Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
alanı, biyografi, biyografisi, filozof, filozoflar, paylaşım

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #46
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Herbert Spencer

Herbert Spencer, (1820 - 1903) Ünlü İngiliz filozofu ve sosyoloğu

1820 yılında Derby'de doğmuştur Babası, George, geleneklere uymayan, Anglikan mezhebine bağlı olmayan bir okul öğretmeniydi Babası da dahil olmak üzere birçok aile üyesi öğretmen olan Spencer, kırk yaşına kadar hiçbir eğitim görmemiştir Garip bir gururla, "Ne çocukluğumda, ne de gençliğimde, hiç İngilizce dersi almadım, şu ana kadar gramer konusunda tek bilgim yok" demiştir Sistematik bir eğitim almamasına, okumayı fazla sevmemesine karşın birçok bilim dalında binlerce fikir ortaya atmış, ve "evrim" teorisinde Charles Darwin'in bir numaralı rakibi olmuştur Edindiği büyük başarıları mükemmel gözlem yeteneğine borçludur, doğrudan doğruya yaptığı gözlemlerle binlerce fikrini destekleyecek binlerce olguyu rahatlıkla bulmuştur

1851'de yazdığı ilk kitabı "Toplumsal Statik", insan haklarının gelişimini, ve bireysel özgürlüklerin savunusunu evrimsel bir teoriyi temel alarak açıklar 1858'de evrim teorisini biyoloji bilimi ile sınırlamayıp, bu teoriyi bütün bilimlere uygulamak fikri kafasında belirdi Sağlık sorunları nedeniyle günde sadece birkaç saat yazabiliyor olmasına, ve maddi durumunun kötülüğüne rağmen, 1862'de dokuz ciltlik şaheseri Sentetik Felsefe'yi yazmaya başladı

Sentetik felsefe kısaca birçok farklı bilim dalına evrim teorisini uygulamayı konu alır Bu şaheserin en çok dikkat çeken, ve Spencer'ın da üzerinde en çok çalıştığı bölüm, sosyoloji'ye evrim teorisinin uygulanmasını, toplum evrimini inceleyen, "Sosyoloji İlkeleri" adlı 3 cilttir "Biyolojinin İlkeleri" , ve "Ahlâkın İlkeleri" bu şaheserin üzerinde en çok konuşulan ve kuşkusuz bilim dünyasına en çok katkıda bulunan diğer bölümleridir

1870'lerde ve 1880'lerin başında özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve İngiltere'de ünü doruk noktasına varmıştı 1902'de Edebiyat dalında Nobel Ödülüne aday gösterildi Bir çok ödülü ve övgüyü çoğu zaman reddetti Uzun bir hastalık döneminin ardından 1903'te vefaat etti

Herbert Spencer geniş bir alana yayılmış farklı türdeki bilgileri uyumlu bir şekilde birleştirerek Viktorya çağına damgasını vuran kişilerden olmuştur Evrim kuramının gelişiminde ve kabulunde en az Charles Darwin kadar büyük bir rol oynamış, bugün evrim kuramını açıklarken kullanılan birçok terimi de ilk kez kullanan kişi, o olmuştur


Başlıca Eserleri

System of Synthetic Philosophy (1862-1893)

Social Statics (1851)

Education (1861)

The Man Versus the State (1884)

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #47
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Abelard

(1079 -1142) Roscelinus'un öğrencisi olan Abelard hocasının isimciliğini (nominalizmini) daha ılımlı ve yumuşak şekilde temsil etmiştir Abelard Ortaçağın en ünlü ve çok okunan yazarlarındandır Özellikle Heloise ile olan talihsiz aşkı, kendisini tümden imlendirmiştir

Abelard bize "skolastik metodu" en güzel biçimde anlatır ve açıklar: "Bilimsel bir konu nasıl incelenmelidir?" diye soran Abelard, bu soruya şöyle yanıt veriyor: Önce konu edilen sorun ile ilgili tüm otoritelerin, yani Kilise Babalarının, Eflâtun'un ve Aristo'nun düşüncelerini bir araya toplamak gerektir Daha sonra bu düşüncelerin birleştikleri ve ayrıldıkları noktaları belirlemek gerekir Bu da yapıldıktan sonra görülür ki, otoritelerin düşünceleri, temelde birbirlerine uygundur

Abelard bu açıklaması ile skolastik metodu gerçekten çok doğru bir şekilde vurgulamıştır Skolastik, gerçeği otoritelerde ve kitaplarda aramaktadır Gerçeğin doğrudan yapılacak gözlemlerle bulunacağını kabullenmez Ayrıca otoritelerin ana düşüncelerde uyuştukları, bir ayrılık varsa, bunun temelde değil de ayrıntılarda olduğuna inanır Abelard skolastik metodu incelediği eserine "Evet ve Hayır" gibi dikkat çekici bir isim veriyor

Abelard bir de "ahlâk" ile ilgili kitap yazmıştır Ahlâk konusunda o "modern" bir görünüm sergiler Ortaçağ ahlâkı, temelde dinseldir Yani bu çağın ahlâki buyruklarının Allah'tan geldiği ve bunların kutsal kitaplarda gösterildiği kabul edilir İyi olan; Allah'ın ve onun emrinde çalışan Kilisenin emrettikleridir

Ortaçağ "dıştan" bir otoriteyi, insanın kendi vicdan otoritesinin üstünde görür Vicdan yanılabilir, oysa Allah'ın dilini konuşan Kilise yanılmaz İşte Abelard, Ortaçağ için tipik olan bu ahlâka ilk kez karşı çıkışta bulunanlardan biridir Abelard'ın ahlâk konusuna ayırdığı eserine, "Kendini Bil" adını vermesi dikkat çekicidir

Eserin adından da anlaşılacağı gibi, Abelard için insanın kendini bilmesi, vicdanını araştırıp keşfetmesi, dıştan bir otoriteyi bilmesinden daha önemlidir Bu görüş açık ve anlaşılır bir şekilde yazıya dökülmüş değildir Bu nedenle Abelard, Ortaçağın üzerinde en çok tartışılan düşünürlerinden biri olmuştur Abelard bir bilgin, bir düşünür olmaktan çok, zeki ve zarif bir yazardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #48
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Ainesidemos

(Hz İsa'lı yıllar) Ainesidemos ile ilgili fazla bir bilgimiz yok Yalnız onun İskenderiye'de yaşadığını ve şüpheciliği bir "sistem" şekline getirdiğini öğreniyoruz Septik felsefenin esasları bu düşünür tarafından "tropos"lar denilen birtakım kısa yargılar şeklinde toplanmıştır

Ainesidemos şu görüşten yola çıkıyor: Bilgimizin kaynağı ya "algılar"dır ya da "akıl" Önce bilgi için "afatlar "m esas olduğunu kabul edelim: Her hayvanın kendine göre duyu organları vardır Söz gelişi insanın gözü balığın gözüne göre başka yapıdadır Aynı şekilde balığın gözü böceğinkinden farklıdır

İnsan dünyayı insan gözüyle, balık dünyayı balık gözüyle, böcek ise dünyayı böcek gözüyle görür Acaba bu gözlerden hangisi evreni olduğu gibi görebiliyor? Hangisinin gördüğü evren doğru ve gerçek evrendir? Bu soruya kesin bir yanıt vermek olanaksızdır O halde biz evrenin "gerçek şekli"nin nasıl olduğundan söz edemeyiz, olsa olsa evreni "kendimizin" nasıl gördüğünü söyleyebiliriz Göz için öne sürülen bu yargı, öteki duyumlar için de geçerlidir

Biz cisimlere katı ya da yumuşak derken, dokunma duyumuz bize cisimleri böyle gösterdiği için bu yargıda bulunuruz Fakat dokunma organı kıllar ile örtülü olan bir hayvanın dokunma duyumu, dokunma organı yalnız deri ile kaplı olan insanınkine göre elbette ki başka türlü olacaktır

Çeşitli hayvan cinsleri arasında görülen bu farklılık, insanların kendi aralarında da vardır İnsanların gözleri biri ötekinin tam aynı değildir Acaba hangi insanın gözü evreni olduğu gibi görebiliyor? Aynı şekilde bu sorunun da yanıtı yoktur Bunun için her insana göre evren, kendi gözünün gösterdiği şekildedir

Karşımda duran bir elmaya bakalım Benim gözüm bu elmayı belli bir renk ve şekilde görür Buna karşın dokunma duyumum aynı elmayı bana, gözüm gibi, renkli değil de, yalnızca sert ve yumuşak olarak gösterir Aynı şekilde dilim de bu elmanın renginden bana hiçbir şey bildirmez, ancak ekşi ya da tatlı olduğunu bildirir

Şimdi acaba bu çeşitli duyumlardan hangisi bana elmanın gerçek realitesini tanıtıyor? Bu da yanıtı olmayan bir sorudur Nitekim daha başka duyumlarımız olsaydı elmayı, şimdi farkına varmadığımız, başka özelliklerde algılayacaktık O halde duyumlarımıza güvenerek bir objenin gerçek niteliklerini ya da gerçek realitesini öğrenmek olanaksızdır

Şimdi insan ile balığı bir daha karşılaştıralım: İnsanın gözü ile obje arasında hava bulunur; oysa balığın gözü ile obje arasında su vardır Acaba objeyi arada hava varken mi, yoksa su varken mi gerçek şekli ile görebiliriz? Aynı şekilde bunun da yanıtı yoktur Duyularımız bize objeleri oldukları şekilde göstermezler; biz objeleri, ancak duyularımızın bize onları tanıttığı şekilde biliriz

Şimdi de bir boynuz alalım Bu boynuz çeşitli renklerde olabilir Fakat boynuzun üstünü kazırsam, kazımazdan önce söz gelişi koyu renkli olan boynuz, kazındıktan sonra açık renkli olur Bu boynuzun gerçek rengi hangisidir? Boynuz koyu renkli midir yoksa açık renkli mi? Aynı şekilde buna da doğru bir yanıt verilemez O halde duyumlarımıza dayanarak eşyanın gerçek yapısına ulaşamayız Duyumlarımız bize ancak eşyanın "görünüş"lerini tanıtır

Bilginin kaynağı olarak gösterilen "akıl"a gelince:

Önce, düşünce dediğimiz şey nedir? Düşünmek, bir akıl yürütmede bulunmaktadır Akıl yürütmede bulunurken daha önce bir yargının, bir görüşün bulunması gerektir Söz gelişi matematikçi yaptığı akıl yürütmeleri belli yargılardan, birtakım açık seçik ve de kesin bilgilerden çıkarır

Acaba bu açık seçik ve kesin bilgiler nereden geliyor? Bu açık seçik ve kesin bilgiler de belki daha başka yargılardan çıkarılmıştır Ancak bununla sorun çözülmüş olmaz Çünkü açık seçik kesin bilgilerin son olarak çıkarıldığı yargıların da nereden geldiğini bilmek gerektir O halde bu tür düşünüldüğünde, ya sonsuza kadar bu akıl yürütmeyi sürdürmek ya da herhangi bir yargıda durmak gerekecektir

Fakat bir de, sonuç elde ederken, temel aldığım yargıların doğruluğuna güvenebilir, inanabilirim Ancak inanmak bir bilgi değildir İnanç, hiçbir zaman yargıların doğruluğunu kanıtlamaz Nitekim Stoacıların felsefesi de inanmaya dayandırılmakta idi Bu inanma ise tümüyle yanlış olarak kalmaya mahkûmdur O halde akla dayanan düşünme, ya sınırsızlığa kadar uzayan bir düşünme olacak ya da başlangıç olarak alınan yargının doğruluğuna inanmak zorunda kalacaktır

Sonuç olarak ne "afat" ne de "akıl" bizi kanıtlanması mümkün doğru bilgilere ulaştıramaz Algı ve akıl bizi tek başlarına gerçeğe götürmeye yetmiyorsa, ikisi birleşince de bizi gerçeğe ulaştıramazlar Çünkü iki yalancı tanıktan, hiçbir zaman, doğru bir tanıklıkta bulunmalarını bekleyemeyiz Ainesidemos'un kanıtları işte bunlardır

Septikler eleştirilerini karakteristik olarak iki noktaya yöneltmişlerdir Birinci olarak onlar evrenin kendiliğinden "bilinemeyeceği"ni savunurlar İkinci olarak da nedensellik kavramını eleştirirler Özellikle sonraki septikler, nedensellik kavramında bilginin ağırlık merkezini bulduklarına inanırlar

Tüm bilgilerimiz "neden"i arar, bir başka deyişle, sebep-sonuç arasında bir ilişki kurmaya çalışır Evreni, bir sebep-sonuç ilişkisi ile örülmüş olarak düşünür Ancak Septiklere göre, işte özellikle de bu "her olayın zorunlu olarak sebep-sonuç ilişkisi içinde oluştuğu" varsayımı, kanıtlanması olanaksız bir şeydir Bunun için, bu düşünceye inanmak zorunda kalırız

Oysa biz, ancak olayların akışında az ya da çok bir belirliliğin olduğunu kabul edebiliriz Çünkü olayların genellikle belli kurallara göre oluştuğunu deneyimlerimiz bize doğrulamaktadırlar Fakat bu gözlem ve deneyimlerimizin dışına çıkmaya, hiç ama hiç hakkımız yoktur

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #49
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Albertus Magnus

Albertus Magnus (1207-1280) Dominiken Tarikatı'na girmiş ve Aristoteles'i ve Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve İbn Tufeyl gibi Müslüman filozofların Aristoteles felsefesine ilişkin yorumlarını öğrenmiştir; daha sonra bu yorumlara dayanarak Hıristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar getirmiştir

Felsefe sorunlarını akılla çözmeye çalışırken Kutsal Kitap'la çatışmamaya ve dolayısıyla inançla çelişmemeye büyük bir özen göstermiş ve bu yaklaşımıyla öğrencisi Thomas Aquinas'ı büyük ölçüde etkilenmiştir

Albertus Magnus'un Platon'dan çok Aristoteles'in felsefesini seçmiş olması tesadüfi değildir ve bu seçimi, özellikle İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların etkisi ile açıklamak olanaklıdır Albertus Magnus'a göre, biri akıl ve öbürü ise inanç için doğru olan ve birbirleriyle çelişen iki doğru yoktur; gerçekten doğru olan her şey, büyük bir uyum içinde birleşmiştir

Birçok bilimle ilgilendiği için "Doctor Universalis" (Evrensel Bilgin) lakabıyla tanınan Albertus Magnus, kimya alanında da çalışmış, nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi ve altının arıtılması gibi kimyevî konuları incelemiştir; ayrıca astronomi ve biyoloji ile de ilgilenmiştir

Albertus Magnus biyoloji alanındaki çalışmalarında kelime kelime Aristoteles'in Arapça çevirilerini izlemiş ve bunlar üzerinde yorumlar yapmıştır; kendisine özgü gözlemler ve saptamalar da bulunmaktadır

"Hayvanlar Hakkında" adlı eserinde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles'in verdiği bilgilerden ayrılmıştır Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini anlatırken, organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık ve seçik bir şekilde anlatmıştır

Bitkilerle de ilgilenmiş ve bu konuya ilişkin Bitkiler Hakkında adlı bir eserinde, ana çizgileriyle bitki betimlemeleri yapmıştır Bir ara İtalya'ya giden Albertus Magnus orada portakal ağacını görmüş, bundan çok etkilenmiş ve özellikle portakal yapraklarını ayrıntılı bir biçimde tanıtmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #50
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Alexandre Gerard

XII yüzyılın büyük yazarlarından olan Gerrard, Yunan ve İslam felsefe anıtlarını Latince'ye ilk çevirenlerdendir Bazıları Gerard'ın İtalya'da Crémone kasabasından, bazıları da Endülüs şehirlerinden Crémoneli olduğunu iddia ederler Fakat, Muratorie'nin yanınladığı eski bir kronikte Gerard'ın İtalyan olduğu anlaşılmaktadır 1114'te doğmış ve kendi şehrinde 1187'de ölmüştür

Gerrard, ülkesinde eğitimini tamamladıktan sonra aydınlanmak için gezgin gibi dolaşmış ve Avrupa'nın her yerinden kovulmuş olan bilimin tek sığınağı İspanya'ya giderek orada halifelerin himayesini kazanmıştır

Toledo'ya yerleştikten sonra Arapça öğrenmiş ve hayatını sayısı 70'i bulan felsefe eserlerini çevirmek ile geçirmiştir Bunların içinde en önemlisi Ptolémée'nin Almegeste'sidir Bu eser sayesinde astronomi eğitimi, ortaçağ okullarında yenileştirilmiştir Bu eserden sonra en değerli çevirmelerinin başında İbn-i Sina'nın Kitab al-Kanun fil Tıb adlı eseridir Bunlar Gerard'da matematik, astronomi ve fizik zevkini uyandırmıştır

Aristo'nun Meteorolojisi'nin ilk kitabını, Afrodisyalı Alexandra'ın türlü eserlerini, Galien'in bazı eserleriyle Farabi'nin De Intellectu'sunu, İshak İbn-i Honey'in Tarifler'ini Latince'ye çevirmiştir

Aristo'nun İkinci Analitikler'ini, Themistius'un Yorumlamalar'ıyla birlikte Arapçası'ndan çevirdiği gibi, Meteorların üç kitabını, De Naturali Auditu başlığıyla Aristo fiziğini, De Caelo et Mundo'yu, Le Generation et Corruptione'u da Arapça'larından çevirmiştir Proklus'den de, Elementatio Theologica başlıklı Yeni Eflatunculuk derlemelerinden Causis'i de çevirmiştir ki bu eser uzun süreler Aristo'nun zannedilmiştir

Ortaçağlarda Liber Aristoteles de Expositions Bonitatis Purae ya da kısaca Liber Bonitatis Purae başlığıyle anılırdı Gerrard, Alkindi'nin bazı eserlerini ve önemli olan De Intellectu, De Qunque Essentiis'ini de çevirmiştir

Bütün bu eserler, Batı aleminde yayınlandıktan sonra, uzun zaman Avrupa bilim ve düşünce hayatında büyük değişikliler görülmüştür Gerrard kitaplarını Crémone'deki Saint-Lucie Manastırına vakfetmiş, kendisi de bu manastıra gömülmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #51
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Anaksimandros

Yunan doğa filozofudur (MÖ 610-545) Miletos'da doğmuş olan Anaksimandros, astronominin kurucusu ve ilk kez bir kozmoloji ya da dünya üzerine sistematik felsefe görüşü getiren filozof olarak kabul edilmiştir

Thales gibi dünya tarihinde ilk kez doğayı; metafizik, mistik ya da mitolojik düşüncelere sapmadan, akılcı ve objektif bir yöntemle araştırmıştır Güneş ekseninin eğriliği, özellikle güneş saati gibi birçok keşif ona mal edilir Bilinen ilk dünya haritasının onun yaptığı, göklerin kutupyıldızı etrafında döndüğünü onun belirttiği söylenir

Thales'den sonra Miletos okulunu yöneten, Karadeniz kıyılarında, Apollonia'da bir koloni kuran Aniksimandros, evreni açıklamaya çalıştı ve onu sonsuz (apeiron) diye tanımladı Anaksimandros'un sonsuzu belirsiz bir maddedir; içinde çeşitli karşıtlar bulunur (soğuk ve sıcak, kuru ve yaş gibi) Bu karşıtlar, ancak ortaya çıktığı zaman birbirlerinden ayrılır Her doğumun karşıtların ayrılışı, her ölüm karşıtların sonsuzda birleşmesidir

Anaksimandros'a göre insan, balıktan gelir; çünkü balığın kökeni insanlarınkinden daha kolay açıklanabilmektedir Bu bakımdan Anaksimandros, evrim kuramlarının öncülerinden sayılabilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #52
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Anaksimenes

(MÖ 550 - 495) MÖ 500 yılından biraz önce ölen Anaksimenes, Anaksimandros'un öğrencisidir ve Milet Okulunun sonuncu filozofudur Ondan sonra İranlılar tarafından alınarak yakılıp yıkılan Milet (MÖ 494) ile birlikte Yunan felsefesinin bu en eski düşünüşü sona ermiştir

Anaksimenes'in kendisinden sonrakilere ulaşan yapıtı, fizikçilerin geleneğine uygun olarak: "Doğa Üzerine" adını taşır Aristo'nun aktardığı bilgilere göre, Anaksimenes'in düşünceleri daha çok Thales'e yakındır Bu durum, Anaksimandros'a göre bir gerileme sayılabilir Thales'te olduğu gibi, Anaksimenes de dünyanın düz bir tekerlek (kurs) olduğunu varsayar

Ancak Anaksimenes'e göre, dünya hiçbir şeye dayanmaksızın havada durmaktadır Ayrıca Thales'in "su" ana maddesinin yerini Anaksimenes'te "hava" alır Böylece Anaksimandros'un aksine, ana maddeyi sınırlandırır, yani belirli bir madde ile bir tutar Anaksimenes'in, Thales'teki su yerine neden havayı koyduğunu anlamak güç değildir

Thales'in ana madde olarak suyu alması, suyun yaşam açısından taşıdığı önemden kaynaklanır Aynı şeyler ve hatta daha da çok, hava için de söylenebilir Bir kere havanın kapladığı alan sudan daha geniştir Havanın fırtınaları suyunkinden daha şiddetlidir Son olarak, yaşayan varlıklar için hava sudan çok daha önemli ve gereklidir

Anaksimenes havayı suyun yerine koymakla ana maddeyi yine belirli bir şeye dönüştürmüş oluyor ve Thales'e yaklaşıyor Bununla birlikte öteki bazı noktalarda Anaksimandros'tan da ileride olduğunu söyleyebiliriz "Ruh" kavramı ile ilk kez Anaksimenes'te karşılaşıyoruz "Tüm canlıların ruhu vardır" diyen Anaksimenes, doğada canlı-cansız ayırımını ilk kez yapan düşünürdür

Ona göre canlı olanı ayakta tutan ruhtur Ruh bedenden ayrılınca bedenin çürümesi bunun kanıtıdır Ruh nedir? Ruh solunan havadır Son nefes ile birlikte ruh bedenden ayrılır Bu görüşü ilk kez Anaksimenes bulmadı, çok önceleri biliniyordu Eski dillerin çoğunda ruh ile soluk aynı anlamdadır İnsan yaşadığı sürece solunum yapar Solunum yapıldığı sürece ruh bedende kalır İnsanın soluk alışı bitince ruh ve yaşam onu terkeder, ondan ayrılır

Bunun içindir ki hava yaşatan, yaşamı sağlayan unsurdur Anaksimandros varlıkların Apeiron'dan çıkışlarını belirsiz bir biçimde açıklamıştı, yalnızca zıt niteliklerin oluşumuna dikkat çekmişti Oysa Anaksimenes doğanın oluşumuyla ilgili çok daha somut, çok daha açık olan düşünceler üretmiştir Ona göre herşey havadan oluşur Hava hem gevşeyen ve hem de sıkışabilen bir şeydir Hava gevşeyince yukarıya doğru yükselen ateş olur

Hava sıkışınca önce buhar ve duman olur Bu duman ve buhar bulutları daha çok sıkışınca yağmur olur, su olur Suyun sıkışması sonunda önce çamur, sonra toprak, en sonra da taş olur O halde ateş-su-toprak öz olarak hava ve onun gevşeyip sıkışmasının dereceleridir

Böylece Anaksimenes, Anaksimandros'un doğa oluşumunu belirsiz ve yetersiz açıklayışı yerine somut ve net bir açıklama şekli getirmiştir Doğanın oluşumunun bir yasaya bağlı olduğu noktasında ise iki düşünür de aynı görüştedir Anaksimenes'e göre de, tek tek maddelerin ana maddeden oluşması ve belirli bir biçim kazanması olayı bir yasaya uygun olarak tamamlanır

Anaksimenes'in düşünceleri İlkçağda çok etkili olmuştur Onun düşüncelerinin izlerini, kendisinden sonraki pekçok düşünürde görüyoruz Bu düşüncelerin geniş bir alana yayılmasında, Milet'in İranlılarca alınması ve tahrip edilmesi sonucu öğrencilerinin her yöne dağılmaları etkili olmuştur

Anaksimenes, aynı Anaksimandros gibi bir fizikçi, bir doğa bilginidir Onun da öncelikle doğa olaylarıyla ilgilendiğini görüyoruz O da doğa olaylarını, bir doğa bilimcisi gibi açıklamak istemiştir Bunun içindir ki, onun açıklamalarında da dinî yorumlara rastlanmaz O da eserini, ölçülü ve yansız bir anlatımla yazmıştır Bundan sonra göreceğimiz filozoflar ise özellikle bu açıdan farklıdırlar Bunları izleyen dönemlerdeki filozofların, özellikle mitolojik ve dini düşüncelere yöneldiğine, dini ve mitolojik düşünceye büyük önem verdiklerine tanık oluyoruz

Milet Okulunun üç filozofuna Aristo, haklı olarak, "fizikçiler" adını vermiştir Çünkü bu üç düşünür de, yalnızca doğa ile ilgili konulara eğilmiştir Üç düşünür, doğa olaylarını yine doğal nedenlere bağlı kalarak açıklamak istemiştir Kuşkusuz bunlar zaman zaman Tanrılardan da söz etmişlerdir Onlar Tanrılar ile doğadaki yaratıcı ve yapıcı gücü anlamıştır

Gerçi Anaksimenes ruhtan da söz etmiştir, fakat ondaki ruh, yaşamı ayakta tutan, yaşamı sürdüren "nefes"ten başkası değildir Bu üç düşünürde din ve ahlâk problemleri önemli yer tutmaz Nitekim bunların yapıtlarında şiirsel bir anlatım yerine ölçülü bir düzyazı kullanmaları bunu doğrular

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #53
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Anselmus

(1033 -1109) Şimdi de biraz geriye giderek Ortaçağın ilk dönemlerine dönelim: İlkçağın son dönemlerine paralel olarak Kavimler Göçü sonunda, Antik dönemden süre gelen bir çok kültür değerlerinin Avrupa kıtasında yok olduklarını söylemiştik Bu nedenle Batıda 500-1000 yılları arasında kültür yönünden bir huzur dönemine rastlıyoruz; oysa, gördüğümüz gibi, Doğu aynı dönemde canlı bir düşünce yaşamını algılamıştı

Batıda düşünce yaşamı 1000 yıllarında canlanmaya başlamıştır Bu canlanma Kilisedeki bir hareketle ilişkilidir X yüzyılda kültür yönünden büyük bir çöküş yaşamış olan Katolik Kilisesi, bundan sonraki yüzyılda enerjik ve yenilikçi papazlar yardımıyla yeni bir hayata kavuşmuştur

Katolik Kilisesine bu canlılığı getirenler arasında, özellikle Papa VII Greguar ile öğrencisi Anselmus'u (1033-1109) sayabiliriz Aslen İtalyan olan Anselmus, önce Kuzey Fransa'da bir kilisede rahiplik yaptıktan sonra İngiltere'de Canterbury Başpiskoposu olmuş ve 1109 yılında bu görevindeyken ölmüştür Anselmus'un belli başlı eserleri bize kadar ulaşmıştır

Ortaçağ'ı ilgilendiren başlıca konunun, insanın Allah ile olan ilişkileri olduğunu biliyoruz Bu konuyu Ortaçağ felsefesi, dinin dogmaları yönünden yanıtlar Çünkü bu çağa göre gerçek zaten din kitaplarında bulunmaktadır Bu nedenle yapılacak tek şey, dogmayı savunmak ve temellendirmektir İşte, her şeyden önce bir teoloji olan Ortaçağ felsefesi için, Anselmus tipik bir örnektir

Anselmus doğa ile hiç ilgilenmez, ruhtan çok az söz eder, onun tüm görüşleri "Allah" düşüncesi etrafında toplanmıştır Onun için Allah tüm varlığın ağırlık merkezidir Anselmus'un tüm çabası kutsal vahiy olan dogmaları savunmak ve temellendirmektir Oysa iki yüzyıl sonra, Skolastiğin parlak döneminde tümüyle başka bir görüntüyle karşılaşacağız

Anselmus'un tipik temsilcisi olduğu Skolastiğin ilk döneminden parlak dönemine geçiş, "Aristo "nün eserlerinin tanınması ile mümkün olmuştur Aristo'nun eserleri İslâm felsefesi aracılığı ile öğrenilmiştir Yani bu eserler Arapça çevirilerinden Lâtinceye çevrilmiştir Aristo'nun eserleri "doğa" konusundaki ilginin yeniden uyanmasına neden olmuştur

Henüz Skolastiğin ilk döneminde yaşayan Anselmus, doğa konusuna hemen hemen hiç ilgi göstermemiştir Oysa Skolastiğin parlak döneminde, söz gelişi Aquino'lu Thomas da, doğaya ait geniş bir ilgiye, Aristo'ya göre ayarlanmış bir doğa felsefesinin var olduğuna tanık oluyoruz

Skolastiğin bu iki dönemi arasında başka bir farklılık daha oluşmuştur İlk dönemin temsilcisi olan Anselmus, Kilisenin "tüm dogmaları"nı akla uygun duruma getirmek isteyen tam imanlı bir Hıristiyan'dır Skolastiğin parlak dönemi, iman ile kabul edilmesi gereken dogmalarla, akıl ile aydınlanması mümkün olan dogmalar arasında bir ayırım yapar

Bu ikinci dönem için iman ve felsefe birbirine uygun olan iki alan değildir Aksine iman aklı tamamlar İmanın birtakım sırları vardır ki, bunlara yalnızca inanmak gerekir Ancak Allah'ın kendisi, varlığı gibi konulan akılla temellendirmek mümkündür

İşte Skolastiğin "son dönemi", özellikle bu yönden daha ileri bir adım atarak, akıl ile kavranabilecek dini gerçeklerin sayısını büsbütün azaltmıştır Bu son dönem Allah'ın varlığını bile akılla temellendirmenin mümkün olduğunu reddeder Böylece Allah'ın varlığı konusunu da bir iman meselesi yapar Böylelikle ilahiyat ile felsefe tümüyle birbirinden ayrılmış olurlar Felsefe ancak bilinmesi mümkün olanı, özellikle doğayı; iman ise akıl tarafından kavranmalarına olanak bulunmayan dini gerçekleri konu alır

Batıda Skolastiğin "üç" dönemi vardır: Anselmus'un tipik temsilcisi olduğu ilk dönemde felsefe, kurgusal ilahiyattır Bu dönem, en yüksek dini gerçeklerin akıl ile aydınlatabileceğine inanır Oysa ikinci dönemde, yani Aristo'ya dayandırılan parlak dönemde, felsefe ile ilahiyat artık biri ötekinden ayrılmaya başlar Bu döneme göre dinin ancak bazı temelleri akıl ile çözümlenebilir, geriye kalanlara yalnızca iman etmek gerekir Skolastiğin son döneminde felsefe ve ilahiyat biri ötekinden tam anlamı ile ayrılır

Öncelikle "bilmek nedir?" sorusundan hareket eden Anselmus, "bilmek düşünmektir, gerçeği çıkarabilmektir" diyor Gerçek ise, ancak kanıtlanarak bilinir Gerçek dediğimiz şey nedir? Gerçek, bilgimizin realiteye "uygun" olmasıdır Her düşünce kesinkes bir "var olana" geri döner Her var olan ise "mutlak bir varlığı", yani Allah'ın bedenini şart koşar

O halde biz, "var olan Allah" olmaksızın düşünemeyiz Anselmus bu düşüncesini, Allah'ı kanıtlamak için bir delil olarak benimser Yani ona göre mutlak varlığın, yani Allah'ın, varlığını gerektirmeyen hiçbir düşünce gerçek olamaz Bu düşüncenin temelinde Eflâtun'un ve özellikle Yeni Eflâtunculuğun etkileri olduğunu kolayca fark edebiliriz Çünkü Plotin'e göre de "var olan" ancak mutlak varlığa katılarak var olur Nitekim Skolastiğin ilk dönemi "Yeni Eflâtunculuk"un etkisi altındadır Bu ilk dönem için Aristo'nun etkisi henüz söz konusu değildir

Anselmus'un öteki bir yapıtında, sonraları felsefe tarihinde çok ünlenen ve Yeniçağda Descartes tarafından yeniden ele alman ikinci bir Allah kanıtını; "ontolojik kanıt"ı bulur Bu kanıt ile Allah'ın varlığı aşağı yukarı şöyle belgelenir: Biz Allah deyince genellikle "en büyük olan"ı anlarız

Şimdi bir yandan Allah'ın var olduğunu öte yandan var olmadığını düşünelim Var olan bir şey var olmayana oranla daha büyüktür Allah'ı var varsayarak büyüklüğüne bir şey eklemiş, var olmadığını düşünürsek büyüklüğünden bir şey eksiltmiş oluruz Oysa Allah'ın "en büyük" olduğunu düşünüyoruz

Bunun için onun ancak var olabileceğini çıkarırız Yani "en büyük" diye düşündüğümüz bir şeyin kesinkes var olduğunu kabul etmek gerektir Aksi hâlde çelişkiye düşeriz Dikkat edilirse, bu kanıtla, "Allah" kavramından, Allah'ın varlığı çıkarılıyor Anselmus bu kanıtlamasında tam bir rasyonalisttir

Bilmek, objeler konusunda kavramlar oluşturmaktır Ancak öyle bir kavram vardır ki, Allah kavramı, bu kavramı yalnız "düşünmekle", dayandığı objeyi tanıyabiliriz Zaten her akılcı bilgi bizi zorunlulukla, bu ontolojik kanıt cinsinden, hiçbir şekilde deneye dayanmayan bilgilere götürür Her rasyonalist felsefede öyle bir kavram vardır ki yalnızca düşünmekle, kendisine karşılık olan objeyi anlamak mümkün olur

Ontolojik Allah kanıtına daha Anselmus'un sağlığında karşı çıkılmıştır "Bu metod ile her şeyin varlığını kanıtlamak mümkündür" diye eleştirilmiştir Anselmus kendisine karşı çıkanlara şu yanıtı verebilirdi: Allah kavramından başka bütün öteki kavramlar objeleri ile "sınırlandırılmıştır"

Yalnızca Allah "mutlak varlık" olarak düşünülebilir Kendilerini yalnızca hiçbir objenin karşılayamadığı kavramlar düşünülebilir Roma kentini hem var hem de yok bir kent diye düşünebiliriz Oysa Allah'ı hem var hem de yok diye düşünemeyiz, çünkü Allah mutlak varlıktır

Anselmus'un kişiliğinde tipik temsilcisini bulan Skolastiğin ilk dönemi için karakteristik olan yan, bu dönem felsefesinin, dinin son sırlarını da akılla temellendirmeye kadar giden bir ilahiyattan oluştuğudur

"İnandığımı sonradan aklın da aydınlattığını görmek için inanıyorum" diyen bu dönem için, iman öncelik taşır Bu dönemin başka bir karakteristik yanı, bilgide kullandığı rasyonalist metottur Gözlem ve deneyin bu dönemde hiçbir etkinliği yoktur Çünkü ilahiyatın dogmalarını deney nasıl temellendirebilir? Bu dönem için bilmek, düşünmektir Gerçek, yalnızca mantık çıkarımlarıyla kavranmaya çalışılır

Söz gelişi Anselmus'un ünlü ontolojik kanıtı, Allah'ın varlığını yalnızca Allah kavramının analizinden çıkarmak için yapılmış olan tipik bir kanıttır Allah'ı kanıtlamak için tam anlamıyla rasyonalist bir bilgi metoduna neden ısrarla başvurulduğunu anlamak güç değildir Düşünmenin, insan ruhunun sınırlan içinde kalan düşünmenin, dıştaki bir olayı kavradığından nasıl emin olunabilir?

Tümüyle sübjektif olan düşünme ile dışardaki bir realite arasındaki köprü, bu ontolojik kanıt ile kurulmak isteniyor Dıştaki bir varlığa da dayanmakta olduğunu mantıksal bir çıkarımla kendisinden elde edebileceğim tek bir kavram vardır: Allah kavramı

Ontolojik kanıtın mümkün olması için bir koşul daha vardır: Allah'ın mutlak varlık ile aynı olması ve her var olanın bu mutlak varlığa katılması gereği Dikkat edilecek olursa, Anselmus'un ontolojik kanıtının, Eflâtun ile sıkıdan sıkıya ilgisi olduğu görülür Bundan önce de söylediğimiz gibi, Skolastiğin ilk döneminin Eflâtuncuğu, sonraları tüm Ortaçağ boyunca süren bir konuya, "tümeller tartışması"na yol açmıştır

Tümel kavramlar nedir? Acaba tümel kavramlar reel bir varlığa sahip midir? Yoksa yalnızca aralarında ortak oranlan içeren şeyleri mi gösterir? Bu son düşüncenin, yani isimciliğin (nominalizmin), Skolastiğin daha ilk dönemlerinde var olduğunu söyleyebiliriz

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #54
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Antisthenes

(MÖ 444- 365) Yunan filozofu Atina'da doğan, Gorgias ve Sokrates'den ders alan Antisthenes, Tanagra savaşında (MÖ 426) çarpışmıştır Sokrates'in ölümünden sonra kendi okulunun başına geçip Kinik felsefenin kurucusu oldu Sokrates'in en çok kanaatkârlık öğretisinden etkilenmiştir Özellikle uygulama yönü ağır basan bir ahlak anlayışını benimseyerek, gerçek erdemin kişinin kendine egemen olmasına, tutkularından ve öbür insanlara bağımlılıktan kurtulmasına dayandığını savunmuştur

Kinikler gerçek mutluluğun maddi olanaklar, politik güç ya da sağlıklılık gibi dış özelliklerden oluşmadığını vurgularlar Onlara göre gerçek mutluluk bu tip rastlantısal ve geçici şeylere bağımlılıktan kurtulmakla edinilir Mutluluk tam da bunlara dayanmadığı için herkes tarafından elde edilebilir Bir kez ele geçirilince de elden gitmez Kinikler insanın sağlıklı olmaya kafa yormalarının gerekmediğini söylüyorlardı Acı ve ölümü de dert etmeye gerek yoktu Aynı şekilde başkalarının acılarıyla da ilgilenmiyorlardı

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #55
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Aphrodisiaslı Aleksandros

(MÖ III yy - II yy) Sonraki dönemde Peripatos okulunda özellikle "tarihsel bilimler'' önem verilmiştir Bu dönemden din ve müzik tarihine ait bazı metinler günümüze kadar gelebilmiştir Daha sonraki dönemde ise, MÖ I yüzyılda, Peripatos'çular Aristo'nun eserlerinin toplanması, bunların açıklamaları ve yorumları ile ilgilenmişlerdir

Özellikle dil çalışmalarını büyük bir dikkatle yapmışlardır Aristo'nun bugün elimizde bulunan eserlerini, bu Peripatos'çuların titiz ve tutarlı çalışmalarına borçluyuz Bu yorumcuların en ünlüsü Aphrodisias'lı Aleksandros'tur

Çeşitli yöndeki çalışmaları sayesinde Peripatos okulu, özellikle "bilim dallan" alanında yapılan araştırmaların temelini oluşturmuştur Aristo, Yunan bilim ve felsefesinin gelişiminde bir dönüm noktasıdır

Aristo'ya gelinceye kadar bilim ve felsefe birbiriyle kaynaşmış durumdaydı Aristo ile birlikte bağımsız bilimler, o zamana kadar genel bilim niteliğindeki felsefeden ayrılarak, birer "uzmanlık dalı" şeklinde gelişme göstermiştir Bu gelişme en yüksek noktasına Atina'da değil de İskenderiye'de ulaşmıştır

İlkçağın sonlarına doğru İskenderiye bilimsel araştırmaların merkezi olmuştur O zamanki Mısır hükümdarının yardım ve katkıları sonunda tüm bilimler atılım yaptılar, ancak bu konuda aşırılığa kaçıldı Uzmanlıkta o denli uç noktalara gidildi ki, sonunda "bütün" gözden kaçırıldı, bir sürü önemsiz ayrıntılar arasında boğulup kalındı

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #56
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Apollonios

Yeni Pythagorasçı filozof Kappadokia'da Tyana'da doğmuş, Ephesos'da ölmüştür Pythagoras'ın doktrinlerini benimsedi; uzun yolculuklar yaptı Her gittiği yerde, ahlakı düzeltmek ve Pythagoras'ın dogmalarını yaymak için çalıştı Bazen sihirbaz ve şarlatan olarak kabul edilen Apollonios, derin bir ahlak fikrine sahipti Hayatı hakkında tüm bilgiler, hitabet öğretmeni Philostratos'un yazdığı olağanüstü hikaye bir masaldan ibarettir

Apollonios, Pythagorasçı bir okul kurduğu Ephesos'da öldü Kazandığı büyük şöhret zamanının en büyük, en ahlaklı insanlarından biri olduğunu gösterir Sonradan Porphyros ve İamblikhos'un faydalandıkları Pythagoras'ın Hayatı ile Kahinlik Üzerine adlı eserler yazdı III yüzyıl'da, Hierokles, Philostratos'un yazdığı Apollonios'un Hayatı adlı esere dayanarak kişiliğini İsa'nınkiyle karşılaştırdı Caracalla, onun adına bir tapınak yaptı; III yüzyıl sonunda birçok tapınakta resmi vardı Ephesos'da kendisine bir tanrı gibi tapılıyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #57
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Aquinolu Thomas

(1225 -1274) Aquino'lu Thomas 'da tümü ile farklı bir felsefe ile karşılaşırız Thomas düşüncelerini iki büyük eserinde toplamıştır: "Summa Philosophica" da denilen birinci eser "Allah'tan Başkasına Tapanlara Karsı" (müşriklere karşı) ismini taşır Burada "Allah'tan Başkasına Tapanlar" deyimi ile Hıristiyan olmayanlar değil de, Brabant'lı Siger ve yandaşları, yani Lâtin İbni Rüşdçüler kastedilmiştir İkinci eserin ismi "Summa Theologica"dır İlahiyata ait olan tüm bilgiler bu eserin konusunu oluşturur

Skolastiğin ilk döneminde felsefe, aslında rasyonalist bir ilahiyattır Bu felsefe, insanın Allah ile ilişkilerini bilmek ister, bunun dışındaki konularla ilgilenmez Üzerinde özellikle durulan sorunun yanıtı, zaten dini dogmalarca verilmiş bulunuyor

Bu nedenle, önce dogmalara bağlı olarak inanmak, sonra da bunları akıl ile temellendirmeye çalışmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor Oysa Skolastiğin ikinci dönemine, yani çökme dönemine geçince, bu durumun köklü biçimde değiştiğini görürüz Bu dönem klasik şeklini Aquino'lu Thomas'ın felsefesinde bulur

Aslen İtalyan olan Thomas'ın Papalık ile yakın ilişkileri vardı Skolastiğin ilk dönemi, daha çok Yeni Eflâtuncu idi; ikinci dönemi ise Aristocudur Nitekim Thomas da Aristo'dan hareket eder

Ona göre Kilisenin kuralları ile Aristo'nun düşünceleri temelde ve içerik yönünden, birbirine uygundur Fakat buna rağmen iman ile bilim ve felsefe bilgileri arasında bir fark vardır Çünkü dinde, ancak iman ile kavranabilen, akılla aydınlatılmalarına olanak bulunmayan, birtakım "sırlar" bulunur Ya da Thomas'ın kendi benzetmesi ile söylersek: İmanı bir tapınak olarak düşünürsek, bilim ve felsefe bilgileri bu tapınağın asıl içini değil, ancak girişini aydınlatabilir

Söz gelişi Allah'ın varlığının ve bir "mutlak" ruh olduğunun felsefe ile kanıtlanması mümkündür Fakat Allah'ın evreni belli bir zamanda (yedi günde) yaratmış olduğu, akılla değil de yalnız imanla kabul edilebilir Günah ve sevapların hesabının görüleceği bir kıyamet gününün olacağı akıl ile aydınlatılamaz, buna yalnızca inanılır

Aristo ile birlikte Thomas da her tür bilginin "deney "den kaynaklandığını kabul eder Oysa ilk Skolastiğin tipik temsilcisi olan Augustinus'un görüşüne göre deneyin bilgi yönünden hiç önemi yoktur Thomas'a göre bilgimizin hareket noktasını oluşturan "algı", eşyadan birtakım hayallerin gelip ruhumuza girmesi sonunda oluşur Bundan sonra "düşünmenin" aktivitesi başlar Eşyadan gelen algı hayalleri akıl tarafından "kavram"lar haline getirilir ve bu kavramlar bize eşyanın yapısını tanıtır

Her türlü bilgi, gerek algı ve gerekse düşünme anlamındaki bilgi, kesinkes "reel" olan bir şeye geri döner Bilgimizin, dışımızdaki reel dış dünyaya uygun olduğu, anlam ve zaman bakımından doğrudur Dış dünyanın varlığından kuşkulanmanın hiç anlamı yoktur

Thomas da, Aristo'nun yaptığı gibi, dış dünyadaki objelerde iki taraf olduğunu savunur: Madde ve Şifim Her objede, bu maddeye biçim veren bir güç, bir de biçim bulunur Bunu, en açık şekliyle, bitkilerde ve hayvanlarda görürüz Canlıda, bitkide ve hayvanda; alınan gıdalara organizmayı oluşturacak biçim verici bir güç gizlidir

Her objenin "nitelik" ve "varlık" taraflarını birbirinden ayırmak gerekir Ya da her obje için şu iki soru sorulabilir: Bu nasıl bir objedir? Bu obje niçin vardır? Fakat her objedeki nitelik ve varlık birbiriyle uyum içinde birarada bulunur: Bu obje "Allah"tır

O halde Allah, sebebi dışarıda değil de kendinde bulunan, dolayısıyla niteliği ve varlığı birbirinden ayrı olmayan varlıktır Oysa öteki bütün objeler bir sebep sonucunda biçim kazanır ve bir varlığa sahip olur Allah'ın ise bir sebebe gereksinimi yoktur Onun biçimi yine kendisidir Bu açıklama şekli, dikkat edilirse, ontolojik kanıtı kullanmaz, Allah'ın varlığını başka kanıtlardan çıkarır

Önce bu evrende "son ve en yüksek bir sebebin", yani evreni ilk kez harekete geçirmiş olan bir sebebin var olması gerekir Çünkü sebepler dizisi sonsuza kadar uzamaz, bu dizinin bir yerde sona ermesi gerekir Allah'ın evreninin en yüksek nedeni ve ilk hareket ettiricisi olduğu görüşünü, Thomas Aristo'dan aynen almıştır Fakat Thomas, Allah'ın varlığını kanıtlamak için, öteki bir kanıt daha gösterir: Her var olanın bir "amacı" vardır

Ayrıca bir de tüm evren için son ve en yüksek bir amaç bulunacaktır Tüm varlıklar ancak göreli olarak iyidir Fakat bunun yanında bir de mutlak şekilde iyi olanın varolması gerekir Evrenin son ve en yüksek amacı: "Mutlak olarak iyi olan" Allah'tır O halde Allah, en yüksek neden ve en son amaçtır

Thomas'a göre en yüksek neden ve en son amaç olan bir varlığın var olması gerektiğini de bize aklımız öğretir Sonra Allah'ın maddi bir varlık olmayıp yalnızca bir ruh olduğunu da yine akıldan çıkarırız İşte Allah'ın varlığı ve nitelikleri konusunda felsefe bizi buraya kadar getirebilir

Thomas'a göre felsefe bir varlık bilimi, yani bir "ontoloji" de olabilir Ontolojide deney ile mutlak düşünce birbirine uygundur Söz gelişi mutlak düşünce bize var olanların çelişkisiz olmaları gerektiğini söyler ve bir şeyin hem var hem de yok olmasının olanaksızlığını gösterir Biz buna çelişki ilkesi deriz Bu bir mantık ilkesidir, fakat aynı zamanda varlıklara da uygulanan bir ontoloji ilkesidir Bu nedenle mantık bize varlığın yapısını ve tümel yasalarını öğretir

Aristo gibi Thomas da varlık evrenini birbiri üzerine düzenlenmiş olan çeşitli "alanlara" ayırır Önce elemanlar evreni, bunun üstünde de bitkilerin, hayvanların ve insanların evreni vardır Bu sonuncu varlık alanı, aynı zamanda "ruh"u da kapsar Fakat yalnız insan "kendini bilmek" olanağına sahiptir Yalnız insan kendisi ve evrendeki yeri konusunda derin düşünebilir

İşte bu yetenek insana, aynı zamanda kendisinin üstünde ne bulunduğunu düşünebilme, Allah'ı düşünebilme olanağını kazandırır Zaten insanın bu evrendeki varlığının hikmeti, kendisini ve Allah'ı bilmesidir O halde Thomas için gözlem hayatı pratik hayattan üstündür Thomas kendisi bir keşiştir ve bu nedenle teorik yaşamı tercih etmesi doğaldır

Thomas'ın "devlet felsefesi", Aristo'nun ve Augustinus'un düşüncelerinden oluşan bir karmadır Thomas'da insanın sosyal bir yaratık olduğu, yapısı gereği kendi cinsleri ile birlikte yaşamak zorunluluğunda olduğu düşüncesi, Aristo'nundur Aynı şekilde devletin bir "hayır" kurumu olduğu görüşü de Aristo'dan gelir

Oysa Augustinus'un devleti, "zorunlu bir kötülük" olarak anladığını biliyoruz Fakat devletin, "bir dünya devleti olması gerektiği" düşüncesinde Thomas, Augustinus ile aynı görüşü paylaşır Dünya devleti Kutsal devletin bir kopyası olmalı, yeryüzünde onun düzeni gerçekleştirilmeye çalışılmalıdır Sonuç olarak Thomas da, Augustinus gibi, Kiliseyi devletten üstün tutar Çünkü Kilise kutsal, devlet ise sosyal bir kuruluştur Bütün bu düşünceleri ile Thomas, klasik Ortaçağ için karakteristik olan görüşleri de sergilemiş oluyor

Thomas'ın ölümünü izleyen yüzyıl içinde artık skolastik sistemin dağılmaya, çökmeye başladığını görüyoruz Böylece skolastiğin son dönemi başlamış oluyor İlk dönemde Skolastik, dinin temellerinin akıl ile açıklanabileceğini sanıyor ve bunu benimsiyordu İkinci dönem ilahiyat ve felsefeyi kısmen birbirinden ayırmıştır Dine, felsefe tarafından kavranmasına olanak bulunmayan, esrarlı yanlar bırakılmıştır

Sonuç olarak Skolastiğin son dönemde iman ile bilim arasındaki karşıtlık büsbütün "fazlalaşmış", bilimin payı sınırlandırılmış ve imana daha geniş bir alan ayrılmıştır Bu son dönem, dogmaların akıl ile kanıtı mümkün olduğu görüşünü tümüyle reddeder Bilginin konusu ancak "doğa"dır Bu nedenle bilgide Allah konusunun ele alınmaması gerekir

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #58
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Archytas

(MÖ 430 - 348) Pisagorcuların en önemli başarılarının, evreni matematiksel düşüncelerle açıklama çabası olduğunu biliyoruz Ancak, hatırlanacağı gibi, Pisagorcular matematiği sonunda bir sayılar sezgiciliği (mistiği) haline getirdi

Onlara göre nesneler arasındaki tüm oranlan sayılarla göstermek olasılığı vardır ve de bu gereklidir Pisagorcular sayılar evreninin gerçek evrenin örneği olabileceğine inanırlar Bu gerçek örneği incelemekle, onun bir görüntüsü olan doğayı da kavramış oluruz Bu anlayış, kuşkusuz abartılıdır Ancak ilk düşünmelerde bu tür abartılara her zaman rastlanır

Gerçekte doğru ve yararlı olan bu düşünüş, hemen abartılarak her alana uygulanmak istenmiştir Pisagorcuların bir başka özelliği de ikicilikleridir (düalizm) Onlar evrende biri ötekine zıt iki öğenin geçerli olduğunu benimser Bu öğelerden biri "sınırsız" alandır

Ötekisi ise bu sınırsız alanda bir "sınır" çizendir Sınırsız olan uzaydır Bu uzayda aralık yoktur, bitişiktir Sınırlı olan, bu uzay içine konmuş olan noktalardır İşte bu görüşten hareket eden Pisagorcular Demokrit'inkinin tam karşıtı bir evren görüşüne ulaşırlar

Demokrit'in boş bir uzay varsaydığını biliyoruz Oysa Pisagorcular uzayı madde ile aynileştirirler Başka bir deyişle, uzayın aynı cinsten olan sıvı bir madde olduğuna ve sıvı içinde dönüşüm yapan hareketlerde bulunduğuna inanırlar Demokrit ise boş uzayda atomları hareket ettirir Pisagorcular ile Demokrit arasındaki bu karşıtlığın yeni zaman felsefesinde yeniden güncelleştiğine tanık oluyoruz

XVII ve XVIII yüzyıldaki iki karşıt fizik anlayışından biri, Demokrit'ten hareket eder, öteki ise daha çok Archytas'tan (Descartes fiziği)

Archytas ve yandaşları Demokrit'in, özellikle dokunma duyumunu temel alışını eleştirir Gerçekten Demokrit'e göre bize nesnenin gerçek yapısını tanıtan dokunma duyumuzdur Öteki duyumlar bize nesnenin yalnızca görünüşlerini tanıtırlar

Oysa Pisagorculara göre dokunma duyumuz da bizi, öteki duyularımız gibi, yanıltır Söz gelişi dışardaki şeyler gözümüzde renk etkisi oluşturur Bir şeye dokununca da elimizde sertlik etkisi oluşur Bunun içindir ki dokunma duyumuz, görme duyumuzdan kesinkes farksızdır Şayet nesne gerçek yapısı yönünden renkten uzak-ara yoksun ise, aynı zamanda sertlikten de yoksundur Nesnenin yapısına dönük gerçek niteliği; uzayda yer tutması, yer kaplamasıdır

Sonraki Pisagorcularla ilgili olarak özellikle Eflâtun'un "Timaios" diyalogundan bilgi ediniyoruz Bu Pisagorcuların gerçek başarısı astronomi alanındadır Onların astronomisi, temelde, modern astronomiye, yani Kopernik'in astronomisine çok yaklaşır Pisagorcular, her şeyden önce, dünyayı evrenin sabit merkezi olmaktan çıkaran, onu kendisi de hareket eden bir yıldız olarak anlayan ilk astronomlardır

Pisagorcular evrenin merkezinde bir ateşin bulunduğunu ve dünyanın da bu merkezdeki ateş çevresinde döndüğünü kabul ederler Bu merkezî ateş çevresinde dünyadan başka güneş ve beş gezegen de dönmektedir Oysa İlkçağın ve özellikle de Aristo'nun bunun tam karşıtı bir görüşü benimsediğini biliyoruz

Aristo'ya göre evrenin merkezinde dünya vardır Güneş ve öteki yıldızlar dünyanın çevresinde hareket ederler Pisagorculara göre, dünyanın bir yüzü sürekli olarak merkezdeki ateşe dönüktür Bunun içindir ki biz merkezdeki ateşi göremeyiz ve dünyanın bu ateş çevresindeki hareketi sırasında güneş ile yıldızların sanki dünya çevresinde döndüğünü sanırız

Oysa bu, dünyanın hareketinden oluşan, tamamiyle yanlış bir izlenimdir Bundan sonra dünyanın kendi ekseni etrafında da döndüğünü kabullenmek için ancak bir adım daha atmak yeterli olacaktı ki, bu adım son Pisagorcular tarafından atılmıştır Sonunda Eflâtun'un Akademisi'nden olan bir Pisagorcu bilgin, güneşi evrenin merkezi yapmış ve böylece Kopernik'e tümüyle yaklaşmıştır

Kopernik'in İlkçağın astronomi varsayımlarına yabancı olmadığını, bunları bildiğini, kendi varsayımına öncülük edenleri ciddî bir şekilde incelediğini biliyoruz Gerek İlkçağda, gerek Ortaçağda, Aristo'nun otoritesinin egemen oluşu yüzünden, Pisagorcuların astronomi alanında vardıkları sonuçlar ilgi görmemiş, her iki çağda dünya evrenin merkezi sayılmış ve öteki tüm yıldızların dünyanın çevresinde döndüğü görüşü benimsenmiştir Böylece Yunan felsefesinin ilk bölümünü, yani bu felsefenin doğa olaylarıyla ilgili olan ilk bölümünü noktalamış oluyoruz

Bu ilk dönem filozofları özellikle doğa konusuyla ilgilendiler Bunların belirgin niteliği, doğa filozofu olmalarıdır Şimdiye kadar sözünü ettiğimiz filozoflar gerçekte doğa bilginleri olup, biraz da din alanında yenileşme yanlısı düşünürlerdir Bunların hemen hepsi, yalnızca bir konuya ilgi duymamıştır: Bu konu insan ve insanın yaratılışı konusudur Yalnız

Demokrit için, tarih konusunun bir problem oluşturduğunu biliyoruz Demokrit bu kuşağın son örneğidir Ancak bu ilk doğa filozofları ile Demokrit arasında şimdi ele alacağımız bir düşünürler topluluğu vardır ki, bunlar öncelikle insan konusu ile ilgilenmişlerdir Bu filozoflar topluluğunu belli bir isimle anmak gelenek olmuştur: Bunlara "Sofist"ler denir

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #59
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Aristippos

(MÖ 435 - 366) Yunan filozofu Kyrene okulunun veya Hazcılık adı ile tanınan öğretinin kurucusu Sokrates'in derslerine devam etti Bu derslerden, sadece, felsefeye pratik bir nitelik vermek gerektiği düşüncesine vardı Hükümdarlara dalkavukluk etmek sanatının ustasıydı Ömrünün bir kısmını Sicilya'da Dionysios'ların sarayında geçirdiği söylenir; ama hakkında söylenen her şeyin doğru olduğu şüphelidir

Kendisine mal edilen bir öğretiye göre mutluluk, haz aramaktan başka şey değildir Yaşamın amacının mümkün olduğunca çok haz almak olması gerektiğine inanıyordu "en üstün iyilik hazdır" ve "en büyük kötülük acıdır" diyordu Bununla birlikte, bu öğretiyi ilk olarak ortaya koyanın, torunu Genç Aristippos olması da mümkündür

Alıntı Yaparak Cevapla

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''

Eski 08-23-2012   #60
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''



Aristo

(MÖ 384 - 322) Yunan filozofu Aristoteles, yalnızca büyük Yunan filozoflarının en sonuncusu değil, Avrupa'nın da büyük biyologlarından ilki idi Platon'un akademisinde 20 yıl öğrencilik yapan Aristoteles, bir süre sonra Atina'dan göçüp Büyük İskender'in eğiticiliğine getirildi MÖ 355'de Atina'ya dönerek ünlü okulu "Lykeion"u (Lise) kuran Aristoteles, Büyük İskender ölünce yeniden Atina'dan göçmek zorunda kaldı (MÖ 323) ve ertesi yıl Eğriboz adasında öldü

Platon'un tüm duyular dünyasına ve etrafımızda gördüğümüz şeylere sırt çevirmiş olmasına rağmen, Aristoteles bunun tam tersine gerçekçi bir şekilde balıkları, kurbağaları, anemon çiçeklerini ve gelincikleri inceledi Aristoteles, "Gerçekten var olan nedir?" sorusuna, "Şu görmüş olduğumuz tek tek nesnelerdir; şu insan, şu masa, şu ağaç gibi fertlerdir Yoksa, Platon'un dediği gibi göremediğimiz idealar değildir" cevabını verir Ayrıca, Platon bir şair ve destan yazarı iken, Aristoteles'in yazıları ansiklopedi maddeleri gibi kuru ve detaylıdır Buna karşılık yazılarının temelini o güne kadar hiç yapılmamış doğa araştırmaları oluşturur

Aristoteles Platon'la "tavuk" fikrinin tavuktan önce var olduğu konusunda da aynı fikirde değildi Aristoteles'in tavuk biçimi ile kastettiği şey, tavuğun özgün özellikleri olarak her tavukta var olan şeylerdi Bu yüzden tavuğun kendisi ile tavuk biçimi, ruhla beden gibi birbirinden ayrılamayacak şeylerdi Aristoteles'in Platon'un idea öğretisi hakkındaki bu eleştirileri düşünce yönteminde de çok önemli bir değişim anlamına gelir Çünkü Platon için gerçeklik aklımızla düşündüğümüz bir şey iken, Aristoteles için gerçeklik duyularımızla algıladığımız bir şeydi

Aristoteles'e göre doğada çeşit çeşit neden vardı Bunların içinde en önemlisi onun "ereksel neden" dediği nedendir Aristoteles, doğadaki cansız süreçlerde de "ereksel neden" arıyordu Örneğin, yağmurun yağdığını çünkü bitkilerle hayvanların büyümek için yağmura gereksinimi olduğunu söylerdi "Ereksel neden" ile kastettiği buydu Görüldüğü gibi Aristoteles bir anda yağmur damlalarına bir görev ya da bir "amaç" veriyordu

Aristoteles doğayı ciddi bir şekilde düzenlemek istiyordu Doğadaki her şeyin değişik guruplar ve alt-guruplarda bir araya geldiğini göstermeye çalışıyordu Ayrıca Aristoteles insanların kavramlarına bir düzen getirmek isteyen titiz ve düzenli biriydi Bu yanıyla mantığı bir bilim olarak kuran kişi de o oldu Hangi çıkarımların ya da kanıtların mantıksal olarak geçerli olduğuna ilişkin kesin kurallar öne sürdü

Aristoteles'e göre dünya küre biçimindedir ve her şeyi içine alır; evrenin merkezinde Yer vardır ve Yer hareketsizdir Aristoteles Dünyadaki devinimleri yıldız ve gezegenlerin yönettiğini düşünüyordu Ancak gökyüzü cisimlerini de hareket ettiren bir şey olmalıydı Bu güce Aristoteles "ilk devindirici" ya da "Tanrı" diyordu "İlk devindirici"nin kendisi hareket etmez ve o gökyüzündeki cisimlerin ve dolayısıyla doğadaki her şeyin hareketlerinin "ilk nedeni"dir Aristoteles üç tür mutluluk olduğunu söyler: İlk tür mutluluk, arzu ve isteklerin olduğu bir hayattır

İkincisi, özgür ve sorumlu bir vatandaş olarak var olunan bir hayattır Üçüncü tür mutluluk ise araştırmacı ve filozof olunan hayattır Aristoteles, insanın mutluluğu için bu üç koşulun da bir arada var olması gerektiğini ısrarla belirtir ve tek yönlülüğü reddeder İnsanlarla ilişkilerimizde de "altın orta"yı tutmaktan söz eder Aristoteles: Ne korkak ne çılgınca atılgan, sadece cesur olacağız Ne cimri ne savurgan, sadece bonkör olacağız der

Aristoteles'e göre insan bir "politik varlık"tır ve insanı çevreleyen toplum olmadan gerçek anlamda insan olunmaz Aristoteles'e göre devlet, ahlaki ve manevi gayelerle bir araya gelmiş olan insan toplulukları demektir insanlar ne hayvanlar gibi yalnızdır, ne de Tanrı gibi tek başınadır İnsanların birbirlerine ihtiyacı vardır "İnsan toplumsal bir canlı"dır ve toplum, ailelerden oluşur Devletin şeklini devletin kanunu belirler Devlet şekilleri kendiliklerinden ne iyidirler ne kötüdürler Ancak iyi ya da kötü yönetimler vardır

Aristoteles üç iyi devlet türünden söz eder Bunların ilki, devletin başında tek bir kişinin bulunduğu monarşidir Bu devlet biçiminin iyi olabilmesi için baştaki kişinin kendi çıkarları uğruna devleti kötüye kullanmaması gerekir Bir diğer iyi devlet biçimi aristokrasidir Aristokraside devleti yöneten bir gurup lider vardır Üçüncü iyi devlet biçimi de Aristoteles'in politeia demekle kastettiği demokrasidir Ancak bu yönetim biçiminde de var olan tehlike, bir demokrasinin kolayca bir ayaktakımı egemenliğine dönüşebilmesidir

Aristoteles'e göre kadında bir şey eksiktir Hatta kadın "eksik bir erkek"tir Üreme olayında erkek etkin ve verici iken, kadın edilgen ve alıcıdır Çünkü çocuk erkeğin özelliklerini alır, diyordu Aristoteles Aristoteles'in Avrupa uygarlığına bir başka katkısıda pek çok bilimin bugün dahi kullandığı bilimsel dilin kurucusu, bir çok bilimi kurup düzenleyen bir filozof oluşudur Çağının aşağı yukarı bütün bilim dallarında yapıtlar vermiş olan Aristoteles'in ortaya koyduğu kesin gözlem ve sınıflama kuralları, İbni Sina ve İbni Rüşd'ün yapıtlarının çevirileri aracılığıyla Ortaçağda bütün Batı kültürüne damgasını vurmuş, Aquinolu Tommaso'nun Hıristiyanlık ile Aristoteles mantığını bağdaştırmak çabalarıysa, dogmacı özelliklerinden ötürü, gelişmeyi kösteklemiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.