Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
eserler, tarihi, yerler

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



SÜleymanİye



Mimar Sinan, ‘tek kütleli mabet’ sırrını nasıl yeniden çözdü? Süleymaniye Cami’nin akustik sorunu nasıl halledildi? Neden Süleymaniye’nin dört minaresi var? Neden bunlardan biri ‘Cevahir Minaresi’ adını taşır?

Popüler Tarih dergisi Temmuz 2005 sayısında, işte bu ve benzeri soruların yanıtlarını “Sinan’ın Süleymaniye sırları” başlığı altında, kapak konusu yaptı

Kanunî’nin mimarbaşı ‘Sinan Ağa’ bir gün, dostlarından ve devrinin şair ve ediplerinden Mustafa Saî Çelebi’ye gelerek, “Çok kocadım İsterim ki, öldükten sonra adım unutulmasın Hizmetlerim anılıp hayırla anılayım Anlatacağım hatıralarımı nazım ve nesir diliyle yazar mısın?” der

Bunun üzerine Çelebi, Mimar Sinan’ın anlattıklarını yazmaya başlar ve küçük bir kitap ortaya çıkar Saî Mustafa Çelebi’nin Mimar Sinan’ın ağzından kaleme aldığı, “Tezkiretü’l Bünyan” ve “Tezkiretü’l Ebniye” adını verdiği ve günümüzde ‘Yapılar Kitabı’ adı altında toplanarak yayımlanan bu eseri, büyük ustanın yaş** öyküsünü, eserlerinin envanterini ve kendi dönemine ait gözlemlerini içermektedir

Mimar Sinan’ın yaşantısına dair birçok ayrıntıyı, eserlerini, döneminin insanları hakkındaki düşüncelerini bu kitap ile, Sinan’ın kendi ağzından öğrendiğimiz gibi, Süleymaniye Cami’nin sırlarını da belli ölçülerde, bu kitapta bulabiliyoruz

Mustafa Saî Çelebi’nin ‘Yapılar Kitabı’ndaki anlatım tarzına u ama konuya da Süleymaniye’den başla girelim dedik

Mimar Sinan, Süleymaniye Cami’nde, bir çok sorunu olduğu gibi, akustik sorununu da mükemmel bir biçimde halletmiştir Bu konuda yine rivayete dayanan hoş bir hikâye vardır: Cami inşa edilirken, Sinan’ın mihrapta nargile içtiği söylentisi yayılır Söylenti padişaha kadar varır Kanunî, bu söylenenlere inanmak istemese de bir gün ansızın inşaata baskın yapar Bakar ki, Sinan gerçekten mihrapta nargile tokurdatıyor

“Mimarbaşı, camide nargile içilir mi, sen bu işi yapmazdın, nedir bunun hikmeti” diye sorar

Sinan şöyle cevap verir: “Sultanım, dikkat edin nargilemde tömbeki, tütün yoktur Sadece suyun fokurdamasından meydana gelen sesin cami içerisinde dağılımını kontrol ediyorum Buradaki suyun sesi caminin her tarafına eşit yayılırsa, yarın burada Kuran okuyacak olan hocanın sesi de 60-70 metreye kadar toplanan cemaat tarafından duyulacaktır İşte bu yüzden, akustiği kontrol ediyorum

Mimar Sinan’ın ‘çıraklık eseri’ İstanbul Şehzade Camii (1548) ile ‘ustalık eseri’ Edirne Selimiye Camii (1566-1574) arasındaki bir dönemde inşa edilmiş olan Süleymaniye (1550-1557), yapıların yerleştirilmesindeki ustalığın yanında, gerek ekonomik ve kültürel işlevleriyle, gerekse sanatla politik gücün birleşimini temsil edişiyle, Türkiye için büyük ve önemli bir geçmişi hatırlatmaktadır

Bunun yanı sıra, Süleymaniye’nin kendine has sırları da vardır Stefanos Yerasimos’un, ‘Süleymaniye’ adlı eserinde (Yapı Kredi Yayınları, Mart 2002, İstanbul) vurguladığı gibi, İustinianos İmparatorluğu’nun takipçisi bir imparatorluğun hayal gücünün ürünü olmasıyla birlikte, Süleymaniye Camii, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun bir asırdır yeniden keşfetmeye uğraştığı ‘tek kütleli mabet’ örneği ile, büyük bir kubbenin sırlarına yolculuk etme sürecinin son aşamalarından biri olmuştur

Gerçekten de, Ulya Vogt-Göknil’in ‘Mimar Sinan’ adlı kitabında da değindiği üzere, Osmanlı İmparatorluğu, ‘Muhteşem Süleyman’ çağında, İustinianos devri Roma İmparatorluğu ile karşılaştırılabilecek bir büyüklük ve güce erişmiş; özellikle -Mimar Sinan’ın deyimiyle kendisinin ve Osmanlı mimarlığının ‘kalfalık eseri’ olan- Süleymaniye Camii ile, elindeki insan gücü ve ekonomik kudret sayesinde açıkça, ama basit bir taklitle yetinmeyerek onu aşmak amacında bir ‘meydan okuma’ işine kalkışır

İşte belki de, Süleymaniye’nin en büyük sırrı budur!

Ama, caminin, ayrıntıya inildikçe insanı etkileyen başka özellikleri de vardır

Caminin temelleri atıldıktan sonra, temelin iyice oturması ve sonradan bir çöküntü olmaması için, inşaata bir yıl ara verilir Ağır masraflar yüzünden caminin yapımına ara verildiğini zanneden İran Şahı Tahmasp Han, inşaatın devamı için, kıymetli mal yüklü bir kervanı ve içi değerli taşlarla, mücevherlerle dolu bir kutuyla, bu hediyeleri göndermesinin sebebini açıklayan bir mektubu Kanunî’ye yollar

Bu mektuba ve üsluba sinirlenen padişah, malları elçinin gözleri önünde bahşiş olarak dağıtır ve kutuyu Sinan’a vererek içindeki mücevherleri yapının taşlarına karıştırmasını buyurur

Mimar Sinan, değerli mücevherleri minarelerden birinin taşları arasına maharetle yerleştirir Güneş ışığında pırıl pırıl parladığı için bu minareye ‘Cevahir Minaresi’ adı verilir Evliya Çelebi zamanla sıcaktan bozulduğunu ve taşların pırıltısının kaybolduğunu belirtir

Süleymaniye’nin dört minaresi İstanbul’da yaş**ış dört büyük hükümdarı; Fatih Sultan Mehmet, II Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ı ya da camiyi yaptıranın İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah olduğunu temsil eder İki uzun minaredeki üçer, iki kısa minaredeki ikişer şerefeleriyle toplam on şerefe de, o devre kadar hüküm sürmüş on padişahı ya da camiyi yaptıran Kanunî’nin onuncu padişah olduğunu temsil eder Minarelerin uzun ve kısa düzenlenişi, ana kütleyle beraber yapıya modüler sistemde piramidal bir görünüm kazandırır Uzaktan bakıldığında, birbiri üzerinde göklere yükselen bir merdiven gibi duran bu orantı ustalığı, Hıristiyan öğretide, “Yakub’un Merdiveni” ile anlam bulur

Caminin içinde yanan yaklaşık 250-300 kadar kandilin isi, yukarıdaki bir akımla kapı üstündeki dört pencereden is odasına çekilirdi Kitap yazımında ve hattatlıkta kullanılan mürekkebin en güzeli bu isten elde edilirdi Halen Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut olan bazı kitaplar bu isle yapılan mürekkeple yazılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



GÖreme Vadİsİ



Göreme, Kayseri-Niğde-Aksaray üçgeni arasında Hasan dağı ve Erciyes Volkanlarının zirvelerini aynı
yerden görebilen, "Peri Bacaları" denilen jeolojik oluşumları ile ünlü Kapadokya bu bölgede yer almaktadır

Bu bölgenin ortasında Nevşehir ili, biraz doğuda turistik bir merkez olan Ürgüp ilçesi kurulmuştur Bazı yayınlarda "Göreme" sadece Ürgüp-Nevşehir arsında kalan manastır komplekslerinin yer aldığı vadi için kullanılmaktadır Hisar şeklindeki kayalar ve Peri Bacaları ile dolu çok değişik manzarası, bazen sarp ve boz renkli vadilerinin yanı sıra, çok sayıda manastır tesisi, kilise ve odacıklar ile bunları süsleyen resimler, yer altına doğru metrelerce inen kentsel yerleşim mağaraları bu bölgenin yer yüzünde tek ve karakteristik özelliğini meydana getirmektedir

İşte bu özellikleri ve jeolojik görünümü ile çok erken devirlerden beri önemli bir yerleşme olmuştur Mimari ve resim sanatı yönünden, bu bölge hakkında yapılmış olan araştırmalar, değişik ve ilginç diğer konular yanında sadece Hıristiyan sanatını inceleyen eserler olarak kalmıştır



ARAŞTIRMALARDA GÖREME

Göreme Bölgesini, yaklaşık 200 yıl önce gezen PLUCAS, burasını büyük bir şehir kalıntısı olarak tanıtmış ve bölgeye dikkatleri çekmişti Fansız hükümetinin ilgisi sonucu Göreme'ye bir kez daha gönderilen LUCAS, bu gezi sırasında, burasının, sayılarını iki, üç yüzbin olarak tahmin ettiği doğal şekillerle kaplı bir bölge olduğunu beIirtmiştir XIXyyın ilk yarısında yaptığı gezinin izlenimlerini belirttiği Hvon MOLTKE seyahatnamesinde, bölgenin kısa bir tasvirini yapmıştır

O günün Türk yerleşmesinin yanı sıra, garip diye tanımladığı kaya kiliseleri ve kalelerden bahseder Sınırlı bir bölgede çalışmış olmasına karşılık, bu araştırmaların en eski (1925) ve geniş kapsamlı olanı Fransız misyoneri Gde Jerphanion'un çalışmasıdır
Fransız karı-koca M ve N Thierry'lerin eserleridir Bu bölgenin yapıları hakkında yapılan en yeni çalışmalar Marcel Restle ve Yıldız ÖTÜKEN'e aittir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler





İlçe merkezinin hemen üst kısmında yalçın kayalar üzerine kurulmuş bulunan bu kalenin hangi tarihte ve kimler tarafından inşa edildiği hususu kesin olarak bilinmemektedirUlaşılması mümkün omayan bir kaya üzerine inşa edildiği için,eski kavimlerin hepsi bu kaleyi almaya ve bu yolla heybetli ve emniyetli bir üsse sahip olmaya çalışmışlardır
Eski devrin kralları bu kaleye hep “Gayri kaabil-i teshir(alınamaz)” gözi ile bakmışlarKaleye Ani,Brana, Gamahha ve Berberi Zemin kalesi adları verildiği görülürKalenin ilk kullanılışı ve bu amaçla tabii durumunun elverişli hale getirilişi İlk Çağlar’a dayanırBugünkü sur kalıntılarının büyük bir kesimi ise Orta Çağ’a aittirKalenin esas ihtiş**ı, bizzat kurulduğu tabii kütlenin niteliğinden kaynaklanmaktadırÖyle ki bilehare yapılan taş örme surlar ve sair yükseltici unsurlar olmasa dahi,tabii haliyle bile üzerindeki kişileri dış tehlikelere karşı emniyette tutulabilmesi mümkün gibidirYaklaşık 7-8 bin metrekarelik kale alanı,halen dört yanının binlerce sene evvel tabii aşınmalarla bütün cepheleri keskin uçurumlardan oluşan duvarlara sahiptirBu aşındırmada batı yönünden akan Fırat ve doğu yönünden gelerek,kuzeyi çevreleyip Fırat ırmağına kuzey-batı köşesinde karışan Tanasur Çay’ının büyük etkisi olmuşturÖzellikle Tanasur Çay’nın binlerce senelik aşındırma gücü,kale alanını teşkil eden bölümle;bu bölümü batı ve kuzeyden çevreleyen ikinci bir dağ bölümünü,kale’nin ikinci bir tabii suru haline getirmiştirKale yarlarının bütünü beyaz-gri granit oluşumudurKale sahasının dört çevresinin de zamanında surlarla çevrelenmiş olduğu anlaşılıyorAncak bugün,hiçbir sağlam burçu kalmayan surlardan daha ziyade,güney-batı,güney kuzey orta kesimlerinde bazı kalıntılar halen mevcuttur
Kalenin kapı kesimi güneyde olup,ikinci bir ek sur eşliğinde belli bir meyil takip edip,üst tablaya iki kapıdan geçilerek varılmaktadırBu kapıların haricinde,doğuda Fırat’a ve batıda Tanasur Çay’ına inen, olağanüstü zamanlarda kullanılan tünel geçitleri hemen hemen eski özelliklerin yitirmişlerdirKapının kale üstüne çıkış yerinin hemen yakınında bulunan bir kalıntı, eski bir caminin hatırasını saklamaktadırYaklaşık 3 metre civarında olan minarenin ayağı bile zor tanınabilir haldedir ve bu da tamamen haraptır
Kale sahasında”Kale kentini” ikiye ayıran bir iç surun varlığına tesadüf edilirKalıntılar kuzey-güney yönünde uzamaktadırGeçmişin çeşitli zamanlarında yapılan kule,mazgal,ev,depo ve çarşı yerlerinden bugüne kalanlar sadece taş yığıntılarıdır
XVI yüzyıl ortalarına kadar stratejik ehemniyetini koruyabilen Kemah kalesi için Hoca Saadettin şunları kaydeder:“Kemah kalesi ki, gök kubbeye ulaşmış bir ulu sarayı andırır Kuleleriyse yıldızlarla başa baştır Burçları, mazgalları burçlar halkasına çıkmış ve bu güçlü yapıyı yapan mimar, “Onda hiç gedik yoktur” (Kur’an/El-KaffL-6) hükmüne bir misal vermiştir Feleklere değen bir dağ üzerine sağlamca oturmuş olup, yücelikte başı göğe ermiş ve bağlar, bostanlarla çevrilmiştir Eteğinden derin bir dere akar ki, hayal ipiyle bile ol derenin dibine inmek bir boş hayaldir Dibi o denli derin ki, uzaklık tasavvuru bile bunda noksan kalır Ne hisarının ucuna akıl merdivenleriyle çıkmak mümkün, ne de eteklerindeki derenin dibine zannın adımlarıyla inmek düşünülebilir
Bir iri kayanın düzü tek parça
Hisardan yanıysa daracık bir gemi
İnce uzun bir dev eteklerinde
Daracık sanılır geniş meydanı
Bahçeleri kıyısından hep Fırat Akar
Cenneti andırır, hem cana can katar


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



Bitlis

bitlis doğu anadoludamdaır kara kovan balı ve cevizleri meşurdür tarihi eserlerele anılmaktadır bitlis kalesi büyük iskender adına yapılmıştır komandan bedlis yapmıştır 7 cüceler mezarlığı vardır prens ve prenseslerin mezrı vardır tarihi evler vardır ve herşey vardır bitlise gelitrseniz çıkamazsınız güzel bir ildir şehirdir tarihi eserleride çoktur bitlise gelirseniz beni bulursunuz iyi vakitler geçirme dileğiyle kib aeo bitlis adı kumutan bedlisten geliyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



Ordu
imdiye kadar çıkan Ordu İI Yıllıkları'nda, diğer bir çok an:-):-):-)lopedi ve popüler yayınlarda, Ordu yöresinin Fâtih Sultan Mehmed tarafından 1461 yılında Trabzon ile birlikte fethedildiği yazılıdır Dolayısıyla araştırıcı olmayıp sadece yaşadıkları bölge hakkında bilgi edinmek isteyen ve kolayca ulaşabildiği söz konusu bu yayınları okuyan orduluların zihnine de, bu yanlış bilgi yerleşmiştir Halbuki bölge, Osmanlılar tarafından değil, 1380'lerde, Hacıemiroğulları tarafından fethedilmiş; 1427 yılında da Osmanlılar tarafından ilhak edilmiştir

Yanlış, sadece bölgenin fethi konusundan ibâret değildir XIXyüzyıldan itibaren yaşadığımız kültür değişmeleri sonucunda ülkeyi etkisi altına alan pozitivist düşüncenin yayılmasıyla, toplumumuzun tarihî kimliğini oluşturan ve onun sürekliliğini sağlayan geleneksel bilgi ilmî araştırma ve tahlillere tabi tutularak doğrusu yanlışından ayrılmaksızın toptan reddedilip yıkılmaya çalışılmış, bölgenin fethini gerçekleştiren ve mezarları yatır haline gelmiş olan tarihî şahsiyetler, yine yukarıda bahsettiğim yayınlarda boş inanlar ve hurafeler olarak nitelendirilmiştir Böylece altı yüz yıllık Türk dönemi tarihi unutularak, Ordu bölgesi tarih dışına itilmiştir İşte bu sebepledir ki, XIXyüzyılda, Osmanlı Devleti'nin taşradaki nüfuzunun azalması sonucunca, Osmanlı Devleti üzerinde muhtelif siyasî emeller besleyen büyük güçlerin de destek ve yardımlarıyla, bölgeye yerleşen Rumların ve Ermenilerin Millî Mücadele öncesinde ve sırasında çıkardıkları huzursuzlukların hatıraları Türk öncesi ile bütünleştirilerek zihinler iyice bulandırılmıştır Tarih ciddî olarak araştırılıp sorgulanmadığı, temellendirilmiş gerçeklikler açık seçik ortaya konulmadığı sürece böyle bir manzarayla karşılaşmak kadar tabiî bir şey olamaz


Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



***
Biz şimdi burada, bu makalenin sonunda tanıtılan Ordu bölgesi hakkındaki araştırmalar ve bazı temel kaynaklar çerçevesinde, bir iki paragraf halinde Ordu Yöresi'nin Türklerden önceki durumunu, daha geniş bir biçimde de Türklerin yöreyi nasıl fetih ve iskân ettiğini ve Osmanlılar dönemindeki genel yapısını anlatmaya çalışacağız Bu, şüphesiz tafsilatlı ve tasviri bir tarih olmayacak, önemli bazı noktaların vurgulanmasından ibaret kalacaktır
Yunan tarihçisi Ksenophon (dMÖ431)'nun Onbinlerin Dönüşü (1962, 1984) adlı eserine göre Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde, MÖ400 yılında, Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Halibler ve Tibarenler gibi, Yunan asıllı olmayan yerli halklar yaşıyordu
MÖ675'lerden itibaren, bu bölgeye, sırasıyla Kimmerler, Miletoslular (Miletliler) (656'larda), Persler (MÖ547'de), Makedonyalı İskender (MÖ334'te) ve komutanları (MÖ312-280) hakim oluyor Bundan sonra bölgede, yaklaşık üç buçuk asırlık bir ömür süren Pontus Devleti (M0280-MS63) gözüküyor Bu devleti, Roma İmparatorluğu ortadan kaldırıyor ve bölgeyi 395'te Doğu Roma imparatorluğu devralıyor ve zaman içinde bölünmesine ve kendi kabuğu içine çekilerek küçülmesine rağmen Fâtih Sultan Mehmed'in 1453'te İstanbul'u ve 1461'de de Trabzon'u fethine kadar varlığını korumayı başarıyor Bu arada zikredilmesi gereken önemli bir hadise, hiç şüphesiz MS324 yılında bölgede hristiyanlığın yayılması olayıdır
Bilindiği üzere 1204 yılında, İstanbul Latinler tarafından istila edilmiş, bunun üzerine, Bizans Komnenoslar hanedanından IAndronikos'un torunları Aleksios ve David İstanbul'dan kaçarak Trabzon'a gelmişler ve Gürcü kraliçesi Tamara'nın da desteğiyle Trabzon İmparatorluğu'nu kurmuşlardır(1204-1461) Bilindiği üzere bu devlete Fâtih Sultan Mehmed son vermiştir Ancak hemen belirtelim ki, yine bu devletin hakimiyeti altında bulunan ve Ünye'den Giresun'a kadar uzanan Orta Karadeniz Bölgesi, diğer bir ifâdeyle Ordu ve yöresi, Osmanlılar tarafından değil, 1270'lerden 1380'lere kadar uzanan uzun bir süreç içinde diğer Türk gruplarının, özellikle Hacı Emiroğullarının mücadeleleri sonucunda fethedilmiştir Bu fetih üzerinde ciddî bir surette durulması gerekmektedir Çünkü bu, özel orduların yerli halka boyun eğdirerek gerçekleştirdiği bir fetih değil fakat ordu biçiminde teşkilatlanmış bir uç beyliği halkının fethidir; bu fetih, söz konusu yeni halkın yeni bir toprakla bütünleşerek orayı iskân edişi ve orayı vatanlaştırması biçiminde cereyan eden bir fetih olayıdır Osmanlı döneminde Ordu ve yöresinin sosyal tarihi, bu fetih sırasında ve sonrasında oluşan yapılanmanın devamından başka bir şey değildir Bu sebeple, Osmanlı dönemi Ordu'nun etnik ve sosyal yapısını, siyasî, dinî ve iktisadî tarihini anlayabilmek için, fethin nasıl gerçekleştiğini ve fetih sonrasında bu bölgede nasıl bir sosyal idarî ve iktisadî yapı oluştuğunu bilmek ve anlamak gerekmektedir Şimdi kısaca bunu görmeye çalışacağız Ancak bundan önce, Trabzon İmparatorluğu zamanında Canik dağlarının arkasında neler olduğuna da bir göz atmak gerekmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, XIIIyüzyıl başında, Karadeniz'in Samsun'dan Rize'ye ve Canik dağları zirvelerinden sahile uzanan bölgesinde Trabzon Devleti (1204-1461) vardı İstanbul Latinlerin elindeydi Batı Anadolu'da İznik Devleti kurulmuştu Bunlar dışında bütün Anadolu Selçuklular tarafından XI yüzyıldan bu yana Türk iskânına açılmış ve burada güçlü bir müslüman Türk medeniyeti kurulmuştu Sinop'tan Karadeniz'e açılan Selçuklu Devleti, şüphesiz Trabzon'u tehdit ediyordu 1223'te Selçuklular tarafından gerçekleştirilen Trabzon seferi, sonuç vermedi Bununla birlikte, Trabzon Devleti genel olarak Selçuklulara bağımlı idi Ne var ki, iki devlet arasındaki barış içinde bir arada yaşama süreci ancak 1243 yılında Anadolu'nun İlhanlılar tarafından istilâsına kadar devam etti
Anadolu'daki Moğol hakimiyeti kısa sürmüş, fakat bölgenin yapısında büyük değişmelere yol açmıştı Bu değişmenin en önemli sebebi, Moğol istilasıyla birlikte, çok sayıda Türk aşiretinin XI yüzyılda olduğu gibi, Anadolu'ya göç etmiş olmasıydı İlhanlılar bu aşiretleri kontrol altına almakta zorlandı Zaten son İlhanlı vâlileri de merkeze karşı isyan ettiler İşte bu iki sebeple, XIII yüzyılın ikinci yarısında ve XIV yüzyılın başlarında Anadolu'da bir çok Türk Beyliği kuruldu
Son İlhanli valisi uygur kökenli Eretna, bir dizi isyandan sonra, 1341'de bağımsızlığını ilan etti Merkezi önce Sivas sonra Kayseri olan Eretna Devleti (1335-1381), Erzincan, Ankara, Tokat, Amasya, Samsun, Niğde, Niksar ve Karahisar'ı kapsıyordu Eretna'nın 1352'de ölümüyle, oğlu Mehmed yerine geçtiyse de devlet zayıfladı ve 1359'da onun da ölümüyle Orta Anadolu'nun birliği sona erdi Valiler bağımsızlıklarını ilan ettiler Özelikle Hristiyanlarla olan sınır bölgelerinde yeni Türk beylikleri ortaya çıktı Bunlar gazi Türkmen beylikleriydi
Bu beyliklerden Trabzon Devleti'ne sınırdaş olanlar arasında, Sivas'ta Eretnalıların yerine geçen Kadı Burhaneddin Devleti, Bayburt ve Erzincan Beyleri, merkezi Milas (Mesûdiye) olan Hacı Emiroğulları Beyliği ve merkezi Niksar olan Taceddinoğulları Beyliği vardır Trabzonlular, bu devlet ve halklarla ve yine Doğu Anadolu'da bir Türk konfederasyonu olan Akkoyunlularla ilişki içindeydiler Görüldüğü gibi Trabzon Devleti irili ufaklı bir çok Türk siyasî teşekkülü ile sarılmış vaziyette bulunuyordu
Ordu ve çevresinin Türkler tarafından fethedildiği XIVyüzyılda, Trabzon Devleti'nin çevresindeki Türk Beylikleriyle ilişkileri hakkında bilgi alacağımız önemli iki kaynak mevcuttur Bunlardan biri, Trabzon Devleti'nin önemli olaylarını not eden Trabzon saray tarihçisi Panaretos'un Kronik'i, diğeri ise, Kadı Burhaneddin'in yakını olan Aziz b Erdeşir-i Esterabadi'nin Bezm u Rezm (çevMÖztürk, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1990) adlı eseridir
Bu kaynaklardaki verilere göre, Trabzon İmparatorluğu'nun XIV Yüzyıl boyunca Türklerle sürekli çatışma hâlinde olduğunu, yüzyılın ilk yarısında karşılıklı baskınlarla devam eden ilişkilerin, daha sonraki dönemde Trabzon İmparatorlarının kızlarını Türk beyleriyle evlendirmek suretiyle akrabalık ilişkileri kurarak barış ortamları hazırlama biçimine girdiğini ve böylece varlıklarını koruduklarını; bununla birlikte baskın ve çatışmaların yine de devam ettiğini anlıyoruz
Gerçekten, 1276'da Karamanlı Mehmed Bey'in Konya üzerine yürümesini fırsat bilen Trabzon İmparatoru, 1277'de denizden Sinop'a saldırmış, ancak Çepniler tarafından bozguna uğratılmıştır; bunun üzerine bazı Türk grupları Samsun sahil şeridini takiben doğuya doğru ilerlemişler; Karadeniz dağlarında yayla yapan Türk grupları ise, Harşit Deresi, Aksu, Melet Suyu, Bolaman Deresi ve benzeri vadilerden sahile doğru inmeye başlamışlardır Yaylalardan sahile uzanan mesafe, 70-80 km civarındadır Bu kadar kısa bir mesafe, muhtemelen arazinin dağlık olması sebebiyle, ancak 120 yıllık bir zaman dilimi içinde fethedilebilmiştir Bu 120 yıllık süre, Trabzon İmparatorluğu ile Türk gruplar arasında mücadeleyle geçmiştir Bunlardan bazılarını, Panaretos'un Günlüğü'nden hareketle hatırlatmak yerinde olacaktır[1]
Çepni Boyları, 1297'de Ünye'yi fethetmiş, doğuya doğru ilerleyerek Trabzon'a akın düzenlemişlerdir Fakat bir Çepni grubu, 1301'de Giresun'da yenilgiye uğramıştır Hacı Emiroğulları Beyliği'nin kurucusu olan Bayram Bey 1313'te, Trabzon İmparatorluğu sınırları içindeki bir pazar yerini basmıştır 30 Agustos 1332'de Ham:-):-):-)öy yakınlarına kadar gitmiş; fakat geri püskürtülmüştür
1340'da Komnenoslar, Trabzon'un güney yaylalarındaki Akkoyunlulara saldırır Akkoyunlular ise, 1341 ve 1343’te bir kaç defa Trabzon’a akın yaparlar Hiç bir taraf amacına ulaşamaz ama, her iki taraf da büyük ölçüde insan ve mal kaybına uğrar
348 Haziranında Akkoyunlu Beyi Turali Bey, Erzincan Hâkimi Gıyâseddin Ahi Ayna Bey, Bayburd Hâkimi Rikâbdâr Mehmed Bey ve Kuzey Doğu Suriye'deki Türkmen Reislerinden Bozdoğan Bey, ittifak hâlinde Trabzonu kuşatırlar; üç günlük bir savaştan sonra yenilirler ve bir çok kayıp vererek geri dönerler
Türklerin yenilmesine rağmen, bir çok Türk boyunun birlikte Trabzon'a kadar ilerleyip şehri kuşatabilmeleri ve geri çekilebilmeleri, Komnenosları p:-):-):-)olojik açıdan son derece yıpratmış olmalıdır Bu sebeple, Türklerle dostluk arayışı içine girerler Bu amaçla, kralın kız kardeşi, Kyra Maria (Despina Hatun), 1352 yılında, Akkoyunlu Beyi Kutluğ Bey (Turali'nin oğlu) ile evlendirilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



Ne var ki bu evlilik sürekli barış için yetmemiştir Zira, muhtemelen güçlendiklerini zanneden Komnenoslar, Panaretos'un ifâdesiyle “şeytana u¤¤¤¤¤” 1356 Eylülünde, Şiran'a karşı sefere çıkar ve 400 insan ve bir çok at kaybederek geri dönerler
1357'de Komnenoslar, Giresun'da İsa'nın doğumunu ve Yosun Burnu'nda ise “Işıklar Bayramı”nı kutlarlar ve bu arada on dört Türk öldürürler Panaretos'un bu ifâdesine göre, demek ki, Türkler bu tarihlerde sahillerde dolaşmaktadırlar
1358'de Bayram oğlu Hacı Emir, Maçka ve çevresine bir akın düzenler ve çok sayıda ganimet elde eder Aynı sene, kralın kızı Teodora'nın Bayramoğlu Hacı Emir ile evlendirilmesi için hazırlıklara başlanır
1361 Temmuzunda Maçka ve çevresine, bu sefer Bayburt Hakimi Hoca Latif seçme dört yüz askeriyle bir akın düzenler; fakat gafil avlanarak altı askeri ve kendisi öldürülür Kesilen başlar, zafer alameti olarak, Trabzon çevresinde dolaştırılır
Aynı yıl Bayram oğlu Hacı Emir Giresun üzerine yürümüş; Türkler yukarı Harşit vâdilerine yerleşmiş; Kürtün Beyi Melik Ahmed "Bedreme" (Bedirme)(Petroma) Hisarını" fethetmiştir Aralık ayında, Komnenoslar kralı Halibya'ya çıkmış, karadan Giresun’a gelerek Hacı Emir'i takip etmiş ve bazı Türkleri esir almıştır
1362 Ekiminde, Erzincan Beyi Ahi Ayna Bey, Gümüşhane'de Bahçecik (Golacha) şatosunu kuşatır Ancak başarılı olamaz Bütün yıl boyunca hıyarcık (adenit) hastalığı ve veba salgını bir çok insanın ölümüne sebep olur Şiddetli yaz sıcağı da çeşitli hastalıklara ve göçlere yol açar
Yine bu yıl Çelebi Taceddin, Kralın kızına talip olur
1365'te kralın damadı Emir Kutluğ Bey, karısı Kyra Maria (Despina Hatun) ile birlikte Trabzon'a kayınpederini ziyarete gelir
1369'un ocak ayında, Kılıçarslan Komnenoslar ülkesine (Chaldée) girer; Gümüşhane'nin Bahçecik (Golacha)'i Türklerin eline geçer Yöre halkı ya carpışmalar sırasında ölür, ya da bölgenin uğursuz mağaralannda kaybolurlar
Trabzon Kralı, 1373 yılının Ocak ayında, Şiran'a karşı sefere çıkıyor; ancak Türklerin karşı koyması ve şiddetli kış yüzünden geri dönmek zorunda kalıyorlar Türkler yüz kırk hristiyanı öldürüyor, büyük bir bölümü de soğuktan telef oluyorlar
Kral, kızı Eudocie'yi Ünye'ye götürerek Taceddin Çelebi ile evlendiriyor
1380 yılının şubatında, Kral III Aleksios, Harşid deresi çevresinde bulunan Çepnilerin üzerine yürüyor Askerleri iki koldan Petroma (Bedirme) kalesini ve yukarı Harşit bölgelerini yağmalıyor, her tarafı yıkıyor, ortalığı kan ve ateş kaplıyor Vakfıkebir'de Türklerin eline geçmiş olan gemilerini kurtarıyor Fakat Türkler de direnerek karşı koyuyorlar Her iki taraftan da çok kişi yok oluyor
1386'da Hacıemiroğulları Beyliği'nin başına geçen Süleyman Bey, 1396/7 yılında nihaî olarak Giresun'u fethediyor Böylece, Orta Karadeniz Bölgesi Giresun'a kadar, bir daha geri dönmemek üzere Türklerin eline geçiyor
***
Panaretos'un o yıllarda tuttuğu günlüğe göre, Trabzon İmparatorluğu ve çevresindeki Türk Beylikleri arasındaki ilişkilerin özeti bundan ibarettir Ancak bu ilişkilerin tamamının günlüğe yansıdığını düşünmek mümkün değildir Zira günlükte bizzat kralı ilgilendiren, onun kendisinin katıldığı, ya da yine bizzat kendisinin karşı koymak zorunda kaldığı olaylar zikredilmektedir Bunlar dışında, yaylalardan sahillere doğru ilerlemek isteyen Türklerle bunlara karşı koymak isteyen yerliler arasında, söz konusu yüz yıllık dönemde, daha yüzlerce olayın yaşandığını, fakat bunların yazılarak bize ulaşmadığını tahayyül etmek o kadar zor değildir Nitekim, bölgenin 1455 Tarihli Tahrir Defteri’nden elde edilen veriler değerlendirildiği zaman, bu iddianın doğruluğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır Öyle anlaşılıyor ki, Giresun'un fethiyle noktalanan yüz yıllık mücadele sonunda Türkler bölgeye bütün varlıklarıyla, çoluk ve çocuklarıyla, aileleriyle birlikte yerleşmişler, toplu bir iskân politikası uygula¤¤¤¤¤ kendi düzenlerini kurmuşlardır Fetih tamamlandığında, genelde, bölgenin büyük bir kesiminde yerli halktan kimse kalmamıştır Yerli olarak bölgede sadece, ya muhtemelen Selçuklular veya Danişmendliler tarafından fethedilmiş olan İskefsir (Reşadiye) ve Milas (Mesûdiye) bölgelerinde Türklerle iç içe yaşamaya alışmış olan hristiyanlar ya da 1390'lardaki son fetih harekatı sırasında Habsamana (Gölköy) Bolaman, Vona ve Öksün gibi kalelere sığınarak bölgede varlıklarını koruyabilen ve fetih sonrasında zimmî statüsünde Lozan'a kadar Türklerle birlikte burada hayatlarını sürdürmeye devam eden çok az sayıdaki hristiyan halk kalmıştır Şimdi bu yorumu 1455 Tahrir Defteri'ndeki verilerle temellendirmeye çalışalım
Bilindiği üzere, Osmanlılar bir bölgeyi gayrimüslimlerden feth veya diğer müslüman Türk beyliklerinden ilhak ettiklerinde, oranın bir nevi kadastrosu demek olan tahririni yani yazımını yaptırıyorlardı Ordu yöresi de 1427’de ilhak edilince yazdırılmıştı Ancak bu yazım sonucunu ihtiva eden Defter henüz ele geçmemiştir İkinci yazım ise, imparatorluğun diğer bölgeleriyle birlikte, Fâtih Sultan Mehmed zamanında 1455 yılında gerçekleştirilmiştir İşte bu yazımın sonuçlarını ihtiva eden Defter yukarıda da belirtildiği üzere günümüze kadar ulaşan ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan Defter'dir
Bu Tahrir Defteri'ne göre Ordu yöresinin resmî adı, Vilayet-i Canik-i Bayramlu me'a İskefsir ve Milas'tır İskefsir ve Milas'ın adlarının ayrı ayrı zikredilmesi, öyle zannediyorum ki, yukarıda da belirtildiği üzere, fetih ve iskân tarzının farklı olmasından kaynaklanmaktadır Bu vilayetin alt idarî birimlerinin adları da son derece ilgi çekicidir Bunlar Defterdeki sırasıyla şöyledir:

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



Bölük-i Geriş-i Bucak (ez takrir-i Kethüdâ Mustafa, dîvânbaşı)
2 Bölük-i Niyâbet-i Ordu bi-ism-i 'Alevî (ez takrir-i Kethüdâ Bahaeddin)
3 Bölük-i Bedirlu (ez takrir-i Kethüdâ Lut¤¤¤¤ah ve Seydi Ali; mezkûrîn dîvânbaşı-yı Niyâbet-i mezkur)
4 Bölük-i Seydi Ali Kethüdâ, dîvânbaşı-yı Bozat
5 Bölük-i Davud Kethüdâ veled-i Beğmiş, tabi-i Bendehor
6 Dîvân -i Elmalu tabi-i Bendehor (ez takrir-i Seydi Ahmed Kethüdâ, dîvânbaşı-yı mezkur Elmalu)
7 Bölük-i Ebulhayr Kethüdâ, dîvânbaşı an Dîvâniye-i Bendehor
8 Bölük-i Geriş-i Alibeğece (ez takrir-i Kethüdâ Hasbun, dîvânbaşı)
9 Nâhiye-i Niyâbet-i Fermüde (ez takrir-i Kethüdâ Hüseyin Fermûde, dîvânbaşı)
10 Niyâbet -i Hafsamana (ez takrir-i Bulduk Kethüdâ, dîvânbaşı )
11 Bölük-i Fidâverende (tımar-ı Çoban Bey dizdâr-ı Kal'a-i Hafsamana, mefruz 'an Dîvâniye-i mezkur Hafsamana)
12 Niyâbet-i Satılmış-ı Bayram (ez takrir-i Bayezid Kethüdâ, dîvânbaşı)
13 Bölük-i Niyâbet-i Çamaş (ez takrir-i Eğlence Kethüdâ, dîvânbaşı)
14 Bölük-i Niyâbet -i Geriş-i Bolaman (ez takrir )
15 Nâhiye-i Niyâbet -i Geriş-i İhtiyar (ez takrir-i İbrahim Kethüdâ, dîvânbaşı)
16 Niyâbet -i Geriş-i Şayiblü (ez takrir-i İsmail Kethüdâ)
17 Niyâbet-i Geriş-i Sevdeşlü nâm-ı diğer Ulubeğlü (ez takrir-i Kethüdâ)
18 Nâhiye-i Milas
19 Niyâbet-i Kebsil (ez takrir-i Mustafa Kethüdâ ve Şemseddin Kethüdâ ve Pir Kadem veled-i Çakır Kethüdâ Üç Dîvân yerdir):
aBölük-i Pir Kadem Kethüdâ veled-i Çakır (ez takrir-i mezkur)[2]
bBölük-i Şemseddin Kethüdâ, dîvânbaşı, tabi-i Kebsil[3]
cBölük-i Mustafa Kethüdâ, dîvânbaşı-yı Niyâbet-i Kebsil
20Niyâbet-i Kırukili (ez takrir-i Kethüdâ Şeyh, dîvânbaşı )
Bölük, Geriş, Dîvân, Dîvâniye, dîvânbaşı, Niyâbet gibi terimler, bölgenin toplum ve yönetim yapısını anlamamıza yarayacak son derece önemli ip uçları vermektedir Üstelik bu yapı, Osmanlı öncesi, diğer bir ifâdeyle fetih sonrası yapıyı yansıtmaktadır Derinliğine irdelenmesi gerektiğine inandığım bu terimleri daha önce başka bir yerde kısmen tahlil etmiştim[4]; şimdi burada özellikle bölük kelimesi üzerine dikkat çekmek istiyorum
Bilindiği üzere, bölük kelimesinin ıstılah mânâlarından birisi, Türk askerî teşkilatında belli sayıdaki askerden oluşan bir birliktir 1455'te Ordu Vilayeti'nin idari teşkilat şemasını gösteren yukarıdaki bağlamda ise idari bir birim olarak gözükmektedir Dîvân, Niyâbet ve Nâhiye de aynı şekilde idari birim adlarıdır Dîvân bölgenin mali açıdan, Niyâbet adlî açıdan, Nâhiye ise cografi açıdan yapılan bölümlemeleri sonunda ortaya çıkmış tabirler olarak gözükmektedir Geriş'in de cografi anlamı vardır Bölük ise doğrudan doğruya bir insan grubunu, askerî bir birliği ifâde etmektedir Dolayısıyla insan ilişkileri ve iskân açısından son derece anlamlıdır Daha önce de belirttiğimiz gibi, Ordu bölgesi Hacı Emiroğulları tarafından kesin olarak 1390'larda, yani 1455 yılı tahririnden 65 yıl önce feth ve iskân edilmiştir İşte bu bolükler, askerî birlikler tarzında örgütlenerek bölgeyi feth ettikten sonra buralara yerleşen boy ve oymaklardır Her bölük'ün yerleştiği kısım bir idari birim olmuştur Fetih sırasında başlarında bulunan kişinin adı da bu idarî birime ad olarak verilmiştir Bunların büyük bir kısmı açık olarak anlaşılmaktadır Meselâ, Bucak[5], Bedir(lü)[6], Seydi Ali Kethüdâ, Davud Kethüdâ, Ebulhayr Kethüdâ, Alibeğece, Fidâverende, Satılmış-ı Bayram, Çamaş, İhtiyar, Şayiblü, Sevdeşlü (Ulubeğlü), Mustafa Kethüdâ, Şemseddin Kethüdâ ve Pir Kadem Kethüdâ veled-i Çakır gibi şahsiyetler, ya bizzat kendileri ya da babaları, bölüklerinin başında bizzat fetihte aktif rol oynamışlar ve bölükleriyle birlikte fethettikleri bölgelere yerleşerek bu sefer de o bölgenin yöneticiliği görevini üstlenmişlerdir Böylece bölge orayı fetheden kişinin şahsiyetiyle şahsiyetlenmiş ve yeni bir kimlik kazanmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



İdarî birim adları arasında, şahıs adları dışında altı ad vardır: Bunlardan biri, Ordu bi-ismi Alevî'dir Bu, Hacıemiroğulları ailesinin mensup olduğu cema'atin adıdır Türklerin devlet merkezini Ordu olarak adlandırması geleneğinden gelmektedir Nitekim Taceddinoğulları Beyliğinin merkezi olan ve bugün hâlâ Çarşamba'nın güneyinde varlığını koruyan köyün adı da Ordu'dur[7] Diğer iki birim ise, yine Türk geleneğine dayalı olarak, tabiatın durumunu bildiren Elmalu ve Kıruk-ili adlarıyla tesmiye edilmiştir Sadece üç birim adı ise, yerli halkların daha önce verdiği adlardan gelmektedir: Milas, Hafsamana ve Bolaman
Yer adlarının fâtihlerin adıyla adlandırılması sadece Nâhiye veya bölük adlarıyla sınırlı kalmamış, bölük'ün muhtelif alt grupları değişik yerlerde köyler kurarak, kendi adlarını önce yönetimlerinde bulunan bir kaç aileden oluşan zümreye, sonra da bunların yerleştiği köye veya ekip biçtikleri mezra'aya da ad olarak vermişlerdir 1455 Tarihli Tahrir Defteri'nde bu köy adlarıyla şahıs adlarının özdeşleştiği yüzlerce örnek görmek mümkündür[8] Meselâ, Defter'in bir yerini tesadüfen açalım Karşımıza çıkan Sevdeşlü'nün kaydı aynen şöyledir: "Karye-i Sevdeşlü, yurd-ı evlad-ı Sevdeşlü; eşküncü müsellemlerdir" (s219) Buradan anlaşılan şudur: Köy Sevdeş adındaki bir Türk ve ona mensup olan kişiler tarafından kurulmuştur Bunlar, müsellem adı verilen askerî gruba mensupturlar ve hâlen bu görevi ifa etmektedirler Bu köyün arazisi, fetih hakkı olarak Sevdeşlü oymağının yurdu olmuştur Bu nottan sonra Defter'de yirmi iki aile reisinin adları ve görevleri sayılmıştır Hepsi de müslüman Türk olan bu kişilerden kimisi müsellem kimisi yamaktır Aralarında imam ve şeyhler de vardır Sevdeş adı, bugün hâlâ yaşamaktadır Zira bu köy bugün Aybastı'ya bağlı Alacalar köyünün Sevdeş mahallesi olarak varlığını muhafaza etmektedir
Bunun gibi yüzlerce örnek saymak mümkündür Çünkü 1455 yazımı sırasında, adları zikredilen köylerin sakinleri arasında baba adı söz konusu köyün adıyla aynı olan şahısların hayatta oldukları görülmektedir Mesela Beğmiş oğlu Davud'un Kethüdâlık yaptığı köyün adı Beğmiş-lü'dür Hacı Ahmed oğlu Melik Ahmed'in oturduğu köyün adı Ahmed-lü, Musa Dede oğlu Şeyh Pir dede'nin şeyhlik yaptığı köyün adı Musa-Dede'dir 1455'te yaşayan şahısların veya babalarının adlarının köy adlarıyla özdeşleşmesi olgusu, bu köylerin en fazla bir nesil önce adı geçen kişiler tarafından kurulduğunu ve iskân edildiğini göstermektedir
Hemen hemen fetihten 65-70 yıl sonra yapılan bu Tahrir Defteri'ne kaydedilmiş bulunan aile reislerinden hareketle yapılan hesaplamalara göre, o günkü Ordu Vilayeti'nin nüfusu 6651 müslüman Türk ve 526 Hristiyan Rum ailesinden ibaretti Hristiyanlardan 360 aile, Selçuklular zamanında fethedilmiş olduğunu sandığım Milas (Mesûdiye)'da yaşıyorlardı Burası Canik dağlarının güney yakasında önemli bir kale idi Türklere teslim olarak, zimmi statüsüne girmiş olmaları muhtemeldi Canik yaylalarından sahile ve Fatsa'dan Giresun'a uzanan sahada, yani Orta Karadeniz'in kuzey yakasında ise, sadece altı yerde, Bolaman, Vona, Öksün, Bendehor ve Habsamana kalelerinde hristiyan halka rastlanmakta idi Bunların toplamı 166 hâneden ibaretti Öyle zannediyorum ki, bunlar da fetih sırasında adı geçen kalelere sığınmışlar, fakat dört bir yandan kuşatılmış vaziyette olduklarından ve kurtuluş ümitleri de kalmadığından daha sonra teslim olarak zimmî statüsünde Türk hâkimiyetini benimsemişlerdir Bunların, bölgeye fetihle birlikte yerleşen Türk nüfusuna göre nispetleri son derece düşük olup, sadece % 7,9'dan ibâretti Türk öncesi yerli halkın geriye kalanı, yukarıda bahsettiğim yüz yıllık mücadele sürecinde ve özellikle de son fetih sırasında ya kaçmış ya da savaş meydanında yok olmuştu Türk hakimiyetine giren hristiyanlardan ihtida ederek müslüman olanlar yok denecek kadar azdı Zaten, fetih sırasında ve sonrasında teslim olan ve zimmî statüsüne geçen hristiyanlar, varlıklarını Milli Mücadele dönemine kadar devam ettirmişler ve Yunanistan'daki Türklerle mübadele edilmişlerdi
Semerkand'a giderken 1402'de Ordu bölgesinden geçen İtalyan seyyah Clavijo, bu bölgenin "Erzamir" (Hacıemir) adında bir Türk beyinin elinde olduğunu ve kumandası altında 10000 kişiden oluşan bir süvari ordusu bulunduğunu belirtmektedir Bu rakam, Fâtih döneminde Ordu yöresinde yaşayan müslüman Türklerin aile sayısını gösteren 6651 rakamıyla karşılaştırılırsa, buradan ilgi çekici bir sonuç çıkarılabilir: Öyle ki, Clavijo'nun asker olarak bahsettiği kişilerin, normal aile reislerinden başkaları olmadıkları söylenebilir Çünkü bu iki rakam birbirine yakın gözükmektedir Aradaki fark, öyle zannediyorum ki, Fâtih döneminde Ordu'ya bağlı olan ve İskefsir diye adlandırılan Reşadiye'nin nüfusunun, defterin bu bölümünün ek:-):-):-) olması yüzünden bu nüfusa dahil edilememesinden ve Hacıemiroğulları Beyliğinin Fatsa-Ünye arasında da yerleri olmasından kaynaklanmaktadır Bu yörelerin nüfusu da dahil edildiğinde, hemen hemen Hacıemiroğulları nüfusunun 10000 âileden olustuğu söylenebilir
Bu anlatılanlar çerçevesinde, "Türk milleti ordu-millettir" özdeyişinin tarihî gerçekliğini görmek mümkündür Görüldüğü gibi bölgenin fethi ve iskânı, Türk boy ve oymaklarının, sadece asker nitelikli üyeleri tarafından değil, bütün aile fertlerinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir Zaten her aile reisinin asker olarak değerlendirildiği görülmektedir Dolayısıyle Ordu yöresinin fethi, profesyonel orduların bir bölgeyi veya ülkeyi fethetmesine benzememektedir Bu sebeple ben bu türlü fethe, iskân yoluyla vatan edinmek üzere toptan fetih hareketi diyorum Ve öyle zannediyorum ki, yukarıda tarihî belgelere dayanarak açık seçik göstermeye çalıştığımız fetih ve iskân biçimi, Selçuklular döneminde, Anadolu'nun büyük bir bölümünde uygulanmış olan ve bu ülkedeki nüfus ve kültür yapısının temelini oluşturan fetih ve iskân biçimidir Bu hareket Osmanlılar tarafından Batı Anadolu'ya ve Balkanlara doğru devam ettirilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



İşte Ordu yöresinin tarihi, fetih sonrası bölgede kalan % 7,9'luk yerli hristiyan halkla (526 hâne) nüfusun geriye kalan büyük kesimini oluşturan 6651 hânelik müslüman Türk nüfusun ve daha sonra bu nüfusta meydana gelen değişmelerin tarihi demektir Hristiyanların nüfusu, 1485'te % 5,5'e düşmüştürGerçi bu dönemde Türklerin nüfusunda da azalma vardır Çünkü 1461'de Fâtih Sultan Mehmed tarafından Trabzon İmparatorluğu ortadan kaldırılmış ve bölgenin nüfusu doğuya doğru kaymıştır Ancak bundan sonra Türk nüfus büyük ölçüde arttığı halde, gayrimüslim nüfus önce azalma trendine girmiş, daha sonra çok yavaş bir artışla 1613'lerde, ancak 594 hâneye yükselebilmiştir Bunun da 593 hânesi Mesûdiye'dedir Bir hristiyan hâne de Şemseddin Nâhiyesi’nde yaşamaktadır Bunun dışında bölgede hiç hristiyan nüfus kalmamıştır Türklerin nüfusu ise, 20970 hâneye yükselmiştir Toplam nüfus içinde hristiyanların oranı sadece, % 28'dir[9] Daha açık bir ifâdeyle diyebiliriz ki XVII yüzyıl başında, batıdan doğuya Fatsa-Giresun ve kuzeyden güneye Karadeniz ile Mesûdiye-Reşadiye arasında kalan bölgede, müslüman Türkler dışında hiç bir etnik zümre yoktur
Ancak, XVIII yüzyıldan itibaren, özellikle XIXyüzyılda bölgeye yeni bir hristiyan nüfus akışı başlamıştır Bunlar genellikle şehirlere ya da o zamana kadar boş olan güzlelere yerleşmişlerdir Siyasî amaçla yerleştikleri sezilmektedir Osmanlı Devleti'nin merkezî otoritesi zayıfladıkça bunlar, Türklere karşı harekete geçmeye başlamışlar, bölgede kargaşa çıkartmışlar; bu uygunsuz hareketleri ise onların Milli Mücadele'den sonra Lozan Antlaşmasıyla ülkeden çıkartılmalarına sebep olmuştur
Aile bazında değil fert bazında bir değerlendirme yapacak olursak, Ordu yöresinin yukarıda belirttiğimiz sınırları içinde, genel nüfus 1455 yılında 36855 iken bu rakam 1613'te 72689 olmuştur Nüfus bu dönemde artmıştır ama bölge için önemli bir yoğunluk ifâde etmez Zira bugün aynı bölgenin bazı ilçelerinin sırf merkezdeki nüfusları neredeyse bu rakamlar civarındadır Söz konusu nüfusun diğer bir özelliği de dinamik ve genç bir nüfus oluşudur Evlilik çağına gelmiş fakat henüz evlenmemiş genç erkeklerin toplam nüfus içindeki oranı 1455'te % 9 iken, 1613'te % 40'a çıkmıştır
***
Kla:-):-):-) Osmanlı döneminde bu nüfusun sosyal yapısı, şöyle bir manzara arzediyordu Hemen belirtelim ki, bölgede şehirli yoktu- Çünkü bu dönemlerde söz konusu bölgede şehir denilebilecek bir yer yoktu Bölgenin kaza merkezi olduğu anlaşılan bugünkü Eskipazar’da 1455'te 16 hânelik cemaat-i muhterife denilen iş sahipleri ve zanaatkarlar grubu ile 19 hânelik cemaat-i 'Alevî denilen başka bir grup vardı Bölgeye ilk yerleşen Türkler olduğu anlaşılan bu gruplar maktu bir vergi veriyorlardı Bunlar arasında kadının ve subaşının hizmetkarları da yer alıyordu Ayrıca Eskipazar'da kadîmlik yurtlarında ekip biçerek yaşayan ve vergi vermeyen 47 hâne mevcuttu Otuz yıl sonra bu gruplar kaybolmuştur
Bölgenin yönetimi tımar beylerinin elindeydi Bölgede 1455'te 224 tımar beyi görev yapmaktaydı Bunların yarıya yakınının tımar beyi olmaları dışında özel bir görevleri yoktu Önemli bir kısmı Mesûdiye ve Gölköy kalelerinde dizdâr veya mülâzım olarak görev yapmaktaydılar Bu dönemlerde Gölköy kalesinin en önemli merkez olduğu anlaşılmaktadır Din görevlilerinden de tımar sahibi olanlar vardır Bunlar şeyh, halife, fakîh, baba, pir gibi unvanlara sahiptirler Diğer bir mahallî yönetici grubunu ise, subaşı, dîvânbaşı, Kethüdâ, çeribaşı, tamgacı, müsellem ve korucu gibi görevliler teşkil etmektedir Bunların dışında tımar beylerinin % 20'sini de ağa, çelebi, bey, mir, emir, şah gibi unvanlar taşıyan kişiler oluşturmaktadır 1485'te tımar beylerinin sayısı % 65 oranında artarak 344'te çıkmıştır Gözlenebilen bir başka değişme de, özel görev ve unvanı olmayan tımar beylerinin oranının oldukça yükselmesi ( % 69), kale dizdârlarının ve mülâzımlarının oranında (% 16) küçük bir artışın olması, diğerlerinin ise azalmasıdır Burada Osmanlıların bir beylikten devraldıkları bir bölgeyi kendi standartlarına uydurmak için gerçekleştirdikleri gözlenmektedir
Tımar beylerinin gelir durumlarında tam bir denge olduğu söylenemez 1455'te geliri 1000 akçenin altında olanların oranı %51'dir Sadece % 8'i beş bin akçeden daha fazla dirliğe sahiptir 1485'te ise bin akçe ve daha aşağı dirlik sahibi olan tımar beylerinin oranı % 71'e çıkmış, dört bin akçeden daha fazla gelire sahip tımar beyi ise kalmamıştır
Tımar sahibi yöneticiler dışında Ordu yöresinde yaşayan halkı, vergi mükellefleri, müsellemler, mülk sahipleri, vergi vermeyen fakat bölgede herhangi bir kamu hizmeti gören muhtelif zümreler, düşmüş sipahiler ve sipahizâdeler, yaşlılar ve sakatlar gibi bir takım gruplara ayırmamız mümkündür
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kla:-):-):-) Osmanlı döneminde bölgede şehir hayatı olmadığından halkın tamamının tarımla uğraştığını söyleyebiliriz Ancak bunlardan bir kısmı kendilerine tahsis edilen arazileri işlemek ve devlete vergisini ödemekle yükümlü bulunurken, vergiden muaf olan diğerleri sırf geçimlerini temin etmek gayesiyle tarımla uğraşmak zorundaydılar
Bölgemizde vergi mükellefi çiftçi âilelerinin nisbeti, 1455'te % 64 iken, 1520'den itibaren % 96'lara yükselmiştir Bu değişimde rol oynayan faktörler arasında müsellem denilen askerî grupların ve sayyad denilen avcıların statülerinin değiştirilerek vergi mükellefi kılınmaları da vardır Ancak, bu değişikliğin asıl sebebi, Ordu ve yöresinin, daha önce bölgeyi fethedenlerin oluşturduğu bir beylik idarî yapısından Osmanlı İmparatorluğu'nun merkeziyetçi idaresi altında bir kaza statüsüne dönüştürülmüş olmasıdır İlhaktan hemen sonra sosyal yapıya dokunmayan Osmanlılar, daha sonra çeşitli tedbirler alarak, her yerde olduğu gibi, buraya da tedricen kendi yönetim tarzlarını uygulamışlar ve sosyal yapıyı da yeniden biçimlendirmişlerdir
XV ve XVI yüzyıllarda, Ordu'da tam çiftliğe sahip olanların sayısı, 1455'te bir iken 1613'te ancak 14 olabilmiştir Genelde halkın küçük bir kesimi yarım çiftliğe, geriye kalan büyük bölümü ise yarım çiftlikten daha küçük toprak parçalarına sahiptir Toprağın, halka küçük parçalar halinde dağıtılmasının, arazinin çok engebeli olması dolayısıyla, tarımın hayvan gücünden çok insan emeğiyle gerçekleştirilmesi zorunluluğundan kaynaklandığı söylenebilir
Ellerindeki toprağın büyüklüğüne göre çift, nîm ya da bennak denilen, tarımla geçinen ve vergi veren bu gruplar arasında, başka işlerle meşgul olanlar; meselâ imamlar, şeyhler, fakîhler, câmi mimarları, kale hizmetkârları, terziler, çul dokuyucular, bakırcılar, demirciler, semerciler, hallâclar, yaycılar, zurnacılar vardır Bunlar aynı zamanda çiftcilik yapan ve vergi veren meslek sahipleridir Bunların dışında vergiden muaf tutulmuş meslek sahipleri de vardır ki, onları ayrıca göreceğiz
Vergi vermeyen bu gruplardan birisi, müsellemler'di Bunlar harp zamanı sefere katılan, diğer zamanlar topraklarında ekip biçen kişilerdi Sırayla sefere giderlerdi Geride kalanlar, gidenlere yamak olur ve onlara harçlık vermekle yükümlü bulunurlardı Bunların Ordu bölgesinde toplam nüfus içindeki oranları 1455-1613 yılları arasında %10 - % 24 arasında değişmiştir Bu artışın sebepleri arasında zâviyedârların cocuklarının da müsellem yazılmaları vardır Bu her iki grup da bölgeyi feth edenlerden müteşekkildi Çünkü Tahrir Defterleri’nde müsellemlerin, "tutageldikleri kadîmlik yurtlarıyla eşer eşküncü" oldukları belirtilmektedir Bu ifâdelerden fetihden beri bu görevle yükümlü bulundukları anlaşılmaktadır Şeyh denen zâviyedârların da bölgenin iskânı ve Türkleştirilmesinde oynadıklan rol bilinmektedir Stratejik mevkilere kurulan ve genelde vakıflarla desteklenen zaviyeler, geleni gideni ağırlayan misafirhaneler, haberleşme merkezleri ve kültür evleri olarak hizmet görmüşlerdir Buraların kurucusu olan şeyhlerin yatır haline gelen mezarları halk tarafından bugün bile ziyaret edilen kutsal mekanlar olarak varlıklarını sürdürmektedirler Halkın her yıl şölenler düzenlediği, Ulubey'in Şeyhler köyündeki, köye adını veren Şeyh Abdullah ve Kabataş Kuzköy'deki Şît Abdal türbeleri bunlardan sadece ikisidir Arşiv kayıtlarına ve bölge üzerinde yapılan folklor araştırmalarına göre fetihten XIX-yüzyıla kadar elliye yakın zaviye Ordu yöresinde görev yapmıştır[10]
1455'te Ordu yöresinde halkın % 1'ini mâlikâne sahipleri oluşturuyordu Bu mâlikâneler, Osmanlı öncesinden kalma ağa, bey, çelebi, paşa ve hatun diye adlandırılan kişilerin oluşturduğu aristokrasinin elinde bulunuyordu Fakat zamanla Osmanlılar bunların elindeki mülkleri çok çeşitli tedbirlerle ya tımara dönüştürerek ya da vakıflaştırarak kendi sistemlerine uydurmuşlardır Satın alınarak ya da başka yollarla devletleştirilen mâlikânelerin gelirleri, derbendci ve köprücü gibi kamu görevi gören kişilere tahsis edilmiştir 1613'lerde eski sahiplerinin nesli elinde kalan mâlikâne sayısı son derece azdır
Ordu bölgesinde vergiden muaf olan diğer gruplar arasında, arşiv kayıtlarında kendilerine çok seyrek rastlanan kadı, müderris ve muhassil gibi görevliler, aralarında okçu, kemanger, neccâr, kürekçi, demirci, marangoz gibi ihtisas sahiplerinin de bulunduğu ve özellikle Mesûdiye ve Gölköy kalelerinde görev yapan kale erenleri, saray için zağanos, şahin ve çakır tutan ve sayyâdân denilen kuşçular, demir ocaklarında çalışan ve küreci denilen madenciler ve ırgadları vardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



Hakkarİdekİ Tarİhİ Eserler

HAKKARİDEKİ TARİHİ ESERLER







Kaya Resimleri

Araştırmacı Muvaffak Uyanık, Hakkari bölgesinin batısında yer alan "Guveruk" ve "Tırşin" yaylalarında, kayalar üzerine kazınarak çizilmiş binlerce kaya resmi bulmuştur Adeta açık hava müzesi niteliğinde olan ve çok geniş bir alana yayılı bulunan bu zengin resimlerin benzerliğine, doğuda Azerbaycan ve Kobistan bölgesinde kayalar üzerine çizilen yaklaşık 4000 Adet resimde rastladığımız gibi güneyde de Filistin bölgesinde kayalar üzerine çizilen yüzlerce kaya üstü resimde rastlarız Guveruk ve Tırşin yaylalarındaki kaya üstü resimleri , yaklaşık olarak MÖ 6000-1000 yıllarına tarihlen dirilmektedir Ancak bu resimlerin büyük bir kısmının daha sonraki devirlerde de çizildikleri anlaşılmaktadır Buradaki tasvirlerin büyük çoğunluğu stilize edilerek yapılmışlardır Buna karşılık, o devirlerde bölgede yaşayan zengin av hayvanları hakkında yine de küçümsenemeyecek önemli bilgiler vermektedir Resimlerin büyük bir kısmını, Dağ keçileri, bizon, çeşitli av hayvanları avda kullanılan tuzak sahneleri, sihir ile ilgili motifler, stilize edilmiş şekiller ve eski yarı-göçebe Türk boylarının kullanmış oldukları amblemler meydana getirmektedirÖzellikle daha genç devre ait stilize adilmiş resim ve amblemler, kuzeyde Erzurum yakınlarındaki "cunni" mağarasındaki resim ve amblemlerle, daha batıda ise Kütahya yakınlarındaki Aizanı tapınağının duvarlarındaki büyük taş blokları üzerine hayvan resimleri ile çok büyük bir benzerlik göstermesi yönünden ilginçtir gerek cunni mağarasındaki resim ve amblemleri ve gerekse Kütahya yakınlarındaki Aizanı tapınağının taş duvarları üzerine çizilen hayvan sahnelerini eski Türk boylarının yapmış olduğu kesindir ayrıca, bu bölgedeki tasvirlerin Anadolu dışındaki benzerlerine ise, Azerbaycan, Kobistan ve hatta Sibirya'da son yıllarda keşfedilen binlerce kaya üstü resmi meydana getirir görüldüğü gibi, çok geniş bir coğrafi bölgeye yayılmış olmasına rağmen, şekil ve muhteva yönünden birbirinin benzeri olan bu resimlerin, eskiden göçebe ve yarı göçebe Türk boyları tarafından yapılmış oldukları bugün artık yerli ve yabancı bilim adamlarınca kesinlikle kabul edilmiştirdolayısıyla tarih öncesi dönemlerde bile , Anadolu ve özellikle Doğu Anadolu bölgesi ile Azerbaycan ve Asya bozkırları arasındaki kültür ve sanat merkezleri arasında kopmaz bir birliğin olduğu açıktırBu durum ayrıca, tarih öncesi devirlerden yeni zamanlara kadar Orta Asya'dan Anadolu'ya devamlı olarak göçlerin yapıldığını da açıklar

Prof DrVeli Sevin'in Hakkari dikilitaşlarıyla ilgili [Linkleri üyelerimiz görebilirÜyeyseniz Mailinizi OnaylayınBurayı tıkla¤¤¤¤¤ üyemiz olabilirsiniz]
1997 yılında yapılan [Linkleri üyelerimiz görebilirÜyeyseniz Mailinizi OnaylayınBurayı tıkla¤¤¤¤¤ üyemiz olabilirsiniz]

TAŞ KÖPRÜ

Şemdinli ilçe merkezine 12 km, Nehri köyüne 4 km mesafede Şemdinli deresi üzerinde kurulmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler







Yüksek dağların arasında derin bir vadide yer alan köprü kuzey güney istikametinde tek açıklık halinde her iki ayağı kayalıklara oturmaktadır Köprü yüksekliği 1080 m, uzunluğu 2120 m, genişliği ise 290 m ölçülerini ihtiva etmekte olup tek gözlü, yolu eğimli köprüler gurubuna girmektedir
Köprünün düzgün kesme taşla yapılmış sivri kemerli açıklığı oldukça yüksek tutulmuştur İki tarafa eğimli yolu da, kenarlardan birer sıra halinde dizilmiş kesme taşlarla oluşturulmuştur Korkuluklarla sınırlandırılmış üzeri sonradan betonla kaplanmıştır Dolgu ve tampon duvarlar moloz taşlarla örülmüş, doğu yüzü, kemerli açıklığın köşesine açılmış birer nişle hareketlendirilmiştir Bugün köprünün iki yanındaki zeminle irtibatını sağlayan dolgu duvarlar kısmen yıkılmış dallarla eğreti yapılmış, kaplamayla geçiş sağlanmaktadır
Köprünün kemer ve gözlerinin iç kısımlarında kesme taş, dolgu ve tampon duvarlarda moloz taş malzeme kullanılmıştır
Kitabesi bulunmayan köprü mahalli kaynaklara göre Nehri’deki Kelat Sarayı’nı da yaptıran Seyyit Mehmet Sıddık tarafından yaptırılmıştır Buna göre köprü 19 yüzyıl sonlarında yapılmış olmaktadır

ÇAY KALESI

Şehrin güney tarafinda 7-8 km uzaklıkta bulunmaktadır Kale denizde 2025 m yükseklikte sarp ve kayalık bir tepe üzerinde yer almaktadır Kaleye hem kuzeyde hem de güney tarafından tırmanmak mümkündür Günümüzde kuzey kenarında yarıya kadar araba için yol açılmış olup geri kalan kısmı tırmanma yoludur Kayalık kısmı merdiven gibi yapılmış olup buda çıkışı kolaylaştırmaktadır
Kalede mimari doku büyük ölçüde tahrip olduğundan bunu tam olarak ortaya koymak mümkün olmamaktadır Ancak en üst kesiminde moloz taslar ve hurasan harcı ile tutturulmuş duvar izlerine rastlanmıştır Etrafa dağılmış seramik parçalarından demir çağından ortaçağ sonlarına kadar burada yerleşimin olduğuna işarettir Tuğla ve seramikler dışında üzerinde harç ve süslemeler olan bir t5as parçası ile üzerinde kazınmış ters lale motifler kalenin kalenin diğer kalıntılarını teşkil eder
Tarihi kaynaklarda Hakkari Beylerinden Malik Beyin Bay Kalesinden hüküm sürdüğü belirtilmesi Hakkari tarihinde buranın önemini belirtir

ÇÖLEMERİK KALESİ

ZEYNEL BEY MEDRESESİ

Medrese Hakkari'nin Gülereş mahallesinde bahçeler içinde bir dere kenarında yer almaktadır
Bu gün büyük ölçüde yıkılmış olan medrese Hakkari Beylerinden ayni zamanda Kanuni sultan Süleyman ve IISelimin mahzeretine nail olmuş Zeynel bey tarafından yaptırılmıştır Zeynel Bey 1560-1578 yılları arsında Hakkari Beyliğinde kalmıştır Muhtemelen medreseyi bu tarihler arasında yapmıştır İranlılarla yapılan bir savaş sırasında 1585 yılında marendde şehit düsen Zeynel Bey’in naşı 1587 de Çölemerike nakil edilerek kendi yaptığı medresenin avlusuna gömülmüştür
Medrese kuzey güney doğrultusunda 2220x11720 m ölçülerinde dikdörtgen bir alana oturmaktadır Bu gün temiz olarak kalmadığında planını yapmak mümkün değildir Ancak ortada bir avlu ve bunun dört tarafına sıralanan medrese odaları yer anlaşılabilmektedir Kuzey kösesinin ortası avluya gitmekte, giriş bölümünün iki yerinde köselerde birer oda yer almaktadır Bunlardan kuzey batıdaki Zeynel Beye ait mezarın bulunduğu oda olabilir Avlunun olduğu ve bati kenarlarında ikişer, güney tarafında üç oda yer alır Odalar kare ve dikdörtgen planlı olup üzerlerinde beşik tonuz ile örtülüdür Medresenin tamamında moloz tas ve yontma taslar kullanılmıştır
Ayrıca medresenin etraflarında bazı süslemeli mimari parçalar ile çoğu kırılmış mezar taşlarına rastlanmıştır Medresenin kazı ve restorasyonu yapıldığında Hakkari önemli bir yapısına kavuşmuş olur

MEYDAN MEDRESESİ

Hakkari merkez biçer mahallesinde bulunmaktadır Vakıflar genel müdürlüğü tarafından 1984 yılında yapılan onarımdan sonra ayaktadır Medresenin giriş kapısındaki kitabenin üzerinde H1112M1700-1701 tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır Kitabede kim tarafından yapıldığı belirtilmemekle beraber, Hakkari hükümetinin yöneticisi olan İzzetin oğlu İbrahim Bey tarafından yapılmış olabilir



Medrese 2340mx1825m dış ölçülere sahip kareye yakın dikdörtgendir Avlulu, iki katli ve iki kanatlı medreseler grubuna girmemektedir Yapıya güney cephesinin güneyinde girilmektedir
Avlunun dört yanını iki kat halinde revaklar dolanmaktadır Alt kat revaklari değişik başlık ve şekilleri olan sütunlara ikinci kattakiler ise payelere oturmaktadırlar Revak gözleri sivri kemerli, bölümleri ise tonoz örtülüdür
Avlunun doğu batı tarafında asimetrik olarak sıvalanan medrese duvarları yer almaktadır Bati tarafında hem alt hem de üst katta birbirine yakın ölçülerde üzerleri beşik tonoz örtülü dörder oda yer alır Oda kapıları dikdörtgen biçiminde küçük revaklar açılmaktadır Bu odaların bati kenarları mangal pencere diğer duvarlarına da dolap nisleri ve ocak yerleştirilmiştir
Doğu kanatta ise alta üç üstte iki oda yer almaktadır Bu odalar ötekilerden daha geniş tutulmuş, kuzey kenarlarında dershane ve mescit olarak kullanılmıştır Her iki katında bu kenarlarında kuzeye açilmisbirer mihrap nisi bulunmaktadir Alt kat mescit mihrabi yarim daire planlı nis seklinde üst katın ki ise üstten üç delikli kemerle taslandırılmış şeklindedir diğer üst kat mescidi büyük tutulduğundan geriye kalan kısmı bir oda, alt katta ise iki oda yerleştirilmiştir Bu odalarda da dolap nisleri, ocak ve mazgal pencereler açılmıştır küçük tutulmus kapıları düz lentulu ve avluya açilmaktadir



Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



sivri kemerli bir görüntü seklindedir Kapı köseden helezonik yivli bir kaval silme ve bunu takip eden mukarenasli bir bordürle kuşatılmıştır Bunu ortasında oldukça küçük tutulmuş, üstte ve yanlarda yekpare blok taslarla oluşturulan kapı, dıştan kabartma vazo ve çiçeklerle süslenmiş üç yandan dolanan bir bordürle sınırlandırılmıştır Gerek mukarnasli ve gerekse içteki bu berdür kahverengi taslarla oluşturulduğunda ayrıca cepheyi hareketlendirmektedir
Kapının üst kesimine dikdörtgen kitabe yerleştirilmiştir kitabe mermer üzerine yerleştirilmiştir Diğer cepheler alt ve üst katlara açılmış pencereler dışında oldukça hareketsizdir
KIRMIZI KÜMBET ZAVİYESİ

Güleres baba mahallesinde mezarlığın bulunduğu sırtın güney tarafında yer almaktadır Günümüzde yapı oldukça harap ve yıkılmış vaziyettedir Kalan duvar kalıntılarından planını belirtmek mümkün olmuştur
Yapı, doğu bati doğrultusunda dikdörtgen planlı olup, 1650mx1180m dış ölçülere sahiptir Yapıya bati cephesinin kuzey kösesinde bir kapı ile girilmektedir Burada doğuya doğru genişleyen bir hole geçilmektedir Bundan başka kapılar hol’e açılan doğu ve güney taraftan dört oda yer almaktadır Bu odalar kare ve dikdörtgen planlı bir özellik taşımaktadır Yapılan yüzey araştırmasında, yapıda firuze renkli çini parçalarına rastlanmıştır Bununda kazısının yapılması halinde yapı tam olarak ortaya çıkabilecektir

HALİL KİLİSESİ

Hakkari'ye 10 Km mesafede ana yol kenarındaki Halil mevkiinde bulunmaktadır Nasturiler ait olan yapının üzerinde kitabe ve süsleme mevcut olmadığından, hangi tarihte kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir
Kilise670mx1370m dış ölçülerine sahip, doğu batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı ve iki bölümden oluşmaktadır Batıdaki birinci bölüm daha büyük tutulmuş Buraya bati cephesinden bir kapı vasıtasıyla girilmektedir Bu bölümün üzeri doğu bati doğrultusunda uzanan beşik tonozla örtülmüştür Duvarlara dolap nisleri açılmıştır
Doğudaki ikinci bölüme birinci daha büyük olan birinci bölümden iki kapı vasıtasıyla geçilmektedir Kapılardan biri ortaya yakın yerde sivri kemerli bir girinti içerisinde, sivri kemerli bir açıklık seklinde, diğeri ise güney kösesinde sivri kemerli açıklık biçimindedir Oda kuzey güney istikametinde dikdörtgen biçimli ve tonoz örtülüdür Bu bölümün doğu duvarına kapı eksenine gelecek şekilde sivri kemerli bir nis yerleştirilmiştir Yan duvarlarda dolap nisleri bulunmaktadır
Yapının tamamında tas malzeme kullanılmış olup, diş cephelerde düzgün sıralı kaba yönü taslar görülmektedir Yapı oldukça sağlam dıştan düz toprak dam örtülüdür

DERAV KİLİSESİ

Zap vadisinde üzümcü köyünü ilerisin de derav mevkiinde bulunmaktadır Zap suyunun karşı taraftaki sırtta eğimli bir arazide kurulmuştur Nasturilere ait olduğu kabul edilen yapının üzerinde kitabe veya süsleme olmadığından yapının tarihi ve dönemi bilinmemektedir oldukça küçük olan yapı 685mx1000m dış ölçülere sahip olduğu bati doğrultusunda uzanan dikdörtgen bir plandır Doğu batı doğrultusundan dikdörtgen planlı odanın üzeri beşik tonozla örtülüdür Bati tarafı açılmış mazgal pencerelerden yapı aydınlatılmıştır İkinci odaya buradan sivri kemer açımlıklı iki demir bir kapıdan girilmektedir Burası kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlı ve beşik tonoz ile örtülüdür Doğu tarafından beşik tonoz kaylıklara oturmaktadır Iki yan duvarına dolap nisleri açılmıştır Yapının tamamı moloz taslar ve kayalardan yapılmıştır Dıştan üzeri toprakla örtülüdür, yer yer duvarları yıkılmıştır Buna rağmen sağlam bir yapıdır

KELAT SARAYI

Şemdinli'ye 17 km uzaklıktaki eski ilçe merkezi Nehri'nin güney batısında dere kenarında kurulmuştur saray(konak) büyük ölçüde yıkılmış olup halen ayakta kalan iki kemer ve bir duvar bulunmaktadır
Üç katlı ve muntazam bir yapı olduğu günümüzde güney duvarı kısmen ayakta kalmış diğer kısımları tamamen yıkılmıştır Sarayın doğu cephesinde her kata dokuzar pencere açıldığı, kuzey cephesinde ise ortada üç kata tekabül eden sivri kemerli iki açıklık, bunun yanındaki katlarda da üçer pencere açıldığı görülmüştür Yapı kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlı olduğu ve üç katlı olduğu anlaşılmıştır
Sarayın günümüze kadar ayakta kalan güney duvarındaki kalıntılardan, cephenin ortada kapı ile bunun yanındaki pencereler ile hareketlendirdiği görülmektedir cephenin ortasındaki kapı anıtsal bir portakal şeklinde düzenlenmiştirİç içe kademelendirme yapan sivri kemerli açıklığa sahip kapı dıştan taşıntılı kuşatma kemeri ile sınırlandırılmıştır
Sivri kemer özengi seviyelerine ise kademeli yerleştirilmiş iki kademeli konsolsu çıkmalarla vurgulanmıştır kapının iki yanındaki yüzeylerde biraz üst kısımda yer alan pencereler,dik dörtgen çerçeveli olup, sivri kemerde son bulmaktadır
Konağın ayakta kalan kalıntılarında duvarların düzgün kesme taşlar kalkandan ( kireç taşı ) yapılmıştır
Yapının kesin tarihini veren kitabe ve herhangi bir yazılı belge mevcut değildir ancak mahalli kaynaklara göre Seyit Ahmet Sıddık tarafından yaptırıldığı bilinmektedir
Seyit Taha-i Hakkari'nin torunlarından olan Seyit MSıddık,Seyit Übeydullah'ın oğlu olup 1878-1903 yılları arasında yönetimde etkili olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihi Eserler Ve Yerler

Eski 10-07-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihi Eserler Ve Yerler



KAYME SARAYI

Saray Nehri'deki eski yerleşmelerin kuzey tarafında, bugünkü köy evlerin batısında yer almaktadır iki katlı yapılmış olan saray,1880+24mölçülerinde kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen bir alana oturmaktadırGünümüzde sarayın kuzey ve batı duvarları ekseriyetle,doğu ve güney duvarları kısmen ayakta kalabilmiş,örtüsü tamamen yıkılmıştır
Yapının zemin ve birinci katları birbirinin aynı, ortada dikdörtgen iki salon ile bulunduğu batı taraflarında sıralanmış dörder odadan meydana gelmiştir Sarayın kuzey ve güney cephelerinde ortalarına açılmış kapılardan girilmekte,odalara hem salondan hem de birbirlerinden geçmektedir
Yapının yıkılmış doğu cephesi dışındaki kuzey güney ve batı cephelerinin kapı ve pencerelerle hareketlendirildiği görülmektedirkuzey cepheye sivri kemerli bir girinti içerisindeki, sivri kemer açıklıklı kapı ile bunun iki yanında altlı ve üstlü olmak üzere dört pencere açılmıştır pencereler bir girinti içerisinde yer almaktadır ayrıca kapının üzerinde üst kaşa açılan ahşap konstrüksiyonlu bir balkon olduğu anlaşılan açıklık bulunmaktadır
yine bu cephede tek süsleyici unsur olarak karşımıza çıkan kapı kuşatma kemerinin sağ ve sol üst köşelerine birer kitabe yerleştirilmiştir Kitabeler mermer üzerine ikişer satır halinde sülüs hatla yazılmıştır
Sağdaki kitabede; (1332-1910) tarihi yazılı olup şu ibare yazılmıştır
"deki kapılarında hamd vardır
Oraya emniyet ve selametle giriniz "
Sonraki kitabede;
"Bu ev (girenlere) esenlik verir
Bakanlara hicri"1330 tarihini (1909) müjdele" ibaresi yazılıdır
Yapının batı cephesinde altlı üstlü sekizer pencere ile hareketlendirilmiştirPencereler birbirinin aynı, sivri kemerli bir girinti içerisinde yuvarlak kemerli açıklık şeklindedirGüney cephesinde ise sadece kapı ve pencerelerin yerleri belirlenebilmektedir
Bunun dışında büyük ölçüde yıkılmış vaziyettedir Sarayın cephelerinde düzgün kesme taş,
içteki odaların bölme duvarlarında moloz taş malzeme kullanılmıştır Cephelerindeki düzgün kesme taş işçilik dikkat etmektedir
Yapının kuzey cephesinde giriş kapısı sağ ve sol köşelerine birer tane kitabe yerleştirilmiştirsağdaki kitabede H1332 (1911) soldaki kitabede H1330 (1909) tarihi yer almaktadırBuna göre Nehri'deki Kayme sarayı 1909-1911 tarihleri arasında inşa edilmiştir
Kitabelerde, yaptırana ilişkin herhangi bir isim yer almamakla beraber Seyit Übeydullah'ın oğlu Seyit Abdullah tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.