeklerin haberini ulaştırdım" demiş Anne ördek, yüzündeki gülümsemeyle kanatlarını hafifçe kaldırıp, altındaki küçük ördek yavrularını babalarına göstermiş Sonra üşümesinler diye kanatlarını üstlerine örtmüş Yavruları gören ibikli horoz, başını öne arkaya sallayarak göğsünü kabartarak ördeklerin yanına gelmiş Biraz yüksek sesle:
- Bu civcivlerin işi ne? Neden sizin yanınızdalar? - Onlar civciv değil Ördek yavrusudur
diye yeşil başlı ördek diklenerek yanıt vermiş Horoz, yavruların civcivlere benzemesine şaşmış ama, tavukların "Gel buraya Gel buraya" dediğini duyunca üstelemeden geldiği gibi başını öne arkaya savurarak kümesine dönmüş Yeşi başlı ördek gagasıyla annenin başını okşamış Yanında ayaklarını altına alıp çömelmiş Sevgi dolu gözlerle anneyi izlemeye başlamış Biraz utangaçlıktan, biraz da sevginin güzelliğinden olsa gerek, anne ördek, başını hafifçe yana büküp, sessizce babanın kendisini süzmesine izin vermiş Mutluluk ve sevgi gurultuları çevreye yayılırken ördek yavruları annelerinin kanatları arasında kıpırdıyor, kah oradan çıkarak çevreyi geziyor, kah üşüyüp annenin koynuna girerek ısınıyormuşlar
Uzaklardan kuşların cıvıltısı ve diğer hayvanların sesleri duyuluyormuş Tüm hayvanlar, ördek yavrularının doğumunu kutladıklarını söylüyormuşlar
Ördek yavruları biraz büyüyünce ortalıkta dolaşmaya başlamışlar
Sevimli küçük yavrular yaramazlık yapıp, birbirleriyle oynaşırken horoz homurdanıyor, onların varlığını istemediğini belli ediyormuş Gerçi anne ve baba ördek, yavrularını başı boş bırakmayıp yanlarında olmaya çalışıyormuşlar ama, yaramazlıklarını her an engelledikleri söylenemezmiş Yaramazlık yapan yavruları dikkatle izleyen horoz, her fırsatta onları kovalıyor, yakaladıklarını gagalayarak canlarını acıtıyormuş Küçük ördek yavruları canları acıyıp çığlık atarak kaçışınca, yeşil başlı ördek, kanatlarını açarak horozun üstüne yürümek zorunda kalıyormuş Her nedense horoz, baba ördekle uğraşmak istemeyip kasılarak kümesine dönüyormuş Bu didişmeden yorulan hep baba ördek oluyormuş
Anne ördekle baba ördek, oturup bu soruna bir çözüm aramışlar Sonunda akıllarına bir okul kurup, ördek yavrularını burada eğitmek düşüncesi gelmiş Yavrular okulda oldukları zaman yaramazlık yapmayacak, çevreyi dağıtmadıkları için horoz onlara saldırmayacakmış Hem de yavrular denetim altında daha güvenli büyüyebilecekmiş Ayrıca okulda yeni şeyler öğrenecek, yaşamın yalnız oyun oynamak olmadığını, öğrenmek ve öğrenilenleri uygulamak olduğunu anlayıp daha iyi yetişecekmişler Anne ve baba ördek, okul olabilecek yer aramaya başlamışlar Onları çevreye bakınırken gören horoz tünediği yerden:
- Hayır ola Yavrulardan birini mi kaybettiniz? - Hayır Ördekler için bir okul açalım istedik Uygun bir yer arıyoruz
Horoz biraz duralamış Yavrular okulda olunca çevreyi dağıtmayacağı, kendisinin de öfkeyle peşlerinden koşuşturmayacağını düşünüp:
- Arkada boş bir kümesimiz var Okul olarak orayı kullanın
demiş gülümseyerek Anne ve baba ördek çok şaşırmışlar Yavrularına öfkelenen horozun niye yardım etmek istediğini pek anlamamışlar ama, söylediği kümes, okul olarak kullanmak için en uygun yermiş Horozun izin vermesine şaşırarak:
- Karşılığında ne isteyeceksin? - Kümes kirası olarak, her ay bir çuval buğday verirseniz anlaşırız
Horozun iyilik yapmayacağını, bu öneriyi bir iş ilişkisi gibi düşündüğünü anlayan yeşil başlı ördek, düşünmeden öneriyi kabul etmiş Yoksa horoz, iyilik olsun diye hiç bir şey istemiyecek olsaymış, "Bunun altında bir kurnazlık vardır" diyerek öneriyi kabul etmeyecekmiş Sonunda ördekle horoz, kullanılmayan kümesin "Ördek Okulu" olmasında anlaşmışlar Anne ördek yuvalarına dönerken:
- Çok yüksek kira istedi Nasıl öderiz onca kirayı?
diye söylenince:
- Bir yolunu buluruz Önemli olan yavrularımızın güvenliği
demiş yeşil başlı ördek
Anne ve baba ördek, kullanılmayan kümesi temizlemişler Sonra öğrencilerin oturacağı yerleri ve öğretmenin duracağı kürsüyü hazırlamışlar Ne yapıldığını anlamadan yavru ördekler de onlara yardım etmişler
Bir gün anne ördek, tüm yavrularını çevresine toplamış Onları okul olarak
hazırladıkları yere götürmüş Yeşil başlı baba ördek orada bekliyormuş Anne ördek yavrularına dönüp:
- Yavrularım, burası bir Ördek Okulu Burada okuyup bilgi ve becerinizi geliştireceksiniz Babanız size eğitim verecek Anlatılanları öğrenmeye çalışın Unutmayın ki size anlatılan her şey eskiden yaşanmış olaylardan ediline deneyimlerden kazanılmış bilgileri içerir Onları eksiksiz öğrenmeye çalışın
Yavru ördeklerin sabırsızca içeriye girmek istediklerini gören anne ördek, konuşmasını uzatmayıp yavrularını öğretmene teslim etmiş ve orada ayrılmış
İlerleyen günlerde Ördek Okulu'ndan gelen sesler dinlenmeye değermiş Yavru ördeklerin hep bir ağızdan "abc" diyerek incecik sesleriyle bağırarak kanat çırpmaları ilerideki ağaçlardan ve gölün kıyısından bile duyuluyormuş Ağaçlardaki serçelerin ötmeyi kesip, örnek yavrularını dinledikleri olurmuş Balıkçıllar avlanmayı bırakıp, başlarını göğe kaldırarak duydukları seslerin anlamını çıkarmaya çalışırmışlar Ördek yavrularının öğrenirken çıkarttıkları coşkulu sesleri çevreye yayıldıkça, okulun çevresine meraklılar dolmaya başlamış: Çitlerin üzerine tüneyen kuşlar, gölden ayrılıp, seslerin ne olduğunu anlamaya çalışan balıkçıllar, taşlara tırmanmış sincaplar ve tavşanlar
Meraklılar çoğaldıkça horoz durur mu? Hemen kümesin damına çıkarak uzun uzun ötüp, yavruların sesini bastırmak ve dikkati kendi üzerine çekmek istermiş Ama çevreye toplanan hayvanlar horozun ötüşüne aldırmadan, yavruların söylediği şarkıları mırıldanır, onlara eşlik etmeye çalışırmışlar Bu duruma öfkelenen horoz, yerinde duramaz, kanat çırparak üstlerine yürür, onları korkutarak ördek okulunun çevresinden uzaklaştırmaya çalışırmış
Okulun yararlı olduğunu anlayan kuşlar ve sincaplar da yavrularını Ördek Okulu'na göndermeye başlamışlar Sınıf yeni katılan yavrularla çok kalabalık olmuş Ama, kalabalık bir sınıf olması, dersleri aksatmıyor, tam tersine herkes tüm dikkatini toplayarak yeşil başlı ördeğin anlattıkları dinleyip çık bile çıkarmıyormuş
Sonunda horoz gelişmelere dayanamayıp okul bitiminde sallana sallana anne ödreğin yanına giden yeşil başlı ördeğin karşısına dikilmiş Sesi de, davranışı da, Ördek Okulu'ndan hoşnut olmadığı belli ediyormuş
- Seninle bu okul konusunu bir kez daha konuşmalıyız
diye söze başlamış Yeşil başlı ördek, horozun ne yapmak istediğini anlamış ama anlamamazlığa gelerek:
- Ne konuşacağız? Kiramızı ödüyoruz Yavrular artık seni ve kümesini yaramazlıklarıyla rahatsız etmiyorlar Herşey istediğin gibi değil mi?
- Hayır Bence bana az kira veriyorsunuz - Ama kirayı sen belirlemiştin Biz pazarlık bile yapmamıştık - Ben anlamam Bundan böyle her ay üç çuval buğday vereceksiniz - Ama bu çok - O zaman kümesten çıkarsınız - Kümesten çıkarsak okul kapanır - Ben anlamam
demiş ve yanlarından uzaklaşmış Başını bir öne bir arkaya sallayarak keyifle kümesine doğru giderken yan gözle ördekleri süzüyormuş Yeşil başlı ördek, horozun tavrına ve söylediklerine hem çok öfkelenmiş hem de çok üzülmüş Öfkelenmiş çünkü horoz kıskançlık yapıyor, okulda yavruların öğrenim görmelerini istemiyormuş Üzülmüş çünkü mal horozun, keyfi için kirayı arttırması yasalara aykırı değilmiş Başı öne eğik anne ördeğin yanına değin gitmiş Hem ders anlatmak, hem de kalan sürede horozun istediği kadar çok buğday bulmak olanaksızmış Anne ördek gagasıyla, baba ördeğin yeşil başını okşamış:
- Kuşlardan ve sincaplardan yardım istersin Onlar da yavrularını okula getirirken her gün taşıyabildikler kadar buğday getirsinler
Baba ördek umutsuzca anne ördeğe bakmış:
- Bulabilirler mi bilmiyorum Ama, bir denerim Yoksa okulu kapatmak zorunda kalacağım
Yeşil başlı ördek, ertesi gün kuşlara ve sincaplara konuyu açmış Dili döndüğünce hem okulda eğitim vermenin hem de horozun istediği kadar çok buğday bulmanın olanaksız olduğunu, bu nedenle yardımlarına gereksinimi olduğunu anlatmış Kuşlar ve sincaplar "Okul sürsün, yavrularımız eğitim görsün" diyerek her gün buğday getirmişler Ay sonunda horozun istediğinden de çok buğday birikmiş Horoza istediği üç çuval buğdayı vermişler Kalanını başka aylarda, istenilen kadar buğday sağlayamazlarsa, kullanmak üzere saklamışlar
Horoz okulun sürdüğünü, kiranın artması eğitimi engellemediğini görünce:
- Çıkın kümesimden
diyerek gerçek emelinin ne olduğunu açık ve öz bir biçimde anlatmış Yeşil başlı ördek, nedenini anlayamadığını söylemişse de horoz sözünden dönmüyor, kümesten çıkmalarını istiyormuş Çevredeki tüm hayvanlar, kibirli horozu düşüncelerinden caydırmak için çok uğraşmışlar Horoz kendi kümesine sığmadıklarını, bazı tavukları okul olarak kullanılar kümese taşıyacağını söyleyerek, düşüncesini değiştirmeyeceğini bildirmiş Umutlarını yitiren diğer hayvanlar, üzüntü içinde anne ördeğin yanına gidip soruna bir çözüm aramak üzere sessizce bekleşmişler Aslında hepsi birbirine bakıyor, birinin çözüm üretmesini (daha doğrusu konuşmasını) bekliyormuş Yeşil ördek çevresinde sessizce ağlaşan öğrencilerine seslenerek:
- Artık okul yok Kümese gidip eşyalarımızı toplayalım
demiş üzüntülü bir sesle Tüm öğrenciler küçücük adımlarının koşmakla yuvarlanmak arasında hızıyla okula gidip ders araçlarını, sıralarını ve kitaplarını toplamışlar Kapının önünde ne yapmaya çalıştıklarını görmeye gelen horoza ters ters bakıp:
- Unutma Yine okuyacağız Sen bize engel olamazsın
demişler Yavrular, anne ördeğin yanına döndüklerinde gözlerinden sicil gibi yaş
akmaktaymış Tüm hayvanlar çok üzgünmüşler İşte tam bu sırada kanatlarını çırparak gelen bir serçe, hayvanların hepsinin görebileceği bir yüksekliğe konmuş ve onlara seslenerek:
- Üzülmeyin Tüm hayvanlara haber salabiliriz Herkes yardım edince kendi okulumuzu kendimiz yapabiliriz Eskiden kiraya karşılık buğday toplamak için çalışıyorduk Şimdi çalı çırpı toplarız Hepimiz yuva kurmayı biliyoruz Bu kez tüm yavruları içine alacak kocaman bir yuva kurarız Okul yapmak için çalışmaz mısınız?
Tüm hayvanlar sevinçle çığlık atıp, "Olur Kendi okulumuzu kendimiz yapalım" diyerek dağılmışlar Tüm hayvanlara haber uçurmuşlar "Yuva kurmak için topladığınız çalılardan biraz da okul için toplayın" demişler Tüm hayvanlar okulları için çevreden çalı çırpı toplamaya başlamışlar Bir çoğu istenilen tür çalı bulamamış Onlar da yuvalarından söktükleri çalıları getirmişler Ağaçların arasından koşarak gelen hayvanların ve hızla uçan kuşların ağızlarında taşıdıkları çalılar anne ördeğin önünde birikmeye başlayınca, anne ördek yavrulara dönüp:
- Haydi yavrular Boş durmayın bana yardım edin Biz de getirilen çalılardan okulumuzu yapalım
Yeşi başlı ördek ve yavrular kanatlarını açarak okulun yapılmasını için çalışmaya başlamışlar Okulun duvarları hızla yükselmiş İş çatıyı yapmaya gelince, kuşlar ördeklerin yerine geçip, çatıyı çalılarla kaplamışlar Sincaplar onlara yardım etmiş Kısacık bir günde okul tamamlanmış Hem de, eski okullarından daha güzel görünüyormuş Çünkü bu okulu kendi elleriyle yaptıklarından, onlara cennet gibi güzel görünüyormuş
Horoz, bahçenin diğer ucundan, hayvanların ne yaptıklarını öğrenmeye çalışıyor, çitin üzerinde kıpırdamadan sonucu bekliyormuş Arada başını sağa sola çevirip, göz ucuyla tavukların diğer hayvanlara yardım edip etmediğini izliyormuş Zavallı tavuklar, horozdan korktukları için diğer hayvanlara hiç yardım etmemişler Bahçeden dışarıya çıkmayıp, önlerine konan yemlerini yemişler
Okulun yapımı tamamlanınca tüm yavrular okul gereçlerini yeni yapının içine taşımışlar Çok çalışmaktan yorulmuş olmalarına aldırmadan arada şarkı bile söylemişler Eksik kalmayınca, tüm hayvanlar okulun kapısı önünde toplanmışlar Anne ördek:
- Yardımlarınızla okulumuzu tamamladık Yarın her zamanki gibi eğitiminiz sürdürecek Bugün yoruldunuz Gidip dinlenin Sakın yarın derse geç kalmayın
Sevinçle çığlık atan öğrenciler:
- Evet! Kimse bize engel olamaz Birlik olunca, baş edemeyeceğimiz sorun olmaz Bunu kanıtladık
demişler Sonra tüm hayvanlar dağılıp yuvalarına dönmüşler Anne ördek, yeşil başlı baba ördek ve yavruları, yeni okulun yanındaki yuvalarında huzur içinde uyumuşlar

Sabah erkenden ötmeye başlayan horoz: "Yine sabah olduuuu" derken sesindeki üzüntüyü gizleyememiş Kuşların cıvıldamasını duyan yavrular koşuşarak yeni okullarına gelmişler Neşe içinde okulun bahçesinde oyunlar oynamışlar Sonra hepsi ders başlamadan sınıfta yerlerini almışlar Yeşil başlı ördek, göğsünü kabartarak sınıfa girmiş Yavrulara bakıp yutkunmuş Sonra tok bir sesle:
- Günaydın
demiş Yavruların hepsi birden incecik sesleriyle neşe içinde bağırmışlar:
- Günaydın öğretmenim

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-06-2008   #60
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



PADİŞAH ve İHTİYAR ÇİFTÇİ

Bir gün padişahlar padişahı av için şehirden uzaklaşmış Yolda giderken pek çok insanın çalıştığı bir tarla görmüş Merak edip yanlarına yaklaşmış

Oradaki insanların arasında yaşı doksanı geçkin bir ihtiyar varmış Bu ihtiyar toprağa bir şeyler ekiyormuş

Padişah:

- Ne ekiyorsun ihtiyar? diye sormuş

İhtiyar çiftçi başını bile kaldırmadan cevap vermiş:

- Baharda yeşermesi için ceviz dikiyorum

Padişah kahkahayla gülmüş

- Fakat sen çok ihtiyarsın Şurada iki günlük ömrün kalmış Neden uğraşırsın? demiş

Bunun üzerine ihtiyar başını kaldırmış:

- İnsanlar ekip dikmekle zarar etmezler Başkaları ektiler; biz yedik Şimdi de biz ekelim; başkaları yesin, demiş

Padişah bu cevabı çok beğenmiş Hemen yanındaki adamına dönerek:

- Bu ihtiyara bir kese altın verin, diye emretmiş

İhtiyar altınları almış ve:

- Gördünüz mü? demiş, benim ağacım daha büyümeden meyve verdi!

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.