Dünyada Yabancı Kimse Yahut Yolcu Gibi Olun |
08-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dünyada Yabancı Kimse Yahut Yolcu Gibi OlunDünyada yabancı kimse Yahut yolcu gibi olun Nefisleriyle mücadele eden nice zatların, ne güzel huylar kazandıkları daima görülmektedir Riyazet, terbiye; hayvanlara, otlara, çiçeklere, hatta taşlara tesir edip dururken, insanlara tesir etmez mi? "Huy canın altındadır, can çıkmadıkça huy çıkmaz" sözü her yönüyle doğru değildir Gerçi bazı huyları değiştirmek güçtür Fakat imkânsız değildir Tedavi sayesinde bazı hastalıklar, tesirsiz bir hâle geldiği gibi, terbiye ve mücadele sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa tesirini gösteremez bir hâle gelir, güzel huyların karşısında siner, kalır Güzel inanç ve güzel ahlâktan mahrum olmak ne büyük bir felakettir! Beşeriyetin saadeti, ancak güzel inanç ve güzel ahlâkla olur Beşeriyetin felaketi de güzel inanç ve güzel ahlâktan mahrum olmanın kaçınılmaz bir neticesidir Allah Teâlâ'yı bilen ve O'na inanan insanlar, kendilerini bir takım dini hükümlerle sorumlu bilirler, bunlara uyar ve kötülük işlemeye o kadar cesaret edemezler, bazen etseler de hemen tevbe ve istiğfar ederler Çiğnedikleri hakları yerine getirmeye çalışırlar Evet, olgun bir müslüman başkalarının mallarına, canlarına ve namuslarına tecavüz edemez Herkesin emniyet ve huzur içerisinde yaşamasını ister Hâlbuki Allah Teâlâ'yı inkâr eden birisi, kendi nefsinin isteklerine uyar Bu sebeple de her türlü kötülüğü mubah görür, insanların malına, canına ve mukaddesatına el uzatmaktan geri kalmaz Kendi alçak duygularını tatmin etmek için her türlü ahlâksızlığı meşrulaştırır Çevrenin saadet ve selâmetini düşünmez Onun yegâne gayesi, kendisinin hayvanca yaşamıdır Böyle bir kimse, dinden ve ahlâktan mahrum olduğu için bütün insanları da kendisi gibi bu mukaddesattan mahrum görmek ister Bu alçak hedefi uğrunda, insanlık âleminde bir arsızlık devri başlayana, namus ve fazilet kalkana ve de mukaddesattan eser kalmayana dek didinip durur Dünya tarihi gösteriyor ki, hangi millette böyle sapıklar, ahlâkî değerlerden mahrum olanlar türediyse, o milletin ahlâkı ve birliği bozulmuş, kuvveti ve direnci kırılmış ve sonunda da yok olup gitmiştir Sonuç olarak, dinsizlik ve ahlâksızlık akımı, bütün beşeriyet için bir felaket ve en büyük belâdır Bu zararlı akımın önü alınmadıkça, insanlık âlemi için kurtuluş ümidi yoktur İnsan güzel inanca ve güzel ahlâka sahip olmalıdır ki, hem dünyada hem de ahirette felâha ve kurtuluşa erişebilsin Bu da kuru laf ile değil, dinin tâlimatı gereğince ciddî bir şekilde çalışmakla elde edilir Bir zat ne güzel demiştir: "Kurtulmak istiyorsun Ama kurtuluş yolundan gitmiyorsun Gemi, kuru yerde yüzmez, bilmiyor musun?" Gerekeni yapmak ve doğru yolu takip etmek lâzımdır Dolayısıyla selâmet ve saadet sahiline kavuşmak isteyenler, hak dine, üstün ahlâka sarılmalı ve bunların gösterdiği yoldan ayrılmamalıdırlar Sonuç olarak, insanın kurtuluşa ermesi için arınması lâzımdır Ancak sadece bu yeterli olmayıp, bedenî ibadetlere de ihtiyaç vardır İşte: "Ve Rabbinin ismini zikredip de namaz kılmıştır"(1) âyet–i kerîmesi bunu ifade etmektedir Hiç şüphesiz zikrullah, çok büyük bir yücelik taşımaktadır Zikrullah kalbin cilası, ruhun gıdasıdır İnsan, Cenab–ı Hakk'ı sürekli zikretmelidir Gâfilce yaşamak insana yakışmaz "Allah… Allah" demek, Kur'an–ı Kerîm'i okumak, kelime–i tevhide devam etmek zikirdir Allah'ın kudretinin eserlerini ve O'nun büyüklüğünü düşünmek, hatta bayram sabahı camiye giderken ve bayram namazını kılarken alınan tekbirler dahi zikirdir Namazın dahi yüce bir ibadet olduğu bilinmektedir "Ve Rabbinin ismini zikredip de namaz kılmıştır" âyetindeki "namaz kılmıştır" fiili, genel olarak zikredildiğinden bu hem farz namazları, hem de vacip olan bayram namazlarını içerir Namaz, Allah Teâlâ'yı yüceltmek, anmak ve O'na ibadet borcunu ödemek, O'ndan rahmet ve hidayet dilemektir Namaz, ibadetin en olgun şeklidir Zira insanı ruh temizliğine götürecek bu ibadetten önce beden ve elbise temizliği farz kılınmıştır "Allahu ekber=Allah en büyüktür" sözüyle, Allah Teâlâ'dan başka düşünceler atılır, gönül yalnız Allah Teâlâ'yı anmaya yöneltilir "Allahu ekber" sözüne "Tahrime" denir ki, Allah Teâlâ'dan başka şeylerle uğraşmayı haram kılmak demektir Rükünden rükne geçildikçe bu tekbir tekrar edilir Allah Teâlâ'nın huzuruna duran mü'min, her rekâtta Fatiha'yı okuyarak, övgü ve ibadetin yalnız Allah Teâlâ'ya yapılacağını, hidayet ve rahmetin yalnız O'ndan bekleneceğini söyler; rükû ve sücudunda Allah Teâlâ'yı tesbih eder Namaz, iman ve takvanın bir gereğidir Namazı huşû içerisinde ve vaktinde kılmak lâzımdır Namazın ahlâkî ve sosyal faydaları da bulunmaktadır Hiç kuşkusuz iman ve kalp huzuru ile kılınan namaz, insanı kötü düşüncelerden, korku ve ıstıraptan kurtarır O insan dünya için üzülmez, Allah'tan başka yarar ve zarar veren görmez, her şeyi Allah'tan bilir Yalan ve nifaktan utanır Her an kendisini Allah'ın huzurunda durmaya hazırlar Namaz; haramlardan, kötülüklerden, çirkin işlerden meneder Sabırsızlıktan, huysuzluktan sakındırır, yüksek ahlâk ile bezendirir İnsanı daima Allah duygusunun kontrolü altında tutar ve bu kontrol altında hayat yoluna devam eden insan da her an önüne çıkması muhtemel olan haram engellere ayağını taktırmadan ve günah çamuruna bulanmadan emniyet içinde yürüyebilir Resûlullah Sallu Aleyhi ve Sellem Efendimizin bir evin önünden akan, pırıl pırıl temiz bir suya benzettiği namaza devam edelim ki, o, bizim büyük günahlardan korunmamıza ve arada vaki olacak küçük günahlarımızdan da af olunmamıza sebep olur Kısacası; tertemiz kalabilmek için, dinen yapılması caiz olmayan şeyleri yapmamak, dinen yenilmesi–içilmesi haram olan şeyleri yememek–içmemek, dinen giyilmesi, kullanılması caiz olmayan şeyleri giymemek, kullanmamak, alınması–verilmesi haram olan şeyleri almamak–vermemek gibi hususlara, kısacası Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarına riayet etmek gerekir Müslüman, yaşadığı sürece dinin emir ve yasaklarına uymak mecburiyetindedir Bu hususta Cenab–ı Hak: "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et" buyurmaktadır Peygamberimiz Sallu Aleyhi ve Sellem de birçok hadis–i şeriflerinde ibadette devamlılığa teşvik etmiştir Hz Aişe Radıyu Anha validemizden gelen rivayete göre, Peygamberimiz Sallu Aleyhi ve Sellem'e: "Amellerin hangisi Allah Teâlâ'ya daha sevimlidir?" diye sorulunca, Efendimiz Sallu Aleyhi ve Sellem: "Az da olsa devamlı yapılandır" buyurmuştur Anlaşılıyor ki, daimî sûrette yapılan az ibadet, bir müddet sonra kesilen çok ibadetten daha hayırlıdır Çünkü daimî sûrette yapılan ibadet, az bile olsa Allah Teâlâ'ya itaat, zikir, murakabe, niyet ve ihlâsı içerir Bu devam sayesinde az amel devam etmeyen çok ameli kat kat geçer Allah'ın verdiği sağlık ve rızık gibi sayısız nimetlerinden her an ve her zaman yararlandığımıza göre; O'na olan şükür ve kulluk borcumuzu da her zaman yerine getirmek zorundayız Esasen kul olduğumuza ve ölünce O'nun huzuruna varıp rahmetini ve cennetini isteyeceğimize göre; ibadetlerimize devam etmekten daha normal bir şey olamaz Şu noktayı da hiç hatırdan çıkarmayalım: Yaptığımız ibadetler tamamen kendi yararımızadır Cenab–ı Hakk'ın bizim ibadetlerimize hiçbir ihtiyacı yoktur Kulluğunu gösterenleri bağışlamak üzere onlara ibadeti emretmiş, yapıp yapmamakta onları tamamen serbest bırakmıştır O hâlde ibadetlerimiz tamamen bizim menfaatimiz için emredilmiştir Binaenaleyh biz ibadet etmek ihtiyacındayız Abdullah b Ebû Bekre Radıyu Anh'den rivayete göre; bir adam: –Yâ Resûlullah! İnsanların en hayırlısı hangisidir? demiş Peygamberimiz Sallu Aleyhi ve Sellem: "İnsanların en hayırlısı, ömrü uzun ve ameli güzel olandır"(2) buyurarak hayırlı ve mesut olmayı, güzel amellerle geçecek uzun ömürlülüğe bağlamıştır Dinî emirlerin bir kısmını yapmayanlar hakkında Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Yoksa siz Kur'an'ın bir kısmına inanıyor, öbür kısmını inkâr mı ediyorsunuz" Cenab–ı Hakk'ın: "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"(3) âyet–i kerîmeleri gereğince sahip olduğumuz dünya malı, sahip olduğumuz dünya hayatının ziyneti olan evlâdımız, bizleri Allah'ın zikrinden alıkoymasın Hiçbir zaman, gençliğimize, servetimize, makam ve mevkiimize güvenmeyelim Abdullah İbn Ömer Radıyu Anh şöyle demiştir: Resûlullah benim omzumu tuttu da bana: "Abdullah, dünyada yabancı kimse yahut yolcu gibi ol!" buyurdu İbn Ömer Radıyu Anh de: "Ey mü'min! Akşama eriştiğinde sabahı gözleyip bekleme, sabaha eriştiğinde de akşamı gözleme (işlerini zamanında yap)! Sıhhatinden bir kısmını hastalık zamanına ayır, hayatından bir kısmını da ölümün için faydalı kıl!"(4) diye tavsiye ederdi Bu hadis–i şerif daima hatırda tutulmaya, hatta levha yapılıp daima göz önünde bulundurulmaya lâyık son derece kıymetli bir hayat düsturudur İbn Ömer Radıyu Anh'ın tavsiyesi de bu hadisin en güzel bir tefsiri mahiyetindedir Çünkü akıllı olan kimse, akşama girdiği zaman sabahı beklemez; sabaha girdiği zaman da akşamı beklemez Fakat bunlardan evvel ecelinin kendisine erişeceğini düşünür de ölümünden sonra faydasına kavuşacağı işleri yapar, sağlık günlerinde iyi işlere koşar Zira hastalık ansınız gelir de onu amelden menedebilir Şu sözleri söyleyen ne kadar güzel söylemiştir: "Rüzgârın estiği zaman onu ganimet edin Çünkü her hareket edenin sükûnu vardır Sakın onda ihsandan gafil olma; zira sen, sükûnu ne zaman olacak bilmezsin Ellerin zafere ulaştığı zaman kusur yapma; çünkü dehrin âdetidir, hainlik yapar" Abdullah İbn Abbas Radıyu Anh'den rivayete göre; Peygamberimiz Sallu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Beş şey gelmeden evvel beş şeyi ganimet bil: l–İhtiyarlamadan evvel, aciz ve düşkün duruma düşmeden önce gençliğinin kıymetini bil Ömrünü oyun ve eğlence gibi sonu hüsran olan şeylerle geçirme 2–Hasta olmadan evvel sıhhatinin kıymetini bil Din ve dünyana yararlı hizmetler yap 3–Fakir düşmeden evvel zenginliğinin kıymetini bil Zenginliğini ekonomik olarak kullan Malını ve servetini lüzumsuz yere tüketme, tutumlu ol, cimri de olma 4–İşin gücün artmadan evvel boş vakitlerinin kıymetini bil Boş vakitlerini değerlendir Tembel tembel oturma, yararlı hizmetler yap 5–Ölüm gelmeden evvel hayatının kıymetini bil Düzenli ve tertipli olarak hem dünyan ve hem de ahiretin için çalış Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerini, yarın ölecekmiş gibi ahiret hazırlığı yap Yani, her ikisi için muvazeneli çalış" "Ey iman edenler! Allah Teâlâ'dan korkun (da emirleri ifa edin) Herkes yarını (kıyamet günü) için önden ne göndermiş olduğuna bir baksın Allah Teâlâ'dan korkun (da yasak edilen şeyleri terk edin) Çünkü Allah Teâlâ, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır"(5) Bu âyet–i celîle gereğince her müslüman nefsinin muhasebesini yapması lâzımdır Yeri gelmişken Hz Ömer Radıyu Anh'ın, bir hutbesindeki, konumuzla ilgili olan şu sözünü de hatırlatmak istiyorum: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz (Amelleriniz) tartılmadan önce kendi (amelleri)nizi tartınız (Hesaba çekilmek üzere, kıyamet günündeki) en büyük arz (huzura alınma) için (gerekli) güzel hazırlıklarınızı yapınız O gün huzura alınırsınız, (Öyle ki) size ait hiçbir sır gizli kalmayacak, (bütün sırlar meydana çıkacak) (6) Nitekim Cenab–ı Hak şöyle buyurur: "(Ey insanlar!) O gün (hesap ve sorgu–sual için) huzura alınırsınız (Öyle ki) size ait hiçbir sır gizli kalmayacak, (bütün sırlar meydana çıkacak)"(7) Evet, bu hadis–i şerif ve âyet–i kerime gereğince nefsimize çeki–düzen verelim Nefsimize değil de Cenab–ı Hakk'ın emirlerine uyalım Evet, bu değerlendirmeden sonra yeniden dönüp, bir yılın artı ve eksilerini tespit etmeye çalıştığımızda fert ve toplum hayatı bakımından iyi bir konumda olduğumuzu söyleyemeyiz Burada kimsenin şahsî davranışı ve özel hayatı bakımından kâr ve zarar terazisini tartışmıyoruz Esasen hiç kimsenin, diğeri üzerinde böyle bir hakkı da yoktur "Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez"(8) prensibi, Kur'an–ı Kerîm'de ifadesini bulmuştur Fakat sorumluluk ve muhasebe açısından konuya yaklaştığımızda, her an çevremizde olup biten olaylara karşı kademeli olarak görevlerimizin olduğu da bir gerçektir Yüce dinimiz insanların sorumluluğunu, denizin ortasındaki geminin içinde bulunan yolcuların birbirine karşı olan sorumlulukları kadar önemli kabul etmiştir Yukarıda da kaydedildiği gibi, şayet yolculardan biri veya birkaçı "canım istiyor" ya da "su ihtiyacım var" diye gemiyi delme teşebbüsünü kendisine verilmiş bir hak olarak iddia eder, diğerleri de buna kayıtsız ve ilgisiz kalırlarsa, hem geminin, hem de içindekilerin huzur ve emniyetinden bahsedilemez Tarih benzer örneklerle doludur İnsan, yaratılışının gereği olarak dikkat, düşünce ve heyecanını gelecek üzerine yoğunlaştırmaktadır Oysaki geçmişteki olumlu ve olumsuz davranışları değerlendirmeden, geleceğin planını yapmak mümkün değildir Bunun için bir yıllık zaman, insan ve toplum hayatı açısından son derece önemlidir Bu süre içinde şahıs, aile, millet ve insanlık için neler yapıldı? Bilgi ve kültür alanında neler kazanıldı? Belirlenmiş zaman dilimi içinde yapılması gereken ibadet, itaat vs iyilikler gerçekleştirildi mi? Daha da önemlisi geçmişle ilgili samimi bir değerlendirme (otokritik) yapıldı mı? İşte bütün bu soruların cevaplarını aramak gerekir Çünkü geçmişin muhasebesini yapmadan geleceğin hareket tarzını belirlemek doğru olmaz Yüce Allah, insanın zaman ve olaylar karşısında aldığı psikolojik tavrı şöyle açıklamıştır: "Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir, cimrilik eder"(8) "Çünkü insan zayıf yaratılmıştır"(9) Mearic sûresindeki âyetlerin devamında Cenab–ı Hak: "Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar ki, onlar namazlarında devamlıdırlar (ihmal göstermezler) Onların mallarında belli bir hak vardır İsteyen için ve istemekten utanan mahrum, yoksul kimse için Ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar; Rablerinin azabından korkanlar ki, Rablerinin azabı(na karşı) emin olunamaz; ırzlarını koruyanlar –ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların tâ kendileridir–; emanetlerine ve ahitlerine riâyet edenler; şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar ve namazlarını koruyanlar… İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar(10) Buyurarak, âyet–i kerîmedeki özellikleri taşıyanları övmüştür Gerçekten günlük hayata bakıldığında insan aynı rolü oynamaktadır Acı, üzüntü, geçimsizlik ve hastalık gibi problemlerle yüz yüze geldiğinde çıkış yolu için yalvarır durur Zamanın, ibadetin, itaatin, sağlığın ve huzurun değerini dilinden düşürmez Fakat rahatlığa kavuştuğunda ise, olup bitenleri çabucak unutuverir Zevk ve eğlenceye dalar Elbette insan bir melek değildir Daima hayır çizgisi üzerinde bulunması beklenemez Hayır işleyebileceği gibi hata ve yanlışlıklar da yapabilir Fakat önemli olan; insanın organizeli bir biçimde hata ve yanlışlıklarda ısrar etmemesi, özellikle öncü ve kötü örnek olmaktan kaçınmasıdır Ayrıca söz buraya kadar gelmişken, insan hayatında yıl, ay, hafta, gün, gece, saat, dakika, hatta saniyenin dahi önemli olduğunu açıklamak zorundayız Çünkü insanın dünya ve ahiret kazancı buna bağlıdır Nitekim Kur'an–ı Kerîm'de, insanların hangisinin daha iyi davrandığını tespit etmek için ölüm ve hayatın yaratıldığı bildirilmiştir(11) Hayat anlamsız bir var oluş olmadığı gibi, ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş değildir Aksine hayat, bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız ebedî varlık sahasına geçişi sağlayan bir dönüm noktasıdır İnsan günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak geride bıraktığı mesaisini değerlendirerek kendi kendini sorgulamalıdır Zira zaman kavramına karşı sorumluluk bilinci gelişmemiş kimselerin hayatta başarılı olması mümkün değildir Yüce Allah, insanın geçmişini yoklama ve geleceğini düzenleme açısından dikkatini çekmek üzere "muhasebe" kelimesini Kur'an'da 97 defa zikretmiştir Konuya biraz daha açıklık getirmek gayesiyle şu âyet–i kerîmelere göz atalım: "İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece 'iman ettik' demeleriyle bırakılı verileceklerini mi sandılar?"(12) "İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?"(13) "Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin, hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?"(14) Bu son âyet–i kerîmeden de anlaşıldığı gibi, dünyadaki canlılar arasında vazife ve sorumluluk taşıyan yegâne varlık insandır Esasen onun hayatını anlamlı kılan, ona değer katan temel özellik; bir vazife ve sorumluluk varlığı oluşudur Bu sebeple vazifelerini ihmal eden ve sorumsuz bir hayat yaşayan insanlar, gerçek anlamda insanlık değerini yitirmiş olurlar Ancak bu âyet açıkça gösteriyor ki, ilahî sorumluluktan kurtulmak ve Allah'ın huzurunda hesap vermekten kaçmak, hiç kimse için mümkün değildir Bunun tersini düşünmek, ahlâk nizamını ve bu nizamın temeli olan mutlak adaleti inkâr etme sonucuna götürür Dipnotlar: 1–Âlâ sûresi, 15 2–Tirmizi, Zühd, 22 3–Tirmizi, Zühd, 22, 177; Münafıkûn sûresi, 9–l l 4–Buhari, Rikak, 3; Tirmizi, Zühd, 25; İbn Mace, Zühd, 3; Ahmed b Hanbel, 2/24, 41, 232; Müstedrek, 4/306 5–Hâkim, Müstedrek, 4/306 6–İbn Ebû Şeybe, Kitabu'l–Musannef, 7/96, No: 34459 7–Hakka sûresi, 18 8–En'âm sûresi, 164 9–Mearic sûresi, 19–21 10–Nisa sûresi, 28 11–Mearic sûresi, 22–35 12–Mülk sûresi, 2 13Ankebût sûresi, 2 14–Kıyamet sûresi, 36 |
|