18 Mart Çanakkale Zaferi Dosyası |
08-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
18 Mart Çanakkale Zaferi DosyasıKardeşler Çanakkale dosyasını sizlere sunuyorum,Konu biraz uzun biraz ama gerektiğinde sitemizde hazır olsun 18 Mart Çanakkale Zaferi Tarihteki ve Ulusal Yaşantımızdaki Yeri Turhan OLCAYTU * ETümgeneral 3 Kasım 1914 ve 18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı'nda cereyan eden bir seri deniz savaşlarıyla Gelibolu Yarımadası'nda 25 Nisan 1915 - 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan kara savaşları, Türk tarihinin en şerefli sayfalarını dolduran birer zafer destanıdır Çanakkale Zaferini, büyük Türk Ulusuna, Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir Türk bağımsızlık savaşının temelleri, Çanakkale'nin sularında, Conkbayırı'nda ve Anafartalar'da atılmış, bu zaferler Türk Kurtuluş Savaşına maya çalmıştır Türk Ulusu; İstanbul'u kurtaran Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşayı Çanakkale'den tanımış; 19 Mayıs 1919'da O, Samsun'a çıktığı gün Suriye ve Filistin cephelerinden terhis olarak Anadolu'ya dönen Türk halkı, "bu benim kahraman komutanımdı" diyerek O'nun etrafında kenetlenip İstiklal Savaşı'na katılmıştır Türk Ulusu ve dünya O'nu böylece tanırken, O da Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in, kan deryası can pazarında ulusunun ve Türk askerinin asıl cevherini yakından tanıyarak daha sonra girişeceği Bağımsızlık Savaşını kesin zaferle sonuçlandıracağı kanaatini daha o zamandan edinmiştir 18 Mart zaferi kazanılmasaydı, düşman donanması, daha 1915'in Mart ayında İstanbul'a girerek Osmanlı İmparatorluğu'nu çökertebilecekti Çanakkale Boğazı'nı denizden aşıp İstanbul'a giremeyen İtilaf Devletleri, 25 Nisan 1915'ten başlayarak 8-9 Ocak 1916'ya kadar süren Çanakkale kara savaşlarında Mustafa Kemal tarafından durdurulamasaydı, Birinci Dünya Savaşında Çarlık Rusyası en kısa yoldan müttefiklerinin yardımlarına kavuşacağı için yıkılmayacak, muhtemelen Ekim 1917 Bolşevik İhtilali de olmayabilecekti Bu durumda Almanya'nın yenilgisi hızlanacak ve 1 Dünya Savaşı belki de 1915'te sona erecekti Çanakkale Zaferi; harbin 4 yıl sürmesine, üç imparatorluğun (Osmanlı, Çarlık ve Avusturya/Macaristan İmparatorlukları) tarih sahnesinden silinmesine neden olmuştur Gelibolu Yarımadası'nda düşmana kesin darbeler vurarak onları yenilgiye uğratan Alb Mustafa Kemal'in Anafartalar tepesinde yaktığı zafer meşalesi, Kurtuluş savaşımızın da yolunu aydınlatmıştır Böylece 18 Mart deniz zaferimizi taçlandıran 25 Nisandan sonraki kara savaşlarında, Mustafa Kemal'in etkin liderliği sayesinde kazanılan zaferlerin, ulusal tarihimize ve dünya tarihine yön veren etkin rolünü yukarda belirtilen noktalarda toplamak mümkündür 18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI VE ÖNCESİ Boğaz savunması, girişten itibaren "Dış-Orta-İç Tabyalar" olmak üzere üç savunma grubu halinde tertiplenmişti Boğaz kıyıları boyunca 20 tabyamızda, çoğunluğu kısa menzilli ve eski model, 170 adet top mevzilendirilmişti İtilaf Devletlerinin savaş gemilerinde çoğunluğu büyük çaplı uzun menzilli 247 adet en modern toplar bulunmaktaydı İtilaf Devletlerinin Akdeniz Başkomutanı Amiral Carden, Boğazı geçerek İstanbul'a girmek için üç aşamalı saldırı planı yapmıştı İstanbul'a bir ay içinde ulaşacağını hesaplamıştı Plan gereğince, 3 Kasım 1914 günü 7 zırhlı ile Boğaza bir keşif taarruzu yaptı Girişteki tabyalarımız zarar gördü İkinci saldırıyı 19-25 Şubat 1915 tarihleri arasında 7 gün süreyle devam ettirdi Türk topçusunun atış menzili dışından yapılan bombardımanlar etkili oldu 19 topumuz ve Boğaz girişindeki tabyalarımız kullanılamaz hale geldi 26 Şubat günü düşman donanması Boğaza girdi orta kesimdeki tabyalar 8 saat süreyle kesintisiz bombardımana tabi tutulup sarsıldı Bu başarılar üzerine Amiral Carden, Londra'ya çektiği bir telgrafta, 14 gün içerisinde İstanbul'a ulaşabileceğini müjdeliyordu Amiral, hazırlıklarını tamamlamaktaydı Son darbe 18 Martta indirilecekti Ne var ki, kağıt üzerinde yapılan bu savaş planında, Türk'ün kahramanlığı ve savaş azmi hesaba katılmadığı için evdeki hesap çarşıya uymayacaktı 18 MART 1915 GÜNÜ SAVAŞI 18 Mart günü, bundan 85 yıl önce, Çanakkale'de ufukları ümit ve zafer neşesi kaplayan bir gün daha doğdu İtilaf Donanması 18 savaş gemisiyle saat 1000'da boğazı yarıp geçmek üzere girmeye başladılar İlk ateşi TRIUMPH zırhlısı, Çanakkale'ye 12 Km mesafedeyken saat 1115'te açtı Savunma planımıza göre, gemiler topçularımızın ateş menziline girinceye kadar pusuda bekleyecek ve baskın tarzında ateş açılacaktı Nitekim böyle yapıldı Düşman; yaklaştıkça, topçularımızın giderek yoğunlaşan isabetli atışlarıyla karşılaşıyordu Saat 1200'ye geldiğinde orta kesimdeki 3 tabyamız ağır hasar almış, ama ayakta kalan diğer topçularımızın hedefini şaşmayan mermileri AGAMENNON zırhlısının çelik yeleğini parçalamış, INFLEXIBLE zırhlısının komuta köprüsü uçurulmuş ve bu arada düşman donanması Çanakkale'ye 7 Km kadar sokulmayı başarmıştı Savaşın en şiddetli anları yaşanıyordu Türk topçuları Boğazı cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki mevzilerimizi hallaç pamuğu gibi atıyor, kıran kırana bir savaş oluyordu Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı aldığı ağır yaralarla saf dışı kalmış, BOUVET zırhlısı yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye kaçarken, bir gece önce Dz Yzb Hakkı'nın NUSRET mayın gemisiyle boğaza döşediği mayınlara çarparak 639 personeli ile birlikte karanlık limanın sularına gömülerek kayboluyordu BOUVET'in imdadına koşan SUFFREN ve GAULOIS da aynı akıbete uğramıştır Saat 1500'te IRRESISTIBLE ve onu takiben 1600'da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra OCEAN zırhlıları, tam ileri atılacaklarken onların da ayakları Yzb Hakkı'nın tuzağına takılarak batarken, INFLEXIBLE güçlükle kurtularak römorkör yedeğinde İmroz'a dönüyordu Böylece 6 saatte 3 büyük zırhlısını kaybeden, bir bu kadarı da ağır hasara uğrayan gemilerini acıyla seyreden Amiral De ROBECK, kalanları kurtarabilme telaşıyla saat 1730'da boynu bükük çekilme emrini veriyordu |
18 Mart Çanakkale Zaferi Dosyası |
08-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
18 Mart Çanakkale Zaferi DosyasıÇANAKKALE ZAFERİ Çanakkale Savaşı yalnız bizim tarihimizin değil yakın dünya tarihinin en önemli savaşlarından biridir Çanakkale Boğazı'nı savaş gemileriyle zorlayarak aşma, böylece İstanbul'a kavuşma isteği Avrupa büyük devletlerinin öteden beri özlemidir 1914 yılında I Dünya Savaşı'nın başlamasıyla İtilaf devletleri bu isteklerini gerçekleştirme fırsatının doğduğuna inandılar Bu inançla İngiltere ve Fransa işbirliği yaparak 3 Kasım 1914 günü alacakaranlıkta Bozcaada'dan Boğaz'ın ağzına doğru yaklaştılar Buradan istihkamlarımıza doğru ateş açtılar, İngilizler Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarını, Fransızlar da Anadolu yakasında Kumkale ve Orhaniye tabyalarını havan topu ile dövdüler Cephaneliğimize isabet eden top mermisiyle on bir ton barut havaya uçtu, subay ve erlerimiz şehit düştü, İngiliz Donanma Komutanı Amiral Carden Çanakkale önlerinde gösteriler yaptı, düşman denizaltıları boğazı geçmeye kalktılar 24 Kasım 1914 günü bir Fransız denizaltısı Boğaz sularında görüldü bu denizaltıyı gören topçularımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladı 2 Aralık günü İngiliz denizaltısı da bir deneme yaptı Derinden engelleri aşarak Boğaz'a girdi Yediyüzelli metre ilerde bulunan Mesudiye zırhlısına torpil atarak bu gemimizi batırdı Zırhlımızda bulunan subaylardan on'u ve erlerimizden yirmi dördü şehit düştü 19 Şubat 1915 günü düşman savaş gemileri öğleye kadar uzun menzilli bir bombardımana girişti Boğaz'a iyice sokuldular Tabyalarımız akşama doğru düşman savaş gemilerine karşılık verdi Ertuğrul ve Orhaniye tabyalarından atılan ateş karşısında düşman oldukça bocaladı İtilaf devletleri gemileri diledikleri gibi ilerleyemiyor, amaçlarına ulaşamıyordu Lodos fırtınasını başarısızlıklarının nedeni olarak görüyorlardı Havalar düzelince yeni saldırılar düzenlendi Yine sonuç alınamayınca düşman gemilerine komuta eden Amiral Carden görevden alındı Yerine 17 Mart 1915 günü Robeck atandı Yeni komutan 18 Mart 1915 günü donan*mayla Boğaz'a saldıracağını, yakında İstanbul'da olacağını Londra'ya bildirdi Bu arada Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Çobanlı 17/18 Mart gecesi boğaz'a mayın hattı döşenmesi emrini verdi Aldığı emir gereği Binbaşı Nazmi Bey Nusret Mayın gemisi ile o gece yirmi altı mayın, Boğaz'a on birinci hat olarak döşendi Boğaz'daki mayın sayısı on bir hat olarak 400'ü aşmıştı 18 Mart 1915: İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan, o dönemin en büyük deniz gücü, üç filo olarak sabahleyin Çanakkale Boğazı'na girdi Bu donanmanın ilk grubunu oluşturan filoda, İngilizlerin Queen Elizabeth zırhlısı ile İnflexible, Lord Nelson ve Agamemnon savaş gemileri bulunuyordu İkinci grupta İngiliz Kalyon Kaptanı komutasında Ocean, İrresistible, Wengeance Majestic gibi savaş gemileri yer almıştı Üçüncü filo ise Prince, Bouvet, Suffren gibi Fransız savaş gemilerinden oluşuyordu İngilizler ve Fransızlar zayıf Türk savunmasını kolayca susturarak Boğaz'ı kolayca geçebileceklerim umuyorlardı Bu umut ve güvenle 18 Mart 1915 günü düşman savaş gemileri şiddetli bir ateşe başladılar Rumeli Mecidiyesiyle merkez bataryaları şiddetli bir ateşe tutuldu Boğazdaki düşman gemileri Hamidiye istihkamlarına yüklendi Bunu gören Dardanos bataryaları ateşi üzerlerine çekmeye çalıştı Az sonra, tüm gemiler, Dardanos'a saldırdı Dardanos tabyamız saldırılara şiddetle karşı koydu Bu arada Mesudiye tabyası da ateşe başlamıştı Mesudiye üzerine ateş açılınca Hamidiye onun yardımına koştu Bu arada kıyı bataryalarımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladılar Bunalan düşman kaçmak isterken topçu atışlarıyla karşılaşıyordu Düşman gemilerine göz açtırılmıyordu Karşılıklı bu korkunç bombardıman bir saat kadar sürdü Bu karşılıklı bombardımanı bir yabancı yazar şöyle anlatıyor: «İnsan manzarayı gözlerinin önünde canlandırabilir Kaleler, toz duman bulutları içinde kaybolmuşlarda Yıkıntıların arasından arada bir alevler yükseliyordu Gemiler, çevrelerinde fışkıran sayısız su sütun*ları arasında yavaş yavaş hareket ediyorlar, bazen duman ve serpintiler arasında iyice görünmez oluyorlardı Tepelerden ateş eden havan toplarının alevleri görülüyor, ağır toplar yer sarsıntıları gibi gümbürdüyordu» Bombardıman sırasında Türk tabya ve bataryaları büyük zarar görmüştü Amiral Robeck Fransız gemilerini geri çekerek İngiliz savaş gemilerini ileri sürdü Tam bu sırada müthiş patlamalar oldu Bouvet ve Suffren savaş gemileri mayına çarparak sarsıldılar, manevra kabiliyetini kaybettiler Bir gece önce Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar görevlerini yapmışlardı Boğazın berrak sulan üzerinde bir dev gibi yatan Bouvet ve Suffren'e tarihi Hamidiye bataryamızın keskin nişancıları ateş açtılar Çanakkale Geçilmez kitabının yazarı Alan Moorehead olayı şöyle anlatıyor «Saat 1345'de Suffren'in az gerisindeki Bouvet müthiş bir patla*mayla sarsıldı Güverteden göğe kesif bir duman yükseldi Gittikçe hızlanarak yana yattı, devrilip gözden kayboldu Olayı görenlerden birinin ifadesine göre «Bir tabak, suda nasıl kayıp giderse o da öylece kayıp gitti» Türk tabyaları, Boğaz'ı geçmeye çalışan düşman gemilerine durmadan ateş ettiler Bu arada düşman Boğazdaki mayınları temizlemek için mayın tarayıcılarını boğaza soktu Tabyalarımız mayın tarayıcılarına ateş açtılar Açılan ateş yağmur gibi yağmaya başlayınca düşmanlar panik içinde kaçtılar Bu arada düşman savaş gemilerinden İnflexible, İrressitible büyük hasar gördü Batanlar oldu Daha sonra Queen Elisabeth ve Agamemnon yaralandı İtilaf devletleri Çanakkale Boğazı'nı denizden aşamadılar Büyük kayıplar vererek: Çanakkale Boğazı'nın geçilemeyeceğini öğrendiler İtilaf devletleri Çanakkale Boğazı'nın savaş gemileri ile aşamayınca bu kez çıkarma yapmayı planladılar Artık Çanakkale kara savaşları başlı*yordu Kara savaşında düşmanın nereden çıkarma yapabileceği tartışıldı Mustafa Kemal Kabatepe ve Seddülbahir'den, Alman komutan Von Sanders ise Bolayır ve Anadolu yakasından çıkarma yapılabileceği görüşündeydi Alman komutanı Von Sanders'in görüşü ağır bastı, ve askerler o yöreye yerleştirildi Düşman güçleri 25 Nisan 1918 sabahı Mustafa Kemal'in düşündüğü noktadan saldırdı 19 Tümen Komutanı Mustafa Kemal Kocaçimen'de Conkbayır'da, savaştı Cephanesi biten askerlere: — Süngü tak emrini verdi Daha sonra ; — «Ben size taarruz emretmiyorum Ölmeyi emrediyorum Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir» dedi Tarihin bu en büyük siper savaşı başlamıştı Siperler arası uzaklık sekiz on metre kadardı Türk siperlerinden hiçbir asker ayrılmıyordu Şehit düşenlerin yeri hemen dolduruluyordu Her adım başına bir mermi düşüyor; toprak adeta tüterek kaynıyordu Düşman dalgalar halinde Conkbayır'a doğru ilerliyordu Bu arada Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığına atandı Anafartalar Savaşı'nda düşmanın attığı şarapnel misketi Mustafa Kemal'in göğsüne isabet etti Ancak cebindeki saate çarptığından bir şey olmadı Kısa sürede Türk ordusu her yerde büyük başarılar kazandı Düşman şaşkına döndü, bozguna uğradı Çanakkale kara savaşlarının en önemli cepheleri; Kumkale, Beşike, Bolayır, Seddülbahir, Anbumu, Kabatepe, Conkbayırı ve Anafartalar'dır 19 - 20 Aralıkta Anafartalar ve Arıburnu cephesi, 8 - 9 Ocak'ta Seddülbahir düşmanlar tarafından boşaltıldı Böylece 1915 baharında parlak umutlarla karaya ayak basan birleşik düşman ordusu 1916 kışında bozguna uğrayarak çekip gitti Çanakkale savaşlarında 250 binin üzerinde askerimiz şehit düştü Düşman kayıpları ise bu rakamın üstündedir Çanakkale savaşlarının unutulmaz kahramanı, Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal'in başarısı ilerde başlayacak Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın kaynağı oldu Bağımsızlığımızı savunmak, yurt topraklarımızı korumak için yapılan savaşlar kutsaldır Çanakkale, Ulusal Kurtuluş Savaşımız kutsal destan savaşlara birer örnektir |
18 Mart Çanakkale Zaferi Dosyası |
08-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
18 Mart Çanakkale Zaferi DosyasıARKADAŞLAR! Çanakkale Savaşları, yüzyılımızın en büyük savaşlarından birisidir Birinci Dünya Savaşı’nı galip bitirmek isteyen düşman devletler, gemileriyle Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u almak istiyorlardı Osmanlı ordusu, İngiliz ve Fransız donanmalarına karşı Çanakkale Boğazı’nda aylar süren bir dizi deniz ve kara savaşı yapmıştır 300000 askerimizin şehit olduğu bu savaşlar sonucunda, düşman donanmaları ağır kayıplar vererek geri çekilmişlerdir Çanakkale Savaşlarının denizle ilgili bölümü, 18 Mart 1915 tarihinde, düşman gemilerinin geri çekilmeleriyle sonuçlanmıştır Bu nedenle, her 18 Mart gününde Çanakkale Savaşlarını anmaktayız Çanakkale Boğazını geçmek isteyen İngiliz ve Fransız gemileri, 3 Kasım 1914’de boğazın iki yakasındaki birliklerimize ateş açtılar Birliklerimizin karşı ateşi ile geri çekilmek zorunda kaldılar 19 Şubat 1915’de düşman donanması kesin hücuma başladı Osmanlı ordusunun karşı ateşi ile tekrar geri çekildiler 18 Mart 1915’de İngiliz ve Fransızlar 16 harp gemisi ile büyük bir hücum daha başlattı Üç gemisi sulara gömülen düşman donanması, tekrar geri çekilmek zorunda kaldı Çanakkale Boğazını gemilerle geçemeyeceklerini anlayan düşmanlarımız, topraklarımıza karadan girmeyi denediler İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve diğer bazı sömürge ülkelere ait askerler 25 Nisan 1915 günü karadan çıkarma yapmaya başladılar Kara savaşları, 9 Ocak 1916 tarihinde son düşman birlikleri de geri çekilene kadar devam etmiştir 6-7 Ağustos 1915 gecesi Anafartalara yapılan çıkarma harekatını Mustafa Kemal komutasındaki birliğimiz durdurmuştur 25 Nisan 1915 ve 9 Ocak 1916 tarihleri arasında , yaklaşık sekiz ay boyunca şiddetli kara savaşları olmuştur Çanakkale Savaşları, Türk Tarihinin belki de en önemli savaşıdır Daha geniş ve ayrıntılı bilgi sahibi olmak için kaynakları mutlaka okumanızı öneriyoruz Bugün özgür olarak yaşadığımız bu topraklara çok kolay sahip olmadığımızın bilinmesi gerekir Allah bizlere, bir daha böyle bir savaş göstermesin! KINALI ALİ VE DESTANSI ÇANAKKALE ZAFERİ Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla laflıyordu nerelisin gibi sorular soruyordu Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü Merakla 'adın ne senin evladım' der Çocuk 'Ali' diye cevap verir Nerelisin? der Ali Tokat Zile’denim der Peki evladım bu kafanın hali ne?' Ali 'anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım der Neden? der komutan Ali 'bilmiyorum komutanım' der: Peki gidebilirsin Kınalı Ali' der O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer Kısa surede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır Bir gün ailesine mektup yazmak ister Ali'nin okuma yazması da yoktur arkadaşlarından yardim ister ve hep beraber başlarlar yazmaya Ali söyler arkadaşları yazar 'sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak etmeyin' diye başlar Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir adim bile ilerleyemeyeceğini yazdırır Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına NOT düşer: Alinin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır 'Anacağım kafama kına yaktın burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakin kardeşim Ahmet'e de yakma onla da dalga geçmesinler der ellerinden öptüm' diye bitirir Aradan zaman geçer İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayıları da epey azalmıştı Gelibolu düşmek üzereydi kınalı alinin komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi Onlar yeni gelmişti onları insan bedeninin sungu ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere dua ediyorduKomutanların bu düşünceli hali gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur Aradan zaman geçer Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabi gelir komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler (bu mektubun asli Çanakkale müzesinde sergilenmektedir) Babası anlatır Ali' nin 'oğlum Ali nasılsın iyi misin gözlerinden öperim selam ederim dedikten sonra öküzü sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz simdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da siz sakin bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin der koyu akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir ali ananın da sana diyeceği bir şey var' Anasını anlatır: ' oğlum ali yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşime de yakma demişsin kardeşine de yaktım komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler bizde 3 şeye kına yakarlar 1- gelinlik kıza, gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye 2- kurbanlık koça, ALLAHA kurban olsun diye 3- askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye gözlerinden öper selam ederim ALLAHA emanet olun' Mektubu okuyan Alinin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar |
18 Mart Çanakkale Zaferi Dosyası |
08-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
18 Mart Çanakkale Zaferi DosyasıÇANAKKALE ZAFERİ (18 Mart) Çanakkale Savaşları, 1 Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren, Türk’ün gücünü dünyaya bir daha duyuran, tarihe “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” sözünü yazdıran büyük bir destandır 1 Dünya Savaşı’nın başlarında İngilizler ve Fransızlar, İtilaf Devletlerinin üçüncüsü olan Ruslara yardım etmek için Çanakkale Boğazı’ndan geçip Karadeniz’e ulaşmayı planlamışlardı Amaçlarından biri de İstanbul’u ve boğazları ele geçirmek, bu yolla Osmanlı Devleti’ni etkisiz hale getirmekti İngiliz ve Fransızlar bu düşünceyi gerçekleştirmek için kurdukları güçlü donanma ile Çanakkale Boğazı önlerine geldiler Türk mevzilerini yoğun bir top ateşine tuttuktan sonra boğazı geçmeye çalıştılar ( 18 Mart 1915) Ne var ki Türk topçusunun düşman gemilerini bulan isabetli atışları ve Nusret Mayın Gemisi’nin boğaza yerleştirdiği mayınlar, düşman filosunu geri çekilmek zorunda bıraktı Bu arada düşman gemilerinden bir çoğu battı, bazıları da kullanılamayacak duruma geldi Düşman, Çanakkale Boğazı’ndan geçemeyeceğini anlayınca, Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası’na asker çıkardı Amaçları, yarımadadaki Türk gücünü yok etmek ve boğazı denetimi altına almaktı İngiliz, Fransız, Avustralya ve Yeni Zelenda askerlerinden oluşan 70 bin kişilik bir kuvvet; asker ve silah sayısı bakımından az, fakat kahramanlıkta eşsiz olan askerlerimize saldırdılar Mustafa Kemal komutasında 19 Kolordu, bu güçlü orduyu Anafartalar, Arıburnu ve Conkbayırı’nda dize getirdi Çanakkale’nin geçilmez olduğunu anlayan düşman, Gelibolu Yarımadası’nı boşaltmak zorunda kaldı (1916) Askerlerimizin, kendilerinden kat kat güçlü düşmana karşı hem karada hem de denizde kazandığı bu zafer karşısında bütün dünya, Hayranlığını dile getirmiştir Çanakkale Zaferi, her yılın 18 Mart’ında bütün yurtta kutlanmakta, başta Mustafa Kemal olmak üzere, tüm komutanları ve 251 bin Mehmetçiğimizi saygıyla anmaktayız ÇANAKKALE DESTANI Altı asır dünyaya nizam veren bu millet, bitab düşmüştü Trablusgarp’tan, Balkanlar’dan çekilmiştik Ricat, onur-gurur kırıcıydı ama mecburduk buna Düşman kaviyditalih zebundu dost vefasızdı Batılı; “Başka milletlerin, müdafaadan ümidi kestiği anda, Türk milletinin taarruzu başlar!” diyor İşte Çanakkale savaşları, bunun destanıdır Bu destanda; cephaneliğin infilak etmesiyle gözlerinden olan Memiş’in; komutanın: “Vah evladım vah! Gözlerinden mi oldun?” demesine karşılık: “Üzülme paşam, üzülme! Bu gözler göreceğini gördükten sonra bu hale geldi!” şeklindeki cevabı vardır Bu destanda; Fransız zırhlısı Büve’nin 610 mürettebatının denize saçıldığı anda; İngiliz zırhlısı Oşin’ın, sudaki karıncalar gibi çabalayan düşman askerlerini toplaması için ateş kesen Türk topçusunun civanmertliği vardır Bu destanda; İntepe bayırında, bölüğünün tamamen bitmesine rağmen bir mehmetçiğin, sabaha kadar dişini sıkması ve sabahleyin takviye gelen bölük komutanına : “Akşam, batarya imamları “şehitliği” anlatmasalardı, vi dayanamazdık!” Demesi vardır Bu destanda; yolunu şaşırıp, merkebiyle düşman içine düşen, dipçik darbeleri altında mendilini çıkarıp: “Beni komutanınıza götürün diyerek”, Anzak komutan karşısında da : “Bizim komutanın size selamı var! Bunlar düşman amma deniz suyu da içemezler! Dedi Size tatlı su yolladı!” hilesini yapıp mukabilinde çikolata, konserve alarak birliğine dönen, kıvrak Türk zekasının sembolü olan Saka Hüseyinler vardır Bu destanda; birkaç kalas, birkaç metre halat ve 30 yardımcısıyla, 35,5 santim çapındaki 100 tonluk topu Çimenlik kalesi burçlarından indirip Hamidiye tabyalarına nakleden 65’ini geçmiş imalat-ı harbiye ustası Ramazan ağalar vardır Bu destanda Rumeli Mecidiyesi tabyasında 20 dakikalık baygınlıktan sonra 276 kilogramlık üç mermiyi peyderpey atıp İngilizlerin Oşin Zırhlısına boğazı dar eden ; Cevat Paşa’nın “Dile benden ne dilersen evladım” demesine karşılık “Bir şey istemem kumandanım diyen, Paşanın ısrarıyla “Tek tayınla doymuyorum komutanım” deyip “Çift tayın” alan ; fakat bir süre sonra “ Herkes tek tayın yerken bu ikinci tayın boğazımdan geçmiyor” diyerek tayını reddeden diğergam ruhlu “KOCA SEYYİT”ler vardır Bu destanda; cephanesi bitmiş geri çekilen askerlere; “Düşmandan kaçılmaz! Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” diyen Anafartalar, Conkbayırı muharebelerinin kahramanı “Mustafa Kemal”ler vardır Ve yine bu destanda, Atatürk’ün Nutuk’ta anlattığı: “Siperler arasıdaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkakBirinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyorİkinciler onların yerine geçiyorFakat, ne kadar gıpta edilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz?Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe göstermiyor, sarsılmak yok Okumak bilenlerin elinde Kur’an-ı Kerim cennete gitmeye hazırlanıyorlar Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar Emin olunuz ki, Çanakkale Savaşlarını kazanan bu yüksek ruhtur” Dediği bu ruhu taşıyan Anadolu yiğitleri vardır ÇANAKKALE CEPHESİNDE KADIN SAVAŞÇILARIMIZ Çanakkale Savaşları’nın henüz araştırılmayı bekleyen bir çok siyasal, sosyal ve askeri yönünün daha olduğu bir gerçek Örneğin; bu savaşların bizde belki de hiç bilinmeyen bir diğer yönü, Çanakkale’de bazı kadın Türk kadın savaşçılarının da, Mehmetçik ile birlikte çarpıştıklarıdır Konuyla ilgili ilk belgesel bilgilere Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde, Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda rastlanmaktadır Örneğin, The Age adlı Avustralya gazetesinde, 8 Eylül 1915 tarihinde şu başlıkta bir haber yer almaktadır “Kadın bir keskin nişancı: ilk günkü çarpışmada vuruldu: J C Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “ Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avustralyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı Bu savaş korkunç” Arşivlerde aynı konuyu dile getiren birkaç mektup ya da günlük daha bulunmaktadır Gerçi bu tür haberlerin Anzak askerlerinin, zor siper koşullarında, aylarca süren çarpışmaların yıpratıcı etkisinde geliştirdikleri hayal ürünü şeyler olduğu da düşünülebilir Ancak, “Keskin nişancı Türk kadınları” ve “Türk kadın savaşçılarını” anlatan diğer asker mektupları da incelenip, birbirleriyle karşılaştırıldığında, anlatılanların doğru olma olasılığının çok yüksek olduğu söylenebilir Kısacası, Çanakkale Savaşları’nın daha birçok yönü, genç araştırmacılarımızın çalışmalarını ve aydınlatılmayı beklemektedir |
18 Mart Çanakkale Zaferi Dosyası |
08-24-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
18 Mart Çanakkale Zaferi DosyasıALİ CENAB TÜRKLER Ruşen Eşref ( Ünaydın), Karagah-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder: Bizim mıntıka kumandanı Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek kızar efendim Daima ateş ettirir onlara ; katiyyen üzerimize sokmaz onun zaten tabiatı böyledir Bir tayyare geldi miydi,haydi ütün bataryaya ateş ettirir Evet efendim; tayyare düştü Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler bu sükutu( düşüşü) görmüyorlardı Tayyareciler kendilerini denize attılar Kendi gemilerini istikametine yüzmeye başladı Bunu gören bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi için efendim ,ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler O vakit gemilerde tayyarenin burada düştüğünü anladılar Onlar da ateş açtılar Tayyare tahrip edildi O vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade ihtiyacımız vardı Çünkü düşmanın o dakikadaki vaziyetini anlamak istiyorduk Zira düşman Anafartalar'dan çektiği askeri Seddülbahir'e ihraç yapmak istiyor gibi göstertiyordu Yani açıkçası bunu blöf olarak yapıyordu Ve gemiler de ( eliyle işaret ederek) bakın işte böyle daima Seddülbahir etrafında bir kavis şeklinde duruyordu Mıntıka kumandamız Kaymakam Mahmut Bey bu tayyarecinin neye mal olursa olsun mutlaka kurtarılmasını istiyordu Tayyareciler en nihayet bir buçuk kilometre kadar sahile yakın geldiler Tabii sahil mayın döşeli olduğundan kimse giremiyordu Düşmanın vaziyetini öğrenmeye şiddetle ihtiyaç vardı Bu sırada bir düşman tayyaresi düşürülmüş ancak bizimkiler başka taraftan o tarafa hala ateş etmekte idiler Düşman tayyarecileri hem mayınlı hem de ateş altında ölüm kalım mücadelesi vermekte idiler Bu noktada teessüratımı söylüyorum: o iki adam bağırıyordu Yani ölüyorlardı artık Ve sahilden hala imdat umuyorlardı Tabii bir kumandan emir verdiği vakit süngü üzerine top üzerine gidip ölmek vazifemizdir İşte o vakit mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey " Kim girer?" diye bir sual sordu Bu İngilizlere sırf acıdığım için düşman olsalar da onları kurtarmak bana bir vazife-i vicdaniye oldu Yüzmek de bilirim - Nerelisiniz efendim? - Çanakkale'liyim Bir an evvel girmek için telaşımdan fanilayı da çıkarmamışım bir fanila bir iç donu kalmıştı Daldım O zaman arkadaşım Mülazım Kaşif'de : "Ben de girerim " diye bendenize refakat etti O çocuk aynı zamanda sınıf arkadaşımdır Şimdi Rusya'da esir zavallı Beraber girdik Muttasıl düşman topları ateş ediyor Monitörler,karşımızdan eksilmiyor Tayyareler tepemizde dönüyordu Fakat biz tabii pek alçağa düşüyorduk Sular da biraz dalgalıydı Ne bizimkilerin nede onların makas atışları bizi kıstıramıyordu Gülleler hep ötemize berimize düşüyordu Bize hiç ziyan vermiyordu Maateessüf o tayyarecilerden birisi boğuldu Çünkü bizde takat kalmamıştı Ötekini kurtardık beyim Mıntıka kumandanı Mahmut Bey kendisini aldı Mıntıkasına götürdü Orada İngilizce mesaj yapıldı Güzel baktılar sonra Beşinci Orduya teslim edildi Giderken İngiliz mıntıka kumandanı Mahmut Bey 'e demiş ki: "Türkleri şöyle cesurdurlar, böyle alicenaptırlar diye kitaplarda okurdum Bu defada cephede gördüm Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim Bu derecesini bir İngiliz bile yapamaz" "SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR" Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biride Bombacı Mehmet Çavuş'tu Bu kahraman Anadolu çocuğu ,İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar,karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var Onunla da pekala iş görebilirim Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz muhterem kumandanım" SAKA OLAYI Çanakkale Savaşı benzersiz insanlık manzaralarına sahne olmuştur Muharebe esnasında taraflar karşılıklı mola vererek, yakın siperlerden şehitlerini ve cesetleri toplamak için çıkarlardı Bu molalarda taraflar arasında su, sigara ve yiyecek alışverişi olurdu Karşılıklı yapılan bu ikramlar,savaş alanında dahi insanlık ruhunun her şeyin üzerinde tutulduğunun kanıtlarıdır Bir gün, 57alayın sakası yolunu şaşırarak düşman mevzilerine düşer Şaşkınlığını gizlemeye çalışarak “Beni komutanım gönderdi, bu yaz sıcağında suya ihtiyacınız vardır, diye düşünmüş” der Buna çok sevinen karşı tarafın askerleri de, su dolu torbaları alıp sakanın katırını konserve ve çikolata ile yükleyerek geri gönderirler Bu sevecen olay, insani değerlerin milli vasıflara nasıl işlediğini gözler önüne sermektedir BOMBA SIRTI OLAYI “Bombasırtı Olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına hepsi düşüyor İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba şarapnel,kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor Sarsılma yok Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyor Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar Sıcak cehennem gibi kaynıyor 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor Ölüyor, öldürüyor İşte bu Türk askerinde ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur” |
18 Mart Çanakkale Zaferi Dosyası |
08-24-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
18 Mart Çanakkale Zaferi DosyasıBİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU Valideciğim, Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti Okudum, okudukça büyük dersler aldım Tekrar okudum Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri: -Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi -Pekala, dedim Aldım baktım, sütlü çay -Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim -Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu? -Evet, dedim Evet ne kadar güzel -İşte onun çobanından 10 paraya aldım Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim Fakat bu sırada düşünüyorum Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor? Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi" Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim Ve şu tabii manzarayı göstereceğim Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu Ezan bitti O dereden ben de bir abdest aldım Cemaat ile namazı kıldık O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim : -Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin Yine Türklerde bırak Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur "Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!" Diyerek bir dua ettim ve kalktım Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi Dünyanın en güzel yerleri burası imiş Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor İnş düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı? Kadir'e mektup yazdım Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin Çantayı al, sandığa koy Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir Fakat sen merak etme O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi Hani nasıl aldık Yalnız zaman ister Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun Oğlun Hasan Etem 4 Nisan 1331 (17 Nisan 1915) ANZAKLI ÖMER 1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastahanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor: "Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar ( 1957) lisanım pek o kadar iyi değilNewyork'da Medical Center Hospital adlı bir hastahanede görev almıştım Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak,elektrokardiyoğrafi çekmek gibi işler Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum Bir hastaya gittim Yaşlıca bir adam Tahminen yetmiş beş yaşlarında İngilizce konuşuyorum Kan vereceğim kolunuzu acar mısınız? Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı Elimde kan torbası da var tabii ki pazusunu açtım Baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var Çok ilgimi çekti benim Kendisine sormadan edemedim Siz Türk müsünüz? Kaşlarını yukarıya kaldırarak " Hayır " manasına işaret yaptı Ama ben hala merak ediyorum: Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir? "Aldırma işte öylesine bir şey dedi Ben yine ısrarla dedim ki: “Fakat benim için bu bayrak çok önemli Dikkatimi çekti Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım”Bu söz üzerine gözlerini açtı Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu: “Siz Türk müsünüz?” “Evet Türk'üm” İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi Anlatmaya başladı: “Yıl 1915 Sen hatırlamazsın o yılları Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de, orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı Ben Anzak'tım Avustralya Anzak’larından İngilizler bizi toplayıp dediler ki: Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda Birlik olup üzerine gideceğiz Bu savaş çok önemlidir Biz de inandık sözlerine vaadetlerine Savaşmak isteyenler arasına katıldık” Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu: “Bizim beynimizi yıkayan ingilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevkediyorlarmış Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler o zaman Mısır'da şöyle böyle birkaç ay talim gördük Atış talimi Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman Her taaruzunda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi, Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş Bunu nereden anladığımı söyleyeyim Biz karaya çıktık Taarruz edemiyoruz Bizi püskürtüyorlar Tekrar taaruz ediyoruz Bizi tekrar püskürtüyorlar Tekrar taaruz ediyoruz Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipcik darbesiyle kendimden geçmişim” Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı Devam etti: “Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm Nasıl korktuğumu anlatamam Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya Ama dikkat ettim Yaralarımı sarmışlar Bana hiçte öfkeli bakmıyorlar Kendime geldim iyice bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana iyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı Şoke oldum doğrusu Dedim ki; kendi kendime: Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler Ama öldürmüyorlar Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim" Böyle asil insanlarla niye ben savaşıyorum Niye savaşmaya gelmişim Bu ingiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Türk düşmanıymış" diyerek pişman oldum Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki Bu iyiliğe karşı ne yapsam düşündüm durdum günlerce Nihayet bize serbest bıraktılar Memleketime döndüm işte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım Bu bayrağın esrarı bu işte” Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: “Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim Size minnettarım Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız Bizi hep kandırmışlar Buna bütün kalbimle inanıyorum Peşinden nemli gözlerle "Bana adınızı söyler misiniz? Dedi "Ömer" cevabını verdim Gayet merakla tekrar sordu: Peki niçin Ömer ismini, vermişler sana ? Babam müslümanların ikinci halifesi isminden ilham alarak bana Ömer adı vermiş Yahu senin adın müslüman adı mı ? Ben "Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı baktı, birden doğrulmak istedi Ben mani olmak istedim Israr etti Ama niye ısrar ediyordu? İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim Gözleri dolu doluydu Yüzüme bakarak dedi ki: “Senin adın güzelmiş Benim adım şimdiye kadar Mr Josef Miller idi Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun "Olsun Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?" Şaşırdım Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle konuşamadığı için , soramadığı için konuşamıyormuş Tabii dedim Müslüman olmak çok kolay Sonra kendisine imanın ve islamın şartlarını anlattım Kabul etti Hem kelime-i Şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu Yaşlılık bir yandan,hastalık bir yandan bir de yıllardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet olan hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşlı gönlü duygulanmıştıMırıldandı: Siz Müslümanlar tesbih çekersiniz bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah'ımı ansam olur mu? Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk’ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim Hasta yatağında tesbih çekiyor,biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı Müslüman olmuştu Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti Beni yalnız bırakma olur mu? Ne gibi Ömer amca ? Ara sıra gel de bana islamiyeti anlat! sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor O günden sonra her gün yanına gittim Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım Fakat günden güne eriyip tükeniyordu Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!" Dedim ki içimden "Bizim Ömer amca galiba yolcu?" hemen yukarı çıktım Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı,göğsünde imanı ile ,koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu Hemen başucuna oturdum Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti Bir Çanakkale gazisi görmüştüm Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu "Ne yalan söyleyeyim, ağladım" |
18 Mart Çanakkale Zaferi Dosyası |
08-24-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
18 Mart Çanakkale Zaferi DosyasıBEDELİ ÇANAKKALE'DE ÖDENDİ Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır Zira bunların istisnasız hepsi (1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli (tecilli) tutulmuş gençlerdir Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden “maksureli” ettiği gibi , Balkan Harbi sırasında mer’i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır Bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve “ 1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde emiştir Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini (Mehmet Muzaffer’in Destanını ) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor: Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi (Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’ de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz ’ı aşamayacaklarını anlamışlar , 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü Çanakkale cephesine giden zabit (subay) adayı Mehmet Muzaffer Bey'in alayının otomobillerine lastik satın almak için bir gecede (1916 yılı baharı) yaptığı sahte 100 liranın ön yüzü Paranın altında "bedeli Çanakkale'de altın olarak ödenecektir" yazılıdır Teğmenliğe yükselen bu vatanseverimiz, 1917 yılında Gazze'de şehit düşmüştür Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar “ hiç mesabesindeydi” Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi Alay ’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunları kaybedilecek vakit vardı Her şey “itimat” ile yürürdü Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mubayaasına onu memur etti İcap eden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı Muzaffer aradı,uğraştı,nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu Anlaşmaya vardı Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler Muzaffer az sonra yaşlı b,r kaymakam Yarbay ’ın huzurundadır Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu Karşısında hazır ol da duran ihtiyat zabitine baktı İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,”Ne alınacak” dedi “ Oto kamyon lastiği” cevabını verilince bir an durdu Sonra Muzaffer’e dik dik baktı : “ Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun Haydi yürü git ,insanı günaha sokma para mara yok! Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı Harbiye Nezareti’nin ( bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu Malzemelere Alay ’ın ihtiyacı vardı Elindeki( Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu Eli boş dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazımdı Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti: “ Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip malları alamam gece kaldıracak yerim yok Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin” Tüccar “peki” dedi Muzaffer tam ayrılırken ilave etti “Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler” Yahudi yine “peki” dedi Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı Ortalık henüz ışıyordu Tüccar malları hazırlamıştı Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralık kağıt para) verdi Araba dörtnal Sirkeci ’ye yollandı Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti Bozmadılar zira elindeki para sahte idi Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: “ Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır”Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı: “ Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır” Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi Sahte paraya gelince Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi’nin kulağına kadar gitti Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu YABANCI ASKERLERİN ANLATIMI İLE ÇANAKKALE Çanakkale’de yaşananların o günleri yaşamış düşman askerlerinin anlatımıyla: “Bayraklar dalgalanıyor, borular öttürülüyor ve dalgalar halinde üzerimize geliyorlardı Ben makinalı tüfeği sabitleştirdim ve oturduğum yerde namluyu öne ve arkaya çevirerek ateş ediyordum Nişan almıyordum ama ıskalamak olanaksızdı İki yüz metre bile yoktu aramızda Çok kalabalıklar ve arazinin kayalık olması nedeniyle yayılamıyorlardı Bir açıklıktan geliyorlardı üzerimize Biz bu uçtaydık ve onlar da öteki uçtan geliyorlardı Ben ateş ediyordum, iki numaram mermi şeridini tutuyor ve kutudan yeni şeritler çıkartıyordu Diğerleri tüfekleriyle ateş ediyorlardı Ateşin etkisini göremiyorduk, sanki büyük bir nesneye ateş eder gibiydik Tek tek insanlar yoktu karşınızda Her şey birden sona erdi ve birden önümüzde kimse kalmadı” “Avrupa’da hiçbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum, Türklerle mukayese edilebilsin Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas edilemez Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi Halbuki, Türkler, bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar” “Türklerin içinde iriyarı biri vardı, neredeyse iki metrenin üstünde olmalıydı, bizimki de en az onun kadar iriydi Sanırım prestij için iri adamlarını seçmişlerdi İkisinde de beyaz bayraklar vardı Ve ortada duruyorlardı Ben ölüleri gömenlerden biri değildim ama siperin kenarına oturdum ve bir süre sonra yanlarına gidip Türk’e sığır kavurması ikram ettim Gülümsedi, çok sevinmiş göründü ve o da bana ipe dizilmiş incir verdi Jacko adını verdiğimiz Türk askerlerinden ben de, bizimkilerin hepsi de pek hoşlanmıştık Onun için kötü bir söz söylendiğini duymadım, temiz dövüşürlerdi ve dünyanın en cesur insanlarıydı En yoğun ateş karşısında bile durmazlardı, adeta fanatik insanlardı Onlarla ateşkeste karşılaştığımızda çok esaslı insanlar oldukları sonucuna vardık” 88 yıldönümünü kutladığımız bu zaferimizin ardından şehitlerimizi rahmetle anıyor, onlara layık olma azminde olduğumuzu ifade ediyoruz Saygılarımla |
|