Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilinmeyen, kavramlar, tarihinde, türk

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #31
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Dönmeler (Dönme, Dönmelik)
On yedinci yüzyıldan itibaren, muhtelif Osmanlı şehirlerinde, bilhassa Selânik’te, Müslüman adı ve kıyafeti altında yaşayan Musevî cemaati fertlerine verilen ad

Çeşitli dinlerden Müslüman olanlara mühtedî denildiği halde, bu tabir bunlar hakkında hiçbir zaman ve hiçbir yerde kullanılmamış, yüksek tabaka tarafından, bir dereceye kadar nezaketen “avdetî” tabiri kullanılmıştır Kendilerine; ma’âmînim (mü’minler) veya haberim (ortaklar), bir de ba’ale milhamah (mücahitler) isimlerini verirlerdi

Gizli bir mezhep sayılan dönmelik, aslen İspanyalı olup, İzmir’e yerleşen Mordehay Sevi adlı bir Yahudi'nin oğlu olan Haham Sabatay Sevi tarafından kuruldu Özel bir eğitim görüp haham olarak yetişen Sabatay Sevi, ilk önce, 1648’de İzmir’de Mesihliğini ve İsrâiloğullarını kurtarmak için Allahü teâlânın göndereceği peygamber veya kurtarıcı olduğunu iddia etti Musevîler, Mesih’in Filistin’e hükümdar olacağına ve Kudüs’ü merkez yaparak dünyanın dört köşesine dağılan Yahudileri burada toplayacağına inandıkları için, onun etrafında toplandılar İzmir’deki hahamlar, ona karşı çıkınca, 1650’de İstanbul’a geldi İstanbul hahambaşısı da Sabatay Sevi’ye karşı çıkınca, kendisine daha uygun bir muhit olan Selânik’e geçti Selânik’teki hahamlar tarafından sevgi ve saygıyla karşılanan Sabatay Sevi, bazı tepkilerle karşılaşınca Selânik’i de terk ederek, Atina’ya ve tekrar İzmir’e döndü İzmir’de kaldığı üç yıl içinde, dikkati çekecek bir davranışta bulunmaktan kaçındı 1663’te Mısır’a giden Sabatay Sevi, kısa bir müddet Kahire’de kaldı Burada Rafael Josef Çelebi adında zengin bir sarrafla tanıştı Daha sonra Kudüs’e gitti Musevîlerin takdirini kazanmak için Kudüs’ün mukaddes yerlerini ve evliya kabirlerini ziyaret etti Davranış ve çekici konuşmalarıyla Kudüs halkının itibarını kazandı Josef’ten aldığı paraları bunlara dağıttı

Nayir adındaki Polonyalı bir hahamın kızı olan Sara ile evlendikten sonra Gazze’ye gitti Orada Abraham Nathan adlı Yahudi ile tanıştı Abraham Nathan, kendisinin Mesih’ten önce gelecek olan peygamber olduğunu ve Sabatay’ın da Mesih olduğunu söyledi Böylece Sabatay Sevi’nin taraftarları çoğaldı Kudüs’e tekrar döndüğünde, kendisinin Mesih olduğunu gizlemeye gerek duymadı Kudüs’teki hahamlar karşı çıktılarsa da, Sabatay’ın taraftarları gün geçtikçe arttı Mısır, İstanbul, İzmir ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerine Mesihliğini ilan ve propagandasını yapmaları için sadık adamlarını yolladı Kudüs’ten Halep’e geçti 1667’de tekrar İzmir’e döndü Sabatay Sevi, Musevîlerin dinî âyin ve törenlerinde bazı değişiklikler yaptığı gibi, sinagoglarda okunan duaların çoğunu değiştirdi Musevîler kendisini bir kral olarak görmeye başladılar

O ise kendisini kralların kralı olarak görüyordu Dünyayı, kendi hesabına göre 38 krallığa böldü Her birine de, kardeşlerini ve sadık adamlarını kral tayin etti Çeşitli beyannameler yayınlayarak, Osmanlı idaresine karşı harekete geçti Musevîler, Müslümanlara karşı taşkınlıklarını arttırdılar Musevîlerin, Müslümanlara karşı yaptığı işler ve Sabatay Sevi’nin durumu üzerine, Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa, sahte Mesih ile hakkında düzenlenecek evrakın İstanbul’a gönderilmesini emretti Yakalanan Sabatay Sevi ve adamları, 1668 senesi Ocak ayında İstanbul’a gönderildi

İstanbul’a getirilen Sabatay Sevi, sorgulamasında, korkusundan yaptıklarını inkâr etti

Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Minkârizâde Yahya Efendi ve Sultan’ın imamı Vânî Mehmed Efendi huzurunda, kendisinin Mesih olmadığını söyledi, yaptıklarını inkâr etti ve Müslüman olduğunu ilan etti Mehmed Efendi ismini aldı Böylece, Osmanlı tarihinde dönmeler meselesi başlamış oldu

Onun Müslüman olmuş görünmesiyle ilgili olarak Vânî Mehmed Efendi; “Bu adamın, Müslümanlığı kalbî hisler ve ihlâsla kabul ettiğine kâni değilim Fakat dinimiz şüpheyi reddeder ve kişinin imanı üzerine hüküm, ancak cenâb-ı Hakk’ındır Bu itibarla ihlâsla Müslüman olmasını niyâzdan başka şey yapamam” demekten kendini alamadı

Sabatay Sevi’nin Müslüman olmuş görünmesi, Türkiye ve diğer memleketlerdeki Yahudiler arasında şaşkınlığa sebep oldu Sabatay Sevi, taraftarlarını yatıştırmak için de; “Tanrı beni İsmâilî, yani Müslüman yaptı Ben kardeşiniz kapıcıbaşı Mehmed’im O öyle emretti Ben itaat ettim” dedi Müslüman olmuş görünmesine rağmen, Mesihlik iddiasından vazgeçmedi, eski faaliyetlerine devam etti

Bu arada padişaha ve müftüye başvurarak, Yahudileri hidayete davet etmek üzere kendisine izin verilmesini istedi Sabatay’a, sinagoglarda, isteyenlere Müslümanlığı anlatması için müsaade çıktı Bundan istifade ederek, taraftarlarını toplamaya çalıştı Müslümanlar arasına giren Musevîler, kıyafetlerini değiştirip Ahmed, Mehmed, Mehmed Ali, Abdullah, İsmail gibi isimler almaya başladılar Mehmed ismini aldıktan sonra, Mesihlik iddiasından vazgeçmeyen Sabatay Sevi, Selânik ve İstanbul’dan sonra, sürgüne gönderildiği Bağdat ve Ürgüp’te kaldı Bu arada Sabatayistlik, yani dönmeliğin esas inanış ve ibadetlerini bir araya toplayan on sekiz emri yayınladı ve kutlayacakları bayram günlerini tespit etti Dönmelerin uyması gereken 18 maddelik; “On sekiz emir” denilen nizamnâmenin özeti şöyledir: “Allah’ın birliğine ve Sabatay Sevi’nin Mesihliğine inanılacak, yalan yere yemin edilmeyecek, Allah’ın adı anıldığında saygı gösterildiği gibi, Mesih’in zikri geçince de saygı gösterilecek, Mesih’in sırrını anlamak için toplantılar yapılacak Adam öldürülmeyecek, zina edilmeyecek, Yahudi yılının dokuzuncu ayı olan Kislev’in 16 günü bayram yapılacak Yalan yere şahitlikte bulunulmayacak, birbirlerine karşı mürüvvetli ve merhametli davranılacak, her gün Mezâmir okumaya gizlice devam edilecek Müslüman Türklerin âdetlerine, onların gözlerini boyamak maksadıyla riayet edilecek Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı çekilmeyecek, aynı şey Kurban için de yapılacak Dinî merasimlere zahiren uyulacak, Müslümanlarla evlenmekten kaçınılacak Kamerî ayların ilk günlerine dikkat ve hürmet gösterilecektir

Bu emirleri neşreden Sabatay Sevi’nin yaptığı işler, Sadrazam Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşaya anlatılınca, onu çağırıp sorguya çekti Sabatay Sevi; “Aman efendimiz! Hakkımda size söylenenlerin hepsi yalan ve iftiradır Bir takım dost ve akrabalarımı etrafıma topladığım doğrudur Ama bunun hakikî sebebi, onları da hidayete erdirip Müslüman eylemektir Eğer bu suç ise türlü cezaya razıyım Boynum kıldan incedir” dedi Sadrazamı bu sözlerle kandırdığını zanneden Sabatay Sevi, Kuruçeşme ve Kâğıthane’de taraftarlarıyla gizlice İbranice âyin yapıp dualar okurken yakalandı Adamlarıyla birlikte Arnavutluk’a sürüldü Bir müddet orada kalan Sabatay Sevi, 30 Eylül 1675’te Berat kasabasında öldü

Kadınları sarı mest ve beyaz car giyinen, erkekleri ise, beyaz keçe üzerine yeşil sarık saran, görünüşte Müslüman bilindikleri ve Müslüman adı taşıdıkları halde bayramdan bayrama namaza giden dönmeler, Sabatay Sevi’nin ölümünden sonra, Yâkubîler, Karakaşlar, Kapancılar olarak üçe ayrıldılar Değişik adlar alan bu grupların nesl-i şerîf denilen en yüksek asil ailelere mensup birer reisi vardı Bunlar, cemaat ihtiyarlarının reyleriyle seçilirler, ölünceye kadar bu mevkide kalırlardı Ab-be-din denilen reisler tarafından tayin olunan ruhanî reisler, dinî vazifeleri yerine getirirlerdi Dönmelerin bu üç zümresi, hariçten veya birbirlerinden kız alıp vermezlerdi İlk zamanlar Selânik’te yerleşen dönmeler, Balkan Harbi'nden sonra, Selânik’ten tamamen ayrılarak İstanbul’a geldiler Ekseriyetle Nişantaşı ve Şişli semtlerine yerleştiler Çocuklarını da Türk okullarına vermemek için, Feyziye Lisesi ve Şişli Terakkî Lisesi adında iki okul açtılar ve bu okullara gönderdiler Aralarındaki eski katı gruplaşmaları kaldırıp, dayanışmaya yönelerek ticarî hayatta tesirli oldular Bunun yanında valilik, müsteşarlık ve siyasî olarak da milletvekilliği ve bakanlığa kadar yükselenler ve gazetecilik mesleğinde muvaffak olanları da oldu

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #32
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Duhuliye Resmi
Şehir ve kasabalara ticaret amacıyla getirilen eşyadan alınan vergi

Batıda bu vergi, komünlerin ortaya çıkışıyla alınmaya başlamıştır Bir tür mahallî idare olan komünler, malî bakımdan yetersiz olan gelirlerini artırmak için, kraldan yetki almışlardır Bu yetkiye (oktruvaye) izafeten alınan vergiye “oktruva” adı verilmiştir

Osmanlı Devleti'nde, kuruluşla birlikte pazarlara satılmak üzere getirilen mallardan “pazar baçı” alınmaya başlanmıştır Kanunî'nin Kanunnâmesi’nde; “taşradan gelen metaın resmi” şeklinde adlandırılan duhûliye resmine tâbi mallar sayılmıştır Bu vergi, 1826 tarihinde şekil değiştirerek, Yeniçeri Ocağı yerine kurulan “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” harcamaları karşılığı alınan “ihtisap resmi” hâline gelmiştir 1854 yılına kadar görev yapan ihtisap nezaretinin başlıca geliri olan ihtisap resmi, nezaretin şehremaneti (belediye) hâline gelmesiyle, bir belediye geliri olarak alınagelmiş ve pazar, kantar, palamar resimleri şeklindeki kalıntıları, daha sonra yürürlükten kaldırılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #33
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Efendi
Okuyup yazması olanlara verilen unvan Okumuş, molla, hoca, çelebi, seyyid manâlarında da kullanılırdı

Efendi tabiri, Selçuklular zamanında kullanılmaya başlanmış, daha ziyade Osmanlılar'da 15 yüzyıl ortalarından itibaren tahsil, terbiye görmüş kimselere mahsus bir lakap olarak kullanılmıştır Zamanla, bu manâda kullanılan çelebi kelimesinin yerini almıştır Devletin ileri gelen memurlarından bazılarına efendi demek âdet hâline gelmişti On dokuzuncu yüzyılda bu kelime, daha geniş manâda kullanılmaya başlanmıştır Bu devirde şehzadelere de efendi denmiştir Peygamberimiz için de hâlâ günümüzde kullanılmaktadır Kadınlar da, kocalarına hitap ederken efendi tabiri kullanırlar

Saraydaki Sultan hanımlara kadın efendi unvanının, kibar muhitlerde hanımefendi, beyefendi, tabirlerinin kullanılmasına, 19 asrın ikinci yarısından sonra rastlanır Şeyhülislâmlara efendi dendiği gibi, orduda binbaşıya kadar rütbe sahiplerine de, resmen, efendi unvanı verilirdi Tanzimat'tan sonra efendi unvanı, resmî muamelâtta, yalnız okur yazarlar ve mektep talebeleri için kullanılmıştır Bugün de halk arasında tahsil terbiye görmüş, terbiyeli kibar manâsında kullanılmak âdet olmuştur

Efendi, ağa, bey, paşa tabirlerinin resmî unvan olarak, devlet ile fertlerin münasebetine ait işlerde kullanılması 1934’te çıkan kanunla yasak edilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #34
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Efendi Kapısı
Yeniçeri kâtibinin dairesine verilen ad

Yeniçeri kâtibine “Yeniçeri Efendisi” de denildiği için dairesine Efendi Kapısı ismi verilmiştirYeniçeri kâtibi “Kütük” ve “Esâme” denilen ana defterini bizzat tutmakla görevliydi Buna kimse kalem karıştıramazdı Kalem heyeti, ancak maaş defterinin düzenlenmesinde ve yazılacak işlerde yardım ederdi Ulûfe defteri, üç ayda bir hazırlanırdı ve işi biten eski evraklar, dış hazinede muhafaza edilirdi

Bu tabir, azad edilen köle ve cariyelerin eski sahiplerinin evleri için de kullanılırdı Ayrıca yüksek mevki sahibi kimselerin evlerine de efendi kapısı denilirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #35
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Elviye-i Selâse (Üç Vilayet)
Kars, Ardahan ve Batum sancaklarına verilen ad

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Kongresi uyarınca, Elviye-i Selâse, savaş tazminatı karşılığı olarak, Çarlık Rusya'sına verildi Ruslar, Osmanlı Devleti'nden, Türk ordusunun Kafkaslarda yaptığı zarar, savaş masrafları, Rus demiryollarına, ticaret ve ihracatına, Rusya'nın güney kıyılarına yapılan zarar ve Türkiye'deki Çarlık Ruslarının uğradığı ziyana karşılık olmak üzere, 1 410 000 000 Ruble (245 000 000 Osmanlı altını) istediler Çarlık Rusya'sının, para tazminatının toprak parçasıyla ödenmesi isteğini, Osmanlı Devletinin de olumlu karşılaması sonucunda, Dobruca'da Tulça sancağı, yani Süne, İshakçı, Mecidiye, Maçin, Babadağ, Hırsova, Köstence kazaları, Tuna adaları, Kuzeydoğu Anadolu'da Kars, Ardahan ve Bayazıt, Rusya'ya bırakıldı Ancak, verilen topraklar, istenen savaş tazminatının hepsini karşılayamadı, Osmanlı Devleti, Rusya'ya 310 milyon Ruble borçlu kaldı Yine antlaşmaya göre, Rusya'ya verilen topraklardaki halkın, mallarını satma hakkı serbest bırakılmakta, üç yıl içinde göç etmeyenlerin Rus uyruğuna girmiş olacakları belirtilmekteydi

Berlin Konferansı'nda, İngiltere-Rusya ve İngiltere-Türkiye itilâfnamelerine uygun bir değişiklik yapıldı Eleşkirt vadisiyle Bayazıt, Osmanlılara geri verildi

I Dünya Savaşı'nda Rusya'nın yenilgiyi kabul etmesinden sonra imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması'na göre, Elviye-i Selâse'nin plebisit sonucu Osmanlı Devletine bağlanması hakkı tanındı Ancak, Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918), Osmanlı Devletinin, bu sancakları altı hafta içinde boşaltması mecburiyetini koyuyordu Elviye-i Selâse'nin, bu sefer İngilizlerin de desteklediği Gürcüler ile Ermenilere verilmesi öngörüldü Ancak, yerli halk silahlanarak, Ermeni ve Gürcü kuvvetlerine karşı direnişe geçti Millî Türk hükümeti, ilk askerî ve siyasî zaferini, Kars, Ardahan sancaklarını, Aras'ın doğusundaki Sürmeli (Iğdır, Kulp, Tuzluca) ve Batum sancağının güney topraklarını (Artvin) işgalden kurtarmak suretiyle sağladı Batum, Acarlar ülkesi, Çürüksu, bağımsız bir cumhuriyet olan Gürcistan'a bağlandı

Bu değişiklikler, Kars (1920) ve Moskova (1921) antlaşmalarıyla gerçekleşerek resmiyet kazandı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #36
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Ertuğrul Faciası
Japonya ziyareti dönüşü batan Türk gemisindeki 587 kişinin şehid olması

1887 yılında Japonya İmparatorunun amcası, bir harp gemisiyle İstanbul’a ziyarete gelmişti Bu dostluk ziyaretine karşılık vermek, Hind ve Pasifik Okyanuslarında Türk bayrağını dalgalandırmak ve oralardaki Müslüman halkı halifeye bağlamak düşünceleri ile, geziye karar verildi Sultan Abdülhamid’in emriyle karar verilen bu ziyaret için Ertuğrul Firkateyni görevlendirildi İstanbul tersanelerinde yapılan bu savaş gemisi, 2344 tonluk olup hem yelken hem de makine ile hareket ediyordu Esas yelkenli olan bu geminin 600 beygir gücündeki makinesi, yardımcı vazife görüyordu

15 Temmuz 1889 günü, o yıl Heybeliada’daki Bahriye Okulunu bitiren genç teğmenlerin hepsi, gemi komutanı Yarbay Ali Beyin idaresinde, İstanbul’dan hareket ettiler Kafile başkanı Albay Osman Bey dahil, gemide 1092 kişi bulunuyordu Gemi, Aden, Cidde ve Bombay’a uğrayarak yoluna devam ediyordu Uğrak yerlerindeki Müslüman halk, Türk denizcilerine çok yakınlık gösteriyordu Gemi, Seylan Adası, Singapur, Saygon, Hong-Kong limanlarına uğradıktan sonra, 28 Haziran 1889’da Japonya’nın Yokohama limanına ulaştı

Amiral ve emrindeki heyet, İmparator Meiji tarafından Tokyo’daki sarayında kabul olundu ve kendilerine birer nişan verildi Ertuğrul personeli, Japonya’da kaldığı üç ay içinde en itibarlı misafirler olarak muamele gördüler Gittikleri her yerde derin bir ilgi ile karşılandılar

Normal dönüş zamanında, kafileden 37 kişi koleraya tutulduğundan, Yokohama’da 33 gün karantinada kalındı 15 Eylül 1889’da Yokohama’dan hareket eden Ertuğrul gemisi, iki gün sonra fırtınaya tutuldu Fırtına şiddetlenerek tayfun haline geldi Arka direk kırılınca açılan deliklerden makine dairesine su doldu Bu durum gemi idaresinin tamamen kaybolmasına sebep oldu Gemi, Oskima burnundaki kayalıklara doğru sürüklenerek, 18 Eylül 1889 günü battı Amiral Osman Bey dahil 587 kişi şehid oldu

Şehitlerin cesetleri ve vücut parçaları, Japon köylülerince ve sağ kurtulan Türk denizcilerince toplanarak, adada bulunan fener yakınındaki hakim bir tepeye gömüldüler

Sağ olarak kurtulanlar ise, yaralı vaziyette, iki Japon harp gemisi tarafından, birkaç haftada Çanakkale Boğazına kadar getirildi Bu gemiler, 2 Şubat 1890’da Dolmabahçe önüne ulaştılar Sultan İkinci Abdülhamid Han da, Japon İmparatorunun, Türk deniz ailesine gösterdiği yakınlık ve sevgiyi, fazlası ile göstererek Türk-Japon sevgi ve işbirliğinin temelini attı

Japonlar, Kaşımazaki Fenerinin 300 metre güneydoğusundaki bir yere, denizcilerimizin hatırasına hürmeten âbide diktiler

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #37
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Eşkinci
Osmanlılarda timarlı sipahilere ve cepheye çağrılan geri hizmet kıtalarına verilen ad

Osmanlılar'da her timarlı sipahi bir savaş yükümlüsü olduğu için, eşkinci sayılırdı Eşkincilerin mülk timar sahipleri bizzat sefere katılmazlar, yerlerine cebelü (silahlı asker) gönderirlerdi Be-nevbet timarı olanlardan ise nöbet sırası gelenler sefere katılırlardı Osmanlıların timar teşkilâtı içinde, ilk kuruluş devrinde teşkilâtlandırdıkları eşkinciler, devletin bir nevî, sayıları bilinen, hazır kuvveti durumundaydılar

Yaya, müsellem, kızılca müsellem, yörük ve canbazlardan teşekkül eden eşkinciler, 1590 yılına kadar 20’şer, bu seneden sonra 30’ar kişilik ocaklara bölünmüşlerdi Kanuna göre her ocaktan beş eşkinci sefere gitmek zorundaydı Geri hizmetlerde kalanlara, “yamak” adı verilirdi Yamaklar, ocak eşkincilerine, her sefer sırasında ellişer akçe ödemek zorundaydılar Bu sebeple bunlar “elliciler” olarak da adlandırılmıştır Sefere katılan eşkinciler, daha çok köprü, hisar ve yol inşaatıyla uğraşırlardı Sefere çıkan her eşkinci, mensup olduğu orta büyük bölük sandıklarına, sefer sırasında yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması için iki altın verirdi Herhangi bir sebeple sefere katılamayan eşkinciden de bu para tahsil edilirdi

Eşkincilerin maaş kâğıtlarına “esâme” adı verilirdi Eşkincilerin bu esâmelerini başkalarına devretmeleri veya satmaları kesinlikle yasaktı 1714’te Mora Seferinde Anapoli Kalesinin fethi sırasında gösterdikleri başarı sebebiyle, eşkincilere ulûfeleriyle emekli olma hakkı verildi Ancak, zamanla kadrolarıyla emekli olan eşkinciler, devleti iki bakımdan zarara sürüklediler Biri, sefere çıkacak eşkincilere yeni kadro bulma zorluğu; diğeri ise, emekli olan eşkincilerin, esâmelerini askerlikle ilgisi olmayanlara satmaları idi Bu durum, timar sisteminin önemli ölçüde bozulmasına yol açtı

Sultan İkinci Mahmud Han, daha da bozulan bu teşkilâtı, 25 Mayıs 1825’te düzenleyerek modern bir eşkinci ocağı kurdu

Şeyhülislâm Tâhir Efendiden, askerî eğitimin lüzumlu olduğuna dair fetva alınıp, yeniçerilerin “bütün” adı verilen elli bir ortasından şimdilik yüz ellişerden 7650 asker, “eşkinci” adıyla kaydedilip, bir kanunnâme yazıldı

Eşkinci askerlerinin başına Hacı Sâib Efendi getirilip, eğitiminden de Mısır Cihâdiye Askerî Binbaşılarından Davud Ağa ile eski Nizâm-ı Cedîd Yüzbaşılarından İbrahim Ağa sorumlu idi Eşkinci yazılanların ayaklarına sıkı potur ile başlarına yeşil renkli Karadeniz kalpağı giydirilip, kundaklı tüfek ile birer kılıç verildi Dua ve sena ile yeni elbiseleri giydirilip, silahları kuşatılan eşkinciler, 11 Haziran 1826 Pazar günü, At Meydanında eğitime başladı Ancak, disiplini tamamen kaybolan yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra, eşkinci ocağı da yerini yeni kurulan “Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediye” adlı orduya bıraktı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #38
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Evladı Fatihan (Evlâd-ı Fâtihân)
Rumeli’nin fethinden sonra, oralarda yerleşmek üzere, Anadolu’nun Müslüman-Türk halkından, aileleri ile birlikte gidenlere verilen ad

Osmanlılar'ın Balkan Yarımadası'ndaki fetihleri neticesinde orada yerleşmeleriyle, buradaki yörük cemaati gruplarının sayıları artmış ve çok ehemmiyet kazanmıştı Rumeli’nin iskânı ve Türkleştirilip, İslâm dininin yayılması maksadıyla yörük ve Tatar Türklerinin bu bölgeye ilk defa ayak basmaları, Sultan Yıldırım Bayezid zamanında oldu Önceleri yörüklerin bulundukları kazalar; Manastır, Filorina, Cuma, Tikveş, İştip, Doyran, Yenice, Vadina, Serez, Demirhisar, Drama, Longaza idi

Fetihlerden sonra Rumeli’de yerleşen yörük teşkilâtı, zamanla dağılmaya yüz tuttu Dağınıklık ve disiplinsizlik, İkinci Viyana Kuşatması'nda iyice kendini gösterdi Böylece halkın daha sıkı bir disiplin altına alınmasının gerekli olduğu ortaya çıktı 1691 senesinde sultanın hatt-ı hümâyûnu ile yörük Türkleri, Evlâd-ı Fâtihân adı altında ve Rumeli’nin sağ, sol ve orta kolunda olmak üzere yeniden yazıldı ve zamanın ihtiyaçlarına göre, teşkilâtın askerî ve iktisadî bünyesi az çok değiştirildi Kanunnâme’de; “Yörük taifesi öteden beri Devlet-i Âliyyenin güzîde ve cengâver, itâatli, ferman dinleyen askerlerinden olup, eski seferlerde küffâr ile yapılan harplerde, kendilerinden iyice yararlık ve yüz aklıkları görüldüğünden, bu tâifeye Evlâd-ı Fâtihân adı verilmiştir” denilmektedir Altı sene sonra nüfus sayımı yapılarak, her altı kişiden birinin seferber asker olması ve bu şekilde her türlü vergiden muaf tutulacakları ve harplere iştirakleri kayda bağlanmıştı Böylece Yörükler, yerleşik hayata geçmiş olsalar dahi, yeni bir kuruluş hâlinde, yine askerî bir hizmet için teşkilâtlandırılmış oldular Evlâd-ı Fâtihân, önceleri yörük deyimi ile birlikte kullanılmış ise de, daha sonraları yörük tabirinden vazgeçilmiştir Evlâd-ı Fâtihânın yerleşmiş bulunduğu bölge, yörük vilayeti adı ile anılmıştır Bu bölgeye tayin edilen vezir veya beylerbeyi, Yörük Hakimi olarak tanınmışlardı

1691 senesinden sonra, Evlâd-ı Fâtihânın defterleri tutulmaya başlanmıştır Evlâd-ı Fâtihân defterlerinde Belgrad Muhafızı olarak geçen Hasan Paşanın, hem Evlâd-ı Fâtihân piyade askerlerinin, hem de vilayet Yörüklerinin defterlerini tanzim ettiği tespit edilmiştir Daha sonraları Evlâd-ı Fâtihân, bütün eski yörük gruplarının özel ismi hâline geldiğinden, defterlerde “yörük” tabiri kullanılmamıştır 1697’de yapılan yoklamaya göre, Rumeli’de Evlâd-ı Fâtihân olarak 1116 hane ve 16 582 kişi tespit edilmiştir

Evlâd-ı Fâtihânı, çeribaşılar (yörük teşkilatında serasker) idare etmekteydi Kapıcıbaşı rütbesinde bulunan zabitler ise İstanbul’da ikamet ederlerdi Çeribaşları; kaza müdürü durumunda olup, vazifeli bulundukları yerlerin asayişine bakarlar, sefer anında eşkinci askerler çıkarırlar, harp olmadığı zamanlarda vergileri toplarlardı Sonraları Osmanlı Devletinin çeşitli yerlerinde vazife alan bu teşkilât, kurulduğu ilk yıllarda sadece Rumeli’deki gazâlara katılmak mecburiyetindeydi

1826 senesinde Evlâd-ı Fâtihân teşkilatı yeniden düzenlendi ve yirmi dört grupta toplanarak dört tabur hâline getirildi Çeribaşıların yanına kolağası, mülâzım ve yüzbaşı rütbesinde subaylar verildi Bir süre sonra bu taburlar alay yapıldı Rumeli ve Selânik eyaletlerinde oturan Evlâd-ı Fâtihânın diğer halktan farklı bazı imtiyazları vardı Bunlar, Tanzimat'tan sonra çıkarılan kanunla kaldırıldı ve diğer halk gibi vergi ve askerlik mükellefiyetine tabi tutuldular (1846) Böylece, yaklaşık iki asırdan beri devam eden Evlâd-ı Fâtihân teşkilâtı, ortadan kaldırılmış oldu

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #39
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Evrenosoğulları
Osmanlılar'ın Rumeli’yi fethi sırasında büyük ün yapmış Evrenos Gâzi'nin kahramanlar yetiştiren âilesi

Bu sülâle, ismini; Makedonya’yı Türklere kazandıran, Rumeli’de büyük başarılar gösteren Hacı Evrenos Gâzi'den aldı Evrenos Gâzi'nin yedi oğlu oldu Bunlardan, Ali Bey ile İsa Bey, içlerinde en çok hizmet eden ve isimlerini duyuranlardır

Ali Bey, daha babasının sağlığında gösterdiği kahramanlıklarla, kendisini tanıttı Bundan dolayı Ali Beye “Ayyüreklü” lakâbı verildi Bu başarılarından dolayı Yıldırım Bayezid, Ali Beye Engürü sancağını verdi Yıldırım Bayezid’in vefatı ile ortaya çıkan fetret devrinde Mehmed Çelebi’nin padişah olmasında yardımcı oldu 1430’da Selânik’in fethinde büyük kahramanlık gösterdi 1432 tarihinden itibaren Macaristan’a yaptığı akında, 70 000 esirle döndü İstanbul’un fethinde ve Fatih’in Eflak Seferinde (1462) bulunan Ali Beyin vefat tarihi belli olmayıp, kabri Vardar Yenicesi’ndedir

Ali Beyin, Evrenos, Şemseddin Ahmed ve Hüseyin isminde üç oğlu olup, Bunlar da meşhur akıncı beylerinden idiler Ahmed Bey, Fatih’in İşkodra Seferine katıldı Fatih, orduy-ı hümâyûn ile buradan çekilirken, Ahmed Beyi, 40 000 kişilik bir kuvvetle kaleyi abluka altında tutmak üzere İşkodra’da bıraktı

Evrenos Beyin diğer oğlu İsa Bey de akıncı sancak beylerinden olup, Arnavutluk üzerine yaptığı akınlarla Adriyatik Denizi kıyılarına kadar indi 1443’te Haçlılarla yapılan Morava Muharebesinde büyük yararlıklar gösterdi 1455’de 40 bin kişilik bir ordu ile İtalya-Arnavutluk ordusunu yok etti İsa Beyin vefatı, biraderi Ali Beyden sonra olup, Vardar Yenicesi’ndeki türbesine defnolunmuştur İsa Beyin burada cami ve imaret gibi hayır kurumları vardır

Evrenosoğullarından Hızır Şah Beyin torunu Yusuf Bey, 1517’de Mısır seferine katıldı Sefer sonunda kurulan Kudüs sancağına ilk sancakbeyi oldu

Evrenos ailesi, Rumeli’de Evlâd-ı Fâtihân teşkilâtının başında olarak 19 yüzyıl ortalarına kadar geldi On dokuzuncu yüzyıldan sonra siyasî ve idarî görevlerde eski tesirlerini kaybeden Evrenos ailesi mensupları, çeşitli kollar hâlinde zamanımıza kadar devam etmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #40
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Fenerliler
Osmanlılarda devlet hizmetlerinde çalışmış, büyük makamlarda bulunmuş Rumlar hakkında kullanılan deyim

Merkezi Fener’de bulunan Rum Patrikhânesi etrafında toplandıklarından bu ismi almışlardır Bunlar, çoğunlukla İstanbullu ve Egeliydiler Fenerliler, Rum patrikliğine bağlı yarı dinî hizmet sahipleriydi Bunlar arasında lisan bilenler ve siyasî işleri kavrayanlar, Tanzimat dönemine kadar, Osmanlı Devleti'nin Avrupa devletleriyle olan münasebetlerinde görev aldılar Fenerliler, tercümanlık ve kâtiplik gibi görevlerden başka, Eflak ve Boğdan beyliklerine de tayin edildiler Bu görevleri Romen tarihi açısından incelendiğinde; bazı sosyal ve iktisadî çalışmaların yanında rüşvet, ahlâkî düşüş, vergilerin artması, arazinin küçülmesi ve Yunan tesirinin artması görülür Yani Fenerlilerin, Eflak ve Boğdan’daki devri, bir inhitat (gerileme) dönemidir

Fener’in tarihî aileleri olan Fenerliler, 18 yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fener’i terk etmeye başladılar Çok zenginleşen Fenerliler, Boğaziçi’ne yerleştiler Özellikle Arnavutköy, Kuruçeşme ve Tarabya taraflarında oturmaya başladılar 1821’den sonra, bu ailelerden birçokları İstanbul’u terk ederek, Yunanistan ve diğer Avrupa ülkelerine yerleştiler Bugün Türkiye’de, eskiden meşhur olan bu ailelerin soyundan gelen pek az aile kalmıştır

Bunlardan, Prens unvanını alan beylerin çocuklarına “beyzâde”, hanımlarına “donma”, kızlarına “domanica” adı verilirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #41
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Ferik
Osmanlı Devleti'nde büyük askerî rütbelerden birinin adı Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra Osmanlı ordusunda bir kolorduyu meydana getiren yedi birlikten her biri

Feriklik, yeniçeri ocağının kaldırılmasından (1826) sonra kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye teşkilâtında müşir ile mirliva rütbesi arasında tespit edilmiştir O sırada iki feriklik mevcuttu, Hassa ferikliği, Mansûra ferikliği 1830-1835 yılları arasında ferikliğin teşrifattaki (protokoldeki) yeri hakkında kesin bir bilgi yoktur 1835’te feriklik rütbesi, Anadolu kazaskerliği ve rütbe-i sâniyenin sınıf-ı evvel mümeyyizi ile aynı derecede olduğu kabul edildi Feriklik, Bâlâ rütbesinin kurulmasından sonra, 1847’de teşrifattaki yerini kesin olarak bulmuştu Böylece feriklik; İstanbul pâyesi, ûlâ evvelliği ve Rumeli beylerbeyliği ile aynı derecede bir rütbe hâline geldi 1903’te müşirlik ile feriklik rütbesi arasında sivilde bâlâ rütbesine eşit olmak üzere birinci feriklik rütbesi kurulmuş ve ilk olarak Tüfekçibaşı Tahir Paşa ile fahrî yaverlerden Salâhaddin, Şakir ve Nâsır paşalara verilmiştir

Ferikler, paşa unvanını taşırlar ve kendilerine konuşma sırasında, “Saâdetlü paşa hazretleri” denirdi Yazılarda ise “Saâdetlü efendim hazretleri” diye yazılırdı

Cumhuriyet döneminde, birinci ferikler ile feriklerin sahip oldukları unvanlar kullanılmakla beraber, bunlar bir süre daha paşa unvanını korudular Nihayet bu unvanlar; efendi, bey vs unvanları ile birlikte 1934 tarih ve 5290 sayılı kanunla kaldırıldı

Ferikin bugünkü karşılığı olarak; birinci ferik korgeneral, ikinci ferik ise tümgeneraldir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #42
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Ferman
Padişahların herhangi bir iş hakkında tuğra veya nişanını taşıyan yazılı emri Ferman; Farsça bir kelimedir Emir, irade ve buyruk demektir

Ferman kelimesi, İlhanlılar tarafından, İslâmiyet'i kabul etmelerinden sonra kullanılmış, daha sonra da Osmanlılar'a geçerek yerleşmiştir Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Memlûklar'da ferman yerine “tevki” kullanıldığı gibi, İlhanlılar, Timurlular, Karakoyunlu ile Akkoyunlu devletleri, Altınordu ve Kırım Hanlıklarında “yarlığ” kelimesi de kullanılmıştır Tevki ve yarlığ kelimeleri, padişahın tuğrası bulunan ferman anlamındadır

Osmanlılarda Ferman, yedi esas üzerine yazılırdı: 1) Ferman kelimesinin anılması, 2) Fermanın yazıldığı kişinin rütbe derecesine göre dua ve övgü yazılması, 3) Fermanın gönderilme sebebi, 4) Ferman gönderilen kişiye, padişah isteğinin emrolunması, 5) Yapılması istenilen işin belirtilmesi, 6) Verilen işin bitirilmesi için istek, 7) Fermanın tarihi ve gönderildiği yerin ismi

Osmanlılarda iki çeşit fermana rastlanmaktadır Fermanlardan birisi, doğrudan doğruya dîvândan, mâliyeden yazılıp üzerine hükümdarın tuğrası çekilerek gönderilen emr-i şerîf idi Diğeri ise tuğralı bir fermanın üzerine ve baş tarafına padişahın kendi el yazısıyla fermanda yazılanı teyid eden iradedir “Hatt-ı Hümâyûnla Muvaşşah”, yani padişahın el yazısıyla tezyin edilmiş olan ikinci çeşit ferman, işin ehemmiyetini göstermek, hakkında teveccüh gösterilen zâta, yahut da tehdit edici olarak bir vali veya serasker vesâireye gönderilirdi Ferman şekil olarak, dîvânî hat denilen girift keşideli yazıyla yazılırdı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #43
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Filistin (Siyonizm ve Osmanlı)

Filistin'e Emevîler, Abbâsîler, Fâtımîler ve Selçuklular hakim oldular 1099'da Haçlı Seferleri neticesi Kudüs'te, Hıristiyan Krallığı kuruldu 1187'de Selâhaddin Eyyubî, Kudüs'ü yeniden fethederek Hıristiyan zulmünden kurtardı 1281'de Akka'nın fethiyle Memlûklar'a bağlanan bölge, 1516 senesinde Yavuz Sultan Selim Hanın Mercidabık Zaferi'yle Osmanlı topraklarına katıldı Tam 400 sene Filistin, Osmanlı Devleti'nin hâkimiyetinde kalmıştır 8,5 sene içinde, Osmanlı Devletini iki misli büyülten Yavuz Sultan Selim Han, çok kuvvetli tarih, strateji, siyaset ve taktik bilgisine sahipti İslâm ülkelerinin zayıf ve parçalanmış olmasının tehlikesini gören, nadir bir devlet adamıydı Bir gün İslâm ülkelerinin Hıristiyan veya Yahudilerin sömürgesi olmaması için, o devirde en güçlü İslâm devleti olan Osmanlı Devleti etrafında topladı Nitekim Osmanlı Devleti yıkılınca, bütün İslâm ülkeleri, Hıristiyan ülkelerin sömürgesi oldular Osmanlı Devletinin en büyük hizmeti, Filistin'de Yahudi Devleti (İsrail'in) kurulmasını 430 sene geciktirmiş olmasıdır İsrâil yarım asır önce kurulmuş olsaydı, bugün bütün Arap ülkeleri İsrâil işgalinde olacaktı Bir asır önce kurulsaydı, bütün Müslümanlar imha edilmiş ve sapık yollarla İslâmiyet'ten uzaklaştırılmış olacaktı Osmanlı Devleti, Yahudi'nin, Müslümanları ve İslâmiyet'i imha planını engellemiştir

Osmanlı Devleti, Filistin'i, Kudüs, Gazze ve Nablus olmak üzere Şam Eyaletine bağlı üç sancağa ayırdı Osmanlı Devleti zayıflamadan önce, Filistin halkı bolluk, refah ve huzur içinde yaşadılar Osmanlı Devleti zayıflayınca, Filistin'deki sancaklar, eyalet sonra da bağımsız emirlikler hâline geldiler 1799 yılında Napolyon Bonapart, Mısır Seferinde, Filistin'in Yafa'ya kadar olan bir bölümünü ele geçirdi Ancak Cezzâr Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Akka önlerinde Napolyon'u geri püskürttü Napolyon'un ilk hezimeti, Türkler karşısında oldu ve bu topraklardan geri çekildi Bölge bundan sonra 1840 yılına kadar, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın idaresi altında kaldı

İngiltere, 19 asrın başlarında, Ortadoğu'nun zenginliklerinden faydalanmak, dünya hâkimiyetini devam ettirebilmek ve İslâm ülkelerini bölmek için, Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması ve bunun için dünya Yahudilerini bir bayrak altında toplama fikrini otaya attı Bu fikir, Avrupa, Amerika ve Rusya'da hızla yayıldı İngiltere'de İngiliz Hükümeti ve Yahudiler, Sir Herry Finch isimli bir avukata Calling of the Jews isimli bir kitap yazdırdılar Bu kitapta, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulması fikri savunularak kamuoyu meydana getirildi

Musos Haim Montefiore isimli bir İtalyan Yahudisi, Londra'da büyük bir servet edinmişti Filistin'de Yahudi Devleti kurma fikrine uyarak, 1824'te Filistin'e göç etti ve 1837 senesine kadar Filistin'de kaldı Bu tarihte Filistin'de 8000 Yahudi bulunuyordu Bu kadar az kişi ile devlet kurulamayacağını anlayınca, Londra'ya döndü 1837 tarihinde bastırdığı bir kitapla, Filistin'in ziraata elverişli olduğunu ve Yahudilerin Filistin'e göçünü teşvik etti İngiltere hükümeti, bir tamimle Filistin'deki İngiliz konsolosluklarını, Yahudileri himayeye memur etti 1862'de Hess isimli bir Alman Yahudisi, Roma ve Kudüs isimli kitabında; Yahudi davasının ortaya atılacağı ve emellerinin tahakkuk edeceği günün yaklaştığını, her ne bahasına olursa olsun Filistin'de bir Yahudi devleti kurulacağını, Fransa'nın bu işte yardımcı olacağını, Fransız ihtilâlinin bu maksatla yapıldığını yazdı

Hess'in eserine cevap veren Fransız muharriri Ernest Laharn, kurulacak Yahudi devletinin sınırlarının dar olmayacağını söyledi 1878'de Rusya'da Yahudi talebeler, muhtelif cemiyetler kurdular Hayfa yakınlarında iki bin dönüm arazi alınarak, Mikfeh İsrael adıyla bir ziraat okulu kuruldu Rusya'da Siyonizm'i sevenler cemiyeti kuruldu Filistin'e Yahudilerin göçünü teşvik ettiler Yine bu gayeyle kurulan ?Bilu? ve ?Hovevei Ziyon? gibi faal cemiyetler, 1881'de Çar İkinci Aleksandr öldürüldükten sonra, faaliyetlerini daha da arttırdılar Filistin'de birçok koloni kurdular

1884 yılında Silezya'nın Kattowitz şehrinde ilk ?Yahudi Millî Kongresi? toplandı Kongre başkanlığını Rus Yahudisi Leon Pinsker yaptı 1891 de Rusya'dan Kudüs'e gelen El-Leze Ben Yehuda, Yahudi lisanının kaybolmaması için, İbranice lügat neşretti Alman Yahudisi Hırsch, Yahudi devletinin Arjantin'de kurulması fikrini ileri sürdü Yahudi muharrir Shmaryahu Levin Youth in Revolt eseri ile Yahudi devletinin Arjantin'de kurulması fikrinin, Yahudi davasına ihanet olduğunu söyledi 1896'da Avusturyalı gazeteci Yahudi Theodor Herzl, The Jewish State (Yahudi Devleti) isimli bir kitap yazdı Bu kitap, Siyonizm'in kuruluşunu temin etti 1897'de Dünya Siyonist Teşkilâtı kuruldu 1897'ye kadar Yahudilerin, Filistin'de toplanması ve Yahudi devleti kurulması bir fikir iken, 1897'de hedef oldu

Siyonizm'in hedefini gerçekleştirmek için, ticarî bir şirket kuruldu Çok uluslu şirketler, böylece ortaya çıktı 1897'de İsviçre'de Basel şehrinde ilk Siyonist kongresi, Dr Theodor Herzl başkanlığında 200 delege ile toplandı ve bu kongrede mühim kararlar alındı İkinci Siyonist kongre 1898'de yine Basel'de toplandı İki milyon sterlin sermayeli ?Karen Kaymet? adlı bir vezne vasıtasıyla Filistin'de, Yahudi kolonileri teşkiline karar verildi Norman Bertwich isimli bir Yahudi, İsrâil Resurgent isimli kitabında, Filistin'de Yahudi devletinin, İngilizlerin siyasî ve malî yardımı ile inşa edildiğini itiraf etmektedir

Sultan İkinci Abdülhamid Han, Siyonizm tehlikesini çok iyi gören bir devlet adamıdır Osmanlı tahtına çıkınca, ilk icraatı, Filistin'in bütün topraklarını, sarayın (Osmanlı Hanedanının) mülkü hâline getirmek olmuştur Böylece, Filistin'de toprak satışı, kesin olarak önlendi Ayrıca, Filistin'e, 33 senelik saltanatı esnasında tek bir Yahudi'nin girmesine izin vermedi Siyonizm teşkilâtının lideri Dr Theodor Herzl birçok defa, saraya ve Bâbıâli'ye mektup yazdı İngiltere'nin aracılığı ile Theodor Herzl ve Haham Moşe Levi, Sultan Abdülhamid Han ile görüştüler Dr Theodor Herzl, Sultan İkinci Abdülhamid Hana şu teklifleri sundu Filistin'de altın para karşılığı toprak sattığı takdirde:

1 Yahudiler, Osmanlı Devletinin bütün borçlarını ödeyecekler

2 Osmanlı Devletine büyük malî yardımda bulunacaklar

3 Sultan Abdülhamid Hanın siyasetini Avrupa'da destekleyecekler

4 Yahudiler, Osmanlı Devletinde inşa edilecek savaş üslerinin parasını ödeyecekler

5 Sultan Abdülhamid Han'a şahsı için büyük servet verecekler

6 Filistin'de kurulacak büyük üniversitede aynı zamanda Türk talebeleri de okuyacak Tahsil için Avrupa'ya gitmeye lüzum kalmayacak

Tahsin Paşa'nın hatıralarına göre, Sultan Abdülhamid Han, bu teklifler karşısında çok hiddetlendi ve yüksek sesle bağırarak: ?Dünyanın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazinelerini kucağıma dökseler, size Siyonistlik adına bir karış yer vermem Ecdadımızın ve milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan, para ile satılamaz Derhal burayı terk edin Defolun!? demiştir Bu teşebbüsün arkasında, İngiltere ve meşhur banker Yahudi asıllı Roçide bulunuyordu 1909'da İkinci Meşrutiyet döneminde teşkil olunan Osmanlı hükümetinde, üç Yahudi veya dönme bakan (maliye, ticaret ve ziraat ile nafia bakanlıkları) bulunuyordu İttihat ve Terakki, azınlıkların da toprak satın alabileceğine dair kanun çıkarttı İttihat ve Terakki'nin ihanetlerinden biri de bu idi Yahudiler, geniş topraklar alarak üzerlerine tapuladılar Sultan Abdülhamid Hanın şahsî (Hanedan) arazisi, kasten ve yok pahasına Yahudilere satıldı Birinci Dünya Harbi'nden önce İngiltere ve Fransa, Yahudilere teminat verdi Osmanlı Devleti yıkılacak ve Filistin'de Yahudi Devleti kurulacaktı İngiliz ve Fransızlar arasında, Mayıs 1916'da imzalanan ?Sykes Picot? gizli anlaşmasına göre:

1 Irak ve Şark'ül-Ürdün İngiltere'ye bırakılacak

2 Suriye ve Lübnan Fransa'ya bırakılacak

3 Filistin'de önce beynelmilel bir idare, bilâhare Yahudi devleti kurulacak

4 Hayfa, İngiltere'ye; İskenderun Fransa'ya ait birer serbest liman olarak kalacak

2 Kasım 1917'de İngiliz bakanlarından Lord Belfour, bir beyanname neşretti Bu beyannameyle Yahudi devleti kurulması vaad edildi Vaad şöyledir: ?Kral hazretlerinin hükümeti, Filistin'de Yahudilere millî bir vatan tesisine muhakkak nazariyle bakıyor Bu gayenin tahakkuku için, büyük bir potansiyel harcayacaktır? Belfour vaadi, kanunî dayanaktan mahrum olup, devletler hukuku kaidelerine aykırıydı Tarih boyunca buna benzer bir vaka olmamıştır İttihat ve Terakki liderlerinin bir emrivakisi ile Osmanlı Devleti, 1914'te Birinci Dünya Harbi'ne katıldı Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbi'ne katılması ile, bu bölgede ?Sina Cephesi? açıldı Osmanlı toprakları ve Ortadoğu'da emelleri bulunan İngilizler, Mısır'ı işgal edip, üs olarak kullandılar Osmanlı ordusunun 160 000 kişilik bir kısmı Alman General Liman Von Sanders komutasında, Kanal Harekâtı ile 1915 Şubatında taarruz etti Fakat başarılı olunamadı El-Ariş'e çekildiler 1916 Ağustosundaki ikinci taarruz da sonuç vermeyince İngilizler, Filistin ve Suriye'yi işgal için harekâtı hızlandırdılar İngilizler, 6 Ekim 1917'de Gazze'yi, 10 Aralık 1917'de Kudüs'ü işgal ettiler 30 Eylül 1918'de İngilizler Şam'a, Fransızlar Beyrut'a girdiler 29 Ekim 1918'de ateşkes anlaşması imzalandı ve Mezopotamya'daki Türk cephesi düştü Yahudiler, Belfour vaadi ile sanki müstakil bir devletmişler gibi, hemen Siyon ordusu kurdular 11 Aralık 1917'de Kudüs'e giren İngiliz kuvvetleri komutanı Allenby, beraberinde Yahudi (Siyon) kuvvetlerini de Kudüs'e soktu 1920 San Remo toplantısında İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleri; Filistin, Suriye, Irak ve Lübnan'ın İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasına ve buralarda manda idaresi kurulmasına karar verdiler

Tarih kitaplarında Birinci Dünya Harbi'nin hakiki ve zahiri sebepleri olarak çok şeyler söylenmiştir Fakat gerçek sebep, Osmanlı Devleti'ni yıkmak ve Yahudi devleti kurmaktır Filistin'i işgal eden İngilizler, derhal askerî idare ilan ettiler Belfour vaadini ve planını tatbike koyuldular:

1 Filistin'e Yahudi muhacereti (göçü) teşvik edildi

2 Yahudilerin toprak sahibi olmaları sağlandı

3 Yahudilerin silah taşımalarına müsaade edildi

4 Yahudilerin kültür teşkilatları adı altında topluluklar kurulması sağlandı

5 Sivil idare için, 30 Haziran 1920'de Herbert Samuel isminde aşırı bir Siyonist'i komiser tayin ettiler

6 6 Temmuz 1921'de İngiltere'nin Filistin'deki hâkimiyetinin devamlı olacağı ilan edildi

7 24 Temmuz 1922'de Cemiyeti Akvam, bu kararı tasdik etti

8 24 Temmuz 1922'de Londra'da; İngiltere, Fransa ve İtalya, Filistin'deki manda şartları ile Yahudi devletinin kurulma hazırlıklarını tespit ettiler Yahudi devleti (İsrâil'in) temeli bu anlaşmayla atıldı

9 Filistin, Suriye'den ayrıldı

10 Yahudilerin sayısı artmaya başladı

1919'da Filistin'de, Arapların sayısı, Yahudilerin 16 misliydi 1922'de 600 000 Araba karşılık 80 000 Yahudi bulunuyordu 1947'de ise Yahudi sayısı ile Arap sayısı eşit duruma geldi Filistinli Müslümanlar tehlikeyi geç de olsa anladılar Filistin'de Yahudi devleti kurulmakta olduğunu görebildiler 1929'da Kudüs'te, Araplar ile Yahudiler arasında 15 gün süren kanlı çarpışmalar oldu Yahudilerden 135 kişi öldü İngilizler, Filistin'e Yahudi göçünü hızlandırırken, bu arada Yahudileri silahlandırdılar Yahudi göçü, 1932'den sonra hızlandı ve Hitler'in Almanya'da iktidara gelişi ve Yahudi aleyhtarı politika takibiyle, Yahudilerin Filistin'e göçleri aşırı derecede arttı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #44
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Gedik
Osmanlılar zamanında esnaf ve sanatkârlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak, kalite kontrolü yapmak ve esnaf içinde tekelleşmeyi önlemek için kurulmuş olan sistem veya bu sistem içinde kazanılan çalışma yetkisi

Gedik sistemi, günümüzdeki ticaret ve sanayi odalarının vazifesini görmekteydi Bu sistem, insan gücüne dayanan ve 3-5 kişi çalıştıran işyerleri hâlinde faaliyet gösteren Osmanlı sanayiinin ve Osmanlı ülkesinin ekonomik ve siyasî hayatı içinde önemli yer tutmaktaydı Esnaf ve sanatkârlar arasında kuvvetli bir dayanışma mevcuttu Fakirlere yardım edilmekte, yeni işyeri açanlara sermaye verilmekte, âlet ve edevat yardımı yapılmakta, esnaf mensupları özellikle çıraklar için tertip edilen meslek kursları finanse edilmekteydi Bu durumuyla belirli bir hayat seviyesinde bulunan esnaf, toplumun tam manasıyla bir orta sınıfını teşkil etmekteydi

Osmanlı şehirlerinde ticaret ve sanatla uğraşmak, belli şartlara ve kaidelere bağlanmıştı Kişiler, istedikleri ticaret ve sanat mesleğine hemen giremezler, istedikleri yerde ve biçimde çalışamazlardı Her esnaflık ve sanatkârlık dalı, kendi içinde teşkilâtlanmıştı Bu teşkilatlara “lonca” denirdi Her loncanın kendine has gelenekleri ve kaideleri vardı Bunlara titizlikle uyulurdu Loncaya çırak olarak girilir, belli zamanlarda verilen imtihanlardan sonra dükkân veya sanat sahibi olunurdu Loncaya girip belli bir müddet sonra usta veya dükkân sahibi olmak yetmezdi Özellikle büyük şehirlerde plansız şehirleşmeyi önlemek, şehirler ve bölgeler arası dengesizliklere mani olmak için belli mesleklerde çalışacakların ve iş yerlerinin sayısı dondurulmuştu Bu sebeple meslek sahiplerinin, gerekli çalışma yetkisine ve yerine sahip olmaları gerekirdi Bu yetkiye “gedik”, bunu sağlayan sisteme de “gedik sistemi” denirdi Memurların kadro sistemine benzeyen bu sistemde, ihtiyaç duyuldukça yeni gedik kadroları ihdas edilir, böylece, ticaret, sanayi, ziraat ve hizmet sektörleri arasındaki dengenin korunması sağlanırdı Gerçekten halkın ihtiyacı sebebiyle kendiliğinden açılan dükkanlar ve işyerleri kapatılmaz, bunlar gedik sisteminin içine alınarak kontrol edilirdi Hem mal ve hizmet kontrolü sağlanmış olur, hem de fiyatların fahiş bir şekilde artması önlenirdi Hepsinden daha önemlisi, iş ve çalışma ahlâkı sağlanırdı Esnaf ve sanatkârın, birbirlerinin üretim ve satış sahalarına taşmaları yasaktı Ancak halkın menfaati söz konusu olunca, böyle uygulamalara izin verilirdi Esnafın çalışma alanlarının belirlenmesi, hem haksız rekabeti hem de işsizliği önlemede önemli bir tedbirdi

Gedik sistemiyle iş ve ticaret ahlâkına sahip olmayan, hileli mal üreten, ticarette karaborsacılık yapan veya piyasa fiyatının üzerinde fahiş fiyatla mal satan kimseler, halka ve maliyeye zarar verdikleri için teşkilattan ihraç edilirlerdi

17 yüzyıldan itibaren lonca teşkilâtının sisteminde meydana gelen bazı gevşeklikler sebebiyle, sanatkâr kesiminde dağılmalar oldu Kendileri için tahsis edilen toplu alış veriş yerlerini bırakan esnaf, semtlerde yeni iş yerleri açtı Bu husus, entegre çalışma sisteminin ve kalite denetiminin giderek ortadan kalkması gibi olumsuz neticeler doğurdu 1727 senesinde getirilen gedik hakkıyla, hizmetin veya zanaatın başkalarınca yapılması yasaklandı Önce “müstekar gedik” ve “havâî gedik” biçiminde iki uygulama getirildi Müstakar gedik; dükkân, mağaza, atölye gibi sabit bir işyerine veya tezgâha bağlı işleri; havâî gedik ise balıkçılık, börekçilik, suculuk gibi seyyar satıcılıkları ifade ediyordu Havâî gedik hakkı her yerde kullanılabildiği halde, müstakar gedikte yer değiştirmek yasaktı Havâî gedik, kişiye bağlı bir hak doğururdu Müstakar gedik ise, bir ticaret veya zanaatı belli bir yerde yapmak hakkı doğururdu Bu hak, aynî bir hak olup taşınmaz mala bağlıydı

Gedik sisteminin kurulmasından bir müddet sonra müstakar gedik özelliğindeki işyerlerinde, ayrıca, bir üst veya asma kat bölünerek buralarda da havâî gedik adı altında ikinci işyerleri açılmasına izin verildi 18 yüzyılın ikinci yarısında gedik sisteminin şümûlü (kapsamı) genişledi Her işyerine “gedik” adı verilen bir alâmet asılması şartı getirildi Bazı gediklerin sayısı hiç değişmediği halde, sayı sınırlaması olmayan kunduracılık, belli şartları yerine getiren her kalfaya açık tutuldu

Boşalan gedikler için, bedel-i muaccele (peşin bedel) ödenmesi şartıyla berat verilirdi Ölen ustanın gediği yetişmiş bir kalfaya devredilirken, vârislerine tezgâhın araç-gereç bedeli olarak, ustalık hakkı ödenirdi Ayrıca gediğe tahsis edilmiş olan işyerinin mülk sahibine de kira bedeli verilirdi Mülk sahibinin, ustayı çıkarma veya işyerini başka bir gayeyle kullanma yetkisi yoktu Müstakar gediklerde “âyan-ı kâime” (ocak ve tezgâh), âyan-ı menkûle” (araç ve gereç) olmak üzere iki çeşit alâmet vardı Gedikler, devlet adına ihtisab ağası tarafından denetlenirdi Meslekî denetim ise, esnaf kethüdası ve ustabaşılarca yapılırdı Gedik kayıtları ihtisab nezaretinde tutulurdu

Sultan Üçüncü Selim Han, gedik sisteminde bazı düzenlemeler yaptı Mecburî ihtiyaçları karşılayan işleri, gedik sistemi içinde tutmak için bir nizamname çıkardı Sultan İkinci Mahmud Han, gedik kapsamını genişleterek, kurduğu vakıflara kaynak bulmak düşüncesiyle yeni gedikler kurdu Birçok mülk gedikler, vakıf gediğe dönüştürüldü Bunlara nizamlı gedik adı verildi İstanbul’da ve taşrada bulunan han odaları, hamamlar, mahzenler, mağazalar, gedik konumu kazanırken han ağası, odabaşı, sakabaşı, sokakbaşı, tablakâr, muhallebici gibi kişilerle, dalyan, pazar kayığı, piyade kayığı işletenlere de gedik senetleri satıldı On dokuzuncu yüzyılın başında, başlıca gedik türleri; muhder (çarşı ve sokak köşelerindeki iğreti işyerleri), müstakar, müstahlas (yanmış, yıkılmış işyeri), tabla (tabla koyma hakkı), vakıf ve havâî idi

Gedik sistemi, Osmanlı toplum yapısında çok faydalı hizmetler gördü Ancak idarî, siyasî, ekonomik ve adlî bakımdan Avrupaî tarzda düzenlemelerin yapıldığı Tanzimat döneminde gedik sisteminde de değişikliğe gidildi 1860’ta çıkarılan bir kanunla gedik sisteminin sınırlı bir alanda tutulması ve serbest piyasa şartlarına geçilmesi için bir irade ve buna bağlı bir nizamnâme çıkarıldı Bununla önce menkul gedikler kaldırıldı Uzun yıllar, belli bir teşkilât içinde yaşamaya alışmış olan esnaf arasında, çözülme başladı Ekonomik ve sosyal hayat, gittikçe bozuldu Bu duruma daha fazla dayanamayan Tanzimatçılar, yarı resmî mahiyette bir teşkilât olan Islâh-ı Sanâyî Komisyonunun kurulmasını kararlaştırdılar Komisyonun kuruluş ve çalışmalarını belirleyen on bir maddelik bir nizamnâme hazırlandı Yapılan bu düzenlemeler, Lonca Teşkilâtının ve gedik sisteminin yerini dolduramadığı için, esnaf ve sanatkâr kesimi, kendi hâline hareket etmeye başladı Daha sonra Nâfia Dairesi ile Ticaret ve Ziraat Meclisi kurularak, gedik sisteminin vazifesi yürütülmeye çalışıldı Ancak, zamanın siyasî ve ekonomik istikrarsızlığı sebebiyle, istenen netice elde edilemedi Tezgâha ve dükkâna bağlı gedikler ise, 16 Şubat 1913’te çıkarılan bir kanunla yasaklandı

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar

Eski 10-11-2012   #45
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Tarihinde Bilinmeyen Kavramlar



Gidiş Alayı
Padişahların saray dışındaki gezintileri münasebetiyle tertip edilen alaylar hakkında kullanılan bir tabir Padişah, muhafız ve saraylılardan meydana gelen bir kalabalıkla herhangi bir yere gittikleri için bu isim verilirdi

Padişahlar; resmî ve belli günler dışında, şehir içi veya haricinde gayri resmî olarak bir tarafa gittikleri zaman, geçit yerlerine asker dizmek ve halka ilan etmek âdet değildi Bu durum, oldukça sade bir şekilde olup, sadece görevli bulunan hizmetliler padişaha refakat ederdi

Yolda halktan birisi atın önüne yatar, yahut yolun bir noktasından yüksek sesle hâlinden şikâyetçi olursa ve gerçekten adam fakirse, kâfi miktarda para ve hediyeler verilerek gönlü alınırdı Bu gibi müracaatlara mahal kalmaması için padişahların gidişleri mümkün mertebe gizli tutulurdu

Teşrîf-i hümâyûn (padişah gezisi) biraz resmîce olursa, çavuş ve çizmeciden başka, yeniçeri ağası, kapıcıbaşı, mîr-i alem, mirahur, çavuşbaşı ile üzengi ağaları da bulunurdu Gidilen yerde gecelenecek ve çadırda kalınacak ise aşçıbaşı ve çadırları kurup kaldıracak görevliler ve mehter takımı, erzak ve malzeme taşıyan atlar ve esterler (katır) de götürülürdü Ava çıkışlarda ise avla ilgili olan, samsoncu, zağarcı, doğancı gibi ağalar da bulunurdu

Padişahların gittikleri yerlerde bazen pehlivan güreşleri ve at koşuları gibi oyunlar düzenlenip seyredilirdi Sultan Birinci Ahmed Han, Kandilli Bahçesine giderek orada kayık yarışları tertip ettirip seyrederdi

Resmî olmayan gidişlerde otağın önüne tuğ dikilmez, mehter götürülmezdi Kayıkla gidişlerde padişahın dümenini bostancıbaşı tutardı Kayıkla gidişlerin en parlak merasimleri, Lâle Devri'nde yapılmıştır Bu merasimleri şairler, kasidelerinde en güzel şekilde terennüm etmişlerdir Tanzimat'tan sonra hususî gidişlerin bir kısmı at, bir kısmı araba, bazen da kayıkla yapılırdı Sarayda padişahın gidiş işlerini düzenleyen bir “gidiş müdürü” vardı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.