Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #16 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Yemenli sahâbîlerden: FEYRÛZ BİN DEYLEMÎ Feyrûz bin Deylemî San’a’da bulunuyordu Resûlullahın Peygamberliği haberi oraya ulaşınca, Vebr bin Yuhannis’in teklîfi üzerine Müslüman oldu ve hicretin onuncu yılında Medîne’ye geldi Resûlullahın huzûruna girip, bî’at etti Peygamber efendimize dedi ki: - Yâ Resûlallah! Biz, uzaklardan çıkıp geldik Burada Müslüman olduk Bize kim yardım edecek? Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Allah ve Resûlü Feyrûz da, bunun üzerine dedi ki: - Allah ve Resûlü bize kâfîdir Hangisini istersen tercih et! Yine Feyrûz bin Deylemî, Resûlullaha sordu: - Yâ Resûlallah! Ben Müslüman oldum Fakat nikâhım altında iki kızkardeş var Şimdi ne yapacağım? - Onlardan hangisini istersen tercîh et, onu tut! Hangisini istersen boşa! - Yâ Resûlallah! Biz, üzüm sahibi kimseleriz Allahü teâlâ ise içkiyi harâm kılmıştır Bu üzümleri ne yapacağız? - Kurutup, kuru üzüm yapınız! - Biz bunu nasıl kullanalım? - Kırba içinde sabah ıslatıp, hoşaf yapıp içiniz, akşamleyin ıslatıp, sabahleyin içiniz! Feyrûz bin Deylemî bir defasında da Peygamber efendimize şöyle sordu: - Yâ Resûlallah! Biz, soğuk bir memlekette yaşıyoruz Bu yüzden buğdaydan yapılmış içki içiyoruz - O sarhoş ediyor mu? - Evet, sarhoş ediyor - Onu içmeyiniz! Feyrûz bin Deylemî’nin Müslüman olduğu yıl, Resûlullah efendimiz Vedâ haccını yaptıktan sonra hastalanmışlardı O sırada Araplar arasında ba’zı kimseler peygamberlik da’vâsına kalkıştı Çok kimseyi aldattı Bunların ilki, Benî Ans kabîlesinden Esved-i Ansî idi Asıl ismi Abhele bin Ka’b’dır O, kâhin, hafif meşrep bir adamdı Halka, onları hayrete düşürecek şeyler gösterir, sözleriyle, dinleyenlerin dikkatini çekerdi Esved-i Ansî, meleklerin kendisine vahiy getirdiğini söyleyerek, Peygamberlik iddiasında bulunmaya başladı Birtakım hîlelerle, Yemen halkından birçok kimseyi aldattı Necrân ahâlisi de ona tâbi oldu San’a’yı zaptedip, fitne çemberini genişletti Yemen’de bulunan Müslüman vâli ve memurlar oradan ayrılmak zorunda kaldılar Esved-i Ansî ile ilgili haber, Peygamber efendimize ulaştı Yemen’deki İslâm vâlilerine ve oradaki Müslümanlara haber gönderdi İster onunla çarpışma, isterse onun tuzağa düşürülmesi şeklinde olsun, mutlaka Esved-i Ansî üzerinde önemle durulması gerektiğini emir ve tavsiye buyurdular Resûlullah efendimiz, hasta olmalarına rağmen, Esved-i Ansî gibi yalancıların yaptıkları tahribat üzerinde ehemmiyetle durdular Resûlullah efendimiz bu mes’ele için, Müslüman olmayanlarla da irtibat kurdu Netîcede Esved-i Ansî öldürülecekti Esved’in öldürülmesi için, karısı Âzad ile de anlaşıldı O daha ölmemiştir! Feyrûz, o sırada Yemen’de bulunuyordu İki arkadaşı ile beraber, Esved’in yattığı evin duvarını deldiler Feyrûz, arkadaşlarından birisine, içeri girip öldürmesini söyledi Arkadaşı, tehlikeli anlarda, kendisinde titreme meydana geldiğini, bu işi beceremeyeceğini söyledi Bunun üzerine Feyrûz içeri girdi Esved’in yattığı odaya yaklaştı Horladığını duydu Esved derin bir uykuya dalmış ve yatağına gömülmüş bir vaziyette idi Feyrûz bu işten haberi olan Âzad’a, işâretle, başının nerede olduğunu sordu Âzad da, Esved’in başını gösterdi Feyrûz, Esved’in başucuna dikildi Esved, sarhoş olarak uykuya dalmış ve sarhoşluğu daha geçmemişti Feyrûz, Esved’in başını kıvırdı ve boynunu kırdı Sonra gitmek isterken, Âzad, “O daha ölmemiştir” dedi Feyrûz da, “Hayır o öldü” diyerek arkadaşlarının yanına gitti Olanları anlattı Arkadaşları dediler ki: - Geri dön, başını da kes! Beraberce tekrar oraya vardılar Feyrûz, başını keseceği zaman, Esved titremeye başladı Feyrûz arkadaşlarına, göğsüne oturmalarını söyledi Âzad da, Esved’in başını tuttu Esved’den homurdanmalar geliyordu Boğazı kesilince, şiddetli bir böğürtü duyuldu Feyrûz ile arkadaşları, oradan ayrıldılar Ertesi gün Feyrûz ve arkadaşları, kabîlelerini toplayarak Esved’in öldürüldüğünü ve Muhammed aleyhisselâmın hak Peygamber olduğunu ilân ettiler Bundan sonra Müslüman vâliler, işlerinin başına döndüler ve zekâtı toplamaya başladılar Onu öldüren kim? O gece yalancı Esved-i Ansî’nin öldürüldüğü, Peygamber efendimize vahiyle bildirilmişti Ertesi gün, bu hâdiseyi Eshâbına müjdeledi: - Dün gece, yalancı Esved-i Ansî, kardeşlerimizden biri tarafından öldürüldü Eshâb-ı kirâm, “Yâ Resûlullah, onu öldüren kim” dediler Resûlullah efendimiz de buyurdular ki: - Onu sâlih, mübârek bir ev halkından, mübârek kişi olan Feyrûz bin Deylemî öldürdü Feyrûz bin Deylemî’nin, Esved’in başını Peygamber efendimize getirdiği rivâyet edilir Feyrûz’un, Ebû Dahhâk ve Ebû Abdullah künyeleri vardır Hz Osman zamanında Yemen’de vefât etti Aslen Fârisî’dir Kisrâ’nın, Habeşlileri Yemen’den çıkarmaları için, Seyf bin Zî Yazen’le beraber Yemen’e gönderdiği Farsların (İranlıların) çocuklarındandır |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #17 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)İlk Müslüman sahâbîlerden: HABBÂB BİN ERET Hz Habbâb demirci olup, kılıç yapardı Peygamber efendimiz onun dükkânına gider, onunla görüşürdü Bu görüşmelerinin netîcesinde Hz Habbâb Müslüman olmuş, ebedî saâdet yolunu tutmuştu Müşriklerden hiç çekinmedi Hz Habbâb koruyucusuz olmasına rağmen, Müslüman olduğunu açıklamaktan çekinmemişti Kureyşli müşrikler onun İslâma girdiğini duyunca, ona işkence ve eziyet etmeye başladılar Çıplak vücuduna demir gömlek giydirip, en sıcak günde, Ramdâ’da, vücudunun yağı eritilircesine, güneş altında tutulduğu da olurdu Güneşten kızgın hâle gelmiş, ya da ateşle kızdırılmış olan taşa, çıplak sırtı bastırıldığı hâlde, söyletmek istedikleri küfrü gerektiren sözleri, ona söyletemezlerdi! O büyük bir îmânla; - Allah birdir, Muhammed aleyhisselâm O’nun Peygamberidir, diye haykırırdı Bunun üzerine müşrikler hırslarından deliye döner, daha fazla işkence yapmaya başlarlardı Nitekim müşrikler, bir gün, onu yakalayıp soydular Düz bir yerde yaktıkları ateşin içine, sırtüstü yatırdılar İçlerinden birisi, ayağı ile onun göğsünün üzerine basıp, ateş sönünceye kadar, kendisini o hâlde tuttu Yıllar geçtiği hâlde bile, Habbâb’ın sırtındaki yanıkların izleri, alacaları kaybolmadı! Hz Ömer, Halîfeliği sırasında, Habbâb’a, müşriklerden çektiği işkenceyi sormuştu Habbâb dedi ki: - Ey mü’minlerin emîri! Bak sırtıma! Hz Ömer, onun sırtına bakınca buyurdu ki: - Doğrusu ben, insan sırtının bugünkü gibisini hiç görmemiştim! Bunun üzerine, Habbâb dedi ki: - Benim için bir ateş yakmışlardı da, ben, onun üzerine sürüklenip atılmıştım O ateşi, ancak benim sırt etimin yağı söndürmüştü! Zâlim müşrik kadın Ümmü Enmâr, himâyesinde olan Hz Habbâb’ın Müslüman olduğunu öğrenince, şaşkına dönmüştü Ona göre olacak bir şey değildi Şirk ve küfür kirleriyle, kalbi simsiyah olmuş, basireti körelmiş bu zavallı, Habbâb’ın kalbindeki îmân nûrunu nereden görebilecekti? Gözleri bakıyor, ama hakîkati göremiyordu İşte bu Ümmü Enmâr da, ateşte kızdırdığı demirle, Habbâb’ın başını dağlardı Habbâb'a yardım et! Habbâb; Peygamberimize varıp Ümmü Enmâr’ın yaptıklarını arzetti Bunun üzerine Peygamberimiz; “Allahım! Habbâb’a, yardım et!” diyerek duâ edince, Ümmü Enmâr, başından, bir derde tutulup, köpeklerle birlikte ulur oldu! Kendisine, “Başını, dağlat” diye tavsiye edildi Bunun üzerine, Habbâb; demiri, alır, ateşte kızdırır, Ümmü Enmâr’ın başını, onunla dağlardı! Zâlimin zulmü elbette hesapsız ve cezâsız kalmayacaktı Böylece adâlet-i İlâhi tecelli etmiş Bu sefer Hz Habbâb, onun isteği üzerine Ümmü Enmâr’ın başını dağlıyordu Mekke’de kendisini koruyacak kimsesi bulunmayan Hz Habbâb’a, müşriklerden, Esved bin Abdiyağus da, işkence yapardı Habbâb bin Eret anlatır: “Müşriklerin, en ağır işkencelerine uğramış bulunuyorduk Resûlullah efendimizin yanına gittik Efendimiz, Kâ’be’nin gölgesinde, mübârek kaftanını yastık edinerek ona dayanmıştı Bizim için duâ et! Müşriklerden çektiklerimizi kendisine arz edip dedik ki: - Yâ Resûlallah! Yüce Allaha, bizim için, duâ et! Bizim için, Allahtan, yardım dile! Yâ Resûlallah, bizi, dînimizden döndürmelerinden korktuğumuz şu kavme karşı, bizim için, yüce Allahdan yardım diler misiniz? Bizim için, Allaha duâ eder misiniz? Resûlullah efendimizin, hemen yüzünün rengi değişti Yüzü, al al olduğu hâlde doğrulup oturdu Buyurdu ki: - Vallahi sizden öncekiler içindeki mü’minlerden bir kimse, yakalanır, kendisi için yerde bir çukur kazılır, o kimse, o çukura, dizlerine kadar gömülür, sonra bir testere getirilip, başının üzerine konulup biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence, onu, dîninden dördüremezdi! Yâhut, onun kemiğinin üzerinden eti ve siniri, demir taraklarla taranır, kazınırdı da, yine bu işkence, kendisini dîninden döndüremezdi! Allahdan, korkunuz! Hiç şüphesiz, Allahü teâlâ, sizin için fetih ihsân edecektir! Vallahi, yüce Allah bu işi, muhakkak tamamlayacak, bu iş, muhakkak tamamlanacak! Bu işin hükmü, muhakkak yerine getirilecektir! Hattâ hayvanına binmiş bir kimse, San’a’dan çıkıp Hadramût’a kadar gidecek de, yüce Allahdan başka, bir şeyden korkmayacak! Ancak, koyunları varsa, onlar hakkında kurt saldırmasından endîşe duyacaktır Fakat siz, acele ediyorsunuzdur! Bundan sonra, Resûlullah efendimiz sırtlarımızı okşadı ve duâ buyurdular Resûlullahın rûhlara gıda ve şifâ olan bu lâtif, güzel sözleri, acılarımızı dindiriverdi” Hz Habbâb’ın, azgın müşriklerden Âs bin Vâil’den epeyce alacağı vardı Onu istemek için yanına gitti Âs bin Vâil, Hz Habbâb’a dedi ki: - Muhammed’i inkâr etmedikçe, sana alacağını vermem - Vallahi ben ölünceye kadar, öldükten sonra kabrimden kalkınca da aslâ Peygamberimi red ve inkâr edemem Her şeyden vazgeçerim de, yine bu inkârı yapamam Azâbını çoğalttıkça çoğaltacağız Bunun üzerine Âs bin Vâil alay ederek dedi ki: - Öldükten sonra dirilecek miyiz? Öyle bir şey varsa, o zaman malım da, evlâdım da olacak Borcumu, sana o gün öderim Âs bin Vâil’in bu sözleri üzerine Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde; Meryem sûresinin 77, 78, 79 âyet-i kerîmelerinde meâlen şöyle buyurdu: (Şimdi şu âyetlerimizi inkâr eden ve “Elbette bana mal ve evlât verilecektir” diyen adamı (Âs bin Vâil’i) gördün mü? O, gayba muttali mi olmuş, yoksa Rahmanın huzurunda bir söz mü almış? Hayır, öyle değil, biz onun dediğini yazacağız ve azâbını da çoğalttıkça çoğaltacağız) Hz Habbâb her türlü tehlîkeye rağmen, Müslümanlığını açığa vurmaktan çekinmediği gibi, Kur’ân-ı kerîmi Müslümanlara öğretip, okutmak için de bütün gücünü sarfetmiştir Resûlullah yeni Müslümanlara Kur’ân-ı kerîmi öğretme vazîfesini ona vermişti Tâhâ sûresinin nâzil olduğu sıralarda idi Hz Ömer’in kızkardeşi Fâtıma ile kocası Sa’îd bin Zeyd bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret’i evlerine çağırmışlar, yeni âyet-i kerîmeleri öğreniyorlardı Hz Ömer'in Müslüman olması Fakat bu sırada, dışarıda başka şeyler oluyordu Ömer bin Hattâb, henüz Müslüman olmamıştı Müslümanlar gün geçtikçe kuvvetleniyordu Hele Hz Hamza’nın Müslüman olması, Kureyşin ileri gelenlerini çileden çıkarmıştı Ebû Cehil, bu işin önüne geçmek için, Resûl-i Ekrem’in öldürülmesinden başka çâre olmadığı görüşünü ortaya atmıştı Ömer bin Hattâb kılıcı çekmiş, yola düşmüştü Yolda kızkardeşi ile kocasının Müslüman olduğu haberini alınca, onların evine uğradı Burada kalbinde îmân güneşi parladı Ömer bin Hattâb gelince, Habbâb gizlenmişti Ömer bin Hattâb’dan, kalbinde îmân nûrunun parladığını gösteren sözler duyunca, Habbâb gizlendiği yerden çıktı Tekbîr getirdikten sonra dedi ki: - Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil ile yâhut Ömer ile kuvvetlendir” diye duâ buyurmuştu İşte bu devlet, bu saâdet, sana nasîb oldu Bilâhare Ömer bin Hattâb, Resûl-i Ekrem’in yüksek huzurlarına giderek, Kelime-i şehâdet getirmiştir Hz Ömer dâimâ Hz Habbâb’a sevgi ve hürmet göstermiş, hattâ halîfeliği sırasında birgün onu kendi yerine oturtmuştur Hz Habbâb bin Eret, Mekke’de müşriklerin işkenceleri dayanılmaz hâl alınca, Resûl-i Ekrem’den izin alarak Medîne’ye hicret etti Resûlullah efendimiz Medîne’ye hicret buyurdukları zaman, Hz Habbâb ile Harrâş bin Semme’nin azâtlı kölesi Temîm’i birbirine kardeş yapmıştır Korku ve ümîd namazı Hz Habbâb, Resûlullahın bütün gazâlarına iştirak etti Küçük seriyyelerden ba’zılarında da bulunmuştur Hz Ebû Bekir devrinde, yalancı peygamberlerle yapılan muharebelere ve Sûriye taraflarında yapılan seferlere de katılmıştır 657’de memleketi Kûfe şehrinde vefât etti Habbâb bin Eret, birgün Resûlullaha yatsı namazı hakkında sormuştu Anlatılanı unutmuş, ertesi gün tekrar sormuştu Resûlullah efendimiz şöyle buyurmuşlardı: - Bu namaz, ümîd ve korku namazıdır Bu namazda, Allahü teâlâdan üç şey istenirse, hiç olmazsa ikisi kabûl edilir Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Bir fitne olacak, onda kişinin bedeni öldüğü gibi kalbi de ölecek Kişi, mü’min olarak akşamlayıp, kâfir olarak sabahlar Ve kâfir olarak sabahlayıp, mü’min olarak akşamlar |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #18 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)İlk Müslüman olan sâhabilerden: HÂLİD BİN SA'İD BİN ÂS Resûlullah efendimiz, İslâmiyeti gizli olarak açıklamaya yeni bağlamıştı Daha birkaç kişi Müslüman olmuştu Bu sırada Hâlid bin Sa'îd bir rü'yâ gördü Rü'yâsında, Cehennemin kenarında dururken, babası gelip, kendisini oraya itip düşürmek istedi Tam o sırada, Peygamberimiz belinden yakalayıp, Cehennemin içine düşmekten koruduğunu gördü Feryât ederek uyandı Kendi kendine dedi ki: - Vallahi bu rü'yâ gerçektir Hakkında hayırlı olsun Dışarı çıkınca Hz Ebû Bekir ile karşılaştı O'na rü'yâsını anlattı Hz Ebû Bekir ona dedi ki: - Hakkında hayırlı olsun! Bu kimse, Allahü teâlânın peygamberidir Hemen git, O'na tâbi ol! Sen, O'na tâbi olacak, İslâm dînine girecek ve O'nunla birlikte bulunacaksın O da seni, rü'yâda gördüğün üzere Cehenneme girmekten koruyacaktır Baban ise Cehennemde kalacaktır! Hâlid bin Sa'îd, rü'yâsının etkisinden kurtulamamıştı Vakit kaybetmeden hemen, Ecyâd denilen yerde bulunan Peygamber efendimizin yanına gitti Onun huzuruna varıp dedi ki: - Yâ Muhammed! Sen, insanları neye da'vet ediyorsun? Peygamberimiz cevâben şöyle buyurdu: - Ben, insanı, eşi ve benzeri olmayan tek Allaha ve benim de O'nun kulu ve peygamberi olduğuma inanmaya ve işitmeyen, görmeyen, hiçbir zarar ve fayda vermeyen, kendisine tapınanları da, tapınmayanları da bilinmeyen birtakım taş parçalarına tapınmaktan vazgeçmeye da'vet ediyorum Bunun üzerine, Hâlid bin Sa'îd hemen, "Ben de şehâdet ederim ki, Allah'tan başka tapılacak ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Sen Allahü teâlânın peygamberisin!" diyerek Müslüman oldu Onun Müslüman olması Peygamberimizi çok sevindirdi Hanımı Ümeyye'ye de gelip İslâmiyeti anlattı O da hemen severek Müslüman oldu Hz Hâlid bin Sa'îd, kardeşlerinin de Müslüman olmaları için da'vette bulundu Kardeşi Amr bin Sa'îd de, Müslüman olmuştu Rızkımı ihsân eder Şiddetli bir İslâm düşmanı olan babası Ebû Uhayha, Hâlid bin Sa'îd'in Müslüman olduğunu öğrenip, Mekke'nin tenhâ bir yerinde namaz kıldığını haber alınca, çocuklarından Müslüman olmayanları gönderip onu huzuruna getirtti Ona yeni girdiği dinden ayrılmasını söyledi Azarlayıp dövmeye başladı Sonra dedi ki: - Sen Muhammed'e mi tâbi oldun? Halbuki sen, Onun kavmine aykırı hareket ettiğini ve getirdiği şeyle onların putlarını ve geçmiş atalarını ayıpladığını görüyorsun! Hâlid bin Sa'îd de dedi ki: - Allaha yemîn ederim ki, Muhammed aleyhisselâm doğru söylüyor Ona tâbi oldum Ölürüm de onun dîninden dönmem! Bunun üzerine babası Ebû Uhayha'nın kızgınlığı daha çok arttı Sopa, başında kırılıncaya kadar vurdu ve sonra bağırdı: - Ey zelîl yaramaz oğlum! İstediğin yere git! Yemîn olsun ki, sana ekmek vermeyeceğim! Hz Hâlid cevap verdi: - Sen benim nafakamı kesersen, Allahü teâlâ da, elbette bana geçineceğim rızkımı ihsân eder Bunun üzerine, babası, Hz Hâlid'i evinden çıkarttı ve diğer çocuklarına da dedi ki: - Eğer sizden biriniz, onunla konuşacak olursa, ona yapmadığım şeyi yaparım Sonra, Hz Hâlid'i tutup evinin mahzenine hapsettirdi Üç gün onu Mekke'nin sıcağında aç ve susuz bıraktırdı Hz Hâlid bin Sa'îd bir kolayını bulup, babasının elinden kurtuldu Mekke'nin kenarında bir yerde gizlendi Peygamberimizin yanından ayrılmadı Ey Allahım, onu kaldırma! Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara zulüm ve işkenceleri her gün artıyordu Bitmek, tükenmek bilmeyen bu eziyetleri, dayanılmaz hâle gelince, Resûlullah efendimiz, Müslümanların Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi Orada rahat edebileceklerdi Hâlid bin Sa'îd hanımı ile birlikte hicrete çıkacakları sırada, babası çok hastalandı Yatağa düştü Bu hâlinde bile, "Bu hastalığımdan kurtulup ayağa kalkarsam, Mekke'de bir tek kimse putlardan başkasına ibâdet edemiyecektir" diyordu Hz Hâlid, babasının, hak dîne olan bu düşmanlığının sona ermesi için, "Ey Allahım! Onu yataktan kaldırma!" diye duâ etti Nitekim bu hastalıktan ayağa kalkamadan öldü Habeşistan'a hicret için, ilk olarak Mekke'den çıkan Hâlid bin Sa'îd ve hanımı oldu Kendisi ile beraber Kureşli Müslümanlardan bir grup da Habeşistan'a hareket etti On seneden fazla orada kaldı Oğlu Sa'îd ve kızı Ümmü Hâlid orada doğup büyüdü Hâlid bin Sa'îd, kardeşi Amr bin Sa'îd ve Hz Ca'fer bin Ebî Tâlib ile beraber, Habeşistan'dan Resûlullahın yanına Medîne'ye geldi Hicretin altıncı yılına rastlayan bu dönüşte, Hayber'in fethi gerçekleşmişti Ganimetlerinden bir hisse de Hz Hâlid'e ayrıldı Bundan sonra Hâlid bin Sa'îd önce Umretül-kazâya, sonra sırası ile Mekke'nin fethine, Huneyn harbine, Tâif ve Tebük seferlerine ve bunların yanında, ba'zı küçük seriyyelere iştirak etti Fakat Bedir ve Uhud harblerine katılmadığı için çok üzgündü Bu üzüntüsünü, bir ara Resûlullah efendimize açıkladığında, Peygamberimiz ona: - Üzülecek bir durum yok! Başkaları bir hicret etti Fakat siz, iki hicrete katılmış oldunuz, buyurarak, gönlünü aldı Vahiy kâtipliği yaptı Hz Hâlid bin Sa'îd, ilk Müslümanlardan olmak şerefinin yanında, Resûlullahın kâtiplik hizmetini de yapmıştır Kızı Ümmü Hâlid de, Hz Hadice, Hz Ebû Bekir, Hz Ali ve Hz Zeyd bin Hârise ve Sa'd bin Ebî Vakkâs'tan sonra altıncı Müslüman olduğunu bildirmektedir Hz Hâlid bin Sa'îd, Medîne-i münevvereye döndükten sonra, Resûl-i ekrem efendimiz yazışma ve mektuplaşma işlerini ona verdi Eshâb-ı kirâmın içinde okuma-yazma bilenlerden biriydi Mekke'de iken de bu işleri, o yürütürdü O, yazılacak çeşitli mektupları yazar, gönderir ve yabancılarla yapılan görüşmeleri kaydeder ve buna benzer her türlü işleri yerine getirirdi Resûlullahın özel kalem müdürü vazifesini îfa ediyordu Hicretin dokuzuncu senesinde Tâif'te oturan Benî Sakif'ten gelen heyetle, Resûlullah efendimiz arasındaki yazışma işlerini ve sulh antlaşmasını Hâlid bin Sa'îd kaleme almıştı Hz Hâlid’in Müslümanlığı kabûlünden ve Habeşistan’dan Medîne’ye gelerek orada ikâmetinden sonra, onu zekât memûru, sonra da vâli olarak tâyin etti Vâlilik yaptı Hz Hâlid Yemen’deki görevine, Resûlullahın vefâtına kadar devam etti Hz Ebû Bekir’in halîfeliğinin ilk yıllarında, İslâmiyetten ayrılan ve “Namaz kılarız, fakat zekât vermeyiz” diyenlerle yapılan muhârebelere katılarak mürtedlerin, bozguncuların bastırılmasında vazîfe aldı Bu temizlik harekâtı tamamlandıktan sonra, İslâm ordusu şam taraflarına sevkedildi Bizans ile Yermük’te çetin savaşlar yapıldı 46000 kişilik İslâm ordusunun karşısında 240000 kişilik Rum ordusu vardı 100000 düşman askeri öldürüldü 3000 Müslüman şehîd oldu Bu arada halîfe, Hz Hâlid bin Sa’îd’e, ordunun bir kısmının kumandanlığını verdi Askerlerin harbe hazırlanması ve ihtiyaçlarının giderilmesi ona âitti Hz Hâlid, yardımcı kuvvetlerin kumandanı olarak Filistin’de Remle şehrine yakın Ecnadeyn taraflarına gönderildi Yolda, askerleri arasında ba’zı ihtilaflar başgösterdi Tam bu sırada, Bizans kumandanı Mahân da, ordusu ile Hz Hâlid’e karşı taarruza geçti Hâlid bu taarruzu geri püskürttü ve yardım istedi İslâm ordusunun tamamı seferberlik hâlinde olduğundan, Hz İkrime ve Hâlid bin Velîd derhal Hz Hâlid’e yardıma geldiler Bizans ordusu üzerine tekrar hücum edildi ve Şam’a kadar sürüldüŞam ile Vakusa arasında ordusunu düzenleyen Bizans kumandanı Mahân, Hz Hâlid bin Sa’îd kumandasındaki İslâm ordusu üzerine tekrar saldırdı Yapılan savaşta, Hz Hâlid’in oğlu Sa’îd bin Hâlid şehîd oldu Tam bu sırada İkrime bin Ebû Cehil’in kuvvetleri yardıma geldi Bizans komutanı Mahân kaçtı Hâlid bin Sa’îd, ordusunu Zü’l-Merre’ye getirerek orada konakladılar Ayrıca durumu, Medîne’de bulunan halîfeye bildirdi İslâm ordusu ile Bizans Rum ordusu arasında şiddetli çarpışmalar oldu Bu muhârebelerde Müslüman kadınlar da harp etti Başkumandan Hz Hâlid bin Velîd ile bir kolun komutanı Hz İkrime’nin şaşılacak kahramanlıkları görüldü Hz Hâlid bin Sa’îd de, büyük bir cesâret örneği göstererek kahramanca dövüştü Ordunun diğer askerleri, onun bu hâlini görünce, kendilerine bir canlılık ve cesâret geldi Hanımı da cihâd etti Şam şehrinin alınmasında ve Fihl muhârebesinde canını ortaya koyarak kahramanca çarpışan Hz Hâlid bin Sa’îd, 635 yılında İslâm orduları ile birlikte Merc-i Safer denilen yere geldi Ertesi gün, düşman üzerine saldırıya geçildi Hâlid bin Sa’îd hemen ön saflara geçerek dövüşmeye başladı Düşman askerinden birisi, kendisi ile yeke yek dövüşecek bir er istedi Hâlid hemen oraya çıkıp vuruşmaya başladı Burada kendisi şehîd oldu Kocasının şehîd edildiğini gören bir günlük evli hanımı Ümmü Hakîm, hiç feryât ve figân etmiyerek, eline aldığı bir kılıçla düşman üzerine yürüdü Kahramanca vuruşmaya başladı Onun bu hâlini gören İslâm askerleri büyük bir şevk ve arzu ile saldırıya geçtiler Bizanslıları kılıçtan geçirmeye başladılar Bu arada Ümmü Hakîm de bir kâfir askerini öldürmüştü |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #19 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Meleklerin yıkadığı sahâbî: HANZALA BİN EBÛ ÂMİR Hanzala Bedir gazâsında bulundu O zaman henüz bekârdı Bedir gazâsından bir müddet sonra Abdullah bin Übey’in kızı Cemîle ile nikâhlandı Ertesi gün de Uhud’da Kureyş müşrikleriyle çarpışılacaktı Hanzala geceyi Medîne’de hanımının yanında geçirmek için Resûlullahtan izin istedi Peygamberimiz de müsâade buyurdu Hanımı Cemîle ile o gece beraber kaldı Cumartesi günü sabahleyin Uhud’a yetişmek için, telâştan gusletmeyi unutup çok acele yola çıktı Ne lüzûm vardı? Yola çıkacağı sırada, hanımı Cemîle, orada bulunan kavminden dört kişiyi çağırdı ve Hanzala ile evlendiklerini söyleyip, onları şâhid tuttu Oradaki dört şâhid sordular: - Buna ne lüzûm vardı? Cemîle dedi ki: - Rü’yâmda semânın açıldığını ve Hanzala içeri girdikten sonra kapandığını gördüm Peygamberimiz Uhud’da harp için safları düzeltirken Hanzala yetişti ve Eshâb-ı kirâm arasına karıştı Hz Hanzala diğer sahâbîler gibi cansiperane müşriklerin üzerine atıldı Şehîdlik mertebesine kavuşmak için durmadan savaştı Daha sonra müşrikler bozuldular, dağılıp kaçmaya başladılar Hz Hanzala, Ebû Süfyân’ın önünü kesti Üzerine hücûm etti Ebû Süfyân yere düştü Korkudan ne yapacağını şaşıran Ebû Süfyân; - Ey Kureyş, ben Ebû Süfyân’ım! Hanzala beni öldürecek, yetişin, diye sesi çıktığı kadar bağırmaya başladı Müşriklerden birçokları Ebû Süfyân’ın sesini işittikleri hâlde, kendi canlarının derdine düştüklerinden hiç aldırış eden olmadı Fakat Şeddâd bin Esved, Hz Hanzala’ya arkadan yaklaşıp hâince, sırtından mızrakladı Hanzala mukâbele etmek istedi Fakat îmândan nasîbi olmıyan bu müşrik, ikinci bir darbe daha vurup, Hanzala’yı şehîd etti Hanzala şehîd olunca, Peygamberimiz buyurdu ki: - Ben Hanzala’yı meleklerin gökle yer arasında, gümüş bir tepsi içinde, yağmur suyu ile yıkadıklarını gördüm Ebû Useyd Sa’îd diyor ki: “Gidip Hanzala’ya baktım Başından yağmur suyu akıyordu Döndüm, bunu Resûlullaha haber verdim Peygamberimiz hanımına haber gönderip bunun sebebini sordu O da Uhud’a çıktığı zaman Hanzala’nın cünüb olduğunu bildirdi” Hanzala bizdendir Hz Hanzala Uhud’a yetişmek için çok acele edip, yetişememek korkusu kendini kapladığından, acele ile gusletmeyi unutmuştu Bundan sonra Hanzala’nın adı Gasîl-ül-Melâike=Melekler tarafından yıkanmış kimse diye anıldı Medîne’de Eshâb-ı kirâmın Evs kabîlesinden olanlar, “Melekler tarafından yıkanan Hanzala bizdendir” diye iftihâr ederlerdi Hanzala bi’setten ya’nî Peygamber efendimizin da’vetinden önce de îmân sâhibi olup, Allahın birliğine inanır, putlara tapmazdı Hanîf dîninde idi Böylece hanımının rü’yâsı hakîkat olup, Uhud savaşında Hz Hanzala şehîd oldu Abdullah isminde bir oğulları oldu Abdullah bin Hanzala olarak tanınan bu oğlu, Yezîd zamanında şehîd edildi |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #20 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Darağacında ilk namaz kılan sahâbî: HUBEYB BİN ADİY Uhud savaşında bazı yakınları ölen müşrikler, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler Alçakca bir plân hazırladılar Hemen de planı tatbike koydular Bu maksatla bir heyet Medine'ye giderek Resulullahın huzuruna çıkıp: - Yâ Resûlallah Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler Yalnız Kur'ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur'an-ı kerimi öğretecek kimseler yollar mısınız? diye ricada bulundu Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar Başlarında, Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târık, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl Kabilesi topraklarında, Reci' suyu başında, seher vakti konakladılar Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı Hemen Lıhyanoğullarına gidip, haber verdi Çarpışmaya karar verdiler Çok geçmeden kâfilenin etrâfı sarıldı 200'den fazla silâhlı eşkiyâ oradaydı - Bize öğretmen lâzım! diyenler, çekip gittiler O güzîde Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar Lıhyânoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi Bu sebeple: - Teslim olun Canınızı kurtarın, teklifinde bulunuyorlardı Asıl niyetleri onları Mekke'de köle olarak satmaktı Böylece çok para kazanacaklardı Çünkü Mekke'li müşrikler kendilerine: - Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz, demişlerdi Bunu Müslümanlar da duymuşlardı Onun için, aralarında istişâre ederek çarpışmaya karar verdiler Arkalarını dağa dönüp, kılıçlarını çekip, Allahın dîni uğrunda vuruşmaya başladılar İkiyüz kişilik düşmana karşı görülmemiş bir kahramanlıkla çarpıştılar Üzerlerine saldıran kuvvetten bir kısmını öldürdüler Nihayet çarpışa çarpışa on Sahâbi'den yedisi okla vurularak orada şehid düştü Sadece Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Târık kalmış, müşriklerle çarpışıyorlardı Çok geçmeden müşrikler, onları sağ olarak yakaladılar Arkadaşlarım bana örnektir Lıhyanoğulları üçünü de yayların kirişleri ile bağladılar Mekke'ye götürmek üzere yola çıktılar Abdullah bin Târık Mekkeli müşriklere götürülmeye râzı olmadı Gitmemek için zorlandı - Vallahi ben size arkadaş ve yoldaş olmam! Şehid olan arkadaşlarım bana örnek ve önderdir, deyip, bir zorlayışta ellerini kurtardı Lıhyanoğulları O'nu taşa tuttular, sonunda O'nu da şehid ettiler Lihyânoğulları, Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi Mekke'ye götürüp müşriklere yüksek bir fiyatla sattılar Çünkü Hz Hubeyb Bedr Gazâsında müşriklerden Hâris bin Âmir'i Cehenneme yollamıştı Onun oğulları şimdi kendisini almak için, büyük para ödediler Zeyd bin Desinne'yi de Safvân bin Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası Ümeyye bin Halef'in intikâmını almak üzere satın aldı Mekkeli Müşrikler, Hz Hubeyb ve Zeyd'i satın aldıktan sonra, onlara ne cezâ vereceklerini konuşuyorlardı: - Hayır! Evvelâ işkence etmeliyiz - Ama Harâm aylar içinde bulunuyoruz! - Evet! Bu sebeple, hemen öldüremeyiz! Harâm ayların geçmesini beklememiz gerek - O hâlde, hapsedelim - Ellerini, ayaklarını zincire vuralım! diyorlardı Öyle yaptılar İntikam hırsı Harp meydanındaki yenilginin intikâmını, müdâfaasız bir insandan alacaklardı Hem de o esîri; harpte değil, parayla pazardan almışlardı! Hârisoğulları, iftihârla Hubeyb bin Adiy'i kendi âile fertlerine gösteriyorlar: - İşte babamızı öldüren Şimdi vereceğimiz cezâyı beklemekte! diyorlardı Hz Hubeyb bin Adiy, hapsedildiği evde tam bir tevekkül ile, Allahü teâlânın kendisi hakkındaki takdirini bekliyordu Üzüm salkımı Hapsedildiği evde bulunan ve azatlı bir cariye olan Mâviye şöyle anlatmıştır: Hübeyb, benim bulunduğum evde bir hücreye hapsedilmişti Ben ondan daha hayırlı bir esir görmedim Bir gün baktım elinde insan başı gibi kocaman bir üzüm salkımı vardı Ondan yiyordu Hergün böyle üzüm salkımı elinde görülürdü O mevsimde hem de Mekke'de üzüm bulmak asla mümkün değildi Allahü teâlâ ona rızık veriyordu Hz Hubeyb, hapsolunduğu hücrede namaz kılar, Kur'ân-ı kerîm okurdu Onun okuduğu Kur'ân-ı kerîmi dinleyen kadınlar ağlaşırlar Ona acırlardı - Ona bir isteğin var mı? dediğimde, - Bana tatlı su ver, putlar için kesilen hayvanların etinden getirme, bir de beni ödürecekleri zaman önceden haber ver, başka birşey istemem, dedi Öldürüleceği gün kararlaştırılınca gidip kendisine söyledim Hayret ettim, öldüreceği zamanı öğrenince onda en ufak bir değişiklik ve zerre kadar üzüntü eseri görülmüyordu Bana: - Ne olur bana, bir ustura buluver Temizlik yapacağım Ben de sana duâ ederim, dedi Haksız yere cana kıymayız Ben de çocuğumun eline bir ustura verip, gönderdim Çocuk yanına gidince birden korktum - Eyvah bu adam çocuğu ustura ile keser o nasıl olsa öldürülecek, dedim Koşup çocuğa baktım Hubeyb, gönderdiğim usturayı çocuğun elinden alıp, çocuğu sevmek için dizine oturtmuştu Ben bu durumu görünce çok korkup, feryâd etmeye başladım Durumu anlayınca, - Bu çocuğu ödüreceğimi mi zannediyorsun? Bizim dînimizde böyle şey yok Haksız yere cana kıymak bizim hâl ve şânımızdan değildir, dedi Aslında eli usturalı bir esir çok şey yapabilirdi Hattâ bu fırsat sâyesinde, hürriyetine bile kavuşabilirdi Hz Hubeyb böyle birşeyi, düşünmek bile istemedi Küçük bir yavruyu âlet etmek küçüklüğünü aklına bile getirmedi Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi öldürmek için müşriklerin kararlaştırdığı gün gelmişti Fakat müşriklerin kin ve intikâm hisleri geçmek bilmedi Herkese haber verildi Bu yüzden şehrin zengin-fakîr, genç-ihtiyâr, kadın-erkek ve bütün çocuklar oradaydılar Bu iki yüce Sahâbenin başına gelecekleri merak ediyorlardı Bir isteğin var mı? Bir sabah erkenden O büyük îmânlı Sahâbînin zincirlerini çözüp, zindandan çıkardılar Mekke dışında Ten'im denilen yere götürdüler Çünkü bütün mel'anetlerini, orada yapmayı âdet edinmişlerdi Bu iki Allah ve Resûlullah dostu ise, heyacanlı değildilerYolda karşılaşıp görüşen bu iki Sahâbî kucaklaşarak birbirlerine uğradıkları belâya sabretmelerini tavsiye ettiler Az sonra bir müşrik bağırdı: - Ey Hubeyb! Sen bizim babamızı, Hâris bin Âmir'i öldürdün Bugün onun intikâmını senden alacağız Ölmeden önce bir isteğin var mı? Hubeyb bin Adiy gâyet sâkin, şunları söyledi: - Yaşatan ve öldüren ve öldükten sonra gene diriltecek olan, yalnız Cenâb-ı Allahtır O'na binlerce hamd olsun Darağacında namaz Müşrikler hayretle tekrar sordular: - Ölmeden önce son bir arzun yok mudur? - Beni bırakınız iki rekât namaz kılayım - Kıl orada Elleri ve ayakları çözülen Hz Hubeyb, hemen namaza durup, büyük bir sükûnet içinde huşû' ile iki rekât namaz kıldı Cenâbı Hakka son duâlarını yaptı Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı Namazını bitirdikten sonra - Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım, dedi Böylece idam edilirken iki rekât namazı ilk kılan, âdet ve sünnet olmasına sebep olan Hubeyb bin Adiy'dir Peygamber efendimiz, onun idam edilirken iki rekât namaz kıldığını işitince bu hareketini yerinde ve uygun bulmuştur Allah ve Resûlullah sevgisi için Hârisoğulları hırsla yaklaştılar: - Artık ölmeye hazır mısın? diye sordular Aslında O'nun bağırıp çağırmasını istiyorlardı Çünkü o zaman daha keyifle, işkence edeceklerdi Fakat aksine Hubeyb halâ sâkindi: - Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resûlullah sevgisi içindir Cenâb-ı Hak dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun zerresini, lütuf ile Cennetine nâil eyler, dedi Hz Hubeyb, son namazını kıldıktan sonra, Mekkeli müşrikler, onu tutup darağacına kaldırarak bağladılar Yüzünü kıbleden Medine'ye doğru çevirdiler Sonra: - Vallahi dînimden asla dönmem! Bütün dünya benim olsa, bana verilse yine İslâmiyyetten dönem! Esselâmü aleyke Yâ Resûlallah - Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini, sen de evinde rahat oturasın ister misin? - Ben Muhammed aleyhisselâmın değil benim yerimde olmasını, Medîne'de yürürken ayağına bir diken bile batmasına asla râzı olmam! - Ey Hubeyb, İslâm dîninden dön eğer dönmezsen seni muhakkak öldüreceğiz - Allah yolunda olduktan sonra benim için öldürülmenin hiç ehemmiyeti yoktur Hz Zeyd bin Desinne'ye de bu şekilde söylediler O da aynı cevabı vererek şehid oldu Bundan sonra Hubeyb: - Allahım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum Allahım! Resûlüne selâmımı ulaştır Bize yapılan bu işi Resûlüne bildir, diyerek duâ etti Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz, Eshâb-ı kirâmla oturuyordu Zeyd bin Hârise şöyle anlatmıştır: Bir gün Resûlullah efendimiz Eshâbıyla otururken kendisine vahy geldiği sırada kaplayan hâl gibi bir hâl kapladı Sonra, - Ve aleyhisselâm, dedi - Yâ Resûlallah bu selâmı kimin selâmına karşılık verdiniz? - Kardeşimiz Hubeyb'in selamına karşılık verdim Cebrâil aleyhisselâm, Hubeyb'in selâmını bana ulaştırdı Ve Hubeyb ile Zeyd'in şehid edildiğini Eshâbına duyurdu Hubeyb'in etrafında toplanan Kureyş müşrikleri: - İşte babalarınızı öldüren bu adamdır, diyerek gençleri üzerine mızraklarıyla saldırttılar Mızraklarını saplayarak vücudunu yaralamaya başladılar Yüzümü Ka'be'ye çevir Bu sırada Hubeyb'in yüzü Kâ'be'ye doğru döndü Müşrikler Medine'ye doğru döndürdüler Hz Hubeyb: - Allahım eğer ben senin katında hayırlı bir kul isem yüzümü Ka'be'ye çevir, diyerek duâ etti Yüzü yine kıbleye döndü Müşriklerden hiçbiri onun yüzünü Kâ'be'den başka bir tarafa çeviremedi Bu esnada Hz Hubeyb darağacı üzerinde düşman arasında garip bir halde şehit edilmekte olduğunu dile getiren bir şiir söyledi Mekkeli müşrikler darağacına çıkardıkları Hz Hubeyb'e, ellerindeki mızraklarla işkence yapmaya başlayınca: - Valahi ben Müslüman olarak öldürülecek olduktan sonra vurulup hangi yanım üstüne düşersem düşeyim gam yemem Bunların hepsi Allah yolundadır, dedi Hubeyb bundan sonra yüksek sesle şöyle bedduâ etti - Ey büyük ve herşeye kâdir Allahım Sen de bu zâlimlerin tamâmını mahveyle! Onlardan hiç birini sağ bırakma! Hepsini ayrı ayrı öldür, Allahım! Hâinler korkak olur Hâinler korkak olur Bu hâinler de bedduâyı işitince korkmaya başladılar Hz Hubeyb biraz daha konuşursa, vaziyet değişebilirdi Oradakiler müşrik de olsalar tesir altında kalabilirlerdi! Hattâ o mazlûmu kurtarmak istiyen bile çıkabilirdi Hârisoğulları: - Konuşturmayın şunu! diye bağırdılar Sonra da mızraklarını peşpeşe saplamaya başladılar, içlerinden biri göğsüne mızrağı sapladı, mızrak sırtından çıktı Hubeyb, vücudundan kanlar fışkırırken ve darağacında sallanarak son nefesini verirken, - Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh diyerek şehid oldu Hubeyb bin Adiy'in cenazesi kırk gün darağacında asılı kaldı Bedeni çürüyüp kokmadı Hep taze kan aktı Peygaber efendimiz onun cenazesini getirmek üzere Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved'i gönderdi Gece gizlice Mekke'ye girip Hubeyb'i asılı bulunduğu darağacından indirip deveye yükleyerek Medine'ye doğru yola çıktılar Cennetteki komşu Durumu öğrenen müşrikler büyük bir kalabalık hâlinde üzerlerine hücum ettiler Hz Zübeyr ve Mikdâd, kendilerini savunmak için cenazeyi yere koydular Biraz sonra baktılar ki, Hubeyb'in cenazesini bıraktıkları yer yarılıp, cesedi içine alındı ve kapandı Onlar da oradan uzaklaşıp, Medine'ye döndüler Peygaber efendimiz, Hubeyb bin Adiy için: - O benim Cennette komşumdur, buyurmuştur Bu şekilde şehid edilen Hubeyb, Ensârdan ya'nî Medîneli Müslümanlardan olup Evs kabilesindendir Hicretten önce Müslüman oldu Bedir ve Uhud savaşına katıldı Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar gösterdi |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #21 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Sevgili Peygamberimizin sırdaşı: HUZEYFE BİN YEMÂN Huzeyfe bin Yemân hazretleri şöyle anlatıyor: "Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak Resûlullahın yanında idik Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik Bu şiddetli karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başlamıştı Ok ve taş atma Bu sırada müşrik ordusu, telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi Peygamber efendimiz bize onların bu hâlini haber verdi Resûluluh efendimiz gece bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi Soğuktan ve açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum Bana dokunarak buyurdu ki: - Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma Mızrak ve kılıç vurma Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın Resûlullahın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar gelmeyecek Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım Resûlullah efendimiz benim için duâ etti: - Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru! Müşriklere doğru yürümeye başladım Sanki hamamda yürüyor gibiydim Vallahi içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı Nihâyet müşriklerin ordugâhına vardım Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş yakmışlar, başında ısınıyorlardı Ebû Süfyân daha o zaman Müslüman olmamıştı Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim Ateşin ışığından faydalanarak onu vurmak istedim Tam atacağım sırada Resûlullahın, "Benim yanıma dönüp gelinceye kadar bir hâdise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve onu öldürmekten vazgeçtim Bundan sonra kendimde kuvvetli bir cesâret buldum Müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturdum Görülmemiş derecedeki şiddetli rüzgâr ve Alllahü teâlânın görülmeyen ordusu melekler, onlara yapacağını yapıyordu Rüzgârda, kap kacakları devriliyor, ateşleri ve ışıkları sönüyor, çadırları başlarına yıkılıyordu Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp dedi ki: - İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat ediniz, herkes yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes yanında oturanın elini tutsun! Durulacak yerde değilsiniz Ebû Süfyân, aralarına bir yabancının girdiğini sezer gibi olmuştu Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve solumda bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce isimlerini sordum Böylece tanınmamı engelledim Nihayet Ebû Süfyân: - Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz Atlar, develer kırılmaya, ölmeye başladı Kıtlık her tarafı sardı Rüzgârdan, başımıza gelenleri görüyorsunuz Hemen göç edip gidiniz İşte ben gidiyorum, diyerek devesine bindi Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye doğru hareket etti Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum Müşrik ordusu çekip gidince, ben de Resûlullahın yanına döndüm Yolun yarısına geldiğimde karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvâri şeklinde melekler çıktı Bana dedilir ki: - Resûlullaha haber ver Allahü teâlâ düşmanı perişan etti! Resûlullahın yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu Fakat ben döner dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâlim tekrar başlamıştı Huzeyfe bin Yemân, Eshâb-ı kirâm arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla meşhurdur Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kirâm arasına karışarak kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu tek tek bildirmiştir Bundan başka vukû bulacak hâdiseleri de bildirmişti Eshâb-ı kirâm arasında çok sevilir ve ayrı bir itibar gösterilirdi Çünkü o, Resûlullahın verdiği sırlarla dolu idi Resûlullah gizli kalması lâzım olan bir çok şeyi, Hz Huzeyfe'ye söyledi Lâzım olanı bildirdik O ve Ebû Hüreyre buyurdular ki: - Server-i âlem, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi Bunlardan bildirilmesi lâzım olanları size bildirdik Lâzım olmayanları, sakladık, bildirmedik Hz Huzeyfe, Peygamber efendimizin sağlığında Hendek'ten sonraki savaşların hepsine katıldı Resûlullahın vefâtından sonra Hz Ebû Bekir, onu ordu kumandanı ta'yîn etti Dinden dönenlerle savaşmak üzere Umman'a gönderdi Kendisine katılan İkrime ile birlikte Umman halkını tekrar İslâma döndürdü Bundan sonra Umman'da, önce zekâtları toplamakla, sonra da vâli olarak vazîfelendirildi Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara katıldı Irak'ın ve İran'ın fethinde bulundu Nihâvend savaşında Nu'man bin Mukarrin şehîd olunca, İslâm sancağını Huzeyfe eline alarak Hemedân, Rey ve Deynura'yı fethetmiştir Cezîre'nin fethinde bulunarak, Nusaybin vâliliğine ta'yîn olundu Hz Ömer yeni bir vâli ta'yîn ettiği zaman, oranın halkına mektup yazarak, "Yeni vâli, âdâletle hükmettiği müddetçe; siz de onun emirlerine uyunuz" derdi Hz Huzeyfe'ye verdiği mektupta ise şöyle yazdı: "Ey Nusaybin halkı! Bu gönderdiğim vâlinin, bütün emirlerine uyun Her isteğini yerine getirin" Nusaybinliler, karşılamaya çıktılar Onu gördükleri zaman; hayvanı üzerinde, bir parça kuru etle ekmek yiyordu Selâmlaştılar Sonra halîfenin emirnâmesini gösterdi Onlar da dediler ki: - Hz Ömer'in emirleri, başımız üzerine! Sen de hoş geldin, safâ geldin Lâkin, bizden isteklerin ne ise; şimdi söyle Belki karşılıyamıyacağımız şeylerdir! Yeni vâli tebessüm ederek şu cevabı verdi: - Aranızda kaldığım müddetçe sizlerden; sâdece, kendimin ve hayvanımın yiyeceğini istiyorum Başka hiçbir şey istemem Duâ eden kurtulur O şehirde, epeyce müddet bulundu Görevini, kusursuz yapmaya çalışıyordu Bilhassa Cum'adan önce, Müslümanlara va'z ve nasîhat eylerdi Bir defasında buyurdu ki: - Ey Mü'minler! Fitne, önce kalblerde filizlenir Su katılmamış şarap bile; fitne kadar, insan kalbini çelemez, bozamaz Sizler, fitneye doğru gitmeyiniz Allaha yemîn ederim ki fitne insanları; selin, çöpleri sürüklediği gibi sürükler götürür! - Yâ "Huzeyfe! Fitneden nasıl kurtulabiliriz? - Duâ eden, kurtulur - Ne zaman duâ edelim? - Namazdan sonra Çünkü kulları, güzelce abdest alıp, namaza durdukları zaman; cenâb-ı Hak da namaz kılanlara yönelir İşte o anlarda duâ ediniz! Fakat sizler; hayırlı kimseler olmak istiyorsanız; geçici olan dünya için âhireti terketmeyiniz! Hz Huzeyfe, Medâyin şehrinde uzun müddet vâlilik yaptı Oranın halkı, onun idâresinden son derece memnun olup, kendisini çok sevmişlerdi Nihayet bir akşam, Hz Ömer'den haberci geldi Artık, Huzeyfe'nin Medîne'ye dönmesini istiyordu Emir üzerine hazırlandı, helâllaştı, vedâlaştı ve yola çıktı Dönüşünü bekleyenler arasında, halîfe de bulunuyordu Az çok yaklaşınca, Halîfe dikkatle baktı Gördü ki; Medâyin vâlisi gönderdiği gibi dönüyor! Bunca yıl sonra; aynı hayvan üzerinde, aynı sâde elbiseler içinde Yan yana geldiler ve selâmlaştılar, kucaklaştılar Halîfe sevinçle: - Sen, benim kardeşimsin Ben de, senin kardeşinim, diyerek, hislerini belirtti Cenâzesini niçin kılmadın? Hz Ömer halîfeliği zamanında Huzeyfe'nin bir cenâzenin namazını kılmadığını görerek, ona sordu: - Niçin cenâze namazını kılmadın? Resûlullahın sırdaşı Hz Huzeyfe dedi ki: - Resûlullah efendimiz, bana o kişinin münâfık olduğunu açıklamıştı Bunun için onun namazını kılmadım - Allahın Resûlü münâfıklar arasında Ömer'i de saydı mı yâ Huzeyfe? - Hayır, yâ Ömer - Peki memurlarım arasında münâfık var mı? - Sadece bir tane var Ancak ismini söylemeye memur değilim Huzeyfe hazretleri, Hz Ömer'in bütün ısrârına rağmen ismini söylememiştir Sonra o münâfık Hz Ömer tarafından uzaklaştırılmıştır Bundan sonra Hz Ömer, Huzeyfe'nin gitmediği cenâzeye gitmemiştir Çünkü onun gitmemesini, ölenin münâfık olduğuna işâret sayardı Birgün Hz Ömer, huzurunda bulunan ba'zı Eshâb-ı kirâma sordu: - Resûlullah efendimizin fitne hakkında olan sözü hatırında olan var mı? İçlerinden Huzeyfe dedi ki: - Ey mü'minlerin emîri! Peygamberimizin bu konudaki sözü aynıyla benim hatırımdadır buyurdu ki, "Kişi ailesinden, malından, çocuklarından ve komşusundan dolayı fitneye düçâr olur Böyle günâhlara oruç tutmak, namaz kılmak ve iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak keffâret olur" - Maksadım o değil, deniz gibi dalgalanacak fitneyi soruyorum - Ey mü'minlerin emîri! Senin için endişelenecek bir şey yok Senin zamanınla onun arasında bir kapalı kapı var Kapı kırılacak mı? - Yâ Huzeyfe! Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı? - Ey mü'minlerin emîri! O kapı kırılacak Bu cevap üzerine Hz Ömer: - Desene ümmet-i Muhammed kıyâmete kadar bir araya gelemeyecek! diyerek üzüntüsünü dile getirdi Daha sonra Huzeyfe'ye o kapının ne olduğu sorulduğunda şu cevabı vermiştir: - O kapı Hz Ömer idi Hz Ömer'in bunu bilip bilmediği sorulunca da: - Akşam ve sabahın olacağını bildiği gibi biliyordu, cevabını vermiştir Nitekim daha sonra Hz Ömer şehîd edilmiş, Hz Osman devrinin sonlarında alevlenen fitne târih boyunca bitmemiştir Kötü zaman gelecek mi? Hz Huzeyfe şöyle anlatıyor: Herkes Resûlullah efendimize hayırdan sorardı Ben ise ileride hâsıl olacak fitnelerden sorardım Çünkü bunların şerrine yakalanmaktan korkuyordum Dedim ki: - Yâ Resûlallah, biz, Müslüman olmadan önce kötü kimselerdik Allahü teâlâ, senin şerefli vücudun ile İslâm ni'metini, iyiliklerini bizlere ihsân etti Bu saâdet günlerinden sonra yine kötü zaman gelecek mi? - Evet gelecek - Bu şerden sonra, hayırlı günler yine gelir mi? - Evet gelir Fakat o zaman bulanık olur - Bulanıklık ne demektir? - Benim sünnetime uymıyan ve benim yolumu tutmayan kimseler ortaya çıkar İbâdet de yaparlar Günâh da işlerler Cehenneme çağıranlar - Bu hayırlı zamandan sonra, yine şer olur mu? - Evet, Cehennemin kapılarına çağıranlar olacaktır Onları dinleyenleri Cehenneme atacaklardır - Yâ Resûlallah! Onlar nasıl kimselerdir? - Onlar da bizim gibi insanlardır Bizim gibi konuşurlar - Onların zamanlarına yetişirsem ne yapmamı emredersiniz? - Müslümanların cemâ'atına ve hükümetine tâbi ol! - Müslümanların hükümeti yoksa ne yapalım? - Bir kenara çekil Aralarına hiç karışma, ölünceye kadar yalnız yaşa Huzeyfe, Hz Osman'ın halîfeliği sırasında Azerbaycan ve Ermenistan taraflarının fethine gönderildi Buradaki hizmetlerinin yanında mühim bir hizmeti de, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarının çoğaltılmasına sebep olmasıdır Çünkü o, Azerbaycan ve Ermenistan tarafına gittiğinde, Kur'ân-ı kerîmin değişik lehçelerle okunduğunu görerek, Kur'ân-ı kerîmin Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını Hz Osman'a teklif etti Bunun üzerine Hz Osman, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarını çoğaltıp; belli merkezlere gönderdi Hayatının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe bin Yemân, Hz Osman şehîd edildiğinde Medîne'de bulunuyordu Bu sırada yaşı oldukça ilerlemişti Dördüncü halîfe Hz Ali'nin, ilk günlerinde hastalandı Artık iyice ihtiyarlamıştı Müslümanlar akın akın ziyâret ediyorlardı Bir arkadaşına 300 dirhem vererek buyurdu ki: - Bu parayla, kefen alıverin Desenli bir kumaş getirdiler Onu görünce: - Bu kefen değil, gömlek içindir Kefen, boydan boya iki bez parçası olur, dedi Dost ânî geldi Sonra da yavaş bir sesle buyurdu ki: - Hem sizin arkadaşınız iyi bir Müslüman ise, cenâb-ı Hak; kabirde o kefeni, daha iyisiyle değiştirir Kötü ise, daha kötü şeylere hazırlanmalıdır Hz Ali'nin hilâfetinin 40 günü, 656 senesinde, Huzeyfe hazretleri de, sırlarıyla birlikte sevgili Peygamberimize kavuştu Hz Huzeyfe ölüm döşeğinde yattığı vakit şöyle duâ etmiştir: - Dost ânî bir baskınla geldi Pişmanlık fayda vermez Allahım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver Ölüm hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #22 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Şehîdlerin efendisi: Hz HAMZA Abdullah ibni Mes’ûd buyuruyor ki: Müşriklerden Velîd adında birinin bir putu vardı Safâ tepesinde toplanırlar, bu puta ibâdet ederlerdi Bir gün Peygamber efendimiz, onların yanına gitti ve onları îmâna da’vet etti Kâfir olan bir cinnî, o putun içine girdi ve sevgili Peygamberimiz için uygun olmayan sözler sarfetti Peygamber efendimiz üzüldüler Teşrif eder misiniz? Başka bir gün şahsını görmediği bir kimse, Peygamber efendimize selâm vererek dedi ki: - Yâ Resûlallah! Kâfir olan bir cinnî sizin için münâsib olmayan şeyler söylemiş Ben, onu bulup boynunu kestim Arzû buyurup, yarın Safâ tepesine teşrif eder misiniz? Siz, yine onları İslâma da’vet ederseniz, ben de o putun içine girip, sizi medhedici sözler söylerim Peygamber efendimiz, Abdullah ismindeki bu cinnînin arzûsunu kabûl ettiler Ertesi günü oraya gittiler ve yine müşrikleri îmâna da’vet ettiler Müslüman cinnî, müşriklerin elindeki putun içine girip, sevgili Peygamberimizi ve İslâmiyeti anlatan güzel sözler ve beyitler söyledi Müşrikler, bu sözleri duyunca, başta Ebû Cehil olmak üzere ellerindeki putu parça parça ettiler Resûlullaha saldırdılar Mübârek yüzü kana boyandı Onların bu ezâ ve cefâlarına tahammül gösterip, şöyle buyurdular: - Ey Kureyşliler! Bana vuruyorsunuz Ama ben sizin Peygamberinizim Peygamber efendimiz, oradan ayrılıp evine geldi Bir hizmetçi kız, bu hâdiseyi, başından sonuna kadar görmüştü Bu sırada Hz Hamza, dağda avlanıyordu Bir ceylana ok atmak için hazırlandı Ceylan dile gelerek dedi ki: - Yâ Hamza! Bana ok atacağına kardeşinin oğlunu öldürmek isteyenlere ok atsan daha hayırlı olur Hz Hamza bu sözlere hayret ederek süratle evine hareket etti Hz Hamza âdeti üzere, avdan dönünce, tavâf yapmak için Harem-i şerîfe uğrar, ondan sonra evine giderdi O gün tavâf yaparken, hizmetçi kız, yanına gelerek dedi ki: - Ebû Cehil, kardeşinin oğluna, şöyle şöyle söyledi Hz Hamza, Peygamber efendimize hakâret edildiğini işitince, akrabâlık damarları hareket etti Silahlarını kuşanarak, Kureyş kâfirlerinin bulunduğu yere geldi - Kardeşimin oğluna, kötü söz söyliyen, kalbini inciten sen misin? diyerek, boynundaki yay ile, Ebû Cehil’in başını yedi yerinden yardı Kötü şeyler söyledim Orada bulunan kâfirler Hz Hamza’ya saldıracak oldular Bu durumda büyük çarpışma çıkacaktı Fakat, Ebû Cehil dedi ki: - Dokunmayınız, Hamza haklıdır Onun kardeşinin oğluna bilerek kötü şeyler söyledim Hz Hamza oradan ayrıldıktan sonra, Ebû Cehil, etrafındakilere; - Aman ona ilişmeyiniz! Bize kızar da Müslüman olur Bununla Muhammed kuvvetlenir, dedi Hz Hamza Müslüman olmasın diye, kendi kafasının yarılmasına râzı oldu Çünkü Hamza, hatırı sayılır, kıymetli ve kuvvetli idi Hamza, Peygamber efendimizin yanına gelip dedi ki: - Yâ Muhammed, Ebû Cehil’den intikamını aldım Onu kana boyadım, üzülme, sevin! Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: - Ben, böyle şeylere sevinmem - Seni sevindirmek, üzüntüden kurtarmak için, ne istersen yapayım Îmân etmenle sevinirim O zaman Peygamber efendimiz buyurdu ki: - Ben ancak senin îmân etmen ile, kıymetli bedenini Cehennem ateşinden kurtarman ile sevinirim Bunun üzerine Hz Hamza hemen Müslüman oldu Hakkında âyet-i kerîme geldi Abdullah ibni Abbâs’a göre, Kur’ân-ı kerîmde En’âm sûresi 122 âyet-i kerîmesinde, “Diriltildiği ve nûra kavuşturulduğu” anlatılan zâtın Hz Hamza ve aynı âyet-i kerîmede, “Karanlıklarda bocalayan” şeklinde anlatılanın da Ebû Cehil olduğu açıklandı Hz Hamza, Kureyşin yanına gidip Müslüman olduğunu ve Allahın Peygamberini her suretle koruyacağını bildirip şöyle dedi: “- Kalbimi, İslâmiyete ve Hakka meylettirmiş olduğu için Allahü teâlâya hamdolsun Bu din, kullarının her yaptığını bilen, herkese lutfu ile muâmele eden, kudreti her şeye galip gelen, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ tarafından gönderilmiştir Kur’ân-ı kerîm okunduğu zaman, kalb ve akıl sâhibi olanların gözlerinden yaşlar akar Kur’ân-ı kerîm, açık bir lisan ile açıklanmış âyetler hâlinde Hz Muhammed’e nâzil olmuştur Muhammed, içimizde, sözü dinlenir, kendisine boyun eğilir bir mübârek kimsedir Ey müşrikler! Aklınız başınızdan gidip, gözünüz kararıp da Onun hakkında sert, ağır ve kaba sözler, söylemeyin! Eğer böyle bir düşünceye kapılırsanız, biz Müslümanların cesedine basıp geçmeden, onu hiç kimseye vermeyiz!” Hz Hamza’nın Müslüman olması ile, Resûlullah efendimiz çok sevindi Müslümanlar, pek çok kuvvet buldu Artık Mekkeliler Müslümanlara, hiçbir sebep yokken, fenâ muâmele yapamadılar Bilhassa Hz Hamza’nın kılıcının şiddetinden çekindiler Endişeye lüzûm yok Peygamber efendimiz, Hz Hamza ve diğer bir kısım Müslümanlar Hz Erkam’ın evinde bulunuyorlardı Bir ara kapı vuruldu Gelen kimsenin, silâhlarını kuşanmış şekilde Hz Ömer olduğu görülünce, ba’zıları endişeye kapıldı Hz Hamza; - Gelen tek bir kişidir Bu kadar endişeye lüzûm yok Eğer, hayır için geldi ise hoş geldi Yok eğer şer için geldi ise kendi kılıcı ile başını keserim, dedi Dışarı çıktı ve dedi ki: - Yâ Ömer! Sen ne zannedersin? Biz Abdülmuttalib evlâdıyız Her birimiz Allahü teâlânın izni ile demiri çiğneyip havaya püskürtürüz Allah ve Resûlü için can ve baş fedâ ederiz Sen Resûlullaha zarar vereceğini zannediyorsan aldanıyorsun Sevgili Peygamberimiz, bu konuşmaları işitti Kendileri gelerek, iltifat ile Hz Ömer’i karşıladı Hz Ömer de Müslüman oldu Bu iki kahraman sayesinde Müslümanlar kuvvet buldular, ibâdetlerini açıktan yapmaya başladılar Hz Hamza bir gün, Cebrâil aleyhisselâmı kendi aslî şeklinde görmeyi arzû ettiğini, Peygamber efendimize bildirdi Peygamber efendimiz de Hz Hamza’ya sordular: - Onu görmeye dayanabilir misin? - Evet dayanırım - Öyle ise yere otur da bak! Bayıldı, arkası üstüne düştü Hz Hamza Cebrâil aleyhisselâmı görünce, bayıldı, arkası üstüne düştü Hz Hamza, Hz Zeyd bin Hârise, Hz Ebû Mersed Kennaz, Hz Enes ve Hz Ebû Kerse ile beraber Medîne’ye hicret etti Peygamber efendimiz Medîne’ye geldiklerinde, Mekke’li Müslümanları hem kendi aralarında, hem de Medîneli Müslümanlarla kardeş yaptı Kendi aralarında da, Hz Hamza’yı, Zeyd bin Hârise ile kardeş yapmıştı Hz Hamza bu kardeşini çok sever ve muharebeye çıktığı zaman her şeyini ona emânet ve vasiyet ederdi Peygamber efendimiz, Medîne’ye hicret ettikten sonra, Kureyşli müşrikler boş durmadılar Peygamberimizi Medîne’de rahat bırakmıyorlar, Medînelilerin Onu terketmeleri için etrafındaki Müslümanları tehdit ediyorlardı Hattâ, Peygamber efendimizi Medîne’nin dışına çıkarmaları için, Abdullah bin Übeyy bin Selül ile Evs ve Hazrec kabîlelerinin müşriklerine tehditler gönderdiler ve Müslümanlara hac yollarını kapadılar Bu durumda, Müslümanların, Suriye ticaret yollarını kesmeleri, müşrikleri ticarî ve iktisâdi bakımdan zor duruma düşürmeleri ve böylece müşrikleri yola getirmeleri îcâb ediyordu Bu sırada bir müşrik kervanının Medîne yakınlarından geçmekte olduğu işitildi Sefer hazırlığı yapıldı Sefere çıkacak birliğin kumandanlığına Hz Hamza’yı getiren Peygamberimiz, ona beyaz bir bayrak verdi Hz Hamza’ya verilen bu bayrak İslâm tarihinde Müslümanların kullandığı ilk bayrak idi Hz Hamza, 30 süvâri ile birlikte hareket etti Şam’dan Mekke’ye gitmek üzere, 300 süvârinin koruduğu bir müşrik kervanı, Sifr-ül-Bahr denilen yere gelmiş bulunuyordu İslâm Mücâhidleri, buraya geldiklerinde, müşriklerin kervanını koruyan üçyüz süvâri ile karşılaştılar ve savaş düzenine girdiler Doğru bir iş yaptı Mecdi bin Amr el-Cühenî, iki tarafın da müttefiki idi Müslümanların sayıca çok az ve müşriklerin çok fazla olduklarını ve düşmanların bu ilk çarpışmada yenebileceklerini düşünerek arabulucuk edip iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi Sonra Hz Hamza ve arkadaşları Medîne’ye geri döndüler Mecdî’nin bu hareketi Peygamber efendimize arzedilince çok memnun oldular ve buyurdular ki: - İyi ve doğru bir iş yapmıştır Hz Hamza, Ebva, Veddan ve Zül’ uşeyre gazâlarında Peygamber efendimizin beyaz sancağını taşıdı Bedir gazâsında 313 Eshâb-ı kirâm, 1000 müşrikle karşı karşıya geldi Mekke müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velîd meydana çıkarak er dilediler Peygamberimiz buyurdu ki: - Ey Hâşimoğulları! Kalkınız, Allahü teâlânın nûrunu söndürmek için gelenlere karşı, Hak yolunda çarpışınız ki, Allahü teâlâ zaten Peygamberinizi de bunun için göndermiş bulunuyor Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali! Kalk yâ Ubeyde bin Hâris! Dengimiz iseniz Hz Hamza, Hz Ali, Hz Ubeyde miğferlerini giydiler Meydana yürüdüler Müşrikler dediler ki: - Sizler kimlersiniz? Eğer bizim dengimiz iseniz sizinle çarpışırız Eshâb-ı kirâm da; “Ben Hamza’yım! Ben Ali’yim! Ben Ubeyde’yim!” dediler Bunun üzerine müşrikler cevap verdiler: - Sizler de bizim gibi şerefli kimselersiniz Sizinle çarpışmayı kabûl ettik Eshâb-ı kirâm, müşrikleri, önce îmâna da’vet ettiler Onlar kabûl etmediler Ondan sonra Eshâb-ı kirâm, müşriklerin üzerine saldırdılar Hz Hamza ve Hz Ali, Utbe ve Velîd kâfirlerini, anında öldürdüler Hz Ubeyde, Şeybe’yi yaraladı Şeybe de Hz Ubeyde’yi yaraladı Hz Hamza ve Hz Ali, Şeybe’yi orada öldürüp, Hz Ubeyde’yi kucaklayıp Resûlullahın huzûruna getirdilerEbû Cehil, müşrikleri savaşa teşvik etmeye başladı Her iki taraf bütün güçleriyle saldırıya geçtiler Bu savaş her iki tarafın ilk büyük savaşıydı Eshâb-ı kirâm, “Allah Allah” diyerek, tekbîr getirerek hücûm ediyordu Hz Hamza, her iki elinde birer kılıç ile çarpışıyordu Peygamber efendimiz “Yâ Hayyu! Yâ Kayyûm!” buyurarak Allahü teâlâya yalvarıyordu Peygamberimiz, Eshâbını, böyle yiğitçe çarpışıyor gördükçe; - Onlar, Allahü teâlânın yeryüzündeki arslanlarıdır, buyurarak onları takdîr ediyordu Allahü teâlâ, Peygamberimize yardım için melekleri de savaşa gönderdi Eshâb-ı kirâm daha kılıcını vurmadan müşriklerin kellesi yere düşüyordu Müşrikler bozguna uğradılar Ebû Cehil de öldürüldü Mekke’ye doğru kaçmaya başladılar Hz Hamza, Bedir’de fevkalâde kahramanlık gösterdi Bedir savaşı, Peygamber efendimizin zaferiyle neticelendi Eshâb-ı kirâmdan 14 kişi şehîd oldu Allahın arslanıyım! Peygamber efendimiz, Uhud harbinde; Hz Hamza’yı en önde zırhsız süvârilerin başında çarpışmakla vazifelendirdi Hz Hamza, iki elinde de kılıç olduğu hâlde; - Ben Allahü teâlânın arslanıyım! diyerek, düşmanı önüne katmış, öldüre öldüre ilerliyordu Safvân bin Ümeyye, etrafındakilere, “Hamza nerededir? Bana gösteriniz!” diyor, savaş meydanını araştırıyordu Bir ara gözleri, iki kılıç ile halkı kıyâsıya kesip biçen birini görünce sordu: - Bu çarpışan kim? Çevresindekiler dediler ki: - Aradığınız kimse! Abdülmuttalib oğlu Hamza! - Ben bugüne kadar, düşmanını öldürmek için saldıran, onun gibi hırslı, onun gibi gözüpek bir kimse daha görmedim Uhud’da herkes bütün güçleriyle çarpışırken, bir ara Resûlullah efendimiz ile Hz Hamza arasında kimse kalmadı Hz Hamza, hiç arkasına bakmıyor, hep ileri doğru hücûm tazeliyordu Savaşın başlamasından o ana kadar tek başına 30 müşriki öldürmüştü Bu sırada Siba bin Ümmü Ammâr; “Bana karşı koyabilecek bir yiğit var mı?” diyerek Hz Hamza’ya meydan okudu Hz Hamza, “Demek sen Allaha ve Resûlüne meydan okuyorsun, öyle mi?” deyip onu da öldürdü Şehit oldu Hz Hamza büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra bu savaşta Vahşî tarafından şehîd edildi Vahşî, Mekke’nin fethinden sonra, Tâiflilerle birlikte Medîne’de mescide gelip, îmân etti, affa kavuştu Fakat Yemâme tarafına gitmesi emrolundu Resûlullaha karşı çok mahcûb olup, başı önünde yaşadı Hz Hamza şehîd olduğunda oruçlu idi Hz Peygamberimiz, kendisi için, “Seyyid-üş-Şühedâ = şehîdlerin efendisi” buyurdu Ve cesedini meleklerin yıkadıklarını haber verdi Savaş bitmişti Şehîdlerin yanlarına gidildi Peygamber efendimiz, Hz Hamza’nın mübârek cesedini görünce, dayanamadı Ağladı Mübârek gözlerinden yaşlar akarak buyurdu ki: - Ben, şu şehîdlerin, Allahü teâlânın yolunda canlarını fedâ ettiklerine, Kıyâmet günü şâhidlik edeceğim Onları kanlarıyla gömünüz Vallahi, Kıyâmet günü mahşere yaraları kanayarak gelecekler Kanlarının rengi kan rengi, kokuları da misk kokusu olacaktır Daha sonra Peygamber efendimiz buyurdu ki: - Bana Cebrâil aleyhisselâm gelip Hamza bin Abdülmuttalib’in göktekiler katında, “Allahın ve Resûlünün arslanıdır” diye yazıldığını haber verdi Hz Hamza’nın ve diğer şehîdlerin cenâze namazları kılındı Hz Abdullah bin Cahş ile Hz Hamza’nın cenâzeleri bir kabre kondu Hz Hamza, Hz Abdullah’ın dayısı idi Ve Aleykümselâm Hz Hamza orta boylu idi Kılıcını çok iyi kullanır pek mükemmel ok atardı Pehlivanların pîri idi Peygamber efendimizin amcası ve aynı zamanda süt kardeşi idi Peygamberimiz kabrini ziyârete gider, selâm verirdi Mezardan, “Ve Aleykümselâm yâ Resûlallah” diye cevap gelirdi Hz Fâtıma buyurdu ki: - Birgün Hz Hamza’nın kabrini ziyârete gittim “Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın amcası” diye selâm verdim “Ve Aleyküm selâm ve Rahmetullahi ey Resûlullahın kızı” diye mezardan cevap geldi Şeyh Muhammed isminde âlim bir kimse Hz Hamza’nın kabrini ziyârete gitti Selâm verdi Mezardan, selâmına cevap verildi ve, “Yâ Şeyh Muhammed, bu sene bir erkek evlâdın olacak, ona benim ismimi koyunuz” dedi O âlimin erkek çocuğu oldu ve adını Hamza koydu |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #23 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Peygamber efendimizin şâirlerinden: KÂ'B BİN MÂLİK Kâ'b bin Mâlik, babasının tek oğlu olup hâli vakti yerinde idi Arabistan'ın ileri gelen şâirlerinden biri idi İslâmiyetin Medîne'de hızla yayılmasından sonra yapılan ikinci Akabe bî'atına katılmış ve orada Müslüman olmuştu Bunu kendisi şöyle anlatır: Bunları tanıyor musun? Kavmimizden müşrik olan ba'zı kimselerle beraber, Kâ'be'yi ziyâret için Medîne'den yola çıktık Büyüğümüz ve yöneticimiz olan Berâ bin Ma'rûr da yanımızda idi Mekke'ye gelince Berâ, bana dedi ki: - Bizi Resûlullah aleyhisselâma götür Birlikte Resûlullah efendimizi araştırdık Ebtâh denilen yerde Mekkeli bir adama Resûlullahı sorduk Adam bize: - Mescid-i Harâm'a gidiniz! Aradığınız O zât şimdi orada amcası Abbâs ile birlikte orada oturuyor, dedi Biz tüccâr olduğu için Hz Abbâs'ı tanıyorduk Mescid-i Harâm'a girdiğimizde Resûlullah efendimizi amcası Abbâs ile oturuyor gördük Selâm verdikten sonra biz de yanlarına oturduk Resûlullah efendimiz Hz Abbâs'a sordu: - Bu zâtları tanıyor musun? - Evet, tanıyorum Şu kavminin seyyidi Berâ bin Ma'rûr'dur Diğeri de Kâ'b bin Mâlik'tir - Şu şâir olan Kâ'b mı? Hz Abbâs da "Evet" dedi Vallahi Resûlullah efendimizin bu sözünü hayatım boyunca unutmadım Kâ'b bin Mâlik ikinci Akabe bî'atının gerisini şöyle anlatmaktadır: Biz kararlaştırdığımız gibi vâdide toplandık Resûlullah efendimizi bekliyorduk Sonra Resûlullah efendimiz amcası Hz Abbâs ile birlikte geldi Yapılan konuşmalardan sonra orada bulunan yetmiş sahâbî, Resûlullah efendimizi her türlü tehlikeye karşı koruyacaklarına ve İslâmiyeti yayacaklarına söz verdiler Akabe bî'atinden sonra Medîne'ye dönen Kâ'b bin Mâlik kabîlesinin Müslüman olmasında büyük emeği geçti Kâ'b bin Mâlik hazretleri Bedir savaşına katılmadı Uhud savaşında ise onbir yerinden yaralandı Burada karşılaştığı bir hâdiseyi şöyle anlatıyor: Tanıyamadın mı yâ Kâ'b? Uhud savaşında bir ara şehîdlerin bulunduğu yere yöneldim Orada bir müşrik, bir taraftan şehîdlerin silâhlarını toplarken, diğer taraftan şehîdlerin ağız, burun ve kulaklarını kesiyordu Bir taraftan da: - Bunları koyun boğazlar gibi boğazlayın, diye yaygara yapıyordu Biraz ötede silahlı bir Müslüman yaklaştı Kâfirle vuruşmaya başladı Kâfirle Müslümanı mukâyese ettiğimde kâfir daha iyi silahlara sahip görünüyordu Ben daha bu düşüncelerden sıyrılmadan birbirlerine hücûm ettiler Müslüman bir kılıç darbesiyle kâfiri Cehenneme yolladı Sonra bana dönerek yüzünü açtı ve dedi ki: - Tanıyamadın mı yâ Kâ'b, ben Ebû Dücâne'yim Hz Kâ'b'ın hali vakti yerindeydi Tebük Gazâsına gidilecekti Daha önceki gazâlarda gidilecek yeri hiç söylemeyen Peygamber efendimiz, bu defa Müslümanları topladı ve Tebük'e sefer yapılacağını haber verdi İşleriyle oyalandı Mevsim sıcaktı ve meyveler olgunlaşmıştı Herkes hummalı bir şekilde sefere hazırlanırken Hz Kâ'b; "hazırlığı ne zaman olsa yapabilirim" diyerek, kendi işleriyle oyalandı Öyle ki, Peygamber yola çıktığı zaman Kâ'b'ın hiçbir hazırlığı yoktu Hemen hazırlanmak üzere evinden çıktı, ama hiçbir şey yapamadan döndü Kendisi bunu şöyle anlatır: "Yola çıkıp arkalarından yetişmeyi düşündüm Keşke yapmış olsaydım Fakat bu da mümkün olmadı Resûlullah efendimiz bu gazâya gittikten sonra insanlar arasına çıktığımda, kendime arkadaş olarak ancak münâfıklık damgası vurulmuş kimseleri, yâhut âcizleri görmem beni kederlendirdi" Tebük'e varıncaya kadar onun ismini anmayan Hz Peygamber, orada Kâ'b'ın ne yaptığını sordu Müslümanlardan biri, (elbiselerine ve boyuna bakıp gururlanması onu cihâd yolundan alıkoydu) deyince, Mu'âz bin Cebel hemen müdâhale ederek Kâ'b hakkında iyilikten başka birşey bilmediklerini söyledi Bu cevap üzerine Hz Peygamber sükût etti Sefer sona erip de Müslümanlar Medîne'ye doğru harekete geçince, Kâ'b'ı müthiş bir endişe ve telâş kapladı Resûlullah efendimiz dönünce ona ne diyeceğini düşünüyordu Bu arada aklına birçok mâzeretler geliyor, ama o Resûlullaha yalan söylemeyi nefsine yediremiyordu Nitekim Resûlullahın Medîne'ye geldiği haberi ulaşınca Kâ'b doğruca Peygamberimizin huzuruna gidip ona hakîkatı olduğu gibi söylemeye karar verdi Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor: "Resûlullah efendimizin huzûruna varınca selâm verdiğim zaman, bana gazâblı bir gülümseyişle, "Gel" buyurdular Yürüyüp yanına vardım ve önüne oturdum Bana sordular: - Seni geride bırakan nedir? Bana yardım etmek üzere Akabe'de bana bî'at etmemiş miydin? - Evet, yâ Resûlallah! Allahü teâlâya yemin ederim ki, sizden başka şu dünya halkından birisinin yanında bulunsaydım, özür beyân ederek onun gazâbından kurtulabileceğimi zannederdim Zîrâ söz söylemesini bilirim Hiç bir özrüm yoktur - Vallahi, biliyorum ki, bugün yalan söyleyip sizi memnun etsem de Allahü teâlâ sizi bana gücendirebilir Eğer doğrusunu söylersem siz bana kızacaksınız Lâkin ben doğruyu söylemekle Allahtan hayırlı netîce beklerim Yemin ederim ki, gazâdan geri kalmam için hiçbir özrüm yoktu Hiçbir zaman, sizden ayrılıp kaldığım zamandakinden daha kuvvetli ve zengin değildim Kâ'b Resûlullaha doğruyu söylerken gözleri önünde, ba'zı münâfıklar yalan mâzeretlerle Peygamberimizin huzuruna çıkmışlar; Peygamberimiz de bunların bu mâzeretlerini kabûl ederek kalblerinde yatan niyeti Allaha havâle etmişti Fakat Kâ'b Allah ve Resûlü huzurunda doğruluktan ayrılmadı Kâ'b bin Mâlik'in bu şekilde mâzeret belirtmemesi üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - İşte Kâ'b doğru söyledi Kalk, Allahü teâlâ senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle! Âciz duruma düştün Kalktım Evime gelirken, Selimeoğullarından ba'zı kişiler, benimle birlikte geldiler ve bana dediler ki: - Vallahi, biz, seni bundan önce bir günâh işlemiş kimse olarak bilmiyoruz Ne çâre ki, sen, seferden geri kalan kişilerin özür diledikleri şekilde Resûlullah efendimizden özür dilemedin ve çok âciz duruma düştün! Hâlbuki, Resûlullah senin hakkındaki magfiret dileği, günâhını bağışlatmaya yeterdi! Vallahi, Selimeoğulları, beni kınamaya o kadar devam ettiler ki, nihayet Resûlullah efendimizin yanına dönmek, kendimi yalanlamak istedim Sonra, onlara sordum: - Bu duruma düşen benden başka, benimle birlikte bir kimse var mıdır? - Evet! İki kişi daha vardır Onlar da, Resûlullaha senin söylediğin sözün benzerini söylediler Resûlullah tarafından onlara da, sana söylendiği gibi söylendi - Kimdir onlar? - Mürâre bin Rebî-ül-Amrî ile Hilâl bin Ümeyye-tül-Vâkıfî'dir! Bu iki zâtın, sâlih ve kendileri örnek tutulacak kişiler olduklarını, Bedir savaşında bulunduklarını bana hatırlattılar Tereddütten vazgeçtim Mu'âz bin Cebel ile Ebû Katâde'ye rastladım Bana dediler ki: - Arkadaşlarının sözlerini dinleme! Doğruluk üzerinde dur! İnşâallah, herhalde, Allahü teâlâ, senin için bir genişlik, bir çıkar yol yaratır Özür sahiplerine gelince, eğer, onlar özürlerinde sâdık iseler, Allahü teâlâ, bu husûsta onlardan hoşnut olur ve bunu, Peygamberine bildirir! Bu zâtların hâlleri etrafa yayılınca, herkes onlara yabancı gibi davranmaya başladı Diğer iki Sahâbî evlerine kapanmayı tercih ederken, Kâ'b cemâ'atle namazlarını kıldı, çarşıları dolaştı Ama hiç kimse onunla konuşmuyordu Allah ve Resûlü daha iyi bilir Resûlullaha yakın yerlerde oturmaya dikkat ediyor ve bu esnâda onun çehresine bakmaya çalışıyordu Ama her defasında Peygamberimiz ondan yüzünü çeviriyordu Bu hâlden iyice bunalan Kâ'b, amca oğlu Ebû Katâde'ye gitti ve ona sordu: - Ey Ebû Katâde! Allah için soruyorum Allahı ve Resûlünü ne kadar sevdiğimi biliyor musun? Fakat cevap alamadı Birkaç defa daha sordu Ebû Katâde kısa cevap verdi: - Allah ve Resûlü daha iyi bilir Bunun üzerine Kâ'b mahzûn bir şekilde, gözyaşları içinde oradan ayrıldı Günler geçti, haftalar birbirini kovaladı Kimse Kâ'b'la bir tek kelime konuşmuyor, Kâ'b işin nereye varacağını bilemiyordu Bu arada, Kâ'b'ın imtihanını daha da çetinleştiren bir hâdise ortaya çıktı Kâ'b 50 gün devam eden bu ızdırap verici bekleyiş devresinde Gassan'daki Kıptî liderlerinden bir mektup aldı Mektupta şöyle deniyordu: - Efendinizin size uygunsuz muâmelede bulunduğunu duydum Sizi hukukunun çiğnendiği ve kıymetinin bilinmediği bir yerde bırakmasın Yanımıza gelin, size ikrâmlarda bulunuruz Tereddütsüz reddetti Bir tarafta haftalardır yüzüne bakmayan, kendisiyle konuşmak tenezzülünde bile bulunmayan arkadaşları, diğer bir tarafta da izzet, ikrâm ve haşmet teklif eden bir da'vet vardı Düşman, Kâ'b'ın bu zayıf anını değerlendirmek istiyordu Böyle sıkıntılı bir zamanda, böyle câzip bir teklife kim hayır diyebilirdi? Fakat Kâ'b tereddütsüz Kıptî liderinin mektubunu yırtıp attı Tam bu esnâda, Kâ'b'ın durumunu daha da zorlaştıran bir emir daha geldi Peygamberimizin gönderdiği bir elçi, ona, zevcesinden uzak durmasının istendiğini haber veriyordu Kâ'b hanımını boşamayacak, ama ondan ayrı yaşayacaktı Çile biteceğine daha da şiddetleniyordu Aynı emir diğer üç Sahâbîye de gönderilmişti Fakat bu emir de Kâ'b'ın ve arkadaşlarının Resûlullaha bağlılığını sarsmadı İşledikleri hatânın pişmanlığı içinde bütün rûhlarıyla Allaha yalvarıp istigfâr ediyorlardı Ama mü'minler cemâ'atinden ayrılmak, Allah ve Resûlünü terketmek akıllarından bile geçmiyordu Îmânları böyle bir davranışa müsaade etmiyordu Bundan sonrasını Kâ'b hazretleri şöyle anlatır: Ey Kâ'b, müjde! "İnsanların bizimle konuşmalarının yasaklandığı günden 50 gece sonrasında, gecenin sabahında sabah namazını kıldım Rûhum çok sıkılmış ve bulunduğum yere sığamaz bir vaziyette oturuyordum Âdetâ yerle gök arasında sıkışmış ve gidecek hiçbir yeri kalmamış gibiydim Tam bu esnâda bir ses işittim: - Ey Mâlik'in oğlu Kâ'b, müjde, müjde! Kurtuluş günü gelmişti Hemen secdeye kapandım" Peygamber efendimiz sabah namazından sonra, bu üç Sahâbînin tevbelerinin kabûl edildiğini halka ilân etmişti Bunun üzerine Sahâbîler müjdeyi kardeşlerine ilân etmek için yarışırcasına koştular ve Kâ'b'la birlikte diğer iki Sahâbîye müjdeciler gönderdiler Kâ'b bin Mâlik, bundan sonrasını ve Peygamberimizin yanına gidişini şöyle anlatır: "Hemen Resûlullah efendimize gittim Halk, beni takım takım karşıladılar "Allahın, tevbeni kabûl buyurması, sana kutlu olsun!" diyerek beni, kutladılar Mescide varıp girdim O sırada, Resûlullah efendimiz, eshâbıyla oturuyordu" Kâ'b bin Mâlik anlatmasına şöyle devam etti: "Kendisine selâm verdiğim zaman, Resûlullah efendimiz, sevinçten yüzü şimşek çakar gibi bir hâlde olarak bana buyurdu ki: - Seni, öyle bir günün hayır ve saâdetiyle müjdelerim ki, o, annenin doğurduğu günden beri geçirdiğin günlerin hayırlısıdır! Sen, hiç bir zaman, üzerine doğmamış olan hayırlı güne gel! Bunun üzerine Peygamber efendimize sordum: - Yâ Resûlallah! Bu müjde, Senden mi, yoksa, Allahü teâlâdan mı? - Hayır! Benden değil, Allahü teâlâdandır! Yüzü ay gibi parlardı Zâten, Allahü teâlâ tarafından sevindirildiği zaman, Resûlullahın yüzü, sevinçten, ay parçası gibi parıldardı Bunu, biz de, yüzünün parıltısından anlardık Resûlullah aleyhisselâmın önüne oturunca dedim ki: - Yâ Resûlallah! Hem tevbemin kabûlüne şükür için, hem de Allahın ve Resûlünün rızâsını kazanmak için sadaka olarak malımdan sıyrılıp çıkacağım! Resûlullah aleyhisselâm buyurdu ki: - Malının bir kısmını yanında tut Hepsini dağıtma! Bu, senin için daha hayırlıdır Bunun üzerine dedim ki: - Öyle ise, Hayber'de hisseme düşmüş olan malı, yanımda tutar, kendime alıkorum Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ beni, ancak doğrulukla kurtardı Artık ben, tevbemin icâbından olarak, bundan böyle sağ kaldıkça, yaşadıkça, doğrudan başka bir şey söylemeyeceğim! Vallahi, Resûlullah efendimize, bunları söylediğimden beri, Müslümanlardan hiç bir kimse bilmiyorum ki, doğru söylemek husûsunda, Allahü teâlânın bana yaptığı imtihandan daha güzel imtihanı ona yapmış olsun! Resûlullah efendimize, bunları söylediğimden bu güne dek yalan bir şey söylemek, aklımdan bile geçmemiştir Bundan sonra sağ kaldığım zaman içinde de, Allahü teâlânın beni yalandan koruyacağını umarım! Allahü teâlâyı ananlar müstesnâ Günün birinde, şâirler için âyet-i kerîme indi Cenâbı Hak, kelâmında meâlen buyurdu ki: (Onlara, şâirlere ancak, sapıklar uyarlar) Bu şiddetli hitap karşısında, Hz Abdullah bin Revâha, Kâ'b bin Mâlik ve Hassân bin Sâbit ve arkadaşları ağlamaya başladılar Bunu gören Peygamber efendimiz, âyetin devamını okudular: (Ancak îmân edip, iyi işler yapanlar ve Allahı çok ananlar müstesnâ Onlar öteki şâirler gibi değildirler) [Şuarâ:224] Hz Kâ'b ve arkadaşları da, başka türlü değillerdi ki Ancak dînimizi övüyor, din düşmanlarını yeriyorlardı Âyet-i kerîmenin devamı gelince, üzüntüleri sevince dönüştü Peygamberimizin şâirlerinden olan Hz Kâ'b, Hicretin 50 yılında HzMuâviye'nin hilâfeti zamanında 77 yaşında iken vefât etti |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #24 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Resûlullahın süvârilerinden: MİKDÂD BİN ESVED Hicretin ikinci yılında Bedir savaşı başlayacağı sırada, Peygamberimiz Eshâbın ileri gelenlerini toplayıp onlarla istişâre etti Henüz Müslümanlar çok azdı Harp için hazırlıkları yok sayılırdı Maddî imkânları azdı Önce Hz Ebû Bekir’in ve Hz Ömer’in fikirlerini aldı Onlardan herbiri: - Hiçbir hizmet ve fedâkârlıktan geri durmayız, diyerek, Resûlullahın dilediği gibi hareket etmesini istediler Ne ise bize bildir Hz Mikdâd şöyle konuştu: -Ey Allahın Resûlü! Cenâb-ı Hakkın emirleri ne ise, bize bildir Biz, size itâat ederiz Yahûdîlerin, Hz Mûsâ’ya söyledikleri gibi, “Sen, Rabbinle beraber git de, düşmanlarla savaş! Biz burada, seni bekleyicileriz” demiyoruz Biz hepimiz, senin sağında, solunda, önünde, arkanda harp etmeye hazırız Bu sözleri işiten sevgili Peygamberimizin mübârek yüzleri aydınlandı Çok memnun oldular Çünkü kuvvetli bir müşrikler ordusu üzerlerine geliyordu Onun, bu ferâgat ve şecâat misâli sözlerinden son derece memnun olan Peygamberimiz, ona duâ etti Hz Mikdâd’ın söyledikleri çok te’sîr etti Diğer Eshâb da, onun gibi konuştular Böylece, İslâmın ilk harbi ve ilk zaferi gerçekleşti Bedir savaşında büyük bir kahramanlık gösteren Mikdâd bin Esved, bu savaşta İslâm ordusunda süvâri idi Bunun için kendisine, Resûlullahın süvârisi denilirdi Hz Mikdâd, ok atmakta, binicilikte son derece mâhir bir yiğitti Bedir’deki kahramanlıkları siyer ve hadîs kitaplarında anlatılmaktadır Hz Mikdâd, Müslümanlığı kabûl eden ilklerdendir Sütleri paylaşınız Bir gün Hz Mikdâd ve iki arkadaşı, iyice yorgun ve aç idiler Sonunda, Efendimize gittiler Avluda, 3 keçi bulunuyordu Sevgili Peygamberimiz onları, perişân hâlde görünce buyurdu ki: - Şunları sağınız da, sütleri paylaşınız! Sevinerek öyle yaptılar ve açlıktan kurtuldular Sonraki günlerde de, aynı şekilde hareket etmeye başladılar Her akşam hâne-i saâdete, Peygamber Efendimizin huzûr verici evlerine gelirler, kendilerine ayrılan odaya girmeden önce, keçileri sağarlar, karınları doyuncaya kadar içerler, Peygamber efendimizin paylarını da ayırırlardı İki cihânın Sultânı, şâyet onlardan sonra gelirlerse, uyanık olanların duyacağı, fakat, uyuyanları uyandırmayacak bir sesle; selâm verirler, gece namazlarını kılarlar, süt kabındaki kendi paylarına ayrılan sütü içerlerdi Bir akşam Peygamber efendimiz, Ensâra da’vetli idiler Hz Mikdâd, “Nasıl olsa orada, izzet ve ikrâm edilecekler Evdeki sütü içmeye, ihtiyaç duymayacaklar!” diye düşündü Bir türlü uyuyamıyordu İşte o duygularla, Peygamber efendimizin süt payını da içiverdi Ama içtiği anda, pişman oldu ve, “Peki şimdi, ne olacak? Biraz sonra Peygamber efendimiz gelip, sütlerini içmek isterlerse Sütü bulamayınca da üzülürlerse” diye düşünmeye başladı Yattığı yerde, bir türlü uyuyamıyordu Üzerinde, bir örtü vardı Başını örtse, ayakları; ayaklarını örtse, başı açıkta kalıyordu Nihâyet Peygamber efendimiz teşrîf ettiler Her zamanki gibi yavaşca selâm verip, gece namazlarını kıldılar Süt kabına baktılar Tabiî kap bomboştu! Hz Mikdâd’ın yüreği, hızlı hızlı çarpıyordu Peygamber efendimiz ellerini kaldırdılar ve; - Yâ Rabbî! Bize yedirenlere, Sen de yedir İçirenlere, Sen de içir! diye duâ ettiler Kulaklarına inanamıyan Hz Mikdâd, sevinçle üzerindeki örtüyü attı Yavaşca doğrulup, keçilerin bulunduğu yere vardı Az önce onları sağmıştı, fakat, “Hangisinde süt bulursam, biraz alayım da, Peygamber efendimize takdîm edeyim” diye karar verdi Hayretle gördü ki, keçilerin hepsi de sütlüydü Hemen sağdı Kap tamamen dolmuş, üzeri süt köpükleriyle süslenmişti Dökmeden getirdi Kâinâtın Efendisine dedi ki: - İçiniz yâ Resûlallah! Peygamber efendimiz hayretle sordular: - Yâ Mikdâd! Sizler bu gece, süt içmediniz mi? O tekrar ricâda bulundu: - İçiniz, yâ Resûlallah! Ne oldu, yâ Mikdâd? Sevgili Peygamberimiz alıp içtiler Sonra da süt kabını, kendisine uzattılar Artan kısmı da, o içti Büyük lezzet ve haz duymuştu Peygamber efendimizden artan sütün, harareti söndürücü olduğunu hissedince güldü O zaman Resûl-i ekrem sordular: - Ne oldu yâ Mikdâd? O da, bütün yaptıklarını ve üzüntüsünü bir bir anlattı İki Cihân Güneşi tebessüm ettiler ve buyurdular ki: - Bu hâl, cenâb-ı Hakkın bizlere rahmetidir Allahü teâlâya şükredelim! Hz Mikdâd, uzun boylu, iri; fakat yakışıklı bir zât idi Bir arkadaşının akrabâsıyla evlenmek istedi Nedense arkadaşı râzı olmadı O da durumu, Peygamber efendimize bildirdi Çok kırıldığını anlayan sevgili Peygamberimiz, kendisini memnûn etmek istediler Öz amcalarının kızı, Hz Dıbaa ile evlenmelerini sağladılar Bu sâyede, Allahü teâlânın Resûlüyle akrabâlık şerefine erişmiş oldu Hz Mikdâd bütün müşküllerini Peygamber efendimize sorarak hallederdi Bir gün Peygamber efendimize sordu: - Yâ Resûlallah! Ben bir kâfirle dövüşürken, o, bir kolumu kesse, sonra da, ağaç arkasına sığınıp, “Allah rızâsı için, Müslüman oldum” dese, onu öldürmek, benim için câiz midir? Peygamber efendimiz buyurdular ki: - Hayır! Onu öldürme! - Fakat o, benim kolumu kestikten sonra Kelime-i Şehâdet getirmiş bulunuyor Böyle olduğu hâlde, onu öldürmiyeyim mi? Onu öldürme! Allahü teâlânın Resûlü tekrar buyurdular ki: - Onu öldürme! Çünkü, Müslüman olduktan sonra öldürürsen, onun “şehâdet” getirdikten önceki hâline dönersin O da senin, onu öldürmenden önceki hâline döner Hz Mikdâd, Peygamber efendimizin vefâtlarından sonra da gazâdan gazâya koştu Kılıç kullanması ve ok atması kadar, hâfızlığı da mükemmeldi Savaş meydanlarında mücâhidleri, Kur’ân-ı kerîm okuyarak da coşturuyordu Hz Ebû Bekir devrinde yapılan, Ecnadin muhârebesinde akılları şaşırtan işler başardı Yüzlerce hâfız-ı Kur’ânı etrafına toplamış, İslâm askerlerine heyecan ve şevk veriyordu Hz Ömer zamanında, Mısır seferi açıldı Oraya giden İslâm kumandanı, Halîfeden yardım istedi Hz Ömer, ona gönderdiği mektupta şunları yazdı: “Sana yardım için, dört Müslümanı yolluyorum! Çünkü onların her biri, bin askere bedeldir Haydi, Allah yardımcınız olsun” “Bin kişiye bedel” Müslümanlardan biri de, Hz Mikdâd idi Evvel Allah, sonra onların yardımıyla; bereketli Nil vâdisi fethedildi Mısır’ın karanlık toprakları, İslâm ışıklarıyla nûrlandı Peygamber efendimizin Medîne’ye hicretlerinden 24 yıl sonra idi Hâinin biri, halîfe Hz Ömer’i hançerledi Hayatından ümit kesildi Yerine geçecek halîfeyi bildirmesini istediler O da en kıymetli altı Müslümanı seçti Onların hepsi sevgili Peygamberimiz tarafından Cennetle müjdelenmiş kimselerdi Halîfe daha sonra, Hz Mikdâd’ı çağırdı Kendisine; - Ey Resûlullahın süvârisi! Beni kabrime koyar koymaz, sen de, bu 6 Müslümanı bir eve topla! Aralarından birini halîfe seçmedikçe onları bırakma, emrini verdi Hz Ömer’in bu derece güvenini kazanan Hz Mikdâd, vazîfesini eksiksiz yerine getirdi Hz Osman, halîfe seçildi Toprakla bulayınız! Bir müddet sonra Halîfenin huzûruna, ba’zı işadamları geldiler İşlerini anlatırken, Hz Osman’ı, yüzüne karşı övmeye başladılar O zaman Hz Mikdâd, yerden bir avuç toprak aldı Övücülerin yüzlerine fırlattı Niçin böyle yaptığını soranlara da buyurdu ki: - Çünkü Resûl-i Kibriyâ; “Yüzünüze karşı sizi övenlerin yüzlerini, toprakla bulayınız” buyurmuşlardı Hz Mikdâd, Hz Ebû Bekir’in halîfeliği sırasında mürtedlerle yapılan savaşa katılmıştır Hz Ebû Bekir, Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin bir araya getirilip toplanması için kurduğu heyete Hz Mikdâd bin Esved’i de almıştır O devirde yaşasaydınız! Hz Mikdâd gittiği her yerde, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîf öğretmeye gayret ediyordu Mısır’da iken adamın biri, onun yüzüne bakıp, “Resûl-i ekremi gören, bu gözlere ne mutlu!” deyiverdi Hz Mikdâd biraz da üzülerek şunları söyledi: - Sizleri bunu söylemeye sevk eden nedir? O devirde yaşasaydınız, Resûlullaha karşı tavrınızın ne olacağını biliyor musunuz? Allaha yemîn ederim ki, Resûlullah efendimiz, kendisine uymayan ve tasdîk etmeyen pek çok kavimle karşılaşmıştı Hâlbuki Allahü teâlânın sizi bu devirde yaratması sebebiyle, Resûlullahın size getirdiklerini tasdîk ederek, yalnız Allahı biliyor ve ona îmân ediyorsunuz Sizin sıkıntılarınızı başkaları çekti İnsanların azgınlıkları sebebiyle Peygamberler gönderilmiştir Resûlullah efendimiz, insanların puta tapmaktan başka hiçbir şey tanımadıkları câhiliyet ve vahşet devrinin en şiddetlisinde gönderilmiştir O Kur’ân-ı kerîmi getirdi, onunla hakkı ve bâtılı birbirinden ayırdı O kadar ki; bir kimse, kalbine îmân yerleştikten sonra, îmân etmeyen babasının, çocuğunun veya kardeşinin küfürde olduğunu görüyor ve karşı duruyordu Kimsenin Cehenneme gitmesine katiyyen sevinmezdi ve îmân etmesini arzûlar, bunun için çırpınır, Cehennemden kurtulmasını isterdi Bu husûsta Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde Furkân sûresi 74 âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle duâ etmeyi emretti: “Ey yüce Rabbimiz! Hanımlarımızdan ve çocuklarımızdan gözlerimizi aydın edecek, bizi sevindirecek olanları bahşet” Sevmemi emir buyurdular Hz Mikdâd 653 yılında 70 yaşlarında hastalandı Çok geçmeden Hakkın rahmetine, Resûlünün hasretine kavuştu Hz Osman buyurdu ki: - Ey Müslümanlar! Sevgili Peygamberimiz bizlere bildirdiler ki: “ Allahü teâlâ, Eshâbımdan 4 kişiyi çok sevdiğini; benim de, onları sevmemi emir buyurdular Onlar: Ali, Mikdâd, Selmân ve Ebû Zer’dir” Cenâze namazını bizzat, Hz Osman kıldırdı Hz Mikdâd’ın doğum yeri olan Behrâ, Arab Yarımadası’nın güneyindedir Kabîlesi diğer kabîlelerle, kan da’vâsı içinde idi Bu yüzden önce Kinde taraflarına, sonra da Mekke’ye geldi Mekke’de, kendisini çok seven Esved bin Abd-i Yegus, Hz Mikdâd’ı evlâd edindi Asıl babasının ismi Amr olduğu hâlde, Esved’in oğlu olarak tanındı Hz Mikdâd ilk Müslümanlardandır Müslüman olduğunu gizlemeyen yedi mücâhidden biri oldu Mekkeli müşrikler, Peygamber efendimize îmân edip, putlara tapınmaktan vazgeçerek Müslümanlığı yeni kabûl edenlerin hepsine eziyet ve işkence etmeye başladılar Hicrete izin verildi İslâmiyeti kabûl eden Hz Mikdâd ve diğer kimsesiz Müslümanları yakalayıp, elbiselerini soydular Demirden zırhlar giydirerek güneşin altında, kızgın kumların üzerine yatırarak saatlerce, hattâ günlerce, işkenceleri artırarak devam ettiler Müslümanları her gördükleri yerde yakalayıp hapsediyorlar, akla ve hayâle gelmedik işkenceler yapıyorlardı İşkenceler, sonunda dayanılmaz bir hâl alınca, diğer Müslümanlarla beraber Habeşistan’a hicret etmelerine izin verildi Mikdâd bin Esved de, Habeşistan’a hicret eden ikinci kâfilenin içinde yer aldı Peygamberimizin Medîne’ye hicretine kadar orada kaldı Buradan Medîne’ye döndü Mikdâd bin Esved Medîne’ye gelince, Resûlullah efendimiz, onu haber toplaması için Meke’ye gönderdi Çünkü Peygamberimiz Mekke’deki müşriklerin durumunu araştırıp, Müslümanlar için ne düşündüklerini öğrenmek istiyordu Nitekim daha önce Utbe bin Cezvan da, bu maksatla Mekke’ye gönderilmişti İşte bu sıralarda Mekkeli müşrikler, birkaç koldan Medîne’ye akın için hazırlanmışlar, keşfe çıkmışlardı Hz Mikdâd ile Hz Utbe de bunların arasına sokularak beraberce ilerlediler Resûlullah efendimiz de tam bu sırada Ubeyde bin Hâris’i keşif için göndermiş olduğundan, bunların ikisi hemen ona iltihak ederek, Medîne’ye döndüler Hz Mikdâd cesûr, gözüpek ve fedâkâr bir Müslümandı Bütün önemli hâdiselerde, ona vazîfe verilirdi Hîleyle esîr ve şehîd edilen, Hz Hubeyb’in mübârek cesedi, müşriklerin elindeydi Bunu istemeyen Efendimiz, Hz Ebû Zer ile Hz Mikdâd’ı vazîfelendirdiHer husûsta, Kur’ân-ı kerîme ve sevgili Peygamberimize uygun hareket ederdi Kur’ân-ı kerîmi baştan başa ezberlemişti Hâfız idi Çünkü Resûl-i ekrem buyurmuştu ki: (Kur’ân-ı kerîme sarılınız! Çünkü o şefâ’at eden ve şefâ’ati kabûl edilendir Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır Kim Kur’ân-ı kerîmin emirlerine uyarsa, Kur’ân-ı kerîm, onu Cennete götürür Kim de Kur’ân-ı kerîmin emirlerine sırt çevirirse, Cehenneme gider Kur’ân-ı kerîm en hayırlı yolu gösterir Güzellikleri sayılamaz Âlimler ona doymazlar O hakîkate ulaşmak için Allahın sağlam ipidir Doğdoğru yoldur Cinlerin Kur’ân-ı kerîmi duydukları zaman, hayretten, “Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’ân dinledik ve hemen inandık ve artık Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız” dedikleri hakîkattir) İnsan kalbi Hz Mikdâd bin Esved, herkesin hakkında son derece ihtiyatlı konuşurdu Ancak işlerini netîcesine bakarak hüküm verirdi Bu husûsta kendisi şöyle bildiriyor: Ben, bir adamın sonunu görmeden onun hakkında iyi veya fena bir şey söylemem! Çünkü buna dâir Resûlullahtan bir şey sorulmuştu da, şu cevâbı vermişti: “İnsan kalbi kadar değişen bir şey yoktur!” Cenâb-ı Hak bizleri de, Onlara kavuştursun, âmin |
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram) |
08-11-2012 | #25 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)Resûlullah efendimizin fedâîlerinden: MUHAMMED BİN MESLEME Bedir savaşından sonra Mekkeli müşriklerin ölüleri hakkında ağıtlar, şiirler söyleyerek müşrikleri kışkırtan, Peygamberimize ve Müslümanlara dil uzatarak fitne çıkartan, hattâ Peygamberimize suikast tertiplemeye kalkışan Kâ’b bin Eşref adlı bir Yahûdî zengini vardı Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâma buyurdu ki: - Kâ’b bin Eşref’i kim öldürür? Çünkü o, Allah ve Resûlüne ezâ etmiştir Muhammed bin Mesleme dedi ki: - Yâ Resûlallah! Ben onu senin için öldürür, onun sesini kısarım Bunun üzerine Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: - Gücün yeterse bu işi yap! Berâber öldürürüz Bunun üzerine Muhammed bin Mesleme, evine döndü Sonra Ebû Nâile, Abbâd bin Bişr, Hâris bin Evs, Ebû Abs ve İbni Cerîr’in yanına gidip, mes’eleyi onlara açtı Hepsi uygun görerek, “Beraber öldürürüz” dediler Bundan sonra, birlikte Peygamber efendimize gelerek dediler ki: - Yâ Resûlallah! İzin buyurursanız, biz Kâ’b ile konuşurken, sizinle ilgili olarak onun hoşuna gidecek ba’zı sözler söylemeliyiz Peygamber efendimiz, onlara buyurdu ki: - Bu husûsta istediğinizi söylemeniz size helâldir Muhammed bin Mesleme ve arkadaşları, aralarında istişâre yapıp bir plân hazırladılar Bundan sonra Muhammed bin Mesleme, Kâ’b bin Eşref’in yanına giderek dedi ki: - Şu Muhammed, bizden sadaka istedi Bize çok vergi yükledi Onun için senden ödünç bir şey almak için geldim - O sizi daha da bıktıracak - İşte ona bir defa uymuş bulunduk Ona tâbi olmakta devam edeceğiz Bakalım sonu ne olacak? Şimdi sen bize biraz ödünç hurma ver - Evet vereyim, fakat bana bir şeyi rehin vermelisiniz Silâhlarımızı veririz Muhammed bin Mesleme ile yanındakiler sordu: - Ne istersin? - Kadınlarınızı rehin isterim! - Kadınlarımızı sana nasıl rehin verebiliriz? Sen yakışıklı birisin Kadın gönlü, meyledebilir - O zaman oğullarınızı rehin verin! - Onları da rehin veremeyiz Onlardan birine, bir iki deve yükü hurmaya karşılık rehin olundu diye sövülür ki, bu bizim hiç unutamıyacağımız bir leke olur Fakat sana silâhımızı ve zırhımızı rehin verebiliriz Kâ’b bu teklifi kabûl etti Onlara, ne zaman geleceklerini de bildirdi Muhammed bin Mesleme, belirtilen gece Kâ’b’ın kalesinin yanına gitti Beraberinde, Kâ’b’ın süt kardeşi Ebû Nâile de vardı Kâ’b onları kaleye çağırmıştı Durum bana iyi gelmiyor Kâ’b gelenleri karşılamak için aşağı inerken Kâ’b’ın karısı dedi ki: - Bu saatte nereye gidiyorsun? - Gelenleri karşılamaya iniyorum - Bu durum bana pek iyi gelmiyor Sanki bana kan dökülecek gibi geliyor - Yok yok zannettiğin gibi değil, onlar Muhammed bin Mesleme ile süt kardeşim Ebû Nâile’dir O iyi bir gençtir Geceleyin, kılınç vuruşmasına bile çağırılsa, hiç tereddüt etmeden gelir Böyle birisidir - Yine de sen aşağı inme! Onlarla konağın damından konuş! - Yiğite yaraşan, çarpışmaya, süngülenmeye da’vet edilse bile icâbet etmektir Kâ’b böyle söyledikten sonra aşağı indi Muhammed bin Mesleme, bu arada üç kişiyi kaleye soktu Bunlar Ebû Abs, Hâris bin Evs, Abbâd bin Bişr idi Muhammed bin Mesleme arkadaşlarına dedi ki: - Kâ’b gelince, ona saçını koklayacağımı söyler, başını tutup koklarım Siz, benim, Kâ’b’ın başını iyice yakaladığımı gördüğünüz zaman, kılıçlarınızla, Kâ’b’a vurunuz Böylece (Harb hiledir) hadîs-i şerîfine uygun hareket etmiş oluruz Kâ’b bin Eşref, güzel giyinmiş bir şekilde güzel koku saçarak, onların yanına gelmişti Muhammed bin Mesleme, “Şimdiye kadar böyle güzel koku koklamadım” diyerek Kâ’b’ın yanına vardı Kâ’b gururlanarak cevap verdi: - Dünyanın en güzel kokularını kullanırım Muhammed bin Mesleme dedi ki: - Güzel kokulu saçını koklamama izin verir misiniz? Kâ’b, müsâade ettiğini söyledi Muhammed bin Mesleme, onun başını yakalayıp, arkadaşlarına seslendi: - Allah ve Resûlullah düşmanına vurunuz! İlk kılıç vurulduğunda, Kâ’b şiddetle bağırdı, ancak ölmedi Bunu gören Muhammed bin Mesleme hançeriyle Kâ’b’ın karnını göbeğinden kasığına kadar yırttı Kâ’b, öyle bir çığlık kopardı ki, çevrelerindeki evlerden bu feryâdı duymayan kalmadı Kâ’b yere yıkılıp öldü Murâdınıza erdiniz Fedâîler bundan sonra oradan sür’atle uzaklaştılar Yahûdîler kaleden inip bir müddet onları ta’kip ettilerse de, yolu şaşırarak bulamadılar Mücâhidler, Medîne’ye girdiklerinde, Resûlullah efendimiz namaz kılmıştı Mücâhidlerin tekbîr seslerini işitince, kendileri de, tekbîr getirdiler Muhammed bin Mesleme, Resûlullah efendimize, Kâ’b’ın öldürüldüğünü haber verdi Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Murâdınıza erdiniz Fedâîler de; - Evet yâ Resûlallah! Allahın ve Resûlullahın bir düşmanı daha hak ettiği cezâyı buldu, dediler Kâ’b’ın öldürülmesi, hicretin üçüncü yılının Ramazan ayında oldu Bedir savaşından sonra Benî Nâdir Yahûdîleri, Peygamberimizi yurtlarına da’vet edip, suikast yapmak istemişlerdi Bunun üzerine Peygamberimiz onların bu tutumunu öğrendi Muhammed bin Mesleme’yi çağırarak buyurdu ki: - Nâdiroğulları Yahûdîlerine git! Onlara, (Resûlullah beni size; “Yurdumdan çıkıp gidiniz! Burada benimle birlikte oturmayınız! Siz bana bir suikast plânı kurdunuz! Size on gün süre tanıyorum Bu müddetten sonra, buralarda sizden kim görülürse, boynu vurulacaktır” emrini bildirmek üzere gönderdi) de! Hikmet konuşacak dememiş miydiniz? Bu emir üzerine Muhammed bin Mesleme, Nâdiroğulları Yahûdîlerinin yurduna varınca, onlara dedi ki: - Mûsâ aleyhisselâma Tevrat’ı indirmiş olan, Allah aşkına doğru söyleyiniz: Muhammed aleyhisselâm Peygamber olarak gönderilmeden önce, Tevrat önünüzde iken, size geldiğim ve şu meclisinizde bana Yahûdîliği teklif ettiğiniz zaman ben size, “Vallahi ben aslâ Yahûdî olmam” demiştim O zaman siz de bana cevâben, “Senin dîninden başka din yoktur Senin anladığın, istediğin, duyup işittiğin Hanîf dîninin aynısıdır! Size gelecek olan Peygamber, hem şerî’at sahibidir, hem savaşçıdır Gözlerinde biraz kırmızılık vardır Kendisi Yemen tarafından gelecek, deveye binecek, ihrâma bürünecek, bedeni yumuşak ve kuvvetli, kılıcı boynunda asılı bulunacak, konuştuğu zaman hikmet konuşacaktır” dememiş miydiniz? Yahûdiler bunu itiraf etmelerine rağmen İslâmiyeti kabûl etmemişlerdi Muhammed bin Mesleme ayrıca Resûlullahın emrini onlara bildirdi Bunun üzerine Nâdiroğulları yüklerini toplayıp, topraklarını terkederek yurtlarından oldular ve ihânetlerinin cezâsını gördüler Hayber gazvesinde, Hayber kalelerine yapılan hücumlarda en önde bulunuyordu Henüz Hayber fethedilmemişti Muhammed bin Mesleme dedi ki: - Yâ Resûlallah! Bugün çok üzgünüm Yahûdîler kardeşim Mahmûd bin Mesleme’yi şehîd etti Sana müjde Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki: - Düşmanlarla karşılaşmayı istemeyiniz Allahtan sağlık ve âfiyet dileyiniz Çünkü siz, onlardan başınıza neler geleceğini bilemezsiniz Düşmanla karşılaştığınız zaman, “Allahım! Bizim de Rabbimiz, onların da Rabbi sensin Hepimiz senin kudretin altındayız Onları öldürecek, ancak sensin” diye duâ ediniz, ondan sonra oturunuz Sizi sardıkları zaman tekbîr getiriniz Ey Muhammed bin Mesleme! Sana müjde! Yarın, inşâallah, kardeşini öldüren öldürülecek ve Yahûdî savaşçıları, kaçacaklardır Hayatı muharebe meydanlarında geçti Hz Osman ve Hz Ali’nin halîfelikleri sırasında artık ihtiyarlamış olduğundan, Medîne’de sakin bir hayat yaşadı Hz Mu’âviye’nin halîfeliği sırasında yetmişyedi yaşında iken, 664 yılında Medîne’de vefât etti, Bakî’ kabristanına defnedildi |
|