Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
evliyalar, kuşanan, kılıç

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Anadolu´nun kurtuluş hareketinde, İstanbul ile Anadolu arasında köprü vazî fesi gören Özbekler Dergâhının kahraman şeyhi Atâ Efendi, kurtuluş hareketi tamamlanmadan işgâlciler tarafından tutuklandı İngiliz İntellices (entelijans) servisi yetkilisi Harron Armstrong, Şeyh Atâ´nın tev kif edilip tutuklandığı za man kendisiyle konuşmasından sonraki görüşleri için şu cümleleri kullandı:

"Bizler, Türk din adamlarının bu mevzûlarda faâl rol oynayacaklarını aslâ tahmin etmiyorduk Diğer araştırmalarımız, Türk mukâvemet kay naklarının meydana çıkarılması yolunda müsbet netîce vermeyince, vâki ısrarlı ihbarları değerlendirerek, tekkeler, mescidler, câmiler gibi dînî ya pılar üzerinde durduk ve din adamlarını tâkib ve kontrola başladık Elde ettiğimiz bilgiler ve karşılaş tığımız hakîkatler bizleri hayrete düşürdü Bu din adamları özellikle telkinlerle ve mâneviyâtı yükseltmekle yetinme mişler, fiilî olarak da mukâvemet teşkilâtı içinde vazîfe almışlardı Halk üzerinde nüfûzları fevkalâde olduğundan, üzerle rine aldıkları vazîfeleri başarıyla yerine getirmişlerdi"

İstanbul´un işgâlden kurtarılması ve Kurtuluş Savaşının zaferle netî celenme sinden sonra dergâhından ayrılmayan Şeyh Atâ Efendi, sessiz kalmayı tercih etti Tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra, Şeyh Atâ Efendinin Anadolu Kurtuluş hareketinin üssü olarak kullandığı Öz bekler Tekkesi de kapatıldı Tek kenin târihî kitâbesi de çimento ile sıva narak terk edilmiş bir hâlde bırakıldı

Himmet ve gayretlerini sâdece ve yalnızca vatanın kurtuluşu için sarfeden, bu uğurda müslümanları aydınlatan ve teşvik eden Şeyh Atâ Efendi, H1355 se nesinde İstanbul´da vefât etti Onun tatlı hâtıraları hâlâ zihinlerde yaşamakta, kendinden sonra gelen nesillere örnek teşkil et mektedir Kabri Üsküdar´dadır

Avdan Baba (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Anadolu´nun Türk leşme sinde ve İslâmlaşmasında rol oynayan mücâhid velîlerdendir

1071 Malazgirt Meydan Muhârebesinden sonra Oğuzların o târihe kadar Anadolu´ya yapmış oldukları akınlar ondan sonra yerleşme şek*linde kendini göstermeye başlamıştı Anadolu´ya gelen Türkmenler, boz kır kültürü ile yetiş miş olduklarından, daha ziyâde kendilerinin yaşadıkları şartlara elverişli toprak arayarak dağlık bölgeleri bırakıp ovalara yerleşi yorlardı Başlangıçta Kızılırmak kaynaklarından Kütahya´ya kadar uza nan Orta Anadolu´nun geniş ovası, Türkle rin yerleşme yeri oldu Aka binde bu fetihler Ege bölgesini de içerisine aldı

Yirmi dört Oğuz boyuna mensup insan kümeleri, Anadolu´nun dört bir ya nını yeni köy ve kasabalarla süsledi Yıllarca zulüm altında ezilmiş olan Ana dolu´nun yerli halkı, İslâmiyetin güzel ahlâkı ile bezenmiş bu yeni misâfirlerine karşı öyle pek sert davranmadı Onlara yalnız halkı so yan ve menfaatlerine halel gelen derebeyleri ile, bunlara bağlı adamlar karşı çıkıyorlardı

Rivâyete göre Denizli bölgesine gelen bu Türkmen cemâatlerinden biri de Avaraslar idi Avaras Obasının başında asıl adı Ali olan ve Avdan Baba denilen mücâhid bir zât bulunuyordu Avdan Baba, obanın savaşta lideri, dînî konularda da rehberi idi Herkes bilemediği mevzûu ondan so rup öğrenirdi

Avdan Baba, Denizli´nin Tavas ilçesi yakınlarına geldiğinde kalabalık bir hıristiyan birliğine rastladı Oymağına bir kez daha cihâdın öneminden bahsetti Sonunda savaşta ölürse buraya defnedilmesini ve sebât edip geri çekilmemele rini, nihâî zaferin kendilerinin olacağını bildirdi Oymağı, bu konuşmayı ağlaya rak dinledi Çünkü bu sözler onun şehîd olacağını belirtiyordu Gerçekten Av dan Baba bu çarpışma sırasında şehîd düştü Ancak müslümanların sebat ve gayretiyle zafer kazanıldı

Avdan Baba´nın şehîd düştüğü yere derhâl bir türbe ile bir zâviye ya pıldı ve burada bir köy vücuda geldi Nitekim kurulan bu köy de Avdan adını aldı Bu gün türbesini ziyâret edenler, Avdan Baba´nın rûhunu ve sîle ederek cenâb-ı Hakk´a duâ etmekte ve nice arzularına nâil olmakta dırlar

Evliyânın meşhurlarından Bahri Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında, Kânûnî Sultan Süleymân Zigetvar seferine çıkmadan önce hazırlıkla rını ta mamlayıp, evliyâ kabirlerini ziyâret edip zafer kazanmak için duâ etti Ayrıca hayatta olan evliyâ ve ulemâdan da duâ istedi Devrin meşhûr evliyâsı olan Bahri Dede´den de duâ istemişti Ayrıca fakirlere muhtaçlara dağıtır diye bir kese içinde bin flori altın hediye etti Bahri Dede bu hediyeyi kabul edip bir yere sakladı Sonra savaşa kendisinin de katıla cağını söyledi Ordunun hareket günü gelince o da orduyla yola çıktı Böyle ev liyâ bir zâtın aralarında bulun ması pâdi- şâh, komutanlar ve askerler için büyük bir ümit ve moral oldu

Zigetvar Kalesi kuşatılıp peşpeşe iki taarruz yapılmasına rağmen ka- le fethe dilemedi Ordunun içinde büyük bir mânevî destek olan Bahri Dede, kalenin fethedileceğini müjdeledi ve zafer için çok duâ etti Nihâyet üçüncü defâ büyük bir taarruz yapıldı Bu taarruz sırasında şiddetli yağ mur yağdığı için arâzi çamur ve bataklık hâlini almıştı Her şeye rağmen Bahri Dede gibi evliyâ bir zâttan fe tih müjdesi almışlardı Bu sebeple bü yük bir azim içinde idiler Yeniçeri bölükbaşısı abdest alıp vasiyetini yaz- dı Merdivenlerle kaleye tırmanıp mazgal lardan birine humbara yer leştirip fitilini ateşledi O anda düşmanın hücûmuna uğrayan yeniçeri bölükba- şısı şehît düştü Fakat ateşlediği humbara patlayıp ka lede büyük bir gedik açtı Osmanlı askerleri bu gedikten dış kaleye, daha sonra da iç kaleye girerek kaleyi fethetti Ordu zafere ulaştı Bu seferde pâdişâh has talanıp vefât etmişti Ordu Bursa´ya döndükten sonra, Bahri Dede, sulta nın ken dine hediye ettiği bin altını sakladığı yerden çıkarıp geri iâde etti Kısa bir müd det sonra da vefât etti

Bayraklı Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin asıl ismi Yû nus Mürebbî´dir 1204 senesinde Selçuklu kumandanlarından Hüsâmed- dîn Çoban Bey komutasındaki ordu ile Kastamonu fethine ka tıldı Gün- lerce süren muhasa rada kaleyi almak şöyle dursun, surlara tır manmak dahi mümkün olmadı Bir gün Yûnus Mürebbî, Hüsâmeddîn Çoban Beyin huzûruna çıkarak yapılacak ilk cenkde bayraktar olmak is tediğini arzetti Çocuk sayılacak yaşta olması sebe biyle hayır cevabını alınca:

-Ata Beyim gece rüyâmda sevgili ve şerefli Peygamber efendimizi gör mekle şereflendim "Yarın bana kavuşacaksın Fakat elinde bayrakla bana gel!" dedi, diyerek rüyâsını anlattı

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Cenk esnâsında belindeki urganı kale burçlarına fırlatıp, dökülen kız gın yağlara, alevli parçalara aldırmadan burca tırmanıp sancağı dikti ve elindeki kı lıç ile kale kapısının halatlarını keserek kapıyı açtı Açılan ka pıdan içeri hücum edilerek kale fethedilince, Yûnus Mürebbî´nin vücu dunda pek çok ok yarası ol masına rağmen sancağı dimdik tuttuğu gö rüldü Nâşı Kastamonu kalesine def nedilerek bir de türbe yapıldı Yöre halkının Bayraklı Sultan olarak tanıdığı Yû nus Mürebbî sık sık ziyâret edilmektedir

Mevleviyye yolunun büyüklerinden ve yüksek hâller sâhibi velî Bos tan Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Konya´da talebeler yetiş tirmekte iken, Mevleviyye yoluna düşman olanlar, kendisine çok eziyet vermekte idiler Tam bu sıralarda Osmanlı tahtında değişiklik oldu ve Üçüncü Mehmed Hanın ölümüyle tahta Birinci Ahmed Han geçti (21 Aralık 1603) Birinci Ahmed Ha nın sultân olduğu zaman, Osmanlı Devleti çok zor şartlar ile karşıkarşıya idi Devlet batıda Avusturya ve doğuda İran ile harp hâlinde bulunduğu bu sırada; içte celâlî adı verilen âsîler yirmişer otuzar bin kişilik gruplar meydana getir mişler, köyleri yakıp yık maya, üzerlerine gönderilen orduları bozmaya başla mışlardı Bu iç gâile, Osmanlı Devletini temelinden sarsacak bir manzara görü nümündeydi Bilhassa İran, bu iç fitneyi körüklüyor ve Osmanlı Devleti içeri sindeki hurûfîler de bütün güçleri ile bu fitne hareketlerini destekliyorlardı

Bostan Çelebi hazretleri, Sultan Birinci Ahmed´in tahta geçmesinden sonra büyük ceddi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin mânevî işâ reti üzerine İstanbul´a geldi Kadir gecesi olması muhtemel bir gecede Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyâret etti Aynı gece Sultan Ahmed Han da şöyle bir rüyâ gördü:

Saray-ı hümâyûndaki husûsî köşkün etrâfında heybetli ve nûrânî zât- lar ge ziniyordu Onların kimler olduğunu araştırınca, yakın adamla rından birisi gele rek; "Sultânım! Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri köşkünü- zü teşrif ettiler Peşindekiler, onun dervişleri ve talebeleridir" dedi Bu haberi alan Sultan bü yük bir sevinçle sarayın içine girdi ve orada Mev- lânâ Celâleddîn-i Rûmî haz retlerini gördü İkrâm ve iltifât ol mak üzere ona saltanat tahtına oturmasını tek lif etti O zaman Mevlânâ hazretleri; "Arşın gölgesi altında oturanlar, bu birkaç ağaç parçasından yapılmış tahta iner mi? Bu tac ve taht sizindir" buyurdu Bu sırada Sul tan Ahmed Han, Mevlânâ hazretlerinin orada bulunuşunu fırsat bilip, on dan devlete isyân eden, azgınlık ve taşkınlık yapan celâlîlerin hakkından ge lebilmek için himmet ve hayır duâda bulunmalarını istedi Mevlânâ hazretleri ona; "Sen eğer bizim çocuklarımıza karşı azgınlık ve taşkınlık edip onlara sı kıntı verenlere mâni olursan, biz de bunun mükâfâtı olarak mânevî yolla size karşı gelenlerin zararlarını ve çıkardıkları fitneleri def ederiz Bos- tan´ımıza var, himmetine sarıl!" diye tenbih eyledi Mevlânâ hazretleri o- radan Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerini ziyârete gitti Sultan Ahmed de kendisini tâkib etmişti Gördü ki, Ebû Eyyûb el-Ensârî hazret leri hayatta ve Mevlânâ hazretlerinin to runlarından biriyle sohbet etmek tedir Mev- lânâ hazretleri de oraya varıp bu bü yük sahâbîyle sohbetten sonra vedâ edip ayrılırken; "Benim Bostan´ım budur" diye işâret etti

Sultan Ahmed tam bu esnâda uyandı Böyle mübârek bir rüyâ gör menin şükrânesi olarak Allahü teâlâ için kurbanlar kestirdikten başka, derhal Eyüb Sultan´a ziyârete gitti Orada Bostan Çelebi´yi görünce se vindi Mevlânâ Celâ-leddîn-i Rûmî hazretlerinin tenbihi üzere saray-ı hümâyûna dâvet etti O da bu dâveti kabûl etti Sultan ona Mevlânâ haz retlerinin oturduğu yere oturmasını teklif ettiğinde; "Mübârek dedemin yerine oturmam edebe sığmaz" diyerek, Sultanın akşamki rüyâsına işâ ret etti Böylece Ahmed Han, Mevlânâ hazretleri nin; "Bostan´ımıza ya pış" sözündeki inceliği ve Bostan Çelebi´nin de hâlinin yüksekliğini ve velî olduğunu anladı Kendisine pekçok hürmet ve saygı gös terdi Soh betlerinden bereketlendi ve bütün sıkıntılarının giderilmesi için emir ler verdi Bu mübârek zâta ve mevleviyye yolunun büyüklerine eziyet eden lerin, rahatsızlık verenlerin cezâlandırılmasını istedi Zâten Sultan Ah- med Hanın, Bostan Çelebi´ye gösterdiği hürmeti duyan fesadçılar, bü yük bir korkuya kapıl mışlar ve sözlerini kesmişlerdi Bostan Çelebi bir müd- det sonra Konya´ya git mek üzere pâdişâhtan izin istedi Bu mübârek zâttan ayrılmak, genç pâdişâh Ahmed Hana çok ağır geldi Büyük bir kalabalıkla kendisini İstanbul´dan uğur ladı Ayrılırken memleketin isyân cıların şerrinden kurtulması için pekçok duâ eden Bostan Çelebi, Kon ya´da da muhteşem bir kalabalık tarafından karşılandı Bostan Çelebi´nin ayrılışının üzerinden çok geçmeden Ahmed Hanın Anado lu´da celâlîler üzerine gönderdiği ordunun zafer haberleri gelmeye başladı ve kısa sü rede âsîlerin tamâmı temizlendi

Bostan Çelebi bundan sonra daha rahat ve huzurlu bir şekilde tale belerine ders verdi Bir gün yine Mevlevîhânede talebeleri ile meşgûlken içeriye bir ha berci girdi Şeyhe, kendisini Lala Mustafa Paşanın gönder diğini ve ondan Şam´da boş bulunan Mevlevî Dergâhına bir halîfe gön dermesini istirhâm ettiğini bildirdi Bostan Çelebi bu istek üzerine himmet ve teveccühlerine kavuşmuş olan Kartal Dede´yi oraya halîfesi sıfatıyla göndermek istedi Ancak Kartal Dede´ye hocasından ayrılık çok zor geldi Gözyaşları içinde bu husûsu hocasına arzetti ve ayrıca; "Vâiz ve zikr meclisleri için lâzım olan ilmim de yok" diyerek kendisinin bu vazîfe den bağışlanmasını arz eyledi Bunun üzerine Bostan Çe lebi ona:

"Ağız senden, söz bizden Sana büyük bir âlim de mürid olur" diye rek onu teselli etti ve mâzeret kapısını kapadı Kartal Dede hocasının duâları bereketiyle Şam´a vardı Vardığı gün şehrin büyük câmilerinden birinde vâz verdi Halkın yanısıra büyük âlimler ve devlet adamları da vâzına geldi Vâzında derin ve ince mânâlardan bahseden Kartal Dede´- yi dinleyenler hayran kaldı Onu umdukla rından da daha yüksek buldu- lar Yine aynı gün câmide bulunan büyük âlim Alemî Dede de onun söz- lerine hayran kaldı Alemî Dede, Bağdâdlı olup, Irak´ın çeşitli yerle rinde ilim tahsîl etmişti Tahsîlini tamamladıktan sonra İstanbul´da Fâtih Câmi- inde ders vermiş, talebeleri Mısır´a kâdı gönderilmiş, böylece orada da tanınmıştı Allahü teâlânın hikmeti bu sırada hacdan dönerken Şam´a uğradı ve böylece Kartal Dede ile tanışarak kendisine talebe oldu

Tâbiînin büyüklerinden, hadîs âlimi Cübeyr bin Nüfeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle rivâyet etmiştir: Kıbrıs adası fethedildiği zaman halk esir alınıp gâ ziler arasında paylaştırıldı Esirler birbirleriyle dertleşip ağ laşıyorlardı Bu sı rada Ebüdderdâ´yı gördüm bir yere oturmuş ağlıyordu "Allahü teâlânın İslâm ve müslümanları zafere ulaştırdığı, güçlü kıldığı bir günde ağlamanın sebebi ne dir?" dedim Bana, "Ah Cübeyr! İnsanlar, Allahü teâlânın emirlerini terk ettikle rinde, Allah nazarında hiç kıymetleri kalmaz Esirleri göstererek; bir millet güçlü ve hükümrân iken, Allahü teâlânın emirlerini bırakırsa, işte şu gördüğün duruma düşer" dedi

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) Ordu ile bir sefere katıldı Ordu kumandanı ona bâzı şeyler gön*derdi O da iste meyerek alıp, asker ve gâzilerin muhtaçlarına dağıttı Bir gün öğle namazını kıl dıktan sonra oturup; "Niçin o şeyi kabûl ettim?" diye kendi kendini kınıyordu O sırada uykusu gelip uyudu Rüyâsında, çok süslü bir takım köşkler gördü "Bunlar kimin?" diye sordu "Gâzilere da ğıtılan malın sâhiplerinin" denildi "Onlarla birlikte bana da bir şey var mı?" diye sordu Ona içlerinde en güzel ve büyük olanı gösterip; "İşte bu senindir" dediler O; "Bana onlardan üstün tutul mamın ve en iyisinin bana verilmesinin sebebi nedir?" diye sorunca; "Onlar mallarını sevap bekleyerek verdiler Bu sebeple verilen saraylar, ona göredir Sen ise, o malı kabûl etmekle yanlış bir iş yapmaktan korkarak, nefsini sîgaya, he sâba çekerek dağıttın İşte Allahü teâlâ bu hâline, böyle düşünmene kat kat sevap verdi" dediler

Evliyânın meşhurlarından Dârendeli Ömer Rızâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zâhir ve bâtın ilimlerinde aldıkları derslerden sonra tasavvufa yö nelip Bursa´da mürşid-i kâmil Seyyid Münzevî Abdullah Nasreddîn haz retlerinin sohbet ve derslerine katıldı Hocasının kalp aynasını parlatması için koyduğu şartları ay nen yerine getirdi Nefsinin isteklerine sırt çevirdi Az yemek, az konuşmak, az uyumak ve çok ibâdet etmekle tasavvuf yo lunda ileri derecelere kavuştu Hoca sından icâzet, diploma aldı

Ömer Rızâî hazretleri bundan sonra yürüyerek hac etmeyi murâd et tiler Ancak bu sırada Osmanlı Devleti Rusya ile harp içerisine girmişti Ulemâ ve şeyhler cihâda katılmaya başlayınca, Seyyid Abdullah Efendi, Ömer Rızâî´den cihâda iştirak etmesini istedi Bunun üzerine Ömer Rızâî hazretleri asker ile İs tanbul´a geldi Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyâret ederek duâ ve niyâzda bulundu Sonra Avusturya cephesine hareket ettiler Avusturya kuvvetleri 30 bin asker ve 70 topla Yergöği´ni muhâsara altına almışlardı Os manlı yardımcı kuvvetlerinin gelmesiyle kale önünde kanlı bir savaş oldu Os manlı askerinin zaferi ile netîcelenen savaşta Ömer Rızaî Efendi kılıcı ve duâsı ile yardımcı oldu

Gazâdan dönünce tekrar Bursa´ya hocası Seyyid Abdullah hazretle rinin hu zûruna geldi Şeyh hazretleri ona pekçok duâ ettikten sonra; "Şeyh Ömer! Yav rum şimdi bedeninizde kuvvet var iken Beytullah´ı hac etmeniz gerekir" dedi Bundan sonra ona bizzat hazırladığı hacı elbise lerini giydirdi Eline bir koyun postu ile bir abdest ibriği ve on para da harçlık verdikten sonra; "Var yavrum Mevlâm muînin, yardımcın olsun" diye duâ edip Fâtiha okudular ve uğurladı lar

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Ömer Rızâî Efendi köy ve kasabalara vardıkça câmilerde ibâdet edi yor, halka vâz ve nasihatlarda bulunuyordu Varsa o beldenin mübârek zâtlarını da ziyâretten sonra yoluna devâm ediyordu Bu şekilde Rodos´a vardı Bu sırada o havâlide birbirlerine hasım ve düşman iki derebeyi tâ ifesi vardı Bunlardan biri nin adamları Ömer Rızâî Efendiyi karşı tarafın câsusu diye tutup hapse attılar Konuşturmak için çok sıkıştırdılar Bu sı rada yine karşı gruptan yakaladıkları bir adamı işkence ile öldürdüler Ömer Rızâî Efendiye; "Şâyet yarın da konuşmaz san seni de bu şekilde öldürürüz" diye tehdid ettiler O gece reisleri birkaç defâ korkunç bir rüyâ ile uyandı Ne zaman uykuya dalsa büyük bir felâket ve azap ile karşı karşıya kalmakta idi Sabah erkenden adamlarını toplayıp; "Bu ne hal dir bir günahsıza zulüm mü yaptık?" diye sordu Adamlarından bir tânesi dün bir kişi yakalamıştık Devamlı hapishânede namaz kılıyor ve duâ ediyor diye bildirdi Reis onun derhal huzûruna getirilmesini bildirdi Böy- lece Ömer Rızâî hazretlerini reisin huzûruna getirdiler Reis, Şeyhin ayaklarına kapanıp affedil mesi için yalvardı, ne dilerse vereceğini söy ledi Ömer Rızâî Efendi hakkını he lâl ettiğini bildirip serbest bırakılmasını istedi

Rodos´ta kırk gün kadar kalan Şeyh hazretleri, Hasan Kapudan is mindeki bir şahsın yardımıyla gemi ile Kâhire´ye geldi Burada Câmiü´l-Ezher´deki ulemâ ile sohbet etti Câmilerde vâzlar verdi

Hac mevsimi geldiği zaman Mısır huccâcıyla Süveyş´ten Yenbua´ya, oradan da Medîne-i münevvereye vâsıl olup, Peygamber efendimizin mübârek kabr-i şerîflerini ziyâretten sonra Mekke´ye vardılar

Ömer Rızâî hazretleri hac vazîfesini îfâdan sonra iki sene Mekke´de mücâvir olarak kaldı Bu zaman içinde geceleri harem-i şerîfi tavâf etti, namaz kıldı, Allahü teâlâyı zikirle meşgul oldu Mekke tüccarından bir kimse kendisine her gün bir tas çorba hazırlar ve onunla idâre ederdi

İki sene sonraki hacılarla tekrar Medîne´ye geldi ve Peygamber efen dimizin kabrini ziyâretten sonra mukaddes beldelere vedâ etti Dönüşte Kâhire´ye vâsıl olduklarında bir câmide vâz ü nasîhatla meşgûl iken Mısır Vâlisi İzzet Mehmet Paşanın dikkatini çekti Paşa, Ömer Efendinin ilim ve ihlâstaki yüksek derece sini görerek onu ilim meclislerine dâvet etti Bunu duyan Mısır´ın en değerli âlimleri meclisine gelerek Ömer Efendinin soh betine katıldılar

Diğer taraftan İzzet Paşa sadâret emeli ve arzusu ile de dolu idi Ni tekim o bu maksadla Ömer Efendiden duâ buyurmasını istedi Bunun üzerine Ömer Rızâî Efendi; "Bizim elimizde bir şey yoktur Allahü teâlâ ne dilerse o olur Duâ edelim haklarında hayırlısı olsun" buyurdular Sonra bir câmide kırk gün ibâdet ve zikirle meşgul oldu Kırk günün so nunda murâkabeye daldığı bir sırada Pey gamber efendimizi gördü Re- sûlullah efendimiz İzzet Paşayı kır bir atın üzerine bindirip; "Var Allahü teâlânın kullarının hizmetini güzelce gör" diye emir bu yurdular

Ömer Rızâî Efendi ertesi gün huzûruna gelen İzzet Paşanın adamla rına; "Paşanızın murâdları hâsıl oldu" diye müjde verdi Nitekim İzzet Paşanın bu müjdeyi aldığı gün çok geçmeden İstanbul´dan dâvetçi tatar, postacılar gelerek kendisine sadâret verildiğini bildirdiler İzzet Paşa müjdenin tahakkuk etmesi üzerine Ömer Rızâî Efendiye pekçok teşekkür ettikten sonra onu İstanbul´a dâ vet edip nerede isterlerse o mahalde bir tekke veya medrese inşâ ettireceğini bil dirdi İzzet Paşaya muvaffak ol ması için duâ eden Ömer Rızâî hazretleri; "İnşâü teâlâ mübârek beldeleri bir kez daha ziyâret ve sıla-i rahmden sonra saâdet kapısına, İstanbul´a geliriz" buyurdu

Deryâ Ali Baba (rahmetullahi teâlâ aleyh) Anadolu velîlerinden olup On beşinci yüzyılda yaşadı İstanbul´un fethi sırasında orduda Sakabaşı olarak va zîfe yaptığı için Saka Ali Baba veya Deryâ Ali Baba diye meş hur olmuştur

Canını, malını Allahü teâlânın yüce dîni olan İslâmiyeti yaymak, in sanların dünyâ ve âhirette saâdete, mutluluğa ermelerine vesîle olmak için fedâ etmeye hazır olan Deryâ Ali Baba´nın hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur Ancak Ana dolu´da yetiştiği ve Fâtih Sultan Mehmed Hanın İstan bul fethi için hazırladığı ordunun Sakabaşısı yâni Sucubaşısı olduğu bi linmektedir

Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul´u küffâr elinden kurtarmak üzere ku şatmıştı Fetih ordusu İstanbul surlarına dayanmış, Fâtih Sultan Meh- med Han fethin gerçekleşeceği zamânı sabırsızlıkla bekliyordu Leşker-i duâ adı verilen duâ ordusu âlimler ve velîler, fetih için gözyaşı dökerek duâ ediyorlardı Kır atı nın üstünde heybet ve celâdetle duran genç hü- kümdâr, orduyu şevke getirici ko nuşmalar yapıyordu Etrâfa dalga dalga yayılan ordu, Feth-i mübînin gerçekleş mesi için canla başla çarpışıyordu Şehir düşmek üzere idi İşte tam bu kritik zamanda ordu nun arasında; "Ordu susuz kalmak tehlikesiyle karşı karşıya, ku yular boş, çeşmeler akmıyor" şeklinde bir söylenti yayılmaya başladı

Bu kötü haber kısa zamanda her tarafta yayıldı Ağızdan ağıza, ku laktan kulağa yayılan bu söylenti nihâyet genç pâdişâhın kulağına kadar geldi Bu ha ber üzerine genç pâdişâhın yüz hatları bir anda değişti Etrâ fında bulunan vazî felilere hitâb ederek; "Tez gidin Sakabaşını bana geti rin!" dedi Vazîfeliler he men gidip Sakabaşı Ali Efendiyi genç pâdişâhın huzûruna getirdiler Yüzünden nûr akan, hafif beli bükük Ali Efendi sır tında kırbası olduğu hâlde Fâtih Sultan Mehmed Hanın huzûruna girdi Pâdişâh ne kadar telaşlı ve üzüntülüyse, Saka Ali Efendi de o kadar so ğukkanlı ve sâkin duruyordu En ufak bir endişe izi ta şımıyor, her za manki gibi tebessüm eder bir hâlde pâdişâhın yüzüne bakıyordu Pâdi şâh onun böyle kritik bir anda gâyet sâkin ve aldırmaz bir durumda oldu ğunu görünce iyice celâllendi ve şöyle seslendi:

"Olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun Ali Efendi! Ordu susuz kal mış, asker susuzluktan kırılıyor Neden gerekli tedbiri almazsın da bizi müşkil hâle düşürürsün? Şimdi ne olacak Bu hâle nasıl çâre bulacağız?"

Sakabaşı Ali Efendi gâyet sâkin ve tebessüm ederek; "Devletlü pâdi şâhım! Merak etmeyiniz Su çok" diye cevap verdi Onun bu hâli karşı sında daha da hiddetlenen genç pâdişâh; "Su çok mu dersin? Alay mı edersin sen askerle? Ordu susuzluktan kırılırken ne biçim laf edersin?" Sultanın iyice öfkelendiğini ve üzüldüğünü gören Sakabaşı Ali Efendi, ar kasını pâdişâha dönüp, sırtındaki su kırbasını pâdişâhtan tarafa çevirdi ve; "Ben yalan söylemem sultanım Bakın isterseniz ne kadar çok suyu muz var" dedi

Sakabaşı Ali Efendinin bu sözünden pek bir şey anlamayan Fâtih Sultan Mehmed Han, Ali Efendinin sırtındaki kırbanın içine baktı Bir de ne görsün? Kırbanın içinde bir deryâ büyük bir okyanus görünmekte Göz alabildiğine uza nan su, bir değil, binlerce orduyu doyuracak kadar çok Gözlerine inanamayan genç pâdişâh, yanında bulunanlara da kır banın içine bakmalarını emretti Sıra sıyla kırbanın içine eğilip bakan ve zirler, kumandanlar ve diğer vazîfeliler de büyük bir şaşkınlık ve hayret içinde aynı manzarayı gördüler

Olanların, Allahü teâlânın velî kullarına ihsân ettiği bir kerâmet oldu ğunu anlayan genç pâdişâh, su bulunmasına rağmen askerin susuz bı rakılmasından maksadın ne olduğunu birden kestiremedi Sakabaşı Ali Efendiye dönerek; "Su bulunmasına rağmen nedir senin bu yaptığın?" diye seslendi Pâdişâhın daha fazla gazaplanmasından çekindiği için olanları tek tek anlatmaya başladı:

"Ey cihan pâdişâhı! İstediğin kadar su işte burada Fakat ben askere suyu doyumluk veremiyorum Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yoru lup terliyor lar Eğer istedikleri kadar suyu versem hepsi hastalanıp yata caklar Sonra da za ferimiz tehlikeye düşecek düşüncesiyle böyle yapıyo rum" dedi

Sakabaşı Ali Efendinin ârifâne sözleri ve kerâmeti karşısında söyle yecek söz bulamayan Fâtih Sultan Mehmed Han, saygı ve muhabbet dolu nazarlarla ona bakmaya başladı

Kerâmet göstermekten kaçındığı halde, kerâmetinin ortaya çıktığını gören Sakabaşı Ali Efendi, sırtındaki kırbayı hızlıca yere bıraktı Başta pâdişâh olmak üzere bütün vezirlerin ve âlimlerin hayret dolu bakışları arasında kırbanın düşüp parçalandığı yerde bir su kaynağı ortaya çıktı Şırıl şırıl akan bu pınardan ordu nun su ihtiyâcı giderildi Bu hâdise üze rine Fâtih, Sakabaşı Ali Efendiye Deryâ Ali Baba ismini verdi

Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra büyük bir velî olan Saka- başı Deryâ Ali Dede´yi unutmadı Ona şimdi Kazlıçeşme´nin kurulu bu- lunduğu yerde geniş bir arâzi tahsis etti Uzun yıllar burada yerleşen, İslâm dînine ve müslümanlara hizmet etmeyi tek gâye edinen Deryâ Ali Baba, Fâtih Sultan Mehmed Hanın saygı ve muhabbet duyduğu kimse lerden oldu Zaman zaman ziyâret eden Fâtih Sultan Mehmed Han ona ve sevenlerine iltifât ve ihsânlarda bulundu

Dimitrofçalı Muslihuddîn Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Sınır boyla rında yetişerek, Rumeli´de İslâmiyetin yayılması için gayret göste*ren gâzî der vişlerden ve Rumeli evliyâsının büyüklerindendir

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Kânûnî Sultan Süleymân Han, Zigetvar seferi esnâsında kaleyi ku şatınca, Pertev Paşa da Küle kalesini kuşatıp, topa tuttu Zafer müyesser olmadı Dimitrofçalı Muslihuddîn Efendi Dimitrofça´dan talebelerini top layıp, Küle´ye doğru yola çıktı Muslihuddîn Efendinin oraya ulaştığı gün, asker arasında zafer haberi yayıldı Askerin mâneviyâtı çok yükseldi As kerler, daha kale alınmadan birbirlerini tebrik ediyorlardı Kısa süre sonra İslâm ordusu kaleyi fethetti Muslihuddîn Efendi, fetihten sonra Hüseyin Dede´ye; "Hemen bir (atlı) araba bul, öğleyin çıkıp Zigetvar gazâsına ye tişelim!" diye tenbih etti Hüseyin Dede, arayıp taradı, münâsip bir şey bulamadı Bütün arabacılar, askere erzak ve silâh yetiştirmekle meş gûldü Gelip Muslihuddîn Efendiye durumu arzetti Muslihuddîn Efendi; "Ne yapıp yapmalı, bir araba bulmalıyız Bütün erenler, gazâya çıktılar" dedi Hüseyin Dede, yeniden araba aramaya çıkıp, ikindiye doğru bir araba buldu O gece Travnik kasabasına vardılar Ertesi gün ikindi sa a tine doğru, havâlideki nehre ulaştılar Ancak yakında konak yeri olmadı ğından, bir saldırı tehlikesi vardı Bunun için köprüden geçmeyip yukarı dan dolaştılar Cumâ günü seher vakti kalkıp, öğle vaktinden sonra Şikloş´a yetiştiler Oradan da sevenleri yanlarına katılıp, akşama doğru pâdişâhın ordusuna ulaştılar Ertesi gün savaş alanına vardılar Çok geçmeden hisâr tutuştu, yanmaya başladı Bir müddet sonra da İslâm bayrağı Zigetvar kalesi burçlarında dalgalandı

Tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi Dursun Fakîh (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şeyh Edebâlî hazretlerinin dâmâdı ve Osmanlı Devletinin kurucusu Os man Beyin bacanağıdır Doğum târihi bilinmemektedir Sultan Orhan devrinde vefât etti

Aslen Karamanlı olup, hocası Edebâlî hazretlerinin hemşehrisidir Çeşitli ilimleri, Edebâlî´den tahsîl edip, tefsîr, hadîs ve fıkıh bilgilerinde âlim, tasav vufta yüksek derecelere sâhib oldu Kalbi, kötülüklerin pislikle rinden temiz lendi Dünyâlık olan şeylerden uzaklaşmakta ve takvâda, güzel ahlâkta, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakta, insanlara doğru yolu göstermekte çok ileri idi

Bu sırada Anadolu Selçuklu Devleti Sultanının, İlhanlı Gâzan Han ta rafın dan İran´a götürülmesi üzerine devlet parçalandı Her önüne gelen bey, herkes sığınacak yer arar oldu Haber Osman Beyin meclisine ulaştı Mecliste hazır bulunan Osman Beye, hatîb ve vâiz Dursun Fakîh şu teklifi yaptı: "Beyim! Cenâb-ı Hak size, sığınacak yer arayan müslü- manları bir araya toplayıp idâre etmek basîretini ve gücünü ihsân etmiştir Allahü teâlânın inâyeti, duâ ordusu nun himmet ve bereketi, gazâ ordusunun kuvvet ve kudretleriyle çevrenizdeki tekfurları dize getirip, bir çoklarının topraklarını mülkünüze dâhil ettiniz Şimdi sıra Anadolu top raklarını ehil olmayanların elinden kurtarıp, ahâlisini huzûra kavuştur maya gelmiştir Müsâade buyurun da, adınıza hutbe okuyup, sizi sultan îlân edelim" dedi Sultan düşünüp, istişâre etti Dursun Fakîh´e hak verdi O gün Dursun Fakîh, Osman Gâzi adına hutbe okuyup, beyinin sultanlığını îlân etti

Dursun Fakîh bundan sonra Osman Gâzinin cihâd hareketine iştirak etti O hem elinde kılıcı ile gazâlara katılıyor hem de namaz vakitlerinde gâzilere na maz kıldırıyordu Ayrıca gâzilerin dînî meselelerdeki suâllerini de Dursun Fakîh çözüyordu Bu husûsiyetleri ile onun Osmanlı Devleti nin resmî olmamakla be râber ilk kâdıaskeri hüviyetini taşıdığı anlaşıl maktadır

Dursun Fakîh, okuduğu hutbelerde vâz ve nasîhatlarında gâzilerin gazâ şev kini artırıcı sözler söylerdi Resûlullah efendimizin ve O´nun mübârek Eshâbının güzel ahlâk ve örnek yaşayışını anlatırdı Bu mübâ rek âlimin sözleri ve duâları bereketi ile Osman Gâzinin seçme yiğitleri, Allahü teâlânın dînini yaymaya, in sanlara merhametli davranıp zarar vermemeye çok gayret ettiler Herkese iyilik edip, hayırlı amel işlediler Nefslerini terbiye edip, ebedî saâdete kavuşmak için gayret gösterdiler

Osman Gâzi 1302´de memleketi beş idârî bölgeye ayırıp, Bilecik´in idâresini Şeyh Edebâlî hazretlerine bıraktı Dursun Fakîh bundan sonra hocası Şeyh Edebâlî´nin yanında kalıp onun yerine tefsîr okuttu ve fetvâ işlerini yürüttü Edebâlî hazretlerinin vefâtından (1326) sonra onun zâvi yesinde şeyhlik makâ mına oturdu 1330´da İznik, Orhan Gâzi tarafından alındıktan sonra Bilecik kâ dısı olan Candarlı Kara Halil, İznik kâdılığına getirildi Bu târihten îtibâren Dur sun Fakîh´e de Bilecik kâdılığı vazîfesi verildi Dursun Fakîh´in bu görevde iken vefât ettiği tahmin olunmaktadır Kabri Bilecik´teki hocası Şeyh Edebâlî türbesi içindedir Şeyh Edebâlî hazretleri hatip, kâdı ve şâir olan talebesi Dursun Fakîh ile yanyana yat maktadır Bu çok sevilen derviş gâzinin bir makam türbesi de, Söğüt´ün Küre köyü civârında bir tepe üzerindedir

Ebdal Kumral (rahmetullahi teâlâ aleyh) Osmanlı Devletinin kuruluş yılla rında yaşamış mücâhid ve akıncı bir derviş olup, Şeyh Edebâlî haz retlerinin müridlerindendir Şeyh Edebâlî hazretleri Eskişehir yakınların daki İtburnu adlı köyde ikâmet eder, tâliblerine ilim öğretmek, insanlara huzur dağıtmakla meşgûl olurdu Talebelerini daha çok kâfirlerle cihâda sevk ederdi Nitekim sohbetle rinde kemâle gelen Ebdal Kumral´ı da hem talebe yetiştirmek ve hem de Allahü teâlânın dînini yaymak için kâfirlerle harbetmek üzere vazîfelendirdi

Ebdal Kumral, İslâmiyetin yayılması için pekçok gayret gösterdi Za man zaman Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ederlerdi Yine bir de- fâsında Er meni derbendi denilen yerde dinlenirken Hızır aleyhisselâma rastgeldi Tatlı tatlı konuştular Hızır aleyhisselâm, Ebdal Kumral´a Os- man Bey´den söz etti Onun dağılmış olan müslümanları bir bayrak altın- da toplayacağından ve kurduğu devletin üç kıtaya yayılaca ğından bah- setti Ebdal Kumral hazretleri bu genç beyi tanımıyordu An cak, birçok gazâda bulunduğunu ve zaman zaman gelip Şeyh Edebâlî´nin zâvi- yesinde misâfir kaldığını duymuştu Hızır aleyhisselâm; "O genç erin, ge- leceği çok ümitlidir Kendisine bu müjdemizi ulaştır" dedi Kumral Ebdal kendisini tanımadığını söyleyince, Hızır aleyhisselâm; "Onu, Edebâlî haz retlerinin yanında bulacaksın Şeyhe bu mevzuda bir rüyâsını nakle- decektir" buyurdu

Kumral Ebdal, Hızır aleyhisselâmdan ayrılınca, içini bir ateş ve özlem sardı Büyük doğuşun müjdesini içinde hissediyordu Doğruca şeyhi Edebâlî hazretle rinin huzuruna varmak üzere yola çıktı

Bu sırada Osman Gâzi Şeyh Edebâlî´nin Bilecik´teki zâviyesinde mi sâfir bulunuyordu Osman Gâzi o gece bir rüyâ gördü Rüyâsında, Ede- bâlî hazretleri nin koltuğu altından çıkan bir nûr, gelip Osman Beyin koltuk altına girdi O nû run girmesiyle, Osman Beyin karnından bir ağaç peyda oldu Birden dallanıp budaklandı Dalları çok yükseklere ulaştı Al tındaki nice dağlar ve nehirleri göl geledi Onun gölgesindeki dağ ve ne hirlerden birçok insan gelip istifâde etmeye başladı, Osman Bey uyandı Hemen abdest alıp şeyhinin huzûruna vardı Baktı ki şeyhi birkaç derviş ile sohbet etmekte Bunlardan biri de Ebdal Kumral´dı

Ebdal Kumral Osman Gâzinin rüyâsını dinlerken heyecandan kalbi nin dura cak gibi olduğunu hissetti İşte Hızır aleyhisselâmın bahsettiği genç İşte muaz zam İslâm devletini kuracak genç mîmâr Bu sırada Os man Gâzinin rüyâsını dinleyen Şeyh Edebâlî tebessüm edip, ruhları ok şayan tatlı bir sesle şöyle tâbir etti:

"Ey Osman! Sana müjdeler olsun Sana ve senin evlâdına Hak teâlâ saltanat verdi Ve dünyâ âlem, evlâdının saltanat güneşi altında ola Ve hem kızım Mal Hâtun sana helâl oldu"

İşte şeyhi ile Hızır aleyhisselâmın söyledikleri de birbirini doğruladı Ebdal Kumral hazretleri artık daha fazla dayanamayıp şeyhi ile mürid arasına girdi Osman Gâziye Hızır aleyhisselâmın müjdesini de söyle dikten sonra; "Ey Os man! Sana pâdişâhlık verildi Bize şükrâne ne verir sin?" diye sordu Osman Gâzi ise;

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




"Ne vakit pâdişâh olursam sana bir şar, şehir vereyim" dedi Ancak Ebdal Kumral´ın gözü öyle yükseklerde olmadığından; "Bize şu köyceğiz yeter Şehir den vazgeçtik" dedi Osman Gâzi kabûl etti Ama Ebdal Kumral, ileride bu va adi Osman Gâzinin çocuklarına karşı ispat etmek için yazılı bir belge istiyordu Bu maksatla; "Öyleyse bize bir kâğıt ver" dedi Osman Gâzi ise; "Kâğıt yerine işte bir kılıcım var Babamdan ve dedemden kalmıştır Onunla birlikte bir de maşrapa vereyim Birlikte se nin elinde olsunlar Neslin bu nişanı saklasın Eğer Hak teâlâ beni pâdi şâhlığa eriştirirse benim neslim dahi bu alâmeti görüp kabûl etsinler, kö yünü almasınlar" deyip verdi

Böylece Osman Gâzinin kılıcı Ebdal Kumral ve onun nesli eline geçti An cak Kumral Ebdal hazretleri Osman Gâzinin tahta çıktığını göremedi 1288´de Osman Gâzi, babası Ertuğrul Gâzinin yerine baş seçildiğinde o vefât etmişti Osman Gâzi ise bu mücâhid şeyh hazretlerini unutmadı Ona Ermeni Derben dinde güzel bir zâviye yaptırdı Birçok köy ve tarlalar vakfetti Çünkü o, günün birinde rüyâsı her anlamıyla gerçekleşir ve Os manlı Devleti cihânı kaplayan bir devlet olursa, bunda îmânlı kılıç sâhip leri kadar, îmân sâhibi dervişlerin de payı olacağına yürekten inanıyordu

Bu arada her Osmanlı pâdişâhı, Ebdal Kumral neslinden gelen der vişler elinde o kılıcı görünce pekçok ihsânlar ettiler ve o kılıcın kınını ye nilediler

Bursa velîlerinden Ebdal Murâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) Bursa´nın fet hinden önce Buhârâ´dan Bursa´ya gelen hak âşığı adı verilen kırk ab daldan biri dir Ebdal Murâd, Orhan Gâzinin Bursa´yı fethinde yanında bulunan mücâhidlerden idi Yanında dâimâ bir tahta kılıç bulundurur, bu nasıl kılıç deyip alay edenlere; "Siz onun ne kadar keskin olduğunu bil mezsiniz" derdi

Ebdal Murâd fetih esnâsında Bursa kalesini gözetleme vazîfesi yaptı "Hıdmet-ül-Mülûk nısf-üs-sülûk" (Devlet başkanlarına hizmet tarîkat yol culu ğunun yarısıdır) sözü gereğince fetihde Sultan Orhan Gâziye maddî ve mânevî yardımlarda bulundu Dört arşın uzunluğundaki tahta kılıç ile şaşılacak kahra manlıklar gösterdi Tahta kılıcını kocaman bir kaya par çasına vurmasıyla kayayı ikiye ayırması düşmanı dehşete düşürdü

Harp bitip Bursa feth olunduktan sonra Ebdal Murâd´ın, Keşiş Dağı etekle rindeki tekkesine çekildiği ve Orhan Gâzinin tekkeye binden fazla bakır kapkacak verdiği rivâyet edilmektedir

Eskiden bu tekkede esnafa peştemal kuşatılır ve çeşitli eğlenceler yapılır, sonra da Ebdal Murâd´ın türbesine gidilerek duâ edilir ve; "Destini destime vergil destikeremdir Allah bir dedik, pervâne geldik, yönümüz dergâha döndük Gün kubbe altında, yeşil seccâde üzerinde, erenler meydanında, sizler huzu runda peştemal kuşanıp bir murâd almaya gel dik" denirdi Sonra tekbirler geti rilir Velîlere rahmet okunurdu Kalfalar, çıraklar esnâfın en yaşlısının ve ustası nın elini öperlerdi İhtiyâr usta da; "Allah mübârek etsin oğlum, sanatına doğru ol" diyerek duâ ederdi

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr Ya´fûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şam´a yakın Ya´fûr köyünde yaşadı Zühd, takvâ ve verâ sâhibi bir zât idi

Kalabalık bir cemâat, haçlıların Akka´da yaptıkları zulümden ona şi kâyette bulundu Bunun üzerine Ebû Bekr Ya´fûrî onlara; "İnşâ orayı ve sâhildeki diğer yerleri yakında fethederiz" buyurdular Bir müddet sonra Sultan Selâhaddîn tarafından fethedilecek şehirlerin isimlerini say- dılar Zamanla haç lılar ile müslümanlar arasındaki savaş çok şiddet lendi Akka muhâsara edilmişti Düşman ordusu kalenin dışına çıkarak, İslâm ordusu ile şiddetli bir çarpışmaya girdi Sonra tekrar kaleye geri çekilerek kuvvetlerini takviye ettiler ve büyük bir sebât gösterdiler Kale nin fethi bir gün gecikti Şemseddîn bin Sel´ûs, orada bu lunan Ebû Bekr Ya´fûrî´nin talebelerinden bir cemâate; "Hocanızın bir va´di ol duğunu bili yoruz Ona gidip hatırlatınız Artık bu harbin şiddeti son haddine ulaştı" dedi Benî Mibşere Dağındaki Keferkânâ köyünde bulunan, Ebû Bekr Ya´fûrî´nin ya- nına gittiler ve durumu haber verdiler Ebû Bekr Ya´fûrî atına bindi, Üm- mül-kerûm denilen Akka´nın dört saat mesâfede doğu suna düşen bir kö- ye varıncaya kadar yol aldı Oradan, Akka´nın ışıkları ve dumanları gö- rünü yordu Yanındakilerden birine; "Ey oğlum! Bana üç taş getir" buyur- du Birinci ve ikinci taşı, "Allahü Ekber! Yâ Muhammed!" diyerek attı Sonra onlara: "Haydi dönünüz İnşâ yarın kale fethedi lir" buyurdu Günlerden Perşembe idi Muhâsarada bulunan bir grup kimse, durumu şöyle anlattılar: "İki taşın atıl dığı gün, her atışta büyük bir ses vukûa gel- di Surlar parça parça oldu Büyük bir toz bulutu yükseldi İnsanlar, gök- ten belâ indi diye bağırıştılar" Ebû Bekr Ya´fûrî´nin yanında bulunanlar, niçin ü- çüncü taşı atmadın? diye sorduklarında; "Eğer onu da atsa idim, bütü- nüyle deniz altüst olurdu Bu hususta bize izin yok" bu yurdu H 690 se- nesinde Akka fethedildi Bunu tâkiben, Şam sâhilin deki haçlıların elinde bulunan; Beyrut, Sayda, Sûr, Hayfa ve Usleys alındı Bu ralar, Ebû Bekr Ya´fûrî´nin isimlerini tek tek saydığı yerler idi

Evliyânın meşhurlarından ve Tâbiînin büyüklerinden Ebû Müslim Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Gayr-i müslimler ile yapılan savaşlara katılır, cihâd ederdi Öyle bir zâtın İslâm askeri arasında bulunması asker için bambaşka bir moral ve gayrete getirici sebeb olurdu Çünkü duâ sıyla, davranışlarıyla, nasîhatlarıyla ve kerâmetleriyle ordu için bir nîmet olurdu Bir defâsında Rum diyârında cihâd etmekte idiler Ordunun önü- ne derin bir nehir çıktı Ebû Müslim Havlânî hazretleri öne geçip; "Bismil- lâhirrahmânirrahîm" diyerek; "Geçiniz" dedi Kendisi önden gitti, ordu da peşinden yürüdü Nehrin suyu atların sırtla rına kadar yükseli yordu Geç- tikten sonra; "Bir şeyini düşüren oldu mu?" diye sordu ve; "Bir şeyini dü- şüren olduysa, onu bulmaya kefilim"dedi Bir asker; "Benim torbam düş- tü" dedi Ona; "Beni takib et" deyip nehre daldı Torbayı nehrin suları a- rasından eliyle koymuş gibi bulup çıkararak askere verdi

Osman bin Ebû Atîke şöyle anlatmıştır: Rum diyârında gazâda idik Komu tanımız bir yere bir bölük asker gönderdi Dönecekleri zamânı da belirlemişti Belirtilen vakit geldiği hâlde gönderilen birlik dönmemişti Bu sırada Ebû Müs lim Havlânî namaz kılmak için mızrağını önüne sütre ola rak dikti Bir kuş gelip mızrağa kondu ve dile gelip; "Müfreze, askerî birlik selâmettedir Zafer kazanıp, ganîmet aldı Falan gün, falan saatte size gelecektir" dedi Ebû Müslim Havlânî, dile gelip konuşan kuşa "Allahü teâlânın rahmeti senin üzerine olsun, kimsin?" dedi Kuş; "Ben müminle rin kalplerinden üzüntüyü gideren bir kuşum" dedi Ebû Müslim, bu ha beri komutana ulaştırdı Böylece komutan merakla beklediği asker hak kında haber almış oldu

Ebû Bekr bin Ebî Meryem, Atiyye bin Kays´dan naklen şöyle anlat mıştır: "Şam´dan bir grup insan Ebû Müslim Havlânî hazretlerini ziyârete gitmişlerdi O sırada Rum diyârında bir gazâya katılmıştı Arayıp buldu lar Bir çadır içinde idi Yere deri bir yaygı sermiş, bir köşeye de su koy muştu ve oruçlu idi Oruçlu ol duğunun farkına vardıklarında; "Kendine neden bu kadar sıkıntı veriyorsun? Se fer halinde oruç tutmayabilirsiniz, buna izin verilmiştir" dediler "Eğer fiilen savaş başlarsa tutmuyorum ki, güçlü kuvvetli bir halde cihâd edeyim Savaş ya pılmıyorsa tutuyorum Bilmez misiniz iyice beslenip semizleşen at savaş sıra sında hedeflere iyi koşamaz Ancak fazla yağlı olmazsa çevik koşabilir Önü nüzde ibâdet ve hayırlı işler yapabileceğimiz belirli günler, kısa bir zaman var" diye ce vap verdi

Tasavvuf, hadîs, Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi, vâiz ve hatîb Ebû Tâhir Ma hallî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında İbn-i Kalyûbî şöy- le anlatır: Zamânın sultânı yolculuğa çıkacağı za man Ebû Tâhir Mahal- lî´ye uğrar, onun duâsını alma dan yola çıkmazdı O da her defâsında; "Allahü teâlâ, sultânı muvaffak etsin" diye duâ ederdi Yine bir seferinde Sultan ve ar kadaşları kendisini ziyâret edip duâsını aldılar Onlar ayrıl- dıktan sonra; "Sanki düşmanlarının üstüne gidiyor muş gibi benden nus- ret için duâ is tedi" dedi Daha sonra sultânın askerleri ara sına katılıp, Avrupa´dan ge len zâlim Haçlı kuvvetlerine karşı çarpışmak için gitti Mensûre´deki sa vaşta atından inip düşmanla savaştı Yanındakiler, hep şehid oldular O da pekçok kâfiri öldürdü Ebû Tâhir Mahallî´ye de birçok ok ve kılıç dar besi isâbet etmesine rağmen, hiç savaşa girmemiş gibi geri döndü"

Şam´da yetişen âlimlerin ve evliyânın meşhurlarından Ebû Ubeyd el-Busrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Allah yolunda cihâd etmek niyetiyle bir savaşa katıldı Bir ata binmişti Yolda atı öldü Duâ edip, se ferden dönünceye kadar Rabbinden atın diriltilmesini istedi Ölen at, Alla- hü teâlânın izniyle dirilip ayağa kalktı Gazâ bittikten sonra Busr´daki evi- ne varınca, oğlundan atın eğerini almasını istedi Oğlu, hayvanın çok terli olduğunu görünce eğeri almaktan vaz geçti Bunun üzerine; "Eğerini al, bu bize ödünç verilmiştir" buyurdu Oğlu eğerini alınca, at yere düşüp öldü

En büyük velîlerden İmâm-ı Ebû Yûsuf (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle rinin ceddi hazret-i Sa´d, Resûlullah efendimizin hayır duâlarına kavuştu Henüz küçük yaşlarda olan hazret-i Sa´d, Uhud muhârebesinde Peygamber efendimize gelerek kendisini de bu harbe götürmelerini arzetti Peygamber efendimiz başını okşayıp; "Küçüktür, gazâya gide mez" buyurdular Çünkü âkıl ve bâliğ olma yanlara gazâya izin vermez lerdi Bu okşamanın eseri, onda ve neslinde görüldü Hazret-i Sa´d daha sonraki gazâlara iştirak etti Kûfe´ye yerleşip orada vefât etti

Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa´da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin İsmi Muhammed, lakabı Şemsüddîn´dir Babasının adı Ali´dir H 770 senesinde Buhârâ´da doğdu Soyu, Peygamber efendimize dayanır Ona, Buhârâ´da doğduğu için Muhammed Buhârî, Seyyid olduğu için Emîr Buhârî, Yıldırım Bâyezîd Hanın dâmâdı olduktan sonra da Emîr Sultan denilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Emîr Külâl ismiyle tanınan babası geçimini çömlekçilikle sağlayan bir velî idi Buhârâ´da sevilir ve duâsını almak için kendisine sık sık başvu rulurdu Nakşibendiyye tarîkatının Nurbahşiye koluna mensuptu Emîr Külâl oğlunu ye tiştirmek için büyük gayret gösterdi Onu sağlam bilgi ve ahlâk temelleri üze rinde yetiştirmeye çalışan Emîr Külâl, oğluna, bir mesleğe sâhib olması için, çömlekçiliği de öğretti Emîr Sultan küçük yaşta annesini kaybetti ve öksüz kaldı Babası onun annesizliğini arat mayacak ölçüde ona yaklaştı ve sevgi bağı kurdu

Emîr Sultan 17-18 yaşlarına geldiğinde babası vefât etti Babasının vefâtın dan sonra bir müddet Buhârâ´da kaldı Sonra aldığı ilâhî emîr üze rine Mekke´ye gitti Hac farîzasını yerine getirdikten sonra Medîne´ye geçti Niyeti, ceddi Resûlullah efendimizin mübârek kabirlerine yakın bir yere yerleşmek ve ömrü nün sonuna kadar orada kalmaktı

Medîne´ye geldiği zaman, kalacak bir yer bulamadı Seyyidler için ay rılmış bir oda olduğunu duydu ve oraya gitti Orada bulunanlar, seyyid olduklarını ve odanın kendilerine tahsis edildiğini söyleyerek, Emîr Sul- tan´ı yanlarına almak istemediler Emîr Sultan onlara; "Ben de seyyi- dim" dedi ise de dinlemediler Hattâ; "Senin seyyid olduğunu bu rada kim bilir? Seyyid olsaydın hâlinden belli olurdu" dediler Emîr Sul tan onlara; "Ben de burada, Allah´ın garib bir kulu yum Bizim yolumuzda gurûr ve kibir yoktur Gelin berâber kâinâtın efendisi Resûlullah efendi mizin türbe sine gidelim Selâm verelim Hangimizin selâmına cevap ve rirse, onun nesebinin sahîh olduğu belli olsun" dedi Bu teklif üzerine, onlar türbeye dahî gitmeden, yüzlerini Resûlullah efendimizin türbesine döne rek; "Es- selâmü aleyke yâ ceddî!" dediler Fakat hiçbirine cevap gelmedi Emîr Sultan, ihlâs ve şevkle; "Esselâmü aleyke, yâ ceddî!" dedi Resûl-i ekrem mübâ rek sesiyle; "Ve aleyküm selâm, yâ veledî!" diye ce vap verdi Bu- nun üzerine orada bulunanlar, görünüşte fakîr ve hakîr gibi olan Emîr Sultan karşısında bü yük bir mahcûbiyet duydular ve af diledi ler

Emîr Sultan hazretleri, Medîne-i münevvereye yerleşmek ve ömürle rinin sonuna kadar orada kalmak niyetinde iken, bir rüyâ gördü Rüyâ sında Peygam ber efendimiz ve hazret-i Ali yanyana oturmuş hâlde idiler O da gidip edeble yanlarına diz çöküp oturdu Hazret-i Ali ona; "Ey Oğ lum! Sana cenâb-ı Hak ta rafından ceddin Muhammed´in sünnetini, takvâ yoluyla öğretmen için Rum iline gitmen işâret olundu Senin önünde, ilerliyen nûrdan üç kandil belirecek, o kan diller nerede gözünden kaybo lursa orada kalacaksın Mezarın da orada olacak" dedi Emîr Sultan uy kudan uyanınca; "Demek ki takdîr-i ilâhî böyle" diyerek yola çıktı Haz ret-i Ali´nin dediği gibi, üç kandil ona kılavuzluk etti

Emîr Sultan, Medîne´den yola çıkıp Bursa´ya doğru gelirken, yolda bir beyin oğlu, Emîr Sultan´ı gördü ve kalbi ona talebe olmaya meyletti He men silâhlarını bırakıp, Emîr Sultan´ın yanına gitti Ondan kendisini tale beliğe kabûl etmesini istirhâm etti Emîr Sultan onu talebeliğe kabûl etti Bir süre sonra bir yol kavşa ğına vardılar Oranın yerlisi olan bir kişi, yolun birinde, geçit vermeyen bir ej derhâ, büyük bir azman yılanın olduğunu söyledi ve o yoldan gitmemelerini tenbih etti Emîr Sultan´ın önünde gi den kandil o yolu gösterdiği için, o yoldan ilerlediler Bir süre sonra yol kenarında bir ejderhânın uzandığını gördüler Ej derhâ, sanki avını bekler gibi değil de, şerefli bir misâfiri bekler bir hâldeydi Emîr Sultan hâriç, herkes ürkek bir hâlde ve endişe içinde yürüyordu ve; "Acabâ ejderhâ ne yapacak? Kâfileden kimlere saldıracak?" soruları zihinlerini kurcalı yordu Kâfilenin önünde bulunan Emîr Sultan, ejderhâya yaklaşınca, ejderhâ derhâl Emîr Sultan´ın devesinin ayaklarına kapanarak; "Hoş geldiniz Şeyhim! Emrinizdeyim!" dedi Kâfiledekiler bu durumu hayretler içinde seyrettiler Fakat onlara yolda katılan bey oğlu, bu duruma pek inanmadı O sırada ejderhâ, derhâl onun üstüne atladı Beyzâde; "Aman Allah´ım! Yâ Emîr bana yardım et!" de yince, Emîr Sultan ejderhâya onu bırakması için işâret etti Bunun üzerine ej derhâ, derhâl geri dönerek oradan uzak laştı Böylece, gencin kalbindeki şüphe gitmiş oldu

Emîr Sultan´ın kâfilesi, Sakarya Nehri kenarında bulunan bir bahçede ko naklamıştı Bahçede her çeşit meyve vardı Fakat talebelerden birinin canı hurma istedi O sırada talebenin önünde bir hurma ağacı yükseldi Üzerinde ol gun meyveleri vardı Ama talebe, olup biteni bir türlü anla madı "Acabâ eskiden burada mıydı? Yoksa ben bunu görmedim mi?" soruları zihnini kurcaladı Bunu fark eden Emîr Sultan; "Canın hurma yemek istiyordu, işte hurma, al ye!" bu yurdu Bunun üzerine talebe, bu durumun hocasının kerâmeti olduğunu anladı

Emîr Sultan hazretleri Bursa´ya geldiği zaman, önündeki nûrdan üç kandil, pınar başında Üç servi civârında fakirler için tahsis edilmiş eski bir kilisenin ya nında durdu Böylece Emîr Sultan Bursa´ya yerleşti

Bu sırada Yıldırım Bâyezîd Han Macarlarla savaşıyordu Düşman kuvvet leri, Osmanlı ordusuna büyük zâyiât verdiriyordu Bu esnâda bir genç, yaralıla rın yaralarını sarıyor, bâzan da ellerini açıp duâ ediyordu Kolundan yaralanan Yıldırım Bâyezîd, bu genç askerin gayret ve mahâ retle yaraları sardığını gö rünce, o gence karşı kalbinde bir yakınlık hâsıl oldu Yanına kadar giderek; "Benim de kolumda yara var, yaramı sar!" deyince, Emîr Sultan cebinden bir mendil çıkarıp; "Buyurun Pâdişâhım, sizin yaranızı da bu mendil ile sarayım" dedi Sabah olunca, sarılan bü tün yaraların iyi olduğunu, askerlerin ayağa kalk tıklarını Yıldırım Bâyezîd Hana haber verdiler Yıldırım Bâyezîd de merak edip kendi yarasını açarken, kolundaki mendilin, hanımının nişanlı iken kendisine hediye et tiği mendilin yarısı olduğunu farketti Akşam yaraları saran askerin, ya nına getirilmesini emretti Fakat o kimseyi bulamadılar

Osmanlı ordusu daha sonra Niğbolu Kalesi önlerine geçti Niğbolu Kalesi nin fethi için günlerce kanlı çarpışmalar oldu Kale bir türlü feth edilemedi Hü cûmların en şiddetli ânında, daha önceki muhârebede as kerlerin yaralarını saran genç, kale kapısını ardına kadar açtı Yıldırım Bâyezîd ve askerleri kaleye gir diler Kaledekiler, bu durum karşısında teslim olmak mecburiyetinde kaldılar Zaferden sonra bu genci aradılar, bir türlü bulamadılar Yıldırım Bâyezîd Han, Rumeli fethinden sonra Bur sa´ya gelmeyip Edirne´de konakladı

Bu sırada Yıldırım Bâyezîd´in kerîmesi (kızı), rüyâsında Peygamber efen dimizi gördü Resûl-i ekrem ona; "Oğlum Muhammed Buhârî ile ev len, sakın beni kırma ve sözümü dinle!" buyurdu Temiz rûhlu, edeb ve hayâ sâhibi Hundî Fâtıma Sultan, rüyâsını kimseye söyleyemedi Ertesi gün yine Resûl-i ekremi rüyâda gördü Server-i âlem, ona; "Eğer âhirette benden şefâat etmemi istiyor san, Muhammed Buhârî ile evlen" buyurdu Hâlbuki Hundî Fâtıma Sultanın, Rumeli Beylerbeyi Süleymân Paşa ile evleneceği söylenmekte idi Emîr Sultan, zâhiren fakîr ve garîb bir kimse idi Hundî Sultan, bu çâresizlikler içinde buna lıp, duâ etti "Acabâ Emîr Buhârî´nin bundan haberi var mı?" dedi Kiminle ve nasıl haber göndere bileceğini düşünüyordu Sonra kendisi gibi edeb ve hayâ sâ hibi hizmetçi sine rüyâsını anlattı ve durumu Emîr Sultan´a bildirmesini söyledi Hiz metçisi gidip durumu Emîr Sultan´a anlatınca, o; "Bizim de mâlûmumuz dur Nikâhımız, Allahü teâlâ tarafından kıyıldı Dînimiz üzere burada da kıyılması gerekir Durumu Hundî Fâtıma Sultan´a iletin" dedi Bunun üzerine Emîr Sul tan, dünürler gönderip sultânın kızını istedi Fakat Vâ lide Sultan kızını vermek istemeyip, işi zora sürerek, dünürlere; "Emîr Sultan´a söyleyin, kırk deve yükü altın getirirse kızımı veririm" dedi Emîr Sultan hazretleri de; "Sultan vâlidemiz develeri göndersinler, isteklerini yerine getirelim İstediği altınları gönderelim" deyince, sarayı bir telâş aldı Bu işe kimsenin aklı ermedi Böyle fakir bir dervi şin kırk deve yükü altını nasıl vereceğini, şaşkınlıkla karşıladılar Saraydan kırk deveyi Emîr Sultan´a götürdüler Emîr Sultan, develerle birlikte Nilüfer Çayının kena rına gitti Develeri getirenlere; "Heybeleri bu kumlarla doldurun, sizler de istediğiniz kadar alın Aldığınız altın olsun" buyurdu Kimisi şüphe ede rek bir şey almadı Kimisi de heybeleri ve keselerini doldurdular Kırk de veden mey dana gelen kervan saraya girince, Emîr Sultan; "Boşaltın, is tediğiniz altın ol sun" dedi Heybeler boşaltılınca, hepsi altın oldu Kimi kendisi için de alma dığı, kimisi de yolda aldıklarını döktüğü için çok piş mân oldu

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Emîr Sultan ile Hundî Fâtıma Sultan´ın evlenmelerine karar verilince, Fâtıma Sultan, kendi el işlemesi gömlek ve çamaşırları Harem ağası ile Emîr Sultan´a gönderdi Emîr Sultan, bohça geldiği zaman bir odada mangal yakmış, talebeleri ile sohbet etmekte idi Harem Ağası içeri girip; "Vâlide Sultan´dan" diyerek, bohçayı Emîr Sultan´a verdi Bohçayı bir kenara bırakan Emîr Sultan, onların sıhhat ve âfiyetleri için duâ etti Son- ra bohçayı açıp, içinden bir mendil aldı Mendilin içine birkaç köz parçası koyup, mendili kapadı Tebessüm ederek Harem Ağası´na; "Vâ lide Sul- tan´a selâm söyleyiniz Biz fakir dervişlerin, sul tânlara hediyesi ancak böyle köz parçaları olur Kabûl etmelerini arz ederim" dedi Ha rem Ağası, herkesin şaşkın bakışları arasında oradan ayrıldı Yolda gi derken mendilin yanıp yanmadığını merak etti; fakat mendilden duman bile çıkmıyordu Saraya kadar kendisini zor tuttu Hediyeyi Vâlide Sultân´a teslim etti Mendil sarayda olanların merakları arasında açıldı Mendilin içinden ateş tâneleri değil, gözleri kamaştıran elmas parçaları çıktı Bu durumun, Emîr Sul tan hazretlerinin kerâmeti olduğu anlaşıldı

Nikâh haberi Edirne´ye ulaşınca, Yıldırım Bâyezîd, Kapıkulu askerle rinden kırk askeri Süleymân Paşanın emrine vererek, Emîr Sultan´ın ve Hundî Hâtun´un başlarını getirmesi için Bursa´ya gönderdi Süleymân Paşa Bursa´ya gelince, Vâlide Sultandan onları istedi Vâlide Sultan vermeyince, kırk asker, Vâlide Sultan´ın sarayına saldırdı Vâlide Sultan, onların bu saldırısından korktu Emîr Sultan onun bu hâlini görünce, ona; "Bu dehşet ve korkunuz nedir? Allah aşkına söyleyin" dedi Sonra Vâlide Sultan´a "Şu yayı alın ve oku gerin Ben bakayım siz atın" dedi Vâlide Sultan; "Ben ok atamam" deyince, Emîr Sultan; "Siz oku takın, o kendili ğinden gider" dedi Bunun üzerine Vâlide Sultan, pencereden askerlere karşı oku kirişe koyup, bıraktı Yeşil ok, parlayarak gidip kırkına sap landı Askerler derhâl kaçtılar Vâlide Sultan; "Yâ Emîr Sultan! Niye oku sen atmadın da bize attırdın?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Eğer oku biz at mış olsay dık, hem o askerlerin, hem de Osmanoğullarının nesilleri helâk olurdu Onun için bu işi size yaptırdık" dedi

Pâdişâhın, Emîr Sultan´ın ve kızı Hundî Sultân´ın öldürülmesi için Bursa´ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenârî, Yıldırım Bâyezîd´e şu mektubu yazdı:

"Mektubuma, dâimâ kullarına acıyıcı olan Allahü teâlânın adıyla başlarım İnsanların en âcizi olan ben, Türk ve İslâm memleketlerinin ko ruyucusu, Osmanoğullarının övündüğü ve Hak uğruna savaş edenlerin başkanı, İslâm dî ninin ve müslümanların yardımcısı olan, Pâdişâhımın ömrünün uzun olmasını ve evlâdının çoğalıp kıyâmete kadar şan ve şe refle yaşamasını Rabbimden niyâz ederim

Sultânımızın şunu bilmesi gerekir Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ´dan önce, Îsâ aleyhisselâm, kendine inananlardan üç kişiyi Hak dîne dâvet için bir beldeye göndermişti Fakat oranın halkı, onları yalan layıp ödürdüler Bu cinâyeti işledikten sonra, sevinerek evlerine gittiler Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarından râzı olmadı ve Cebrâil aleyhis- selâma, o belde üze rinde yürekleri parçalayıcı, korkunç ve keskin bir sesle haykırmasını emretti Cebrâil aleyhisselâm haykırınca, orada kilerin hepsi bir anda öldü Böyle büyük bir felâkete düşmekten Allahü teâlâya sığınırız

Şimdi bizim de Sultânımızdan bir ricâmız vardır Dün öldürülmesini emret tiğiniz Emîr Sultan, Resûl-i ekremin neslinden hürmete değer bir insandır Bu zât gibi temiz kalbli, Peygamber neslinden bir kişi, zamânı mıza kadar Anado lu´ya ayak basmamıştır Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhârâ´dan Anado lu´ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu Böyle yapmadığınız hâlde, mânevî irâde üzerine yurdu muza gelen bu zât dola yısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız tak dirde, dünyâ ve âhiret saâdetiniz artacaktır

Şunu da bildireyim ki, bu dâmâdınız, Peygamber efendimizin; "Üm metimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir" buyurduğu kim selerdendir Bizim böyle seyyidlerden gördüğümüz feyz eserlerini, haz ret-i Muhammed´den sonra kimse göstermemiştir Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur Son ferman sultânımızındır"

Aradan günler geçtikten sonra Bursa´ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultânı karşılayanlar arasında Emîr Sultan da vardı Yıldırım Bâyezîd, onunla selâmla şınca, harb meydanında askerlerle kendi yarasını saranın bu genç olduğunu an ladı Sultan, ona şifreli olarak; "O el çabukluğu ne idi?" diye sordu Emîr Sultan; "Allah´ın kuvvet ve yardımı, o bîat edenle rin vefâ ve sadâkatlerinin üzerinde dir" (Feth sûresi: 10) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu Yıldırım Bâyezîd; "Ya o mendilin yarısı ne oldu?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Babacığım, o mendilin yarısı cebimdedir Bende niz dâmâdınız Muhammed Şemseddîn" dedi Yıldırım Bâyezîd Han atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını tutamıyarak ikisi de ağladılar

Sultan Yıldırım Bâyezîd Han, Niğbolu zaferinden sonra kazanılan ganîmet ler ile müslümanların ibâdet etmeleri için, Bursa´nın güzide bir yerinde câmi yaptırmak istedi Bu durumdan vezîrini de haberdar etti Bugünkü Ulu Câminin yeri uygun görüldü ve arsa sâhiplerine mülklerinin bedelleri verildi Herkes gö nül rızâsıyla arsalarını verdiler Fakat câminin inşâ edileceği yerde bir ihtiyar kadıncağızın evi vardı Bu hanım; "Ben evimi satmam" diye inâd etti Ona; "Bize bu ev mutlaka lâzım" denildi ise de, hiçbir kimsenin, sözünü dinlemedi Sultan Yıldırım Bâyezîd Han da o kadının yanına gidip, durumu anlattı Fakat, kadını fikrinden döndü remedi Sonra Sultan, dîvânı toplayarak bu husûsu gö rüştü Dîvânda, Emîr Sultan hazretlerine durumun bildirilmesi ve ona göre hare ket edil mesi kararına varıldı Sultan Bâyezîd, Emîr Sultan´ın huzûruna giderek durumu anlattı ve; "Sizin hizmetinize muhtâcız, yoksa câmi-i şerîf yapı lamaz" dedi Emîr Sultan; "Her işin gerçekleşeceği bir vakit vardır" diye rek Sultânı te selli ve teskin etti O gece ihtiyar kadın rüyâsında, mahşer günündeki hâlini gördü Herkes Muhammed Mustafâ´dan şefâat umup, Cennet tarafına gidiyordu İhtiyar kadın da onlar gibi Cennet´e gitmek is tedi Fakat yürümeye gücü olma dığı için, Arasat meydanında yapayalnız kaldı Bunun üzerine ihtiyar kadın feryâd etmeye başlayınca, zebâniler ona; "Niye ağlıyorsun?" diye sordular İhti yar kadın; "Müslüman tâife Cennet´e gitti Ben kaldım, onun için ağlarım" dedi O sırada gâibden bir ses; "Eğer sen de Cennet´e gitmek istersen, Yıldırım Bâyezîd Hana evini sat, inâd etme, yoksa inatçılardan olup, ehl-i nâr, cehen nemlik olursun" dediği ânda, ihtiyar kadın hemen uyandı Uyandığı zaman, evinin bir nûr ile kaplanmış olduğunu gördü "Elhamdülillah ben de Cennet ehli oldum" diyerek sabaha kadar ibâdetle meşgûl oldu Sonra gönül rızâsı ile evini sattı ve câminin yapılmasına vesîle oldu

Emîr Sultan çok gayret göstermesine rağmen, Tîmûr-Yıldırım çar pışmasının önüne geçemedi İki müslüman-Türk ordusunun birbirleri ile savaşmasını iste meyen Emîr Sultan, sonucun ne olacağını da çok iyi bi liyordu Ankara Savaşı nın başlamasına çok az bir zaman varken, hanımı Hundî Hâtun; "Niçin babamı yalnız bırakıyorsunuz yâ Emîr?" diye sordu Emîr Sultan; "Telâşın boşunadır yâ Hundî! Bu savaş bizim aleyhimizedir Bunu muhteşem pederinize daha önce arzettim" deyince, hanımı; "Ne olursa olsun Şu anda babamın yanında olma nızı arzu ediyorum" dedi Hanımının isteği üzerine Allahü teâlânın izniyle bir anda cepheye vardı Orada Sultan Bâyezîd Han ile görüşmesine rağmen, kara rından dön meye niyetli olmayan Pâdişâhı, savaştan vazgeçiremedi Emîr Sultan´ın îkâz ettiği şekilde, savaş Yıldırım Bâyezîd´in aleyhine sonuçlandı

Ankara Savaşından sonra Tîmûr Hanın ordusu Bursa önlerine gelip konak ladı Ordu uzun süre burada kaldığı için, Bursa´da yiyecek tükendi ve halk sı kıntı içine düştü Bunun üzerine halk Emîr Sultan´a gidip yardım istedi Emîr Sultan onlardan birisine; "Tîmûr´un ordusuna git, orada kum ral sakallı, kırmızı yüzlü, kimsenin yüzüne bakmayan, bizi yürekten se venlerden bir eskici var Ona selâm söyle ve bir aydan beri müslümanlar yiyeceksiz kaldı Göçmezler mi acabâ? de!" buyurdu Bu emri alan kişi, Tîmûr´un ordusundaki eskiciyi buldu ve Emîr Sultan´ın sözlerini nakletti Eskici Baba; "Evet, buraya geleli epey oldu Artık göç vakti geldi" diye rek elindeki iğne ipliği bir kutuya yerleştirdi O anda orduda toplanma ha zırlıkları başladı Kısa süre sonra Tîmûr´un ordusu şehri terk etti

Yıldırım Bâyezîd´in Ankara Savaşı mağlubiyetinden sonra, Amas ya´da bu lunan Şehzâde Çelebi Mehmed, bir gün Molla Ali´yi huzûruna dâvet edip dedi ki: "Yâ Molla Ali! Meydana gelen hâdiseden ibret aldın mı? Babam Yıldırım Bâyezîd´in başına gelen musîbet ve belâların se beplerini düşünebiliyor musun? Görüyorsun ki, herbirimiz bir yere ayrıl dık Kardeşim Mûsâ Çelebi, Îsâ Çelebi´nin üzerine yürüdü ve Bursa´da tahta oturdu Kardeşim Süleymân Çelebi ise Edirne´de tahta oturdu Düşman bizden korkarken, şimdi biz âleme maskara olduk Özellikle E- dirne´de oturan kardeşim Süleymân Çelebi´nin fitne ve fesâ dından kor kulur Din ve devlete taşıdığım iyi niyet ve gayret, bu olaylar karşı sında beni daha da hassas kıldı Gel seninle tac ve taht düşüncesini terk ede rek hacca gidelim!" Çelebi Mehmed hem söylüyor, hem ağlıyordu Ak şam ikisi de istihâreye yattı Çelebi Mehmed rüyâsında dedesi Murâd-ı Hüdâvendigâr´ı gördü Yanında Emîr Sultan vardı Ona bir kılıç, bir de eğerlenmiş at vererek; "Haydi yiğidim! Din esâslarını ikâme eyle!" dedi ler Çelebi, ata binmek isteme diği hâlde, çâresizlik içinde binmek zo runda kaldığını ve Gelibolu istikâmetine hareket ettiğini gördü Molla, aynı gece rüyâsında Bursa´da olduğu ve Çelebi Mehmed´i tahtın üs tünde, Mûsâ Çelebi´yi ise tahtın altında gördü Bunun üzerine Mehmed Çelebi, Bursa´ya hareket etti ve Osmanlı tahtına geçti Rüyâda gördüğü gibi Osmanlı tahtına sâhib oldu

Kurtuluş Savaşının mücâhid gâzilerinden Es´ad İleri Hoca (rahme- tullahi teâlâ aleyh) küçük yaştan îtibâren mükemmel bir tahsil ve terbiye ile yetişti Gençliğini ve ömrünü ilim meclisleri ile savaş meydan larında geçirdi Birinci Dünyâ Savaşında cihâd-ı mukaddes îlân edildiği zaman, halkı dîn-i İslâm ve ümmet-i müslümanı koruma yolunda cihâda teşvik etti Bunun için bir de broşür çıkardı Burada cihâd hakkında âyet ve hadîslerin izâhından sonra şöyle de mekteydi:

"Ey din kardeşler! Cümlenin malûmudur ki, Moskof, müslümanlığın kadîm düşmanıdır İngiliz ve Fransızlar da son zamanlarda müslümanlık âlemine karşı bir cellât kesildiler İngiliz ve Fransızlar, Rusya gibi gaddâr ve müstebit bir hükümetle elele vererek idâreleri altında bulunan müslü- man kardeşlerimize yapmadık fenâlık bırakmadılar Geçen sene Rumeli fecâyii de onların zâlimâne ve hâinâne tertibleri netîcesinde ya pıldı İşte onların mezâlimi bugün sâha-i cihanda ve üç yüz milyon ehl-i İslâmın uyanmasını ve kalkmasını mûcib oldu Bugün Rus, İngiliz, Fran sız aha- lisi bir araya gelse, toplansa, hüküm ve esâretleri altında bulun durdukları ehl-i İslâmın yarısından azdır İşte bugün Âlem-i İslâmın en müthiş ve mel´ânetkâr düşmanlarıyla muhârebemiz var Öyle düşmanlar ki; idâresi altında din kardeşlerimiz envâ-ı mezâlime uğruyor Lâkin Allahü teâlânın yardımıyla o din kardeşlerimizin göz yaşları Hükûmet-i muazzamamızın ve şanlı ordumuzun tedbir ve gayretleri ve Âlem-i İslâmın vatanper- verâne hareketleri ile silinecektir

Ehl-i İslâmın düşmanı ne kadar çok olursa olsun, Âlem-i İslâmı mah vede mezler Muhâfaza-i din ve vatana âit şer´an mükellef olduğumuz va zîfeyi lâyıkı ile îfâ edersek netîcede zafer bizimdir Resûlullah efendimi zin dîninin nûrları sönmez Dîn-i mübîn-i İslâm kıyâmete kadar pâyidâr olacaktır Dîn-i celîl-i İslâmın hâmisi, Allahü teâlâ ve şefîi Resûl-i mücte- bâ efendimiz hazretleridir

Allahü azîmüşşânın ve Resûl-i müctebânın emîrleri mûcibince hare ket ve böyle cihâd zamânında malımızı ve canımızı fedâya gayret ede lim Zîrâ gördü ğümüz felâketler dûçâr olduğumuz musîbetler artık cana dayandı Elhamdülillah dünyâ yüzündeki âlem-i İslâm uyandı Malûmdur ki; dünyâ yüzünde üç yüz milyon müslüman kardeşlerimiz var Hilâfet makâmının şefkatli, merhametli sancağı altında mesûd ve bahtiyar hayat süren yirmi milyon nüfûs-ı müslime bulunuyor İran ve Efgan hükümetle rinin idârelerindeki on altı milyondan ma âda iki yüz altmış dört milyonu ecnebilerin, düşmanların boyunduruğu, idaresi altındadır Yazık değil mi? Allahü teâlâyı bir, Peygamberân-ı izâmı hak tanıyan din kardeşlerimiz, hakkı yıkmaya çalışanların esâreti altında bulunuyor, inliyor

İslâm memleketlerini birçok zamanlardan beri kaplayan felâketleri düşüne lim Koca Endülüs Devlet-i İslâmiyesi ne oldu? Bir fert kalmayın caya kadar İs lâmlar mahvoldu Yüzden fazla vilâyete sâhip, İslâmın sal tanatının merkezi olan o koca müslüman memleketi ne için İslâmların elinden çıktı? Üç yüz bin câmii şerîfi olan ve üç yüz bin minberde hutbe okunan o koca kıtanın, İspanyalıların eline düşmesi acaba nedendir? Hindistan müslümanları neden esâret altına girdi? Neden her karış top rağını ecdâdımızın kanlarını dökerek aldıkları memle ketler düşmanlar eline geçti? Neden olacak:

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Kişiye zulmeder mi hiç Mevlâsı,

Kişinin çektiği kendi cezâsı



Yine Kur´ân-ı kerîmde buyrulmuştur Meâl-i şerîfi: "Bir millete, bir kav- me ihsân olunmuş memleketi, nîmeti cenâb-ı Hak ellerinden almaz Ne zaman ki; o millet, o kavim, o ilâhî nîmetin kadrini bilmez, kıymet-i ha- kikiyesini takdir et mez, sefâhete gider, nefsinin peşine düşerse hazret-i Allah ellerinden alır" İşte şu sırr-ı celîl-i İlâhî, müslümanlar hakkında zu- hûr etmiştir

Allahü azîmüşşân bize tarîk-i necâtı göstermiştir Kur´ân-ı azîmüş- şânda" diyerek uzun uzun âyet ve hadîsler zikredip halkı birliğe ve cepheye koşmaya dâvet etmekteydi

Birinci Dünyâ Harbinin kaybedilip vatanın işgâl altına düşmesinden sonra Es´ad Hoca silâha sarılarak yanına aldığı gençlerle tâ Gümülci- ne´den beri tıy netlerini iyi tanıdığı Yunan çetelerinin karşısına geçti Ay- dın havâlisinde çarpı şan Kuvay-ı Milliyeciler içinde cidden çok büyük hizmetler yaptı Muntazam ordu teşekkül ettikten sonra da millî ordunun fahrî müftüsü sıfatıyla zafere kadar hitâbeti ve silâhıyla din ve vatan uğ- runda görülmemiş bir fedâkârlıkla çalıştı Es´ad Hoca´nın bu devredeki uzun ve teferruatlı mücâdelesinin bir kısmını, millî mücâdele Aydın cep- hesi kumandanı ve harekât-ı harbiye reisi Tâhir Özerk Bey bir mektu- bunda şöyle nakletmektedir:

"Millî mücâdelede, Aydın ve Ödemiş cepheleri harekât-ı harbiye reisi bulunduğum cihetle pek muhterem diğer bir hocamızdan da bah*setmek vecîbe dir O da birinci Büyük Millet Meclisinde Aydın mebûsu olarak bulunmuş olan Hoca Es´ad Efendidir Aydın´da sultânî mektebinde muallim ve Aydın Hilâl-i Ahmer reisi iken işgâl üzerine silâha sarılarak cephemize gelmiş, hakîkî bir muhârib olarak bizimle muhârebelere iştirak etmiştir

Yunan, Ödemiş´in Mendegüme üstündeki bayıra, açık ordugâh kur muştu Biz de Koçak Deresi ağzında yüz elli mevcutlu bir piyâde taburu ve bu taburun sağında kırk kadar zeybek kızanıyla Mendegümeli Hasan Hüseyin Efe, sol cenahdaki tepede bir kudretli cebel topu ve benim mai yetimde yedi süvâri (muhterem Hoca Es´ad Efendi de dâhil), buna mu kâbil düşman bir alay piyâde ve dört toplu bir cebel bataryasından mürekkeb idi Fecirle berâber savaş baş ladı Her neye mal olursa olsun Mendegüme havzasını düşmandan geri almamız esas gâyemiz idi Bunu da taarruz emîrlerimizde bildirmiştik Fecrin o ıssızlığı sırasında ordu müftümüz muhterem hocamız Es´ad Efendi kendisi ve topçu as kerleri tekbirler getirerek ilk mermiyi biricik topumuzun namlusuna yerleştirtti Harp kızıştı Açıkta mevzi alan düşman topçusu, Koçak Deresi ağzına doğru dört mermi attı İşâretimiz üzerine bizim topumuz açıkta bulunan düşman topçu suna tekbirlerle ateşlendi Tekbirlerle yerleştirilen bu mer- mi düşman topunun birinin ağzına isâbet etti, bunu müteâkip de düşman topları üzerine beş mermi daha yollandı Düşman topları susup yalnız bizim topumuzun patlaması Yunan lıları sarstı, düşman topçusu mühim zâyiâtla perişan bir halde geriye kaçtı Yu nan askerleri bozulup, yüzlerce ölü bırakarak kaçtı Bizim zâyiâtımız, biri mülâ zım olmak üzere üç ya- ralıdan ibâretti İki buçuk saat sonra Başören, Küçükören, Mah mutlu köyleri tamâmen düşmandan geri alındı Biz de muzaffer olarak cephe karargâhı olan köşke döndük

Muhterem hocamızın gerek muhârebe ve gerek siyâset sâhalarında büyük hizmetleri vardır Aydın muhârebesinden sonra Yunan mezâlimini İstanbul hükûmetine ve Îtilaf devletleri mümessillerine anlatmak üzere umum halkın mümessili olarak Aydın Belediye Reisi Reşat Beyle birlikte Rodos tarikiyle İs tanbul´a gitmesi ve beynelmilel bir tahkik heyetinin gel mesine ve lehimizde ra por verilmesine dâir büyük hizmetlerine paha bi çilmez, takdir ve tebcîl-i vecî bedir"

Es´ad Hoca Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisine Aydın mebûsu ola rak seçildi İkinci devrede ise, Menteşe (Muğla) Mebûsu oldu O gerçek leştirilmesi için üç sene milletçe yekvücut bir halde ve fedâkârca çalışılan Mîsâk-ı Millî´nin tescil ettirilmesini cânu gönülden arzuluyordu Ancak Lo zan heyetinin bu gâye den uzak faâliyetlerini görünce, şiddetli tenkitlerde bulundu Mecliste muâhe deye red anlamına gelen kırmızı oy verdi Bil hassa Batı Trakya Türklerinin mu kaddesâtı üzerindeki tâvizkâr politikayı tenkîd eden Es´ad Hoca, yaptığı konuş mada; "Ben Yunan palikaryalarını bilirim Onlara teslim ettiğiniz Türklerden birgün gelecek; bir torba kemik bile alamayacaksınız" dedikten sonra, Mora ve Girid gibi yerlerde bunun misâllerini nakletti

Osmanlılar zamânında Anadolu´da yaşayan evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-Memdûh (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin akrabâlarından Ali Efendi birkaç arkadaşıyla hacca gitmişti Dönüşte Lazkiye civârına geldiklerinde yiye cekleri bitti Lazkiye´ye giderek orayı idâre eden Os manlı paşasına durumu an lattılar ve yardım talebinde bulundular Onla rın Tillolu olduğunu öğrenince, Gavs-ül-Memdûh hazretlerini sordu Ye ğeni olduğunu söyledi Paşa buna çok sevindi ve hocalarının evsâfını sordu O da tek tek anlattı Anlattıkça paşa tasdik ediyordu Buna ol dukça şaşırdı Acabâ paşa, hocamı nereden tanıyordu? Daya namayıp sordu Paşa da cevap olarak şöyle anlattı:

Pâdişâhımızdan, buradaki Fransızlarla savaş yapmak üzere emir al mıştım Askerlerimi toplayarak düşmana saldırdık Onlara karşı, gerek si- lâh, gerekse as ker olarak çok az olmamız hasebiyle mağlup olmuştuk Durumu sultânımıza bildirdik Sultan da yeniden asker toplayıp Fransız ların üzerine yürüyerek gâlip gelmemizi emretti Başüstüne, diyerek tek rar asker topladım Hazırlıklarımı ta*mamladıktan sonra savaş meydanına yürüdük Her askere namazlarını geçirme meleri için tekrâr tekrâr tenbih ettim Sonra helallaşmalarını, âmirlerine mutlak itaat edip zamanın velîle rinden imdâd istemelerini söyledim Böylece maddî ve mânevî sebeplere yapıştık Başta kendim, savaş meydanında geçirdiğim o ilk gecede, sa bahlara kadar uyumadım Namaz kılıp, Kur´ân-ı kerîm okudum ve cenâb-ı Hakk´a çok duâ edip yalvardım Gözyaşları arasında zamânın Gavs´ın- dan da yardım istedim Fecr vaktinde askerimi uyandırdım Ezân-ı Mu hammedî okundu Cemâatle sabah namazını kıldık Rabbimizden bize zafer nasîb etmesi için duâlar edip askerimle helâllaştım Güneş doğar- ken, karşı te pede ordugâhını kuran Fransızlar üzerine; "Allah Al lah!" nidâlarıyla hücûma geçtik Önce top atışları ile başlayan savaş, sonra tüfek ve tabancaya, göğüs göğüse geldiğimizde de kılıç ile çar pışmaya döndü Her iki tarafın da bütün gücü ile vuruştuğu bir anda, bir atlının rüzgâr gibi saflarımıza katılıp düşmana hücûm ettiğini gördük Bu gelen nûr yüzü, yeşil sarığı ve beyaz elbisesi içinde daha da heybetli gö rü- nüyordu Elinde kılıcı ile; "Allahü Ekber" nidâlarıyla hü cûm üzerine hü cûm tâzeliyordu Onun bu gayreti hepimizi heyecana getirdi Canımızı dişimize takarak Fransızların üzerine şiddetle saldırdık Öyle ki, herbiri- miz birer arslan kesilmiştik Vurduğumuz yerden ya kol, ya baş ko parı yorduk

Bizim bu ânî gayretimiz düşmanın gözünü yıldırdı ve kaçmaya baş ladılar Peşlerine düştük, pek çoğunu öldürdük, bir kısmını esir aldık Pek azı kaçabil mişti Topları, cephâneleri hep elimize geçti Bu arada bize yardıma gelen o mübârek zâtın, düşmanın kaçtığı istikâmetten atıyla geldiğini gördük Önünde elleri bağlanmış bir Fransız vardı Yanımıza gelmesini heyecanla bekledik Ni hâyet geldiklerinde esiri yere bıraktı ve; "Paşa! Bu papaz, Fransızları galeyana getirerek, müslümanlara saldırtı yordu Bu İslâm düşmanını iyi zaptet!" buyurdu Buna çok sevindim ve imdâdımıza yetişen nûr yüzlü zâtın ellerine sarıldım Doya doya öptükten sonra; "Canım size fedâ olsun Kim olduğunuzu lütfeder misiniz?" diye sordum "Tillolu Memdûh´um" diyerek atını mahmuzladı Önce şâha kal kan at, hızla yanımızdan uzaklaştı

Son devir Türkistan velîlerinden Halîfe Kızılayak (rahmetullahi teâlâ aleyh) Bolşevik İhtilâli sırasında Kalişof hâdisesinden îtibâren Ruslara karşı çok gazâ ve cihâdlarda bulundu Buhârâ Emirliği Rusların eline geçtikten sonra da cihâdı bırakmadı Ancak silâh ve gıdâ yetersizliğin den Afganistan´a hicret et mek mecburiyetinde kaldı Büyük bir kalaba lıkla Afganistan´a geçen Halîfe-i Kızılayak, bundan sonra devamlı cihâd hareketini destekledi Habîbullah Han zamânında Rusya Afgan sefîri bulunan Gulâm Nebi Han, Rusların yardımıyla Pettekeser mevkîi üzerin den Belh şehrine saldırdı Burayı işgâl ederek ayrı bir devlet gibi dav ranmaya başladı Bunun üzerine Halîfe-i Kızılayak, Ruslara karşı çok iyi savaş tecrübesine sâhib bulunan Türk mücâhidlerini bizzât kardeşi Âlim Han ile Belh´e gönderdi Büyük mücâdeleler netîcesinde Belh işgâlden kurtuldu ve Âlim Han geçici bir süre için Belh´i idâre etti Her şey normale döndükten sonra Belh´i hükûmete teslîm ederek geri döndü

Mânevî yönü pek kuvvetli olmayan Emânullah Han, bir keresinde Belh´e gelerek bir toplantı düzenlemişti Bu toplantıya Halîfe-i Kızılayak´ı da dâvet etti Fakat toplantı öncesi oradaki devlet erkânına Halîfe-i Kızı layak içeri girdi ğinde ayağa kalkmamaları husûsunda sıkı sıkıya tenbihte bulundu Halîfe-i Kı zılayak, yanında hazret-i Şurbâzâr olduğu halde Bel- h´e gelerek toplantı yerine gitti Onun teşrifini gören Emânullah he men ayağa kalkarak saygıyla karşıladı Emânullah ayağa kalkınca diğer dev- let erkânı da ayağa kalkmak mecburiye tinde kaldılar Daha sonra bu durum kendisinden sorulduğunda Emânullah şöyle cevap vermiştir: "Ha lîfe-i Kızılayak´ı gördüğüm vakit her iki yanında büyük bi rer arslan vardı Korkumdan ve kendimde olmadan birden ayağa kalkıverdim"

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Bolşevik ihtilâlinden sonra Afganistan´a geçen Türk muhâcirleri ile bâzı Peştun kabîleleri arasında münâzaralar ortaya çıkmıştı Hattâ ufak çapta çatış malar da görülmüştü Bu hâdiseler devâm ederken Peştun- ların kabîle reisi bütün adamlarını toplayarak bu durumu görüş mek üzere Kızılayak´a hareket etti

Bunu duyan Halîfe-i Kızılayak, kırk elli kadar kişiyi silâhlı olarak yolun iki kenarına yerleştirdi Adamlarıyla kızgın bir şekilde gelmekte olan han, Kızılayak´a on beş km kadar yaklaştığında ürpermeye ve endişeye ka pılmaya başladı Yaklaştıkça ezilip büzüldü ve âdetâ küçüldü Han, nihâ yet dergâh kapı sına geldiğinde mecalsiz bir halde edeple içeri girdi Ö- zürler beyân ederek bütün anlaşmazlıklara son vermek üzere huzurdan ayrıldı Böylece felâkete sebeb ola bilecek bir mesele kendiliğinden halle dilmişti Daha sonra yakın adamları reise, kendisinde görülen değişikliği suâl ettiklerinde; "Yolun iki kenarında bir ordu bekleşiyordu" diye bah setmiştir

Halîfe-i Kızılayak, gerek sözleriyle, gerek ameliyle Ehl-i sünnet îtikâdı ve İslâm ahkâmına tam uymuş ve onu yaymak için uğraşmıştır Uzun ömrünü cihâdlarla süslemiştir Kendisine gösterilen saygılara mukâbil on- da kesinlikle bir kibir ve gurur hâli görülmezdi Her hâliyle çok mütevâzi idi

Herkese iyi davranırdı Kendisine kötü davrananlara karşı da yumu şak ve merhametli idi Çocuklar dâhil herkese selâm verirdi Kimse ken disinden önce ona selâm veremezdi Birçok defâ daha önce selâm ver mek niyetiyle huzûruna çıkanlar bunu başaramamış, hep selâm almak mecbûriyetinde kalmışlardır

Kimseyi incitmemeye çok dikkat ederdi "Çocukluğumda sapanla bir serçe vurmuştum Bunu her hatırlayışımda korkudan kalbim titriyor" bu yururdu En küçük müstahaba bile ehemmiyetle riâyet ederdi Hep kıble tarafına dönerek otururdu Helâl ve temiz yemeye çok dikkat ederdi Seyyitleri çok sever ve on lara hürmet gösterirdi Her hareketi Resûlul- lah´a tam tâbi olduğunu gösteri yordu

Yavuz Sultan Selîm Hanın nedîmi, sohbet arkadaşı ve velî Hasan Can (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: "Sultan Selîm Han, bir gün İran seferinde ge çen bir hâdiseyi anlatırken demişti ki: "Biz, hiçbir sefere ken- di görüş ve düşün celerimizle karar vermedik Görevlendirilmeden her- hangi bir yere seferimiz ol mamıştır" Bunun üzerine ben de, Kemâled- dîn-i Erdebîlî´den işittiğim sözleri naklettim Sözümü tasdîk edip; "Molla Kemâleddîn denilen bu zât nasıl bir kim sedir?" diye suâl etti De dim ki: "Mevlânâ Celâleddîn-i Devânî´nin büyük ve en bilgili talebesi olup, din ve fen ilimlerindeki tahsîlini tamamladıktan sonra, ta savvuf yoluna meyletti Evliyâlıkta yüksek derecelere kavuştu Fenâ mertebele rine ula şıp, âlim- lerin ve halktan herkesin kendisine inanıp bağlandığı ve çok ta lebesi bu- lunan bir tasavvuf ve mârifet ehli oldu İbâdetle çok meşgûl olur, bir an Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatsizlik etmezdi Dâimâ tâat üzere bulu nurdu Tefsîr ve hadîs ilimlerini mütâlaaya devâm ederdi Tef sîr-i Beydâvî´yi ve Sahîh-i Buhârîyi yanından hiç ayırmazdı İbâdet eşi ğinden başını kaldırmazdı Âlimler arasında bir mesele hakkında ihtilâf zuhûr e- dip çözmeye güçleri yet mezse, hemen ona başvururlar ve cevâ bını alırlardı"

Yine Hasan Can, şânı yüce pâdişâhla aralarında geçen bir hâdiseyi şöyle nakletmektedir: "Merhum Cennet-mekân Sultan Selîm Han haz retlerinin âdet-i şerîflerinden biri de, çoğu gecelerini kitap okumakla geçi rip, sabah namazına kadar uyumamalarıydı Zaman zaman da ona oku tup, kendileri dinlerlerdi Bâzan da, devlet ve saltanat işlerinden söz ederlerdi Bir gece uyku bastırıp, sıh hatim de bir parça bozuk olduğun dan, yatağıma uzanıp uyuyakalmışım Sabah namazı vaktinde uyanarak namazımı kıldıktan sonra, hemen Sultânın hizmetine koştum "Bu gece hiç görünmedin, ne yapıyordun?" diye sordular "Birkaç ge ceden beri uy kusuz kaldığım için, bu gece gaflet bastırıp hizmetinizden uzak kaldım" diyerek cevap verip, özür diledim Bunun üzerine buyurdular ki:

"Öyleyse şimdi anlat bakalım, bu gece nasıl bir rüyâ gördün?" "Anla tılacak değerde bir rüyâ görmedim" diye cevap verdim Yine buyurdular ki: "Bu nasıl sözdür? İnsan bir gecenin tamâmını uyku ile geçirsin de hiç rüyâ görmesin Hayret doğrusu! Herhâlde bir şeyler görülmüştür" Sonra üzerinde durmayıp, başka konularda bir süre sohbet ettikten sonra tekrar buyurdular ki: "Saçma şeyler söyleme Hasan Can! Herhâlde bu gece bir rüyâ görülmüştür Bunu ben den gizleme!" Çok düşünmeme rağmen bir türlü rüyâ gördüğümü hatırlayama dım Yemîn ederek, anlatılmağa değer bir rüyâ görmediğimi söyledim Mübârek başlarını sallayıp; "Tuhaf şey!" dediler Tekrar tekrar rüyâmdan sormaları çok garibime gitmişti Sebebini de bir türlü anlayamadım Şaşırıp kalmıştım

Bir süre sonra, Kapı Ağasının oturduğu odaya bir iş için beni gönder diler Vardığımda gördüm ki, Hazînedârbaşı Mehmed Ağa, Kilercibaşı ve Saray Ağası ile töreleri üzere oturup konuşuyorlardı Fakat Kapı Ağası Hasan Ağa düşünceli, şaşkın ve başını önüne eğmiş bir vaziyette gözü yaşlı oturuyordu Gerçekten de o, az konuşur, sâkin, iyi huylu ve geceleri teheccüd namazına kalkan kişilerden biriydi Fakat bu hâli, önceki dav ranışlarına hiç benzemiyordu Bir yakını vefât etmiş sandım

"Ağa hazretleri, geçmiş olsun! Kalbiniz gamlı, gözünüz yaşlı görülür Se bebi ne ola?" dediğimde; "Hayır, böyle bir durumum yok!" diye hâlini gizledi Hazînedârbaşı dedi ki: "Kardeş! Ağa bu gece bir rüyâ görmüş Daha o uykunun mahmurluğundadır" Ben de dedim ki: "Allah rızâsı için söyleyin ki, devletlû Pâdişâhımız, elbette bir rüyâ görmüşsündür diye hiç durmadan beni sıkıştırdı durdu Herhâlde bu türlü ısrâr edip durmaları sebepsiz yere değildir Ona iyi bir armağan olur, anlatınız!" Hasan Ağa ise anlatmaktan kaçınıp duruyordu Üze rinde bir utanç hâli vardı "Benim gibi yüzü kara günahkârın ne rüyâsı ola ki, pâdişâh katında söylensin Kerem edin, bana böyle bir teklifte bulunmayın!" diye anlatmaktan kaçı nıyordu Biz sıkıştırdıkça, Ağa, hayâsı çok bir kişi oldu ğundan; "Kerem eyleyin, vaz geçin!" diye yalvarırdı Sonunda Mehmed Ağa dedi ki: "Niçin söylemezsin? Daha önce bize anlattığında, pâdişâha anlatmak için me mur edildiğini söylemiştin ya! Gizlenmesi hıyânet olmaz mı?" deyince, çâresiz kalıp, gizli kapaklı sırrın mührünü açıp dedi ki:

"Bu gece rüyâmda, bu eşiğinde oturduğunuz kapıyı hızlı hızlı çaldılar Ne haber vardır deyip kapıya koştum Baktım ki, kapı biraz aralanmış dı şarısı görü nüyor, fakat bir adam sığacak kadar değildir Bu aralıktan baktığımda gördüm ki, Harem dâiresi, başlarında sarık bulunan Arab si mâsında nûr yüzlü kimselerle dolu Ellerinde bayraklar, silâhlar ve başka âletler ile hazır vaziyette duruyor lardı Kapı dibinde ise nûr yüzlü dört kişi duruyordu Onların ellerinde de birer sancak vardı Pâdişâhımızın san cağı, kapıyı çalanın elindeydi O zât, bana dedi ki: "Biz neye geldik, bilir misiniz?" Ben de "Buyurun" dedim Dedi ki: "O gör düğün kişiler, Resûlul- lah efendimizin eshâbıdır Bizi dahi Resûl-i ekrem efen dimiz gön derip, Sultan Selîm Hâna selâm söyledi ve buyurdu ki: "Haremeyn´in (Mekke ve Medîne´nin) hizmeti kendisine verildi, kalkıp gelsin Gördüğün bu dört kimsenin birisi Ebû Bekr-i Sıddîk, diğeri Ömer-ül Fârûk ve bir di ğeri de Osmân-ı Zinnûreyn´dir Seninle konuşan ben de, Ali bin Ebî Tâlib´im Bunu he men varıp Selîm Hâna söyle!" dedi ve gözümün önün den yok olup gittiler

Bana dehşetli bir hâl oldu Terler içinde kalıp, sabaha kadar öyle baygın bir vaziyette yatıp kalmışım Oğullarım, teheccüd namazına alı*şageldiğim üzere kalkmadığımı görünce, hasta olduğumu sanmışlar Sa bah namazı vakti geçmek üzere iken gelip beni uyarmak için vücûduma ellerini sürdüklerinde görmüşler ki, suya düşüp ıslanmış gibi yatıyorum Elbisemi değiştirmek için yenilerini ge tirip, o sırada beni uyandırmışlar Aklım başıma gelince, acele gelip namaza ye tiştim Fakat aklım hâlâ tam başımda değildi" diyerek, hem söylüyor, hem de ağlıyordu

Ben, Pâdişâhın buyurduğu hizmeti bitirdikten sonra, dönüp şerefli makâ mına gelince, bu hizmeti sormadan, yine rüyâmdan sorup buyur dular ki: "Şu se nin, bu gece sabaha kadar uyuyup, hiçbir rüyâ görmedi ğine şaşılır!" Bunun üze rine ben de: "Pâdişâhım, rüyâyı bu Hasan kulu nuz görmedi ise de, bir başka Ha san kulunuz görmüş Emriniz olursa arzedeyim" dedim Emirleri üzerine Hasan Ağanın rüyâsını aynen nak lettim Anlattıkça mübârek yüzü kızarmaya başladı ve nihâyet dayana mayıp, mübârek gözlerinden yaşlar boşandı Rüyâyı tamamla yınca; "De- mek ki, o dert sâhibinin safâ-i meşrebi, temiz bir hâli varmış Sen onu bize medhettikçe; "Zâten, ibâdet ederken gördüğün her kimseyi velî sa nırsın zannederdik Meğer sevmediğini medhetmez imişsin" diye buyur dular ve arka sından: "Ey Hasan Can! Sana demez miyiz ki, biz, bir tarafa memur olunma dıkça hareket etmeyiz Ecdâdımızdan her biri evliyâlıktan nasîbini almışlardır Herbirinin nice kerâmetleri vardır İçlerinde, ancak biz onlara benzemedik" di yerek tevâzuunu dile getirdi ve hâlini gizle*meye çalıştı Bu rüyâdan sonra, Ara bistan seferinin hazırlıklarına başla yıp, bütün tedbirlerini alıp, her türlü harp te dârikini temin ettikten sonra sefere karar verdi Meşhur târihçi Solakzâde, bu konuda diyor ki: "Pâdi şâha dahi o gece rüyâsında, Hasan isminde bir şahıs vâ*sıtasıyla kendi sine bir hizmetin görülmesi tebliğ olunacağı haber verilmişti"

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Mısır´ın fetholunduğu günlerdi Bir sabah, Yavuz Sultan Selîm Han, Hasan Can´a şöyle buyurdu: "Bu gece rüyâda Muhammed Bedahşî´yi gördüm Yolcu luk hazırlığında olup, bir beyaz kepenek giymiş, üstüne de bir ip kuşak bağla mıştı Bu halde gelip, yolculuğa çıkacağını söyleyip bi zimle vedâlaştı" Pâdişâh bu sözleri söyler söylemez Hasan Can gençlik atılganlığı ile hemen rüyâyı tâbire girişti ve; "Velîlerin görünüşte çıka cakları yolculuk, âhiret seferi olmak gerektir Eğer vefât etmemiş ise, ya kında vefât edeceklerine işârettir" dedi Sultan Selîm Hanın bu cevâba cânı sıkıldı ve; "Rüyânın gerçekleşmesinin yormaya da bağlı olduğunu bilmez misin? Eğer Şeyhe bir hal olursa senin yorumuna bağlarız Ce zâlandırılmayı hak eyledin" dedi Bu sözler üzerine Hasan Can rüyâyı o şekilde tâbir ettiğine çok üzüldü ve pişmanlık duydu

Çok geçmeden Muhammed Bedahşî´nin ölüm döşeğinde Şam´ın ileri gelen lerini toplayıp; Yavuz Sultan Selîm Hanın Allahü teâlâ katında övül- müş oldu ğunu haber vererek, Arab diyârının fethiyle Hak teâlâ katın dan vazîfelendirildi ğini, bilcümle evliyânın onun yardımcısı olduğunu bil dirdi Orada hazır olanlara ve olmayanlara, Sultânın emirlerine saygılı olma- larını tavsiye etmiş ve ayrıca; "Harameyn-i muhteremeyne (Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye) hizmetleri ile başlara tâc olan Sultâna benden duâ ve selâmlarımı ve muhabbet lerimi iletirken, dünyâ dan da sefer ettiğimi bildirin" diye vasiyette bulunmuştu Şam vâlisi der hal durumu Sultanın kapısına duyurdu

Bu sırada Sultânın yanında hocası Halîmî Çelebi Efendi ile Hasan Can bu lunuyordu Sultan hocasına dönerek; "Şöyle bir rüyâ görmüştüm Hasan Can da böyle yorumlamıştı Çoğunlukla rüyânın gerçekleşmesi tâbirin şekline bağlıdır Şimdi o velî zât, vefât etmiştir Böyle olması tâ birden ileri gelmiştir Siz hakem olun Bu yönden cezâlandırılmaya hak kazanmadı mı? Bu şekilde tâbirin cezâsı dayak değil mi?" dedi Halîmî Efendi ise Hasan Can´a bakıp; "Senden böyle acemi davranış bekle mezdim Atılganlık etmişsin" deyince, Hasan Can utan cından başını öne eğip dedi ki: "Vefât günü ile rüyânın görüldüğü târih tesbit edilsin Eğer rüyâ daha önce ise fermân devletlü Pâdişâhımındır Eğer iş aksi ise, gerçek budur ki, cezâsı câize, hediye ihsânıdır" Halîmî Efendi bu sözleri doğru bulup, dedi ki: "Hasan Can kulunuzun görüşü akla uygundur Ger çekte de değerli katınızda hoş karşılanmalıdır" Başlara tâc olan Pâdişâh bundan sonra Şam´dan gelen mektubu gösterdi Gördüğü rüyânın, Muhammed Bedahşî´nin ve fât ettiği geceye rastladığı meydana çıkınca, Hasan Can´a kıymetli bir hil´at, el bise ile, tam ayar iki yüz dînâr altın ih sân buyurdu Bunca lütfu Muhammed Bedahşî´nin kerâmeti eseri bilen Hasan Can, şeyhin azîz rûhuna duâlar eyledi

Hasan Can, Yavuz Sultan Selîm´in vefâtını şöyle anlatmaktadır: "Sul- tan-ı Arab ve Acem, 1520 Şâbân ayında eski saltanat merkezi Edir ne´ye gitmeyi ka rarlaştırıp, vezirler ve dîvân erkânını önceden, ordu-yı hümâ- yûna lâzım olan pekçok ağırlıklar ve hazîne-i âmire ile yola çıkar dılar Ferhad Paşayı, berâber gitmek üzere alıkoydular Hareketten ev vel, bir gün oturdukları köşkten çıkıp, sarayın eteğindeki bahçeye yürü yerek in- diler Gezintileri sırasında bir yokuşa çıkarken, ol dîn-i İslâmın koruyu- cusu, sırtlarında hissettikleri bir acıdan rahatsız olup, bu zavallı hizmetçi- lerine hitâb ederek; "Arkama gûyâ bir diken batıp acı tır" buyur dular Bu hakîr dahî: "Herhâlde bahçedeki ağaçlardan düşüp gömleğe takılmış ol- malı Ferman buyurulursa görülsün" dedim Buyurdular ki: "Câiz dir" O anda iskemleci, taşımakta olduğu yaldızlı kürsüyü getirdi Selîm Hân da, kürsü üzerine oturdu Mübârek yakalarından elimi sokup her ne kadar a- raştır dımsa da, bir şey bulamadım Mübârek arkaları gâ yet kıllı olduğu i- çin, elimi sürmekle bir şey hissedemedim Ayağa kalkıp bir miktar gittik- ten sonra, acıdan şikâyetlerini tekrarladılar Bu kere düğ melerini açıp baktım Kılların arasından birdenbire gördüm ki, bir kıl başı kadar yer a- ğarıp, etrâfı kırmızı olmuş Üzerine dokununca; "İşte oldur" dediler "Ne makûle nesnedir?" diye suâl buyurdukta, beyân ettim Bu yurdular ki: "Bir parça sık!" Ben dahî şehâdet ve orta parmakla rımla ke narından yokla- dım Parmaklarımın arası sertleşmiş büyük bir gudde ile doldu İrâdemi kaybedip; "Saâdetlû Pâdişâhım, bu büyük bir çıbandır Henüz hamdır, ol- madıkça zedelemek câiz değildir Bir münâsip merhem koymak ge rektir" dedim

Meğer bu hâdiseden üç gün önce, bu bendelerinin, çıban eleminden rahatsız olup arka arkaya üç gün kendilerine hizmet şerefinden mahrum olduğum hâtır-ı şerîflerinde kalmış imiş Bu sözlerime karşı latîfe olmak üzere: "Biz çelebi de ğiliz ki, bir küçük çıbandan ötürü cerrahlara mürâ caat edelim" dediler Bu hâlle Kasr-ı saâdete çıktılar Ol geceyi acı ve ıstırap ile geçirdiler Ertesi gün çıbanın olgunlaşması için hamama gitti ler Bu bendelerinin hazır bulunmadığını fırsat bilip, kendi tellâkları olan Hasan adındaki hizmetçilerine iyice sıktırıp, çıbanı zedelemişler Ha mamdan geldikte ayaklarına kapandım "Hasan Can, sözünle amel et medik amma, kendimizi helâk ettik" buyurdular Mâcerâyı etraflıca an la tınca, aklım başımdan gitti Zaman geçtikçe ol sert madde azıtıp, taştıkça taştı Pâdişâh, Edirne´ye gitmeye karar verdiğinden, geri bırakılmayıp, Şâbân ayının ikinci günü Edirne´ye doğru yola çıktılar Hastalığı gitgide şiddetlendi, ilaç ka bûl etmez bir hâl aldı Çorlu yakınında Sırt köyü deni len yere inildi Buraya in diklerinde, çıban öyle bir hâl aldı ki, akıntısını vücûdundan def etmeye Sultânın iktidârı kalmadı Çâresiz, o yerde ikâ met ve karar ihtiyar buyuruldu Ve daha önce Edirne´ye varan erkândan Vezîr-i âzam Pîrî Paşa ve Mustafa Paşa ve Bey lerbeyi Ahmed Paşa, ordu-yı hümâyûna dâvet olundular Bunlar gelince askerin içine bir şüphe düşmesin diye, işlerin îcâbına göre dîvân toplanıp, mansıplar da ğıttılar ve terfi-i merâtib eylediler ve neş´eli görünerek, gizli kederlerini belli et mediler Ve iki ay müddet, acılar içinde vakit geçirdiler

Bu sırada asker arasında binbir türlü haber şâyi´ olup, yersiz birtakım hare ketler olacağı alâmetleri belirince, vezîrler bana haber gönderip, Sultan için na sıl bir çâre gerektiği sorulunca, ben de; askerin mübârek yüzlerini görmeye has ret kaldıklarını kendilerine arz edip, yalvarıp, yaka rarak otağ-ı hümâyûnun önüne çıkmalarını sağladım Orada bir miktâr vekar içinde durup yüzünü gös terdikten ve sipâhilerin hatırlarına düşen tereddüdü izâle ettikten sonra, geri dö nerek yerlerine avdet buyurdular Ve Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşayı, sır saklamaya iktidârı olmadığı için Edirne muhâfızlığı behânesiyle o tarafa yolla dılar Çıbana hiçbir ilâç ve ihtimâm kâr etmediğinden, aynı sene Şevvâlin doku zuncu gecesinde rû hunu teslim edip, bu elemli dünyâdan Cennet bahçelerine doğru uçup gittiler

Hastalığı sırasında ona hizmet etmek şerefinden bir an mahrûm ol madım Geceleri sabahlara kadar, mum gibi için için yanarak karşılarında dururdum Bir hizmeti olmadığı zaman, emr-i âlileri ile döşekleri yanında otururdum Kâh mü bârek elleri elimde, kâh asîl ayakları dizimde idi Cer rahlar ilâca giriştikleri sı rada, kâh omuzuma dayanır, kâh cerrahların yap- tıklarına bakmaya memur eder, ancak bana îtimâd buyururlardı

Vefâtında Kur´ân-ı kerîm okumak ve Kelime-i şehâdeti telkinde bu lunmak vazîfesini yalnız ben gördüm Son nefesine kadar bir an yanın dan ayrılmadım Hattâ son nefesini vereceği sırada, bu hakîre hitâb edip buyurdular ki: "Hasan Can, bu ne hâldir?" Ben hizmetçileri dahî dedim ki: "Sultânım, Allahü teâlâ ile olacak zamandır" Buyurdular ki: "Bizi bunca zamandan beri kimin ile bilirdin? Cenâb-ı Hakk´a teveccühümüzde kusûr mu gördün?" Ben dahî dedim ki: "Hâşâ ki, bir zaman Allahü teâlânın adını anmayı unuttuğunuzu görmüş olam Lâkin bu zaman başka za manlara benzemediği için, ihtiyâten söylemeye cesâret eyle dim"

Kısa bir an geçtikten sonra; "Yâsîn sûresini oku!" diye fermân buyur dular Emr-i hümâyûnları gereğince, Yâsîn sûresini hatmettim Benimle berâber oku dular İkinci defâ okurken; "Selâmün kavlen min Rabbirra- hîm" âyetine geldiğim zaman gördüm ki, mübârek dudakları bu âyet-i kerîmeyi okuyarak hareket eder ve o anda, önce sağ şehâdet parmağını kaldırıp diğer mübârek parmaklarını sı kıp temiz rûhunu teslim etti

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Eli elimdeydi Mübârek bileğini tutmuş, nabzını dinliyordum Nabzın dur duğunu hissedince, o anda lâzım olan hizmetleri yerine getirmek üze- re ayağa kalktım Hekimbaşı Ahî Çelebi oradaydı Benim yaptığıma bakı- yordu Ayağa kalktığımı görünce: "Henüz hayat bâkidir Ne için ayağa kalkarsınız?" diye beni oturtmaya kalkınca; "Bu eşiğe alnımı koy duğum andan bu âna kadar velî nîme timin hizmetinden bir lahza yüz çe virme- mişim Bu sıralarda yapılacak iş budur Tabîblik etmenin zamânı geçti ve asıl cevher kaybolup gitti" dedim Gerekli hizmetleri yerine ge tirdim"

Kânûnî Sultan Süleymân döneminde Enderunda çeşitli dersler veren Hasan Can, H974 senesinde Bursa´da vefât etti Kabri, Çelebi Sultan Mehmed türbesi önündedir

Yirmi ikinci Omanlı şeyhülislâmı, ulemânın kutbu ve velî Hoca Sâ- deddîn Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh), Şehzâde Murâd tahta çık*mak üzere Manisa´ dan İstanbul´a gelirken, berâberinde idi O zaman Sultan Murâd´ın özengi ağası olan Tiryâkî Gâzi Hasan Paşanın nakletti ğine gö- re, şehzâde yolculuk sırasında yanında göremediği Hoca Efendiyi sordu Yanındakiler onun bindiği atın ham olması dolayısıyla biraz geride kal- dığını söylediler Bunun üzerine Sultan Murâd derhal kendi yedek at larından birini altın işlemeli eğer ve süslü takım larla donatarak ona gön derdi ve yetişinceye kadar bekledi" Sâdeddîn Efendiye bundan sonra Hâce-i sultânî (sultan hocası) ve Reîs-ül-ulemâ ünvânları verildi Devletin iç ve dış siyâsetine yardımcı oldu

Üçüncü Mehmed Han tahta çıktığı zaman (1595) kendi hocası olan Nevâlî Efendi, vefât etmiş bulunuyordu Böylece pâdişâh hocalığı ma*kâ- mı yine Sâdeddîn Efendide kaldı İki sultâna hocalık yaptığı için kendi sine Câmiü´r-riyâseteyn denildi Aynı ünvânı şeyhülislâmlar arasında bir de, Erzurumlu Seyyid Hacı Feyzullah Efendi almıştır

Bu sırada Osmanlı Devleti Avusturya ile harp hâlinde bulunuyordu 1595 senesinde başlayan savaşlarda iki taraf da ağır kayıplar vermişti Estergon, İbrail ve Kili kaleleri düşman eline düşmüştü Bu sebeple Sul tan Üçüncü Mehmed Han, hocası Sâdeddîn Efendinin tavsiyesiyle bizzât Avusturya seferine çıktı Kânûnî Sultan Süleymân Hânın vefâtından 30 yıl geçtiği hâlde, hiçbir pâdişâh ordusuna bizzât başkomutanlık etme mişti 21 Haziran 1596 târihinde yanında Hoca Sâdeddîn Efendi de ol duğu hâlde, 100000 kişilik bir ordu ile İstanbul´dan hareket eden Sultan Üçüncü Mehmed, Ösek kalesine ulaştı Rumeli Beylerbeyi Sokulluzâde Hasan Paşa ile, Kırım kuvvetleri de Ösek kalesi önünde, Sultan ile bir leştiler Ösek´de bir dîvân toplandı Dîvânda bâzı vezirler, Tuna vâdisin den ilerleyip Viyana´yı muhâsara etme teklifinde bulundular Hoca Sâ- deddîn Efendi; "Bu doğru bir düşünce değildir Viyana merhum Kâ nûnî zamânında da kuşatıldı Fakat düşman Almanya içlerine çekilip gitti Bi- zimle karşılaşmadı Viyana´yı almak da mümkün olmadı Şimdi Viya na´ya gittiğinizde düşman yine memleke tin içine çekilerek, bizimle karşı laşma- yacaktır Biz Viyana´yı kuşatırken, onun müttefikleri bizi arkamız dan çevi- rerek çekilme yolumuzu kapatacaklardır Müş kül durumlara düşmemiz mümkündür Bu yüzden ben, Viyana´yı değil, Tisa Nehrinden Eğri kalesi- ne gidilmesini ve buranın zaptını teklif ederim Eğri kalesi alı nırsa Avus- turya ile Romanya´nın yardım yolları elimize geçecek, birbirin den ayrılan ve yardım alamayan düşmanları, birer birer dize getirmek mümkün ola caktır" dedi

Hoca Sâdeddîn Efendinin fikirlerine çok güvenen Sultan, bu fikri der hal ka bûl etti Eğri kalesi, 20 gün süren muhâsaradan sonra zabt edildi Kale muhâfa zasına Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşayı bırakan Sultan, ordusuyla Haçova denilen yere geldi Osmanlı Ordusu Haçova´ya geldiği zaman, burada İmparatorun kardeşi Arşidük Maksimilyan´ın kuv vetleriyle karşılaştı Alman, Macar ve diğer devlet ve milletlerden toplan mış büyük bir ordu vardı

Ordu, Haçova´ya vardığı zaman, düşmana karşı nasıl hareket edile ceğini gö rüşmek maksadı ile bir dîvân toplandı Hocasının isteğiyle sa vaşa çıkan Sultan, araba sarsıntısından ve yolun meşakkatlerinden çok rahatsız oldu Sultan topla nan dîvânda resmen, sadrâzamı bırakıp, İs tanbul´a dönmek istediğini açıkladı Bâzı vezirler de Sultânı desteklediler Bu duruma şiddetle karşı çıkan Hoca Sâdeddîn Efendi; "Şevketlü sultâ nımızın savaş zorluklarından rahatsız olduğunu biliriz Unutmamalı ki, savaşın zorluklarından biz ve bütün ordu rahatsızdır Sa vaşın meşak katlerine katlanmadan zafer kazanmak nerede görülmüştür Bu iş vezir lerin işi değildir Bir kale fethetmekle dâvâya halledilmiş nazarı ile bak mak, kalenin imdâdına gelen küffârın başını ezmeden geri dönmek, yıla nın kuy ruğuna basıp önünden kaçmak demektir Kur´ân-ı kerîmde meâlen; "Düşmanla rınız aman dileyip silahlarını terkedinceye kadar on larla savaşınız Düşmana sırtınızı çevirmeyiniz" buyrulur Düşman aman dilememiş, silâhını terk etme miştir Düşmanla karşılaşmadan ona sırtı mızı çevirirsek yarın hesâp gününde Allahü teâlânın huzûruna ne yüzle çıkarız Bir Osmanlı sultânının bir sebeb ol madan ve düşmanı imhâ et meden, gazâ meydanını terk etmesi, şimdiye kadar görülmemiştir Ecdâ dımızın ruhları bizi ayıplar Din düşmanları ile savaşmak muhakkak lâ*zımdır Dîni ve devleti müdâfaa etmek, onun şânını ve şerefini göklerden ayaklar altına düşürmemek için savaşmak üzerimize farzdır Bu uğurda can verinceye kadar hepimizin savaşması, sultânın değil, Allahü teâlânın emridir Zâten biz onları yok etmezsek, onlar bizim üzerimize gelip bizi yok edecekler" diyerek Sultânın dönmesine mâni oldu

Ertesi sabah iki tarafın kuvvetleri harp vaziyeti alıp birbirine yanaştı Os manlı ordusunun merkezinde sultan vardı Başının üzerinde sancak dalgalanı yordu Sultânın sağında vezirler, solunda kadıaskerler ile Hoca Sâdeddîn Efendi bulunmakta idi Sol kolda Anadolu, Karaman, Halep, Maraş Eyâletleri beyler beyleri, sağ kolda Rumeli ve Temeşvâr beyler beylerinin kuvvetleri vardı

Muhârebenin başlamasıyla birlikte düşman birlikleri Pâdişâhın bulun duğu merkez kısma saldırdılar Pâdişâh, otağına çekilerek, sırtına Pey gamber efendi mizin hırka-i şerîfini giyip, eline mızrağını aldı Sağ koldaki Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşanın kuvvetleri dağıldı Böylece düşman kuvveti ordunun içine daldı Yağmaya başladı Düşman, Türk cephâne sandıklarının üzerine çıkmıştı Vazi yet tehlikeli bir hâl almıştı Bu durumu bizzat seyreden Sultan Mehmed Hân, yanında bulunan Hoca Sâdeddîn Efendiye; "Efendi şimdiden sonra ne yapma mız gerek?" diye sorunca, metânetini kaybetmeyen Hoca Efendi; "Sultânım lâ zım olan, yerinizde sebat ve karar etmektir Cengin hâli budur Ecdâdınız zamâ nında olan muhârebeler çoğunlukla böyle vâki olmuştur Resûlullah efendimizin mû cizeleri ile inşâü teâlâ fırsat ve nusret ehl-i İslâmındır Hatırınızı hoş tutun" dedi

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Artık panik başlamış ve düşman kuvvetleri çadırlar arasına kadar girmiş, ordugâhı zaptetmişti Düşmanın böyle çadırlar arasına girdiğini gören seyis, aşçı, deveci, katırcı, karakollukçu denilen hizmetçi grubu, bu çadırları zapteden düşman üzerine kazma, kürek, balta ve odun gibi şeylerle hücuma geçerken, aynı zamanda, "Düşman kaçıyor" diye bağı rarak, askerleri geri döndürmeyi ba şardılar Bu sırada ön kol kumandanı Çağalazâde de, gizlendiği pusudan çıkarak süvârileriyle hücuma geçti Osmanlı ordusunun sağ kolunu bozmuş olan yirmi bin düşmanı, batak lıklara sokarak imhâ etti Bu hengâmede, Sultan Üçüncü Mehmed Hân dimdik atının üzerinde, Hoca Efendiyi de onun yanı başında atı nın gem lerini tutmuş gören akıncılar ve Kırım atlıları, zaferi kazandığını sanan düşmana korkunç bir darbe indirdiler Düşmanın elli bin kadarı öldürüldü Böylece kaybedilmiş sayılan Haçova savaşı büyük bir zaferle netîce lendi On bin duka altın ile berâber, Alman toplarının büyük bir çoğunluğu ele geçti

Târihçi Hammer bu savaş için; "Hoca Sâdeddîn´in cesâret ve tesiriyle kaza nılan Haçova savaşı, Mohaç ve Çaldıran savaşı ile mukâyese edilen parlak za ferdir" demektedir

Hoca Sâdeddîn Efendi, Eğri seferinden dönüşünden sonra kendisini daha çok ilme ve eğitim işlerine verdi Devrinde bütün ulemânın âdetâ "Kutbu" hâ line geldi

Sultan Üçüncü Mehmed Hân, Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed E- fendinin vefâtı üzerine 1598 senesinde, Sâdeddîn Efendiyi şeyhülis*lâmlık makâmına ge tirdi Hoca Sâdeddîn Efendi bir yıl sekiz ay şeyhü lislâmlık yaptı Bu sırada müslüman halkın işlerini hiç ihmâl etmedi ve hakkıyla yerine getirdi Gerekli fetvâları hazırlamakta büyük mahâret gösterdi Her Cumâ müslümanların dertle rini dinlerdi Herkesin lisânına göre, Türkçe, Farsça ve Arabça verdiği cevap larla halkı memnûn ederdi Bu çalışma ve hareketleriyle halk arasında, hocası Ebüssü´ûd Efendiyi hatırlattığı söylenirdi Devrin şâirlerinden Câmi Çelebi onu şöyle medheder:



Bu yakınlarda cihâna, iki müftî geldi,

Tuttu âlemi, her birisinin fazlü edebi

"Kimdir?" diye suâl eylersen onları sen,

Birisi "Hoca Çelebi", biri "Hoca Efendi"



Devrin ârifleri, hocası Ebüssü´ûd Efendi ile Hoca Sâdeddîn Efendiyi bir ayar tutarlardı Ebüssü´ûd hazretleri de gençliğinde "Hoca Çelebi" namıyla meş hûrdu

Hoca Sâdeddîn Efendinin diğer kardeşleri de kendisi gibi âlim idi Hoca Efendinin vâlidesine; "Senin çocukların bu şerefe ne ile kavuştu?" diye soruldu ğunda vâlidesi: "Ben hiç birisini abdestsiz emzirmedim Hepsinin akîkasını kestim Ayrıca her Cumâ günü, her biri adına bir koç kesip fakirlere sadaka da ğıtırdım" demiştir

1599 senesinde merhum Üçüncü Murâd Hanın vefâtının dördüncü yılı dola yısıyla Ayasofya Câmii şerîfinde hatim ve mevlid duâsı okuna*caktı Hoca Sâdeddîn Efendi câmiye gitmek üzere evinde abdest taze lerken fenâlaştı Öyle olduğu halde câmiye gitti Duâ biterken rûhunu teslim etti

Harput´ta yetişen meşhur velîlerden İmâm Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) H1274´de Erzurum´da doğdu Kars´ta üçüncü tabur imâmlığı yap- ması sebebiyle İmâm Efendi lakabıyla tanındı Asıl ismi, Osman Bed- reddîn´dir Babası Seyyid Selman Sükûtî´dir Küçüklüğünde babası nın eğitim ve terbiyesi altında kıymetli bir cevher ve edeb timsâli olarak yetiş- ti Dokuz yaşında Kur´ân-ı kerîmi ezber lemekle şereflendi Sonra Erzu- rum medreselerinde; sarf, nahiv dersleri alarak Arabî öğrenmeye başla- dı Kısa zamanda akranı arasında seçkin ve sevilen bir talebe oldu Arabî´de âlet ilimlerini öğrendikten sonra; tefsîr, hadîs ve fıkıh gibi ilim lerde temel metinleri okudu Hucurât sûresinin tefsîrini okuyunca, orada buyrulduğu üzere yaptığı amellerin bilmeyerek işleyeceği hatâlar sebe biyle si*linmesinden, boşa gitmesinden korkarak çok az konuşmaya baş ladı Bu sessiz liği üzerine hocaları ve arkadaşları kendisine; "Sessizce Hâfız Osman Bedreddîn" dediler Üstün hâlleri, kâbiliyeti ve meseleleri kavrayışı, etrâfında kilerin dikkatini çekiyor ve çok seviliyordu


Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Hocalarından Mehmed Tâhir Efendi bir gün ona; "Molla Hâfız! Bütün bil diklerimi sana öğrettim Ayrıca bilmediklerimi de öğrendim Şöyle ki, bilme diklerimi sana öğretmek için önce çalışıp öğrenmeye mecbûr kal dım Bundan ötesine gidemiyorum Artık senin, ilmi benden daha fazla bir hocanın dersine devâm etmen gerekiyor Bu günden îtibâren ders ve remeyeceğim" dedi

Bunun üzerine İmâm Efendi; "Dertliyim derdim derin, derdime der man için sana geldim yâ Muîn" diyerek, Allahü teâlâya duâ etti ve med reseden ayrıldı İlimde daha yüksek bir müderris arıyordu Aslında zâhirî ilimlerde yetişmiş, bâtınî, tasavvuf ilminde yetiştirecek bir rehber arı yordu Onun bu arayışı sıra sında Buhârâ´dan bir büyük âlim onu yetiş tirmek için gelmek üzereydi Şöyle ki; Buhârâ´daki Câmi-i kebîrde halka vâz ve nasîhat eden Seyyid Ahmed Merâmî, âni olarak ve habersizce Buhârâ´dan ayrılıp Erzurum´a gitmek üzere yola çıktı Sevenleri bunun farkına varınca çok üzüldü Fakat bu işin mânevî bir işâretle olduğunu anlayanlar halkı tesellî ettiler

Uzun, ince boylu, beyaz sakallı ve mübârek bir zât olan Seyyid Ah- med Merâmî, Erzurum´a varınca, Hasankale´nin Bevelkâsım köyüne gidip, bu köyün imamlık vazîfesini üzerine aldı Hoş sohbetiyle çok sevi lip, sayıldı İlmi ve şöh reti kısa zamanda bütün çevreye yayıldı Bu arada yana yana kendisine rehberlik edecek bir hoca arayan İmâm Efendi, o zâtın ismini ve medhini duyunca, huzû runa kavuşmak için derhâl yola çıktı Bevelkâsım köyüne varınca, aradığı zâtı bir namaz vaktinde câ mide buldu O, câmiye girer girmez, Seyyid Ahmed Merâmî bu gencin, kendisine yetiştirmesi için işâret edilen genç olduğunu an ladı Namazdan sonra; "Merhaba, hoşgeldin Hâfız Osman Bedreddîn!" dedi Bunun üze rine Osman Bedreddîn hazretleri birdenbire ürpererek, hayretler içinde yaklaşıp elini öptü Sonra kendisinden ders almak istediğini arzetti Bu arzusuna; "Buhârâ´dan kalkıp buraya kadar geliriz de senin gibi ilim iste yen bir talebeye ders vermez miyiz?" cevâbını verdi Sonra onu yanına alıp evine gö türdü Eve varınca, Osman Bedreddîn´in ilimdeki derecesini anlamak için bir kaç ibâre Arapça metin ve hadîs-i şerîf okuyup bunların mânâsını sordu Aldığı fevkalâde cevaplar üzerine çok memnun olup, onu ve yetiştiren hocasını medhetti Sonra şöyle buyurdu: "Şunu bilesin ki, ilmin uçsuz bucaksız yolu, ne tîcede insanı Hakk´a ulaştırır İlmin muh- telif sahneleri ve safhaları vardır İlmin çeşidi çoktur Bizim sana ve receğimiz ilim, tasavvuf ilmidir Meâlen; "Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir" (Tevbe sûresi: 40) buyrulan âyet-i kerîmenin tefsîrine göre hâlık ile mahlûk arasında kavuşturucu bir râbıta vardır Bundaki mânâ ve hikmet; kul, Hâlık´ını unutmazsa bitmez tükenmez nîmetlere kavuşur Bu mânâ- nın tekâmül (gelişmesi) ve tesânüdü (dayanağı) ise, huzûrdur Hu zûr, Allahü teâlâyı hiç unutmamak demektir" Hâfız Osman Bedreddîn´in bun- ları büyük bir dikkat ve şevkle dinlediğini gören o zât, onun istek ve mey- lini iyice anladı Bundan sonra ders alacağı günleri tesbit etmek is tedi İmâm Efendi her gün gelip ders almayı arzû ve teklif edince, her gün ge- lip ders alması karar laştırıldı Sonra Erzurum´a döndü Her gün Erzurum´dan Bevelkâsım köyüne gi dip ders alıyor sonra dönüyordu Şöyle ki, Erzurum ile Alvar köyü arası üç saat lik mesafe idi Gece yarısı kalkıp yola düşer, sabah namazını Alvar köyünde kıldıktan sonra Bevelkâsım köyüne gider ders alırdı Yaz, kış, tipi, fırtına, yağ mur ve kar demeden her gün muntazaman derse devâm etti Feyz ve ilham al dığı bu hocasının derslerine devâmı yıllarca sürdü Erzurum ile Bevelkâsım köyü arası ona hiç mesâbesinde idi Bu yolda karşılaştığı meşakkatlere ve zah metlere hiç aldırmıyordu

Bir kış günü yine bu yolda giderken, Nebiçayı dolaylarında âniden şiddetli bir tipiye tutuldu Son derece bunalıp, çâresiz kaldı Tipi gittikçe şiddetleniyor, bir adım ilerisi görülmüyordu İmâm Efendi hazretleri bu dehşet verici durum karşısında, Allahü teâlâya sığınarak yere diz çöküp oturdu Annesinin kendisine ninni yerine okuyarak büyüttüğü şu ilâhîyi yavaş bir sesle tevekkül içinde oku maya başladı:



Hak şerleri hayreyler,

Zannetme ki gayreyler,

Ârif ânı seyreyler,

Mevlâ görelim n´eyler,

N´eylerse güzel eyler



Çâresiz bir hâlde şiddetli tipi arasında oturmakta iken, âniden karşı sına be yaz at üzerinde nûr yüzlü bir genç çıktı Selâm verdikten sonra terkisine bin dirdi Sonra; "Yolcu kardeş çok üşümüşsün" dedi Meşin bir kırbadan, su kabın dan şerbet içirdi "Dağarcığımızda nasîbiniz ne varsa ondan da arzû ettiğiniz ka dar yiyiniz" diyerek dağarcığı uzattı Hâfız Os man Bedreddîn dağarcığı tutup içinden bir hurma aldı Kendisine yar dımcı olan beyaz atlı, Hızır aleyhisselâm idi Bu kanâatkâr hâlini görüp, sırtını okşayarak; "Nasîbin açık olsun Feyzin be reketli olsun Sana gelen misâfirler senin gibi kanâatkâr olsun Sofran mübârek olsun Hocana selâm söyle!" dedi ve gözden kayboldu

İmâm Efendi ise, kendini hocasının kapısı önünde buldu Tipi hâlen ortalığı kasıp kavurmaktaydı Bu sırada hocası Seyyid Ahmed Merâmî onu düşünüp duâ ediyordu Âniden kapı çalındı Hocası onu karşısında görünce Allahü teâlâya çok şükretti Hocası hâlinden ve başından ge çenlerin farkındaydı Sorup anlat tırdıktan sonra, bunu gizlemesini söy ledi Sonra da; "Şunu bilesin ki, ilm-i zâhir ile ilm-i bâtın birleşerek âid ol duğu kalbde merkezleşti Allahü teâlâya hamd ve senâ olsun, size de mübârek olsun Benim vazîfem burada tamam oldu Ben ir şâda memûr değilim Sizi bu güne kadar yetiştirmekle, tasavvufî ahkâmı size bildir mekle vazîfeliydim Biz memleketi, memlekettekiler de bizi arzûluyor Vâ ris-i enbiyâ meşârık-ı evliyâ (Peygamberlerin vârisi ve velîler güneşi), olarak bir mürşîd-i kâmil aramaya hak ve selâhiyet kazandınız Cenâb-ı Hak hayırlısıyla muvaffak buyursun" dedi ve derslerine son verdi

İmâm Efendi hocasından ayrıldıktan sonra hayâtında yeni ve bam başka bir safha başlatacak olan bir mürşîd-i kâmil aramaya başladı Bu arayışı sırasında içindeki aşkın aleviyle yanıp tütüyor ve yalnız kaldıkça ağlayarak Allahü teâlâya yalvarıyor, içli göz yaşları döküyordu Annesi çevrenin bir takım sözleri sebebiyle onun hâlinden endişe ediyordu Ko casına bu durumu anlatınca; "Oğ lumuz, Allahü teâlânın ve Resûlullah´ın aşkıyla yanıyor Bırak ağlasın Böyle bir evlâdımız olduğu için iftihâr et Kendini üzme Osman, selâmet ve seâdet üzere dir Allahü teâlâ onu mu râdına erdirsin" dedi

İmâm Efendi, kendisine rehberlik edecek âlim bir zât aradığı sırada yirmi yedi yaşındaydı Bu sıralarda Erzurum, Rusların hücûmuna uğradı 8 Kasım 1877´de vukû bulan bu savaş, târihte Doksanüç Harbi adıyla bi linir Azîziye tabyalarının düşmesi üzerine Erzurum halkı yediden yet mişe silâhlanıp, düş mana karşı kahramanca bir müdâfaa yapma hazırlığı içindeydi 8 Kasım 1877 gecesi Erzurum mahallelerinde gümbür gümbür davullar çalınarak halk cihâd için uyandırıldı Tanyeri ağarmadan önce halk kalkıp, balta, tahra, dehre, sopa ne bulduysa eline alıp hazırlandı Tanyeri ağarırken, Ayaz Paşa Câmii şerîfi mi nâresinden sabah ezânı okunmaya başladı Bu ezânı İmâm Efendi okuyordu Ezân, ihlâs ve sa dâkatle öyle okunuyordu ki, Erzurum´un dağı-taşı, deresi, te pesi, ya maçları, ağaçları sanki dile gelmiş, ezânı tekrar ediyordu Ezân sesi dalga dalga yayılıp, ufukları aşıyordu Bu ezân halka bambaşka bir şevk ve ce sâret vermişti Okuyanda bir başka hâl vardı Bu arada mehter de çalınmaya başladı Erzurum halkı büyük bir heyecan ve cesâretle Allah Allah nidâlarıyla, Azîziye tabyalarını işgâl etmiş olan Moskofların üzerine hücûm etti İlk hü cûmda Moskof dağılmaya başladı Erzurumlu miralay Bahri Bey, halkı gazâya teşvik için haykırıyor; "Urun kardaşlarım, da daşlarım urun!" diyordu Erzurum halkı bir çırpıda Azîziye tabyalarını Ruslardan boşalttılar

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Gâzi Ahmed Muhtar Paşa, halkı bu derece heyecana getiren ezân-ı Mu hammedî´yi kimin okuduğunu öğrenmek istedi Bulunması için yâver lerine em retti Etrâfa dağılan yâverler ve çavuşlar ezânı okuyan zâtı ara yıp buldular Bu zât, Erzurum´un Abdurrahmân Ağa mahallesinden Hoca Selman Sükûtî Efendi nin oğlu Hâfız Osman Bedreddîn (İmâm Efendi) idi Bu husus Gâzi Ahmed Muhtar Paşaya arzedilirken, orada bulunan cephe kumandanı Kurt İsmâil Paşa onun ismini duyar duymaz ileri çıkıp heye canla Paşanın yanına yaklaştı ve şöyle dedi: "Paşam, ezânı okuyan zâtı tanıdım Erzurumlu miralay Bahri Beyin ku mandasında, heybetli, vakarlı, temkinli hareketleriyle ve bilhassa düşmana taşla hücumu dikkatimi çekmişti Elinde silâh yoktu Düşmanı taşla kovalıyordu At tığı taş mut laka hedefine ulaşıyor ve bir düşman askerini öldürüyordu Onun taş at ması, düşmanı bir bir yıkması şaşılacak bir hâldi Çok dikkatle seyredi*yordum Bu zâtta mânevî bir hâl var diye düşünüyordum Bu sırada kula ğıma gazâya ka tılan iki Erzurumlu kadının konuşmaları geldi Nene Abla adında bir kadın; "Hadîce bacı, bak görüyor musun? Selman Efendinin oğlu Hâfız Osman Bedreddîn Efendi düşmana taş atarken ikinci bir taşı atmak için yere eğilip al masına lüzum kalmıyor! Taş kendiliğinden eline yükseliyor o da atıyor" di yordu Bu sözü duyunca daha dikkatli baktım Söylenen gerçekten doğruydu; hâdiseyi gözümle gördüm O, yere eğil meden taş eline geliyor, alıp atınca bir düşmanı yıkıyordu Bu kahrama nın velî bir zât olduğunu anladım ve kerâmetini gözlerimle gördüm"

Gâzi Ahmed Muhtar Paşa bu sözleri dinledikten sonra sevinç ve he yecanla; "Bre paşa kardaş niçün demezsiniz ki bu cenkde üçler, yediler, kırklar, erenler bizimle berâberlermiş Elhamdülillah bu, Rabbimin bize bir ihsânıdır" dedi Bunun üzerine Kurt İsmâil Paşa şöyle ilâve etti: "Şu anda o, şehîd düşen ku mandanı kahraman miralay Bahri Beyin başında dır" dedi Bundan sonra daha çok tanınıp sevilen İmâm Efendi hazretleri yirmi sekizinci alayın üçüncü taburu imâmlığına tâyin edildi ve artık "İmâm Efendi" diye tanındı

Bu vazîfede iken evliyânın büyüklerinden Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretle rinin oğlu ve halîfesi Seyyid Ubeydullah ile Seyyid Tâhâ-i Hak*kârî hazretlerinin halîfelerinden Kufrevî Şeyh Muhammed ve Gümüşhâ neli Anmed Ziyâeddîn ve Erzincanlı Terzi Baba lakabıyla meşhûr Şeyh Hayyât´ın talebelerinden Hacı Fehmi efendiler ile sohbet etti 1882´de va zîfeli olduğu tabur Palu´ya taşındı Bu rada asıl hocasına kavuştu Bu mübârek zât Mahmûd Sâminî idi Daha İmâm Efendi gelmeden önce, onun hâllerini kapalı olarak talebelerine bildirdi Zaman zaman işâretler vererek; "Mâş dokuz yaşında hâfız ve fakih olmak her ku lun kârı değildir" derdi Yine bir gün; "Fesübhân, ilme olan gayreti hocala rını çalışmaya mecbûr ediyor" Aradan bir müddet geçince onun hakkında yine şöyle buyurmuştur: "Hikmet-i Hüdâ onu okutmaya Buhârâ´dan âlim, fâdıl ve mutasavvıf bir hoca memur edildi Allah Allah, bu ne saâdet bu ne bahtiyârlıktır ki, Hızır aleyhisselâmın kırbasından şerbete, dağarcı ğından lokmaya kavuşmak Moskof´un kafasına taşla darbe vurmak" Talebeleri hayretle dinledikleri bu sözlerde kime işâret edildiğini merak ediyorlardı Fakat açıklamıyor, sâdece işâ ret veriyordu

Mahmûd Sâminî hazretleri bu işâretleriyle, birgün kendi sohbetine kavuşa cak olan İmâm Efendinin hayâtını ve başından geçen önemli hâ diseleri safha safha anlatıyor ve onun gelmesini bekliyordu O günlerde İmâm Efendi bir rüyâ gördü Rüyâsında hiç tanımadığı bir zât şöyle dedi: "Hâfız kurban! Ben seni bekliyorum Sen de bizi arıyorsun Sana veril mesi gereken emânetin altında kudret ve kuvvetim azaldı Gözüm yolda dır Bu kadar saklanmaya ve naz et meye sebep nedir? Yeter artık gel bana!" Bu rüyâdan sonra merakla, rüyâ Rah*mânî mi diye düşünmeye başladı Kendini dâvet eden zât kimdi ve neredeydi? Ertesi gün bir rüyâ daha gördü Rüyâsında dört mübârek zât ile karşılaştı Bun lar, Behâed- dîn Buhârî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Ali Sebtî ve Vehbî-yi Hayyâtî yâni Terzi Baba hazretleri idiler Ona şöyle buyurdular: "Aradı ğını Palu´da bu- la caksın Palulu Şeyh Mahmûd Sâminî´nin dâvetine icâbet et!" Bu işâret üzerine Palu´ya hareket etti O yolda iken Mahmûd Sâminî hazretleri de dergâhından Palu´ya gidip, beklediği talebenin kendisine gelmekte oldu- ğunu söyleyerek tale beleri ile birlikte karşılamaya çıktı Karşılaştıkları yerde onu şefkat ve muhab betle bağrına bastı Sonra onu dergâhına götürüp misâfir etti

Burada Mahmûd-ı Sâminî hazretlerinin sözlerini ve sohbetlerini çok dikkatli dinleyen İmâm Efendi, vaktinin nasıl geçtiğini anlamadı Mah- mûd-ı Sâminî´nin huzûrunda önceki sıkıntılarını unuttu Kendinden geçmiş bir vaziyette sohbeti dinlerken, Mahmûd-ı Sâminî birden; "İmâm Efendiye bir kahve getirin, bir kah vemizi içsin" buyurdu Kahveyi getiren talebeye birisi çarpınca kahve Osman Bedreddîn´in beyaz Şam hırkası nın üzerine döküldü Giyimine ve temizliğe son derece titiz olan ve îtinâ gösteren İmâm Efendi içinden; "Eyvah bu elbise çok berbat oldu Artık giyilmez" dedi Mahmûd-ı Sâminî hazretleri; "Hâfız, kalbin incinmesin Bizim Mustafa çok da güzel çamaşır yıkar Hırkanı çıkar ver de bir güzel yıkasın" dediğinde, İmâm Efendi utanarak hırkasını Mustafa Efendiye verdi Bir müddet sonra Mustafa elinde hırka ile geri döndü İmâm Efendi hır kayı üzerine giyince kendisini bâzı haller kapladığını hissetti Kahve dökülen yerde hiç bir iz yoktu Karşılıklı sohbetlerini dinleyen diğer tale belerin kalblerindeki; ihlâs, muhabbet, teslimiyet, huzûr, sabır artıyordu İmâm Efendi önce inâbeye (ondan tasavvufu almaya) yaklaşmadı Mah- mûd Sâminî hazretle rinin tütün içmesi ve rahatsızlığı sebebiyle göz lerinin çapaklanması dikkatini çekmişti Sabırla bekliyordu Hocası onun bu sabrı karşısında artık zâhirî per deyi kaldırıp bir gün şöyle buyurdu: "Hâfız, misâfirlik üç gündür Senin misâ firliğin on günü geçti Yemek için çalışmak lâzımdır Haydi bakalım bostanı*mızı sulama sırası sendedir" Bu bostan, Sâminî hazretlerinin eliyle yetiştirdiği ve helâl lokma kazan dığı bir bostandı Burada kendi emeği ile sebze yetiştirir, misâfirlerine ik râm ederdi

İmâm Efendi, verilen emir üzerine bostanı sulamaya gitti Havuzun suyunu saldı Fakat daha bir evlek sebze sulamadan havuzun suyunu bitmiş gördü Gi dip durumu hocasına bildirdi Mahmûd Sâminî hazretleri; "Hâfız, kocaman ha vuzun suyu bir evlek de mi sulamadı? Dikkat et hâfı zım, gören gözle bak Ha vuz dolu duruyor Git vazîfeni yap!" dedi Tekrar havuzun başına gitti Bir de baktı ki havuz su ile dolu Bu işte hocasının kerâmeti olduğunu anladı O gün bostanı tamâmen suladı

Aynı gün ikindi vakti hocası; "Hâfız, yarın çok misâfirimiz gelecek Bos tana git biraz patlıcan topla, mutfağa bırak" dedi Bu sefer aldığı emir üzerine patlıcan toplamaya gitti Ancak bostandaki patlıcanların henüz çiçek açmış ve yetişmemiş olduğunu gördü Geri dönüp durumu hoca sına bildirdi Patlıcan ye tişmemiş deyince, hocası; "Hâfız, Murat suyuna gitsen kurutup gelirsin Tekrar git patlıcanları yetişmiş bulacaksın" dedi Gidip bakınca gerçekten çuval çuval patlıcan yetişmiş olduğunu gördü Bu işte de hocasının kerâmeti olduğunu an ladı Ancak bir taraftan da ne den tütün içiyor diye düşünüyor, bir türlü teslim olamıyordu Bu düşün cesi ve tereddüdü o dereceye vardı ki, artık ayrılıp git meye karar verdi Bu karârı verdiği günün sabahı, Mahmûd Sâminî hazretleri sabah nama zını kıldırdıktan sonra, aralarında İmâm Efendinin de bulunduğu cemâate karşı dönüp oturdu O gün hâli değişik, üzgün ve biraz da celâlli bir hâl deydi Mihrâbda bir müddet o hâlde durduktan sonra şöyle söze başladı: "Azîz kardeşlerim, bir dertli derdini tabîbe anlatmayıp gizlerse, derdine dermân bulamaz Bir âşık, aşkını mâşûkuna açmazsa o mâşuk (sevgili) aşkını bilemez Tasavvufda gurur yasaktır Teslimiyet şarttır Aşkın me câzi köprüsünü geçenler, aşk-ı hakîkîye erenlerdir Buna erenler ise, Hakk´a inanıp bir rehbere bağlanan*lardır Size bir misâl vereyim Bir zât hazret-i Hızır elinden şerbet içmekle, bir kaç hocadan icâzetsiz izin al makla, erenler imtihânına mânen katılıp beline ke mer bağlamakla yolu katedemez Bu gibiler aşılanmamış bir ahlat ağacına ben zer Meyvesi acımtırak ve lezzetsiz olur Onu aşılamak lâzımdır Bâzı insanlar işte böyledir Kendi hâlinde yetişen bir çiçek misk gibi kokar fakat ne yazık ki ormandadır Ondan kimse faydalanamaz Beşeriyete hizmet lâzımdır Beşeriyet latîf ve güzel kokuya muhtâctır

Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar Bunlar bi rer hikmet ve esrârdır Sürüden ayrılanı kurt kapar Fırsat elden kaçar Mutlaka ola cak olur; kalbini ister geniş ister dar tut Gönül ister ki hoş olalım Bakınız Kaygusuz Abdal nasıl söylemiş:



Sana gizli bir sözüm var, gel gönüle gir gönüle

Sen senliğini elden bırak, gel gönüle gir gönüle



Bulalım dersen feth-i bâbın, gel gönüle gir gönüle

Bulam dersen aşk kenânın, gel gönüle gir gönüle



Siyâhı ko, akı tut, anma işe şer katanı,

Zikret müdâm yaradanı, gel gönüle gir gönüle



Zühd zâhid duzağıdır, ilim, ilimin bağıdır,

Gönül evi Hak evidir, gel gönüle gir gönüle



Kaygusuz bu böyle olur, Hakk´a doğru yola varır,

Bulanlar gönülde bulur, gel gönüle gir gönüle



Sohbetini dinleyenler, başlarını eğmiş sessiz bir hâlde oturuyorlardı Asıl muhâtab ise, İmâm Efendiydi O da bunu gâyet açık bir şekilde an lamıştı Çünkü diğerlerinin bilmediği bir çok hâllerini saymıştı Bu, hoca sının bir kerâ meti idi Hocası sohbetten sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı İmâm Efendi ise sohbetini dinleyince gitmekten vaz geçip tam bir teslimiyetle Mahmûd Sâminî hazretlerinin yanında kalmaya kesin ka rar verdi Kendi ken dine; "Sâminî hazretleri tütün içebilir bana ne" dedi Sonra; "Yâ Rabbî! Âciz ve bîçâre kulun Bedrî´yi gafletten uyandır Selâ mete erdir" diye duâ etti
O gün imâmlığı kendisi yaptı Talebelerden biri, Sâminî hazretlerinin ileri gelen talebelerinden Miyadinli Mehmed Efendiye; "Hoca efendi mih râbı neden bu Hâfız misâfire bıraktı" diyerek sorunca; "O, daha mürşid görmeden ilk dev reyi kendi güzel ahlâkı ve istidâdı ile bir hamlede atla mıştır" cevâbını verdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Kılıc Kuşanan Evliyalar

Eski 08-24-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kılıc Kuşanan Evliyalar




Mahmûd Sâminî hazretleri, o günü talebelerinden ayrı olarak evinde geçir dikten sonra, tekrar yanlarına çıktı Mescidde iken İmâm Efendi de mescide girdi Bu sırada bir talebesine; "Mustafa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!" diye heybetli bir sesle bağırdı Bu heybetli sesi işitenler heye câna kapıldılar İmâm Efendi birden bire titremeye başladı Telaşla hoca sına koştu Vilâyet heybeti onu titretiyordu Huzûruna varınca, onu tutup riyâzet odasına soktu Artık o, tam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti Sonra; "Burada ne kadar kalacağım" diye suâl edince, şöyle cevap verdi: "Allahü teâlânın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl Bu bir harman, bir meydan, bir devrandır Devran da meydan da harman da senin Zaman mahsul zamânıdır Yiğitlik şimdi belli olur, mânevî dereceleri katetme zamânıdır Dikkat lâzımdır

Hâfız! Hazret-i Hızır´ın şerbeti, fadlına; Ahmet Merâmî hocanın emekleri ise, ilmine ve aşkına sebeb oldu Büyüğümüz Muhammed Behâeddîn hazretleri ve diğer büyükler rehberlik ederek senin bize gel meni işâret ettiler değil mi? Er zurum´da Ayaz Paşa Câmii minâresinde okuduğun ezân-ı Muhammedî, mânevi yât âleminin erenlerini cihâda dâ vet etti Yer gök sarsıldı Bütün evliyâ, şühedâ ve sâlihlerin rûhları Erzu rum semâlarında toplandı

Hâfız! Moskofları, taşla kovaladığın zaman biz de oradaydık Bunlar hep evliyâlığın cilveleridir Asıl mârifet, hakîkatler ötesindeki hakîkate ermektir Metin ol Allahü teâlâ yardımcındır"

İmâm Efendi kısa zamanda tasavvufta yetişip kemâle erdi; on sekiz günde icâzet aldı Vazîfesi sebebiyle üç-dört sene Palu´da kaldı Bu arada hocasının sohbetlerinde bulundu

Daha sonra vazîfesi icâbı askerî taburla birlikte Dersim´e gitti Taburu Dersim´den Çemişgezek´e gönderilince, senelerce orada hizmet etti Bu radan Palu´ya sık sık hocası Mahmûd-ı Sâminî hazretlerini ziyârete giden İmâm Efendi, onun duâsını alır ve sohbetini dinleyip geri dönerdi İmâm Efendi 1909 senesinde emekliye ayrılıp Harput´a yerleşti Bundan sonra tamâmen ilimle meşgûl oldu Derslerinde ve sohbetlerinde bulunan pek- çok zâtı tasavvufta yetiş tirdi Pekçok insanı da cehâletten kurtarıp, sâlih- lerden eyledi İlme, mârifete ve feyze susamış iki yüz bine yakın kimse onun feyz pınarından kana kana içti Rüşd, hidâyet ve mârifete kavuştu

Sohbetlerinde aslâ siyâsî ve boş şeyler konuşulmazdı 1911 sene sinde Harput´un ileri gelenlerinden pekçok zâtla birlikte hacca gitti Bu Hicaz sefe rinde; Şam, Mekke ve Medîne âlimleri kendisine çok hürmet ve ikrâmda bulun dular

Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Kara Şems (rahmetullahi teâlâ aleyh) Anadolu´da yetişen büyük velîlerden olup, Halvetiyye yolunun kolu olan Şemsiyye (Sivâsîyye) nin kurucusudur

Hayâtının sonuna doğru, Sultan Üçüncü Mehmed Hanla birlikte Eğri Sefe rine katıldı

Eğri Seferiyle ilgili olarak talebelerinden Receb Efendi şöyle nakle der: "Şemseddîn Sivâsî bir gün bu fakîri odalarına çağırıp; "Din düş*manlarının (hıristiyanların), sınırlardaki müslümanlara baskı ve zulümleri haddinden fazla olmuş, tahammül edilemez hâle gelmiştir İçimde onlara karşı sefere gitme ar zusu belirdi" buyurdu Bu sözü üzerine, ihtiyâr ol duklarını zayıf bünyelerinin sefere çıkmaya engel olacağını ve bu husûsa dâir pâdişâhtan da herhangi bir ha ber gelmediğini söyledim Bunun üze rine; "Bize işâret ve tenbih olundu ki: "Se fer hazırlıklarını tamamla! Fetih ve zafer senin için mukarrerdir" buyurdu Ben de; "Şüphesiz ben sâdece hak dîne boyun eğip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah´a çevir dim ve ben O´na ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim" meâlindeki En´âm sûresi 79 âyetini okudum Bunun üzerine; "Bize müjde ve rildi ki yakında güçlü bir pâdişâh gazâ edip, birçok fetihlerde bulunacak ve mü*minlerin kalpleri de sevinçle dolacaktır" buyurdu

Çok geçmeden Üçüncü Mehmed Han, Osmanlı pâdişâhı oldu Şem- seddîn Sivasî hazretleri, altı deve, altı katır ve kendi için de bir at satın a- lıp, sefer ha zırlığını tamamladı Sivas´ta medfûn bulunan Gâzî Abdülveh- hâb´ın sancağını yanlarına alıp, Ayasofya yakınındaki Kapı Ağası dergâhında bulunan Koca Şeyh´e verdi Bütün sefer hazırlıkları tamam olunca, mübârek bir günde her türlü erzak ve mühimmat hay vanlara yüklendi Bütün şehir ahâlisi Şeyh Şemseddîn Sivâsî´yi uğurla mak üzere toplandı Beklerken bir kapıcıbaşı acele ile gelip, pâdişâhtan Eğri Seferine katılmak üzere dâvet geldiğini belirten fer mânı okudu Bu nun üzerine Şeyh Şemseddîn hazretleri: "İşittik ve itâat ettik Zâten biz iki senedir hazırlıklıydık Bismillah, hemen gidelim" diye el kaldırıp duâ bu yurdu Oradaki topluluk duâya âmin deyip, göz yaşları arasında uğurla dılar

Uzun yolculuktan sonra Üsküdar´a geldiler Henüz genç olan, Azîz Mahmûd Hüdâyî onu karşılayıp, ellerini öptü Şeyh Şemseddîn Sivâsî, Mahmûd Hüdâyî´ye; "Oğlum siz yegânesiniz (bir tânesiniz) Bugünden sonra fazlalaşırsı nız" diye duâ edip, ileride çok büyük bir velî olacağını müjdeledi O gece sa baha kadar birlikte sohbet ettiler Sohbet esnâsında Azîz Mahmûd Hüdâyî; "Ya şınız seksene ulaşmış, vücûdunuz da zayıftır Kendinize eziyet etmeseniz, çünkü her an nefsiniz ile büyük cihadda- sınız" diyerek, seferden alıkoymak istedi Bu sözüne cevâben: "Pey- gamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bütün emirlerine uymak lâ zımdır Büyük cihâdı yaptık Ancak küçük cihâd kalmıştı Bu emirle rine de ihtiyâr olarak uymak isteriz" buyurdu Üsküdar´da üç gün kaldıktan sonra, dördüncü gün, pâdişâh tarafından gönderilen bir kadırga ile İstan bul´a ge çip, Ayasofya yakınında bir yere yerleştirildi Daha sonra Sinan Paşa köşküne, pâdişâh Sultan Üçüncü Mehmed Han tarafından dâvet edildi Uzun müddet soh bette bulundular Bu sohbette Şeyhülislâm Sâ- deddîn Efendi de hazır bulundu Sohbet esnâsında pâdişâh, Şemsed- dîn Sivâsî´ye; "Tarafımızdan sizi sefere dâvet etmek üzere gön derilen kapıcıbaşımız sizi yola çıkmak üzere hazır bulmuş Ha zırlıklı ol duğunuza göre, bu işin sonununda ne olacağını bilirsiniz O hâlde bizi müjde işâ- retinizle sevindirip, netîceden haber vermenizi isteriz" dedi Bunun üze- rine Şemseddîn Sivasî; "Hadîs-i şerîfte; "Amellerin en fazîlet lisi, mümin- leri sevindirmektir" buyruldu Mâlûmunuz ola ki Eğri Zaferi bi raz zahmet çektikten sonra müyesser olacak Düşman yenik ve perişân olacaktır Hatırınızı hoş tu tun" müjdesini verdi

Şemseddîn Sivâsî hazretlerinin bu cevâbına sevinen pâdişâh, kendi üzerin deki samur kürkü ona giydirdi Ayrıca kapıcılar kethüdâsı Mehmed Ağa vâsıta sıyla, iki yüz altın sikke, dervişlerine de yüz altın sikke ihsân edip; "Bunlar helâl malımızdır Kabûl buyursunlar" dedi Şeyh Şemsed- dîn hazretleri; "Allahü teâlânın emri üzere kimseye sû-i zan et memeli, hüsn-i zanda bulunmalıdır Kim seyi araştırmak ve teftiş etmekle vazifeli değiliz Tasavvufta da her geleni Allahü teâlâdan gelmiş bilip, he diyeleri ve ihsânları kabûl etmek gerekir" bu*yurdu

Birkaç gün İstanbul´da kaldıktan sonra pâdişâh ve orduyla birlikte yola çı kıp, Eğri Kalesi önlerine ulaştılar Kale kolay bir şekilde fethedilip, harab olan yerler tâmir edildi Ancak asıl düşman askerlerinin, kale ya kınlarında bir başka yerde olduğu öğrenilince, ordugâh, düşmanın karşı sına nakledildi Küffâr aske rinin sayısı çoktu Rivâyet edilir ki yedi yüz bin kişilik bir orduydu İslâm ordu suyla küffâr ordusu karşılaştı İslâm ordu sunda bozgun ve firâr başgösterdi Pâ dişâh Üçüncü Mehmed Han, ye rinden hareket etmeyip; "Ey Rabbimiz! Üzeri mize bol bol sabır dök Ayaklarımıza kuvvet ve sebât ver, bizi kâfirler kavmi üzerine muzaffer kıl" meâlindeki Bekara sûresi iki yüz ellinci âyet-i kerîmesini okudu Pâ dişâhın yanında şeyhülislâm, kazaskerler, şeyhler ve bâzı vazifeliler hâ ricinde kimse kalmadı Hazîne ve cephânelik düşman tarafından zabte- dildi Bu firâr ve bozgun üzerine her şeyin bittiğini zanneden pâdi şâh, Şemseddîn Sivâsî hazretlerini çağırıp; "Söylediklerinizin tersi vâki oldu" deyince, Şemseddîn Sivâsî; "Pâdişâhım söylediklerimiz doğrudur Kafirin hezîmete uğ ramasına yarım saat kalmıştır Şu anda bir kuvvet sâhibi ta- sarruf için ortaya çıkmak üzeredir Bu an fethin başlangıç ânıdır Hâtırınızı hoş tutunuz" diye ce vap verdi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.