Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
>islami, sözlük

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #136
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İNSAN:
Rûh ve bedenden meydana gelen akıl sâhibi varlık
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Biz insanı muhakkak ki çamurun özünden yarattık Sonra Âdem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde) döllenmiş yumurta yaptık Sonra o nutfeyi kan pıhtısı hâline getirdik Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık; o et parçasını da kemikler hâline çevirdik Sonra ona başka bir yaratılış (rûh) verdik Bak ki, şekil verenlerin en güzeli olan Allahü teâlânın şânı ne kadar yücedir (Mü'minûn sûresi: 12-14)
Cinleri ve insanları yalnız beni tanımaları, bana ibâdet etmeleri için yarattım (Zâriyât sûresi: 56)
İnsanın hayırlısı haramlardan sakınan, akrabâyı ziyâret eden ve emr-i ma'rûf ve nehy-i münker edendir (Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yayandır) (Hadîs-i şerif-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
İnsanın sevmesi ve buğz etmesi, vermesi ve vermemesi Allah için olursa, îmânı kâmil (tam, olgun) olmuştur (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
İnsanın yaratılmasından maksat, yağlı ve lezzetli yiyecekler, güzel ve nefis elbiseler, mal ve mülk toplamak, nîmetlenmek, oyun ve eğlence değildir Onun yaratılmasından maksât, Allahü teâlâya kulluk etmek, O'na karşı gönlü kırık, boynu bükük olmak v e yalvarmak içindir (İmâm-ı Rabbânî) Şu insan dedikleri el ayakla baş değil İnsan rûha denilir, surat ile kaş değil
(M Sıddîk bin Saîd)

İnsan-ı Kâmil:
Kemâle ermiş, olgun insan İslâmiyet'in emrettiği bütün emirleri yapan, yasaklardan sakınan, Peygamber efendimizin güzel ahlâkıyla ahlâklanan, hareketleri ve sözleri hep Allahü teâlânın ilhâmı ile olan üstün insan
Doğruyu tanı, doğru ol! İnsan-ı kâmilin her işi, düşünceleri, sözleri, ahlâkı, Resûlullah'a tam uygun olur Çünkü bütün seâdetlere, iyiliklere O'na uymakla kavuşulur O'na uymak, İslâmiyet'e yapışmak demektir (Muhammed bin Muhammed Endülüsî)

İnsan Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş altıncı sûresi (Bkz Dehr Sûresi)



İNŞÂALLAH:
Her zaman Allahü teâlânın adını anmağa alışmak ve Allahü teâlâ dilerse olur mânâsına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havâle etmek için söylenen söz
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Bir şeyi yarın yapmağa azmettiğin, karar verdiğin zaman, onu yarın yaparım deme İnşâallah yarın yaparım de! (Kehf sûresi: 23, 24)
Ey mü'minler! Elbette gelecek yıl, inşâallah, Mescid-i Harâm'a girersiniz ( Feth sûresi: 27)
Allahü teâlâ onların Mescid-i Harâm'a gireceklerini dilemiş ve bunu biliyordu Fakat kullarına öğretmek için inşâallah buyurmuştur Nitekim Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de kabirdekilere kavuşacağını kesin olarak bildiği hâlde, meza rlığa uğradığında; "Esselâmü aleyküm yâ ehle dâr-il-kavmil-mü'minîn ve innâ inşâallahü an karîbin biküm lâhıkûn: Ey mü'minler diyârı! Size selam olsun İnşâallah biz de size yakında kavuşacağız" buyurarak ilâhî emre uyarak inşâallah demiştir (İmâm-ı Gazâlî)





İNŞİKÂK SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen dördüncü sûresi
İnşikâk sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yirmi beş âyet-i kerîmedir Göğün yarılmasından bahsedildiğinden, Sûret-ül-İnşikak denilmiştir Sûre, amel defterlerinin kıyâmette sâhiplerine gösterileceğini bildirmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî, Ebû Hayyân)
Allahü teâlâ İnşikâk sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Îmân edip sâlih amel işleyenler için, arkası kesilmeyen bir mükâfât vardır (Âyet: 25)
Kim İnşikâk sûresini okursa, kıyâmet günü amel defterinin arkasından verilmesinden Allahü teâlâ onu muhâfaza eder (korur) (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)



İNŞİRÂH SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin doksan dördüncü sûresi
İnşirâh sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Sekiz âyet-i kerîmedir Resûl-i ekremin kalbinin açılma hâdisesine işâret edildiğinden, Sûret-ül-inşirâh denilmiştir İnsanoğlunun hayâtı ve çalışmanın esas olduğu bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ İnşirâh sûresinde meâlen buyurdu ki:
(Ey Resûlüm!) Senin için, senin zikrini yükselttik (Âyet: 4)
Kim İnşirâh sûresini okursa, sanki ben elemli iken bana gelip, beni ferahlandırmış gibi olur (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)





İNTİHÂR:
Kendini öldürme
Bir kimse bir demirle intihâr etse, Cehennem'de ebedî olarak demiri elinde karnını dürter durur Bir kimse zehir içerek intihâr etse, Cehennem'de ebedî olarak onu içer durur Bir kimse de kendisini uçurumdan atarak intihâr etse, Cehennem'de ebedî kendini atar durur (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
İntihâr eden kimse hemen ölse bile, yıkanır ve namazı kılınır (İbn-i Âbidîn)
Malını, mevkiini kaybettiği için veya düşman eline esir düştüğü için intihâr eden ahmaklarda şecâat (yiğitlik) değil korkaklık vardır (Muhammed Hâdimî)


__________________
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #137
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İNTİKAM:
1 Öc alma
İntikâm almağa gücü yeten kimseye yakışan; kızmamak, kin tutmamak ve bağışlamaktır (Ebû Ziyâd)
2 Allahü teâlânın; zâlim, inadcı ve kibirli (büyüklenen) kimseleri şiddetli bir azâb ile cezâlandırması
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
(Yâ Muhammed!) Biz senden önce, kendi kavimlerine (nice) peygamberler gönderdik de, (o peygamberler) onlara (helâl ve harâmı bildiren, hak peygamber olduklarını isbât eden apaçık) delillerle geldiklerinde, kavimleri onları yalanladılar Fakat (îmân etmedikleri için) biz o günâh işleyenlerden intikâm aldık (Rûm sûresi: 47)
Vaktâ ki (Fir'avn ve kavmi inâd ve isyân ederek) bizi gazablandırdılar (kızdırdılar) Biz de kendilerinden intikâm alıp, hepsini birden (denizde) boğarak helâk ettik (Zührûf sûresi: 55)
Haramları (Allahü teâlânın yasaklarını), büyük ve küçük günah diye ikiye ayırmışlar ise de, küçük günahlardan da, büyük günah gibi kaçınmak, hiçbir günâhı küçümsememek gerekir Çünkü, Allahü teâlâ intikâm alıcıdır Gadabını, düşmanlığını günâhlar içi nde gizlemiştir Küçük sayılan bir günâh, intikâmına, gadabına sebeb olabilir (Muhammed Rebhâmî)






İNTİSÂB:
Mensûb olma, bağlanma Bir işe, bir mesleğe girme Bir mürşîd-i kâmile (rehbere) bağlanma, talebe olma
Hocam Şems-i Tebrîzi'ye intisâb edince, aklımı tamâmen bırakıp ona tâbi oldum (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî)





İNTİSÂR:
Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak
Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir kimsenin zâlime (zulmedene) bedduâ ettiğini görünce; "İntisâr eyledin" buyurdu (Muhammed Hâdimî-Berîka)


İNZÂL:
1 İndirmek
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
İşte bu (Kur'ân-ı kerîm) bizim inzâl ettiğimiz mübârek bir kitabdır O'na uyun, O'na muhâlefet etmekten sakınınız ki merhamet olunasınız (En'âm sûresi: 155)
2 Kur'ân-ı kerîmin, Ramazân-ı şerîf ayında Kadir gecesinde Levh-i mahfûzdan, dünyâ semâsındaki Beyt-ül-izze denilen makâma bir defâda, topluca indirilmesi (Bkz Tenzîl)
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ramazân ayı, Kur'ân-ı kerîmin inzâl edildiği aydır (Bekara sûresi: 185)
Müfessirlerin (tefsîr âlimlerinin) çoğuna göre Kur'ân-ı kerîm, Ramazân ayının Kadir gecesinde dünyâ semâsındaki Beyt-ül-izze denilen makâma inzâl olunmuş, sonra, buradan hâdiselere ve ihtiyâca göre azar azar yirmi üç senede Peygamber efendimize indir ilmiştir (Fahreddîn-i Râzî, Abdülhak-ı Dehlevî)




İNZİVÂ:
Bir köşeye çekilmek Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, Peygamber efendimizin Kabr-i şerîflerini ziyâret edip selâm verdiğinde, Kabr-i şeriften: "Allahü teâlânın selâmı da senin üzerine olsun ey müslümanların imâmı (büyüğü) diye cevap verildi İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe ziyâret dönüş ü ilk fırsatta inzivâya çekildi (Ferîdüddîn-i Attâr)
İmâm-ı Gazâlî on sene kadar Şam'da Mescid-i Emevî'nin minâresinde inzivâ eyledi (Tâcüddîn Sübkî)









Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #138
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İRÂDE (İrâdet):
1 Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından Allahü teâlânın dilemesi
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerimde meâlen buyurdu ki:
(Muhakkak ki senin Rabbin) her neyi irâde ederse irâde ettiği gibi yapar (O'nun irâdesi hiç şaşmaz Helâk etmek irâde ettiklerini muhakkak helâk eder, kurtuluşa erdirmeyi irâde ettiklerini kurtuluşa erdirir) (Burûc sûresi: 16)
Allahü teâlânın irâde ettiği olur O, irâde etmezse hiçbir şey olmaz Varlıkları irâde etmiş yaratmıştır (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Kâinâttaki her hâdise Allahü teâlânın irâdesi ile olmaktadır Allahü teâlâ irâde etmeyince, hiçbir şey hareket etmez (İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâ her şeyin hâlıkı (yaratıcısı) ve sâhibidir Mülkünde irâde ettiğini yapar O'nun irâdesi sonsuzdur O'na niçin böyle irâde ettin ve böyle yaptın demeye kimsenin hakkı yoktur (Muhammed Hâdimî)
2 İstemek, seçmek, dilemek tercih etmek
Allahü teâlâ kulların ihtiyârî yâni istekli hareketlerini, işlerini yaratması için kullarında ihtiyâr (seçme, isteme özelliği) ve irâde yaratmış, bu irâde ve ihtiyârlarını işleri yaratmasına sebeb kılmıştır Bu yüzden yaptıkları işlerden mes'ûl tutul muşlardır Cansızların hareketlerinde irâde yoktur Ateş değdiği zaman, yakması, ateşin yakmağı irâde etmesi ve istemesi ile değildir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
3Tasavvuf yoluna yeni girenlerin başlangıç halleri Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya azmedenler, karar verenler için ilk konak

İrâde-i Cüz'iyye:
Allahü teâlânın, bir işi yapmak ve yapmamak husûsunda insanlara ihsân ettiği dileme ve seçme kuvveti
İrâde-i cüz'iyye kullarda bir hâldir Kullar irâde-i cüz'iyyellerini kullanmakta serbesttir Mecbûr değildir Allahü teâlânın kul irâde etmeden de yaratması câiz ise de ihtiyârî (istekli) işleri yaratmaya, kulların kalblerinin ihtiyâr ve irâde etmesi ni sebeb kılmıştır İrâde-i cüz'iyyemizin sebeb olması da Allahü teâlânın irâdesi iledir Kul bir işi yapmağı irâde-i cüz'iyyesiyle dileyip tercih edince, Allahü teâlâ da o işi irâde ederse, onu yaratır (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe)
İnsanların işleri yalnız irâde-i cüz'iyye ile meydana gelmez İnsan işlerin olmasını irâde eder, meselâ elinin hareket etmesini ister, kudretini kullanır, hareket meydana gelir Fakat insan bunu yarattı denilemez İrâde-i cüz'iyye insanın kalbinde hâ sıl olmaktadır İnsanın işleri ezeldeki (başlangıcı olmayan öncelerde) takdîr ile meydana geliyor ise de, meydana gelmeleri için önce kul îrâde-i cüz'iyyesini kullanmaktadır İşin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir Allahü teâlâ da o işi kulun irâdesine göre yaratmaktadır Bu sebeple insan, meydana gelen bu işten mes'ûl olmaktadır (Muhammed Hâdimî)
İnsanlar kendilerine ihsân edilmiş olan irâde-i cüz'iyyelerini kullanarak iyilik yaratılmasını ister ve sevâb kazanırlar Kötülük yaratılmasını isteyen günâh kazanır Bunun için hep iyilik yapmayı düşünmeli, hep iyilik istemeliyiz (İmâm-ı Gazâlî)

İrâde-i Külliyye:
Allahü teâlânın irâdesi İrâde-i ilahiyye de denir
Ehl-i sünnete göre bütün fiiller ve davranışlar irâde-i külliyyeye bağlı olarak meydana gelir İrâde-i külliyye ezelîdir, başlangıcı yoktur, yaratılmamıştır Güneş, ay, yıldızlar, bulut, yağmur, rüzgâr ve tabiattaki bütün kuvvetler Allahü teâlânın İr âde-i külliyyesinin emrindedir Allahü teâlâ irâde etmeyince hiçbir şey hareket etmez (İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâ insanın ihtiyârî (istekli) hareketlerini yaratmak için insanın irâdesini şart, sebeb kılmıştır Bu şart olmasa da yaratır Fakat bu şart ile, bu sebeb ile yaratması âdetidir Peygamberlerinde (aleyhimüsselâm) ve evliyâsında (rahmetullahi aleyhim) bu âdetini bozarak sebepsiz yarattığı çok görülmüştür (Muhammed Hâdimî)
Allahü teâlânın kul irâde etmeden de yaratması câiz ise de, ihtiyârî (istekli) olan işleri yaratmağa kulların kalblerinin ihtiyâr ve irâde etmesini sebep kılmıştır İrâde-i cüz'iyyenin sebeb olması da Allahü teâlânın irâde-i külliyyesi iledir Kul bi r işi yapmağı ihtiyar ve irâde edince, yâni tercih edip dileyince Allahü teâlâ da o işi irâde ederse o işi yaratır (Muhammed Akkermânî)


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #139
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İRFÂN:
Bilme, anlama Mârifet Kalble bilip tanıma Allahü teâlânın ihsânı olan mânevî, vehbî ilim Buna ma'rifet de denir
Çalışarak elde edilen ilimler ile anlaşılan, bilinen şeylerden başka bilgiler de vardır, bunlar irfân ile anlaşılır Âlimlerin sâhib oldukları ilme mukâbil (karşılık) ârif denen Allahü teâlânın sevdiği kullarında da irfân denen bir hâssa (özellik) va rdır İrfân, tasavvufta fenâ mertebesiyle şereflenenlerde bulunur (İmâm-ı Rabbânî)
Akıllı ve irfân sâhibi kimse, meyveli ağaç gibi mütevâzî olur (Sa'dî Şîrâzî)






İRHÂS:
Bir peygamberden, peygamberliği bildirilmeden önce meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller
Îsâ aleyhisselâmın beşikte konuşması, kuru ağaçtan tâze hurma isteyince, eline hurma gelmesi, Muhammed aleyhisselâmın, çocuk iken, göğsünün yarılarak, kalbinin yıkanıp temizlenmesi, başının üstünde bulut bulunması, ağaçların, taşların kendisine selâm vermeleri gibi hâlleri hep irhâs idi (Ahmed Fârûkî)




iRS:
Mîrâs Vefât eden bir kimsenin geriye bıraktığı terekesinden (malından) evlât ve akrabâsından sağ kalanlara düşen hisse, pay (Bkz Mîrâs)
İrs, karâbete (soy ile veya nikâh ile olan akrabâlığa, hısımlığa) dayanır Böyle bir yakını, akrabâsı bulunmazsa, vefât edenin vasiyetinden artan malı Beyt-ül-mâle (devlet hazînesine) kalır (İbn-i Âbidîn)



iRŞÂD:
Yol gösterme, rehberlik etme İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek
Din âlimleri, herkesi kitablarda yazılı olan emirleri yapmağa çağırıyor Allahü teâlânın sevdiği kulları olan evliyâ da, önce dînin emirlerini yapmaya çağırıyor, sonra Allahü teâlânın ismini zikretmeği gösteriyor Her zaman aralıksız olarak zikr-i il âhî ile (Allahü teâlâyı anmak hâli üzere) olmağı istiyorlar Böylece vücûdu zikr kaplayıp, kalbde Allahü teâlâdan başka birşey bulundurulmaz Her şey öyle unutulur ki, insan kendini ne kadar zorlasa Allahü teâlâdan başka bir şey hatırlayamaz İşte irşâd etmek bu iki dâveti yapmaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî irşâda başladığı günlerde, Bağdâd vâlisi Saîd Paşa ziyârete geldi ve nasîhat istedi Buyurdular ki: "Kıyâmette herkes kendi nefsinden suâl olunur Sen ise kendinden ve emrin altında olanların hepsinden suâl olunursun Hak teâl âdan kork! Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir" (Haydarîzâde İbrâhim Fasih)
Kendisine ilk önce sofî denilen zât Ebû Hâşim-i Sûfî'dir Kûfe şehrinden olup, Şam'da insanları irşâd etmekle meşgul olurdu (rahimehullahü teâlâ) "Dağları iğne ile oyarak toz etmek, kalblerden kibri çıkarmaktan kolaydır" sözü onundur "Fâidesiz ilim den Allah'a sığınırım" sözünü çok söylerdi (Ebû Nuaym İsfehânî)
Ders verirken, yâni ilim öğretirken, sabırlı olup, gazâbını, kızgınlığını yenmeli, hemen kızmamalıdır Öğretirken, şaka ve lüzûmsuz şeyler söylememeli, ciddiyetten ayrılmamalıdır İlim öğretme sırasında bu tür hareketler kalbin kararmasına ve Allahü teâlâyı unutmasına sebeb olur Her zaman hilm (yumuşaklık), vakar (ağırbaşlılık), sabır, iyi huy ve güzel hareket etmeyi âdet ve prensip hâline getirmelidir Bâzı durumlarda sözü makbûl olmasa yâni kabûl görmese bile, önem vermemeli, benim vazîfem bildirmek, irşâd etmektir, hidâyet ve tevfik Allahü teâlâdandır, demelidir (Taşköprüzâde)







Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #140
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İLKA':
Atma, bırakma
1 Öğretme
Abdullah bin Zeyd radıyallahü anh şöyle anlattı: "Bir sabah Resûlullah'a geldim O gece gördüğüm ezânla ilgili rüyâyı O'na haber verdim Buyurdu ki: "Gerçekten bu bir hak (doğru) rüyâdır Bilâl-i Habeşî ile kalk; çünkü o, senden daha yüksek ve uzun seslidir Sonra söyleneni ona ilka' et! Bilâl bununla (müslümanları namaza) çağırsın" (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizî)
2 Bırakma, yerleştirme
Vahyin (Kur'ân-ı kerîmin) geliş (indiriliş) şekillerinden biri de; Peygamber efendimiz uyanık iken, Cebrâil aleyhisselâm, görünmeksizin, Peygamberimizin kalbine ilâhî vahyi ilka' ederdi (İmâm-ı Süyûtî)




İLLET:
Bir şeyin veya hükmün meydana gelmesine doğrudan te'sir eden iş, sebeb
İlletin bulunduğu yerde; te'sir ettiği, meydana getirdiği şey veya hüküm de bulunur İllet bulunmayınca bunlar da bulunmaz Satış akdi, mülkiyet için illettir Akd yapılınca, satıcı sattığı eşyânın bedeli olan şeye, alıcı da mala sâhib olur Satış ak di olmayınca, alıcı da, satıcı da hiçbir şeye mâlik olamazlar Yâni mülkiyet denen şey meydana gelmez Aynı şekilde, nikah da evliliğin meydana gelmesinin illetidir Nikâh varsa, evlilik vardır Nikâh yoksa, evlilik de yoktur, yâni evlilik hâli yaşansa bile meşrû (dîne uygun) değildir (Serahsî)




İLLİYYÎN:
1 Yedinci kat gökte, arşın altında bulunan bir yer veya Cennet
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Hayır (o kâfirler gibi olmayın) Çünkü itâatkâr olan iyilerin kitâbları (amelleri), hiç şüphesiz İlliyyîn'dedir (Mutaffifîn sûresi: 18)
Hafaza (koruyucu melekler) yâni Kirâmen kâtibîn, bir kişinin amel defterini Allahü teâlâya arz ettiklerinde; "Siz kullarımın üzerine hafazasınız Kalbini bilen benim Amelini hâlis ettiğinden (yâni amellerini ihlâsla, Allah rızâsı için yaptığından), onun defterini İlliyyîn'e koyun Çünkü onu af ve mağfiret ettim" diye Allahü teâlâ vahyeder (bildirir) (Zemahşerî)
2 Mü'minlerin, öldükten sonra rûhlarının, nîmetler ve lezzetler içinde bulunduğu yer
Mü'min ölüm döşeğine yattığı vakit, melekler çeşitli misk kokulu ipek mendil ile gelip, yağdan kıl çeker gibi, rûhunu bedeninden ayırırlarken; "Ey mutmainne (Hakîkate ermiş, bu sebeble kendisinde hiçbir şüphe ve tereddüt kalmamış) nefs, sen Rabbinden, Rabbin de senden râzı olduğu hâlde, Allah'ın rahmet ve keremine dön!" derler Rûh çıktığı vakit, o kokular arasına konur, ipek mendil üzerine bağlanır ve İlliyyîn'e götürülür (Hadîs-i şerîf-İhyâ-ül-Ulûm)
Mü'min ölenlerin, İlliyyîn'deki rûhları, arasıra yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlardaki cesedlerine red olunurlar (gönderilirler) En çok Cumâ geceleri böyle olur Birbirleri ile buluşur, konuşurlar Rûhlar İlliyyîn'de iken, cesed olmaksızın da, n îmetlenir, lezzetlenir (İmâm-ı Yâfiî)
İnsanı, şehvetler, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin arzû ve istekleri kaplamıştır O, bunlarla mücâdele etmekle vazîfelidir Şehvetlerin düşkünü oldukça, esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına, hayvanların ve şeytanların seviyesine) iner Şehvetle rini yendikçe, İlliyyîn'e ve meleklerin derecesine yükselir (İmâm-ı Gazâlî)




İLM (İlim):
Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak Cehlin zıddı
1 Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından Her şeyi bilmesi
Allahü teâlânın sıfatları, işleri, kendi gibi akılla anlaşılmaz ve anlatılamaz İnsanların sıfatlarına, işlerine hiç benzemez ve uymaz On sekiz sıfatı vardır Bunlara sıfat-ı sübûtiyye denir Bunlardan biri İlim sıfatıdırBu sıfatı da kendi gibi kad îmdir, yâni sonradan olma değildir (İmâm-ı Rabbânî)
2 Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarlarsa, Allah'ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun (Nisâ sûresi: 30)
Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibâdet etmekten daha sevâbdır (Hadîs-i şerîf-Dürr-ül-Muhtâr)
İlim, Çin'de de olsa onu alınız Zîrâ ilim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
İlmi ile amel edene, Allahü teâlâ bilmediklerini öğretir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İlim maldan hayırlıdır Çünkü malı sen koruyacaksın, ilim ise seni korur Mal sarf etmekle azalır, ilim sarf etmekle çoğalır (Hazret-i Ali)
Hiçbir şey ilimden üstün değildir Çünkü sultanlar, insanlara hükmederler Âlimler ise, sultanlara hükmeder (Ebü'l-Esved)
Ey oğlum! Dünyânın sevinç ve neş'elerini tecrübe ettim İlimden lezzetli bir şey bulamadım (Lokman Hakîm) İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır İlim, uçsuz bucaksız bir ummanı andırır İlimden başka her şey insanı usandırır
(M Sıddîk bin Saîd)

İlm-i Ahlâk:
İyi huylar edinme ve kötü huylardan sakınma yollarını öğreten ilim (Bkz Ahlâk)

İlm-i Âlet:
Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir Ulûm-i âliyye şunlardır:Tefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf Böylece din bilgileri yirmi olmaktadır

İlm-i Bâtın:
Kalb ilmi, mânâ ilmi, tasavvuf ilmi
İlm-i bâtın evliyânın yükseklerinin ilmidir Bu ilim, kötü huylardan arınıldığında kalbe doğan bir nurdan ibârettir Bu sâyede çok şeyler görülür, derin ve ince mânâlara vâkıf olunur Geniş ufuklar açılır (İmâm-ı Gazâlî)

İlm-i Bedî':
Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar yaparak sözün süslenmesini öğreten ilim

İlm-i Belâgât:
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim

İlm-i Beyân:
Belâgât ilminin hakîkat, mecaz, kinâye, teşbîh (benzetme) ve istiâre gibi konularından bahseden ilim

İlm-i Ezelî:
Allahü teâlânın başlangıcı olmayan ilmi
Allahü teâlânın kazâsı, taktîri ve levh-i mahfûza yazması ilm-i ezelîsine uygundur Her şeyi ilerde ne zamanda ve nasıl olacak ise veya olmıyacak ise, ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) öylece bilmiştir Bu şeyler zamanı gelince ilm-i ezelisine uy gun olarak meydana gelmektedir (Muhammed Akkermânî)

İlm-i Ferâiz:
Vefât eden kimsenin bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl taksim edileceğini öğreten ilim (Bkz Ferâiz)

İlm-i Fıkıh:
Dînimizin emir ve yasaklarını bildiren ilim (Bkz Fıkıh)

İlm-i Hadîs:
Peygamber efendimizin mübârek sözlerini, işlerini ve görüp de mâni olmadığı şeylerden bahseden ilim (Bkz Hadîs)

İlm-i Hâl (İlmihâl):
Her müslümanın îmân, ibâdet ve ahlâk ile ilgili bilmesi gereken şeyler veya bu bilgileri anlatan kitap
Dînini bilen, seven ve kayıran mübârek insanların ilmihâl kitaplarını alıp, çoluk-çocuğuna öğretmesi, her müslümanın birinci vazîfesidir Kendilerine din adamı ismini ve süsünü veren, câhil ve sapık bir kimsenin sözlerinden ve yazılarından din öğrenm eye kalkışmak, kendini Cehennem'e atmaktır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Önce ilm-i hâli öğren, çocuğuna da öğret Din bilgisi öğrenmezsen, olursun sonra pişman
(M Sıddîk Gümüş)

İlm-i Hey'et:
Astronomi ilmi

İlm-i Hudûrî (İlm-i Huzûrî):
Bir şeyi, zihinde onun sûreti (görüntüsü) meydana gelmeksizin bilmek
Bir kimsenin kendi dışında bulunan bir şeyi bilmesi için o şeyin sûretinin, şeklinin görüntüsünün zihinde meydana gelmesi lâzımdır Fakat ilm-i huzûrîde durum böyle değildir İnsan kendisini ilm-i hudûrî ile bilir Çünkü kendisi zâten zihninde vardır (İmâm-ı Rabbânî)

İlm-i Husûlî:
Bir şeyi onun sûreti, görüntüsü zihinde bulunduğu müddetçe bilmek O şeyin zihindeki sûreti yok olunca, o şey unutulur Bundan dolayı ilm-i husûlî devamlı değildir

İlm-i İlâhî:
Allahü teâlânın ezelî ilmi

İlm-i Kelâm:
Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim
İlm-i kelâm, inanılacak bilgileri, Ehl-i sünnet îtikâdına göre geniş olarak ve delilleriyle anlattığı gibi, îtikâdı bozuk olanlara karşı Ehl-i sünnet îtikâdını da müdâfaa eder (İmâm-ı Gazâlî)

İlm-i Kesbî:
Çalışarak elde edilen ilim

İlm-i Kırâat:
Kur'ân-ı kerîmin kelimelerinin doğru olarak okunuşundan bâzı kelimelerin ise, farklı okunmasından bahseden ilim
İlm-i kırâat, Allahü teâlânın kelâmını bozulmak ve değişmekten korur (Taşköprüzâde Ahmed Efendi)

İlm-i Ledünn:
Allahü teâlânın ihsânı olup, çalışmadan kavuşulan ilim
İlm-i Ledünn verilmesinde Hızır aleyhisselâmın rûhâniyeti vâsıta olmaktadır (Muhammed Pârisâ)

İlm-i Lügat:
Bir dilin kelimelerinin tamâmını inceleyen ilim

İlm-i Meânî:
Sözün hâle uygunluğundan bahseden edebî ilim dallarından biri

İlm-i Nâfi':
İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle o lan ilim

İlm-i Nahv:
Arabî cümle bilgisi Kelimelerin cümle içindeki yerlerini ve buna göre sonlarının aldığı durumlardan (harekelerden) bahseden ilim
İlimlerden bir kısmı diğer ilimlere bir mukaddime (başlangıç) olup, o ilimleri elde etmeğe birer âlet, vâsıta durumundadırlar Lugat ve nahv ilimleri de böyledir Bunlar aslında dînî ilimlerden değildir Ancak Kur'ân-ı kerîm ve hadîs gibi dînî ilimle rin anlaşılmalarında lüzumludurlar Çünkü kitab (Kur'ân-ı kerîm) ve hadîs-i şerîfler, Arabça olduğundan, dînimizi anlayabilmek için bu ilimlere ihtiyâc vardır (İmâm-ı Gazâlî)
İlim öğrenirken, en mühim olanını öne almalıdır İlmin en önemlisi sâhibine doğru yolu gösterendir Bu sebeple akâid, fıkıh, tefsîr, hadîs ilimleri en önemli ilimlerdir Arabî ilimlerden önemlileri de nahv ve meâni (edebiyât) ilimleridir (Seyyid Alizâde)

İlm-i Sarf:
Kelime bilgisi Arabîde kelimenin aldığı şekillerden bahseden ilim Morfoloji
İlm-i Sarfın konusu isim ve fiil çekimleridir Bunların çekimlerinde alışkanlık kazandırarak hatâya düşmekten korur (Taşköprüzâde Ahmed Efendi)

İlm-i Tefsîr:
Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın kastettiği mânâyı açıklayan ilim

İlm-i Usûl-i Fıkıh:
Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim

İlm-i Usûl-i Hadîs:
Hadîs-i şerîflerin çeşitlerini anlatan ilim
İlm-i usûl-i hadîsin ortaya koyduğu metodlar ile hadîs-i şerîflerin nev'ileri, çeşidleri ayırd edilir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

İlm-i Usûl-i Kelâm:
Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim

İlm-i Usûl-i Tefsîr:
Tefsîr ilminin metodlarından, kâidelerinden, müfessirde bulunması gereken şartlarından, âyet-i kerîmelerin; nâsih ve mensûhundan, hâss ve âmmından bahseden ilim

İlm-i Vehbî:
Çalışmadan öğrenilen, Allahü teâlâ tarafından ihsân edilen ilim (Bkz İlm-i Ledünnî)

İlm-ül-Yakîn:
Eserden müessire yol bulmak İşi görüp yapanı tanımak, bilmek Dumanı görüp, orada ateşin olduğunu anlamak böyledir




İLTİCÂ:
Sığınma
Teheccüd (gece namazı) ve sabah namazlarına uyanmak isteyen, yatsı namazını kılınca hemen yatmalı, gece, boş şeylerle uykusuz kalmamalıdır Teheccüd zamânında tövbe istiğfâr etmek, Allahü teâlâya ilticâ etmek, yalvarmak, günâhlarını düşünmek, ayıplar ını, kusurlarını hatırlamak, kıyâmetteki azâbları düşünüp korkmak, Cehennem'in sonsuz acılarından titremek lâzımdır Afv ve mağfiret için çok yalvarmalıdır (İmâm-ı Rabbânî)
Ey âsîlerin, günâhkârların sığınağı! Sana sığındım; sayısız hatâlar işledim Şimdi sana ilticâ eyledim (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) Bu dünyâ bir köprüdür gelen bir bir geçer durmaz Hani âba u ecdâdın ne oldu kimseler sormaz Hani annen baban nerde bu dünyâ kimseye kalmaz Gelenler hep sefer eyler muhakkak dâr-ı Bekâya Yüzün dön ilticâ eyle Cenâb-ı zât-ı Mevlâya
(Tâceddîn-i Velî)





Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #141
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İLYÂS ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden biri Hârûn aleyhisselâmın neslindendir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İlyâs da, şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerden idi O vakit kavmine (şöyle) demişti; "Siz Allahü teâlânın azâbından korkmaz mısınız? Allahü teâlâ sizin de Rabbinizdir, evvelki atalarınızın da Rabbidir" Fakat onlar İlyâs'ı (aleyhisselâm) yalanladılar Şüphesiz onlar hazırlanıp (Cehennem'e) götürüleceklerdir Ancak Allah'ın ihlâs sâhibi (mü'min) kulları müstesnâdır ( Sâffât sûresi: 123-128)
Zekeriyyâ, Yahya, Îsâ ve İlyâs'a da (aleyhimüsselâm) hidâyet (peygamberlik) verdik Onların hepsi sâlihlerden idiler (En'âm sûresi: 85)
Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâmdan sonra İsrâiloğullarına Yûşâ aleyhisselâm ve Hazkîl aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiler Onlara Tevrât'ın hükümlerini bildirdiler Hazkîl aleyhisselâmdan sonra İlyâs aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi İsr âiloğullarından Ba'lbek'te yerleşen kabîleyi îmâna dâvet etti Ba'lbek'te hüküm süren ve insanları Ba'l adındaki puta tapmaya zorlayan zâlim hükümdârı ve ona tâbi insanları, puta tapmaktan sakındırdı ve Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdı İnsanlar onu dinlemediler İlyâs aleyhisselâm onları azâbla korkuttu ise de karşı gelip onu memleketlerinden çıkardılar İsyânları sebebiyle Allahü teâlâ bereketi kaldırdı Yağmurlar yağmaz oldu Hayvanları susuzluktan kırıldı Başlarına çeşitli musîbet ve belâlar geldi İlyâs aleyhisselâmı Ba'lbek'ten çıkardıklarına pişman olan İsrâiloğulları, sonunda ondan af dilediler Onların isteği üzerine, İlyâs aleyhisselâm Ba'lbek'e geri döndü İsrâiloğullarını puta tapmaktan sakındırdı Onlar, İlyâs aleyhisselâma îmân ettiler ve ona tâbi olacaklarına söz verdiler İlyâs aleyhisselâm duâ etti Allahü teâlâ kıtlık ve musîbetleri kaldırıp bolluk ve bereket ihsân etti Bir müddet İlyâs aleyhisselâma tâbi oldular fakat sonunda isyân ederek eski sapıklıklarına dönd üler İlyâs aleyhisselâmın yaptığı nasîhatleri dinlemediler Doğru yola gelmeyeceklerini iyice anlayıp, çok üzüldü ve bu azgın insanlardan ayrılması için Allahü teâlâya duâ etti Allahü teâlâ onun duâsını kabûl buyurdu İlyâs aleyhisselâm o beldeden hicret edip başka yerlere gitti İsrâiloğullarına tekrar belâ ve musîbetler geldi İlyâs aleyhisselâm gittiği beldelerden birinde ihtiyâr bir kadının evine misâfir oldu Bu kadının Elyesâ' isimli hasta oğluna duâ etti Onun duâsı bereketiyle Elyesa'n ın hastalığı iyileşip, İlyâs aleyhisselâmın yanından ayrılmadı Ondan Tevrât'ı öğrendi İlyâs aleyhisselâmdan sonra İsrâiloğullarına peygamber olarak Elyesa' aleyhisselâm gönderildi (Bkz Elyesa' Aleyhisselâm) (İbn-ül-Esîr, Sa'lebî, Nişâncızâde)


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #142
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ÎMÂ:
İşâret etme Bir özür sebebiyle başını yere koyamayan kimsenin rükû' için biraz, secde için rükû'dan daha çok eğilmesi
Namazda rükû ve secdeleri yapamayan îmâ ile kılar (Halebî)
Alnında yara olan, yalnız burnu ile, burnunda yara olan da yalnız alnı ile secde eder Alnında ve burnunda birlikte yara olup, başını yere veya böyle sert bir şey üzerine koyamıyan, ayakta durabilse bile, yere oturarak îmâ ile kılar (İbn-i Âbidîn)
Yatarak başı ile îmâ edemeyecek kadar ağır hastalığı yirmi dört saatten çok devâm eden kimseden, aklı başında olsa bile, namaz sâkıt olur (düşer, kılması lâzım gelmez) (Halebî)
Îmâ ile dahî kılması mümkün iken kılmadan ölüm hâline gelen kimsenin, namazlarının keffâreti için vasiyet etmesi lâzımdır (İbn-i Âbidîn, İmâm-ı Birgivî)



İMÂM:
1 Câmi, mescid veya başka yerlerde cemâate namaz kıldıran kimse
Cemâate, Kur'ân-ı kerîmi iyi okuyanınız imâm olsun Bunda eşit olunca sünneti en iyi bileniniz, bunda da eşit olunca, en yaşlı olanınız imâm olsun! (Hadîs-i şerîf-Müslim, Sünen-i Tirmizî)
İmâm kalkan gibidir Namazı tam kıldırırsa; hem onun, hem sizin lehinize olur Noksan kıldırırsa, sizin namazınız yine tamdır Noksanlık ondan sorulur (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
İmâmın namaza dururken ve rüknden rükne geçerken ve selâm verirken, cemâat işitecek kadar sesini yükseltmesi sünnettir Daha fazla yükseltmesi mekruhtur Kırâeti güzel olan yâni Kur'an-ı kerîmin harflerini tanıyan, tecvid ile okumasını bilen imâm olu r Sesi güzel ve tegannî ile okuyan değil (İbn-i Âbidîn)
2 Hadîs, fıkıh, kelâm ve tefsîr ilminde ve tasavvuf gibi İslâmî ilimlerden birinde en yüksek mertebeye ulaşan âlim
Dört büyük mezheb imâmına uymak, Kur'ân-ı kerîme ve sünnete (Peygamber efendimizin emirlerine) uymanın tâ kendisidir (Abdurrahmân Silhetî)
3 Müslümanların devlet reîsi (Bkz Halîfe)
Huzeyfe; "Yâ Resûlallah! Fitne devrine ulaşırsam ne yapmamı emredersiniz" deyince; " Müslümanların cemâatına ve imâmına tâbi ol!" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)
İmâm-ı Müslimîn: Müslümanların imâmı, devlet reîsi, halîfe (Bkz Halîfe)




İMÂME:
1 Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık
İmâme ile kılınan iki rek'at namaz, imâmesiz kılınan yetmiş rek'at namazdan efdâldir, üstündür (Hadîs-i şerif-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Mescidlere imâmesiz olarak da imâmeli olarak da geliniz Ancak imâmeli olmak mü'minlerin alâmetlerindendir (Hadîs-i şerif-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem imâmeyi sarar ve ucunu arkadan iki kürek arasına sarkıtırdı (Râmûz-ül-Ehâdîs)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin sekizinci senesi Ramazan-ı şerîfin onuncu Pazartesi günü, on iki bin kahraman ile birlikte Medîne'den çıkarak, Ramazânın yirminci Perşembe günü Mekke-i mükerremeyi feth etti Ertesi Cumâ günü hutbe okur ken mübârek başında siyâh imâme sarılı idi (İmâm-ı Kastalânî)
2 Tesbîhin ucundaki uzun tâne




İMÂMET:
İmâmlık, reislik, başkanlık, rehberlik

İmâmet-i Kübrâ:
Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfes i, hilâfet (Bkz Hilâfet)

İmâmet-i Suğra:
Namaz kıldırmak için imâm olmak (Bkz İmâm)





İMÂMEYN:
İki imâm İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin ders ve sohbetlerinde yetişmiş olan İmâm-ı Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Muhammed'e verilen lakab İkisi de mezhebde müctehiddirler
Müftî ve hâkim, İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin sözüne uygun olarak fetvâ verir Aradığını onun sözlerinde açıkça bulamazsa, İmâm-ı Ebû Yûsuf'un sözünü alır Onun sözlerinde de bulamazsa, İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin sözünü alır İmâmeyn'in sözü bir taraf ta, İmâm-ı a'zam'ın sözü karşı tarafta ise, müftî her iki tarafa göre fetvâ verebilir (İbn-i Âbidîn)



İMÂM-I AHMED BİN HANBEL:
Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olanların) amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin reîsi
Künyesi, Ebû Abdullah'tır 780 (H 164)'de Bağdâd'da doğdu 855 (H 241) senesinde bir Cumâ günü Bağdâd'da vefât etti İlim öğrenmek için birçok İslâm beldesini dolaştı Çok sayıda talebe yetiştirdi
Ahmed bin Hanbel hiçbir zaman, insanların daldığı dünyâ işlerine dalmazdı Ancak ilimden bahis açılınca konuşurdu (Ebû Dâvûd Sicistânî)
Ahmed bin Hanbel, her hayrı kendisinde toplamıştı Çok âlim gördüm, fakat ilimde, verâda (şüphelilerden kaçmada) ve zühdde (dünyâya rağbet etmemede) Ahmed bin Hanbel pek yüksek idi (Menha bin Yahyâ)
Ahmed bin Hanbel'in işi, hep âhiretle ilgili idi Dünyâ menfaatleri ona yöneldi, fakat o kabûl etmeyip geri çevirirdi (Nadr bin Ali)



İMÂM-IA'ZAM EBÛ HANÎFE:
Ehl-i sünnet ve'l-cemâatın ameldeki dört mezhebinden biri Hanefî mezhebinin kurucusu
İsmi Nûmân bin Sâbit bin Zütâ'dır Ebû Hanîfe künyesiyle ve İmâm-ı a'zam lakabıyla meşhûr olmuştur 699 (H 80) senesinde Kûfe'de doğdu 767 (H 150) senesinde Bağdâd'da şehîd edildi Ehl-i sünnet îtikâdını ve fıkıh bilgilerini topladı Yüzlerce tale besine öğretip, kitaplara geçirilmesine sebeb oldu
Fıkıh ilminde İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe gibi mütehassıs görmedim (Abdullah bin Mübârek)
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe bir yıldızdır Karanlıkta kalanlar onunla yol bulur, hidâyete kavuşur (Dâvûd-i Tâî)




İMÂM-I MÂLİK:
Ehl-i sünnetin ameldeki dört mezhebinden biri olan Mâlikî mezhebinin reîsi
İmâm-ı Mâlik hazretleri Tebe-i tâbiîndendir İsmi, Mâlik bin Enes, künyesi, Abdullah'tır 711 (H93 veya 95) senesinde Medîne'de doğdu 795 (H 179)'da yetmiş altı yaşında Medîne'de vefât etti Soyu, Yemenli Arap kabîlelerinden Benî Eshâb'a ve Himyer îlerden bir hükümdâr âilesine ulaşır İmâm-ı Mâlik, elli sene müddetle ders ve fetvâ vererek insanların mes'elelerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir
İmâm-ı Mâlik uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, doğru rivâyet, dindarlık, adâlet, sünnet-i seniyyeye tâbi bir zât idi Fetvâ vermede aceleciliği sevmez, çok kere "Bilmiyorum" der ve, "İlmin kalkan ı, bilmiyorum demektir" buyururdu (Zehebî)
İmâm-ı Mâlik hazretleri bir hadîs-i şerîf okumak için abdest alır, edeble diz çökerdi Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin bulunduğu bir toprağa hayvanların ayakları ile basıp geçmekten hayâ etdiğini, utandığını söyleyerek, Medîne-i münevverede hayvana binmezdi Haksız bir fetvâyı vermediği için yetmiş kırbaç vuruldu Muvattâ adındaki hadîs kitabı pek kıymetlidir (Taşköprüzâde)



İMÂM-I ŞÂFİÎ:
Ehl-i sünnetin ameldeki dört mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinin reîsi
İsmi, Muhammed bin İdrîs bin Abbâs bin Osman bin Şâfiî bin Saîb'dir Soyca Kureyş kabîlesine dayanıp, anne ve baba tarafından Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin mübârek soyu ile birleşmektedir Künyesi Ebû Abdullah'tır Eshâb-ı kirâmda n ve dördüncü göbekten dedesi olan Şâfiî'nin ismine izâfeten kendisine de Şâfiî denildi ve bu isimle meşhûr oldu 767 (H 150)'de Gazze'de doğdu 820 (H 204)'de Mısır'da vefât etti Ömrünü ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirdi Çok talebe yetiştirdi
İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı a'zam'ın kabrini ziyâret ettiği zaman ona hürmeten sabah namazında kunut okumayı terk ederdi (İbn-i Hacer-i Mekkî)
İmâm-ı Şâfiî'nin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir O, rûhların şifâsıdır (Ahmed bin Hanbel)
Nice âlim ve fazîletli kimselerle görüştüm, İmâm-ı Şâfiî hazretleri gibi âlim ve fâdıl bir kimse görmedim (Ebû Ubeyd Kâsım bin Selâm)




İMÂMİYYE:
Şiîliğin kollarından biri
Hazret-i Ali'nin halîfe olması açıkça emr olunmuştu, Eshâb bu emri yerine getirmediği için, kafir oldu diyen, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtından sonra hazret-i Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını meşrû' imâm kab ûl eden ve on iki imâma inanmayı îmânın şartlarından sayan kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka, topluluk Bu fırkaya, İsnâ aşeriyye de denir (Bkz İsnâ Aşeriyye)
İmâm-ı Ali'nin sözlerini, Ehl-i sünnet, İmâmiyye ve Zeydiyye fırkaları incelemiştir Her biri başka türlü anlamıştır Zeydiyye ve İmâmiyye, evliyâlığı inkâr ettiler (İmâm-ı Rabbânî)








Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #143
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ÎMÂN:
İnanmak "Allahü teâlâdan başka mâbud, ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu ve Resûlü olduğuna" ve O'nun Allahü teâlâdan getirdiklerine kalb ile inanıp dil ile söylemek
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Fakat Allah size îmânı sevdirdi Onu kalblerinizde süsledi Küfrü (îmânsızlığı), fâsıklığı (günâhkârlığı), isyânı size çirkin gösterdi (Hucurât sûresi: 7)
Hakîkat şudur ki, îmân edenler ve Rablerine güvenip dayananlar üzerinde onun (şeytanın) hiçbir hâkimiyeti yoktur (Nahl sûresi: 99)
Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize insan sûretinde gelerek; "İmânın ne olduğunu bana bildir" dedi Peygamber efendimiz de; "Allahü teâlâya inanmak, meleklerine inanmak, indirdiği kitaplara inanmak, peygamberlere inanmak, âhiret gününe (öldükten sonraki hayâta) inanmak, kadere, hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır" buyurarak, îmânın altı şeye inanmak olduğunu bildirdi (Hadîs-i Cibrîl-Müslim)
Sizin îmân yönünden en üstün olanınız, ahlâk yönünden güzel olup, insanlara iyilik yapanlarınızdır (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred)
Îmânın temeli ve en kuvvetli alâmeti, müslümanları sevmek ve müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemektir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
Îmân etmek, bütün insanlara lâzımdır Îmân edenlerin farzları yapıp, haramlardan kaçınması lâzımdır Îmân etmek için kelime-i şehâdet söylemek ve bunların mânâsını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde öğrenip, inanmak lâzımdır (İmâm-ı Gazâlî)
Îmân muma benzer, Ahkâm-ı İslâmiyye yâni emirleri yapıp yasaklardan kaçmak fener gibidir Mum ile birlikte fener de İslâmiyet'tir Fenersiz mum çabuk söner Îmânsız İslâm olmaz İslâm olmayınca, îmân da yoktur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Îmânın alâmeti; küfürden (îmânı gideren şeylerden) uzak olmaktır Sadece kelime-i şehâdeti söylemek, îmân etmiş olmak için yetmez Îmânlı veya îmânsız ölmek son nefese bağlıdır (İmâm-ı Rabbânî)

Îmân-ı Gaybî:
Allahü teâlânın zâtı, sıfatları, âhiret, melekler, Cennet, Cehennem, Mîzân, Sırat gibi gözle görülmeyen şeylere görmeden inanmak
Îmân-ı gaybî, îmân-ı şühûdîden (görerek inanmak) daha üstündür Çünkü peygamberlerin îmânı, îmân-ı gaybîdir (İmâm-ı Rabbânî)
Biz gaybe îmân eyledik Bizim îmânımız, îmân-ı gaybîdir Zîrâ biz, Allahü teâlâyı gözümüzle görmedik Lâkin görmüş gibi inandık, îmân ettik Bunda aslâ şüphemiz yoktur (Kudbüddîn-i İznîkî)

Îmân-ı Hakîkî:
Kalbe yerleşen, şüphe ve tereddüd karşısında hiç sarsılmayan îmân
Îmân-ı hakîkînin alâmeti, gevşeklik ve tembellik olmadan İslâmiyet'in emirlerini kolayca yapma ve yasaklarından kaçınma hâlinin hâsıl olmasıdır
Îmân-ı hakîkiye sâhib olan kimse, bütün âlem yâni dünyâdaki insanlar bir araya gelse, Allahü teâlâyı inkâr etseler, o, inkâr etmez ve kalbine aslâ şek ve şüphe gelmez Onun îmânı, enbiyâ (peygamberler) îmânı gibidir Böyle îmân, îmân-ı taklîdî ve îmâ n-ı istidlâlîden üstün ve kıymetlidir (Kutbüddîn-i İznîkî)
Tasavvuf yolunda ilerlemekten, nefsi ve kalbi kötülüklerden ve kötü düşüncelerden temizlemekten maksat; mânevî âfetleri (tehlikeleri) gidermek, kalbi mânevî hastalıklardan kurtarmaktır Bekara sûresindeki; " Kalblerinde hastalık vardır" meâlindeki dokuzuncu âyet-i kerîmede bildirilen hastalık tedâvî edilmedikçe îmân-ı hakîkî ele geçmez Bu âfetler var iken elde edilen îmân, îmânın sûretidir (İmâm-ı Rabbânî)

Îmân-ı Hılkî:
Allahü teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları
Kâbe yakınındaki Hacer-i Esved'i istilâm (selâmlama) esnâsında okunan "Allah'ım sana inanır, kitâbını tasdîk eder ve ahdimizde, verdiğimiz sözde dururuz" duâsının mânâsı, îmân-ı hılkîyi tâzelemektir (İmâm-ı Gazâlî)

Îmân-ı İcmâlî:
Kısaca inanmak, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Allahü teâlâdan ne bildirmiş ise, hepsine inandım, demek
Mü'min olmak için, inanılacak şeyleri ayrı ayrı bilmek lâzım değildir Bunlara, îmân-ı icmâlî ile îmân etmek, inanmak yeterlidir Bir kimse böyle inanmakla müslüman olur Bu sebeble mukallidin yâni anasından babasından gördüğü, duyduğu gibi, inanıp b una göre ibâdetini yapanların îmânı sahîhtir, doğrudur Fakat, sağlam değildir, bunların îmânlarının sarsılmasından korkulur (Bkz Îmân-ı İstidlâlî) (Kudbüddîn-i İznikî)

Îmân-ı İstidlâlî:
İslâm dîninin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya kitaptan okuyup, öğrenerek, bilerek inanmak
Îmân-ı istidlâliye sâhib kişi, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı hem bilir ve hem amel eder, yâni yerine getirir İnanılacak şeyleri hem bilir, hem başkalarına bildirir Bu gibilerin îmânı kuvvetlidir (Kutbüddîn-i İznîkî)
Peygamberleri aleyhimüsselâm taklid ederek hâsıl olan îmân, îmân-ı istidlâlîdir Çünkü o büyükleri taklid eden kimse, peygamberlerin bildirdiği her şeyin doğru olduğunu, delilleri görerek aklı ve düşüncesi ile anlamıştır Çünkü bir kimsenin gösterdiğ i yolun doğru olduğu Allahü teâlânın ona mûcizeler vermesinden anlaşılır Mantığa dayanarak akıl ile düşünce ile hâsıl olan îmâna gelince; bu yoldan îmân elde edilebilir Fakat peygamberleri aleyhimüsselâm taklid etmeye dayanmadan yalnız istidlâl (akıl yürütme) ile elde edilen îmân kıymetli değildir Çünkü o kimse, peygamberlerin bildirdiklerine değil, akla inanmış olmaktadır (Ahmed Fârûkî)

Îmân-ı Kâmil:
Olgun îmân Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı En üstün derecedeki îmân
Bir kimse kendi istediğini din kardeşi için de istemedikçe, îmânı kâmil olmaz (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Îmânın kâmil (olgun) veya noksan olması, ibâdetlerin çok ve az olması demektir İbâdet çok olunca, îmân-ı kâmile kavuşuldu denir (Ebû Hanîfe)
İbâdetleri, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmakla îmân cilâlanır, nûrlanır, parlar, yâni îmân-ı kâmil olur Haram işleyince bulanır O hâlde çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı îmânın cilâsındadır Kendisinde değildir Bâzıları cilâ lı, parlak îmâna çok dedi ve parlak olmayan îmândan daha çoktur dedi Bir hadîs-i şerîfte; "Ebû Bekr-i Sıddîk'in îmânı bu ümmetin hepsinin toplamından daha ağırdır" buyruldu Bu da îmânın nûru parlaklığı bakımındandır Fazlalık aslda, özde değil, sıfatlardadır (İmâm-ı Rabbânî)
Îmân-ı kâmil sâhibi; güzel ahlâklı ve ev halkına lütfu, ihsânı, şefkati çok olan kimsedir (İmâm-ı Rabbânî)

Îmân-ı Kesbî:
Bir kimsenin âkıl (akıllı) ve bâliğ olduktan (ergen, gusül, boy abdesti alacak yaşa geldikten) sonra ettiği îmân

Îmân-ı Makbûl:
Mü'minlerin (Peygamber efendimizin söylediklerinin hepsini beğenip kalben kabûl edenlerin) îmânı

Îmân-ı Ma'sûm:
Peygamberlerin aleyhimüsselâm îmânı
Îmân-ı Ma'sûm tafsîlîdir Bunlar inanılacak husûslara ayrı ayrı îmân ederler Dinlerinin ilimlerini tafsîlen (geniş olarak) bilirler Bâzı hükümlerde ictihâd ederler Peygamberlere Allahü teâlâdan doğrusu bildirildiğinden hatâ üzere kalmazlar (İmâm-ı Birgivî)

Îmân-ı Merdûd:
Münâfıkların (dilleri ile inandıklarını söyleyip kalben inanmayanların) yalnız dil ile söyledikleri îmân (Bkz Münâfık)

Îmân-ı Metbû:
Meleklerin îmânı (Bkz Melek)

Îmân-ı Mevkûf:
Ehl-i bid'atin (yanlış, bozuk inançta olanların)îmânı

Îmân-ı Şühûdî:
Basîret (kalb gözü) ile müşâhede ederek, görerek olan îmân
Dünyâ durdukça ve dünyâ hayâtı ile yaşadıkça gayba inanmaktan başka çâre yoktur Çünkü bu dünyâda hakîkî îmân-ı şühûdîye kavuşmak mümkün değildir Âhiret hayâtı başlayıp, vehm ve hayâlin kuvveti kalmayınca, görerek hâsıl olan îmân-ı şühûdî kıymetli o lur Muhammed aleyhisselâm dünyâda iken yâni mîrâc gecesinde âhiret âlemine götürülerek baş gözü ile Allahü teâlâyı görmekle şereflendiği için O'nun îmânı şühûdîdir demek güzel olur Çünkü başka mü'minlere Cennet'te ihsân edilecek olan nîmet, O yüce Peygambere bu dünyâda nasîb oldu (İmâm-ı Rabbânî)

Îmân-ı Tafsîlî:
Îmân edilecek şeyleri ayrı ayrı öğrenerek, bilerek îmân
Mü'min (inanan) olabilmek için, îmân-ı icmâlî yeterlidir Îmânın altı şartına yâni Allahü teâlâya, meleklerine, gönderdiği kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna, öldükten sonra dirilmeğe, namaz, oruç, hac ve diğer dînî emirlerin her birine ayrı ayrı inanmakla ise, îmân-ı tafsîlî ile îmân edilmiş inanılmış olur (Kutbüddîn-i İznikî, Abdülhâk-ı Dehlevî)

Îmân-ı Taklîdî:
Bir hocadan veya kitaptan okuyup öğrenmeden ana, babasından ve etrâfından görüp işittiği gibi inanmak
Îmân üç kısımdır: İmân-ı taklîdî, îmân-ı istidlâlî, îmân-ı hakîkî Îmân-ı taklîdî sâhibi, farzı, vâcibi, sünneti, müstehâbı bilmez Ana-babasından gördüğü gibi inanır ve yalnız gördüğü gibi ibâdetlerini yapar Bu gibilerin îmânından korkulur (Kutbüddîn-i İznîkî)
Îmân-ı taklîdînin kıymetsiz olması, peygamberlerin aleyhimüsselâm doğru söylediklerini, bildirdikleri her şeyin doğru olduğunu düşünmeden yalnız anadan babadan ve etraftan görerek hâsıl olduğu içindir (İmâm-ı Rabbânî)

Îmân-ı Yakînî:
Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îmân, îtikâd





______

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #144
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İMSÂK VAKTİ:
Oruca başlama zamânı Ufkun bir yerinde beyazlığın başladığı vakit Bundan (6-10) dakika sonra beyazlık ufk üzerinde ip gibi yayılınca sabah namazının vakti başlar
Orucun farzı üçtür
1- Niyet etmek
2- Niyetin ilk ve son vaktini bilmek,
3- İmsâk vaktinden, güneşin batmasına kadar orucu bozan şeylerden sakınmaktır (Kutbüddîn-i İznikî)





İNÂBE (İnâbet):
Bir büyüğe, evliyâ bir zâta intisab etmek, bağlanmak sûretiyle yapılan tövbe
İnâbetin haklarını ve şartlarını elden geldiği kadar gözetmelidir Bu işin aslı Ehl-i sünnet vel-cemâate (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarına) uymaktır (İmâm-ı Rabbânî) Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapından etme red, bu pûr günâhı İnâbet eyleyip geldim kapına, Yüzüm yere sürüp durup bâbına (huzûruna)
(Muhammed bin Receb Efendi)




İNÂD:
Direnmek, muhâlefette (karşı çıkmakta) ısrar etmek Kendini büyük görüp, hakkı, doğruyu kabul etmeme
Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabûl etmemekte inâd edendir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İnâd, riyâdan (gösterişten), kin tutmaktan, hased etmekten (çekememekten) veya hırstan doğar (Hâdimî)
Ebû Cehl ve Ebû Leheb inâdlarından dolayı Muhammed aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanmadılar (Şeyhzâde)



İNÂN ŞİRKETİ:
Ortakların birbirine vekil olup, kefil olmadıkları şirket
İnân şirketinde ortakların birbirine kefîl olmaları da ayrıca şart edilebilir Sermâye hisselerinin eşit olması şart değildir Kârın nasıl taksim edileceği bildirilmezse, şirket fâsid olur İnân şirketi bir veya çeşitli ticâret işleri yapabilir Kâr nisbeti (oranı) hisseye göre değil, şartnâmeye göredir (İbn-i Âbidîn



İNÂYET:
Lütuf, ihsân, iyilik, yardım
Bu fakirde bu yola girmek arzusu belirince, Allahü teâlâ inâyetiyle onu Hâcegân yolunun büyüklerinden birine ulaştırdı Bu azîzin (Muhammed Bâkî-billâh'ın) sohbetiyle şereflendirip, büyüklerin yolunu nasîb etti (İmâm-ı Rabbânî)
Yine Allahü teâlânın inâyeti bu fakîrin hâllerini kapladı Bundan sonra bu fakir daha yüksek makâmlara yöneldi Fenâ ve bekâ makamları nasîb oldu (İmâm-ı Rabbânî)



İNBİSÂT:
Açılmak, yayılmak, açık yüzlü olmak, mütebessim çehreli, sevinçli olmak Gönül açıklığı, kalb ferahlığı hâli (Bkz Bast)



İNCÎL:
Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâma gönderdiği ve sonradan tahrif edilen, aslı değiştirilmiş olan mukaddes kitab
Bolüs isminde bir yahûdî Îsevî görünüp, yâni Îsâ aleyhisselâma inanmış gibi görünüp, havârîler arasına karıştı Îsâ aleyhisselâmdan sonra ilk işi, Allahü teâlâ tarafından gelen hakîkî İncîl'i yok etmek oldu Havârîlerden Barnabas, Îsâ aleyhisselâmdan gördüklerini ve işittiklerini doğru olarak yazdı ise de, Bolüs bunun yayılmasına mâni oldu İncîl diyerek uydurup yazdığı yanlış ve bozuk kitabları her yere yaydı Şimdiki İncîller birbirine benzemiyor Katoliklerin, ortodoksların ve protestanların başka başka incîlleri vardır Hepsi insanlar tarafından sonradan yazılmıştır Hakîkî Încîl'de Allahü teâlânın bir olduğu, Îsâ aleyhisselâmın Allah'ın kulu ve peygamberi olduğu, âhir zamanda Ahmed isminde bir peygamberin yâni Muhammed aleyhisselâmın geleceği yazılı idi ( Harputlu İshâk Efendi)





Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #145
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İKÂB:
Cezâ, azâb Günâhın cezâsını vermek
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Biliniz ki, muhakkak Allahü teâlânın (haram işleyenler için) ikâbı pek çetindir Allahü teâlânın, (haramları terk edenlere) mağfireti (bağışlaması bol) ve merhâmeti çoktur (Mâide sûresi: 98)
Mü'min ve kâfir herkes kıyâmette, dünyâda yapmış olduklarının karşılığını görür Ehl-i sünnet (Resûlullah efendimiz ve Eshâbının, arkadaşlarının yolunda) olan mü'minin, dünyâda iken tövbe etmiş olduğu günâhları affolunup, hayırlarına (iyiliklerine) s evâb verilir Kâfirlerin ve bid'at sâhibi olanların yâni îtikâdı (inancı) bozuk olan mü'minlerin hayırları (iyilikleri) red olunup (geri çevrilip), kötülükleri, günahları için de cezâ görürler En büyük ve ebedî ikâb küfürden (kâfirlikten, inanmamaktan) dolayı olur (Kâdızâde, İmâm-ı Birgivî)
Melek-ül-mevt, ma'sûm olanların canını aldıktan sonra, o can alınıp, gökler seyrettirilir Cennet'e götürülürler Orada yeşil zebercedden bir sahrâ vardır Ma'sûm oraya geldikte; "Beni buraya neden getirdiniz?" der Melekler; "Yâ ma'sûm! Kıyâmet yeri vardır Çok sıcaktır İşbu sahrâda, yetmiş bin rahmet pınarı vardır Hazret-i Resûl-i ekremin havzının başında durup, nûrdan bardakları görünüz! Atanız ve ananız kıyâmet yerine geldiklerinde, bu bardakları su ile doldurup, onlara verirsiniz ve onları tutup salıvermeyesiniz ki, Cehennem yoluna gitmeyeler azâb ve ikâb görmeyeler" derler (Kutbuddîn İznikî)
Farzı (Allahü teâlânın yapınız diye buyurduğu kesin emirleri) terk eden veyâ haram (Allahü teâlânın kesin olarak yasakladığı şeyleri) işleyen, tövbesiz ölür ve şefâate (Allahü teâlânın sevdiklerinin yardımına), affa kavuşmazsa, ikâb olunur (Muhammed Es'ad)



İKÂLE:
Bozma, yürürlükten kaldırma, feshetme; iki kişinin, aralarında yaptıkları herhangi bir akdi, anlaşmayı bozmaları
Ticârette ihsânın (iyiliğin) bir şekli de alışveriş ettiği kimse pişman olursa, ikâle etmek, alış-verişi geri çevirmektir (İmâm-ı Gazâlî)



İKÂMET:
1 Kâmet Erkeklerin farz namaza başlamadan önce okuması sünnet olan ezâna benzer sözlerin ismi Ezândan farkı fazla olarak "Hayyealelfelâh"dan sonra iki defâ "Namaz başladı" mânâsına olan "kad kâmet-issalâtü denir
İmâm olmak, müezzinlik yapmaktan ve ikâmet okumak, ezân okumaktan efdaldir (üstündür, kıymetlidir) (İbn-i Âbidîn)
Kadınların ezân ve ikâmet okuması mekruhtur
Vakit girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakit girince tekrar okunur (İbn-i Âbidîn)
2 Oturmak, bir yerde kalmak (Bkz Vatan-ı İkâmet)



ÎKÂZ:
Uyarma Tenbih etme
Bir kimse bir müslümanı İslâmiyet'e muhâlif (uymayan) işten, doğru yola teşvîk ederek îkâz ederse, kıyâmet gününde Hak teâlâ hazretleri, o kimseyi peygamberlerle berâber haşreder (toplar) (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Ehl-i sünnet denilen hakîkî müslümanların birbirlerini sevmeleri, zarar vermemeleri, yardımlaşmaları, tatlı dil ve yazılar ile birbirlerini îkâz etmeleri lâzımdır (S Abdülhakîm Arvâsî)


İKBÂL:
1 Yönelme
Tasavvuf bilgilerinden maksad, kendini zorlamadan, uğraşmadan, her an Allahü teâlâya ikbâldir Her an O'nu hatırlamaktır (Ubeydullah-ı Ahrâr)
2 Kıymet verme, iyi karşılama, hürmet gösterme
Evlâdım! Orhan'ım! Allahü teâlânın emirlerine uymayan bir iş işlemeyesin! Bilmediğini din âlimlerinden sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine in'âmı, ihsânı (iyiliği), eksik etmeyesin ki, ins an ihsânın kulcağızıdır Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir Ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd (mutlu) et! Âlimlere riâyet eyle (danışıp sözlerini dinleyerek saygı göster, haklarını gözet) ki, din işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm (yumuşaklık) göster! Askerine ve malına gurûr getirip (böbürlenip), İslâm âlimlerinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksâdımız Allah'ın dînini yaymaktır Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik dâvâsı değildir Sana da bunlar yaraşır Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum (Osman Gâzî)
3 Baht açıklığı Gerçek bana oldu hayâl Korkutuyor beni bu hâl Kararmakta her gün ikbâl Nefs elinden kurtar Rabbim
(M Sıddîk bin Saîd)



İKİNDİ NAMAZI:
İslâm'ın şartlarından biri olan beş vakit namazın üçüncüsü, öğle vakti ile akşam vakti arasında kılınan namaz (Bkz Asr) Gökten yere iner kamû (bütün) melekler, Meleklere müştâk olur (can atar) felekler, Kabûl olur anda bütün dilekler, İkindi namâzın kıldığın zaman
(Yûnus Emre)





İKRÂH:
Bir insanı istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Cizye (vergi) vermeyi kabûl eden kitap ehlini (kitaplı kâfirleri) İslâm dînine girmek için ikrâh etmek ve cebretmek yoktur ( Bekara sûresi: 256)
Mü'mini ve zımmîyi (İslâm idâresi altında yaşayan müslüman olmayan vatandaşı) ikrâh etmek, korkutmak büyük günâhtır (İbn-i Âbidîn)
Çocuğun ehl-i sünnet îtikâdını (doğru îmânı) Kur'ân-ı kerîmi, edebleri ve farzları, haramları, öğrenmesi için babası ikrâh eder (S Alizâde)

İkrâh-ı Mülcî:
Mülcî ikrâh Bir kimseyi ölümle veya bir uzvunu (organını) yok etmekle, şiddetli dövmekle veya bütün malını telef etmekle (zarar vermekle) korkutarak rızâsı dışında bir işi zorla yaptırmak
Mülcî İkrâh ile, şarap, kan içmek, leş, domuz yimek halâl olur Yimeyip ölmesi günâh olur Çünkü ikrâh-ı mülcî ile bunları yimek, zarûret (çâresizlik, başka çıkar yol bulamamak) olur (İbn-i Âbidîn)
İkrâh-ı mülcî ile başkasının malı telef edilince, ikrâh eden öder (Ali Haydar Efendi)

İkrâh-ı Gayr-i Mülcî:
Mülcî olmayan ikrâh Bir kimseyi istemediği bir sözü veya işi yapmaya zorlarken tam şiddet kullanmama
İkrâh-ı gayr-i mülcî ile kan, domuz yinmez, şarap içilmez ve müslümanın malı telef edilmez (zarar verilmez) (Ali Haydar Efendi)
İkrâh-ı gayrî mülcî ile yapılan nikâh, talâk (boşama), nezr (adak), yemîn, ric'at yâni boşadığı kadını tekrar alması sahîh olur (Ali Haydar Efendi)




İKRÂM:
Hürmet ve saygı gösterme veya yiyecek, içecek, hediye yâhut başka bir şey sunma
Kim mü'min kardeşine ikrâm ederse, Allahü teâlâ da ona ikrâm eder (Hadîs-i şerîf-Firdevs-ül-Ahyâr)
Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, komşusuna ezâ (eziyet) etmesin; kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, misâfirine ikrâm etsin; kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayır (faydası bulunan şeyi) söylesin yâhut sussun (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn)
Misâfire ikrâm sevâbdır Hayvan, yalnız Allah için kesilir Bir kimse gelince, kesilen hayvan etinden, ona da ikrâm edilince, hayvanı Allah rızâsı için kesmiş, faydası misâfire olmuş olur (Ahmed Fârûkî)
Tanıdığın bir müslüman sana gelince, elinden geldiği kadar iyi ve tatlı karşıla, yemek ikrâm eyle Kapıya çık kendisini karşıla Selâm verince selâmını al Sohbetten sonra giderken, onu uğurla ve duâ eyle (Süleymân bin Cezâ)
Kim saçı sakalı ağarmış müslüman bir kimseye ikrâm ederse, Allah da ona ihtiyarladığında hürmet ve ikrâmda bulunacak kimseleri vazîfelendirir, ona da ikrâm ederler (Ahmed Rıfâî)


İKRÂR:
1 Îmânını açıkça, dil ile söylemek
Îmân etmek için kelime-i şehâdeti dil ile ikrar edip, mânâsına kalb ile inanmak lâzımdır Kelime-i şehâdet ve mânâsı şöyledir: (Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh= Yerde ve gökte, Allahü teâlâdan başka ibâdet edilm eye hakkı olan ve tapılmaya lâyık olan hiçbir şey ve hiçbir kimse yoktur Hakîki mâbûd ancak Allahü teâlâdır Muhammed aleyhisselâm adındaki yüce zât, Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür, yâni peygamberidir) (İmâm-ı Gazâlî)
Ey oğul! Akşam, sabah Âmentüyü okuyarak îmânını tâzele!Âmentü, îmânın altı şartını bildirmektedir Âmentü'nün manâsını da ezberle ve çoluk-çocuğuna da ezberlet! Çünkü, ne zaman öleceğiniz belli değildir Dâimâ kelime-i tevhîd (lâ ilâhe illallâh sözün ü) oku ve inanılması lâzım olan altı şeyi iyi öğren, tasdîk (kalb ile inan) ve ikrâr eyle ve onlara da öğret! Bunları bilmeyenlerin îmânı olmaz (Süleymân bin Cezâ)
2 Bir kimsenin kendisiyle alâkalı olup, başkasına âit bulunan bir şeyi haber vermesi, îtirâf etmesi
Süt emmek, mal ikrâr etmek gibi, evlenecek veya evli erkeğin söylemesi ve sözünde ısrar etmesi ile veya âdil iki erkeğin ve bir erkekle iki kadının şâhid olması ile belli olur ( İbn-i Nüceym)



İKRÂZ:
Borç verme, ödünç verme Bir kimsenin nakid para, hacim ölçüsü ile alınıp satılan malını, daha sonra mislini (benzerini) almak üzere bir şahsa vermesi (Bkz Borç ve Karz-ı Hasen)



İKTİDÂ:
Tâbi olmak, uymak Taklid etmek
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
İşte o peygamberler Allahü teâlânın hidâyet ettiği kimselerdir Sen de onlara iktidâ et De ki: "Ben buna (peygamberlik vazîfemin îfâsına) karşılık sizden bir ücret istemiyorum O Kur'ân-ı kerîm âlemler için öğütten başka bir şey değildir (En'âm sûresi: 90)
Benden sonra, Ebû Bekr'e ve Ömer'e iktidâ ediniz (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Hâkim)
Benden önce Allahü teâlânın bir ümmete gönderdiği bir peygamber yoktur ki, o peygamberin ümmetinden Havârîleri ve sünnetine tâbi olan, emrine iktidâ eden eshâbı, arkadaşları olmasın (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Bizim büyüklerimizin yolunun esâsı ikidir: Birincisi; Resûl-i ekremin sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine yâni bildirdiği İslâm dîninin îmân ve amel ile ilgili hükümlerine iktidâ, ikincisi tâbi olduğu âlim ve velîyi çok sevmek (İmâm-ı Rabbânî)
Kendisinde imâmlık şartları bulunmadığı hâlde imâmlık yapan kimseye iktidâ etmemelidir (İbn-i Âbidîn)



İKTİSÂD:
1 Orta yol, orta hâl Tutumlu olma, gereği kadar ölçülü harcama
Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dîni tamâmen Allahü teâlâya hâs kılarak (ihlâsla) O'na yalvarırlar Allahü teâlâ onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı iktisâd yolunu tutar (Lokman sûresi: 32)
İktisâd eden kimse, fakir ve muhtâç olmaz (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ül-Mürüvvet)
İktisâd geçimin, güzel ahlâk da dînin yarısıdır (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Lokman Hakîm, oğluna şöyle nasîhat etti:
Oğlum! Masrafları gelirine göre ayarla! Îktisâd et! Aşırı gitme Her şeyde îtidâl sâhibi ol, yâni orta yolu tut! Cömertliği âdet edin!
2 Üretim ve tüketim faâliyetlerinin nasıl düzenlendiğini inceleyen ilim dalı
İslâmiyet, ferdin iktisâdî hürriyetine saygı gösterir Husûsî (özel) teşebbüslere ve sermâyeye izin verir Kısaca İslâmiyet, ferdî hürriyete elverişli bir iktisâd sistemini emr etmektedir (Seâdet-i Ebediyye)


İKTİZÂ-İ NASS:
Âyet ve hadîslerin gerektirdiği şey; nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) hükmünün anlaşılabilmesi ve istenilen mânânın ortaya çıkması için sözün tamâmına bakılarak gerekli hükmün taktir edilmesi
"Ümmetimden hatâ (yanılma), nisyân (unutma) ve zor karşısında yaptıkları şeyler kaldırıldı" hadîs-i şerîfinin lafzında yalnız hatâ ve nisyânın kaldırıldığı bildirilmektedir Hâlbuki bu haller insandan ayrılmaz İnsanda her zaman görülebilmektedir B u sebeble iktizâ-i nass, insandan kaldırılanın hatâ, nisyân olmayıp, hatâ ve nisyân ile yapılan işten doğan günâh ve mes'ûliyet, sorumluluk olduğunu ifâde etmektedir Yâni hadîs-i şerîfte mes'ûliyet gibi bir kelimenin taktir edilmesini gerektirmektedir (Serahsî)



ÎLÂ:
Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kadınlarına yaklaşmamaya îlâ edenler için dört ay beklemek vardır Eğer erkekler (o müddet içinde keffâret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki, Allahü teâlâ hakîkaten bağışlayıcı ve çok merhametlidir (Bekara sûresi: 226)
Yemîn eden kimse dört ay içinde hanımına yaklaşmazsa bir talâk-ı bâîn (tam boşanma) ile boşanırlar Dört aydan az zaman için yemîn ederse îlâ olmaz Dört ay içinde îlâyı bozarsa zevcesi (hanımı) boş olmaz Yemîn keffâreti verir (İbn-i Âbidîn)
Îlâda söz, açık ve açık olmayan olabildiği gibi, müddet de belirtilmemiş olabilir Helâli kendisine haram etmek yemîn olup, hanımına; "Sen bana haramsın" yâhut; "Sen bana haram ol!" diyen kimse kendisine haram kılmayı kasd etmişse, îlâ etmiş olur Îl â etmek istememiş ise hanımını bâîn (tam boşama) ile boşamış olur (Mehmed Zihni Efendi)
Eğer kocası, karısına; "Ben sana yakınlıkta bulunursam hac etmek yâhut oruç tutmak, sadaka vermek üzerime lâzım olsun" dese îlâ olur Dört ay içinde karısına yakınlıkta bulunursa yemîni bozulur; ne üzerine yemîn etmiş ise o şey lâzım olur ve îlâ düşe r (Mevkûfâtî)



İLÂH:
Mâbud, tanrı
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Onlar, (kâfirler, müşrikler) o kimselerdir ki, Allah ile berâber başka bir ilâh tanırlar Onlar, yakında (başlarına gelecek âkıbeti) bileceklerdir (Hicr sûresi: 96)
Onlar, âlimlerini ve râhiplerini Allah'tan başka ilâhlar edindiler Meryem'in oğlu Mesîh'i de (ilâh edindiler) Hâlbuki onlar da ancak bir olan Allah'a ibâdet etmekle emrolunmuşlardı Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh yoktur O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamâmen münezzehtir (Tevbe sûresi: 31)
Kim Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlânın Resûlü olduğuna (gözüyle görmüş gibi) şehâdet ederse, Allahü teâlâ ona Cehennem'i haram kılar (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
Îmânın altı şartından birincisi, Allahü teâlânın vâcib-ül-vücûd ve hakîkî ilâh ve bütün varlıkların yaratıcısı olduğuna inanmaktır (Kemahlı Feyzullah)



İLÂHÎ:
1 "Ey Allah'ım" mânâsına hitâb
İlâhî! Dostlarını şöyle kıldın ki onları bilen seni buldu Seni bulmayan onları bilmedi (Abdullah-ı Ensârî)
İlâhî! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin Bizi dünyâda ve âhirette sıkıntıda bırakma Muhtâçlara her şeyi gönderen yalnız sensin Dünyâda ve âhirette hayırlı, faydalı olan şeyleri bize gönder Dünyâda ve âhirette kimseye muhtâc bırakma Âmîn (Muhammed Rebhâmî) Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapından etme red bu pür günâhı (günâhı çok olanı) Ümîdim kesmem hiç senden ilâhî, Ki sensin cümle mahlûkun penâhı (sığınağı) Yüzüm karasına bakma ilâhî Cehennem nârında (ateşinde) yakma ilâhî
(Beykozlu Muhammed bin Receb)
2 Allahü teâlâ ile alâkalı, O'na âit, O'ndan gelen, O'nun gönderdiği, indirdiği
Tasavvuf, insanlık sıfatlarından çıkarak, melek sıfatları ile bezenmek ve ilâhî ahlâkı huy edinmektir (S Abdülhakîm Arvâsî)
Allahü teâlânın son ilâhî kitabı Kur'ân-ı kerîmdir Kur'ân-ı kerîmden Allahü teâlânın murâd ettiği mânâyı ve hadîs-i şerîflerden Peygamber efendimizin maksâdını en iyi anlayabilenler, müctehîd denilen büyük İslâm âlimleridir (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî

İlâhî Dinler:
Asılları Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş olan dinler Hak dinler ve semâvî dinler de denir
Bugün yeryüzünde mensûbu bulunan üç tâne ilâhî din vardır Bunlardan yahûdîlik ve hıristiyanlık aslı bozulmuş, din adamları tarafından değiştirilmiştir Aslı bozulmamış, kıyâmete kadar da bozulmayacak olan tek ilâhî din İslâmiyet'tir (M Sıddîk Gümüş)
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilâhî dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından birbirinin aynı idi (S Abdülhakîm Arvâsî)



iLÂHİYYÂT:
İnanılacak şeylerden bahseden kelâm ilminin; Allahü teâlânın varlığı, zâtı, sıfatları ve fiillerinden (işlerinden) bahseden bölümü
Kelâm kitaplarının ilâhiyyât bahislerinde Allahü teâlânın varlığını isbat için bildirilen delillerden birisi şöyledir:
Şu âleme gözünü çevirip, üstünde, direksiz duran yıldızları, bilhassa belli bir yörüngede ışık saçan, ziyâsıyla yıldızlarda gece ve gündüzün meydana gelmesine sebeb olan güneşe, gökteki bulutlara ve yağan yağmurlara, altındaki yere ve üzerindeki nehi rlere, denizlere, karalardaki ağaçlara ve meyvalara, çeşitli özelliklere sâhip memleketlere ve şehirlere, mâdenlere, bitkilere ve hayvanlara bilhassa âlem-i sagîr (küçük âlem) denilen insana ve kâinattaki eşyânın eşsiz bir sûrette yaratılışına bakan bunlardaki çok ince olan nizam (düzen) ve intizamı, âhengi (uyumu) gören, bunlardaki fâide ve hikmetleri iyi düşünen bir kimse, âlemi yoktan var eden, hep var olan bir yaratıcının var olduğuna inanmak zorunda kalır (Abdüllatîf Harpûtî)
Bütün nutuklarımda, atomdaki enerjiden nasıl istifâde edileceğini anlattım Şimdi aklımıza, haklı olarak şu soru gelmektedir: "Bu muazzam kudreti, küçücük yere kim ve nasıl koydu?" Buna ancak İslâm ilâhiyyâtı cevap verecektir (W Heisenberg)



İ'LÂ-YIKELİMETULLAH:
Allahü teâlânın ismini yüceltmek, İslâm dînini yaymak
Kim i'lâ-yı kelimetullah için harbederse, o, Allah yolunda savaşmış olur (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin vefâtında, Eshâb-ı kirâmın hepsi, sonra da evlâdları, cihâd için, i'lâ-yı kelimetullah için Arabistan'dan çıktı İslâm ordusu, Asya'nın ötelerine, Afrika'ya, Kıbrıs'a, İstanbul'a hâsılı her yere dağıldı Al lah'ın dînini, O'nun kullarına tanıtmak için savaştılar ve canlarını fedâ ettiler Ecdâdımız keyf için, tama' için cihâd yapmadı İ'lâ-yı kelimetullah için yaptı (A bdülhakîm bin Mustafâ)
Muhârebeye gitmekten maksad, i'lâ-yı kelimetullah ve din düşmanlarını zayıflatmak ve bozguna uğratmak olmalıdır (İmâm-ı Rabbânî)




İLHÂD:
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan, müctehid âlimlerin söz birliği ile bildirdikleri ve müslümanlar arasında yayılan îmân bilgilerine uymamak, doğru yoldan ayrılmak küfre (îmânsızlığa) sebeb olan inanış
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kim Mescid-i Harâm'da zulm ile ilhâda yeltenirse, biz ona pek acıklı bir azâb tattırırız (Hac sûresi: 25)
Amellerin, ibâdetlerin, kabûl edilmesi için, yâni sevâb verilmesi için hem şartlarına uygun olması, hem de ihlâs ile niyet edilmesi lâzımdır "İbâdet, sahîh olursa kabûl edilir Niyete bakılmaz" demek, ilhâd olur (Muhammed Hâdimî)
Din bilgilerinin doğrusu, Ehl-i sünnet vel cemâat âlimlerinin bildirdikleri bilgilerdir Bunlara uymamak, zındıklık ve ilhâddır (İmâm-ı Rabbânî)



İLHÂM:
1 Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin bırakılması
İlhâm, peygamberlerin aleyhimüsselâm ve sâlih (iyi) müslümanların kalblerine gelir
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin mübârek kalbine gelen ilhâm, her müslüman için seneddir Herkesin bunlara uyması lâzımdır (Abdülganî Nablüsî)
2 Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar
Melekten gelen ilhâm, İslâmiyet'e uygundur Şeytandan gelen vesvese İslâmiyet'ten ayrılmaya sebeb olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İslâmiyet'in hükümleri ilhâm ile anlaşılmaz Evliyânın ilhâmı, başkalarına huccet, sened olamaz Evet, Ehlullahın (velîlerin) ilhâmları doğruluğu, İslâmiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır Fakat, Ehlullah, yâni velî olmak için, İslâmiyet bi lgilerini öğrenmek ve bunlara uymak şarttır "Takvâ sâhiblerine (haramdan kaçınanlara) Allahü teâlâ ilim ihsân eder" meâlindeki âyet-i kerîme bu husûsu bildirmektedir Sünnete yâni İslâmiyet'e sarılmayan, bid'atten sakınmayan kimsenin kalbine ilhâm gelmez Böyle kimselerin söyledikleri nefsten ve şeytandan gelen bozuk şeylerdir (Abdülganî Nablüsî)
Mânevî bilgiler, keşif ve ilhâm ile hâsıl olur Hocadan öğrenilmez İbâdetlerin yapılması ve bütün İslâm bilgileri ise, üstâddan öğrenmekle elde edilir İslâm bilgileri, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın peygamberler ve kitaplar göndermesine l üzûm olmazdı (Abdülganî Nablüsî)
İnsan, ilhâm olunan şeyleri yapmalı, vesveseyi yapmamak için gayret etmelidir Nefse uyan kimse vesveselere uyar Nefsin hevâsına uymayanın, ilhâma uyması kolay olur ( Muhammed Hâdimî)
3 Allahü teâlânın bildirmesi Sevk-i tabîî Bugün buna içgüdü denilmektedir
Her sınıf hayvanın şahsının ve türünün korunması sağlanmıştır Yaşamaları için, insan aklını şaşırtan şeyler onlara ilhâm olunmuştur Bal arısı mühendis gibi, altı köşe petek yapar Silindir yapsaydı aralarında boşluk kalırdı Altıgen prizmalar arası nda yer kaybı olmuyor Dörtgen olsaydı, hacimleri daha az olurdu Bunu insanlar okumakla, öğrenmekle anlar Öğrenmeyen anlamaz Arıya bunu bildiren kimdir? Allahü teâlâ ilhâm etmektedir (Ali bin Emrullah)


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #146
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İFTİTÂH TEKBÎRİ:
Başlama tekbîri Namazın evvelinde "Allahü ekber" demek Buna Tahrîme tekbîri de denir
Bir gün Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılarken bir kimse sabah namazında iftitâh tekbîrine yetişemedi Bir köle âzâd etti (serbest bıraktı) Daha sonra Peygamber efendimize gelerek; "Yâ Resûlallah! Ben bugün iftitâh tekbîrine yetişemed im Bir köle âzâd ettim Acabâ iftitâh tekbîrinin sevâbına kavuşabildim mi?" diye sordu Peygamber efendimiz, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali'ye iftitâh tekbîrinin fazîletiyle ilgili soru sorup, değişik cevaplar aldıktan sonra; "Ey benim ümmetim ve Eshâbım! Yedi kat yerler ve yedi kat gökler kâğıt olsa ve deryâlar (bütün denizler) mürekkeb olsa ve bütün ağaçlar kalem olsa, bütün melekler kâtib olsalar ve kıyâmete kadar yazsalar yine imâm ile alınan iftitâh tekbîrinin sevâbını yazamazlar" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Cennet Yolu İlmihâli)
Bir kimse iftitâh tekbîrini imâm ile berâber alırsa; sonbahar günlerinde, ağaçların yaprakları, rüzgâr estikçe nasıl dökülürse, o kişinin günâhları da öyle dökülür (Muhammed bin Kudbüddîn İznikî)
İftitâh tekbiri söylerken niyet edilir Daha önce niyet etmek de câizdir İftitâh tekbîrinden sonra edilen niyet sahih (geçerli) olmaz ve o namaz olmaz (Abdullah Mûsulî)




İĞFÂL:
Aldatma, doğru yoldan saptırma Hakkı unutturma
İslâm nîmetinin elden çıkmasına sebeb olan bir kısım kâfirler, kendilerine müslüman ismi ve süsü verip, din adamı tanıttırıp, müslümanlığı kendi akılları ile, keyiflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeğe uğraşıyor, müslümanlık ismi altında y eni, uydurma bir din kurmak istiyorlar Hîle ve yalanlarla, sözlerini isbât etmeğe, yaldızlı, yaltakçı yazılar ile, müslümanları kandırmaya, iğfâle çalışıyorlar (Abdülhakîm Arvâsî)
Bir kalb, iyi arkadaşların nasîhatlerine ve akla tâbî olup, İslâm dînine uyarsa, nûrlanır, temiz olur Dünyâ ve âhirette rahat ve huzûra kavuşur Kötü kimselerin iğfâl edici sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytana uyup, İslâmiyet'e uymayan kalb; kara rır, bozulur (Abdülhakîm Arvâsî)


İĞTİSÂL:
Gusl (boy) abdesti almak Ağız ve burun dâhil bütün vücûdu hiç kuru yer kalmayacak şekilde baştan ayağa yıkamak (Bkz Gusl)
Abdestte ve iğtisâlde lüzûmundan fazla su kullanmak, isrâf olup, haramdır (Tahtâvî)



İHÂNET:
1 Hâinlik etmek, güveni kötüye kullanmak, sadâkat göstermemek
Siz emniyet içinde meclislerde oturursunuz İhâneti yalnız altın ve gümüşte aramayın En büyük ihânet, kendisine güvenilerek yanında konuşulan sözleri ilgili kimselere götürmektir (Hasen-i Basrî)
2 İsyân etmek, karşı gelmek
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve Peygamberine ihânet etmeyin Sonra bile bile kendi emânetlerinize ihânet etmiş olursunuz (Enfâl sûresi: 27)
Hükümete ihânet edene, Allahü teâlâ ihânet eder (Hadîs-i şerîf-Nebras)
3 Küçük düşürmek, tahkîr etmek, hafife almak
Bid'at sâhibine ihânet edeni Allahü teâlâ kıyâmet gününün korkusundan korur (Hadîs-i şerîf-Fetâvâl-Haremeyn)
Fâsık (günâhkâr) kimse, âlim olsa da imâm yapılması mekrûh olur Çünkü, İslâmiyete uymakta gevşek davranır Buna ihânet vâcip olur (Tahtâvî)





İHÂTA:
Kuşatma, çevirme
Allahü teâlâ her şeyi ihâta etmiştir Her şeye yakındır ve her şeyle berâberdir Fakat, bizim alıştığımız, bildiğimiz ve anladığımız ihâta, yakınlık ve berâberlik gibi değildir Bunlar, O'na lâyık değildir Mahlûkların (yaratılmışların) hiçbiri O'nu ve sıfatlarını ve fiillerini (işlerini) anlıyamaz, bilemez Bunlara anlamadan inanmak lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî)



İHFÂ:
Örtmek, gizlemek; tecvidde bir terim On beş ihfâ harflerinden önce gelen tenvin veya sâkin nunu, izhâr (birbirinden ayırmak) ile idgâm (birbirine katmak) arasında, şeddeden uzak olarak gunne ile genizden çıkarmak



İHLÂS:
Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek, dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak
İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs ile yapılan işleri kabûl eder (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mu'âz bin Cebel'i (ranh) Yemen'e vâli olarak gönderirken:
"İbâdetlerini ihlâs ile yap İhlâs ile yapılan az amel, kıyâmet günü sana yetişir" buyurdu (Hilyet-ül-Evliyâ)
İhlâs ile yapılan bir iş, senelerle yapılan ibâdetlerin kazancını hâsıl eder (İmâm-ı Rabbânî)
İhlâssız amel, sahte para gibidir Kabûl edilmez (Seyyid Emîr Külâl)
Sehl-i Tüsterî'ye insanın nefsine en çok ağır gelen nedir? diye sorduklarında, ihlâstır cevâbını verdi Zîrâ ihlâsta nefsin nasîbi, payı yoktur
İhlâs elde etmeye çalışanlara muhlis denir İhlâsı tabiat hâline gelenlere muhlas denir (İmâm-ı Rabbânî) Bir de ihlâstır, her işte dâimâ, Şöyle ki hiç olmaya ucb-u riyâ, Hem bu ihlâs olmasa makbûl değil, Tasavuftur ihlâsın kaynağı bil
(İmâm-ı Rabbânî)

İhlâs Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yüz on ikinci sûresi Tevhîd, Tefrîd, Tecrîd, Necâd, Vilâyet ve Mârifet sûresi de denilmiştir
İhlâs sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Dört âyet-i kerîmedir Sûrede; İslâm dîninin tevhîd (Allahü teâlâyı bir bilme) inancı en özlü ve en anlamlı şekilde ifâde edilmiştir
İhlâs sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:
(Yâ Muhammed!) de ki: O, Allah birdir, Sameddir O doğurmamıştır, doğurulmamıştır Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir (Âyet: 1-4)
Kim ölüm hastalığında, İhlâs sûresini okursa, kabir azâbı görmez Kabrin sıkmasından emîn olur Melekler onu kanatlarıyla taşırlar ve sırattan sür'atli bir şekilde geçirirler (Hadîs-i şerîf-Hâşiyet-üs-Sâvî)
Kim bin defâ İhlâs sûresini okursa, Cennet'teki makâmını görmeden vefât etmez (Hadîs-i şerîf-Hâşiyet-üs-Sâvî)
Eve girerken İhlâs-ı şerîf okuyan fakirlik görmez (Hadîs-i şerîf-Hâşiyet-üs-Sâvî)
Kim İhlâs sûresini besmele ile bin defâ okursa diş ağrısı görmez (Süleymân bin Cezâ)



İHRÂM:
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak İhrâmlı kims eye muhrim denir İhrâm elbisesinin belden aşağı sarılan kısmına îzâr, omuzlara atılan kısmına da ridâ denir Kadınlar ihrâm elbisesi giymeyip, mestûre (örtülü) olarak hac ve umre ibâdetini yapar
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Hac ayları bilinen, Şevval, Zilka'de ayları ile Zilhicce'den on gündür İşte kim o aylarda haccı, ihrâma girerek kendine farz yaparsa artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir Bir de (hac yâhut âhiret için) azık edinin, muhakkak ki azığın hayırlısı takvâdır ve ey aklı tam olanlar, benden korkun! (Bekara sûresi: 197)
İhrâma girerken temizlenmek ve gusül (boy abdesti) almak ve iki rek'at namaz kılmak sünnettir (M Zihni Efendi)
Hac için, ömre için, ticâret için veya herhangi bir şey için uzaktan gelenlerin, mîkât denilen yerleri, ihrâmsız geçerek, Hareme yâni Mekke-i mükerremeye girmeleri, haramdır (günahtır) Geçenin tekrar mîkâta gelip ihrâma girmesi lâzımdır İhrâma girm ezse kurban kesmek lâzım olur (İbn-i Âbidîn)
İhrâm giyen kimseye bâzı şeyler yasak olur Meselâ karadaki av hayvanlarını öldürmesi, dikişli elbise giymesi, bir yerini traş etmesi, cimâ etmesi, kavga ve münâkaşa etmesi, koku sürünmesi, tırnak kesmesi, erkeğin mest ayakkabı giymesi, başını örtmes i, hıtmî çiçeği ile başını yıkaması, eldiven çorap giymesi, kendiliğinden çıkan ot ve ağaçları koparması vs Bunları bilerek veya bilmeyerek, unutarak yapanlara kurban ve sadaka cezâları lâzım olur (İbn-i Âbidîn)



İHSÂN:
1 İyilik etmek
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
İhsân edenlere elbette rahmetim çok yakındır (A'râf sûresi: 55)
İnsanlara, analarına - babalarına ihsân etmelerini söyledik (Ahkâf sûresi: 15)
İhsânın karşılığı ancak ihsândır (Rahmân sûresi: 60)
Ananıza-babanıza ihsân ederseniz, çocuklarınız da size ihsân eder Din kardeşinin özrünü kabûl etmeyen, Kevser havzından içmeyecektir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Resûl-i ekremin o kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardır ki, Rum imparatorları, İran şahları, o kadar ihsân yapamazlardı Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamağı severdi (İmâm-ı Rabbânî)
İhsân her yerde övülmeye değer Bilhassa akrabâya ve komşulara olunca daha iyidir (İmâm-ı Rabbânî) Hamd olsun, nîmetleri bol Allah'a, Önce, varlık nîmeti verdi bana! İhsânlarını saymaya güç yetmez, Güç de, her üstünlük de lâyık O'na!
(M Sıddîk bin Saîd)
2 Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmek
İhsân, Allahü teâlâya O'nu görür gibi ibâdet etmendir Sen O'nu görmüyor isen de, O seni hep görmektedir (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)



İHTİDÂ:
Doğru yola girme, müslüman olma, din olarak İslâmiyet'i seçme; hidâyete erme (Bkz Hidâyet)



İHTİKÂN:
Lavman yapmak
İhtikan yapmak, kulağına yağ damlatmak orucu bozar ise de keffâret lâzım olmaz (Abdullah Mûsulî)



İHTİKÂR:
İnsan ve hayvan için lüzumlu gıdâ maddelerini şehre girmeden yâhut girince halka satılmadan toplayıp, stok edip, pahalandığı zaman satmak
Bir kimse gıdâ maddelerini kırk gün ihtikâr ederse, Allahü teâlâ ona darılır O, Allahü teâlâyı saymamış olur (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Çalışıp kazanan rızıklanmıştır İhtikâr yapan ise lânetlenmiştir (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
İhtikâr haram olup, yapan mel'ûndûr İhtikârın haramlığı müslümanlara zararlı olduğu içindir Çünkü gıdâ maddeleri, insanların ve hayvanların yaşayabilmesi için lâzımdır (İmâm-ı Gazâlî)
Köylü, tarlasından aldığı gıdâ maddesini istediği zaman satabilir Acele satması vâcib değildir Fakat acele etmesi sevâbdır Pahalı olunca satmayı düşünmesi çirkindir İlâçlarda ve gıdâ maddesi dışında herkese lâzım olmayan şeylerde ihtikâr haram de ğildir (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe)



İHTİLÂF:
Farklılık, ayrılık Aynı gâyeye ayrı ayrı yollardan gitme Müctehid denilen âlimlerin amelî (işle ilgili) mes'elelerdeki ictihad ayrılıkları
Ümmetimin ihtilâfı rahmettir (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
Halîfe Hârûn Reşîd, İmâm-ı Mâlik hazretlerine; "Senin kitaplarını çoğaltıp her yere göndereceğim ve herkesin bunlara uymasını emredeceğim" deyince; "Yâ Halîfe! Böyle yapma, âlimlerin ihtilâfı, Allahü teâlânın rahmetidir Hepsi hidâyet üzeredir Her m üslüman dilediği âlime uyar" buyurdu ( Tahtâvî)
Bir kişi bir kişiye bedduâ ederek, Allahü teâlâ senin canını küfürle alsın dese, âlimler böyle söyleyen kimsenin kâfir olmasında ihtilâf ettiler (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Ehl-i sünnet ve cemâat âlimleri, usûl-i dinde (inanılacak bilgilerde) ittifâk, ahkâm-ı ictihâdiyyede (iş ve ibâdetle ilgili hükümlerde) ihtilâf ettiler (Şehristânî)




İHTİLÂM:
Uykuda cünüb olma Çocuğun bülûğa, ergenlik çağına ulaştığının alâmeti, işâreti
Bir kimse gece uykuda ihtilâm olup sabahlasa veya gündüz uyuyup ihtilâm olsa orucu bozulmaz (İbrâhim Halebî)




İHTİRÂ':
Evvelce olmayan bir şeyi ortaya çıkarma, îcâd etme, yaratma, yoktan var etme
Allahü teâlâ her şeyi yaratırken kudret-i ilâhiyyesi, kendinden başka hiçbir şeye bağlı olmadığından, O'nun işlerine ihtirâ' denir İnsan ise, böyle olmayıp, kudret ve irâdesi kendi elinde olmayan başka sebeplere bağlı olduğundan ve işleri Allahü teâ lânın işlerine benzemediğinden insanın işlerine yaratma ve ihtirâ' denmez (İmâm-ı Gazâlî)



İHTİRÂS:
Şiddetli arzu, aşırı heves, istek, gözün ve gönlün doymaması (Bkz Hırs)
Âdemoğlu yaşlanır Fakat onda iki haslet gençleşir: Mala ve ömre (yaşamaya) ihtirâs (Hadîs-i şerîf-Sünen-i İbn-i Mâce)
Bu zamanda kendisinde şu beş sıfat bulunmayan kimsede mal toplanmaz Tûl-i emel (sonu gelmeyen istek), ihtirâs, şiddetli cimrilik, korku azlığı, âhireti unutmak (Süfyân-ı Sevrî)
Para, mal ve mülk, kişinin zâhid olmasına (dünyâya düşkün olmamasına) mâni değildir Dünyâlığı bulunmayan da zâhid sayılmaz Dünyânın faydasız şeylerine ihtirâsı olup olmadığı araştırılıp, ona göre hüküm verilir Bir kimsenin elinde dünyâlığı vardır Fakat zâhiddir Bir kimsenin de dünyâlığı yoktur Lâkin zâhid değildir Mal, insanın silâhı gibidir İnsan canını, sıhhatini, dînini ve şerefini mal ile korur (Süfyân-ı Sevrî)
Âhirete îmânı olanın, dünyâya ihtirâsı olmaz Âhirette cezâ göreceğini kesin olarak bilen kimse, dünyâyı âhirete tercîh etmez (İmâm-ı Mâverdî)




İHTİSÂB:
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyulmasının, ilim ve ehliyet sâhibi bir devlet me'muru olan muhtesib tarafından sağlanması, emr-i ma'rûf nehy-i münkerin yâni iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak vazîfesinin el ile yapılması vazîfesi (Bkz Hisbet)



İHTİYÂÇ:
Ruh ve nafaka (yeme, içme, barınma) için ve bedeni sıkıntıdan korumak için lâzım olan şey
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yerde olan her şeyi sizin ihtiyâcınızı karşılamak için yarattım (Bekara sûresi: 28)
Ümmetimden bir kardeşinin ihtiyâcını giderip, onu sevindiren kimse, beni sevindirmiş olur Kim beni sevindirirse, Allahü teâlâyı sevindirmiş olur Kim Allahü teâlâyı sevindirirse, Allahü teâlâ onu Cennet'e koyar (Hadîs-i şerîf-Firdevs-ül-Ahyâr)
Bir hastanın ihtiyâcını giderinceye kadar gayret sarfeden kimsenin günâhlarını Allahü teâlâ affeder Anasından doğduğu gibi temiz olur (Hadîs-i şerîf-Firdevs-ül-Ahyâr)
Allahü teâlânın emir ve yasaklarının faydaları insanlar içindir Allahü teâlâya hiç faydaları yoktur Allahü teâlânın bunlara ihtiyâcı da yoktur (İmâm-ı Rabbânî)
Din kardeşinin ihtiyâcını gidermek, hac sevâbından daha hayırlıdır (Hazret-i Hasen)

İhtiyâç Eşyâsı:
Yiyecek, giyecek ve barınmada asgarî lâzım olan miktar



İHTİYÂR:
1 İstediğini seçme (Bkz İrâde)
Kulun ihtiyârı zayıftır, demeleri, Allahü teâlânın ihtiyârına göre zayıftır mânâsında ise doğrudur Yok, eğer emr ve yasak olunan işleri yapmaya kâfi değildir demek istiyorlarsa bu doğru değildir Zîrâ kula, gücü yetmeyecek şey ve iş teklif edilmedi (İmâm-ı Rabbânî)
2 Yaşlı
İhtiyarlara saygı gösteren ve yardım edene, ihtiyarlayınca, Allahü teâlâ ona da yardımcılar nasib eder (Hadîs-i şerîf)

İhtiyârî Fiiller:
İstek ile yapılan işler (Bkz İrâde)
Ehl-i sünnet âlimleri, insanın yaptığı işte kendi kuvveti de te'sir (etki) ediyor dediler ve bu te'sire kesb ismini verdiler Çünkü elin titremesi ile istekle kaldırılması arasında fark vardır Titremelere insan kudreti ve kesbi karışmıyor İhtiyârî fiillere ise karışıyor (İmâm-ı Rabbânî)
Söylemek, yürümek gibi ihtiyârî fiilleri incelemek güçtür Bu fiilleri insan isterse yapıyor, istemezse yapmıyor Fakat insanın istemesi için o işi aklın beğenmesi, iyi demesi lâzımdır Hattâ yapıp yapmamağı bir zaman düşünüp iyi olduğunu bildikten s onra irâde, istek hâsıl oluyor ve uzuvlar (organlar) hareket ediyor Kul irâde edince Allahü teâlâ o fiili yaratıyor Böylece ihtiyârî fiiller meydana geliyor (İmâm-ı Gazâlî)




İHTİYÂT:
Dîne uygun olmayan bir işi yapma şüphesinden kurtulmak için, tedbirli hareket etme
Hanefî mezhebi âlimlerinin çoğuna göre (sabahleyin) ufkun bir yerinde beyazlık başlayınca, (imsak vakti) olup, oruca başlanır Bundan (6-10 dakika) sonra beyazlık ufk üzerine ip gibi yayılınca, sabah namazı vakti başlar Ancak oruca imsâk vaktinde ba şlamak ihtiyatlı olur Bu taktirde, namaz da oruc da bütün âlimlere göre sahîh, doğru olur Fakat oruca birinci vakitten yâni imsâk vaktinden sonra başlanırsa, oruc şüpheli olur Astronomik hesaplar ile birinci vakit bulunmakta ve takvimlere birinci vakit yazılmaktadır İkinci vakitte, hattâ bundan sonra başlayan kızıllığın yayıldığı zaman oruca başlayanların orucları şüpheli olmaktadır Yemeyi-içmeyi bırakmayı, şüpheli zamâna tehir etmek, geciktirmek ise, mekruhtur Hele ikinci vakitten sonra başlayan kızıllığın sonunda başlanılan oruclar, sahîh olmaz (M Sıddîk Gümüş)
Bulutlu gecelerde orucun bozulmasından korunmak için ihtiyatlı davranmalı, iftârı biraz geciktirmelidir Yıldızlar görünmeden önce iftâr eden de iftârda acele etmiş olur (Şernblâlî)
Zevcin (kocanın), zevcesi (hanımı) için kendi mülkünden onun izni olmadan fıtrasını vermesi câizdir, verebilir Yine zevcesinin ve evinde olanların fıtralarını, izinleri olmadan karıştırıp verebileceği gibi, toplamı kadar buğdayı ve değeri olan altın ı bir defâda ölçüp bir veya birkaç fakire verebilir Fakat ayrı ayrı hazırlayıp, sonra karıştırması veya ayrı ayrı vermesi, ihtiyatlı olur (İbn-i Âbidîn)



İHTİZÂR HÂLİ:
Ölüm sırasında can çekişme hâli



İHVÂN-ÜS-SAFÂ:
On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek ancak felsefe ile mümkündür İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol
Bâtıniyye (İsmâiliyye)ye âit fikirlerin te'sirinde kalan ve zamanlarındaki bütün ilimleri içine alan 52 risâleden (küçük kitabdan) bir ansiklopedi meydana getiren bu ekolün mensûbları birbirlerine "saf kardeşler" mânâsına "İhvân-üs-Safâ" dedikleri iç in bu ad ile meşhûr oldular (Corci Zeydân)
İhvân-üs-Safâ cemiyeti metafizik (gözle görülmeyen ve akıl ötesi) konularda Eflâtun'un, ahlâkta Sokrat'ın, matematikte Pisagor'un, mantıkta Aristo'nun, felsefî konularda Fârâbî'nin fikirlerinden etkilenmişlerdir Bütün ilimlerin yegâne gâyesinin kend i felsefî görüşlerini gerçekleştirmek olduğunu söyleyen İhvân-üs-Safâ cemiyetinin önde gelen isimleri; Makdîsî lakabıyla bilinen Ebû Süleymân Muhammed bin Ma'şer el Bustî, Ebü'l-Hasen Ali bin Hârûn ez-Zencânî, Muhammed bin Ahmed en-Nehrecûrî, el-Avfî gibi felsefecilerdir (Corci Zeydân)



İHYÂ:
1 Vaktini ibâdet ve iyi işler yaparak geçirmek, kıymetlendirmek
Receb'in ilk Cumâ (Regâib) gecesini ihyâ edene, Allahü teâlâ kabir azâbı yapmaz Duâlarını kabûl eder Yalnız yedi kimseyi affetmez ve duâlarını kabûl etmez (Hadîs-i şerîf-Riyâdun-Nâsihîn)
Cebrâil aleyhisselâm bana geldi: "Kalk, namaz kıl ve duâ et! Bu gece, Şâban'ın on beşinci (Berât) gecesidir" dedi Bu geceyi ihyâ edenleri Allahü teâlâ affeder Yalnız müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasîsleri (cimrileri) , alkollü içki içenleri, fâiz yiyenleri ve zinâ yapanları affetmez (Hadîs-i şerîf-Riyâdun-Nâsihîn)
Mübârek geceler İslâm dîninin kıymet verdiği gecelerdir Allahü teâlâ kullarına çok acıdığı için, bâzı gecelere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, duâ ve tövbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir Kullarının çok ibâdet yapması, duâ ve tövbe etmeleri için bu geceleri sebeb kılmıştır Bu geceleri ihyâ etmeli, kazâ namazları kılmalı, Kur'ân-ı kerîm okumalı, duâ, tövbe etmeli, sadaka vermeli, müslümanları sevindirmeli, bunların sevâblarını ölülere de göndermelidir Bu gecelere saygı göstermek, günâh işlememekle olur (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
Gecenin on iki kısmından bir kısmını (bir saat kadar) ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur Yaz ve kış geceleri için hep böyledir (İmâm-ı Nevevî)
2 Ölüleri diriltmek
Allahü teâlânın izniyle, ölüleri ihyâ bana zor gelmedi Fakat ahmağa doğru sözü anlatamadım (Hazret-i Îsâ)

İhyâ-ı Mevât:
Faydalanılmayan ölü toprakları işlemek, faydalanılır hâle getirmek (Bkz Mevât Arâzî)





Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #147
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İBTİLÂ:
1 İmtihan Allahü teâlânın, kulunu, çeşitli sıkıntılar vermek sûretiyle imtihan etmesi, denemesi
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
İşte orada îmân sâhibleri ibtilâdan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardır (Ahzâb sûresi: 11)
2 Bir şeye düşkünlük Mübtelâ olmak
Amerika'da yapılan açıklamada, alkollü içkilerin, bu memlekette, senede iki yüz beş bin kişinin ölümüne sebeb olduğu tesbit edilmiştir Bunların çoğu karaciğer sirozundan ve içkili araba kullanmaktan ölmüşlerdir On dört ve on yedi yaşları arasında a lkol ibtilâsının arttığı, bu sebepten mekteplerde vurucu, kırıcı saldırıların çoğaldığı da bildirilmiştir (M Sıddîk Gümüş)



ÎCÂB:
1 İhtiyaç
İslâmiyet; kıyâmete kadar bütün îcâbları, karşılayacak en mükemmel ve en üstün bir dindir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
2 Teklif, bir sözleşme için alıcı veya satıcı tarafından ilk söylenen söz
Îcâb ve kabûl, söz ile olduğu gibi, bir taraftan veya iki taraftan mektublaşma ile veya adam göndermekle de olur (Kâşânî)
Îcâb, karşıdakinin anlayacağı bir lisan ile, sattım, hediye ettim gibi; kabûl ise, aynen kabûl ettim, râzı oldum gibi geçmiş zamân bildiren sözlerle olur (Kâşânî)


İCÂBET ETMEK:
1 Kabûl etmek
Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine icâbet etmek, aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükellah diyerek cevâb vermek (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
2 Allahü teâlânın duâları kabûl buyurması
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Bana duâ ediniz size icâbet edeyim (Mü'minûn sûresi: 60)
(Ey Resûlüm!) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben (ilim ve icâbetle) yakınım Bana duâ ettikleri zaman duâlarına icâbet ederim (Bekara sûresi: 186)
Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler Böyle duâya nasıl icâbet olunur (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Arkadan yapılan duâ icâbete makrûndur (kabûle yakındır) (İbn-i Cezerî)



ÎCÂD:
Yoktan var etme, vücûda getirme, yaratma
İnsanlar, mahlûk olduğu gibi, bütün işleri, hareketleri de Allahü teâlânın mahlûkudur Çünkü O'ndan başka, kimse bir şey yaratamaz Kendi mahlûk, yaratılmış olan, başkasını nasıl yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretinin az olduğuna alâmettir ve il min noksan olduğuna işârettir Bilgisi kuvveti az olan, yaratamaz Îcâd edemez İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbidir Yâni o iş, kendi cüz'î, sınırlı kudreti ve irâdesi ve istemesi ile olmuştur Fakat o işi yaratan, yapan Allahü teâlâdır Kesb eden kuldur Görülüyor ki, insanların ihtiyârî işleri, istiyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi, istemesi, seçmesi ile Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyârı yâni beğenmesi olmasa, o iş titreme şeklini alır, mîdenin, kalbin hareketleri gibi olur (İmâm-ı Rabbânî)
Ey Âdemoğlu! Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz ne hepsiniz, ne de hiçsiniz; herhâlde ikisi arası bir şeysiniz Evet siz îcâd etmekten, her şeye hâkim ve gâlib olmaktan şüphesiz uzaksınız Fakat, inkâr olunamayan, bir hürriyet ve ihtiy ârınız, serbest hareketiniz sizi hâkim kılan, bir arzû ve seçim hakkınız vardır Siz, eşi ortağı bulunmayan bir hâkim ve mutlak, başlı başına bir mâlik olan Hak teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve müşterek vazîfeler alan birer me'mursunuz! (Abdülhakîm Arvâsî)



ÎCÂR:
Kirâya verme, kirâya verilme, kirâ parası (Bkz İcâre)



İCÂRE:
Belli bir menfaati belli bir bedel karşılığında satmak, kirâlamak
Bir mal dînen ve aklen nerede kullanılabilirse, o maksatla icâreye verilir İcârenin sahîh (uygun, geçerli) olması için ücretin (kirâ olarak ödenecek bedelin) ve menfâatin bildirilmesi şarttır (İbn-i Âbidîn)
İcâre olarak verilen mal kirâcıya teslim edilince, emânet olup kirâcının elinde kastsız (istemeyerek, elinde olmadan) telef olunca ödemez Âdet hâricinde kullanmak kast sayılır Tarla icâreye verilirken ne ekileceği bildirilmeli veya her şey ekilebil ir demelidir (Fetâvâ-i Hindiyye)
İcâredeki binânın ve eşyânın tâmiri ve zamanla tıkanmış boruların tâmiri ev sâhibine âittir Kirâcı, ev sâhibinin izni ile kendi yaparsa parasını kesebilir, ev sâhibinin izni olmadan kendiliğinden yaparsa kesemez (Tahtâvî)
İcâre müddeti bitince, mal sâhibi uzatmaz ise kirâcı çıkar Malı, olduğu gibi teslim etmesi gerekir Teslim etmezse gasb etmiş olur Fakat kullanma sebebi ile herkes için hâsıl olması âdet olan harâblık, yıkılma ve dökülmeler kabahat sayılmaz (İbn-i Âbidîn)



ÎCÂZ:
Az söz ile pürüzsüz ve kusursuz olarak çok mânâ ifâde etme
Muhammed aleyhisselâm; "Bu Kur'ân, Allah kelâmıdır, inanmıyorsanız bir âyeti kadar siz de söyleyiniz Söyleyemezsiniz" buyurdu O kadar düşman oldukları, el ele verip uğraştıkları hâlde söyleyemediler Kimisi Kur'ân-ı kerîmin belâgat ve îcâzını görür görmez îmân etti Kimisi insan bunu söyleyemez diyerek ister istemez tastîk etti (Sırrı Paşa)
Arapçayı iyi bilen kimse Kur'ân-ı kerîmin îcâzını açıkça anlar Kâdı Bâkıllânî dedi ki: "Îcâz, hem belâgatinin yüksek olmasından hem de nazmının (lafızlarının dizilişinin) garîb olmasındandır Yâni hiç görülmemiş bir nazm olduğu içindir Bâzıları Kur 'ân-ı kerîmin îcâzı gaybden (gelecekten) haber vermesidir dediler Bâzı âlimlere göre Kur'ân-ı kerîmin îcâzı, çok uzun ve tekrarlı olduğu hâlde hiçbir yerinde ihtilâf yâni uygunsuzluk bulunmamasıdır dediler (İmâm-ı Rabbânî)
Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin en büyüğü Kur'ân-ı kerîmdir Bugüne kadar gelen bütün şâirler, edebiyâtçılar, Kur'ân-ı kerîmin nazmına ve mânâsına hayran kalmışlar, bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir Îcâzı ve belâgati insan sözüne benzemi yor Yâni bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense; lafzındaki, mânâsındaki güzellik bozuluyor (Nişâncızâde Muhammed Efendi)


İ'CÂZ:
Âciz bırakma, benzerini ortaya koymada herkesi acze düşürme
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmin i'câzıyla ilgili olarak meâlen buyurdu ki: (Ey Resûlüm!) De ki: Yemîn ederim bu Kur'ân'ın benzerini meydana getirmek için insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirine destek olsalar da yine benzerini getiremezler (İsrâ sûresi: 88) (Muhammed bin Hamza)



İCÂZET:
İzin, diploma, şehâdetnâme Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine, yetiştiğine dâir verdiği belge, diploma
İcâzet verilecek talebenin bâtınının (kalbinin) iyi hâllere kavuşmuş olması, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması, sabr, tevekkül (sebeplere yapıştıktan sonra, işini Allahü teâlânın taktirine bırakma), kanâat, rızâ, teslîmiyet sâ hibi olması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır (Abdullah-ı Dehlevî)

İcâzet-i Mutlaka:
Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verdiği izin veya bu izni ifâde eden belge, diploma
Hâce Bâki-billâh kuddise sirruh, İmâm-ı Rabbânî'yi icâzet-i mutlaka ile Serhend şehrine gönderirken, kendisi makâmından çekilip, bütün talebesinin, hattâ kendi oğullarının terbiyesini ve yetişmesini ona havâle etti ve; "Ahmed, bizim gibi binlerce yıl dızı örten bir güneştir Bu ümmette onun gibi ancak iki üç tâne vardır Şimdi ise gök kubbe altında onun gibisi yoktur" buyurdu (Muhammed Mazhâr)



İCBÂR-I NEFS:
İnsanın kendini bir işe zorlaması
Kur'ân-ı kerîm okurken ağlayın, eğer ağlayamazsanız, ağlar gibi yapın yâni ağlamaya icbâr-ı nefs edin (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
İbn-i Abbâs radıyallahü anh buyurdu ki: "Sübhânellezî"nin (İsrâ sûresinin) secde âyetini okuduğunuz zaman ağlamadan secde etmeyin Eğer gözünüz ağlamıyorsa, buna üzülerek kalbiniz ağlasın, sonra secde edin" Ağlamaya nefsini icbâr etmenin yolu, içind en hüzün duymaktır İnsan bu sâyede kolayca ağlar Güzel ahlâka yönelmek isteyen meselâ cömerd olmak isteyen kimse için çâre infâka (sadaka vermeye) icbâr-ı nefs etmesidir Zorlaya zorlaya bu hâl kendisinde tabiî hâle gelir ve nihâyet cömerd bir insa n olur (İmâm-ı Gazâlî)



İCMÂ':
1 Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması
Hicrî dördüncü asırdan sonra mutlak müctehîd yetişmediği için icmâ' da kalmamıştır Bu sebeble icmâ' denilince Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının), Tâbiîn'in (Eshâb-ı kirâmı gören büyüklerin) ve Tebe-i tâbiînin (Tâbiîn'i görenlerin ) icmâ'ı anlaşılır (İbn-i Âbidîn)
Bir şeyi Eshâb-ı kirâm icmâ' ile bildirmedi ise, Tâbiîn'in sözbirliği bu şey için icmâ' olur Tâbiîn de bu şeyi icmâ' ile bildirmedi ise, Tebe-i tâbiînin sözbirliği bu şey için icmâ' olur Çünkü bu üç asrın âlimleri yâni müctehidleri hadîs-i şerîf il e övülmüştür Bunlara selef-i sâlihîn denilir (İbn-i Âbidîn)
Dinde zarûrî olan yâni câhillerin de bildikleri icmâ' bilgilerine inanmayan kimsenin îmânı gider (İbn-i Âbidîn)
2 Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzım olmayan ve dinde açıkça bildirilen şeyleri âlim olan, olmayan her müslümanın bilmesi, böyle olduklarında sözbirliği yapmaları
Zarûriyyât-ı dîniyyeden yâni dînin temel bilgilerinden olup, her müslümanın mutlak bilmesi lâzım olan bilgilerde müctehid olmayanların icmâ'ı da mûteberdir Ancak bu, onların icmâ'ı olmazsa, bu hükümler sâbit olmaz demek değildir Bu kısım icmâ', üze rinde icmâ' yapılan husûsun her müslüman tarafından bilindiğini, bu sebeple her müslümanın bunları bilip öğrenmesinin lâzım olduğunu, bilmiyerek de olsa bunları yerine getirmemenin câiz olmadığını ifâde içindir (Molla Hüsrev, Serahsî, Hâdimî)



İCMÂLÎ ÎMÂN:
Kısaca inanmak Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm ne bildirmiş ise hepsine inandım demek (Bkz Îmân)



İCTİBÂ:
Seçmek, seçilmek Evliyâlıkta, vâsıtanın, aracının şart olmadığı cezbe (çekilme) ile ilerleme

İctibâ Yolu:
Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için peygamberlerin aleyhimüsselâm ve seçilmiş evliyâların yolu Mürid değil, murâdlar ve mahbûblar yolu Sevilenleri, çabuk ilerletme yolu
İctibâ yolunda riyâzetler çekmek (nefsin isteklerini yapmamak), kavuşmak nîmetine şükretmek içindir (İmâm-ı Rabbânî)
İctibâ yolunda kavuşmak, kavuşturulmak yolu ile hâsıl olduğu için sıkıntı ve meşakkat (eziyet) çok azdır O'nun riyâzeti ahkâm-ı şer'iyyeye (dînimizin emir ve yasaklarına) ve sünnet-i seniyyeye uymak ve bid'atlerden (Peygamber efendimiz ve arkadaşlar ı zamânında olmayıp dînimize ibâdet olarak sonradan sokulan şeylerden) sakınmaktır (Ubeydullah-ı Ahrâr)




İCTİHÂD:
İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma (Bkz Müctehid)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Muâz bin Cebel'i, Yemen'e hâkim olarak gönderirken; "Orada nasıl hüküm edeceksin?" buyurunca; "Allahü teâlânın kitâbı ile" dedi " Allah'ın kitâbında bulamazsan?" buyurdu "Allah'ın Resûlünün sünneti ile" dedi "Resûlullah'ın sünnetinde de bulamazsan?" buyurunca; "İctihâd ederek, anladığımla" dedi Resûlullah efendimiz, mübârek elini Muâz'ın göğsüne koyup; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün resûlünü (elçisini), Resûlullah'ın rızâsına uygun eyledi" buyurdu (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Dârimî)
İsâbet etmiyen, yâni doğruyu bulamamış olan müctehide (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran kimseye) bir sevâb, doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır İki sevâbdan birincisi, ictihâd etmek sevâbıdır İkincisi, doğruyu bulmak sevâbıdır (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerde, ictihâd edilemez Nass (Kur'ân-ı kerîm ve sahih hadîs-i şerîf) bulunan yerde ictihâda izin yoktur (İbn-i Nüceym, Hâdimî)
İslâm âlimlerinin söz birliği ile ve zarûrî olarak bildirilmiş olan, inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde ictihâd yapmak câiz değildir (Abdülganî Nablüsî)
Mezheb imâmlarının hepsi bir mes'ele ile karşılaştıklarında cevâbını, önce Kur'ân-ı kerîmde ararlardı Kur'ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde ararlardı Burada da bulamazlarsa, icmâ-ı ümmette ararlardı İcmâda da bulamayınca, bu mes 'eleye benziyen başka mes'elelerin, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet (hadîs-i şerîfler) ve icmâ'da bulunan cevâblarını esas alıp mukâyese ederek, ictihâd edip benzeri cevâbı bulurlardı (İmâm-ı Şa'rânî)
Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete yakın bir zamanda, gökten inerek, Muhammed aleyhisselâmın dînine göre hareket edecek ve Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkaracaktır Îsâ aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin ictihâd ile çıkaracağı bütün hükümler, Hanefî mezhebi ndeki hükümlere benzeyecek yâni İmâm-ı a'zam'ın ictihâdına uygun olacaktır (İmâm-ı Muhammed Pârisâ)
Her müctehidin (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlimin), kendi ictihâdıyla bulduğu bilgiye uygun iş yapması farzdır (Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî)
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş arkadaşlarının) hepsi müctehîd olup, kendi ictihâdlarına uymaları farz idi (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)
İctihâd, bir ibâdet yâni ehli olana Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid başka bir müctehidin ictihâdına yanlış diyemez Çünkü, her müctehide kendi ictihâdı haktır ve doğrudur Meselâ İmâm-ı Şâfiî hazretleri, Hanefî mezhebinde olmadığı hâ lde; "İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin ictihâdını beğenmeyene, Allahü teâlâ lânet etsin, yâni merhamet etmesin" buyurmuştur (İbn-i Âbidîn)
İctihâd ve kıyâs bid'at değildir Çünkü kıyâs ve ictihâd, nassların mânâsını ortaya çıkarır Başka bir şeyi ortaya koymaz (İmâm-ı Rabbânî)



İDDET:
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman
İddet bekleyen kadınlar beş çeşittir:
1) Hâmile olup, kocası vefât eden kadının iddeti, çocuğu olunca biter
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Hâmile kadınların iddetleri ise çocuklarını doğurmaları ile son bulur (Talâk sûresi: 4)
2) Hâmile olmayıp kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Sizden vefât edenlerin geride bıraktıkları zevceler (hanımlar) kendi kendilerine dört ay on gün beklerler (beklesinler) (Bekara sûresi: 234)
3) Hâmile olup, boşanan kadının iddeti, hamlini vad etmekle yâni çocuğu olunca tamam olur Kocası ölen, hâmile kadının durumu gibidir
4) Kadın hayz (âdet) gören kadınlardan olup, hâmile olmadığı hâlde kocasının boşadığı kadının iddeti, üç ay başı hâli veya üç temizlik müddetidir
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığı çocuğu saklamaları kendilerine helâl olmaz (Bekara sûresi: 228)
5) Hayzdan kesilen (âdet görmeyen) ve boşanmış kadının iddet zamânı boşanma târihinden îtibâren üç aydır
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Yaşlılık dolayısı ile) hayzdan kesilmiş kadınlarınız (hakkındaki iddet, bekleme hükmünden) şüphelendinizse (bunu bilmediğinize göre) onların iddeti de üç aydır Henüz hayz görmeyenler de öyle (boşandıkları zaman üç ay iddet beklerler) (Talâk sûresi: 4) (İbn-i Âbidîn, Kâşânî, Hacı Zihni Efendi, Abdurrahmân Cezîri)
Talak (boşama) iddeti zamânında kadına nafaka verilir İddet zamânı bitince nafakası kesilir (Ubeydullah bin Mes'ûd)
İddet; Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, ilk temizlik başından, üçüncü hayzın sonuna kadar olan zamandır Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinde üç temizlik geçinceye kadardır Hayz görmüyorsa, talak için üç ay, ölüm için dört ay on gündür (İbn-i Âbidîn)
Haccın edâ şartlarından birisi de kadın iddet hâlinde olmamaktır (İbn-i Âbidîn)
İddet bekleyen kadınla iddeti bitinceye kadar evlenilmez (İbn-i Âbidîn




İDRÂK:
Bir şeyin aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak
Kur'ân-ı kerîmde, meâlen buyruldu ki:
O'nu (Allahü teâlâyı) gözler (dünyâda) idrâk edemez O ise, gözleri bilir anlar O, ihsân sâhibi bilicidir (En'âm sûresi: 103)
İnsanı hayvandan ayıran, ilim ve idrâktir (Hâdimî)
İnsanların hâlet-i rûhiyeleri (rûhî durumları) farklı oduklarından, idrâk ve fehmleri (anlamaları) da farklı olmaktadır (İmâm-ı Gazâlî)
Şükür, şükürden âciz kalındığını idrâk etmektir (Ebû Osman Mağribî)
Allahü teâlânın zâtı idrâk edilemez Dünyâ yurdunda gözle görülmez Kalb, O'nun varlığını tastîk eder Âhirette gözler O'nu görecektir İnsanlar, Allahü teâlâyı âyet ve delîllerle bilmektedir Kalbler O'nu tanır, fakat akıllar O'nu idrâk edemez (Sehl bin Abdullah)

İdrâk-i Basît:
Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması



İDRÎS ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İsmâil, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da hâtırla Onların her biri sabr edenlerdendi (Enbiyâ sûresi: 85)
Kitabda İdrîs'i de an Çünkü o, çok sâdık bir peygamberdi (Meryem sûresi: 56)
Ben (Mîrâc gecesinde) dördüncü kat semâda (gökte) İdrîs (peygamber) ile karşılaştım Cibrîl bana; "Bu gördüğün İdrîs'dir Ona selâm ver" dedi Ben de ona selâm verdim O da benim selâmıma cevap verdi Sonra bana; "Merhabâ sâlih kardeş, sâlih peygamber" dedi (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
İdrîs aleyhisselâm, Bâbil'de veya Mısır'da doğup yaşadı Şit aleyhisselâmın torunlarındandır Babasının ismi Yerd'dir Âdem aleyhisselâmın oğlu Kâbil'in evlâdından olan bir topluluğa peygamber olarak gönderildi Kendisine otuz suhuf (forma) kitâb ver ildi Cebrâil aleyhisselâm kendisine dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını getirdi İdrîs aleyhisselâm da bunları insanlara bildirip, emirlere uymaya, yasaklardan sakınmaya çağırdı Yetmiş iki lisan ile konuştu Her kavmi kendi lisanıyla hak dîne dâvet etti Allahü teâlâ ona mûcizeler ihsân etti Mûcize olarak ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilirdi, havadaki bulutlara dağılmaları için emir verirdi Kavmine, kendisinden sonra gelecek peygamberleri haber verdi Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın vasıflarını anlattı Kendisinden sonra gelecek olan Nûh tûfânını haber verdi Bu kadar açık delîllere ve mûcizelere rağmen kendisine, pek az kimse itâat etti Harb âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd (savaş) yaptı İnsanlara şehir kurma san'atını ve idârecilik ilmini öğretti 100 şehir kurdu Ayrıca insanlara çeşitli ilimleri öğretti Fen ilimleri, tıp, yıldızlarla ilgili ince ve derin mes'eleleri anlattı Kalem ile yazı yazmayı, iğne ile elbise dikip giymeyi öğretti (Bunun için terzilerin pîri, üstâdı olarak anılır) İnsanlara hikmetli sözler ile pek çok nasîhatta bulundu Yeryüzünün meskûn (yerleşilmiş) yerlerini dört bölgeye ayırarak her birine vekîl tâyin etti Bir müddet sonra Aşûre gününde diri olarak göğe ka ldırıldı Bu husus, Meryem sûresinin "Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık" meâlindeki elli yedinci âyet-i kerîmesinde bildirildi Kalem ile ilk defâ yazı yazan ve iğne ile dikiş diken odur (Taberî, Kisâî, İbn-ül-Esîr)




ÎFÂ:
Yerine getirme
Hanımının ve çocuklarının haklarını îfâ etmiyenin namazları, oruçları kabûl olmaz (Borçları ödenirse de sevâb alamazlar) (Hadîs-i şerîf-Mürşîd-ün-Nisâ)
Her sabah bir kere, "Allahümme mâ esbaha bî min ni'metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeş-şükr" demeli ve her akşam "mâ esbaha" yerine "mâ emsâ" diyerek hepsini aynen okumalıdır Peygamberimiz sallal lahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bu duâyı gündüz okuyan, o günün şükrünü, gece okuyan, o gecenin şükrünü îfâ etmiş olur" Abdestli okumak şart değildir Her gün ve her gece okumalıdır (İmâm-ı Rabbânî)



İFFET:
İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy Nefsi kötü isteklerinden men etmek Âr, nâmus, hayâ duygusu
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki:
Sizin sadakalarınız, fî-sebîlillah (Allah yolunda) cihâd eden, ilim tahsîl eden ve ibâdet gibi hayırlı bir işle meşgûl olan ve yeryüzünde ticâret ve san'at gibi bir işle meşgûl olmaya müsâit (elverişli) vakitleri olmayan fakirler içindir Onlar dilenmekten çekindikleri için, cahiller onları zengin zannederler Ey Resûlüm! Sen onları sîmâlarından tanırsın Onlar, iffetlerinden dolayı insanları râhatsız edip sadaka istemezler Malınızdan, bunlara infak (sarf) ederseniz, muhakkak Allahü teâlâ verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir (Bekara sûresi: 273-274)
Allahü teâlâ hayâ, hilm ve iffet sâhiblerini sever Fuhş (çirkin) söyleyenleri ve sarkıntılık yaparak dilenenleri sevmez (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet sâhibi olunuz Çirkin şeyler yapmayınız Kadınlarınızı da, afîf (iffetli) yapınız (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet sâhibi olursanız kadınlarınız da afîf (iffetli) olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet; kişiyi her türlü rezillikten koruyan bir haslettir El, ayak ve diğer âzâyı her türlü zarardan korur Bu haslet güzel ahlâkın en üstünüdür Âzânın iffetli olması demek; meselâ gözün harama bakmaması ve kendisine yasak olan şeyleri terk etmesid ir (Abdurrahmân bin Abdullah bin Nasr)



İFRÂT:
Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma
Riyâ yâni gösteriş yapanlara karşı tekebbür etmek (kibirlenmek, büyüklenmek) câizdir Kendinden aşağı olanlara karşı tevâzû göstermek (kendini onlarla bir görmek) iyi ise de, bunun ifrâta kaçmaması lâzımdır (Muhammed Hâdimî)
İfrat ve tefrît'in ikisi de kötüdür Doğru ve en iyisi ortada olandır (İmâm-ı Rabbânî)
Şecâatın (kahramanlığın) ifrâtı, tehevvürdür (aşırı öfkedir) (Muhammed Hâdimî)
Kazâ-i hâcetin yâni abdest bozmanın edeplerinden biri de; necâset husûsunda vesveseye kapılıp bunu ifrât derecesine götürmemektir (İmâm-ı Gazâlî)



İFRÎT:
Cinlerin azgın, en zararlı, şerli, korkunç ve kuvvetli cinsi
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Cinden bir ifrit (Süleymân aleyhisselâma); " Sen makâmından kalkmadan ben onu (Belkıs'ın tahtını) sana getiririm Ben buna karşı her hâlde güvenilecek bir kuvvete mâlikim" dedi (Neml sûresi: 39)
Hasen-i Basrî buyurdu ki: Bir gün Cebrâil aleyhisselâm, Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek; "Cinlerden bir ifrit sana hîle yapmak istiyor Yatağına girdiğin vakit Âyet-el-kürsî'yi oku!" dedi (Senâullah Dehlevî)




İFSÂD:
Bozmak, fitne, karışıklık çıkarmak, bozgunculuk yapmak
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ ifsâd edenleri sevmez (Mâide sûresi: 64)
Sarı sabır maddesi balı ifsâd ettiği gibi, kızgınlık da îmânı bozar (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Şâyet sen, insanların kusûrlarını ve gizli hâllerini araştırırsan, onları ifsâd etmiş ve ifsâdlarına sebep olmuş olursun (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları eritir Sirke balı ifsâd ettiği gibi, kötü huy, hayrâtı, hasenâtı (iyilikleri) yok eder (Hadîs-i şerîf-Ahlâk-ı Alâî)
Zamm-ı sûreleri rükûda tamamlamak, dört mezhebde de mekrûhtur Fâtihayı tamamlamak ise, hanefîde mekrûhtur Diğer üç mezhebde namazı ifsâd eder (Abdurrahmân Cezîrî)



İFTÂ:
Fetvâ vermek, dînî bir mes'elenin hükmünü sözlü veya yazılı olarak bildirmek (Bkz Fetvâ)




İFTÂR:
1 Oruçlunun, akşam namazı vakti girdikten, yâni güneşin battığı iyice anlaşıldıktan sonra, yiyerek veya içerek orucunu açması
İftâr zamânında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Beyhekî)
Bir kimse, bu ayda (Ramazân-ı şerîfte) bir oruçluya iftâr verirse, günâhları affolur Hak teâlâ onu Cehennem ateşinden âzâd eder, kurtarır O oruçlunun sevâbı kadar, ona sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
İftârda acele etmek demek, yıldızlar görünmeden önce iftâr etmek demektir (İbn-i Hibbân)
İftar edince, (Zehebazzama' vebtellet-il urûk ve sebet-el-ecr inşâallahü teâlâ: Susuzluk gitti Damarlar ıslandı sevâb hâsıl oldu inşâallah) duâsını okumak, terâvih kılmak ve hatm okumak mühim sünnettir (İmâm-ı Rabbânî)
2 Oruç tutmama, yime
Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce iftâr ediniz (Hadîs-i şerîf-Merâkıl felâh)
Ey Ebü'd-Derdâ! Muhakkak senin üzerinde bedeninin hakkı vardır Ehlinin (âilenin) hakkı, Rabbi'nin hakkı vardır Her hak sâhibine hakkını ver! İftâr et, oruç tut, namaz kıl, uyu ve ehline yakın ol (Hadîs-i şerîf-Kenz-ül-Ummâl)



İFTİKÂR:
Fakîr olmak, muhtâc olmak
Hâlık (yaratıcı) ve râzık (rızıklandırıcı) Allahü teâlâdır İnsana hâlık ve râzık demek küfrdür İnsanın sıfat-ı asliyesi (her zaman bulunan özelliği) acz (elinden birşey gelmeme) ve iftikârdır (İmâm-ı Birgivî)



İFTİRÂ:
Yapmadığı hâlde kötü bir işi birisine yükleme, yalan yere birisine suç isnat etme gösterme Birine suç atma, bühtân
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Bak, Allah'a karşı nasıl olmadık yalan ve iftirâ ederler Apaçık olan bu günâhları onlara kâfidir (Nisa sûresi: 50)
Bir kimse için söylenen kusur onda varsa, bu söz gîbet olur Yoksa iftirâ olur (Hadîs-i şerîf-Müslim)
İftirâ etmek ve nemmâmlık yapmak yâni söz taşımak gîbet etmekten daha fenâdır (Muhammed Ma'sûm)
Birisine iftirâ etmek, gıybet etmekten (belli bir mü'minin aybını, kusurunu, onu kötülemek için arkasından söylemekten) daha fenâdır (Muhammed Hâdimî)
İftirâ büyük günâhtır ve çok fenâdır Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde haram idi İftirâda bir mü'mini incitmek de vardır, bu da ayrıca haramdır Bunlardan başka, iftirâ etmek, yeryüzünde fesâd çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya sebe b olur ki, bu da haramdır Çok fenâ ve tehlikelidir (İmâm-ı Rabbânî)
Beni, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'den üstün tutan; iftirâ etmiş olur İftirâ edenleri dövdükleri gibi onu döverim (Hazret-i Ali)


Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #148
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




IRK:
Ayrı soyda olan, ayrı dilde konuşan değişik kültüre sâhip, şeklî özellikleri bulunan insan topluluğu, millet
Irkçılık yapan da, ırkçılık için savaşan da ve ırkçılık uğrunda ölen de, bizden değildir (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Hiç bozulmamış, değiştirilmemiş biricik din olan İslâm dîninin güzel ahlâkı ile bezenmiş, birbirlerini seven, yardımlaşan, çeşitli ırklardan, büyük insan topluluklarının, birleştiklerini biliyoruz Bu topluluğu ayakta tutan temel, Hak teâlânın emrett iği çalışkanlık, adâlet, iyilik, saygı gibi din esasları idi Osmanlı
Türklerini de, Sakarya kenarından, kısa bir zamanda, Viyana kapılarına götüren kuvvet, Sultan Osman'ın ve çocuklarının sımsıkı sarıldıkları İslâm dîninin rûhu ve bedeni tekâmül ettirerek geliştiren ışıklı yolu idi Çünkü İslâmiyet'te ırkçılık yoktur Her müslüman kardeştir (M Sıddîk bin Saîd)



ISLÂH:
1 Terbiye etmek, iyi hâle getirmek
Herhangi bir kimseyi ıslâh etmeye çalışmak, ona İslâmiyet'i bildirmekle olur (İmâm-ı Rabbânî)
Kulun ıslâhı kalbinin ıslâhına, bozukluğu da kalbinin bozukluğuna bağlıdır ( Muhammed Ma'sûm-ı Fârûkî)
Kim kalbini ıslâh edip düzeltirse, Allahü teâlâ da onun zâhirini (dışını) düzeltir (Avn bin Abdullah)
Allahü teâlâ âhiret için çalışanın dünyâ işlerine kâfi gelir, dünyâsı husûsunda ona yardımcı olur Kim Allahü teâlâya karşı hâlini ıslâh ederse, Allahü teâlâ da onunla insanlar arasını ıslâh eder, güzel yapar İçini ıslâh edenin, Allahü teâlâ dışını ıslâh eder, güzel yapar (Avn bin Abdullah)
2
Bozulan bir şeyi eski hâline getirme
İslâm dîni garîb olarak başladı Son zamanlarda da garîb olacaktır Bu garîb insanlara müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi ıslâh ederler (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
3 İnsanların aralarını düzeltmek, barıştırmak
Âdemoğlunun her konuştuğu yalan, kendi aleyhine yazılır Ancak iki müslümanın arasını ıslâh için konuştuğu yalan, yazılmaz (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed)
İki kimsenin arasını ıslâh eden veya hayrı söyleyip, hayrı yükselten kimse yalancı değildir (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Islâh-ı Nefs:
Kötü huyları, fenâ alışkanlıkları ve yaramaz işleri bırakıp, iyi huyları, güzel işleri, kulluğa yakışan tâat ve ibâdetleri yapma




ISLÂHÂT:
İyi hâle, işe yarar hâle getirmek için yapılan çalışmalar, düzenlemeler
Endülüs müslümanlarının Avrupalılara tuttukları ışık ile, Avrupa'da bir rönesans, ıslâhât hareketi başlamıştı Aklî ilimleri öğrenen birçok ilim adamı, akıl ve mantık dışı olan hıristiyanlığa karşı isyân ettiler Hıristiyanlığa karşı yapılmış olan hü cumlar, İslâmiyet'e karşı yapılamadı Çünkü İslâm dîni, tebliğ edildiği, bildirildiği günden beri, bütün temizliği ve sâfiyeti ile durmaktadır İçinde akla mantığa ve ilme ters düşecek hiçbir bilgi yoktur Kur'ân-ı kerîm indirildiğinden beri, bir noktası bile değiştirilmeden aynen muhâfaza edilmiştir, korunmuştur (Harputlu İshak Efendi)



ISMARLAMA:
Bir san'at sâhibine bir şeyi târif ederek istediği şekilde yaptırmak (Bkz İstisnâ')


ITÂK:
Köle âzâd etmek, serbest bırakmak (Bkz Âzâd)
Üç şey vardır ki, ciddîsi de ciddîdir, şakası da ciddîdir: Nikâh etmek (evlenmek) , talâk (boşamak) ve ıtâktır (Hadîs-i şerîf-Taberânî ve Keşf-ül-Hafâ)



IYÂL:
Bir kimsenin bakmak (geçindirmek) zorunda olduğu kimseler: Zevce (hanım), çocuklar (erkek ve kız), ana-baba, hizmetçi (Bkz Nafaka)
Iyâl için yapılacak masraflar, yiyecek, giyecek ve ev olup, şehrin âdetine, piyasaya, akrabâ ve arkadaşlara göre ayarlanır Zamâna ve hâle göre değişir Her memlekette başkadır (İbn-i Âbidîn)
Ehl-ü ıyâlin rızâ ve gönüllerini almak için, haram işliyerek âhiret azâbını ihtiyâr eden (tercîh eden) kimsenin bu yaptığı akla uygun değildir (İmâm-ı Rabbânî)


IYD:
Bayram Müslümanların sevinç ve neş'e günleri olan Ramazan ve Kurban bayramları (Bkz Bayram)
Iyd günlerinde, dargın olanları barıştırmak, akrabâyı, din kardeşlerini ziyâret etmek, onlara hediye götürmek Peygamber efendimizin âdetleri olduğundan sünnettir (Muhammed Rebhâmî)



Iyd-ı Edhâ:
Kurban bayramı Kamerî seneye göre Zilhicce ayının onuncu, on birinci, on ikinci ve on üçüncü günleri
Iyd-ı edhâda bayram namazına giderken "Allahü ekber Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber Allahü ekber ve lillâhi'l-hamd" diye yüksek sesle Tekbîr-i teşrik getirmek namazdan önce bir şey yimemek, namazdan sonra önce kurban eti yemek sünnett ir (Halebî)

Iyd-ı Fıtr:
Ramazan bayramı Kamerî seneye göre Şevvâl ayının birinci günü
Sabahleyin câmi'e giderken bayram tekbirlerini Iyd-ı fıtrda sessiz, ıyd-ı edhâda (kurban bayramında) açıktan yüksek sesle söylemek sünnettir (Halebî)



İBÂDET:
Kulluk, kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Cinleri ve insanları, beni tanımaları, bana ibâdet etmeleri için yarattım (Zâriyât sûresi: 56)
Allahü teâlâyı, görür gibi ibâdet et! Sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor" (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)
Âlimin uykusu câhilin ibâdetinden hayırlıdır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Eğer ibâdet bir kuş olsaydı, şüphesiz onun kanatları oruç ile namaz olurdu (Yahyâ bin Muâz)
İnsanlar ibâdet yapmak için yaratıldı İbâdetin özü de; kalbin her zaman Allahü teâlâdan gâfil olmamasıdır, unutmamasıdır (Ubeydullah-ı Ahrâr)
İbâdet etmek bakımından dünyânın bir sâati, kıyâmetin bin senesinden daha iyidir Zîrâ bu bir sâatte; sâlih, faydalı amel işlenebilir Hâlbuki kıyâmetin o bin senesinde bir şey yapılamaz O hâlde, ey mü'min kardeşim! Vaktini boş şeylerle geçirme! Zam ânının kıymetini bil ve en iyi şeyler için kullan! Namazlarını vaktinde kıl ki, kıyâmet günü pişman olmayasın!Çok büyük sevâba kavuşasın! (Cüneyd-i Bağdâdî)

İbâdet-i Bedeniyye:
Beden ile yapılan ibâdetler
Namaz, ibâdet-i bedeniyye olduğundan başkası yerine kılınamaz Herkesin kendisi kılması lâzımdır Ağır hasta ve çok ihtiyâr kimse, namaz yerine fakire fidye (bedel, belli miktarda mal veya para) veremez Hâlbuki, oruc yerine fidye vermesi lâzımdır (İbn-i Âbidîn)

İbâdet-i Mâliyye:
Zekat, sadaka-i fıtr gibi mal ile yapılan ibâdetler
Bir kimse birkaç yemini bozarsa, hepsi için ayrı ayrı keffâret yapması lâzımdır Keffâretler, zekat gibi ibâdet-i mâliyyedir Malını fakirlere bir vekil vâsıtası ile vermesi câiz olur Fakat kendisinin malı ayırırken veya fakire verilinceye kadar niy et etmesi lâzımdır (İbn-i Âbidîn)

İbâdethâne:
İbâdet yapmak için toplanılan yer (Bkz Ma'bed)

İbâdette Bid'at:
Peygamber efendimiz ve Eshâbı zamânında bulunmayıp da dîne sonradan katılan reformlar, değişiklikler (Bkz Bid'at)



İBÂDİYYE:
Bozuk fırkalardan olan Hâriciyyenin kollarından biri (Bkz Hâricîlik)
Hâricîler yedi fırkadır Bunlardan İbâdiyye fırkası, Abdullah bin İbâd adındaki kimseye tâbi olanlardır Bu şahıs, hazret-i Ali, hazret-i Muâviye ile hakem yapmak sûretiyle uyuştuğu için hazret-i Ali'den ayrıldı Trablusgarb'a gitti Orada İbâdiyye f ırkasını kurdu Bundan sonra adamları hicrî 153 yılında halîfeye isyân edip, Trablusgarb'ı ele geçirdiler Kendilerinden başka müslümanlara kâfir deyip, harb zamanlarında mallarını almak câizdir, büyük günâh işleyen mü'min değildir dediler Hazret-i Ali'yi ve Eshâb-ı kirâmdan çoğunu kâfir bildiler (Seyyid Şerîf Cürcânî-Şehristânî)
Kur'ân-ı kerîmin lafzına (zâhirî mânâsına) bağlanan İbâdîlere göre; îmân ve İslâm bir bütündür Amel îmândan bir parçadır Bu sebeple günah işleyen kimse, îmândan çıkar, Kur'ân-ı kerîm mahlûktur, yaratılmıştır İbâdîler peygamberlere îmân ederler fak at şefâati inkâr ederler Allahü teâlânın âhirette görülmeyeceğini söylerler (Abdülkâdir Bağdâdî)



İBÂHİYYE:
İslâmiyet'in haram ve yasak kıldığı şeyleri helâl ve mübâh sayan bozuk bir fırka Bâtiniyye, İsmâiliyye Karâmita da denir
İbâhiyye, haramlara helâl deyip, yetmiş-seksen sene hacıları soydular Müslümanları öldürdüler Hükûmet kurdular Hükûmetleri 983 (H 372) senesinde yıkılınca dağıldıkları yerlerde gizlendiler Bunlardan Hasan Sabbâh'ın kurduğu İsmâiliyye devleti de 1256 (H 654)'de yıkıldı (M Sıddîk bin Saîd)
Eshâb-ı kirâmın hepsini severiz deyip de onların yolunda bulunmayan, kendi bozuk düşüncelerine Eshâbın yoludur diyen, Ehl-i sünnet âlimlerini ve tasavvuf büyüklerini beğenmeyip kötüleyen kimseler kendileri gibi olmıyanlara müşrik (şirk koşan) diyorla r Bunların malı, canı kendilerine helâldir diyorlar Böylece İbâhiyyeden oluyorlar Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden kendi görüşleriyle çıkardıkları bozuk mânâları müslümanlık sanıyorlar Edille-i şer'iyyeyi (dînî delilleri) ve hadîs-i şerîf lerin çoğunu inkâr ediyorlar (Dâvûd bin Süleymân)



İBÂHA:
1 Bir şeyin kullanılıp kullanılmaması, serbest olma hâli
Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey ibâha olur Ancak yediği mülk olur Başkalarına veremez (İbn-i Âbidîn)
2 Yedirme, doyurma
Devamlı hasta veya çok yaşlı olan kimse, altmış gün keffâret orucunu tutamaz ise, altmış fakire bir gün taam (yemek) ibâha eder (İbn-i Âbidîn




İBÂHÎ:
Haramları mübah (serbest) sayan sapık İbâhiyye fırkasına mensûb olan kimse (Bkz İbâhiyye)



İBÂRET-İNASS:
Mânâya delâleti bakımından lafzın dört kısmından biri Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) yalnız ibâresinden anlaşılan mânâya delâlet etmesi
Nûr sûresi yüz yirmi dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen; "Namaz kılın, zekât verin" buyrulmaktadır Burada ibâret-i nass, yalnız namaz ve zekâtın farz olduğunu ifâde etmekte, başka bir mânâ bildirmemektedir (Serahsî, Senâullah Dehlevî)


İBDÂD:
Ezân-ı Muhammedî okunduğu zaman, her işi terk edip, cemâatle namaz kılmağa gitmek
Namazın kemâl mertebesinde (en güzel ve tam şekliyle) kabûl olmasının şartları; haramlardan sakınmak, huşû (Allahü teâlâdan korkmak), takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak), mâlâyânîyi (dünyâ ve âhirete faydası olmayan şeyleri) terk etme k ve namazı usûlüne, şartlarına uygun olarak kılmak husûsunda, üşenmekliği, gevşekliği terketmek ve bir de ibdâddır (Kutbüddîn İznikî)



İBLÎS:
Şeytanın isimlerinden biri veya şeytanların reisi
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Onu hâtırla ki meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de, iblîsten başka bütün melekler hemen secde etmişlerdi Ancak iblîs yüz çevirip, kibirlendi ve kâfirlerden oldu (Bekara sûresi: 34)
Allahü teâlâ, iblîse; "Ben sana secde ile emr etmiş iken, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" buyurdu İblîs şöyle dedi: "Ben Âdem'den hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu çamurdan yarattın" (A'râf sûresi: 12)
Üç kimse iblîs ve iblîsin tâifesinin şerrinden korunurlar Allahü teâlâyı gece gündüz zikr eden (hatırlayan), seherde istigfâr eden (günahlarının bağışlanmasını isteyen) , Allah korkusundan dolayı ağlayan kimse (Hadîs-i şerîf-Telbîs-ül-İblîs)
İblîs ve yardımcıları insanlara hep kötülükleri yaptırmağa çalışırlar Bâzan iyi şeyleri yapmağı da hatırlatırlar Fakat bunları yaparken nefiste ucb (kendini ve işlerini beğenme), riyâ (gösteriş) yaptırarak veya farzın kaçırılmasına sebeb olarak ins anın günâha girmesine sebeb olur (Abdülgafûr-i Lârî)
Tekebbür yâni kendini büyük görmek kötü huylardandır Vaktiyle iblîs de öyle tekebbür etti Meleklere Âdem aleyhisselâma karşı secde etmeleri emrolununca, toprağa karşı niçin secde edeyim? Ben ondan daha üstünüm Beni ateşten, onu çamurdan yarattın d iyerek Rabbine karşı geldi İblîs ateşin alevini, latîfliğini ve ışık yaydığını görünce onu sudan ve topraktan üstün sandı Halbuki üstünlük, kendini üstün görmekte değil tevâzû göstermektedir (M Hâdimî)
İblisin rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi aldatmakla uğraşmadığını gören bir zât; "Niçin insanları aldatmıyorsun, boş oturuyorsun?" dedikte, İblis; "Bu zamânın kötü din adamları, benim işimi çok güzel yapıyorlar, insanları aldatmak için bana iş bır akmıyorlar" demiştir (İmâm-ı Rabbânî)



İBN-ÜL-VAKT:
Kalbi halden hâle değişen velî Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (kendilerinden geçen, kendilerini unutan) kimseler Bunlara erbâb-ı kulûb da denir (Bkz Erbâb-ı Kulûb) :



İBN-ÜS-SEBÎL:
Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında malı, parası kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp, muhtâç kalan
Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak; fakîrlere, miskinlere (bir günlük nafakası olmayanlara), zekât me'murlarına, müellefet-ül-kulûba (kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere) , mükâteb (efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince , âzâd, serbest olacak) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve ibn-üs-sebîle verilir Allahü teâlâ bilendir, hikmet sâhibidir (Tevbe sûresi: 60)
Ganîmetlerin beşte biri yetimlere, miskinlere ve ibn-üs-sebîl'e verilir Bunlardan herbirine ayrı ayrı verilebildiği gibi tek bir sınıfa da verilebilir (İbn-i Hümâm)



İBRÂ:
Alacağından vaz geçmek
Bir kimse alacağını borçluya hibe etse veya borçluyu ibrâ etse borçlu borçtan kurtulur (Ali Haydar Efendi)



Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #149
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İBRÂHİM ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ey Resûlüm!) Kitabda (Kur'ân-ı kerîmde) İbrâhim'in kıssasını anlat Çünkü o sıddîk (doğruluğu tam) bir peygamber idi (Meryem sûresi: 41)
Biz (ergenlik çağına ulaşmadan) önce İbrâhim'e tevhîde ve putlara tapmaktan sakınmaya yol bulabilecek rüştünü verdik Biz onun buna lâyık olduğunu biliyorduk (Enbiyâ sûresi: 51)
Ben babam (dedem) İbrâhim'in duâsı, kardeşim Îsâ'nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed)
Keldânîlerin memleketi olan Bâbil'in doğu tarafında ve Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu Babası mü'min olan Târûh'tur Âzer, amcası ve üvey babasıdır Putlara ve yıldızlara tapan Keldânî kavmine peygamber olarak gönderildi Kendisin e on suhuf (forma) kitab verildi Bu kavmin o devirdeki hükümdârı olan ve ilâhlık iddiâ eden Nemrûd'u da îmâna dâvet etti Nemrûd, İbrâhim aleyhisselâmın dâvetini kabûl etmediği gibi ona ve inananlara zulm ve işkence yaptırdı İbrâhim aleyhisselâmı önce habs ettirip, sonra ateşe attırdı Allahü teâlâ, Halîl'i (dostu) olan İbrâhim aleyhisselâmı ateşte yakmadı İbrâhim aleyhisselâmın ateşe atılmasını ibretle tâkib edenlerden bir kısmı îmâna geldi İbrâhim aleyhisselâm, Nemrûd'u ve Keldânîleri son bir defâ daha îmâna dâvet ettikten sonra, kendine inananlarla birlikte hicret etmek üzere Bâbil'den ayrıldı
İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri ile Bâbil'den Harran'a (Urfa'nın güneyinde bir yer) hicret etti Bu yolculukta kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ve zevcesi (hanımı) Sâre Hâtun da bulundular Harran'da bir müddet kaldıktan sonra Şam'a, orada n da Mısır'a gitti İbrâhim aleyhisselâm, hazret-i Sâre ve hazret-i Hâcer ile Mısır'dan ayrılıp, Filistin'e geldi Evlâdı olmadığı için Allahü teâlâdan sâlih bir evlâd istedi ve adakta bulundu Sâre'den çocuğu olmadığı için, onun tavsiyesi ile hazret-i Hâcer'le evlendi Bu evlilikten İsmâil aleyhisselâm dünyâya geldi Ardından, Sâre Hâtun'dan İshâk aleyhisselâm doğdu
İbrâhim aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle Hâcer Hâtunu ve İsmâil aleyhisselâmı yanına alıp, Şam'dan ayrılarak, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke'ye bıraktı Kendisi Şam'a döndü Gördüğü bir rüyâ üzerine oğlunu kurban etmek istedi Tam kur ban etmek üzereyken Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâma rüyâsına sadâkat (bağlılık) gösterdiğini bildirerek kurbanlık bir koç ihsân etti Beytullah'ı (Kâbe-i muazzamayı) oğlu İsmâil aleyhisselâm ile inşâ etti Ebû Kubeys dağında bulunan ve Cennet yâkutlarından olan Hacer-ül-Esved adlı siyah taşı Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesiyle alarak Kâbe-i muazzamanın duvarına yerleştirdi Kâbe duvarını örerken şimdi Makâm-ı İbrâhim denilen taşın üzerine bastı Kâbe'yi yapıp bitirince, Allahü teâlânın emri ile oğlu İsmâil aleyhisselâm ve Mekke'de yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibâdetini yaptı ve Şam'a döndü Şam'a döndükten sonra yüz yetmiş beş yaşında Kudüs'de vefât etti Kudüs civârındaki Habrun kasabasında bulunan bir mağaraya defnedildi Bu kasaba, Allah'ın dostu anlamında Halîlürrahmân diye meşhûrdur İbrâhim aleyhisselâmın dînine Hanîf dîni denilmektedir İbrâhim aleyhisselâm, sevgili Peygamberimizden sonra insanların en üstünüdür (İbn-ül-Esîr, Taberî, Nişancızâde, Ahmed Cevdet Paşa, Altıparmak)
İbrâhim aleyhisselâm, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin ümmetinden olmayı temenni buyurmuştur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
İbrâhim aleyhisselâm, Halîlullah'tır (Allah'ın dostudur) (İmâm-ı Rabbânî)

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #150
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




İBRÂHİM SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin on dördüncü sûresi
İbrâhim sûresinin 28 ve 29 âyetleri Medîne'de, diğerleri Mekke'de nâzil oldu (indi) Elli iki âyet-i kerîmedir Otuz beşten kırk bire kadar olan âyetler İbrâhim aleyhisselâmın duâsını ihtivâ ettiği için İbrâhim sûresi denilmiştir Sûrede; Allahü teâ lâya, peygamberlerine ve âhiret hayâtına îmân konuları ve İbrâhim aleyhisselâmın duâsı bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî)
Allahü teâlâ İbrâhim sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Allah'a îmân etmeyenlerin yaptıkları faydalı işler, fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küller gibidir Âhirette o işlerin hiçbir faydasını bulamazlar (Âyet: 18)
İbrâhim sûresini baştan sona kadar okuyana, sayısız çok sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl)



İBRÂNÎ:
Eski yahûdî sülâlesi veya o soydan olan Yahûdî topluluklarından birine mensûb kimse





İBRET:
İnsanın karşılaştığı, gördüğü veya işittiği hâdiselerden ders alması, kendi hâlini düşünmesi
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Gerçekten onların (peygamberlerin) kıssalarında, akıl sâhibleri için birer ibret vardır (Bu Kur'ân) uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden evvel (inen kitabların) tastîki ve (dîne âit) her şeyin tafsîlidir (beyânıdır) O, îmân edecek bir kavim için, bir hidâyet ve bir rahmettir (Yûsuf sûresi: 111)
Davarlarda (deve, sığır, koyun, keçide) da sizin için elbette bir ibret vardır Karınlarında bulunan sütten size içiririz Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır Hem onları (etlerini) da yersiniz (Mü'minûn sûresi: 21)
Allahü teâlâ, gece ile gündüzü değiştiriyor (biri gidiyor, yerine öbürü geliyor; birini uzatıyor, öbürünü kısaltıyor; hâllerinde karanlık, aydınlık, sıcaklık, soğukluk gibi değişiklikler yaratıyor) Bütün bunlarda, basîret sâhibleri (görür gözlere mâlik olanlar) için elbette birer ibret vardır (Nûr sûresi: 44)
Cenâb-ı Hak, kullarını küfürden (îmânsızlıktan), suçtan korumak için, herkesin anlayamayacağı fen bilgilerini, kitaplarında açıklayıp, bunlara işâret buyurmuş; yer küresini, güneşi, gökleri göründükleri gibi anlatarak bunlardan ibret alınmasını; varl ığının, büyüklüğünün anlaşılmasını emir buyurmuştur (Abdülhakîm Arvâsî)
Allahü teâlânın adı bulunmayan söz, kıymetsizdir Allahü teâlâyı hatırlamadan susmak, boşuna vakit geçirmektir İbret almadan bakmak, faydasızdır (Ebü'l-Hüseyin bin Sem'ûn)
İbret almak istersen, hatâ sâhiblerinin ve günahkârların âkıbetlerine (sonlarının nasıl olduklarına) bak da kalbini topla (İmâm-ı Şâfiî)
Her kim gördüğünden ibret almazsa, onun görmemezliği görmesinden üstündür (Cüneyd-i Bağdâdî)



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.