Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #31 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükNAÎM CENNETİ: Sekiz Cennet'ten beşincisi Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Îmân edip de sâlih ameller işleyen kimseleri, onların Rabbi, îmânları sebebiyle kendilerine ağaçları altından ırmaklar akan Naîm Cennetlerine kavuşturan yolu gösterir (Yûnus sûresi: 9) NAKDEYN: Basılmış para hâlindeki altın ve gümüş Fülûs denilen bakır, bronz paralar (ve kâğıt liralar) aynı sayıda (yâni îtibârî kıymetleri aynı olarak) kendi cinsleri veya altın, gümüş karşılığında satılınca dâimâ semen olurlar Nakdeyn karşılığında satılınca fâizin iki şartı da yok ise de iki kar şılıktan birisinin, ayrılmadan önce kabz edilmesi lâzımdır (İbn-i Âbidîn) NÂKIL: Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim Fıkıh usûlü âlimlerine göre, müftînin (fetvâ verenin) müctehid olması lâzımdır Müctehid olmayıp, mukallid (bir müctehide tâbi olan, uyan) bir âlime müftî denilmesi mecâzîdir, hakîkî olarak değildir Bunlar nâkıldır Nâkıller, fetvâları, meşhûr fıkıh kitaplarından alır Bu kitaplar, meşhûr olan mütevâtir haberler gibi kıymetlidir (Bkz Müftî) (İbn-i Âbidîn) NÂKIS: Eksik, noksan, kusurlu Allahü teâlânın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (işlerinde) ortağı ve benzeri yoktur O'nda kemâl (kusursuz) sıfatlar olmasaydı, eksik ve âciz olurdu Âciz (güçsüz) ve nâkıs olmak, Allahü teâlâ hakkında muhâldir, imkânsızdır (Kutbüddîn-i İznikî) Bu yolda (tasavvuf yolunda) çalışmak isteyenin önce îtikâdını, inancını, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin bildirdiklerine göre düzeltmesi lâzımdır Sonra herkese lâzım olan fıkıh bilgilerini öğrenmelidir Bundan sonra bu öğrendiklerini yapmalıdır Ondan sonra her zamân Allahü teâlâyı zikretmeli, anmalıdır Fakat zikir yapmasını kâmil (yetişmiş) ve mükemmil (yetiştirebilen) bir zâttan öğrenmesi şarttır Nâkıs olandan öğrenirse, kemâle eremez, maksada ulaşamaz (İmâm-ı Rabbânî) Nâkıs Temizlik: Kadının âdetinin kesilmesinden sonra on beş gün devâm etmeyen veya âdet müddeti içinde kan görmediği günler (Bkz Fâsid Temizlik) NAKİ': Hurma veya kuru üzüm soğuk suda bırakılıp şekeri suya çıktıktan sonra süzülerek elde edilen sıvı Kuru üzümden yapılan nakî'nin tadı keskin olursa, damlası dahi haram olur Gazlanmaz ve tadı keskin olmazsa, içilmesi sözbirliği ile helâl olur (İbn-i Âbidîn) Hurmanın nakî'i, su içinde ısıtmadan bırakılınca, köpüklenir ve tadı keskin olursa buna "seker" denir, bir damlası dahi haramdır (İbn-i Âbidîn) NAKLÎ İLİMLER: Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi nakil yoluyla elde edilen ve değişmeyen dînî ilimler Naklî ilimler, aklın, insan dimâğı gücünün dışında ve üstündedir Bunlar hiçbir zaman kimse tarafından değiştirilemez Dinde reform olmaz sözünün mânâsı budur Naklî ilimler, edille-i şer'iyye (dört ana kaynak) denilen, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet , icmâ (müctehidlerin yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilen âlimlerin bir hükümdeki sözbirliği) ve kıyâstan (müctehidlerin kitâb ve sünnet gibi kaynaklara dayanarak çıkardığı hükümlerden) çıkarılmıştır Din bilgileri nakl ile öğrenilir Din bilgilerini önce gelen âlimler sonra gelenlere bildirmişlerdir (Abdülhakîm Arvâsî) Naklî ilimler, fen ilimleri ile anlaşılmaz Fen adamları, cisimleri ve cisimlerdeki olayları araştırır, inceler Bunlar üzerinde deneyler yapar Madde ve olayları anlar ve anladıklarını bildirir Gördüklerinden, hissettiklerinden dışarıya çıkamazlar Bundan dışarıya çıkan, vazîfesinin dışına çıkmış olur His olunamayan, incelenemeyen, deney yapılamayan konular, fen bilgisinin dışında kalır Böyle konularda fen adamının sözü kıymetsiz ve ehemmiyetsiz olur Bir fen adamı, "melek, cin yoktur" deyince, meleğin varlığı fen ile incelenemez, deney ile anlaşılamaz demek isterse, bu sözü fenne uyar Fakat, deney ile isbât edilemediği için meleğin varlığına inanılmaz demek istiyorsa, hiç kıymeti olmaz Çünkü bu sözü ile kendisi fennin dışına çıkmakta, fenne uymamaktadır Rûh, melek, cin, Cennet, Cehennem gibi fen konusu dışındaki varlıkları madde ve olay sınırları içinde aramak ve deneyle anlamaya kalkışmak fen adamına yakışmaz (Abdüllatîf Harpûtî) NAKŞ-İ KADEM-İ NEBÎ: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek ayaklarının taş üzerindeki izi Osmanlı pâdişâhlarından Sultan Birinci Abdülhamîd Han'ın kabri İstanbul Sirkeci'de, Dördüncü Vakf Hanı karşısında köşedeki türbededir Oğlu dördüncü Mustafa Han da bu türbededir Türbede, Yeni Câmi tarafındaki duvarda bulunan dolaba yerleştirilmiş ta şta Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Nakş-ı kadem-i şerîfleri mevcûttur (Ayvansarâyî) Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin yâni Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinin son tâmirini Sultan İkinci Mahmûd Han yaptırdı Nakş-ı kadem-i Nebî, birinci Mahmûd Han'ın emri ile saraydan türbeye getirildi Türbenin câmi tarafındaki duvarına yerle ştirildi (Ayvansarâyî) Sultan Birinci Ahmed, bir tahta üzerine resmedilen (çizilen) "Kadem-i şerîfin" kenarına kendi hattıyla şunları yazdı: N'ola tâcım gibi başımda götürsem dâim Kadem-i resmini dâim Hazret-i Şâh-ı Rusülün Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir Ahmedâ durma yüzün sür kade mine o gülün NAKŞİBENDİYYE: Evliyânın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin tasavvuftaki yolu Allahü teâlânın sevgisini kalblere nekşettiği için Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine Nakşibend lakabı verilmiştir Bu yolda olanlara Nakşibendî denilirdi Nakşibendiyye yolunun kurucusu olan Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî hazretleri 1318 (H718)'de Buhârâ yakınındaki Kasr-ı Ârifân kasabasında doğdu 1389 (H791)da aynı yerde vefât etti Kabri oradadır (Selâhüddîn ibni Mübârek el-Buhârî) Sessiz zikr (zikr-i hafî) yapan tarîkatlar, hazret-i Ebû Bekr'den gelmiş olup, yol gösterici rehberlerinin adına göre; Tayfûriyye, Yeseviyye, Medâriyye, hakîkî olan Bektâşiyye, Nakşibendiyye, Ahrâriyye, Ahmediyye-i Müceddidiyye ve Hâlidiyye gibi isim ler almışlardır (Abdullah-ı Dehlevî) Nakşibendiyye yolunun kurucusu olan Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî hazretleri buyurdu ki: Bizim yolumuz, Allahü teâlânın gösterdiği kurtuluş yoludur Çünkü bu yol, sünnete uymak ve Eshâb-ı kirâma tâbi olmaktır Bu sebeble bizim yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir Fakat sünnete uymak ve riâyet etmek sabır ve tahammül ister Biz bizim yolumuza girenleri istersek cezbe (çekme) ile, dilersek bir başka usûlle terbiye ederiz Çünkü rehber olan âlim, bir tabîbe (doktora) benzer Hastanın hastalığını, derdini tesbit eder ve ona göre ilâç verir Bizim yolumuzda yalnız kalmak değil, sohbet esastır Biz sonda ele geçecek şeyleri başa yerleştirdik (Behâeddîn-i Buhârî) Nakşibendiyye yolunun büyükleri ile berâber olanda, huzûr ve cem'iyyet (topluluk) ve dünyâya şuursuzluk (ilgisizlik) ve Allahü teâlânın cezbeleri hâsıl olur Kalbine, rûhuna birçok şeyler ihsân edilir (İmâm-ı Rabbânî) NA'LİN (Na'leyn): Altı deri, üstü açık ve tasmalı ayakkabı Namazı, na'lın veya mest ile kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdâldir Böylece yahûdîlere uyulmamış olur Hadîs-i şerîfte; "Yahûdîlere benzememek için namazları na'lın ile kılınız!" buyruldu Resûlullah ve Eshâb-ı kirâm sokakta giydikleri na'lın ile kılarlardı Na'lınları temiz idi ve Mescid-i nebî kum döşeli idi Kirli na'lınla girilmezdi (Hâdimî ve Muhammed bin Ahmed) NÂME-İ SEÂDET: Peygamber efendimizin mektubu şerîfi Peygamber efendimizin Mısır (Kıpt) hükümdârı Mukavkıs'ı İslâmiyet'e dâvet için yazdığı Nâme-i seâdet, deriden olup on iki satır yazısı ve altında mühr-i şerîfi vardır (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi) NÂMUS: Irz, edeb, ar, hayâ Kadın, beş vakit namazını kıldığı, nâmusunu koruduğu ve kocasına itâat ettiği zaman, Cennet'e istediği kapıdan girer (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Metcer-ür-Râbih) Mîdesini, nâmusunu ve iffetini korumak kadar fazîletli ibâdet yoktur (Muhammed Bâkır) Ramazan ayı, İslâm dîninin nâmusudur Âşikâre oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur Bu aya hürmet etmiyen, İslâmiyet'in nâmus perdesini yırtmış olur (Seyyid Abdülhakîm) Nâmus-ı Ekber: Peygamber efendimize vahy getiren ve dört büyük melekten biri olan Cebrâil aleyhisselâm, Cibril (Bkz Cebrâil) Nâmus-ı İlâhî: İslâm dîni (Bkz İslâmiyet) Nâmus-ı Rabbânî: İslâm dîni (Bkz İslâmiyet) NÂR: Ateş; Cehennem (Bkz Cehennem) Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ameli ve iyiliği ile kim dünyâ hayâtını ve zînetini isterse, onlara dünyâda güzel amellerinin karşılığını bol bol veririz Ecirlerinden hiçbir şey eksik bırakılmaz (Fakat) onlar için âhirette, karşılık olarak, sâdece nâr vardır (Hûd sûresi: 15) Kalbinde hardal tânesi kadar îmân olan hiçbir kimse nâra girmez; kalbinde hardal tânesi kadar kibr (yâni küfr) bulunan hiçbir kimse de Cennet'e girmez (Hadîs-i şerîf-Müslim) Allah korkusundan gözyaşı döken kimseyi nâr yakmaz (Ka'b-ül-Ahbâr)
__________________
|
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #32 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükNARH: Çarşıda pazarda satılan her türlü mal için hükûmet tarafından konulan fiyat Medîne-i münevverede pahalılık oldu Yâ Resûlallah fiyatlar yükseliyor Bize si'r yâni kâr haddi koyunuz denildi Resûlullah efendimiz; "Narh koyan Allahü teâlâdır Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız O'dur Ben Allahü teâlâdan bereket isterim" buyurdu (Hadîs-i şerîf-İbn-i Âbidîn) Esnafın hepsi fiyatları, fâhiş olarak yâni mal oluş fiyatının iki misline arttırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, hükûmetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh koyması câiz (uygun) olur (İbn-i Nüceym) NÂS SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yüz on dördüncü ve son sûresi Nâs sûresi Medîne-i münevverede nâzil oldu (indi) Altı âyet-i kerîmedir İnsanların Allahü teâlâya sığınmalarını emrettiği için Sûret-ün-Nâs denilmiştir (İbn-i Abbâs) Allahü teâlâ Nâs sûresinde meâlen buyuruyor ki: (Yâ Muhammed) İnsanların göğüslerine dâimâ vesvese veren, gerek cinden, gerek insandan (olsun) , o sinsi şeytanın şerrinden insanların Rabbine, insanların melîkine, insanların mâbûduna sığınırım, de! (Âyet: 1-6) Kim Felak ve Nâs sûrelerini okursa, sanki Allahü teâlânın indirdiği kitapların hepsini okumuş gibi olur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) Nâs sûresini devamlı okumayı alışkanlık hâline getiren kimse, dâimâ sıhhat ve âfiyette olur Nazara karşı okunursa, şifâ bulur (Muhammed Osman Sâhib) Son nefesini vermekte olan kimse için Nâs sûresi okunursa, rûhu bedenden rahatça ayrılır Yatağa girerken okuyan kimse, cin ve şeytan şerrinden kurtulur Vesvesesiz, korkusuz râhat uyku uyur (Muhammed Osman Sâhib) NASÂRÂ: Îsâ aleyhisselâma inananlar (Bkz Nasrânî) NASÎB: 1 Ele geçen, kavuşulan İnsanların en akıllısı, ölümü çok hatırlayandır Ölümü çok hatırlayan insana, dünyâda şeref, âhirette yüksek dereceler nasîb olur (Hadîs-i şerîf-Berîka) Ey Allah'ım! Seni sevmeyi ve seni seveni sevmeyi ve senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasîb et ve senin sevgini (sıcak ve harâretli günde) soğuk suyu sevmekten bana daha sevimli kıl (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye) Allah'ım bana senin yolunda şehîd olmayı nasîb et Peygamberin şehrinde ölmeyi kısmet et! (Hazret-i Ömer) Yâ Rabbî! Bizlere nihâyetsiz rahmet hazînenden nasîb eyle! Hepimizi doğru yoldan ayırma! (İmâm-ı Rabbânî) 2 Allahü teâlânın ezelde takdir ettiği maddî ve mânevî rızık, kısmet Nasîbindir gezdiren yer yer seni, Gâfil olma âkıbet yer, yer seni Bana kahve sunulmadı deme sen, Nasîbin varsa gelir Yemen'den (Nâbi) NÂSİH: Daha önce bildirilen bir hükmü kaldıran, âyet-i kerîme veya hadîs-i şerîf Kaldırılan hükme mensûh denir Müctehid olmak için arabî yüksek ilimleri tamâmen bilip, Kur'ân-ı kerîmi ezber bilmek, âyet-i kerîmelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeblerini, ne hakkında geldiklerini, nâsih veya mensûh olduklarını bilmek, yüzbinlerce hadîs-i şerîfi ezberden b ilmek, fıkıh ilminin usûl ve kâidelerini tanımak, Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açık ve kapalı mânâlarını kavramak, bu mânâlar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli îmân sâhibi olmak, saf ve temiz bir kalbe sâhib olmak gibi şartları vardır (Abdülhakîm Arvâsî) NASÎHAT: Dînin ve aklın beğendiği şeyleri tavsiye, öğüt Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Muhakkak ki, Allahü teâlâdan korkan nasîhat alacaktır (A'lâ sûresi: 10) Din nasîhattir (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne) Nasîhat vermek dînimizin birinci vazîfesidir (İmâm-ı Gazâlî) Nasîhat vermek kolaydır Nasîhati kabûl etmek güçtür Çünkü, nefislerine uyanlara, dünyâ zevklerinin peşinde koşanlara, nasîhat acı; haramlar ise tatlı gelir (İmâm-ı Gazâlî) Ey oğlum! Sana nasîhatim şudur ki: Takvâya, Allah korkusu ile haramlardan kaçma ipine iyi sarıl Eğer bu günün dünden, yarının da bugünden daha hayırlı olmasını temin edebilirsen bunu yap Namaz kılarken vedâ edip ayrılacak olan kimsenin namaz kılışı gibi kıl Çok ihtiyaç peşinde koşmaktan, özür beyan etmek zorunda kalacağın işi yapmaktan sakın (Avn bin Abdullah) Alay edenlere, zarar yapacaklara nasîhat verilmez Nasîhat, birinin yüzüne karşı olmamalı, umûmî olarak ortadan söylenmelidir Hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir (Muhammed Bağdâdî) NASR SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yüz onuncu sûresi Nasr sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Üç âyet-i kerîmedir Peygamber efendimiz, nusret-i ilâhî ile, Allahü teâlânın yardımı ile müjdelendiği için sûreye, Sûret-ün-Nasr denilmiştir Allahü teâlâ Nasr sûresinde meâlen buyuruyor ki: Allah'ın nusreti ve fetih gelince, sen de insanların fevc fevc (bölük bölük) Allah'ın dînine (müslümanlığa) gireceklerini görünce, hemen Rabbini hamd ile tesbih et O'nun affetmesini iste Şüphesiz ki O, tövbeleri çok kabûl edendir (Âyet: 1-3) Ey Cübeyr, yolculuğa çıktığında, arkadaşlarının içinde en iyi durumda olmak, sıkıntı çekmemek ve rızık bakımından rahat olmak istersen, Kâfirûn, Nasr, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini oku (Hadîs-i şerîf-Metâlib) Nasr sûresi, Kur'ân-ı kerîmin dörtte birine eşittir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Kim Nasr sûresini okursa, ona, Mekke'nin fethinde Muhammed (aleyhisselâm) ile berâber olan kimsenin sevâbı verilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) NASRÂNÎ: Îsâ aleyhisselâma inanan Çoğulu, nasârâdır Hazret-i Îsâ'nın bildirdiği dîne nasrâniyyet (nasrânîlik) adı verilir (Bkz Îsevîlik) Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Şüphe yok ki, daha önce peygamberlere îmân edenler yahûdîler ve nasrânîler ve Sâbiîler olsun bunlardan her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân eder ve hazret-i Muhammed'in dîni üzerine sâlih bir amel işlerse, elbette bunların Rableri katında mükâfâtları vardır Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzûn da olacak değillerdir (Bekara sûresi: 62) İsrâiloğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip ancak bir fırkası kurtulmuştur Nasârâ (Nasrânîler) da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı Yetmiş biri Cehennem'e gitmiştir (Hadîs-i şerîf-Milel ve Nihâl ve Tirmizî) Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği nasrânîlik ile göğe yükseltilmesinden sonra te'sis edilen ve hıristiyanlık adı verilen nasrânîlik birbirinden çok farklıdır (Ülfet Aziz es-Samed) Hazret-i Îsâ'nın tebliğ ettiği Îsevîlik veya nasrânîlik az zaman sonra yahûdîler tarafından sinsice değiştirildi Bolüs adındaki bir yahûdî, hazret-i Îsâ'ya inandığını söyleyerek, nasrânî dînini yaymaya çalışıyor görünerek hakîki İncil'i yok etti ve Îsâ, Allah'ın oğludur dedi Daha başka şeyler de uydurdu Üç tanrı olduğu fikrini ortaya attı Bu durumda nasrânîler ikiye ayrıldı Hakîkî nasrânîler, hazret-i Îsâ insandır İlah değildir Allah'ın oğlu da değildir Ona tapılmaz dediler Bolüs'ün fikirlerine aldanan ve daha sonra hıristiyan adını alan nasrânîler ise, uydurma İncîller ortaya attılar Böylece hakîkî olmayan bir hıristiyanlık ortaya çıktı (Harputlu İshâk Efendi) NASS: 1Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler Çoğulu nüsûs'tur Ehl-i sünnet âlimleri nassları zâhirleri üzere almışlardır Yâni açık olan mânâlarını vermişlerdir Zarûret olmadıkça nassları te'vil etmemişler (yorumlamamışlar), bu mânâları değiştirmemişlerdir Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik yapma mışlardır (Teftâzânî, Kemâleddîn Beydâvî) Nass ile bildirilmiş olan ahkâm (hükümler) hiçbir zaman değişmez Örf ve âdetlerden hüküm çıkarılabilmesi için, bunların nasslara muhâlif olmaması ve sâlih müslümanlar arasında selef-i sâlihînden (ilk devir müslümanlarından) gelmiş olması lâzımdır (Ali Haydar Efendi) Kâfirleri sevmemek, onlara kalb ile düşmanlık etmek, nass ile emredilmiştir (Abdülganî Nablüsî) 2 Fıkıh usûlü ilminde mânâsı açık ve meydanda olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler NA'Ş: Kefenlenip tabuta konmuş ölü (Bkz Cenâze) Edrâ Eslemî dedi ki: "Medîne-i münevverede daha önce Kur'ân-ı kerîm okuduğunu gördüğüm birisi vefât etti Techiz işi bittikten sonra na'şını taşıyıp götürdüler Peygamber efendimiz oradakilere; "Onu yavaş götürünüz Allahü teâlâ onu sevdi Şüphesiz o, Allah ve Resûlünü seviyordu" buyurdu (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce) Na'şı kabr başına koyunca iş yapmayanlar oturmalı veya çömelmelidir Yahûdîler ve hıristiyanlar gibi ayakta durmamalıdır (Seyyid Alizâde) Cenâze namazı kılındıktan sonra na'şın başında duâ etmek câiz (uygun) değildir, mekrûhtur (Kerderî) NÂŞİZE: Kocasının izni olmaksızın evinden kaçan ve kendisini beyinden haksız yere men eden kadın Nâşizeye nafaka verilmez Geri gelince nafaka da başlar (İbn-i Nüceym) Kadın kendisi ile birlikte oturan kocasını yanına girmekten men etmesi hâlinde hükmen nâşize sayılır (İbn-i Âbidîn) NA'T-I ŞERÎF: Peygamberleri ve din büyüklerini öven şiirler Daha çok Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için söylenir Yûnus Emre'nin yazdığı bir na't-ı şerîf: Canım kurbân olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed Gel şefâat eyle kemter kuluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed Mü'min olanların çoktur cefâsı, Âhirette olur zevk ü sefâsı, On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı, Adı güzel, kendi güzel Muhammed Yedi kat gökleri seyrân eyleyen, Kürsî'nin üstünde cevlân eyleyen, Mi'râc'da, ümmetin Hakk'dan dileyen, Adı güzel, kendi güzel Muhammed Yûnus ne'yler iki cihânı sensüz Sen hak peygambersin şeksüz şüphesiz, Sana uymayanlar gider îmânsız, Adı güzel kendi güzel Muhammed |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #33 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükNAZAR: 1 Bakmak Göz atmak Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, misvâkını ve tarağını yanından ayırmazdı Mübârek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi Geceleri mübârek gözlerine sürme çekerdi (İmâm-ı Ahmed Kastalânî) "Allahü teâlâ mü'min bir kulunun gönlüne bir gecede üç yüz altmış defâ nazar eder" sözünün mânâsı; "Kalbin vücûda açılan üç yüz altmış penceresi vardır Gönül, Allahü teâlânın zikriyle kaynayıp coşunca, Allahü teâlâ o kalbe nazar eder Bu nazar ile k albe doğan feyzler ve nurlar bu üç yüz altmış koldan bütün vücûda yayılır Böyle nurların ve feyzlerin yayıldığı bir uzuv kendi hâline göre zevkle ibâdet eder Yapılan tâat ve ibâdetlerden lezzet alır (Ali Râmitenî) Kalb hastalıklarının giderilmesi, Allah adamlarının tedâvisi ile olur Bunların sözleri ilâcdır Nazarları şifâdır Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz (İmâm-ı Rabbânî) Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazînedir Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütübhânedir (M Sıddîk bin Saîd) 2 Düşünme, inceleme Aklın nazarı ile elde edilen ilim (bilgi) iki çeşittir Birincisi bedîhî yâni düşünmeye ihtiyaç olmadan ilk bakışta elde edilen bilgi Meselâ; bütünün, parçasından büyük olduğunu bilmek böyledir İkincisi, istidlâlî yâni, aklın düşünmesiyle elde edil en bilgi Meselâ; kâinâta ve ondaki inceliklere bakarak, onun bir yaratıcısının bulunduğunu anlamak böyledir (Sa'düddîn Teftâzânî) Nazar Ber Kadem: Nakşibendiyye yolunun temel bilgilerinden birisi olup, tasavvuf yolculuğunda adımdan ileriye bakmak ve adımını baktığı yere atmak Nazar ber kadem, gönlü perişanlıktan kurtarır ve kendi iç âlemine bağlı kılar (Mevlânâ Sâfî) Göz kalbe tâbidir Kalbi maksattan ayırmamak için göz ile sağa sola bakmayıp önüne bakmalıdır Nazar ber kadem kalbi toparlamak için iyi bir yoldur (Hüseyin Vâiz-i Kâşifî) Nazar ber kademe riâyet edilmezse tasavvuf yolunda bulunan kimsenin şevki ve istîdâdı bozulabilir (İmâm-ı Rabbânî) Nazar Değmesi: Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması Nazar değmesi haktır Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği bir şeyi görünce "Mâşâallah" demeli, ondan sonra o şeyden bahsetmelidir Önce mâşâallah deyince nazar değmez (Abdülhak-ı Dehlevî) Nâs sûresini devamlı okumayı alışkanlık hâline getiren kimse, dâimâ sıhhat ve âfiyette olur Nazar değmesine karşı okunursa, şifâ bulur (Muhammed Osman Sâhib) NAZARGÂH-İ İLÂHÎ: Allahü teâlânın nazar ettiği (baktığı) yer Allah adamlarının kalbleri, Hakk'ın nazargâhıdır O kalblere girmiş olanlara da, o nazardan nasîb erişir (Ali Râmitenî) Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hüdâ'dır bu, Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ'dır bu (Nâbi) NAZARİYYE: Bir veya birkaç hipotez (faraziye) ile, birçok hâdiseleri îzâh ederek ve bunlardan yeni hâdiselere vararak ve bu hâdiseleri tecrübe ile inceleyerek görülen hipotez Hipotez, aynı sebeblerle îzâh edilen çeşitli hâdiselerin hepsini birden îzâh edebilec ek umûmî bir fikirdir Müslümanlık nazariyyeler dîni değil, amelî bir dindir İslâmiyet, insanın rahîm ve gafûr (merhametli ve affedici) olan, doğru yolu gösteren Allahü teâlâya kendini teslim etmesi demektir (Muhammed Emîn) NÂZIR: 1 Gören, görücü Allahü teâlâ hayy (diri), alîm (bilici), kâdir (gücü yetici) ve mütekellim (konuşucu) olarak sonsuz zamanlarda hep hâzırdır ve nâzırdır Hayat, ilim, kudret ve kelâm sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hâzır ve nâzır olması da zaman ve mekâna bağlı değildir Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir Allahü teâlânın hâzır olması gibi hiç kimse hâzır değildir Peygamberlerin aleyhimüsselâm, evliyânın ve sâlih mü'minlerin rûhlarının yardım için çağrıldıklarında ve başka zamanlarda hâzır olmaları, zamâna ve mekâna bağlı olarak meydana gelir Evliyânın rûhları hâzırdır, bilirler demek, îmânı giderir Burada îmânı gideren husus, evliyânın rûhlarının hâzır olacağına inanmak değil, onların rûhlarının hâzır olduklarını bilmediği hâlde gaybden haber vermektir Çünkü gaybı Allahü teâlâ ve O'nun bildirdikleri bilir (Seyyid Abdülhakîm) 2 Vakfın işlerini, dînin emirlerine uygun olarak idâre etmek üzere vâkıf (vakıf yapan) veya hâkim tarafından tâyin edilen mütevellînin vakıf işlerindeki tasarruflarını murâkabe (kontrol) etmesi ve gerektiğinde ona re'yleri (görüşleri) ile yardımcı o lması için vazîfelendirilen kimse Bâzan mütevellîye de nâzır denmiştir Vakfın nâzırı veya herhangi vazîfelisi, suç işlemedikçe azl olunamazlar (bu vazîfelerinden alınamazlar) Vakfı kirâya vermek, mütevellînin vazîfesidir Hâkim, vâli karışamaz Bir vakfın bir nâzırı ve bir mütevellîsi olsa, mütevellî, nâzırın haberi ol madan bir şey yapamaz Kayyım (vakfın hizmetçisi), mütevellî ve nâzır aynı hakka sâhibdirler (Fetâvây-ı Hayriyye) NÂZİÂT SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dokuzuncu sûresi Nâziât sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Kırk altı âyet-i kerîmedir Sûrenin ilk kelimesi olan ve söküp koparan ve çekip alan mânâsına gelen Nâziât kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede; kıyâmetin şiddeti ve onu inkâr edenlerin dirilişi, yeri göğü yaratan Allahü teâlânın insanları yeniden diriltmeye kâdir olduğu bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Ebû Hayyân, Begavî) Allahü teâlâ Nâziât sûresinde meâlen buyuruyor ki: Kim ki Rabbinin azametinden (büyüklüğünden) korkarak kendisini günâhlardan men ederse, işte Cennet, onun varacağı yerin tâ kendisidir (Âyet: 40,41) NÂZİL OLMAK: Yukardan aşağıya inmek; mukaddes kitabların vahiy yoluyla peygamberlere gönderilmesi Kur'ân-ı kerîm Kadir gecesinde nâzil olmaya başladı ve tamâmının inmesi yirmi üç sene sürdü Tevrat, İncîl ve bütün kitablar ve suhuflar (sahîfeler) ise, hepsi birden bir defâda nâzil olmuştu Kur'ân-ı kerîm dışında hepsi insan sözüne benziyordu Ve lafızları mûcize değildi Onun için çabuk bozuldular, değiştirildiler (Süyûtî, Zerkeşî) NAZM: Kelimeleri inci gibi yanyana dizmek Kur'ân-ı kerîmin kelimeleri Arabîdir Fakat bu kelimeleri yanyana nazmeden Allahü teâlâdır Bu kelimeler insan nazmı değildir Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlâ tarafından mübârek kalbine bildirilen şeyleri, Arabça olarak da anlatmış değildir Bu Ar abî kelimeler, Allahü teâlâ tarafından nazmedilmiş olarak âyetler hâlinde gelmiştir Cebrâil aleyhisselâm ismindeki bir melek bu âyetleri, bu kelimelerle ve bu harflerle okumuş, Muhammed aleyhisselâm da mübârek kulakları ile işiterek ezberlemiş ve hemen Eshâbına (arkadaşlarına) okumuştur (Zerkânî) Şiirler birer nazmdır Her şâirin nazm yapma kâbiliyeti başkadır Kur'ân-ı kerîmin nazmı, hiçbir insan sözüne benzemiyor Kur'ân-ı kerîmin insan sözü olmadığı tecrübe ile de isbât edilmiştir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Nazm-ı İlâhî: Allahü taâlâ tarafından yanyana dizilen mübârek sözler, Kur'ân-ı kerîm Kur'ân-ı kerîm nazm-ı ilâhîdir, Arabçadır Bu arabî kelimeler, Allahü teâlâ tarafından nazmedilmiş olarak âyetler hâlinde gelmiştir (Zerkânî) NEBÂTÎ RUH: Her canlıda mevcud olan ve doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık hallerini yapan rûh Nebâtî rûha sâhib olan canlılarda büyüme bütün hayat boyunca olmaz Muayyen bir miktâra vardıktan sonra, bu iş durur Beslenme ölünceye kadar devâm eder Çünkü gıdâ olmadan yaşanamaz (Ali bin Emrullah) NEBE' SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yetmiş sekizinci sûresi Nebe' sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Kırk âyet-i kerîmedir Kıyâmet haberlerini ihtivâ ettiği için sûreye bu mânâya gelen Sûret-ün-Nebe' denilmiştir Amme kelimesi ile başladığı için Amme sûresi de denir Sûrede; Allahü teâlânın insanl ara olan eşsiz lütufları, kıyâmet günü ve o gün meydana gelecek hâdiseler, Cehennem'in şiddeti ve Cehennemlikler, Allahü teâlâya hesap verdikten sonra kâfirlerin pişmanlıkları bildirilmektedir (Senâullah Dehlevî, Abdülazîz Dehlevî, İbn-i Abbâs) Allahü teâlâ Nebe' sûresinde meâlen buyuruyor ki: Muhakkak ki, Cehennem (melekler tarafından kâfirleri) bir gözetleme yeridir Kâfir için bir dönüş yeridir Nice devirler boyunca içinde kalacaklar Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içilecek bir şey! Bir kaynar su ve irin içecekler (Âyet: 21-26) Nebe' sûresini okuyan, îmânsız gitmekten emin olur Allahü teâlâ onun rızkını genişletir, kendisine bol mükâfât verir O kimse ölmeden Cennet'teki yerini görür (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) NEBÎ: Yeni bir din getirmeyen, daha önce gönderilmiş olan bir Resûlün dînine dâvet eden, çağıran peygamber Resûllere (yeni bir dinle gönderilen peygamberlere) tâbi olan peygamberler (Bkz Peygamber) Allahü teâlânın dînine çağırmakta, Resûl ile Nebî arasında bir ayrılık yoktur Peygamberlere îmân etmek; aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin doğru sözlü olduğuna inanmak demektir Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur (Seyyid Abdülhakîm) ________________ |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #34 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükNEBİZ: Hurma veya kuru üzümü soğuk suda bırakıp, şekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtıldıktan sonra soğuyunca süzülerek elde edilen sıvı Nebizin tadı keskin olsa da, sarhoş yapmadıkça, içmesi helâl olur Isıtılmazsa, köpürünce ve tadı keskin olunca haram olur (İbn-i Âbidîn) NECÂSET: Aslı îtibâriyle veya sonradan meydana gelen bir sebeble pis olan şeyler Namaza mâni olup olmama yönünden; hafif necâset ve kaba necâset, görülüp görülmeme yönünden; mer'î (görülen) ve gayr-i mer'î (görülmeyen) ve akıcı olup olmama yönünden; mâî (akı cı) ve câmid (katı) olmak üzere kısımlara ayrılır Namazın şartlarından birisi de necâsetten tahâret olup, bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde necâset bulunmamaktır (İbn-i Âbidîn) Katı şekil almış necâset, insan derisinde, elbisesinde ise veya bevl, kan gibi akıcı necâset, mest üzerinde olsa da, ancak yıkamakla temizlenir Kan, şarap, ispirto, bevl (idrar) gibi sıvı necâsetten biri bulaşmış toprak, katı necâset demektirKatı n ecâset, kemer, çanta, mest, ayakkabı üzerinde olunca, oğmakla, silmekle temizlenir (İbn-i Âbidîn) Sarhoş eden bütün içkiler, şarap gibi kaba necâsettir (Halebî) İğne ucu kadar elbiseye sıçrayan bevl (idrar) ve kan damlaları ile sokakta sıçrayan çamurlar ve necâset buharlarının, necâsete dokunarak gelen gazların, rüzgârın ve ahırda ve hamamda meydana gelen buharlardan, duvarlarda hâsıl olan damlaların elbisey e, yaş deriye değmesi affedilmiştir (İbn-i Âbidîn) Necâset bulaşmış ayakkabı ile cenâze namazı kılınmaz (Alâüddîn Haskefî) NECÂŞÎ: Habeş hükümdârı Habeş krallarına verilen isim Peygamber efendimiz zamânındaki Necâşî'nin adı Eshame idi Nasrânî (hıristiyan) iken müslüman oldu Cenâze namazını Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medîne'de kıldırdı (İbn-i Hişâm-Halebî) Eshâb-ı kirâm, Necâşî'nin memleketi Habeşistan'a hicret ettiklerinde, Necâşî onlara bir takım suâller sorduktan ve Peygamber efendimiz hakkında bilgi aldıktan sonra şöyle dedi:"Sizi ve yanından geldiğiniz zâtı tebrik ederim Ben şuna inandım ki, O, A llah'ın resûlüdür Zâten biz O'nun ismini, geleceğini İncîl'de görmüştük O resûlü (peygamberi), Meryem oğlu Îsâ aleyhisselâm da haber verdi Vallahi eğer Muhammed aleyhisselâm buralarda, Habeşistan'da olsaydı gidip O'nun eşyâlarını taşır, mübârek ayaklarını yıkardım Şimdi siz ülkemde istediğiniz gibi emniyet ve huzûr içinde yaşayınız Bana dağ kadar altın verseler, sizlerden birini üzüntüye sokmaya râzı olmam!" Necâşî'nin müslüman olması ve alâkası, Eshâb-ı kirâmı ziyâdesiyle sevindirip, memnun etti (Halebî, Abdülhak-ı Dehlevî) NECÂT: Kurtulma, kurtuluş Bir kimse, namazı edâ ederse, bu namaz kıyâmet günü nûr ve bürhân olur ve Cehennem'den kurtulmasına sebebdir Namazı muhâfaza etmezse, nûr ve bürhân olmaz ve necât bulmaz Kârûn ile Fir'avn ile Hâman ile ve Übey bin Halef ile birlikte bulunur (Hadîs-i şerîf-Cennet Yolu İlmihâli) Bir gün terâzi kurulur, dünyâ işleri sorulur, Helâl lokma yimeyip de, cevap vermek ne müşküldür Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince, Can alan melek gelince, necât bulmak ne müşküldür (M Sıddîk Gümüş) NECCÂRİYYE: Hicretin üçüncü asrında Hüseyin bin Muhammed en-Neccâr tarafından kurulan bozuk fırka Neccâriyye fırkasının inanışlarının bâzıları Cebriyyeye, bâzıları Mûtezileye uygundur Neccâriyyeye göre Allahü teâlâ kalbdeki bilgi kuvvetini göze verir Bu bilgi kuvvetiyle Allah'ı bilir Îmân; Allah'ı, peygamberleri, farzları bilmek ve bunu dil il e ikrâr etmek (söylemek)tir Bunlardan birini bilmeyen ve ikrâr etmeyen kâfirdir Îmân artar fakat eksilmez Neccâriyye fırkası Allahü teâlânın ilim, kudret, hayat ve diğer ezelî sıfatlarını kabûl etmez Allahü teâlânın Cennet'te görülmeyeceğini kabûl eder (Abdülkâhir Bağdâdî) Neccâriyye fırkası, birbirlerini küfürle (îmânsızlıkla) suçlayan birçok kollara ayrıldı Bunlar arasında meşhûr olanları; Burgûsiyye, Za'ferâniyye, Mustadrikedir (Zâhid-ül-Kevserî) NECDET: Yiğitlik, kahramanlık Necdet sâhibi, korkulu hâllerde, sıkıntılı işlerde sabır ve sebât eder (kararlılık gösterir), bağırıp çağırmaz, uygunsuz iş yapmaz (Ali bin Emrullah) Necdet sâhibi olmak insanı yükseltir Korkaklık ise zelîl eder (alçaltır) (Celâleddîn Devânî) NECEŞ: Müşteri kızıştırmak, bir malı satın almaya niyeti olmadığı hâlde alacakmış gibi malın fiyatını yükseltmek Abdullah bin Ömer şöyle rivâyet etmiştir: "Şüphesiz ki, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem neceşten men etmiştir (Müslim) İki kişi bir malın fiyatında uyuşmuş iken, neceş yapmak mekrûhtur (İbn-i Âbidîn) NECİYYULLAH: Allahü teâlâ tarafından tûfandan kurtarılan mânâsına Nûh aleyhisselâmın lakabı Tufândan önce, Allahü teâlânın emri ile bütün ehlî, vahşî ve yırtıcı hayvanlar hazret-i Nûh'un huzûrunda toplandı Bunların toplanmasıyla çok büyük izdihâm, kalabalık meydana geldi Hayvanların herbiri: "Bizi al yâ neciyyallah!" diye yalvarır, gemiye binebilmek için yarış ederdi Nûh aleyhisselâm sağ elini uzatınca aynı cins hayvanın erkeğini, sol elini uzatınca da dişisini alırdı (Sa'lebî, Kisâî) NECM SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin elli üçüncü sûresi Necm sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Altmış iki âyet-i kerîmedir İlk âyetinde geçen ve yıldız mânâsına gelen Necm kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede; mîrâc mûcizesi, putların uydurma ilâhlar olduğu, Allahü teâlâdan yüz çevirip, dünyâya kul ola nlara îtibâr etmemek gerektiği, büyük günâhlardan ve ahlâksızlıklardan kaçanları Allahü teâlânın mağfiret edeceği, günahlarını bağışlayacağı bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî, Kurtubî) Allahü teâlâ Necm sûresinde meâlen buyuruyor ki: İnsan için (âhirette) , ancak dünyâda) ihlâsla (Allah rızâsı için) işlediği sâlih amelleri ve niyeti fayda verir (Âyet: 39) Kim Necm sûresini okursa, Mekke'de Muhammed'i (aleyhisselâm) tasdîk ve inkâr edenlerin adedidin on katı sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) NECS (Necis, Neces): Dînen temiz olmayan, pis, murdar Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Ey îmân edenler! Müşrikler (kâfirler) ancak bir necestir Onun için bu yıllardan sonra onlar Mescid-i Harâm'a (Kâbe-i muazzama ve çevresine) yaklaşmasınlar (Tevbe sûresi: 28) Müşriklerin kendileri (bedenleri) necs olsaydı, îmân edince temiz olmamaları lâzım gelirdi O hâlde onlara neces denilmesi, kalblerinin neces olduğunu bildirmek içindir Îmân edince bu neceslik gider, temiz olurlar Îtikâdlarının (inançlarının) kalbl erinin pis olması, bedenlerinin pis olması demek değildir (Ahmed Fârûkî) Hınzırdan başka her hayvan diri iken temizdir Ölünce necs olurlar Hınzırın derisi ve her parçası necstir (M Zihni Efendi) Kapalı şişe içinde idrâr taşıyanın namazı câiz olmaz Çünkü şişe bevlin meydana geldiği yer değildir Bundan anlaşılıyor ki, cebindeki şişede dirhemden (4 gram 80 santigram) fazla kan, ispirto veya kapalı kutuda kanlı mendil, necs bez varken namaz kı lmak câiz değildir (İbn-i Âbidîn) Necâsetin imbiklenmesi ile elde edilen sıvı necstir Bunun için rakı ve ispirto kaba necs olup, içilmeleri şarap gibi haramdır (Tahtâvî) Elbisenin bir yerine necâset bulaşsa, bulaşan yeri unutsa, zan ettiği yeri yıkasa temizlendi kabûl edilir Yaş ayağı ile necs yerde yürüse, yer kuru ise ayakları necs olmaz Yer yaş olup ayakları kuru ise, ayakları ıslanırsa necs olurlar (Abdülganî Nablüsî) Şıra yâni üzüm suyu temizdir Şarab hâline dönünce necs olur (Abdülganî Nablüsî) Namazı bozanlardan birisi de necs yerde durmak ve secde etmektir Necs yere temiz şey sererse bozmaz (Alâüddîn-i Haskefî) NEFHA: Üfleme, üfürme İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki: Sûr'a nefha edileceği o gün (mezarlardan kalkıp, mahşer denilen alana) bölük bölük gelirsiniz (Nebe' sûresi: 18) Onların beklediği sâdece bir sayhadır (sûr'a ilk üfürülüştür) ki, onlar (ticârette ve) birbirleriyle çekişip (itişip) dururlarken, kendilerini yakalayıverir (İşte o zaman) bunlar bir vasiyyette bile bulunamazlar (Hattâ o vakit, onlar çarşıda ticârette iken) âilelerine dahi dönecek (halde) değildirler (hemen can verirler) (Bir de kırk yıl sonra ikinci defâ) sûr'a nefholunmuştur Artık bakarsın ki onlar, kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru sür'atle giderler (Yâsîn sûresi: 49-51) İki nefha arası kırk senedir Ondan sonra Allahü teâlâ bir yağmur yağdırır ki, dereden nebâtın (bitkinin) bitmesi gibi insanlar hayat bulur (dirilir) Hâlbuki, kuyruk sokumundaki tek bir kemik hâriç olmak üzere, insanda hiçbir şey kalmamıştır İşte kıyâmet gününde insanlar, tekrar ondan halk olunacaktır (yaratılacaktır) (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs) Kıyâmet günü elbette vardır O gün, gökler, yıldızlar ve şu üzerinde yaşadığımız erd (yeryüzü), dağlar, denizler ve hayvanlar, nebâtlar (bitkiler) ve mâdenler, hâsılı her şey yok olacaktır Gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü, dağlar to z olup savrulacak Bu yok oluş, sûr'un ilk işâreti ile olacaktır İkinci nefhasında; her şey tekrar yaratılıp, insanlar mezardan kalkacak, mahşer denilen bir yerde toplanacaktır (Ahmed Fârûkî) Nefhat-ül-Ba's: İsrâfil aleyhisselâmın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen ve sûr denilen bir âlete ikinci defâ üflemesiyle bütün canlıların dirilmesi Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Kıyâmetin yok edici sûr'undan sonra, ikinci bir sûr üflenir Bu sese, bütün beşeriyyet (insanlar) tâbi olur (uyar) Bu emir ile kalkıp hâzır olurlar (Zümer sûresi: 62) Bu nefhat-ül-ba's ile bütün mahlûkât (yaratılmışlar) kabirlerinden kalktıkları va kit, görürler ki, dağlar pamuk gibi atılmış, denizlerin suyu çekilmiş, yer ise kendisinde eğrilik ve yükseklik olmayan, dümdüz olmuş bir kâğıt sayfası gibi görünür (İmâm-ı Gazâlî) Nefhat-ül-ba's ile, bütün canlıların hepsi bir anda dirilir Meleklerden en önce diriltilecek olanlar, Allahü teâlâya yakın olan dört mukarreb melektir ki; Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil ve Azrâil'dir İnsanlardan en önce dirilecek olan, Muhammed Mustafâ s allallahü aleyhi ve sellemdir (Seyyid Alizâde) Nefhat-ül-Fer': İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopacağına yakın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûr'a birinci defâ üflemesi Zamânın sonuna ulaştığı ve yeryüzünde kötülük yapılarak, her yerin, herkesin kötü olduğu vakit, Allahü teâlâ, İsrâfil aleyhisselâma; "Ey İsrâfil! Sûr'a üfle!" buyurur İsrâfil aleyhisselâm, sûr'a üfler Bu nefhat-ül-fer'de yeryüzüne zelzele, sarsıntı düşer Anneler, çocuklarına süt veremez olur İnsanlar, sarhoş gibi olurlar Kıyâmetin heybetinden ve Allahü teâlânın azâbının şiddetinden böyle olurlar Nitekim Allahü teâlâ bu hâlden haber veriyor: "Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Şüphe yok ki, o kıyâmet sarsıntısı çok büyük bir şeydir Onu göreceğiniz gün her emzikli kadın emzirdiğinden geçer ve her yüklü kadın çocuğunu doğurur İnsanları da hep sarhoş görürsün Hâlbuki sarhoş değildirler Fakat Allah'ın azâbı çok şiddetlidir" (Hac sûresi: 1,2) (Muhammed Rebhâmî) NEFRET: Tiksinmek, ürküp kaçmak Doğru yola kavuşan, hidâyete eren kimsenin nefsi gafletten kurtulup, namazın tadını duymaya, ibâdetlerden zevk almaya başlar Günâhlardan, haram olan şeylerden, kötü huylardan nefret duyar (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Halktan nefret etmek, insanların kabahatlerini saymakla başlar Giderek bütün insanlığı küçümsemeye kadar varır Daha sonra normalin dışına mübâlağaya varan davranışlarıyla eğriyi-doğruyu seçemez olur (Ahmed Rıfat) Büyük İslâm âlimlerini tanıyıp onları sevenler, haramlardan nefret ederler (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #35 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükNEFS (Nefis): 1 Can Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Her nefs, ölümü tadıcıdır (Âl-i İmrân sûresi: 185) 2 İnsanın kendisi, kişi, beden İnsan ben deyince, nefsini göstermektedir (İmâm-ı Rabbânî) 3 Hakîkat, cevher, asıl, öz İnsanda ve cinde şer, kötülük kuvveti Şerîate yâni dîne uymayan isteklerin kaynağı Buna nefs-i emmâre de denir Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Cenâb-ı Hakk'ın huzûrundan korkup, nefsini (gayr-i meşrû) nefsânî arzularından (hevâ ve isteklerden) men eden kimsenin varacakları yer muhakkak Cennet'tir (Nâziât sûresi: 40) Nefsine düşmanlık et! Çünkü o, benim düşmanımdır (Hadîs-i kudsî-Mektûbât-ı Rabbânî) Akıllılığın alâmeti; nefse gâlib ve hâkim olmak ve öldükten sonra lâzım olanları hazırlamaktır Ahmaklık alâmeti; nefse uyup, Allah'tan af, merhâmet beklemektir (Hadîs-i şerîf-Berîka) Nefsini azîz eden dînini yıkar Nefsini zelîl eden kimse dînini azîz eder (Mücâhid bin Cebr) Nefsin yaratılması, insanların yaşaması, üremesi ve dünyâ için çalışmaları içindir Allahü teâlâ nefsi böyle nice faydalar için yarattı Fakat bütün insanlara merhamet ederek, acıyarak, nefse uymağı frenlemeleri, ona hâkim olup, zararlarını önlemeler i için insanlarda akıl da yarattı (Şerefeddîn Yahyâ Münîrî) Nefse uymaktan kurtulmak, dünyâ nîmetlerinin en büyüğüdür Çünkü nefs, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür (Ebû Bekr Tâmistânî) Nefse, günâhlardan kaçmak, ibâdet yapmaktan daha güç gelir Onun için günahtan kaçman daha sevâbdır (İmâm-ı Rabbânî) "Yâ Rabbî! Nefsimi bana musallat kılma! Ona karşı beni yardımsız, yalnız bırakma! Nefsim bana acımıyor Bana sen merhamet eyle! Ey nefsim! İsteklerini hiç unutmuyorsun Fakat kulluk vazifelerini yapmaya hiç istekli değilsin Ey nefsim! Hesâba çekileceğin kıyâmet gününde hâlinin ne olacağından hiç korkmuyorsun Geçici olanı, ebedî ve sonsuz nîmetlere tercih ediyorsun Ey nefsim! Hiç amelin olmadan, çalışmadan âhirette rahata kavuşmak istersin Uzun uzun arzu ve isteklerin peşine düşüp, tövbeyi devamlı sonraya atıp geciktiriyorsun" (Avn bin Abdullah) Allah yolunda nefsi ile yürümek isteyen daha ilk adımında hatâ etmiş demektir Nefsini terkedip de ihlâs ile her şeyde Allahü teâlânın rızâsını düşünerek yola çıkarsa, Allahü teâlâ ona kendisine kavuşturacak rehberi tanıtır (Ali Müzeyyen) Nefis düşmandır Düşman sözüyle hareket etmek akıl işi değildir (Ali Hâfız) Mahlûkâtın en ahmağı nefstir Çünkü dâimâ kendi aleyhine olan şeyleri ister (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Nefs Muhâsebesi: İnsanın, dâimâ kötülük ve günâh işlemek istiyen nefsini hesâba çekip, kontrol etmesi ve gerektiğinde onu cezâlandırması (Bkz Muhâsebe) Nefs-i Emmâre: Kötülüğü emr eden nefs Nefs-i emmâre, hiç kimsenin emri altına girmeyip, herkese emretmek ister Nefs-i emmâreyi yıpratmak, azgınlığını önlemek için dîne uymaktan başka çâre yoktur (Ahmed Fârûkî Serhendî) İnsanın bütün kötülükleri nefs-i emmârede toplanmıştır Nefs-i emmâre hiç iyilik yapmak istemez Hep kötülük yapmak ister Kendisine ve başkalarına zararlı olan şeyleri sever İnsanın dünyâ ve âhirette saâdete kavuşması için nefsine uymaması, onu zay ıflatıp, zarar yapmayacak hâle getirmesi lâzımdır (Ahmed Fârûkî Serhendî) Varlıklar içinde en câhil olanı insanın nefsidir Çünkü, Nefs-i emmâre kendine düşmanlık yapmaktadır Hep kendini yok edici şeyleri istemektedir Her isteği, Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerdir Her işi, sâhibi olan ve bütün iyiliklerin sâhibi bul unan Allahü teâlâya karşı gelmektir Hep kendi can düşmanı olan şeytana uymaktadır (Ahmed Fârûkî) Nefs-i emmâre, şehveti ve gadâbı aşırı çalıştırdığı için, buna uymak insana tatlı gelir İslâmiyet'e uymak ise, bu arzuları frenlediği, tahdid ettiği için, insana acı, zor gelmektedir Bunun için insan, İslâmiyet'e uymak istemez Nefse uymak ister (Abdülazîz Dehlevî) İnsanların nefs-i emmâresi; mevki sâhibi olmak, başa geçmek sevdâsındadır Onun bütün arzusu, şef olmak, herkesin kendisine boyun bükmesidir Nefsin bu arzuları ilâh olmak, mâbud olmak, herkesin kendisine tapınmasını istemektir (İmâm-ı Rabbânî) Peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesi hep nefs-i emmârenin isteklerini yok etmek içindir Çünkü nefs-i emmâre, Allahü teâlâya düşmanlık etmektedir Nefsin isteklerini yok etmek ancak şerîate uymakla olur (Ahmed Fârûkî) Nefs-i Levvâme: Kötü işlerden dolayı dâimâ kendini kınayan ve ayıplayan nefs Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Kıyâmet gününe ve nefs-i levvâmeye yemîn ederim ki, insan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? (Kıyâme sûresi: 1-3) Bilmiş ol ki; en büyük düşmanın, seni kuşatan nefsindir Hep kötülüğü emreder şekilde yaratılmıştır İşi, iyilikten uzaklaşıp fenâlığa meyletmektir Onu tezkiye edip doğrultmak, Rabbine ve Hâlıkına ibâdet için zincire vurmak, arzularından alıkoyup ze vklerinden uzaklaştırmakla me'mursun Şâyet biraz ihmâl edersen azar ve bir daha önüne geçilmez hâl alır Durmadan onu uyarır, kınar ve levmedersen, o zaman nefs-i emmârelikten çıkar da Allahü teâlânın kendisine yemin ettiği Nefs-i levvâme hâline dön er (İmâm-ı Gazâlî) Nefs-i Mardiyye: Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefs Rabbinin indinde, makbûl olan nefs Nefs-i mardiyyeye kavuşan kimse, verdiği her sözü yerine getirir Adâletten ayrılmaz, kerem sâhibidir (cömerttir) Herkese lâzım olan bilgileri anlayacağı derecede söyler (Erzurumlu İbrâhim Hakkı) Nefs-i Mutmainne: Îmân etmiş nefs Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ey mutmainne olan nefs! Râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön Seçilmiş kullarım arasına karış ve Cennet'ime gir (Fecr sûresi: 27-30) Allah'ım! Sana kavuşmaya îmân eden, kazâna râzı olan ve verdiğine kanâat getiren nefs-i mutmainne isterim (Hadîs-i şerîf-Nesâih-ül-İbâd) Nefs-i mutmainneye kavuşmuş olan insan sabırlıdır Yumuşak ve güleryüzlüdür Ayıbları örter ve kusurları affeder Allahü teâlâya tam teslim olmuştur Çok ibâdet yapar Cömerttir İslâm dîninin emirlerinden bir karış ayrılmaz (Erzurumlu İbrâhim Hakkı) Bir insan vilâyete kavuşup velî olunca nefs-i emmâresi nefs-i mutmainne olmuş, küfürden, inkârdan kurtulup, Rabbinden râzı olmuştur Rabbi de ondan râzıdır Yaratılışında bulunan kötülük, azgınlık yok olmuştur (İmâm-ı Rabbânî) Nefs-i Mülhime: Gerektiği zaman Allahü teâlâ tarafından kendisine hakîkatler ilhâm edilen, kötülüklerden arınmış nefs Nefs-i mülhimeye kavuşmuş bir kimse, ilim, kanâat, tevâzu (alçak gönüllü olma), hüsn-i zân (iyi düşünce) sâhibidir, sabırlıdır, tahammüllüdür Özrü kabûl eder Her türlü eziyetlere katlanır (Erzurumlu İbrâhim Hakkı) Nefs-i Nâtıka: İnsanı hep kötülük ve aşağılık işler yapmaya sürükleyen nefs Nefs-i emmâre İnsanın bütün kötülükleri nefs-i nâtıkada toplanmıştır Nefs-i nâtıka hiç iyilik yapmak istemez Hep kötülük yapmak ister Kendisine ve başkalarına zararlı olan şeyleri ister (Ebü'l-Hüseyin) Nefs-i nâtıkayı zaifletecek birinci ilâç, İslâmiyet'in emir ve yasaklarına uymaktır Haramların hepsi; dünyâ malına, mevkiine, zevklerine düşkün olmak, nefsin gıdâsıdır Onu besler, kuvvetlendirirler (İmâm-ı Rabbânî) Nefs-i Râdiye: Rabbinden râzı ve hoşnûd olan nefs Nefs-i Râdiyeye kavuşan kimsenin duâsını Allahü teâlâ reddetmez Fakat edeb ve hayâsından bir şey isteyemeyen, Allahü teâlâ katında azîz ve kıymetlidir (Erzurumlu İbrâhim Hakkı) Nefs-ül-Emr: Hayâl, düşünce olmayan, zihnin hâricinde kendisi var olan, hakîkat NEFY VE İSBÂT ZİKRİ: "Lâ ilâhe illallah" mübârek sözünü diyerek yapılan zikr (Lâ ilâhe) yâni Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur, nefy; (illallah) yâni Allahü teâlâ vardır demek de isbât ifâdeleriyle belirtilmiştir Nefy ve isbât zikrini çok yapınız Bu güzel kelimeyi tekrar ederken bütün dilek ve düşüncelerinizi gönülden çıkarınız! Maksâdınız, dileğiniz ve sevdiğiniz birden fazla (Allahü teâlâdan başka) olmasın (İmâm-ı Rabbânî) NEHÂR-I ŞER'Î: İmsâktan, akşam namazının vaktinin girmesine kadar olan zaman Orucun farzı üçtür: 1)Niyyet etmek, 2)Niyyeti ilk ve son vakti arasında yapmak 3) Fecr-i sâdık yâni tan yeri ağarmasından, güneşin batmasına kadar olan zaman içinde yâni nehâr-ı şer'î müddetince, orucu bozan şeylerden sakınmak (Seâdet-i Ebediyye) NEHY: 1 Yasak, yasak edilen şey Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Resûlümün getirdiği emirleri alınız, itâat ediniz! Nehy ettiği şeylerden sakınınız! (Haşr sûresi: 7) Dünyâda felâketlerden, âhirette Cehennem azâbından kurtulmak için iki şey lâzımdır: Dînin emrettiği şeylere sarılmak, nehiylerinden sakınmak! Nehyedilen şeylerden sakınmak, daha kıymetlidir (İmâm-ı Rabbânî) 2 Kur'ân-ı kerîmde yapılması istenmeyen şeyleri bildiren kelâm-ı ilâhî (Allahü teâlânın mübârek sözü) Nehy-i Anil Münker: Günahlardan ve kötülüklerden sakındırmak, alıkoymak Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Erkek ve kadın bütün mü'minler, birbirlerinin yardımcılarıdır: Emr-i mâruf nehy-i anil münker yaparlar, namazı gereği üzre kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resûlüne itâat ederler İşte bunları muhakkak sûrette Allah rahmetiyle bağışlayacaktır (Tevbe sûresi: 71) Aç kimseleri doyur, susuz olana su ver, emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yap; buna gücün yetmezse hayırlı, güzel olmayan sözlerden dilini koru!" (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb) Mü'min kardeşine nehy-i anil münker yapan kimse; yumuşak, tatlı ve güzel bir ifâde ile anlatarak söylemeli, sert, ağır sözlerde bulunmamalıdır (Abdülkâdir-i Geylânî) Nehy-i Gayr-i İktizâî: Mekruhlar (Bkz Mekruh) Nehy-i İktizâî: Haramlar (Bkz Haram) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #36 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükNEKÂBET: Yapılan satış sözleşmesinden dönmek, vazgeçmek Bir bâyi' (satıcı), alış-veriş ettiği kimsenin, bundan vazgeçmesi hâlinde nekâbet etmesi, ticârette ihsân olur Çünkü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir kimse, karşısındaki pişmân olunca, bey'i fesheder, geri alırsa, Allahü teâlâ onun günâhlarını affeder" Nekâbet, vâcib değildir Fakat çok sevâbdır ve ihsân etmektir (İbn-i Âbidîn) NEKİR: Kabirde suâl soran meleklerden biri (Bkz Münker ve Nekir) Kabre konan meyyit (ölü), Münker ve Nekir meleklerinin sorularına doğru cevâb verince, onlar (melekler); "Doğru söyledi, bizim elimizden kurtuldu" derler Bu kimsenin kabri nûr ile dolar Cennet kokuları gelir Kıyâmete kadar neş'eli ve sevinçli olur (İmâm-ı Gazâlî) NEMÂ: Malın artması, çoğalması Ziyâdeleşen mala nâmî denir Zekâtı verilecek malda aranan şartlardan birisi de nemâ bulmasıdır (Kâşânî, Serahsî) NEMAZ (Namaz): İslâm dîninin beş şartından biri Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Belli zamanlarda namaz kılmak, mü'minlere farz oldu (Nisâ sûresi: 102) Namaz dînin direğidir Namaz kılan kimse, dînini kuvvetlendirir Namaz kılmayan, elbette dînini yıkar (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Allahü teâlâ, her gün beş defâ namaz kılmağı emr etti Güzel abdest alıp, bu beş namazı vakitlerinde kılan ve rükû' ve secdelerini iyi yapanları, Allahü teâlâ af ve mağfiret eder (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Allahü teâlâ, kullarına her gün beş kerre namaz kılmağı farz etti Bir kimse, güzel abdest alıp, namazını doğru kılarsa, kıyâmet günü yüzü, on dördüncü ay gibi parlar ve Sırât köprüsünü şimşek gibi geçer (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Allahü teâlâ kulları üzerine beş vakit namazı farz kılmıştır Namaz için güzel abdest alıp namazın rükû' ve secdelerini tamam edenler, namazda huşû'a ehemmiyet verenler ve her bulundukları yerde namazı bırakmayıp kılanların yüzleri yarın kıyâmet gününde ayın on dördüncü gecesi gibi parlar Sırat köprüsünden şimşek gibi geçerler (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Her namaz vakti geldikte melekler nidâ ederler ki: "Ey Âdem oğulları kalkınız ve nefsiniz için yakılmış olan ateşi namaz ile söndürünüz! (Hadîs-i şerîf-İhyâ) İyi biliniz ki, namaz dînin direğidir Namaz kılan bir insan, dînini doğrultmuş olur Namaz kılmayanın dîni yıkılır Namazları, müstehâb zamanlarında ve şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılmalıdır (Muhammed Ma'sûm Fârûkî) Namaza mâni olan, güçlük çıkaran vazîfede bereket olmaz Namaza elverişli olan vazîfelerde bereket vardır (İmâm-ı Gazâlî) Âkıl ve bâliğ olan her müslümanın her gün beş vakitte namaz kılması farzdır Kimse, kimsenin yerine namaz kılamaz Bir kimse, kıldığı namazın ve başka ibâdetlerin sevâbını başkalarına hediye edebilir (Muhammed Zihni) Ey oğlum! Namazı dosdoğru kıl Şartlarına, rükünlerine, edeblerine riâyet ederek kıl Çünkü namaz, dînin direğidir ve Allahü teâlâya münâcâttır (yakarıştır) Namaz insanı günahtan alıkoyup, kemâle (olgunluğa) kavuşturur (Lokman Hakîm) İlim, mârifet dolu sözlerimin hiç faydası olmadı Bir gece yarısı kıldığım iki rekat namaz imdâdıma yetişti (Cüneyd-i Bağdâdî) Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın! (Abdülhakîm Arvâsî) Bir vakit namazımı kaybetmektense dünyâları kaybetmeyi tercih ederim (Abdülhakîm-i Arvâsî) NEMÎME: Koğuculuk, müslümanlar arasında fitne çıkarmak, ara bozmak için söz taşıma (Bkz Nemmâm) Hased, nemîme ve kehânet sâhibleri benden değildir (Hadîs-i şerîf-Berîka) Yalan söylemek, iftirâ etmek ve nemîme her dinde haram idi Cezâları çok ağırdır (İmâm-ı Rabbânî) Yalan, gıybet, nemîme ve yalan yere yemin gibi şeyler orucu bozmazlar Ancak sevâbını giderirler (Kutbüddîn İznikî) NEML SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yirmi yedinci sûresi Neml sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Doksan üç âyet-i kerîmedir On sekizinci âyetinde Süleymân aleyhisselâmın ordusuna yol veren karıncalardan bahs (söz) edildiği için sûreye, Neml denilmiştir Neml karınca demektir Sûrede; hazret-i Mûsâ, Dâvûd , Süleymân, Sâlih ve Lût aleyhimüsselâmın kıssaları, kıyâmet alâmetleri bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî) Allahü teâlâ Neml sûresinde meâlen buyuruyor ki: (Ey Resûlüm!) de ki: Göklerde ve yerde olan kimse gaybı bilmez Ancak Allah bilir (Âyet: 65) Kim Neml sûresini okursa, Süleymân aleyhisselâmı tasdîk eden ve yalanlayanların adedinin on katı sevâb kazanır (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) NEMMÂM: Söz taşıyan, koğuculuk yapan Duyulması istenmeyen bir sözü başkalarına götürüp söyleyen Nemmâm Cennet'e giremez (Hadîs-i şerîf-Tebyîn-ül-Mehârim) Size en fenânızı haber vereyim Nemmâmlık edenler, aranızı bozanlar ve insanları birbirine düşürenlerdir (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Şunu iyi bil ki; sana birisi hakkında nemmâmlık eden, senin hakkında da başkasına nemmâmlık eder (Hasan-ı Basrî) Nemmâm, sihir yapan büyücüden daha kötüdür Çünkü büyücünün bir ayda yapamadığını nemmâm bir anda yapar (Yahyâ bin Eksem) Kabir azâbı en çok dünyâda üstüne idrâr sıçratanlara ve müslümanlar arasında nemmâmlık yapanlara olacaktır (İmâm-ı Rabbânî) Nemmâmı dinleyen kimse, onu tasdik etmemelidir Zîrâ nemmâmın İslâm'da şehâdeti kabûl edilmez İkinci olarak Nemmâmı nemmâmlık yapmaktan men etmelidir Zîrâ münkiri nehy vâcibdir Üçüncü olarak nemmâmlık edilen şahsa nemîme sebebiyle sûizan etmemelid ir Zîrâ müslümana sûizan haramdır Dördüncü olarak nemmâmın haber verdiği şeyi tecessüs etmemeli araştırmamalıdır Zîrâ tecessüs haramdır Beşinci olarak nemmâmın haber verdiğini nemmâm gibi başka bir kimseye ihbâr etmemelidir (M Ma'sûm Fârûkî) Nemmâmın sözünü dinlemek, nemmâmlıktan daha kötüdür Zîrâ gıybete yol açmaktır (Mus'ab bin Züheyr) NESÂİK: Kesilen kurbanlar Nesîke kelimesinin çoğuludur Kurbanlarınızı büyük yapınız Yâhut yağlı yapınız Muhakkak ki nesâik, sırât üzerinde sizin binekleriniz olacaktır (Hadîs-i şerîf-Riyâdünnâsihîn) NESEB: Soy, şecere Çocuğu ana ve babaya bağlayan kan bağı Ekseriya baba yönünden olan yakınlık için kullanılır Babalar ve yukarıya doğru büyük babalar ile oğullar ve aşağıya doğru oğullar arasındaki alâkaya amûdî yakınlık; erkek kardeşler ile bunların oğ ulları ve amca oğulları arasındaki alâkaya ufkî yakınlık denir Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Hem o Allah'tır ki, o (hakir) sudan bir insan yaratıp onu neseb ve sıhriyyet (evlilikle olan hısımlık) akrabâlıklarına ayırdı Rabbinin her şeye gücü yeter (Furkân sûresi: 54) Peygamber efendimizin nesebi hazret-i İbrâhim'in oğlu hazret-i İsmâil'e müntehîdir (ulaşır) (İbn-i Hişâm) Kibrin başlıca yedi sebebi vardır İlim, ibâdet, neseb, cemâl (güzellik), kuvvet, mal ve mevki Bu sıfatlar câhillerde bulununca kibre sebeb olur (M Hâdimî) İnsanın şerefi (kıymeti, üstünlüğü) ilim ve edeb iledir; mal ve neseb ile değildir (Muhammed Ma'sûm) NESH: Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevvereye hicret ettikten sonra bir müddet Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya yönelerek namaz kılmışlardı Bu, Resûlullah'ın fiilî (işle ilgili) bir sünneti idi Sonra bu sünnet, " (Ey Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem!) Senin, yüzünü göğe doğru çevirdiğini görüyoruz Bunun için seni hoşnud olduğun kıbleye çevireceğiz Şimdi, yüzünü (Mekke-i mükerremedeki) Mescid-i haram (Kâbe) tarafına çevir Nerede bulunursanız bulunun yüzünüzü o mescid tarafına çevirin" meâlindeki Bekara sûresinin yüz kırk dördüncü âyet-i kerîmesi ile nesh edilmiştir (Fahreddîn Râzî) Muhammed aleyhisselâm peygamberlerin aleyhimüsselâm sonuncusudur O'nun dîni bütün dinleri nesh etmiştir O'nun kitâbı, geçmiş kitabların en iyisidir Önceki şerîatlerin (hak dinlerin) hepsini kendinde toplamıştır O'nun şerîatı kıyâmete kadar bâkidi r (devâm edecektir) Kimse tarafından değiştirilmiyecektir Îsâ aleyhisselâm gökten inecek, O'nun şerîati (dîni) ile amel edecek, yâni O'nun ümmeti olacaktır (İmâm-ı Rabbânî) Nesh, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hayatta iken olur Nesh, kıssalarda ve haberlerde olmaz Fen bilgilerinde ve hesab ile bulunan bilgilerde de olmaz Yalnız emir ve yasaklarda olur Neshin şartı, nâsihin (hükmü kaldıranın) ya kita b (Kur'ân-ı kerîm) veya sünnet olması lâzımdır İcmâ ile kıyâs, nâsih ve mensûh olamaz Hanefîlere göre kitab kitab ile, sünnet sünnet ile, sünnet, kitab ile, kitab da mütevâtir veya meşhûr sünnet ile nesh edilmiş olabilir (İbn-i Âbidîn) Bir hükmün nâsih veya mensûh olduğu ya Peygamber efendimizin bildirmesi ile veya Eshâb-ı kirâmın açıkça bildirmesi ile veya iki müteâriz (birbirine aykırı) delîlin (âyet-i kerîmenin) nüzûl (inmesi) veya hadîs-i şerîflerde vürûd (gelme, buyrulma) târi hleri ile veya hakkında icmâ vukû bulması ile bilinir İctihâd ile bilinmez (Molla Hüsrev, Hâdimî) Allahü teâlâ kulları hakkında dilediği gibi tasarruf edebilir; kullarını bir zaman bir hükme, başka bir zaman da başka bir hükme tâbi tutabilir Buna kimse îtirâz edemez Allahü teâlâ, hikmet sâhibi ve kullarına çok merhâmetli olduğu için, kullarının fâideleri için bâzı hükümleri nesh edebilir Zamânın değişmesi ile insanların maslahatları, faydalarına olan şeyler değişebileceği için, bâzı hükümlerde neshin meydana gelmesi aklen câizdir, mümkündür Bu durum naklen de mümkündür ve olmuştur da Nitekim, Âdem aleyhisselâm zamânında kız kardeşle evlenmek câiz iken, ondan sonra gelen şerîatlerde (hak dinlerde) bu husus nesh edilmiştir Yine Yâkûb aleyhisselâm zamânında iki kız kardeşi bir erkeğin alması câiz iken, İslâmiyet bunu nesh etmiştir (Fahreddîn Râzî, İmâm-ı Süyûtî) NESÎ: Yer değiştirmek, geri bırakmak; Eşhur-ül-hurum (haram aylar) denilen ayları değiştirmek, geri almak Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Nesî, küfürde ziyâde olmaktır Kâfirler bununla aldatılır Bir ayı helâl sayarlar Başka sene ise, bu ayı haram sayarlar (Tevbe sûresi: 38) İslâmiyet'in ilk zamanlarında ve İslâmiyet'ten evvel, kamerî sene aylarından Recep, Zilkâ'de, Zilhicce ve Muharrem aylarında harp etmek haram idi İslâmiyet'ten evvel, Arablar Receb veya Muharrem aylarında harp edebilmek için, ayların yerini değiştir ir, ileri veya geri alırlardı Peygamber efendimiz Vedâ hutbesinde nesînin kalmadığı husûsunda; "Ey Eshâbım! Haccı tam zamânında yapıyoruz Ayların sırası, Allahü teâlânın yarattığı zamandaki gibidir" buyurdu (Ali Cürcânî, Halebî) NESTÛRİYYE: Hıristiyanlıktaki fırkalardan biri Nestorius, hıristiyanlığın Nestûriyye fırkasını kurdu Mîlâdın 428 yılında Kostantiniyye (İstanbul) patriği oldu İstanbul'da yapılan toplantıda bunun kitabı incelendi, kabûl edildi Nestûriyyeye göre Allah birdir Allahü teâlânın vücûd, hayât ve il im sıfatlarından ilm uknumu (kelimesi) hazret-i Îsâ'ya hulûl etmiş (girmiş), ilâh olmuştur Hazret-i Meryem ilâh anası değil, insan anasıdır Hazret-i Îsâ Allah'ın oğludur (Peygamberler Târihi Ansiklopedisi) Nestûriyye fırkasının fikirleri şark (doğu) memleketlerinde yayıldı Mîlâdî 431 yılında Efesus (Efes)'ta kurulan dördüncü papas meclisi, Nestûriyye fırkasının kurucusu olan Nestorius'un fikirlerini red etti ve Nestorius'u tekfir etti (îmânsız olduğun u kabûl etti) Mısır'a giden Nestorius, M 439'da orada öldü (İbrâhim Fasîh) NEŞR: 1Âhirette, ölülerin diriltilip, hesâbları görüldükten sonra, cennetliklerin Cennet'e ve cehennemliklerin Cehennem'e dağılmaları (Bkz Haşr) Resûlullah efendimizin; kabir ve kıyâmet hâllerinden, haşrdan (ölülerin kabirlerinden kalktıktan sonra, Arasât meydanında toplanmasından) ve neşrden, Cennet'ten ve Cehennem'den haber verdiği şeylerin hepsi doğrudur Âhirete (öldükten sonraki âleme) inanmak, Allahü teâlâya inanmak gibi, îmânın şartıdır Âhireti inkâr edenin, Allahü teâlâyı inkâr etmiş gibi îmânı gider (Ahmed Fârûkî) Bütün peygamberlerin dinlerinin aslı, temeli birdir Başka başka değildir Hep aynı şeyi söylemişlerdir Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları, haşr (mezardan kalkınca, Arasât meydanında toplanmak) ve neşr, peygamberler ve melek gönderilmesi ve melekle k itâb gönderilmesi, Cennet'in sonsuz nîmetleri ve Cehennem'in sonsuz azâbları ile ilgili söyledikleri hep aynıdır Sözleri birbirine uygundur (Ahmed Fârûkî) 2Yayma, dağıtma Bir kimseden iyilik gören, onu neşretsin Böyle yaparsa şükrânda bulunmuş olur Aksine gizlemeğe çalışırsa, nankörlük etmiş olur (Hadîs-i şerîf-Edeb-üd-Dünyâ ved-Dîn) Bid'atler (dinde sonradan çıkan yenilikler) yayılıp, sünnetler terk edildiği zamanda, İslâm ilimlerinin tahsîli (öğrenilmesi) ve neşri, en mühim işlerdendir ve Muhammed aleyhisselâmın sünnetini (dînini) yaymak en önemli maksaddandır (Muhammed Ma'sûm) Ortaçağda Endülüs'te ortaya çıkan parlak medeniyyet, Endülüs'ün dışına taşarak, Avrupa'ya yayıldı Endülüs'teki medeniyyeti gören kâbiliyetli bâzı Avrupalılar ortaya çıktı İslâm âlimlerinin kitâblarını, Avrupa lisanlarına tercüme ettiler Bunların t ercüme ederek neşr ettikleri kitablar sâyesinde, Avrupa halkı cehâlet (bilgisizlik) uykusundan uyanmağa başladı (Harputlu İshâk Efendi) NEÛZÜ BİLLAH: "Allahü teâlâya sığınırız" mânâsına, tehlikeli hâllerden ve îmânı gideren şeylerden sakınma ve korkma mânâsını ifâde eden bir söz Bir kimse, İslâm'ın beş şartından birini inkâr ederse, yâni inanmaz, kabûl etmezse, yâhut alay eder, saygı göstermezse neûzü billah îmânı gider (M Hâlid-i Bağdâdî) NEVÂDİR HABERLER: Hanefî mezhebi imâmlarından İmâm-ı Muhammed'in (El-Keysâniyyât), (El-Hârûniyyât), (El-Cürcâniyyât), (Er-Rukıyyât) adındaki kitablarıyla bildirilen din bilgileri, haberler Nevâdir haberler açıkça ve sağlam gelmiş olmadığından, bu haberlere zâhir olmayan haberler de denir Hanefî mezhebinin bilgileri üç yoldan gelmiştir 1)Usûl zâhir (açık) haberler, 2)Nevâdir haberler, 3) Vâkı'ât haberleri (İmâm-ı a'zâm, İmâm-ı Muhamme d ve İmâm-ı Ebû Yûsuf'un talebelerinden ve talebelerinin talebelerinden gelen bilgiler (İbn-i Âbidîn) NEVRÛZ GÜNÜ: Mecûsîlerin (ateşe tapanların) Martın yirmi birinde kutladıkları mecûsî bayramı Nevrûz günü, mecûsîlerin bayramıdır O gün mecûsîlerin yanına gidip, onların yaptıklarını yapmak küfürdür (dinden çıkmaktır) O gün bayram yapan müslümanların îmânı gider de haberi olmaz (Dâmâd, İbn-i Nüceym) Nevrûz gününü bayram îlân eden, Cemşid adında eski bir İran pâdişâhıdır Cemşid İran'da ilk hükûmet kuran Pişdâd oğullarının dördüncü hükümdârı olup, Şehnâme'ye göre yedi yüz sene saltanat sürmüştü Beş yüz yıl İran'da kimse hasta olmamış, bunun için milleti kendine taptırmıştır Mart'ın yirmi birinci günü tahta çıktığı için, bu günü, nevrûz diyerek, yılbaşı ve dînî bayram yapmıştır (Yeni Rehber Ansiklopedisi) Nevrûz veya mihrican (Eylül'ün yirmi üçüncü) günlerinde bunların isimlerini söyleyerek hediyye vermek haramdır Bu günleri bayram bilerek bir şeyi vermek küfr (dinden çıkmak) olur (Alâüddîn Haskefî) NEY: 1 Kamıştan yapılan içi boş bir çalgı âleti Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş Evliyânın büyüklerinden olan Celâleddîn-i Rûmî (kuddise sirruh) ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı Mûsikî dinlemedi ve raks, dans etmedi (Âbidîn Paşa) Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ) ile berâber gidiyorduk Ney sesi işittik Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapattı Oradan hızla uzaklaştık "Ney sesi işitiliyor mu?" dedi "Hayır işitilmiyor" dedimParmaklarını kulaklarından çekti ve "Res ûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de böyle yapmıştı" dedi (Nâfi) 2 İnsan-ı kâmil, İslâm dîninde yetişen kâmil yüksek insan Mesnevîde geçen ney kelimesi, insan-ı kâmil mânâsındadır Bu benzetmede bâzı hikmetler mevcuttur Meselâ neyin sesi kendiliğinden çıkmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de hep Allahü teâlânın ilhâmı iledir İnsan-ı kâmilin hikmet dolu s özlerini işitip, dinleyenler kalblerini dünyâya bağlamaktan kurtarırlar ve ilâhî aşkları artar Ney'in görünüşü dosdoğrudur Kâmil insan olan Allah adamlarının da her hâli dosdoğru, ve güzel huylar sâhibidir ve Allahü teâlânın ihsânlarına kavuşmuştur İhsânlarla donatılmıştır (Âbidîn Paşa) Dinle neyden nasıl anlatıyor Ayrılıklardan şikâyet ediyor (Mevlânâ Celâleddîn Rûmî) NEZR: Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Nezirlerini yerine getirsinler (Hac sûresi: 29) Kim tâat (ibâdet) olan bir şeyi nezr ederse, onu yapsın Günâh olan bir şeyi nezrederse onu yapmasın (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Namaz, oruç, hacca gitmek ve başka ibâdetler nezr olunur Nezr, ibâdettir Nezrin yerine getirilmesini İslâmiyet emretmektedir Getirilmezse günâh olur (İbn-i Âbidîn) Talakta (boşanmakta), nikâhta ve nezrde niyetsiz, düşünmeden söylemek ciddî istiyerek söylemek gibidir Nezrin yerine getirilmesi vâcibtir (İbn-i Âbidîn) Fakir olsun, zengin olsun, nezr eden, nezr edilerek kesilen hayvanın etinden yiyemez Zekât vermesi câiz olmayanlara yediremez Yedirirse, yenilen etin kıymetini fakirlere sadaka olarak verir (Alâüddîn-i Haskefî) Hayvan kesmeği nezr ederken, kurban denirse, Kurban bayramında kesmesi lâzım olur (İbn-i Âbidîn) Nezr Kurbanı: Allah rızâsı için, bir koyun veya şu koyunu kurban etmek adağım olsun diyen zengin veya fakir kimsenin Kurban bayramında kesmesi gereken kurban Nezr kurbanının belli üç günde yâni Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilmesi lâzımdır (vâcibtir) Bu günler gelmeden önce kesilirse, Kurban değildir ve nezr yerine getirilmiş olmaz Nezir kurbanı belli üç günde kesilmedi ise, altın ve gümüş olarak değeri veya diri olarak kendisi fakirlere verilir (İbn-i Âbidîn) Nezr-i Muayyen: Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak İstenilen şart meydana gelince, nezri yerine getirmek lâzım olur Nezr-i muayyen, şart edilen şeye karşılık olarak yapılmamalı Allahü teâlâya şükür olarak yapılmalıdır (Alâüddîn-i Haskefî) Nezr-i muayyende adak niyet ederken; Yâ Rabbî! Hastamı iyi edersen, falan velînin türbesi yanındaki fakirlere şu parayı senin için adak ettim Sadaka sevâbını da bu velînin rûhuna bağışladım, demelidir Fakirlere sadaka edilmeyen mal, adak değildir (Alâüddîn-i Haskefî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #37 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükNezr-i Mutlak: Şarta bağlı olmadan yapılan adak Allahü teâlâ için bir sene oruç tutacağım demek Nezr-i mutlak olup bunu söylerken kasd (niyet) etmese söz arasında dilinden çıkmış olsa bile yapması vâcibdir (Alâüddîn-i Haskefî) NISF: Yarım, yarı İslâm mîrâs hukûkunda eshâb-ı ferâiz adı verilen yâni Kur'ân-ı kerîmde payları bildirilenlerden bâzı kimselere verilen yarım hisse Meyyitin (ölen kişinin) oğlu yok ise, kızı mîrâsın nısfını alır (M Mevkûfâtî) Nısf-ül-Leyl: Gece yarısı yâni Akşam namazının girişi ile, sabah namazının girişi arasındaki vaktin ortası Yatsı namazını nısf-ül-leylden sonra kılmak ve böylece gece namazı sevâbını da düşünmek çok yanlıştır Çünkü dört hak mezhebden biri olan Hanefî mezhebindeki imâmlara (derin âlimlere) göre yatsı namazını nısf-ül-leylden sonra kılmak mekrûhtur (Ahmed Fârûkî) Nısf-ün-Nehâr: Gün ortası Gölge nısf-ün-nehâr hattından ayrılınca, öğle namazının vakti başlar (İbn-i Âbidîn) Güneş doğarken, batarken ve nısf-ün-nehârda kılınmaya başlanan namazlar sahîh olmaz Öğle vaktinden önceki yirmi dakika, kerâhet yâni namaz kılmanın haram olduğu vakittir (İbn-i Âbidîn) NİFÂK: 1 Münâfıklık; kalbiyle, îmân etmediği hâlde inanmış görünmek; için dışa uymaması, kâfir (Bkz Münâfıklık) Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Bedevîler, küfür ve nifak bakımından hem daha beter, hem de Allahü teâlânın Resûlüne indirdiği sınırları tanımamaya daha lâyıktır (onlar buna daha müsâittirler) Allahü teâlâ, alîmdir, hakîmdir (Tevbe sûresi: 97) Kalbinde küfür olan kimsenin mü'min olduğunu söylemesi, dinde nifâk olur Kalbinde düşmanlık olup, dostluk göstermek dünyâ nifâkı olur Küfrün en kötüsü, dinde nifâk yapmaktır (Muhammed Hâdimî) 2 Dışı içine uymayan, iki yüzlü Suyun buzu eritmesi gibi nifâk da kalbi eritir (Hadîs-i şerîf-Tebyîn-ül-Mehârîm) Nifâk sâhiblerinde bulunan günâhlar bildirilmiş olsa idi, yeryüzünde basacak yer kalmazdı (Hasen-i Basrî) NİFÂS: Lohusalık hâli Kadınların doğumdan sonraki özür hâlleri Elleri, ayakları, başı belli olan düşükte gelen kan da nifâstır Nifâs zamânının azı yoktur Kan kesildiği zaman, gusül edip namaza başlar En çok zamânı Hanefî mezhebine göre kırk gündür Kırk gün tamam olunca, kan kesilmese de gusl edip namaza başl ar (İbn-i Âbidîn) Nifâs günlerinde namaz, oruç, câmi içine girmek, Kur'ân-ı kerîm okumak ve tutmak, Kâbe'yi tavâf, cimâ' haram olur Oruçları kazâ eder, namazları kazâ etmez (İbn-i Âbidîn) NİGÂHDÂŞT: Kalbde yalnız Allahü teâlâyı anıp, O'ndan başka her şeyi unutma hâlinin devâmını muhâfaza Nigâhdâşt, bir sâlike (tasavvuf yolundaki kimseye) bir saat veya iki saat veya daha çok müyesser (nasîb) olduğu taktirde artık mâsivâ (Allahü teâlâdan başka şeyleri) onun hatırına, düşüncesine yol bulamaz (Seyyid Abdülhakîm) NİKÂH: Evlilik için yapılan akit, sözleşme Evlenecek müslüman bir erkek ile kadının şâhidler huzûrunda ben seni zevceliğe (hanımlığa) aldım, diğerinin de kabûl ettim demesi Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: (Size) helâl olan kadınlardan nikâh ediniz (Nisâ sûresi: 3) Nikâh yapmak benim sünnetimdir Sünnetimden yüz çeviren benden değildir (Hadîs-i şerîf-Menâhic-ül-İbâd) Nikâhlanın, çoğalın! Kıyâmet günü, ümmetlere karşı sizinle övüneceğim (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Nikâhtan önce kızı görmek sünnettir ve iyi geçinmeyi sağlar (Saîdeddîn Fergânî) Âdem aleyhisselâmdan beri bütün ümmetlerdeki evlenmelerde nikâh yapılması devâm etmiş, kaldırılmamıştır Her ibâdet gibi nikâhın da sahîh olması için, nikâh yapılırken niyet etmek lâzımdır Yâni nikâhlanacakların, Allahü teâlânın emri ile Peygamberim izin sünnetine uyarak nikâh yapıyorum diyerek kalblerinden geçirmelidirler (Süleymân bin Cezâ ve Saîdeddîn Fergânî) Nikâhsız evlenmek haramdır Nikâh lâzım olduğuna ehemmiyet (önem) vermiyenin îmânı gider (Abdullah-ı Mûsulî) Âkıl ve bâliğ (ergenlik çağına gelmiş) bir kız ile oğlanı nikâh ettiklerinde, kendilerine îmânın şartları sorulduğunda bilemeseler, bunların nikâhı geçerli olmaz Çünkü bunlar îmânı bilmediklerinden müslüman olmazlar (İbn-i Âbidîn) Nikâh-ı Müt'a: Şâhidsiz olarak, bir kadınla belli para verip, belli zaman için berâber yaşamağı sözleşmek (Bkz Müt'a Nikâhı) Nikâh-ı müt'a, Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde haramdır (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî) NİKÂR: Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin birbirlerine emr-i ma'rûf nehy-i anil-münker yapmaları yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeleri Tasavvuf ehli arasında nikâr kalkınca bunlarda hayır kalmaz (Ebü'l-Hasen Ali bin Muhammed Müzeyyen) Nİ'MET (Nîmet): İyilik, rızık, saâdet Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Her nîmetin şükründen muhakkak sorulacaksınız (Tekâsür sûresi: 8) Allahü teâlâ bir kulunu nîmetlendirirse, o nîmetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister (Hadîs-i şerîf-Kenz-ül-Ummâl) Bir müslüman üç şeyde bulunursa, Allahü teâlâ onu muhâfaza ve himâye eder, onu sever, merhamet eder Nîmete şükr etmek, zâlimi affetmek, gadaba gelince gadabını yenmek (Hadîs-i şerîf-Berîka) Çoğunlukla bolluk ve nîmetler içinde bulunanlar, bu nîmet gitmedikçe, bunun kıymetini ve değerini anlayamazlar (Ali Havvâs Berlîsî) Nîmetlerin başı üç nîmettir Birincisi bütün iyilikleri içine alan İslâm nîmetidir İkincisi hayâta tad veren sıhhat ve âfiyet nîmetidir Üçüncüsü insana faydalı olan (azdırmayan) zenginliktir (Ebû Yûsuf) Bir kimsenin saçının sakalının siyahlığını îmân ile ve ibâdetler ile ağartması ne büyük nîmettir Nîmet ne kadar çok ise şükür etmek lüzumu da çok olur Zenginlerin zenginlik derecesine göre fakirlerden daha çok şükür etmesi lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî) Sıkıntılara sabretmeyen kimsede rızâ yoktur Nîmetlere şükretmeyen kimsede kemâl (olgunluk, yükseklik) yoktur Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ârifler (Allah adamları, Allahü teâlânın sevdikleri) Allahü teâlâya muhabbet, takdîrine rızâ (Allah'tan gel enleri hoş karşılayarak) ve O'nun nîmetlerine şükür ederek maksada kavuşmuşlardır (Ebû Ali Sakafî) Nîmetlerin en iyisi çalışarak kazanılandır (Ebü'l-Hasen-i Harkânî) Her nîmet bir külfet (zorluk) karşılığıdır (Atasözü) NİSÂ SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin dördüncü sûresi Nisâ sûresi, Medîne'de nâzil oldu (indi) Yüz yetmiş altı âyet-i kerîmedir Nisâ, kadınlar demektir Sûrede; toplum içinde kadınların hukûkî ve ictimâî yer ve değerlerinden bahsedildiği için, Sûret-ün-Nisâ denilmiştir Sûrede; İslâmiyet'te âile, kadı n ve kadın hakları, müşrikler ve ehl-i kitâbın sapık inançları, savaş yüzünden babalarını kaybeden yetimlerle dulların hukûku ve mîrâs hükümleri bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî) Allahü teâlâ Nisâ sûresinde meâlen buyuruyor ki: Ey insan! Sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsânı ve nîmeti olarak gelmektedir Her dert ve belâ da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir Hepsini yaratan ve gönderen Allahü teâlâdır (Âyet: 78) Ey îmân edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın Onlarla iyi geçinin Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın, hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz (Âyet: 19) NİSÂB: Dinde zenginlik ölçüsü İslâm dîninde, zenginlik ile fakirlik arasındaki maddî sınır Altının nisâbı (Hanefî mezhebinde)yirmi miskal (96 gram)dır (Kâşânî) Zekât vermenin farz olması için, zekât malının nisâb miktârı olduktan îtibâren bir hicrî sene sonra da mülkünde bulunması lâzımdır (Kâşânî) Ödünç alma karşılığı olan borçlar ve zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zamânı gelmiş olan müeccel (taksitli) kul borçları nisâb hesâbına katılmaz (İbn-i Âbidîn) Yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak ev gibi lüzumlu nafakayı satın almak için saklanan altın, gümüş ve kâğıt paranın hepsi nisâb hesâbına katılır (İbn-i Âbidîn) Ticâret eşyâsının altın ve gümüş üzerinden kıymetleri, nisâb miktârını bulmaz ise ve yanında altın veya gümüş de varsa, eşyânın kıymeti altın veya gümüş kıymetine eklenerek nisâb tamamlanır (İbn-i Âbidîn) Ticâret eşyâsının zekâtı, altın nisâbına göre verilir İhtiyaç eşyâsından ve kul borçları çıkarıldıktan sonra kalanın kırkta biri (yüzde iki buçuğu) zekât olarak verilir (İbn-i Âbidîn) NİSBET: 1Soy bakımından bağlılık, mensub olma Kendisini babasından başkasına nisbet eden, Cehennem'e hazırlansın (Hadîs-i şerîf-Savâik-i Muhrika) 2 Tasavvufta velî bir zâtla mânevî irtibat, feyz alma, huzûr Bir velînin kabrinden feyz almak için, o zâta karşı diri imiş gibi, edeb ve saygı göstermek, kabri üzerine basmamak lâzımdır O zât mürşîd-i kâmil (yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehber) ise kalbdeki nisbet, geç hâsıl olup, uzun zaman kalır Mürşîd-i kâmil değil ise hâsıl olan feyz ve nisbet, keskin olup çabuk gelip geçicidir (Abdülhakîm bin Mustafâ) Bâtındaki yâni kalbdeki nisbetin artmasına çalışınız Allah ismini bâzan da kelime-i tehlîli (yâni lâ ilâhe illallah sözünü) çok zikr ederek, bâzan salevât getirerek, Kur'ân-ı kerîm okuyarak Allahü teâlâya yaklaşmağa çalışınız (Abdullah-ı Dehlevî) Resûlullah'a uymak, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında bulunmak ve bu büyüklerin nisbetini kalbinde saklamak, dünyânın her nîmetinden iyidir (Muhammed Hâşim-i Keşmî) Büyüklerimizin yolu, Allahü teâlâya kavuşturan yolların en kısasıdır Başka yolların sonunda ele geçenler, bu yolun başında olanlara tattırılmaktadır Bunların nisbeti, başkalarının nisbetinin üstündedir Bütün bu üstünlükler, bu yolda sünnete yapışm ak ve bid'atten (dinde sonradan çıkarılan şeylerden) sakınmak bulunduğu içindir (İmâm-ı Rabbânî) NİYÂBET: 1Vekillik Allahü teâlâ bir hac ile üç kişiyi Cenet'e koyar 1) Vasiyet edeni, 2)Vasiyeti yerine getireni, 3) Niyâbeten hacca gideni (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Hac gibi, hem mâlî ve hem bedenî olan ibâdette, bir kimsenin malı olur fakat hac etmeye gücü yetmemesi (âcizlik) ve devamlı özürlü olması hâlinde niyâbet câiz, gücü ve kuvveti varken niyâbet câiz değildir (M Zihni Efendi) 2 Kâdı vekilliği, kâdılık Kıyâmet günü hesâba çekileceklerin ilki kâdılardır Niyâbet makâmında olanların bâzı hasletleri olması lâzımdır Yaptığı işi sevmesi, sağlam görüşlü ve azimli olması, gâfil bulunmaması, doğruluktan ayrılmayıp ciddî olması, âcizlik, yumuşak olması, is raf etmeden cömert olması, siyâset ve idâresi ilme dayanması, adâletli ve affı çok olması lâzımdır (Seyyid Alizâde) NİYÂZ: Yalvarma, yakarma, dilekte bulunma, isteme Bütün hamd ve senâlar Allahü teâlâya mahsustur O'na hamdeder, O'ndan yardım dilerim O'ndan af niyâz eder, O'na inanırım, O'na güvenirim Hidâyeti Allahü teâlâdan bekler; sapıklık, düşüklük, şüphe ve basîretsizlikten O'na sığınırım Allahü teâlânın istikâmet (doğruluk) nasîb ettiği kimse, dosdoğru yol alır O'nun saptırdığı kimse ise, ne bir dost ne de bir rehber bulabilir (Hazret-i Ebû Bekr) NİYYET (Niyet): Kasd etme, kalbin bir şeye yönelmesi İbâdetleri, emre itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek Ameller (iş, ibâdet) , niyete göre iyi veya kötü olur (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim) Kul, birçok iyi ameller işler Bu ameller mühürlü bir zarf ile melekler tarafından Allah'a yükseltilir ve bu zarf Allah'ın huzûruna konur Allahü teâlâ; "Bu zarfı atınız, zîrâ bunun içindeki amel, benim rızâm için yapılmamıştır" buyurur Sonra Allahü teâlâ melekleri çağırır ve; "Şu şu amelleri ona yazınız" buyurur Melekler; "Yâ Rabbî! O bunların hiçbirini yapmadı" derler Allahü teâlâ; "Yapmadı ama, yapmaya niyet etti" buyurur (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî) Niyet her şeyin başıdır Hayırlı işler, iyi niyetlerle, güzel maksadlarla yapılırsa, sevâbı çok olur Böyle kimseye, Allahü teâlâ doğruluk, sıhhat ve başka birçok nîmetler ihsân eder Kimin niyetinde zayıflık bulunursa, bildirilen faydalara kavuşamaz (Ebû Ali bin Kâtib) Niyet kalb ile olur Ağız ile niyet etmek bid'attir Bu bid'ate hasene demişler Halbuki bu bid'at yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor, farzı da yok ediyor Çünkü, çok kimseler, yalnız ağız ile niyet ederek, kalb ile niyet etmiyorlar Böylece, namazı n farzlarından biri olan kalb ile niyet yapılmıyor Namaz kabûl olmuyor Bu fakir, hiçbir bid'ati, hasene (güzel) olarak bilmiyorum Hiçbir bid'atte güzellik görmüyorum (İmâm-ı Rabbânî) Kıymetli oğlum! Mübahların fazlasından sakınmalısın Mübahları lüzumu kadar kullanmalısın Bunları da Allahü teâlâya kulluk etmek niyyeti ile yapmalısın Meselâ, bir şey yirken dînin emirlerini yerine getirmek için kuvvetlenmeğe, giyinirken örtünmeğe ve soğuktan, sıcaktan korunmağa niyyet etmeli ve her mübah için ve ders çalışırken böyle gerekli niyyetler yapmalıdır (İmâm-ı Rabbânî) NİZÂM: Düzen, uygunluk İnsan, etrâfını meselâ yerleri, gökleri ve yıldızların boşlukta döndüklerini, asırlar boyunca, çarpışmadıklarını, yeryüzünde, sıcaklık, basınç, hava, su miktârlarının; yapılarının, hareketlerinin tam, hayata uygun olarak ayarlanmış olduğunu, insanlar ın hayvanların, nebâtların (bitkilerin), cansız maddelerin, atomların, hücrelerin kısaca lise ve üniversitelerde okunan, tedkîk edilen, incelenen sayısız varlıkların yapılarındaki ve hareketlerindeki nizâmı görerek bunları yapan, yaratan, kudretli, bilgili bir sâhibin bulunduğunu, ister istemez kabûl etmek, O'na inanmak zorunda kalır Aklı olan kimse, kâinattaki bu azameti (büyüklüğü), nizâmı görerek hemen Allahü teâlânın varlığına inanır, müslüman olur (M Sıddîk Gümüş) NOEL GECESİ: Hıristiyanların 25 Aralık veya buna yakın bir târihte Îsâ aleyhisselâmın doğduğunu kabûl ettikleri gece Noel gecesi hazret-i Îsâ'nın doğumu kabûl edilen gün olarak bilinmekte ise de Îsâ aleyhisselâmın doğum günü kesin belli değildir Kudüs civârında dünyâya gelen hazret-i Îsâ'nın doğumu hakkında, o zamâna âit eserlerde, hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır En küçük hâdiseleri bile yazan Roma târihçileri bu hususta derin bir sükût içindedirler Yunanca, İbrânice eserler yazanlar da aynı şekilde bu konuya ilgisizdirler Putperestlikten hıristiyanlığa dönen Büyük Kostantin'in yılbaşı olarak kabûl ettiği noel, ilmî ve târihî bir hakîkate dayanmamaktadır Bu sebeble noel, efsâneden öteye bir mânâ taşımamaktadır Noel gecesinin ve gününün İslâmiyet'te yeri hiç yoktur (Yeni Rehber Ansiklopedisi) Bizans imparatoru Büyük Kostantin putperest iken mîlâdın 313 yılında nasrâniyeti kabûl etmiş, bütün İncîl'lerin birleştirilerek yeni bir İncîl'in yazılmasını emretmişti Yeni yazılan İncîl'e eski dîni olan putperestlikten birçok şey sokturdu Noel g ecesinin de yılbaşı olmasını kabûl etti Böylece yeni bir hıristiyanlık dîni kuruldu (M Sıddîk bin Saîd) NOKTA-İ CEVVÂLE: Dâimî hareket hâlindeki nokta Dâire şeklinde hızlı dönen bir nokta Vehm (zan) ve hayâl, nokta-i cevvâleyi hâricde dâire şeklinde görür Hâlbuki hakîkatte dâire yoktur Nokta vardır Fakat vehm ve hayâl bakımından, hâricde dâirenin bulunması hakîkîdir Bunun gibi vahdet-i vücûd (Mahlûkâtı tek bir varlık olarak görme) her bakımdan hakîkîdir Birden ziyâde varlık ise vehm ve hayâl bakımından hakîkîdir (İmâm-ı Rabbânî) NÛH ALEYHİSSELÂM: Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden Peygamberlerin büyükleri olan ve kendilerine Ülü'l-azm denilen altı peygamberin ikincisi İdrîs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderildi Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Muhakkak biz Nûh'u (aleyhisselâm) kavmine resûl (peygamber) olarak gönderdik (A'râf sûresi: 59) Biz Nûh'u (aleyhisselâm) kavmine peygamber olarak gönderdik O, onlara dedi ki:Ben sizi Allahü teâlânın azâbıyla korkutuyorum ve azâbdan kurtuluşun çâresini açıklıyor beyân ediyorum Allahü teâlâdan başkasına ibâdet etmeyin Bana muhâlefet etmeniz hâlinde bir gün üzerinize elem verici çok şiddetli bir azâbın gelmesinden korkuyorum (Hûd sûresi: 25,26) Nûh (aleyhisselâm) "Bismillah" ve "Elhamdülillah" demeden büyük olsun, küçük olsun herhangi bir iş yapmazdı Bu sebeple Allahü teâlâ onu "Çok şükredici bir kul" olarak isimlendirdi (Hadîs-i şerîf-Taberânî, İbn-i Cerîr) İdrîs aleyhisselâm göke çıkarıldıktan sonra, insanlar azdı Doğru yoldan ayrıldı Putlara yâni heykellere tapmaya başladılar Cenâb-ı Hak bunlara Nûh aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi O zaman elli yaşında idi Onları yıllarca dîne dâvet etti, putlara tapmaktan sakındırdı ve Allahü teâlâya ibâdet etmelerini söyledi Nûh aleyhisselâma kendi oğlu Yâm yâni Ken'ân bile îmân etmedi Nûh aleyhisselâmı alaya alıp işkence ettiler Nûh aleyhisselâm onlara bedduâ etti Allahü teâlâ ona gemi yapmasını emretti Gemi bitince tûfân oldu Nûh aleyhisselâm mü'minler (inananlar) ile gemiye bindi Üç katlı olan gemiye binenlerin sayısı seksen kişi kadardı Nûh aleyhisselâm gemisine her hayvandan da birer çift aldı Oğlu Ken'ân'ı da gemiye almak için çağırdı fakat o, ben bir dağa çıkar kurtulurum diyerek gemiye binmedi Bir dalga gelip oğlunu aldı ve boğdu Sular dağları aştı İnsanlar ve hayvanlar telef oldu Altı ay sonra yağmurlar durdu, sular çekildi Gemi Irak'taki Cudi dağına oturdu Nûh aley hisselâma inanıp gemiye binenler kurtuldu Daha sonra insanlar Nûh aleyhisselâmın; Sâm, Hâm ve Yâfes adlı üç oğlundan türedi (çoğaldı) Bunun için Nûh aleyhisselâma ikinci Âdem aleyhisselâm denildi Nûh aleyhisselâm bin yaşında vefât etti (Sa'lebî, Taberî, Nişâncızâde) NÛH SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yetmiş birinci sûresi Nûh sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yirmi sekiz âyet-i kerîmedir Nûh aleyhisselâmın, peygamber olarak gönderilişi ve mücâdeleleri anlatıldığından sûreye, Sûret-ün-Nûh denilmiştir Sûrede; Nûh aleyhisselâmın peygamber gönderilmesi, kavmini îmâna d âveti, onların inkârlarında devâm etmeleri ve Nûh tûfânı anlatılmaktadır (İbn-i Abbâs, Vehb bin Münebbih, Taberî, Sa'lebî) Allahü teâlâ Nûh sûresinde meâlen buyurdu ki: Gerçekten biz, Nûh'u kavmine gönderdik "Kavmine acıklı bir azâb gelmezden önce onları korkut" diye (Nûh onlara) dedi ki: "Ey kavmim! Muhakkak ki ben, size (azâb ile korkutan) açık bir peygamberim; Allah'a ibâdet edin, O'ndan korkun ve bana da itâat edin" (Âyet: 1-3) Nûh şöyle demişti: "Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını sapıtırlar ve ancak bir nankör fâcir doğururlar Rabbim! Beni, ana-babamı, mü'min olarak evime gireni, bütün mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla Zâlimlerin ise, ancak helâkini artır (Âyet: 26-28) Kim Nûh sûresini okursa, sanki Nûh'un (aleyhisselâm) dâvetini idrâk eden (kabûl eden) mü'minler gibi olur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) NUKÛD: Basılmış altın ve gümüş paralar Müfredi (tekili) Nakddır NÛR: 1Aydınlık, ışık, feyz, bereket ihsân Kur'ân-ı kerîm okunan evden, arşa kadar nûr yükselir (Hadîs-i şerîf-Sünen) Müslümanlıkta beyazlayan kıllar, kıyâmet günü nûr olacaklardır (Hadîs-i şerîf-Berîka) Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Ebû Zer-i Gıfârî hazretlerine; "Sana Kur'ân-ı kerîmi okumayı tavsiye ederim O, senin için yeryüzünde nûr, gökte meleklerin övgüsüdür" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Kitâbu Metcer-ur-Râbih) Âşıkların kalbleri, Allahü teâlânın ihsân ettiği nûr ile aydınlanır Konuşurlarsa dudaklarından nûr saçılır (İsmâil Fakîrullah) Evlerinizi Allahü teâlâyı anmak sûretiyle nûrlandırınız Evlerinizi onda namaz kılarak nasîplendiriniz Allahü teâlâya yemîn ederim ki, böyle yapanlar gök ehli arasında tanınırlar Gök ehli; "Falan oğlu falan, evini, Allahü teâlâyı anarak süslüyor" d erler (Kâ'bü'l-Ahbâr) Vekî'e (Vekî bin Cerrah'a) unutkanlığımdan şikâyette bulundum Ma'siyeti (günâhı) terk eyle diye nasîhat etti "İlim, envâr-ı ilâhiyyeden (ilâhî nurlardan) bir nurdur Allahü teâlâ, âsî (günah işleyen) kuluna, bu nûru vermedi (İmâm-ı Şâfiî) 2 Kur'ân-ı kerîm O hâlde Allah'a, O'nun peygamberlerine ve indirdiğimiz o nûr'a îmân edin Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır (Tegâbün sûresi: 8) 3 Îmân Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlânın nûr vermediği kimsenin nûru olmaz (Nûr sûresi: 40) Allahü teâlânın nûr vermediği kimse münevver (nûrlu) olmaz (Abdülhakîm Arvâsî) 4Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından Tam ve kusursuz olarak zâhir olup her şeyi ortaya çıkarıcı, yaratıcı veya göktekileri ve yerdekileri nûru ile hidâyet edici, doğru yolu gösterici, gökleri; güneş, ay ve yıldızlarla yeri; peygamberler aleyhimüssel âm, âlimler, mü'minler (inananlar) ile yâhut bitkilerle ve ağaçlarla tezyîn eden, süsleyen Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlâ göklerin ve yerin nûrudur (Nûr sûresi: 35) En-Nûr ism-i şerîfini söyleyenin kalbi nurlanır (Yûsuf Nebhânî) Nûr Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin yirmi dördüncü sûresi Nûr sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) Altmış dört âyet-i kerîmedir Otuz beşinci âyetinde Allahü teâlânın, göklerin ve yerin nûru olduğu bildirildiği için, Sûret-ün-Nûr denilmiştir Sûrede, zinâ suçu işleyen kadın ve erkekler ile zinâ iftirâsında b ulunanların cezâları, evlere girerken izin istemek, selâm vermek gibi muâşeret kuralları, harama bakmanın kötülüğü, kadınların örtünmeleri ile müslümanların Peygamber efendimize saygı göstermeleri gerektiği bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, İmâm-ı Gazâlî, Râzî, Taberî) Allahü teâlâ Nûr sûresinde meâlen buyuruyor ki: Ey Resûlüm! Mü'minlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar! Îmânı olan kadınlara da, söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekten korusunlar (Âyet: 30) Nûr-ı İlâhî: İlâhî nûr Allahü teâlânın ihsân ettiği mânevî aydınlık, mânevî ilim Kur'ân-ı kerîmi anlıyabilmeleri için, Allahü teâlâ, müctehîd denilen âlimlere aklî ve naklî ilimleri anlama kuvveti ile keskin zekâ ve çok akıl ve daha nice üstünlükler ihsân eylemiştir Bu üstünlüklerin başında takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlar dan sakınma) gelmektedir Bundan sonra kalblerindeki nûr-ı ilâhî gelmektedir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) Nûr-ı Nübüvvet: Peygamberlik nûru Sahâbe-i kirâm, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetiyle şereflenip, ef'âlini ve ahvâlini (işlerini ve hâllerini) gördüler Her husûsta O'na uyup, yardımcı oldular ve Nûr-ı nübüvvetten doğrudan faydalanarak, herbiri yüksek derecel ere kavuştular (Abdullah-ı Dehlevî) Nûr-ı Pâki Muhammedî: Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) temiz, mübârek nûru Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem her nereye gitmek murâd eylese, O'nun nûr-ı pâki, kendinden evvel varırdı Her kimin yanında dursa mübârek boyu, dört parmak kadar yüksek görünürdü (Kutbüddîn İznikî) NÛRÂNÎ: Nûrlu, ışıklı, parlak, münevver Alev iki kısımdır Biri zulmânî (karanlık) ikincisi nûrânî Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmıştır İnsanlar toprak maddelerinden yaratıldığı hâlde, Allahü teâlâ bu maddeleri, organik ve organize hâle, et ve kemiğe çevirdiği g ibi, melekler ve cinde alev şekli değişerek, onlara mahsûs latîf, her şekle dönebilen bir hâle gelmiştir (Abdülhakîm bin Mustafâ) İmâm-ı Kastalânî, zamânındaki insanların en nûrânî yüzlüsü olup, uzun boylu idi Kur'ân-ı kerîmi, on dört rivâyet üzere çok güzel okurdu Okumasından en katı kalbli kişilerin kalbi yumuşar, dayanamayıp gözyaşı dökerlerdi (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî) NUSAYRÎ: Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) iftirâ eden şîanın kollarından On birinci imâm olan Hasen bin Ali Askerî'nin adamlarından olduğunu söyleyen İbn-i Nusayr adındaki bozuk inanışlı kimseye uyanlar Eshâb-ı kirâma iftirâ eden şia, üç grupta toplanmaktadır:Birincisi, Tafdiliyye; hazret-i Ali, Eshâbın en üstünüdür, diyorlar İkincisi, Seb'iyye; Eshâb-ı kirâmdan birkaçından başkası zâlim, kâfir oldu diyorlar Bunlar, sebbediyor (söğüyor), kötülüyor lar Üçüncüsü Gulât; hazret-i Ali tanrıdır diyorlar Sebeiyye ve Nusayriyye fırkaları da böyledir İbâdet etmezler (Abdülazîz Dehlevî) NUSH: Nasîhat, öğüt (Bkz Nasîhat) Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr, Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir (Ziyâ Paşa) NUSRET-İ İLÂHÎ: Allahü teâlânın yardımı, imdâd-ı ilâhî, ilâhî yardım Eshâb-ı kirâmdan bâzıları Huneyn gazâsında, askerin çokluğunu görerek, artık biz hiç mağlûb olmayız dedi Bu sözler Resûlullah'ın mübârek kulağına gelince üzüldü Bunun için harbin başlangıcında nusret-i ilâhî yetişmeyip, mağlûbiyet başladı Sonra, c enâb-ı Hak merhamet ederek, zafer nasîb eyledi (Hâdimî) Ben demek yâni nefsine güvenmek kendini üstün görmek felâkettir Nusret-i ilâhînin gelmesine mâni olur (İmâm-ı Rabbânî) NÜBÜVVET: Peygamberlik; insanları Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, onlara doğru yolu göstermek için Allahü teâlâ tarafından seçilmiş kimselere verilen peygamberlik vazîfesi (Bkz Nebî) Nübüvvet Yolu: Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yol, vilâyet yolu (sülûk yolu)dur (Bkz Vilâyet Yolu) Nübüvvet yolu aslın aslına kavuşturur Eshâb-ı kirâm bu yoldan kavuştular Sonra gelenlerden pek az kimse de bu yoldan maksada ermiştir İmâm-ı Rabbânî hazretleri (nübüvvet yoluyla vâsıl olmuş, kavuşmuştur (Abdullah-ı Dehlevî) NÜCEBÂ: Allahü teâlânın tanınıp bilinmeyen velî kullarından bir topluluk Nücebâ, insanların imdâdına yetişip, işlerinde dara düştükleri zaman yardımcı olurlar Onların belâlardan korunmasına sebeb olurlar (Molla Câmî) NÜKTE: 1 Güzel mânâlı söz Nükte: "Malı seviyorsan yerine sarf et de, sana sonsuz arkadaş olsun Eğer sevmiyorsan ye de yok olsun" (Abdullah-ı Ensârî) Nükte yaparken dikkat etmeli, dinleyicilerin yanlış anlıyacağı nüktelerden sakınmalıdır (Seyyid Alizâde) 2 Derin düşünerek ve zihni yorarak ilmî, edebî veya başka bir söz ve yazıdan çıkarılan ince mânâ Meselâ bu sözde bir nükte vardır, bu şiirin nüktelerini anlamak kolay değildir, denir NÜKÛL: Dönme, cayma, vazgeçme; bir malı satın aldıktan sonra vazgeçerek satıcıya geri verme Ayıplı (özürlü) mal satıcıya iâde edilir, geri verilirse, bu satıcı da, kendine satana geri çeviremez İkisinden birinin ikrâr (kabûl) etmesi veya nükûl etmesi lâzımdır veya şâhidlerin dinlenmesiyle hâkim karar verir (Ali Haydar Efendi, Mecelle) NÜSÜK: İbâdet Hac ve umrede yerine getirilmesi lâzım olan işlerin herbiri (Bkz Menâsik) Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: De ki: "Şüphesiz benim namazım, nüsüküm, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir (En'âm sûresi: 162) NÜZÛL: İnmek Tasavvuf yolunda ilerleyerek, sebebler âlemini görmeyip yalnız sebeblerin sâhibini yâni Allahü teâlâyı bilme hâline ulaşan bir velînin insanları irşâd ve terbiye için, tekrar sebebler âlemine inmesi İnsanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan rehber ne kadar çok nüzûl ederse, rehberliği, irşâdı (doğru yolu göstermesi de) o kadar kuvvetli olur İrşâd edebilmek için tâlib (tasavvufta yetişen talebe) ile rehberin yakın olması lâzımdır Bu da rehb erin aşağı dereceye yâni tâliblerin derecesine nüzûl etmiş olması ile olur (İmâm-ı ON İKİ İMÂM: Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i beytinden (akrabâsından) olup, tasavvufun vilâyet yolunda en yüksek derecelere ulaşmış olan on iki büyük zât Bunların hepsine birden Eimme-i İsnâ aşere de denir On iki imâm; Ali bin Ebî Tâlib, Hasen, Hüseyn, Zeyne'l-âbidîn, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî ve Muhammed Mehdî'dir (Abdülazîz Dehlevî) Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve selem gelen feyzler (mânevî yardımlar) ve mârifetler (mânevî ilimler) hep hazret-i Ali'nin vâsıtasıyla gelir Fâtımat-üz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhüm) bu makamda hazret-i Ali ile ortaktırlar Öyle sanıyorum ki, hazret-i Ali dünyâya gelmeden önce de bu makamda idi Vefât ettikten sonra da bu yolda her velîye gelen feyzler, hidâyetler (mânevî ilimler) yine onun vâsıtası ile gelmektedir Çünkü kendisi bu yolun en yüksek noktasında bulunuyor Bu makâmın sâhibi odur Hazret-i Ali vefât edince ondan yayılan feyzler hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn vâsıtası ile geldi Daha sonra on iki imâmdan sağ olanları da vâsıta oldular Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler bu on iki imâm vâsıtasıyla geldi Abdülkâdir-i Geylânî velî oluncaya kadar hep böyle idi (İmâm-ı Rabbânî) Ehl-i beyti seven ve on iki imâmın yolunda olanlar Ehl-i sünnettir (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundadır) Doğru yoldan ayrılanlar, on iki imâmı sevme adı altında on iki imâma iftirâ edip haklarında kötü sözler sarf etmektedirler Doğru yold aki İslâm âlimleri hiçbir zaman on iki imâm hakkında iftirâda bulunmamışlar, bilhassa on iki imâmın sevgisinin, son nefeste îmân ile gitmeye vesîle olacağını bildirmişlerdir On iki imâmda Resûlullah efendimizin zerreleri vardır Bunlara kıymet vermek, saygı göstermek her müslümanın vazîfesidir (Abdülazîz Dehlevî) ORTA YOL: Îmân ve ibâdetlerde yâni dinde Ehl-i sünnet (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olan) âlimlerin gösterdiği ve bildirdiği doğru yol (Bkz Ehl-i Sünnet) Orta yolun sağında ve solunda olmak iyilikten ayrılmak olur Orta yoldan uzaklığı kadar iyiliği azalır Hak yol orta yoldur (Hâdimî) ORTODOKS: Hıristiyanlık mezheblerinden Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup, merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir Roma İmparatoru Konstantin üç yüz on senesinde hıristiyanlığa izin verdi Kendi de hıristiyan oldu İstanbul şehrini yaptı Roma'dan İstanbul'a taşındı Fakat bu dînin esasları bozulmuş, unutulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak oldu Mîlâdın 395 senesinde Roma Devleti ikiye ayrıldı 1054 (H446)'da İstanbul patriği olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'daki patriğe tâbi olanlara ortodoks denildi Kiliselere resimler, heykeller kondu (M Sıddîk Gümüş) Şark kiliseleri olarak da bilinen ortodoks dünyâsında İstanbul'dan başka İskenderiye, Antalya ve Kudüs'te de patriklik vardır Çok sayıda millî kiliseler bu dört patrikliğe bağlıdır (Yeni Rehber Ansiklopedisi) Ortodoks mezhebini diğer hıristiyan mezheplerinden ayıran noktalardan bâzıları şunlardır: Rûhânî başkanları patriktir Papanın üstünlüğünü, hazret-i Îsâ'nın vekîli olduğunu, yanılmazlığını kabûl etmezler Rûh-ul-kuds'ün (kutsal rûhun) oğul yoluyla ba badan çıktığını ileri sürerler İbâdetlerini her ülkenin diliyle yaparlar Papazlar evlenebilir, keşişler, piskoposlar ve patrikler evlenemez Boşanma bâzı şartlara bağlı olarak vardır (Yeni Rehber Ansiklopedisi) ORUÇ: İslâm'ın beş şartından biri Fecrin (tan yerinin) ağarmasından yâni imsaktan güneş batıncaya kadar yimeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılındı Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan sakınırsınız (Bekara sûresi: 183) Oruç bana mahsustur Onun karşılığını ben veririm (Hadîs-i kudsî-Buhârî) Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Oruç tutan çok kimse vardır ki, onların orucu yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir peygambere vermemiştir 1) Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder Rahmet ile baktığı kuluna hiç azâb etmez 2) İftar zamanında, oruçlunun ağzının kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir 3) Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ eder 4) Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhirette vermek için Ramazân-ı şerîfte Cennette yer tâyin eder 5) Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü'minlerin hepsini affeder (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb) Çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği yer Cehennemdir (Hadîs-i şerîf-Zevâcir) Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin Zîra evlenmek gözü haramdan daha çok meneder İffeti de öylece korur Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın Çünkü oruç onun için bir enemidir (Şehveti kesen, nefsi kıran hafif bir ameliyye gibidir) (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce, orucu bırakınız (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât) Vazîfe olduğuna inanmayarak, ehemmiyet vermeyerek, hafîf görerek namaz kılmamak, oruç tutmamak, zekât vermemek küfür olur (Hâdimî) Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatlarıyla sıfatlanmaktır Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir (Muhammed Bâkibillah) Oruç tutmanın on bir faydası vardır: Cehennem'e kalkan olur Diğer ibâdetlerin kabûlüne sebeb olur Bedenin zikri olur Kibri kırar Ucbu (yaptığı ibâdetleri ve hayırları beğenmeyi) kırar Huşû'u (Allah korkusunu) arttırır Sevâbı mîzânda (kıyâmet gü nü terâzide) ağır gelir Allahü teâlâ o kulundan râzı olur Îmân ile vefât ederse, Cennet'e erken girmeğe sebeb olur Kalbi ve aklı nûrlanır (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî) Ramazân-ı şerîf orucunu ta'zîm (hürmet ve kıymet vererek) ve vakar ile tut Her kim Ramazan orucunu güzelce tutsa, haramlardan sakınsa, kazâ namazlarını kılsa, Hak teâlâ hazretleri her gün için, bin gün nâfile oruç tutmuş gibi sevâb ihsân eyler ve o kimse ile Cehennem arasına birçok perdeler konur (Süleymân bin Cezâ) Oruç Kazâsı: Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması Oruç Keffâreti: Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı Oruç keffâreti cezâsı, mübârek Ramazân ayının hürmet ve nâmus perdesini yırtmanın karşılığıdır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Oruç keffâreti olan, bir köle âzâd eder Köle âzâd edemeyen ard arda altmış gün oruç tutar Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özürle veya bayram günlerine rastlamak sebebiyle bozulursa veya Ramazâna rastlarsa yeniden altmış gün tutmak lâzım olur Kadın hayız ve nifas sebebiyle bozunca yeniden başlamaz Temizlenince geri kalan günleri tutarak altmışa tamamlar (İbn-i Âbidîn, Tahtâvî, Mehmed Zihnî) Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, oruç keffâretini tutamayan kimse altmış fakiri, bir gün sabah-akşam olmak üzere iki defâ, yâhut bir fakiri, sabah-akşam olmak üzere altmış gün doyurur (Tahtâvî, Mehmed Zihnî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-02-2008 | #38 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükArkadaşlar biraz ara vermek istiyorum inşallah devam edeceğim gözlerim çok yoruldu |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #39 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükMÜELLEFE-İ KULÛB: Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler Kalblerine îmân yerleştirilmesi istenilen veya yeni îmân etmiş müslümanlar ve kötülükleri önlemek istenilen bâzı kâfirler olup, zekât verilen sekiz sınıftan biri iken hazret-i Ebû Bekr zamânında kendilerine z ekât verilmesinin nesh yâni hükmünün kaldırıldığı husûsunda Eshâb-ı kirâmın icmâı (sözbirliği) bulunan kimseler Hazret-i Ebû Bekr zamânında, beytülmâl (devlet hazînesi) emîni (vazîfelisi) olan hazret-i Ömer, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf okuyarak müellefe-i kulûb olanlara zekât verilmesini Resûlullah nesh eylemiştir, kaldırmıştır, dedi Halîfe ve Eshâb-ı kirâ mın hepsi bunu kabûl ettiler; artık bunlara zekât verilmemesi için icmâ, söz birliği hâsıl oldu Nesh, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında olur İcmâ ise, Peygamber efendimizin vefâtından sonra olur İslâmiyet'e yardım için, düşmanın zararını önlemek için onlara mal, para her zaman ödenir Fakat beytülmâlin zekât bölümünden değil, başka bölümünden ödenir Görülüyor ki, müellefe-i kulûb denilen kimselere ödeme yapılması yasak edilmemiş, onlara zekât verilmesi yasak edilmiştir (İbn-i Âbidîn) MÜEZZİN: Ezân okuyan kimse Her kim ezân-ı Muhammedîyi işittiği zaman müezzin ile berâber hafifçe okursa, her harfine bin sevâb verilir, bin günâhı affolur (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli) Ezân-ı Muhammedîye ta'zîm ve hürmet edenler ve onun harflerini, kelimelerini değiştirmeden, bozmadan ve tegannî etmeden minâreye çıkıp sünnete uygun okuyan müezzinler, yüksek derecelere vâsıl olacaklardır (Süleymân bin Cezâ) MÜFESSER: Açıklanan Usûl-i fıkıhta, nass denilen lafzdan daha açık olan lafızdır Nass, sevkedildiği mânâya açıkça delâlet eden lafızdır Kur'ân-ı kerîmde bulunan salât, zekât gibi kapalı kelimeler, Peygamber efendimiz tarafından açıklanmıştır Böylece bu kapalı kelimeler, müfesser hâline gelmiştir Müfesserlerle amel etmek vâcibdir (Serahsî) MÜFESSİR: Kur'ân-ı kerîmi tefsîr eden; Allahü teâlânın kelâmında, murâd edilen, kasdedilen mânâyı anlayan âlim Müfessirler, uyumayarak, dinlenmeyerek, istirâhatlarını fedâ ederek, hadîs-i şerîfleri toplayıp tefsîr kitaplarını yazmışlardır Bu tefsîr kitaplarını anlıyabilmek için otuz sene durmadan çalışıp, İslâm'ın yirmi ana ilmini, iyi öğrenmek lâzımdır (Seyyid Abdülhakîm) Müfessirlerin baş tâcı Kâdı Beydâvî'dir Tefsîr ilminde, en büyük dereceye yükselmiştir Her meslekte senettir Her mezhebde önderdir Her düşüncede rehberdir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) MÜFLİS: 1İflâs eden Bir vasî (bir yetimin veya akılca zayıf ve hasta olan bir kimsenin malını idâre eden kimse), yetîmin (babası veya anası-babası ölmüş çocuğun) ekim arâzisini bir müflise satsa; satış gözden geçirilir Eğer bu uygun satış ise, kâdı (hâkim), müşteriye ü ç gün mühlet tanır İmkânı olursa, bu müddet içinde malın bedelini öder, değilse, satış bozulur (Ebü'l-Leys Semerkandî) 2 Dünyâda iken insanların haklarını yemiş, onları dövmüş, sıkıntı ve eziyet vermiş; bu sebeblerle âhirette hesâblar görülürken, hakkı olanlara bütün günahları verilip, hiç sevâbı kalmayan ve hak sâhiplerinin günâhlarını yüklenerek, Cehennemlik olan kimse Resûlullah efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; "Müflis kimdir, biliyor musunuz?" buyurdu Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin arkadaşları); "Bizim bildiğimiz müflis; parası, malı olmayan kimsedir" dediler Bunun üzerine; "Ümmetimden müflis şu kimsedir ki, kıyâmet günü namazları ile oruçları ile ve zekâtları ile gelir Fakat; kimisine sövmüştür, kiminin malını almıştır, kiminin kanını akıtmıştır, kimini dövmüştür Hepsine bunun sevâblarından verilir Haklarını ödemeden önce sevâbları biterse, hak sâhiblerinin günâhları alınarak buna yüklenir Sonra Cehennem'e atılır" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Âhirette müflis olmaktan çok korkmalıdır Onun için kimsenin hakkını yememeli, herkese güler yüzle muâmele etmelidir (Seyyid Abdülhakîm) Huzûruna müflis olarak geldim, Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim Şu boş zembilime elini uzat, O mübârek eline güvenirim (Şâh-ı Nakşibend) MÜFRİD HACI: İhrâma girerken ömreye niyet etmeyip yalnız hac yapmağa niyet eden kimse (Bkz Hac) Mekke'de oturanlar yalnız müfrid hacı olur (M Mevkûfâtî) MÜFSİD: 1 Başlanılan ibâdeti bozan şeyler Dünyâ kelâmı konuşmak, kendisi işitecek kadar gülmek, sakız çiğnemek, farzın birini özürsüz terk etmek, namazın müfsidlerindendir (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî) 2Karışıklık çıkaran ve bozgunculuk yapan Yalnız hadîs-i şerîf okuyup, fıkıh öğrenmeyen kimse dinde müfsiddir (Ebü'l-Leys Semerkandî) MÜFTÂBİH: Müctehid âlimlerin ictihadlarının (kavillerinden, sözlerinden) kendisiyle fetvâ verilen Her müslümanın ibâdet yaparken ve haramdan sakınırken kendi mezhebi âlimlerinin "Müftâbih olan budur", "En iyisi budur", "En doğru söz budur" gibi bildirdiklerine uyması lâzımdır (İbn-i Âbidîn) MÜFTERÂ HADÎS: Peygamberlik iddiâsında bulunan Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbi ile inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri (Bkz Hadîs) MÜFTÎ (Müftü): Fetvâ veren 1 Vilâyet ve kazâlarda din işlerine bakan, İslâm âlimlerinin dînî bir konuda vermiş oldukları hükümleri yâni fetvâyı, insanlara bildiren kimse; nakleden me'mur Birçok işlerde âdet, nass (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin hükümleri) gibidir Bir işin nasıl yapılacağı nass ile bildirilmemiş ise, müctehidlerin ictihâdları ile yâni dînî konuda verdikleri hükümle yapılır Bir iş üzerinde çeşitli ictihâdlar va rsa, müftî, bunlar arasında, zamâna ve âdete uygun ve elverişli olanını seçer Zamâna, âdete uymak bu demektir Yoksa, dînin emirlerini değiştirmek, ibâdetleri bırakarak, haramları işlemek demek değildir (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî) Müftî, ictihâd etmeğe ehliyetli değilse, İslâm âlimlerinin kitablarında açıkladıkları bilgileri, nakledip halka bildirmekten başka yetkiye sâhib değildir (Müftî Mahmûd Efendi) Müctehîd olmayan müftîlerin, âyet ve hadîslerden herhangi bir hüküm çıkarmağa yetkileri yoktur Çünkü âyet ve hadîslerden hüküm çıkarabilmek için müctehîd olmak şarttır (İbn-i Âbidîn) Fâsıkın (açıktan günâh işleyenin), müftî olması uygun değildir Bunun verdiği fetvâlara güvenilmez Çünkü fetvâ vermek, din işlerindendir Din işlerinde fâsıkın sözü kabûl edilmez Dört mezhebde de böyledir Böyle müftîlere bir şey sormak câiz değild ir Müftînin müslüman ve akıllı olması da, söz birliği ile şarttır (İbn-i Âbidîn) 2Fetvâ veren, yâni herhangi bir şeyin, İslâm dînine uygun olup olmadığını bildiren, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden doğrudan hüküm çıkaran kimse, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yâni İslâmiyet'i bildiren âlim Müftînin, müctehîd (dînî bir hüküm verebilecek makâma yükselmiş âlim) olması vâcibdir (gerekir) Mutlak müctehîd (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm, mânâ çıkarabilen dinde müctehîd âlim)olmayan müftînin, fetvâ (dînî bir hüküm, karar) vermes i haramdır Böyle müftîlerin, müctehîdlerin fetvâlarını nakletmesi câizdirMüctehîd olmayan müftîden yeni bir fetvâ istemek câiz değildir (Mahmûd bin Abdülgayyûr Pişâvûrî) Gerçekte müftî müctehiddir Eğer müctehid değil de müctehidlerin sözlerini naklediyorsa, bu şahıs müftî değildir (Fetevâ-i Hindiyye) Bütün İslâm âlimleri ittifakla bildiriyorlar ki: Müftîler, muhakkak ictihâd ehli, yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm, mânâ çıkarmaya ehliyetli, yetkili olmalıdırlar (Kâdı Zâhireddîn Buhârî) Müftî-yi Mâcin: Din bilgilerini fıkıh kitablarından öğrenmeyip, kendi düşüncelerini din bilgisi olarak söyleyen, müslümanları mezhebsiz yapan câhil din adamı |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #40 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükMüftî-yüs-Sekaleyn: İnsanlara ve cinnîlere fetvâ veren büyük âlim Ahmed ibni Kemâl, Osmanlıların dokuzuncu şeyhülislâmı idi Cinnîlere de fetvâ verirdi Bunun için, müftî-yüs-sekaleyn adı ile meşhûr oldu Tefsîr, fıkıh ve hadîste derin âlim idi Çok kitâb yazdı (İbn-i İmâd) Müftî-yüs-sekaleyn Ahmed ibni Kemâl hazretleri buyurdu ki: "Müslümanlara îmândan sonra farz olan ilk şey, beş vakit namazdır Çünkü namaz, dînin direği ve âhiret amellerinin başıdır Bunun için Peygamber efendimiz; "Her şeyin bir direği vardır Dînin direği de namazdır" buyurdu Müftî-yüs-sekaleyn Ebüssü'ûd Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân ve İkinci Selîm'in saltanatları zamânında otuz sene Şeyhülislâmlık yaptı (Atâî) MÜHÂYEE: Müşterek (ortak) bir mal, bâki (sâbit) kalmak üzere bu malın menfeatini taksim etmek Mislî eşyâda yâni çarşıda aynı evsâfta (özellikte) benzeri bulunan eşyâda mühâyee olmaz Ev, tarla; zaman veya mekân ile mühâyee olur (Mecelle) MÜHEYMİN (El-Müheymin): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden); her mahlûkun (yaratılmışın) ömrünü, amelini, rızkını, ecelini, nefeslerini, sözlerini bilen, gören, onların bütün hallerinden haberdâr olan Müheymin yalnız Allahü teâlâya mahsûs isimlerdendir Bunu insanlara isim yapmak haramdır (Abdülganî Nablüsî) Her kim gusül abdesti aldıktan veya namazdan sonra el-Müheymin ism-i şerîfini söylerse, kalbi aydınlanır, himmet ve şerefe kavuşur Hâfızası kuvvetlenir, unutkanlığı gider (Yûsuf Nebhânî) MÜHR-İ NÜBÜVVET: Peygamberlik mührü; Peygamber efendimizin mübârek sırtı ortasında, sol küreğine yakın kalbi hizâsında bulunan nübüvvet mührü Gümüş teninde, letâfet vardı, İrice Mühr-i nübüvvet vardı Sırtında idi, Mühr-i nübüvvet, Sağ tarafına yakındı elbet Bildirdi bize edenler ta'rîf, Bir büyük ben idi, mühr-i şerîf Rengi, sarıya yakın, karaydı, Güvercin yumurtası kadardı Etrâfını çevirmiş, sanki hatlar, Birbirine bitişik, kılcağızlar (M Sıddîk Gümüş) MÜKÂBERE: Hakkı, doğruyu işitince, kabûl etmemek, inâd etmek, kendini büyük görmek (Bkz Kibir) MÜKÂFÂT: İyi karşılık Oruç yalnız benim içindir, onun mükâfâtını ben veririm (Hadîs-i kudsî-Şir'at-ül-İslâm) Günâhlar unutulmaz, mutlaka cezâsı verilir İbâdetler çürümez, sevâb ve mükâfâtı verilir (Mâverdî) Cömertlikten doğan güzel huylar vardır Bunlardan biri de mükâfâttır yâni iyiliğe karşı iyiliktir (Ali bin Emrullah) Yâ Rabbî! Artık sana rücû etmek (dönmek) zamânım çok yakın Bundan sonraki, dünyâ ve âhiret hayâtımın safhaları şu olacak: Dünyâ elemleri, sekerât-ül-mevt (ölüm hâli), kabir hayâtı, haşr (dirilip toplanma) âlemi, mükâfât ve mücâzât (cezâ) ihtimâlleri (Hayri Aytepe) MÜKÂŞEFE: Kalb gözü ile görmek Tasavvuf yolunda olanların kalbine gelen müjdeler üç kısımdır Bunlar; rüyâ, vâkıa (uyku ile uyanıklık arasında) ve mükâşefeler hâlindedir Mükâşefelerle gelen müjdelerin yüzde doksanı hak ve hakîkate uygundur Mükâşefe derecesine ulaşanların, delîl bulmaya ve sebeb aramaya ihtiyâçları yoktur Gayb nîmetlerine kavuşmuş, zan ve şüphe hücumlarına uğramaktan kurtulmuşlardır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Allahü teâlâ bilinmez ve anlaşılamaz Görülebilen, anlaşılabilen şühûd ve müşâhede yoluyla belli olan her şey, O değildir Allahü teâlâ ötelerin ötesidir (İmâm-ı Rabbânî) MÜKÂTEB: Efendisi ile anlaşıp belli bir ücret ödeyince hür olacak köle Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Hayır ve tâat; Allahü teâlâya, âhiret ve meleklere ve Allahü teâlânın indirdiği kitablara ve peygamberlere îmân etmektir Ve Allahü teâlânın rızâsı için muhabbet ile malını; fakir akrabâsına, fakir yetimlere ve muhtaçlara, yolda kalmışlara (garib yolculara, misâfirlere) , isteyen fakirlere ve mükâteb kölelere ve esirlere vermektir (Bekara sûresi: 177) MÜKELLEF: Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse (Bkz Ef'âl-i Mükellefîn) Mükellef olan erkek ve kadının birinci vazîfesi; Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid (îmân ve îtikâd) bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır (İmâm-ı Rabbânî) Mükellef olan kadın, erkek her müslümanın Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesini (zâtına âit sıfatlarını ki, bunlar; Vücûd, Kıdem, Bekâ, Vahdâniyyet, Muhâlefet-ün-lil-havâdîs ve Kıyâm bi-nefsihî'dir) ve sıfât-ı sübûtiyyesini (Hayât, İlim, Semî', Basar, İrâde, Kudret Kelâm, Tekvin) doğru bilmesi ve inanması lâzımdır Herkese ilk farz olan şey budur Bilmemek özür olmaz Bilmemek günâhtır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) Hanefî mezhebinin âlimleri dediler ki: Mükellef olan her müslümanın, her gün beş vakit namaz kılması farzdır Farz olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiştir (İbn-i Âbidîn) Mükellef olanların, ölümü çok hatırlaması sünnettir Çünkü, ölümü çok hatırlamak, emirlere sarılmaya ve günahlardan sakınmağa sebeb olur Haram işlemeğe cesâreti azaltır Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü çok hatırlayınız!" (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî) MÜKEMMİL: Olgunlaştıran, yetiştiren Kâmil (yetişmiş) ve mükemmil bir rehbere tâbi kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuşur (Abdullah-ı Dehlevî) MÜKERREM: Muhterem, azîz, saygı değer Peygamber efendimizin anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi, zamanlarının ve memleketlerinin en asîl, en şerefli, en temiz zâtları idi Hepsi azîz ve mükerrem ve muhterem idiler (Celâleddîn Süyûtî) MÜKRİH: Bir kimseyi istemediği bir şeyi yapması için zorlayan, tehdîd eden (Bkz İkrâh) Zorla başkasının malı telef edilince, mükrih, malı öder (Ali Haydar Efendi) MÜLÂANE: Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri (Bkz Liân) MÜLCÎ İKRÂH: Ölümle veya bir uzvunu yok etmek, şiddetli vurma ve hapsetme gibi tehdidlerle bir kimseyi istemediği şeyi yapmaya zorlama (Bkz İkrah) Mülcî ikrâh ile olan sözleşmeler sahîh (geçerli) olmaz (Ali Haydar Efendi) MÜLEFFIK: Telfik yapan Belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, dört mezhebin hükümlerinden kolayına geleni yapıp karıştıran (Bkz Telfîk) Bir işin, bir ibâdetin sahîh (doğru, geçerli) olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun olması lâzımdır Yâni o işin sahîh olması için, bir mezhebde uyulması lâzım olan şartların hepsine uygun olması lâzımdır Bir ibâdeti yaparken şartlarında n biri bir mezhebe, diğer şartı da başka mezhebe uygun olursa, bu ibâdet sahîh olmaz Müleffık, mezhebleri birbirine karıştırdığı için, ibâdeti sahîh, mûteber olmaz (İbn-i Âbidîn, A Nablüsî, Şernblâlî) MÜLHİD: Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış mânâ vererek dinden çıkan, yâni îmânı bozuk olan, Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) söğen Mülhid, Allahü teâlâya ve peygamberine inanır ve inandığını söyler Fakat, küfre kaymıştır, İslâmiyet'ten ayrılmıştır Îtikâdı (inancı) bozuktur Kendini tam müslüman sanır Kendisi gibi olmayanlara kâfir der (İmâm-ı Rabbânî) MÜLK: 1 Sâhib olunan; insanın başkasının rızâsını ve iznini almadan kullanmağa hakkı olan şey Mülk maldır veya malın kendi değil, yalnız menfaatidir Bir kimsenin her malı meselâ atı, onun mülküdür Fakat her mülkü, meselâ kirâcının evi, malı değildir (Ali Haydar Efendi) Ganîmet (savaşta düşmandan ele geçen mal), dâr-ı İslâm'a (İslâm memleketine) nakledildikten sonra askerin hakkı olursa da, taksim edilmeden önce, mülk olmaz ve askerin bu hakkını mülk olmadan önce satması câiz olmaz (İbn-i Âbidîn) Hizmet karşılığı alınacak ücreti, maaş çekini, bonosunu teslim almadan önce satmak câiz değildir Ücret, hak edilmiş ise de, kabz edilmemiş (ele alınmamış, ele geçmemiş), mülk olmamıştır (İbn-i Âbidîn) Süleymân aleyhisselâm bir seyâhatinde, sağında-solunda insanlar ve cinler, ardında orduları olduğu ve kuşlar da başı üzerinde gölge ettikleri hâlde giderken, İsrâiloğullarından bir âbide (ibâdet edene) uğradı Âbid; "Ey Dâvûd'un oğlu! Allahü teâlâ sa na muazzam bir mülk vermiştir" dedi Süleymân aleyhisselâm âbidi dinledikten sonra; "Kıyâmet günü mü'minin defterinde, bir tesbîhin (zikr, Allahü teâlâyı ve büyüklüğünü anmanın) yazılı olması, Dâvûd'un oğlu Süleymân'a verilen bu mülkten daha kıymetlidir Zîrâ Süleymân'ın bu mülkü kaybolur gider, fakat o tesbîhin mükâfâtı kaybolmaz" buyurdu (İmâm-ı Gazâlî) Mal sâhibi, mülk sâhibi, Hani bunun ilk sâhibi? Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan (Yûnus Emre) 2 Tasarruf, saltanat, kudret Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki: Bütün mülk elinde bulunan Allahü teâlânın şânı ne yücedir! O, her şeye hakkiyle kâdirdir (gücü yetendir) (Mülk sûresi: 1) O, geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü gecenin içine sokuyor Güneşi ve Ay'ı (insanoğlunun istifâdesine) tâbi ve bağlı kılmıştır Bunlardan herbiri muayyen bir vakte (kıyâmete) kadar akıp gidiyor (dolaşıp duruyor) İşte bunları yapan Allah'tır, sizin Rabbinizdir Mülk O'nundur O'nu bırakıp taptıklarınız (putlar) ise, bir hurma çekirdeğinin zarına bile mâlik olamazlar (Fâtır sûresi: 13) O gün onlar (kabirlerinden dışarı) çıkarlar Onların hâl ve amellerinden hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz, (Allahü teâlâ şöyle buyurur): "Bugün mülk kimindir?" (Hiç kimse buna cevâb veremez Yine Allahü teâlâ kendi kendine buyurur); "Vâhid (bir olan) ve Kahhâr olan (her şeye gâlib gelen) cenâb-ı Allah'ındır (Mü'min sûresi: 16) Süleymân aleyhisselâm; "Yâ Rabbî! Benden sonra kimseye nasîb etmeyeceğin bir mülkü bana ihsân eyle!" diyerek, melik ve emir olmak istemiştir (Muhammed Hâdimî) Mûsâ aleyhisselâm, Fir'avn'a; "Îmân et, mülk ve saltanatın sende kalsın" dedi Fir'avn da; "Hâmân ile görüşeyim" dedi Hâmân; "Nasıl olur! Aramızda tapılan bir rab iken, şimdi ibâdet eden bir kul mu olacaksın?" dedi Böylece, Allah'a kul ve Mûsâ aley hisselâma ümmet olmaktan istinkâf etti (yüz çevirdi, vazgeçti) (İmâm-ı Gazâlî) Mülk Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin altmış yedinci sûresi Mülk sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Otuz âyet-i kerîmedir İlk âyet-i kerîmede geçen el-Mülk kelimesinden dolayı, sûreye, Sûret-ül-Mülk denilmiştir Ayrıca Tebâreke, Münciye, Mâni'a, Vâkı'a adları ile de anılır Sûrede; hayâtın ve ölüm ün yaratılış sebebi, âlemdeki kusursuz nizam, müşriklerin (Cenâb-ı Hakk'a ortak koşanların) âhiretteki acıklı durumu, Allahü teâlânın gizli-açık her şeye vâkıf olduğu anlatılmaktadır (İbn-i Abbâs, Taberî, Râzî) Allahü teâlâ Mülk sûresinde meâlen buyuruyor ki: Sırât-ı müstekîm (İslâmiyet'in gösterdiği doğru yol) üzere gidenle, gözleri âmâ olup yüzüstüne gittiği yolu bilmiyen aynı mıdır? (Âyet: 22) Mülk sûresi kötülüklerden engelleyici ve kurtarıcıdır Kabir azâbından koruyucudur (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Her gece Mülk sûresini okuyanı Allahü teâlâ kabir azâbından korur (Hadîs-i şerîf-Nesâî) Mülk Şirketi: İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları Mülk şirketi ile müşterek (ortak) olan malların geliri, sâhibleri arasında hisselerine göre taksim olunur (Mecelle) Mülk-i Habîs: Helâl yolla kazanılan mal ile, haram yolla kazanılan malın karışmasından meydana gelen ve birbirinden kolayca ayrılamayan mülk Bir kimsenin elindeki malın, gasb edilmiş, çalınmış, zulüm, hıyânet ile alınmış haram mal olduğu veya mülk-i habîs olduğu bilinmedikçe, mallarını bu yollardan edinmekte olduğu bilinse dahi, elindeki bu malı helâl mülkü bilmek lâzımdır (Abdülganî Nablüsî) Verilenin haram mal veya mülk-i habîs olduğu bilinirse, bunu verenden almak hiçbir sûrette câiz (uygun) olmaz (İbn-i Âbidîn) Mülk-i Yemîn: Bir kimsenin emrindeki köleler ve câriyeler Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki: Allah'a ibâdet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın Ananıza, babanıza (güzel söz ve fiil ile) , akrabânıza (ziyâret etmekle) , yetimlere (gönüllerini almakla) , fakirlere (sadaka vermekle) , akrabânız olan komşularınıza (şefkat ve merhâmetle) , uzak komşunuza (onlar için hayır istemek ve zararı gidermekle) , dost ve arkadaşlarınıza (haklarına riâyet etmek ve sevgi ile) , yolcuya (ikrâm etmek ve doyurmakla) , mülk-i yemînlerinizde bulunanlara (yumuşak muâmele etmekle) iyilik ediniz Muhakkak ki, Allahü teâlâ (bunlara böyle iyilik etmeyip) kibirlenerek insanlara haksız yere övünenleri sevmez (Nisâ sûresi: 36) Avret yerini ört! Zevcenden ve mülk-i yemîninden başkasına gösterme! Yalnız iken de, Allahü teâlâdan hayâ ediniz! (Hadîs-i şerîf-İmâm-ı Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce) MÜLKİYET: İnsanın bir şeyi başkasının rızâsını, iznini almadan kullanabilme yetkisi gücü İslâm hukûkunda devlete, cemiyetlere ve ferdlere mülkiyet hakkı tanınmıştır Fakat mülk edinirken, haram yollara baş vurmak, başkalarının haklarına tecâvüz etmek, zayıfları ezmek, kesin olarak yasaktır İslâmiyet, mülkiyet hakkını tanımakla berâber, insanların bu konuda hırslı olmalarını da istemez Çünkü Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve selem; "Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin anasıdır" buyurmuştur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) MÜLTEZEM: Kâbe-i muazzamanın kapısı ile Hacer-ül-esved denilen mübârek siyah taş arasında kalan Kâbe duvarı Hac esnâsında Minâ'da şeytan taşlandıktan sonra,Mescid-i Haram'a gelinirTavâf-ı sadr veya vedâ tavâfı yapıldıktan sonra, Zemzem suyu içilirKâbe'nin kapı eşiği öpülür Göğüs ve sağ yanak, Mültezem denilen yere sürülürSonra Kâbe perdesine yapışıp d uâ edilir Ağlıyarak mescid kapısından dışarı çıkılır (Mevkûfâtî) Bir kimse karnını Kâbe duvarına değdirip, Mültezemi vesîle (vâsıta) ederek Allahü teâlâya yalvarırsa, Allahü teâlâ onu zarardan kusurdan korur Böyle olduğu çok tecrübe edilmiştir Allahü teâlâ, Mültezem denilen yerdeki birkaç taşa; hayra, faydaya ve sîle olma özelliği vermiştir Aspirine ağrı kesmek, alkole aklı gidermek özelliklerini verdiği gibi, Mültezem denilen yerdeki taşlara başka taşlardan farklı olarak duâların kabûl olmasına sebeb olma özelliğini vermiştir (M Sıddîk Gümüş) MÜMEYYİZ: Akıllı; faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen Mümeyyiz olmayan çocukların bütün sözleşmeleri bâtıldır (geçersizdir) Mümeyyiz çocuğun zararlı işlerdeki sözleşmeleri, velîsi izin verse de, sahîh (geçerli) değildir (Mecelle) MÜ'MİN (El-Mü'min): 1 Allahü teâlânın Esmâ-ül-hüsnâsından (ism-i şerîflerinden) Her türlü emân ve emniyet (güven) veren Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki: O, öyle bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur O, mâlik ve sâhiptir, münezzehtir, selâmet verendir, mü'mindir, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır Allahü teâlâ puta tapanların ortak koştukları şeylerden münezzehtir, uzaktır (Haşr sûresi: 23) 2Îmân eden, Resûl-i ekremin bildirdiklerinin hepsini kalbi ile kabûl edip, dili ile söyleyen Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ey mü'minler! Hepiniz, Allahü teâlâya tövbe ediniz ki, dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşasınız (Nûr sûresi: 31) Mü'minin firâsetinden korkunuz Zîrâ o, Allahü teâlânın nûru ile bakar (Hadîs-i şerîf-Menâzil-üs-Sâirîn) Mü'min o kimsedir ki, kendi için sevdiğini din kardeşi için de sever (Hadîs-i şerîf-Risâle-i Münîre) Mü'minler birbirini sevmekte, birbirine acımakta, birbirini korumakta bir vücûd gibidir Vücûdun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, diğer âzâları da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulurlar (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim) Mü'min olmak için, yalnız Kelime-i şehâdeti (Eşhedü en lâ) söylemek yetişmez Münâfıklar (inanmadığı hâlde müslüman görünenler) de bunu söylüyorKalbde îmân bulunduğuna alâmet, şerîatin (İslâmiyet'in) emirlerini seve seve yapmaktır (İmâm-ı Rabbânî) Kâmil (olgun) mü'minin dört alâmeti vardır:Dili zikreder (Allahü teâlâyı anar), sessizliğinde tefekkür eder (Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünür), ibret nazarıyla bakar, hayırlı işler yapar (Ebû Bekr Verrâk) Mü'minin istirahati âhirettedir İki üç gün bu fânî dünyâda zahmet çeker Bu, günahlarına keffâret olur (Abdülhakîm-i Arvâsî) Mü'min Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin kırkıncı sûresi Gâfir sûresi de denir Mekke-i mükkerremede nâzil oldu (indi) Sûre 85 âyet olup, 56 ve 57 âyetleri Medîne-i münevverede nâzil oldu 28-45 âyet-i kerîmelerinde, Fir'avn'ın âilesinden mü'min bir kişinin vasıfları anlatıldığı için, Sûret-ül-mü'min denilmiştir Sûrede; îmân etmenin önemi, günahları bağışlayan, tövbeleri kabûl eden, bununla berâber cezâsı şiddetli olan Allahü teâlânın inkârcılara vereceği cezâlar, Allahü teâlâya itâat etmek ve nîmetlerine şükr etmek gerektiği bildirilmektedir (Senâullah Dehlevî, İbn-i Abbâs, Râzî,Taberî) Mü'min sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: Size mûcizelerini gösteren, size gökten rızık indiren O'dur Allah'a yönelenlerden başkası ibret almaz (Âyet: 13) Kim Mü'min sûresini okursa, ona salât (duâ) etmeyen ve onun için istiğfârda bulunmayan hiçbir nebî, sıddîk, şehîd ve mü'min rûhu kalmaz (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl) MÜ'MİNÛN SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yirmi üçüncü sûresi Mü'minûn sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yüz on sekiz âyet-i kerîmedirSûrenin ilk âyetlerinde kurtuluşa eren mü'minlerin ibâdetlerinden, yaşayışlarından ve kavuşacakları âhiret nîmetlerinden bahsedildiği için Sûret-ül-mü'minûn denilmiştir Sûrede ayrıca, Allahü teâlânın insanları yarattığı, onlara neler bağışladığı, Nûh, Mûsâ, Hârûn ve Îsâ aleyhimüsselâmın karşılaştıkları güçlükler, inkârcıların uğrayacakları felâketler, Allahü teâlânın büyüklüğü ve kudreti, kıyâmet günü ve o günde olacak şeyler bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî,Râzî, Kurtubî, Ebû Hayyân) Allahü teâlâ Mü'minûn sûresinde meâlen buyuruyor ki: Ey Peygamberim! Helâl ve temiz yiyiniz ve bana lâyık ibâdetler yapınız! (Âyet: 52) Kâfirler, mal ve çok evlad gibi dünyâlıkları verdiğimiz için, kendilerine yardım mı ediyoruz sanıyor! Peygamberime (sallallahü aleyhi ve sellem) inanmadıkları ve dîn-i İslâm'ı beğenmedikleri için onlara mükâfât mı ediyoruz, diyorlar?Hayır öyle değildir Aldanıyorlar, bunların nîmet olmayıp, musîbet olduğunu anlamıyorlar (Âyet: 55,56) MÜMÎT (El-Mümît): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Ölümü yaratan, ruh bulunan cisimden rûhu alan, öldüren Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde bildirdiği doksan dokuz isminden birçoğu, yaratıcı olduğunu gösterirMeselâ Mukît, Hâlık, Bârî, Musavvir, Razzâk, Mubdî, Muîd, Muhyî, Mümît,Kayyûm, Vâlî, Bedî' isimleri böyledir (İmâm-ı Rabbânî) El-Mümît ism-i şerîfini söyleyenin nefsi itâate gelir (Yûsuf Nebhânî) MÜMKİN-ÜL-VÜCÛD: Var da olabilen, yok da olabilen Allahü teâlâdan başka her şey, bütün âlem Mevcûd yâni var olan şey ikidir Biri mümkin-ül-vücûd, ikincisi, kendi kendine hep var olan, başkası tarafından yaratılmayan demek olan Vâcib-ül-vücûddur Eğer mevcûd, yalnız mümkin-ül-vücûd olsaydı ve vâcib-ül-vücûd bulunmasaydı, hiçbir şey var olma zdı Çünkü yok iken var olmak bir değişikliktir, bir olaydırHer cisimde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin te'sir etmesi, bu kuvvet kaynağının bu cisimden önce mevcûd olması lâzımdır Bunun için mümkin-ül-vücûd olan mevcûd, kendi kendine var olamaz ve varlıkta duramaz Ona bir kuvvet te'sir etmeseydi, hep yoklukta kalırdı Var olamazdı Kendi kendine vâr edemeyen, başka varlıkları elbette var edemez, yaratamaz O hâlde, mümkin-ül-vücûdu yaratanın, Vâcib-ül-vücûd olması lâzımdırBütün mümkin-ül-vücûdların tek yaratıcısı Vâcib-ül-vücûd olan Allahü teâlâdır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) MÜMTEHİNE SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin altmışıncı sûresi Mümtehine sûresi Medîne-i münevverede nâzil oldu (indi) On üç âyet-i kerîmedirMü'mine olduklarını iddiâ eden kadınların imtihâna tâbi tutulmalarını emrettiği için sûreye, Sûret-ül-Mümtehine denilmiştir Ayrıca İmtihân sûresi de denilmektedir Sûred e; müşriklerle dostlukta bulunmanın yasak olduğu ve mü'mine olduklarını iddiâ edip hicrette bulunan kadınların imtihâna tâbi tutulmalarının gerektiği bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî, Taberî) Allahü teâlâ Mümtehine sûresinde meâlen buyuruyor ki: "Ey mü'minler! İbrâhim aleyhisselâmın gösterdiği güzel yolda yürüyünüz! Yâni siz de, onun gibi ve onunla berâber bulunan mü'minler gibi olunuz! Onlar, kâfirlere dedi ki, bizden sevgi beklemeyiniz Çünkü siz, Allahü teâlâyı dinlemeyip, başkalarına tapıyorsunuz O taptıklarınızı da sevmiyoruz Sizin uydurma dîninize inanmıyoruz Bu ayrılık aramızda düşmanlığa sebeb oldu Siz, Allahü teâlânın, bir olduğuna inanmadıkça ve emirlerini kabûl etmedikçe, bu düşmanlık, kalbimizden silinmeyecek, her şekilde kendini gösterecektir (Âyet:4) Kim Mümtehine sûresini okursa, kadın-erkek bütün mü'minler ona kıyâmet günü şefâat eder (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) MÜMTENİ'-UL-VÜCÛD: Var olması mümkün olmayan, hep yok olması lâzım olan Allahü teâlâya ortak (eş, benzer) bulunması Mümteni'-ül-vücûddur Allahü teâlâ gibi ikinci bir ilâh var olamaz Bu imkânsızdır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) MÜNÂCÂT: Allahü teâlâya duâ etmek, yalvarmak Kul, şehvetlerini (nefsinin isteklerini) benim tâatim üzerine tercîh ettiği vakit, ona vereceğim cezânın en hafifi, bana münâcât zevkinden onu mahrûm etmektir (Hadîs-i kudsî-İhyâ) Aklı başında olan, günü dörde bölmelidir Birinde Rabbine münâcât etmeli, diğerinde nefsini hesâba çekmeli, öbüründe Allahü teâlânın sun'ı bedî' (yarattıklarının güzelliğini) ve azametini tefekkür etmeli (düşünmeli) , diğerinde de yemesi ve içmesi ile uğraşmalıdır (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Namaz kılmak, münâcât ve gizli yalvarıştır Gaflet ile münâcât olmaz (İmâm-ı Gazâlî) "İlâhî! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin Bizi dünyâda ve âhirette sıkıntıda bırakma! Muhtâclara, her şeyi gönderen yalnız sensin! Dünyâda ve âhirette bize, hayırlı ve faydalı şeyleri gönder! Dünyâ ve âhirette, bizi kimseye muhtâc bırakma!" diye Allahü teâlâya münâcâtta bulunmalıdır (Muhammed Rebhâmî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #41 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükMÜNÂFIK: İnanmadığı hâlde, müslümanları aldatmak için, inanmış görünen kimse Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ey münâfıklar! Allahü teâlâ sizi kendi hâlinize bırakmaz Hâlis mü'minleri münâfıklardan ayırır (Âl-i İmrân sûresi: 179) Dört şey münâfıklık alâmetidir: Emânet olunana hıyânet etmek, yalan söylemek, vâdini bozmak ve ahdine vefâ göstermemek (verdiği sözde durmamak) ve mahkemede doğruyu söylememek (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Münâfık, iki sürü arasında bulunan bir koyun gibidir ki, o, bir defâ bu sürüye, diğer defâ öbür sürüye katılır (Hadîs-i şerîf-Sülûk-ül-Ulemâ) Ey Allah'ım! Ben, münâfıklıktan, şikâktan (tefrikadan) ve kötü ahlâktan sana sığınırım (Hadîs-i şerîf-Sülûk-ül-Ulemâ) Münâfıkın alâmeti üçtür Yalnız olduğu zaman tembeldir Yanında birisi olduğu zaman çalışkandır Bütün işlerinde övülmeyi çok sever (Vehb bin Münebbih) Mescide giren münâfıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer Kafesin kapısı açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar (İmâm-ı Mâlik) Münâfık, İslâmiyet'ten bahseder, fakat onunla amel etmez ve ona uymaz (Huzeyfet-ül-Yemânî) MÜNÂFİKÛN SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin altmış üçüncü sûresi Münâfikûn sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) On bir âyet-i kerîmedir Sûrede münâfıkların (müslüman olmadıkları hâlde müslüman görünenlerin) davranışları anlatıldığından, Sûret-ül-Münâfikûn denilmiştir (Muhammed bin Hamzâ, İbn-i Abbâs, Râzî) Münâfikûn sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: Mallarınız ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı hâtırlamanıza mâni olmasın (Âyet: 9) Kim Münâfikûn sûresini okursa, nifâktan kurtulur (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Beydâvî) MÜNÂKAŞA: Çekişme, tartışma Kimse ile münâkaşa etmeyen, haklı olsa bile, dili ile kimseyi incitmeyen müslümanın, Cennet'e gireceğini size söz veriyorum Şaka yapmak, yanındakileri güldürmek için olsa bile, yalan söylemeyenin Cennet'e gireceğini size söz veriyorum İyi huylu olanın, Cennet'in yüksek derecelerine kavuşacağını size söz veriyorum (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce, Tirmizî) Sû-i zan etmeyiniz Sû-i zan (kötü zan) yanlış karar vermeye sebeb olur İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusûrlarını görmeyiniz, münâkaşa etmeyiniz, hased etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz Müslüman, müslümanın kardeşidir Ona zulmetmez, yardım eder Onu kendinden aşağı görmez (Hadîs-i şerîf-Berîka) Ey oğlum! Elinden geldiği kadar kavgadan, münâkaşadan sakın! Dünyâ işleri için kendini fazla üzme! Kızdığın zaman sözlerine dikkat et, ölçülü olmaya çalış! Büyüklerin önünden yürüme! Bir kimse konuşurken araya laf karıştırma! Ey oğlum! Diline sâhib o lmayan sonunda pişmân olur Çok münâkaşa ve münâzara yapan kötülenir (Lokman Hakîm) Münâkaşa, dostun dostluğunu azaltır Düşmanın düşmanlığını artırır (Muhammed Ma'sûm) Emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yaparken (iyiliği emredip kötülükten sakındırırken); niyetin hâlis olması ve işin iyi anlaşılıp, Allahü teâlânın buradaki emrinin iyi bilinmesi ve sabırlı olup, münâkaşa ve kavga edilmemesi, yumuşak ve tatlı dil ve yazı ile yapılması lâzımdır (İmâm-ı Birgivî) Halktan veya emrin altında çalışanlardan biriyle münâkaşa etme Çünkü böyleleri ile münâkaşa îtibârını giderir (Ebû Yûsuf) MÜNÂKEHÂT: Fıkıh ilminin dört büyük kısmından biri Evlenme, boşanma, nafaka gibi hususlar Fıkıh ilmi; ibâdât (ibâdetler), münâkehât, muâmelât (alış-veriş, kirâ, fâiz, mîrâs vb) ve ukûbât (cezâlar) olmak üzere dört kısma ayrılır Fıkhın ibâdât kısmını kısaca öğrenmek, her müslümana farzdırMünâkehât ve muâmelât kısımlarını öğrenmek, farz -ı kifâyedir Yâni başına gelenlerin öğrenmesi farz olur Tefsîr, hadîs ve kelâm ilimlerinden sonra, en şerefli ilim, fıkıh ilmidir (Ahmed Zühdü Paşa) Yeni müslüman olan kimsenin veya âkil ve bâliğ olan müslüman evlâdının, evvelâ Kelime-i şehâdet söylemesi ve bunun mânâsını öğrenip, inanması lâzımdır Sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan îtikâd, yâni îmân edilmesi lâzım olan bil gileri öğrenip, bunlara inanması lâzımdır Sonra dört hak mezhepten birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yâni İslâm'ın beş şartını ve helâl, haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve uygun yaşaması lâzımdırMünâkehât bilgileri lâzım oldukça, başına geldikçe öğrenilir (İbn-i Âbidîn, Yûsuf Sinânüddîn) MÜN'AKİD: İki taraf arasında karara bağlanıp, kabul olunan, meydana gelen (Bkz Akd) Alış-verişin ve nikâhın mün'akid olması için uyulması gereken şartları vardır (İbn-i Nüceym) Bey' yâni satış ve nikâh akdi, sözleşmesi îcâb ve kabûl ile mün'akid olur (İbn-i Âbidîn) Mün'akide Yemîni: İleride yapacağım veya yapmıyacağım diyerek yalan yere yemîn (Bkz Yemîn) Mün'akide yemîni üç türlü olur: Birincisinde zaman bildirilmez İkincisinde zaman bildirilir Üçüncüsü ise şarta bağlanan yemindir Üçünde de yemini bozunca keffâret vermek lâzımdır Yemîn bozulmadan önce, keffâret verilmez (İbn-i Âbidîn) MÜNÂZARA: Doğruyu ortaya çıkarmak maksâdı ile karşılıklı olarak yapılan ilmî konuşma Bir mes'eleyi belli kâideler dâhilinde karşılıklı inceleme, bir mes'ele hakkında yapılan karşılıklı konuşma Münâzara edecek kişi, gerçeği aramakta kaybını arayan kimse gibi olmalıdır (Taşköprüzâde) Münâzarayı kendisinden istifâde edilmesi umulan âlimlerle yapmalıdır (İmâm-ı Gazâlî) MÜNÂZEA: Çekişme, anlaşmazlık Mü'min beş güçlük arasındadır Karşısındaki mü'min olur, kendisine hased eder (çekemez) ; münâfık (inanmadığı hâlde müslüman görünen) olur, buğz eder; kâfir olursa kendisi ile savaşır; şeytan ise onu saptırmaya uğraşır; nefs de kendisi ile münâzea eder durur (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Münâzeaya götüren her cehâlet (bilgisizlik), bey'i (alış-veriş) ve icâreyi (kirâlamayı) fâsid kılar (bozar) (İbn-i Âbidîn) MÜNCİYYÂT: Felâketlerden kurtarıcı bilgiler; ibâdetler, iyi ameller Fıkıh âlimleri yâni İslâmî hükümleri bilen âlimler, ibâdetlerin nasıl yapılacaklarını bildirdiler İnceliklerini anlatmadılar Çünkü, onların maksadı, ibâdetlerin doğru yapılmasının şartlarını ve şekillerini bildirmekti İnsanların işlerine, kalbleri ne bakmadılar Bunları bildirmek, tasavvufu yâni kalb ile yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri ve kalbin, rûhun temizlenmesi yollarını öğreten âlimlerin vazîfesi idi İmâm-ı Gazâlî, bedenlerin ve görünen işlerin iyileşmesini sağlayan fıkıh bilgileri ile, kalbin, iç âlemin temizliğine kavuşturan tasavvuf bilgilerini birleştirdi Kitâbında bu ikisine de yer verdi İhyâ-ul-ulûm kitâbını dörde ayırdı İkincisine "Münciyyât" ismini verdi ise de, ibâdetlerin de müncî (kurtarıcı) olduklarını bil dirdi İbâdetlerin kurtarıcı olmalarını sağlamak, İslâmî hükümleri bildiren fıkıh kitablarından öğrenilir Kurtarıcı olan kalb bilgileri, tasavvuf âlimlerinin kitablarından öğrenilir (Ahmed Fârûkî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #42 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükMÜNECCİM: 1Yıldızların hareketlerini gözetleyerek geleceğe dâir haber verdiğini iddiâ eden, yıldız falına bakan kimse Astrolog Müneccimlere, kâhinlere, falcılara inanmamalı, bilinmiyen şeyleri bunlara sormamalıdır Bunları gaybleri (geleceği) bilir sanmamalıdır Uğursuzluğa inanmamalı, te'sir eder sanmamalıdır (İsmâil Hakkı Bursevî) Gaybden (gelecekten) verdiği haber konusunda kâhini tasdîk etmek küfürdür, îmânı giderirKâhin; gelecek zamanda ortaya çıkacak hâdiseleri haber veren, sırları bildiğini ve gayb âlemine âit bilgilere vâkıf olduğunu iddiâ eden kişidir Arablarda, olaca k işleri bildiklerini iddiâ eden kâhinler vardı Benim gördüğüm cinler var, onlar bana tâbi olur, hizmetimde bulunur, bana haber getirirler diye iddiâ ederlerdi Diğer bâzıları ise, bana verilen bir anlayış sâyesinde hâdiseleri ve işleri bilir ve kavrarım diye iddiâ ederlerdi Yıldızların hareketlerine bakarak ileride meydana gelecek hâdiseler hakkında bilgi sâhibi olduğunu iddiâ eden müneccim de kâhin hükmünde olur, yâni gaybden verdiği haber konusunda müneccimi tasdîk etmek küfr olur (Teftâzânî) 2 İlm-i nücûm yâni astronomi ilmiyle uğraşan kimse Astronom Yer küresinin ömrünü, yaratıldığı günden kıyâmete kadar olan zamânı; eski müneccimler, seyyâre (gezegen) yıldızlarının adedince bin sene yâni yedi bin sene demişlerdir Zîrâ onlar gezegen adedini yedi biliyordu Târihlerin çoğunda yazılı bulunan ve b âzı din kitablarına da geçmiş olan yedi bin sene buradan gelmektedir Böyle söylemek zan ve faraziyye (teori)den ibârettir (Abdülhakîm Arvâsî) Ramazan hilâlinin tesbitinde müneccimlerin sözüne îtibâr edilmez (İbn-i Âbidîn, İbn-i Vehbân) MÜNEVVER: Kalbi aydınlanmış, mânevî kirlerden ve paslardan temizlenmiş Allahü teâlâ bir kimseye nûr vermezse, o kimse münevver olamaz (İmâm-ı Rabbânî) Namaz kalbi temizler kötülükten men eder Münevver olamazsın, namazı kılmadıkça (M Sıddîk Gümüş) MÜNEZZEH: Kusur, eksiklik ve muhtâçlıktan uzak Allahü teâlânın noksan sıfatlardan uzak olduğunu bildirmek için kullanılan bir tâbir Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlânın ilâhlıkta şerîki, ortağı yoktur Mülkü hiç yok olmayan bir meliktir Noksanlık olan her şeyden münezzehtir Ayıblardan ve kudretsizlikten uzaktır Mü'minleri sonsuz azabdan emîn kılmıştır Her şey üzerine hâkim ve hâfızdır Hükmünde gâlibdir [İnsanlar bir şey yapmak isteyince, O da irâde ederse, isterse o şeyi yaratır Hâlık (yaratıcı) yalnız O'dur O'ndan başka kimse hiçbir şey yaratamaz O'ndan başka kimseye hâlık (yaratıcı) denilemez İnsanların dünyâda ve âhirette râhat ve h uzûr içinde yaşamalarını, sonsuz saâdete kavuşmalarını sağlayan kurtuluş yolunu göstermiş ve bu yolda yaşamalarını emretmiştir Azamet (büyüklük) ve kibriyâ (yücelik) ancak O'na mahsustur] Allahü teâlâ müşriklerin (puta tapanların) şirklerinden (ortak koşmalarından) ve iftirâlarından münezzehtir (Haşr sûresi: 23) Allahü teâlâ vardır ve birdir Ortağı ve benzeri yoktur Mekândan münezzehtir Kemâl (noksanlık bulunmayan) sıfatları vardır (Kutbüddîn İznikî) MÜN'İM (El-Mün'im): Nîmet veren Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden Asıl mün'im Allahü teâlâdır Bu sebeble Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, yemeği önüne getirilip konulduğu zaman; "Allah'ım! Bize verdiğin rızka bereket ver ve bizi ateş azâbından koru Bismillah" derlerdi (İbn-i Sünnî) MÜNKATI': Kendilerine zekât verilen sınıflardan biri; cihâd ve hac yolunda muhtâc kalanlar Zekât, sekiz sınıf kimseden yedisine verilir: 1) Nafakasından fazla, fakat nisâb miktârından az malı olan fakîre, 2) Bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan miskine, 3) Âmile (zekât me'muruna), 4) Efendisinden kendisini satın alıp, borcunu öde yince âzâd olacak olan mukâteb köleye, 5) Munkatı'a, 6) Medyûn'a (borçlu olup, ödeyemeyen müslümanlara), 7) İbn-üs-sebîl'e, memleketinde zengin ise de bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan kimseye, 8) Müellefe-i kulûba (şerlerinden, kötülüklerinden sakınılmak istenilen kâfirler veya îmânları zayıf kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler) Hazret-i Ebû Bekr zamânında Müellefe-i kulûb'a zekât vermeye lüzûm kalmadı (BkzMüellefe-i Kulûb) (İbn-i Âbidîn) MÜNKER: Yapılması uygun olmayan, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle ve müctehidlerin (dinde söz sâhibi âlimlerin) söz birliği ile yasak edilen şey; günah (Bkz Haram) Şüphesiz insanlar münkeri görüp de men etmedikleri zaman, onların hepsine Allahü teâlânın cezâ vermesi çabuklaşır (Hadîs-i şerîf-Sünen-i İbn-i Mâce) Münker iki kısımdır Birinci kısım münkerler meydanda olup, âlim olan ve olmayan bunları bilir Zinâ, alkollü içkilerin içilmesi, hırsızlık, yankesicilik, fâiz alıp vermek, başkasının malını gasb etmek gibi şeylerin haram olduğu birinci kısım münkerd ir İkinci kısmı yalnız âlimler bilir Bunlar daha ziyâde îmânda, îtikâtta olan bozukluklardır (Abdülkâdir Geylânî) Münkeri (haramı) işleyeni görüp de gücü yettiği hâlde tatlı dil ile nehy (yasak) etmemek îmânın gitmesine sebeb olur (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî) Münker ve Nekir: Kabirde suâl soran melekler Münker ve nekir melekleri, suâl ve cevâbdan sonra meyyite (ölüye) "Cehennem'deki yerine bak, Allahü teâlâ değiştirerek, sana Cennet'teki yeri ihsân eyledi" derler Bakar ikisini birlikte görür (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Münker ve Nekir ismindeki iki melek kabirde suâl soracaktırBu suâle cevap vermek bir derttir (İmâm-ı Rabbânî) Kabirde Münker ve Nekir meleklerine cevâb olarak şunları hazırlamalıdır:Rabbim Allahü teâlâ, peygamberim Muhammed aleyhisselâm, dînim dîn-i İslâm, kitabım Kur'ân-ı kerîm, kıblem Kâbe-i şerîf, îtikâdda mezhebim Ehl-i sünnet ve cemâat, amelde mezhebim İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin mezhebidir (Muhammed Demir Hâfız) Münker ve nekir kabre geleler, Namazı doğru kıldın mı diyeler, Hemen kurtuldun mu sandın ölünce, Senin için azab hazır diyeler (Seâdet-i Ebediyye) MÜNKİR: İnanmayan, kabûl etmeyen, inkâr eden kimse (Bkz İnkâr) MÜNTEKİM: İntikam alıcı Zâlim ve mütekebbir (kibirli) cânîleri başkalarına ders olacak şekilde cezâlandıran, âsîleri ve taşkınlık yapanları şiddetli azâb ile azablandıran Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlânın âyetleri hâtırlatıldıktan sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kimdir?Biz mücrimlerden (müşriklerden) müntekimiz (Secde sûresi: 22) MÜNTEHÎ: Sona eren, nihâyete kavuşan Tasavvuf yolunda çıkılabilecek derecelerin sonuna varan velî Müntehîlerin vazîfesi, halk arasında Hak ile olmaktır (Cüneyd-i Bağdâdî) Müntehînin terakkîsi (ilerlemesi) namaz ibâdetine bağlıdır (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî) MÜNZEVÎ: İslâmiyet'in emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kötülüklerden korunmak ve kalb huzûru ile ibâdet yapabilmek için bir köşeye çekilmiş olan kimse MÜRÂHIK: Âkıl ve bâlig yâni ergenlik çağına ulaşmadığı hâlde ulaşmış gibi gösteren erkek çocuk Mekke'den üç gün üç gecelik uzak yerlerde bulunan hür kadının hacca gidebilmesi için, üç mezhebde, zevcenin veya nikâhı düşmeyen ebedî mahrem akrabâsından fâsık ve mürted olmayan âkıl ve bâlig veya mürâhık bir erkeğin berâber gitmesi lâzımdır Bunun yol parasını verecek kadar kadının zengin olması da lâzımdır (İbn-i Âbidîn) MÜRÂHIKA: Dokuz yaşına girdiği hâlde henüz bâliğa olmamış yâni ergenlik çağına gelmemiş kız çocuğu Mürâhıka, erkeklerle aynı safta namaza dursa, onun yanında bulunanın namazı bozulur (İbn-i Âbidîn) MÜRÂÎ: İki yüzlü, olduğunun aksine kendisini iyi gösteren, gösteriş yapan, riyâkâr (Bkz Riyâ) Mürâînin üç alâmeti, işâreti vardır:1)yalnız iken tenbel olur 2)İnsanlar arasında çalışkan ve hareketli olur 3)Övüldüğü zaman çok, kötülendiği zaman az çalışır (Hazret-i Ali) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #43 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükMÜRCİE: "Günâh işlemek insana zarar vermez Âsî (isyân eden), fâsık (açıktan günâh işleyen) azâb görmeyecektir" diyerek, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda olanlardan) ayrılan bozuk fırka Cebriyye mezhebi; insan aslâ bir iş yapmaz Cansızlar gibi hareket eder İnsanın kudreti, kasdı ve ihtiyârı (dilemesi) yoktur diyor İnsanlar iyi iş yapınca, sevâb kazanmaz, kötü işlerine azâb yapılmaz sanıyor Kâfirler, günâh işleyenler mâzurdur, me s'ûl olmazlar Çünkü insanın her işini Allah yapıyor, insan istese de istemese de Allah günâh yaratıyor, insan günâh yapmaya mecbûrdur diyorlar Bu sözleri küfürdür, îmânsızlıktır Bunlara Mürcie de denir ki, mel'ûndurlar (lânetlenmişlerdir) Günâh insana zarar vermez; âsî, fâsık, azâb görmeyecektir, dediler Mürcienin inanışı tamâmen yanlıştır, bozuktur Çünkü ihtiyârî istekli hareketimiz ile titreme, refleks hareketlerinin başka olduğu meydandadır Elimizle bir şey tutmamız elbette ihtiyârımız (isteğimiz) iledir Göz seğirmesi, kalbin çalışması ise böyle değildir Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler bu fırkanın bozuk olduğunu bildirmektedir (İmâm-ı Rabbânî) Mürcieden, Allah dilediği kâfirleri affedecektir ve dilediği mü'minlere ebedî (sonsuz) azâb yapacaktır diyenler ve ibâdetlerimiz elbet kabûl olacak, günâhlarımız da elbet affolacak diyenler ve bütün farzlar nâfile ibâdettir, bunları yapmamak günah ol maz diyenler kâfir oluyorlar (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî) MÜREKKEB: Birleşik olan, parçalanabilen Basitin zıddı Ruh basîttir Mürekkeb değildir Böyle olsaydı, basît olan bir şey bunda yerleşmezdi Çünkü ruh parçalanırsa, bunda yerleşen basît şeyin de parçalanması lâzım gelir Basît olan şey ise parçalanamaz (Ali bin Emrullah) MÜREVVİC-ÜŞ-ŞERÎA: İnsanları dînin emirlerine uymaya teşvîk eden mânâsında Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin üçüncü oğlu Muhammed Ubeydullah Serhendî'nin lakabı Mürevvic-üş-Şerîa Muhammed Ubeydullah Serhendî kaddesallahü sirreh, Hazînet-ül-meârif kitabında yüz kırk beşinci mektubda diyor ki: "Ebû Dâvûd, Mu'âz bin Cebel'den ve Enes bin Mâlik'ten gelen şu hadîs-i şerîfi haber veriyor: "Bir kimse, yemek yedikten sonra; "Elhamdülillahillezî etamenî hâzetta'âm ve rezakanî-hi min gayri havlin minnî ve lâ-kuvveh" derse, geçmiş ve gelecek günâhlarından çoğu affolunur Yeni bir elbise giydiği zaman; "Elhamdülillahillezî kesânî hâzessevb ve razekanî min gayri havlin minnî ve lâ kuvveh" derse geçmiş ve gelecek günâhlarından çoğu affolur" MÜRÎD: Tasavvufta Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için evliyâ bir zâtın terbiyesi altına giren talebe Mürîd, mürşidinin (hocasının) yanında cenâze yıkayıcısının elindeki ölü gibi olmalıdır (İmâm-ı Rabbânî) Allahü teâlânın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanan mürîd, bilmediği, anlıyamadığı bir aşk ile şaşkın hâldedir Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez Her işinde Allah'tan korkar, titrer Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri y apmak için çırpınır Her işinde sabır ve affeder Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusûru kendisinde görür Her nefeste Allah'ını düşünür Gaflet ile (Allahü teâlâyı unutmuş olarak) yaşamaz Kimseyle münâkaşa etmez Bir kalbi incitmekten korkar Kalbleri, Allahü teâlânın evi bilir Eshâb-ı kirâmın hepsini; "radıyallahü teâlâ anhüm ecmaîn" diyerek anar Hepsinin iyi olduğunu söyler (Abdülhâk-ı Dehlevî) Mürîd olanlar, severler, kalblerine kendilerine âit olan bir isteği, arzuyu getirmezler Gayretleriyle tasavvuf derecelerine yükselmeye çalışırlar (Ali Sincârî) MÜRSEL: Şerîatle (yeni bir din ile) gönderilen peygamber (Bkz Mürselîn) Mürsel Hadîs: Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişen mübârek insanların) ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbe-i kirâmı görüp, sohbetinde yetişen kimselerden) birinin, doğruca, Resûl-i ekrem buyurdu ki, diyerek bildirdiği hadîs-i şerîfler (Bkz Hadîs) İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri, ictihâdında (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümde) sünnete tâbi olmakta herkesten ileri gitmiş, mürsel hadîsleri bile, müsned hadîsler (Peygamber efendimizden rivâyet eden sahâbînin ismi de bild irilen hadîs-i şerîfler) gibi, sened (delîl) olarak almış ve Eshâb-ı kirâmın sözlerini, kendi ictihâdının (re'yinin, hükmünün) üstünde tutmuştur Onların, Peygamber efendimizin yanında, sohbetinde bulunmak şerefi ile kazandıkları derecelerin büyüklüğünü, herkesten daha iyi anlamıştır (Müfti Mahmûd Efendi, Tahtâvî) MÜRSELÂT SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yetmiş yedinci sûresi Mürselât sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Elli âyet-i kerîmedir Gönderilenler anlamına gelen Mürselât kelimesi ile başladığı için sûreye, Sûret-ül-Mürselât denilmiştir Sûrede; kıyâmetin vukû bulacağı, âhiretin bir hüküm günü olduğu, inananlarla i nanmayanların o gündeki durumları anlatılmaktadır (İbn-i Abbâs, Râzî,Taberî,Kurtubî) Allahü teâlâ Mürselât sûresinde meâlen buyuruyor ki: O (kıyâmet günü) , bir zamandır ki, onlar (kâfirler) söylemezler ve söylemeğe izin de verilmez (Âyet: 35, 36) Kim Mürselât sûresini okursa, onun için müşriklerden (Allahü teâlâya ortak koşanlardan) olmadığına dâir bir sened yazılır (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) MÜRSELÎN: Gönderilenler, şerîatle (yeni bir dinle) gönderilen peygamberler Resûller (Bkz Resûl) Ali radıyallahü anhtan rivâyet edildiğine (nakledildiğine) göre, Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, ona şöyle buyurmuştur: "Ebû Bekr ve Ömer, nebiyyîn (nebîler) ve mürselînden başka, önce gelen ve sonra gelen bütün Cennetliklerin, saçları ağarmaya başlayanların seyyidleridir (efendileridir) Yâ Ali! Hayatta oldukları müddetçe onlara bunu haber verme!" (Sünen-i İbn-i Mâce) MÜRŞİD: İrşâd eden, doğru yolu gösteren rehber zât İyi bir müslüman olmaları için, insanları terbiye eden, âlim ve velî Tasavvuf yolunda nihâyete varan büyükler (yolun sonuna kavuşanlar) iki türlüdür:Birincisi Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem izinde giderek kemâle erdikten sonra insanları irşâd için (doğru yola çekmek için) halkın derecesine indirilmiş olan m ürşidlerdir İkincisi, yükseldikleri derecelerde bırakılıp, insanların yetişmesi ile vazîfeli olmayan evliyâdır (İmâm-ı Rabbânî) Bütün kazançlarıma, mürşidlerimi çok sevmekle kavuştum Seâdetlerin anahtarı, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmektir (Mazhâr-ı Cân-ı Cânân) Talebe, mürşidini ne kadar çok severse, onun kalbinden feyz alması da o kadar çok olur Mürşid vesîledir, vâsıtadır Maksad, Allahü teâlâdır (İmâm-ı Rabbânî) Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır (Muhyiddîn ibni Arabî) Bir kimsenin kendisini irşâd edecek (doğru yolu gösterecek) bir mürşîdi yoksa, büyük zâtların (Ehl-i sünnet âlimlerinin) kitaplarını okusun ve onlara uysun (Ferîdüddîn Şeker Genc) Mürşîd-i Kâmil: Tasavvufta kemâle gelmiş, olgunlaşmış, evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât Mürşîd-i kâmilin bakışları, kalb hastalarına (kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere tutulmuş olanlara) şifâ verir Onun teveccühü yâni kalbini bir kimseye çevirmesi; kötü, çirkin huyları insanların kalbinden siler, süpürür (İmâm-ı Rabbânî) Mürşîd-i kâmillerin en üstünleri, dört mezheb imâmlarıdır Bunlar; İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'dirBu dört imâm, İslâm dîninin dört temel direkleridir (Abdülhak-ı Dehlevî) Mürşid-i kâmil, mürîdi evvel ehl-i hal ider Sonra, Fahr-i kâinâtın bezmine idhâl ider Nice yıllar sa'y ile eremediği menzile Bir nefeste mürşid-i kâmil onu îsâl ider (Abdülehad Nûrî) MÜRTECÎ: İslâmiyet'in pâk ve temiz yolunu bırakarak, câhiliyet devri yoluna ve yaşayışına dönen; gerici, irticâ eden (Bkz İrticâ) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #44 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükMÜRTED: Müslüman iken dinden çıkan, kâfir olan kimse (Bkz İrtidâd) Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet etseniz, mü'minleri, Allah için sevmedikçe, kâfirlere ve mürtedlere, Allah için düşmanlık etmedikçe, hiçbiri kabûl olmaz (Hadîs-i şerîf, Berîka) Mürtedin müslüman iken yapmış olduğu ibâdetlerin, iyiliklerin hepsi yok olur Âhirette ona fâidesi olmaz Ölmeden önce müslüman olursa, affolur Tertemiz mü'min olur Yeniden hac etmesi lâzım olur Namazlarını ve oruçlarını kazâ etmez Önceden kazâya bırakmış olduklarını kazâ etmesi lâzımdır Çünkü mürted olunca, önceki günahlar yok olmaz (Muhammed Hâdimî) Helâli, harâmı ayırd etmeyen, farzı yapmağa, haramdan kaçınmağa ehemmiyet vermeyen mürted olur Kelime-i şehâdet getirse, namaz kılsa, ben müslümanım dese de müslüman olmaz Bu sözlerine ve ibâdetlerine inanılmaz Dinden çıkmasına sebeb olan şeye piş man olması, tövbe etmesi lâzımdır (Seyyid Abdülhakîm Efendi) MÜRTEZÂ: Beğenilmiş, râzı olunmuş mânâsına hazret-i Ali'nin lakabı Âdem'in (aleyhisselâm) hilm sıfatını ve Yûsuf'un (aleyhisselâm) güzel ahlâkını görmek isteyen, Ali Mürtezâ'ya baksın (Hadîs-i şerîf-Menâkıb-ı Çıhâr-ı Yâr-ı Güzîn) Eshâb-ı kirâmdan herbiri bir peygambere benzemektedir Ebû Bekr-i Sıddîk Muhammed aleyhisselâma, Ömer-ül-Fârûk Mûsâ aleyhisselâma, Osmân-ı Zinnûreyn Nûh aleyhisselâma, Aliyyül-Mürtezâ Îsâ aleyhisselâma, Mu'âviye hazretleri de Dâvûd aleyhisselâma benz er (İmâm-ı Rabbânî) MÜRÛR-I ZEMÂN: Zaman aşımı, zaman geçmesi Ödünç vermekten veya satıştan ve kirâdan, vedîa, âriyet gibi emânetler, vergi, mülk, akar ve mîrâstan olan şahsî alacakları için on beş hicrî sene özürsüz terk edilmiş dâvâlar, borçlu inkâr ederse, dinlenmez Yâni mürûr-ı zemâna uğrarlar Fakat alaca klıların hakkı zâyî olmaz Yâni borçlu borcunu ikrâr ve îtirâf ederse, borcunu ödemesi her zaman lâzım olur (Mecelle) MÜRÜVVET: İnsanlık, yiğitlik Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe Her kim insanlarla muâmele ederken onlara zulüm etmezse, onlarla konuşurken yalan söylemezse, onlara verdiği vaadi yerine getirirse, mürüvveti tam, adâleti açık, dostluğu vâcib olur (Hadîs-i şerîf-Edeb-üd-Dünyâ ved-Dîn) Haram işlememek, günâhlardan sakınmak, insaf ile hüküm vermek, zulm etmemek, hakkı olmayana göz dikmemek, kölesi olmayan kimseyi karşılıksız çalıştırmamak, zayıfa karşı kuvvetliye yardım etmemek, alçak olanı şerefliye tercih etmemek, vebâl ve günâh o lan şeylere sevinmemek, kötü isim yapacak olan hareketlerde bulunmamak mürüvvetin şartlarındandır (İmâm-ı Mâverdî) Mürüvveti bulunmayanın ibâdeti kâmil (olgun) değildir (Dâvûd-i Tâî) Kimim var hazretinden gayri arz eyleyeyim hâlim, Yüce zâtına âiddir mürüvvet, yâ Resûlallah! (Adlî) Malı, şerîatin ve mürüvvetin uygun görmediği yerlere dağıtmaya, isrâf veya tebzîr denir (Birgivî) MÜSÂFEHA: İki müslümanın, sağ elin avuç içlerini birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirerek el sıkışması İki erkek veya iki kadın müslüman karşılaştıkları zaman, müsâfeha ederlerse, ayrılmadan önce, günâhları mağfiret olunur (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn) Her kim bir mü'min kardeşini ziyâret eyleyip, müsâfeha ederek üç kerre elini sallasa, ellerini ayırmadan her ikisinden Hak teâlâ râzı olur Ağaçtan yapraklar döküldüğü gibi, o şahıslardan günâhlar öylece dökülür (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn) Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kimse ile müsâfeha edince o kimse elini çekmedikçe, mübârek elini ondan ayırmazdı O kimse yüzünü çevirmedikçe, mübârek yüzünü ondan çevirmezdi Bir kimsenin yanına otururken iki diz üzerine oturur, ona sa ygı olmak için mübârek bacağını dikip oturmazdı (Ebû Saîd Hudrî) Müslümanların, birbiri ile karşılaştığı zaman, müsâfeha etmeleri sünnettir Şimdi moda olan parmakları tutarak avucuna koyarak yapılan tokalaşma, müslüman âdeti değildir Sünnet olan ise, karşılaşınca selâm söyleşirken, sağ el dört parmak içleri, çıp lak olarak eldivensiz, örtüsüz, karşısındakinin sağ eli dışına baş parmağı tarafına yapıştırmaktır Baş parmakta bulunan damardan muhabbet (sevgi) yayılırMüsâfeha ederken birbirine muhabbet geçer (Tahtâvî, Seyyid Abdülhakîm) Her karşılaştıkta müsâfeha sünnettir Muayyen vakit tâyin etmek bid'attir (Abdülhakîm-i Arvâsî) MÜSÂFİR (Misâfir): Yolcu Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse (Bkz Seferî, Seferîlik) Allah'a ve âhiret gününe îmân eden müsâfire ikrâm etsin (Hadîs-i şerîf-Meşârik-ul-Envâr) Üç kimsenin duâsı muhakkak kabûl olur Mazlûmun, müsâfirin ve ana-babanın (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet- Terhîb) Bir kimse üç günlük yere gitmeyi niyet etmeden yola çıksa, bütün dünyâyı dolaşsa bile müsâfir olamaz (İbn-i Âbidîn) Müsâfir dört rek'atlı farz namazları iki rek'at kılar Mukîm olan (müsâfir olmayan) imâma uyarsa, dört rek'at kılar Müsâfir imâm olursa, dört rekatli farzların ikinci rekatının sonunda selâm verir Cemâat ise, namazlarını tamamlamak için ikişer reka t daha kılar (İbrâhim Halebî) Müsâfir, mest üzerine, üç gün üç gece (72 saat) mest edebilir Kurban kesmesi vâcib değildir (Tahtâvî) Evine, gelip geçici sâlih bir misâfir gelirse, onun hizmetini iyice yap! Hemen yemeğini ver, belki acıkmıştır Yanında fazla oturma belki yorgundur Yatmadan önce, kıbleyi, helâyı, seccâdeyi ona göster (Süleymân bin Cezâ) Misâfiri çok severim Çünkü rızkını Allahü teâlâ veriyor Ben hiçbir şey yapmıyorum Bununla berâber, Allahü teâlâ bana sevâb veriyor (Şakîk-i Belhî) Dünyâ malına, makâmına ve dünyâ hayâtına güvenme! Biz bu dünyâda müsâfiriz, yolcuyuz Sonunda ayrılıp gideceğiz (Azîz Nesefî) MÜSÂHİB: Arkadaş Resûlullah'ın eshâbının (arkadaşlarının) hepsi, sözbirliği ile âdildirler, hak üzeredirler Allahü teâlâ onları seçip yaratılmışların en üstünü ve var olanların en şereflisi, Resûl-i kâinât olan habîbi Muhammed'e sallallahü aleyhi ve sellem eshâb ve müsâhib etmiştir (İmâm-ı Birgivî) MÜSÂKÂT ŞİRKETİ: Bağda üzüm, bahçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetiştirmek için, toprak sâhibi ile çalışacak kimse arasında yapılan şirket, ortaklık Çalışan kimse hastalanınca veya taraflardan biri ölünce, müsâkât şirketi bozulur (İbn-i Âbidîn) MÜSÂLEMET: Uyuşmak; fikirler ayrıldığı, sözler çoğaldığı zaman münâkaşa etmemek; sertliği, bölücülüğü, ayrıcılığı istemeyip, barışmak istemek Müsâlemet, iffetten (insânî rûhun yapıcı kuvvetinin iyi olmasından) doğan iyi bir huydur (Ali bin Emrullah) MÜSÂMAHA: 1 Hoş görü, başkasının kabahatini görmeme Resûlullah efendimiz; "Allahü teâlâ Cennet'te, içerisinde keskin misk kokuları esen bir şehir yarattı Suyu selsebil kaynağından gelir Ağaçları nûrdandır Şehirde kusursuz güzellikte hûrîler dolaşır ki, her biri yetmiş perçemlidir Hûrîlerden bir tânesi yeryüzünde görünseydi, doğu ile batının arasını aydınlatır ve yer ile gök arasını güzel kokusuyla doldururdu" buyurunca, dinleyenler; "Ey Allah'ın Resûlü! "Bu yer kimin içindir?" diye sordular Peygamber efendimiz; "Alacağını, müsâmaha hoş görürlülük ile isteyen içindir" buyurdular (Müsned-i İmâm-ı A'zâm) 2 Terk edilmesi gerekmeyen şeyleri başkasına faydalı olmak için terk etmek Müsâmaha, cömertlikten doğan güzel bir huydur (Ali bin Emrullah) MÜSÂREAT: İbâdetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmek Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Rabbinizden mağfiret istemeye ve Cennet'e girmeye müsâreat ediniz (Âl-i İmrân sûresi: 133) MÜSÂVÂT: Eşitlik, denklik; aynı halde ve derecede olma İslâm dînindeki hürriyet ve müsâvât, gayr-i müslimlerin çoğunu dâimâ kendine çekmiştirPekçoğu bu sebepten dinlerini değiştirmiş, müslüman olmakla şereflenmişlerdir (Herkese Lâzım Olan Îmân) Her ticârî sözleşmede, iki tarafın zarar ve kârda müsâvât, adâlet bulunması esastır (Ebû Zühre) MÜSÂVÎ: Eşit, denk Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Mekke şehri alınmadan önce din düşmanları ile harb edenler ve mallarını, Allah yolunda harc edenler ile, Mekke alındıktan sonra bunları yapanlar, müsâvî değildir Birinciler elbette daha yüksektir Allahü teâlâ hepsine Hüsnâyı, yâni Cennet'i söz verdi (Hadîd sûresi: 10) Ağırbaşlı kimse, medh olunmayı sevmez, yerilmekten de üzülmez Fakirle zenginleri müsâvî tutar Tatlıyı acıyı ayırmaz (Ali bin Emrullah) Resûl-i ekrem Mekke'den Medîne'ye hicretleri sırasında Eylül ayının yirminci ve Rebî'ul-evvel'in sekizinci Pazartesi günü Kubâ köyüne geldiler Gece ve gündüzün müsâvî olduğu Eylül'ün yirmi üçüncü gününü burada geçirip, Rebî'ul-evvelin on ikinci Cumâ günü Medîne'ye ulaştılar (Kâdı Beydâvî) MÜSEBBİB-İ HAKÎKÎ: Bütün sebepleri yaratan Allahü teâlâ Her varlığın hâlıkı (yaratıcısı), hâkimi (hükm edicisi), müsebbîb-i hakîkîsi Allahü teâlâdır Allahü teâlânın her şeyi sebepsiz vâsıtasız yaratmağa gücü yeter Fakat âdeti onları bir sebeple yaratmaktır Meselâ bir şeye ateş dokunmadıkça yakmağı yara tmaz Yakan, yanma işini yapan ateş değildir Oksijen de değildir Isı da değildir Elektron alış-verişi de değildir Yakan yalnız Müsebbib-i hakîkî olan Allahü teâlâdır Bunların hepsini yanmak için sebeb olarak yaratmıştır Müsebbib-i hakîkî olan Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı Ateşsiz yakardı, yemeden doyururdu Uçak olmadan uçururdu Fakat lütf ederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı Belirli şeyleri belli sebeplerle yaratmağı diledi İşl erini sebeplerin altında gizledi Kudretini sebepler altında sakladı (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) MÜSELLES: Tâze iken yâni gaz kabarcıkları çıkmadan, köpürmeden önce ısıtılıp, üçte ikisi uçup üçte biri kalan üzüm suyu Kısrak, inek, deve sütleri mayalanıp, tadı keskin olunca, müselles gibi olurlarBirincisine kumis, ikincisine kefir denir Bira gibi haramdırlar (İskilipli Âtıf Efendi) MÜSENNEM: Balık sırtı gibi yuvarlak Kabrin üzerini müsennem yapmak sünnettir Peygamber efendimiz kabirleri bu şekilde yaptırırlardı (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-03-2008 | #45 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükMÜSEVVİF: Hayırlı işleri sonraya bırakan, sonra yaparım diyen, iyi işleri geciktiren, bugünün işini yarına bırakan kimse Uygunsuz işlerin hepsinden Allahü teâlâya tövbe etmeli, O'na yalvarmalıdır Belki tövbe etmek için başka zaman ele geçmez Hadîs-i şerîfte; "Müsevvifler helâk oldu" buyruldu Boş zamânı kıymetlendirmelidir Bu zamanlarda Allahü teâlânın beğendiği şey leri yapmalıdır Tövbe yapabilmek Hak teâlânın büyük nîmetlerinden biridir Allahü teâlâdan her an bu nîmeti istemelidir Gençlik zamânı kazanç zamânıdır Merd olan bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz İhtiyârlık herkese nasîb olmaz, nasîb olsa da rahat, elverişli vakit ele geçmez Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik, hâlsizlik zamânında yarar iş yapılamaz (İmâm-ı Rabbânî) Vakit, keskin bir kılınç gibidir Yarına çıkacağımız belli değildirMühim işleri bugün yapmalı, mühim olmıyanları yarına bırakmalıdır Çünkü müsevviflerin helâk olacağı, ziyânda oldukları bildirilmiştir (İmâm-ı Rabbânî) MÜSKİR: Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, aklı gideren ve keyf veren madde Her müskir haramdır Her kim dünyâda içki içer ve içmekte devâm eder ve tövbe edemeden ölürse, o kimse âhirette Cennet şerbetlerinden içemeyecektir (Hadîs-i şerîf-Müslim) Esrâr otu müskirdir Çünkü esrâr almak için evinin eşyâsını satıyorlar Keyf vermeseydi böyle yapmazlardı (Abdullah Menûfî) MÜSLİM: 1 Mûteber ve güvenilir olduğu bütün İslâm âlimleri tarafından kabul edilen, Kütüb-i sitte denilen altı hadîs kitâbının ikincisi Müslim-i şerîfteki hadîs-i şerîflerden bâzıları: Üç kişi bir arada bulunduğu zaman ikisi, diğerini bırakıp da kendi aralarında konuşmasınlar Cehennemlikleri size haber vereyim mi?Onlar katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen, kibirli kimselerdir Kalbinde zerre kadar kibir (yâni küfür) bulunan kimse Cennet'e giremez 2 Allahü teâlânın, peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla gönderdiklerine îmân edip, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse (Bkz Müsliman) MÜSLİMAN (Müslüman): Allahü teâlânın, peygamberleri vâsıtasıyla gönderdiklerine ve Muhammed aleyhisselâma îmân edip, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Mallarını, canlarını fedâ ederek din düşmanları ile, Allahü teâlânın rızâsı için cihâd, muhârebe eden müslümanlar, oturup, kapanıp ibâdet edenlerden daha üstündür Hepsine Cennet'i söz veriyorum (Nisâ sûresi: 95) Müslüman demek, müslümanlara eli ile, dili ile zarar vermeyen kimse demektir (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim) Müslüman, müslümanın kardeşidir Ona zulm etmez, onun yardımına koşar, onu küçük ve kendinden aşağı görmez Onun kanına, malına, ırzına, nâmusuna zarar vermesi haramdır (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât) Bir kimsenin müslümanlığının güzelliği, mâlâyânîden (faydasız şeylerden) kaçması ve lüzûmlu şeyleri yapması ile anlaşılır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât) Bir müslüman, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allahü teâlâ da onu, o miktâr azîz eder Diğer müslümanların kalbine de onun sevgisini verir (İbrâhim Havvâs) Müslüman, iyi insan, aklı başında kimse demektir Hakîkî müslüman, Allahü teâlânın emirlerine itâat eder Allahü teâlânın emirlerine uymamak günâh olur Kul borçlarını öder Müslüman, günâh yapmaz ve suç işlemez Vatanını, milletini ve bayrağını seve r Herkese iyilik eder Kötülük yapanlara nasîhat verir Böyle olan müslümanı Allah da sever, kullar da sever Râhat ve huzûr içinde yaşar (Abdülhakîm Arvâsî) MÜSNED HADÎS: Peygamber efendimize isnâd eden sahâbînin ismi bildirilen hadîs-i şerîfler (Bkz Hadîs) MÜSTAĞFÎR: İstiğfâr eden, Allahü teâlâdan günâhlarının bağışlanmasını isteyen (Bkz İstiğfâr) Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: (O takvâya erenler); "Ey Rabbimiz, biz îmân ettik Artık bizim günâhlarımızı bağışla ve bizi o ateşin azâbından koru" diyenler, sabredenler (îmânlarında) gerçek olanlar, Allahü teâlâya itâatle boyun eğenler, infâk edenler, seherlerde müstağfîr olanlardır (Âl-i İmrân sûresi: 16, 17) MÜSTAĞNÎ: 1 Başkasına muhtâç olmayan Allahü teâlâ bütün varlıklardan müstağnîdir Bütün canlılar îmân etse, itâat etse, O'na hiçbir faydası olmaz Bütün âlem kâfir (inançsız) olsa, azgın taşkın olsa, karşı gelse O'na hiçbir zarar vermez (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) 2Sâhib olduğu şeyle kanâat edip, insanlardan bir şey beklemiyen İhtiyâcını başkalarına söylemiyen Ebû Hâzim'e; "Malın nedir?" diye sordular O da; "İki şeydir; biri Allahü teâlâdan râzı olmak, diğeri de insanlardan müstağnî olmaktır" buyurdu "Öyle ise fakirsin" denilince; "Yerler, gök ve bunların arasındaki şeyler Allahü teâlânın iken ve ben de O'nun muhlis (ihlâslı) kulu iken nasıl fakir olurum" buyurdu (Mâverdî) MÜSTA'MEL SU: Abdestte veya gusülde veya kurbet için (yemekten önce ve sonra, sünnet olduğu için el yıkamak gibi) kullanılan su (Bkz Mâ-i Müsta'mel) Müsta'mel su, İmâm-ı a'zam'a göre kaba necâsettir Müsta'mel suyu içmek ise mekrûhtur (Halebî) MÜSTECÂB: Makbûl, kabûl olunan, geri çevrilmeyen Kişinin din kardeşi için gıyâbında (arkasından) yapılan duâ müstecâbdır Başucunda âmin diyen bir melek bulunur O kişi mü'min kardeşine hayır duâ ettikçe, melek; âmin, hayrın misli senin için de olsun der (Hadîs-i şerîf-Sünen-i İbn-i Mâce) Duânın müstecâb olduğu zamanlar; Receb ayının birinci Cumâ gecesi olan Regâib gecesi, Şâban ayının on beşinci gecesi olan Berât gecesi ve günü, mübârek geceler, Cumâ günü, hatîb minberde iki hutbe arasında oturduğu vakitten namaz kılıncaya kadar, her gecenin son üçte birinde (seher vaktinde), ezân ve ikâmet okunurken, bilhassa hayyealelfelâh dedikten sonra, Allah yolunda cihâd ederken, her namazdan sonra, Kur'ân-ı kerîmi okuduktan sonra, her secdeden sonra, cemâat arasında, yağmur yağarken, Kâbe -i muazzamayı görünce, zemzem suyu içince yapılan duâ müstecâbdır Musîbete uğrayanın o andaki duâsı da müstecabdır (Kâdızâde Ahmed bin Muhammed Emîn Efendi ve İbn-i Cezerî) MÜSTE'CİR: Ücret ödeyen 1 Kirâcı Âcir yâni mal sâhibi, müste'cirden günlük kirâyı her akşam isteyebilir Kirâya verilen mal, müste'cire teslim edilince, emânet olup, müste'cirin elinde kasdsız telef olunca, ödemez (Fetâvâ-yı Hindiyye) Hayvan, binmek ve yük taşımak için; elbise, giymek için kirâlanır Şarta uymayıp, hayvan, ev ve elbise zarar görürse, müste'cir tazmîn eder, öder Zarar vermeyen şeyleri şart ederse, yapmak lâzım olmaz Meselâ evde iki üç kişi oturacak denirse, üç, b eş de oturabilir Hayvana, kamyona konacak eşyânın cinsi değil, ağırlık şart edilir Fakat zararlı şey yüklenmez Hayvanı, çekerek veya döğerek sakat ederse öder (Fetâvâ-yı Hindiyye) 2 İşveren San'at sâhibleri işçilik ücretini müste'cirden alıncaya kadar, eşyâyı vermeyebilir Eşyâ telef olup, teslim edemezse ücret alamaz (Fetâvâ-yı Hindiyye) MÜSTEHAB: Sevilen, beğenilen Peygamber efendimizin bâzan âdet olarak yaptıkları; yapılınca sevâb verilen yapılmayınca günâh olmayan şeyler Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz Sünnetleri yapmakta gevşeklik, farzların yapılmasını zorlaştırır Farzlarda gevşek davranan, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz (Muhammed Ma'sûm Fârûkî) Müstehabları hafif görmemelidir Bunlar Allahü teâlânın sevdiği şeylerdir ve beğendikleridir Eğer bütün dünyâyı vermekle beğendiği bir işin yapılabileceği bilinmiş olsa ve dünyâyı verip o iş yapılabilse çok kâr elde edilmiş olur ve birkaç saksı parç ası verip kıymetli bir elması ele geçirmek gibi olurYâhut birkaç çakıl parçası verip, ölmüş bir sevgilinin rûhunu geriye getirmek, hayat kazandırmak gibidir (İmâm-ı Rabbânî) Müstehab, Hak teâlâya dost eder ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîledir (Abdülhakîm-i Arvâsî) İmâmın, son sünneti, farz kıldığı yerde kılması mekruhtur (ibâdetin sevâbını giderir) Cemâatin kılması mekrûh değil ise de, başka yerlerde kılmaları müstehabdır Müstehâbı yapmayanın namazı noksan olmaz; sevâbından mahrûm kalır (Şernblâlî) Beş vakit namazı vakitleri girer girmez kılmalıdır Yalnız yatsı namazını kış aylarında gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmek müstehabdır (İmâm-ı Rabbânî) MÜSTEHLİK EVLİYÂ: Nihâyete erdikten, maksada kavuştuktan sonra sebepler âlemine indirilmeyen, geri döndürülmeyen evliyâ Kalbi hep Allahü teâlâya dönük olup, O'ndan başkası ile meşgul olmayan zâtlar Müstehlik olan evliyânın peygamberlik makâmının kemâlâtından (üstünlüklerinden) haberi yoktur Başkalarını kemâle getiremez (yetiştirip olgunlaştıramaz) (İmâm-ı Rabbânî) |
|