Selef Ve Selefilik |
08-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Selef Ve SelefilikTarih içinde izine rastlanmadığı halde, günümüzde birçok fırka ve fikir akımı dikkat çekmektedir Modernistler, Reformistler, Ehl-i Kur’an (Kur’aniyyun, Mealciler) ve İslâm’ın saf haline dönme iddiasında bulunan Selefîler bunlardan başlıcalarıdır Günümüzde ilmin zayıflaması ve doğru ile yanlışın birbirine karıştırılmış olması sebebiyle bu tür akımlar, bazı iyi niyetli müslümanların aldanmasına, yanlış yollara sapmasına vesile olmaktadır Bu yazı, son dönemlerde ortaya çıkan akımlardan biri olan Selefîliği kısaca tanıtmak ve yanlışlıklarını ortaya koymak maksadıyla kaleme alınmıştır Bu akımın görüşleri, temsilcileri ve onların tenkidi, hakkında müstakil kitaplar yazılacak kadar ayrıntılı ve önemlidir Biz burada sadece konuyu ana hatları ile ele alacak ve kısa değerlendirmeler yapacağız Selef kime denir? Hz Peygamber sav’in “En hayırlı nesil benim dönemimde yaşayanlardır Sonra onları izleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir”[1] şeklindeki hadisinde “en hayırlı nesiller” oldukları haber verilen ilk üç kuşağa Selef denir Bu ilk üç kuşak, sırasıyla Sahabe, Tabiun ve Tebe -i Tabiîn’dir Bunlar imanda, ilimde ve amelde bütün müslümanlar için örnek nesillerdir Sahabe kuşağı, Hz Peygamber sav’in vefatından sonra İslâm’ın biricik temsilcileri olarak yaşamış, gerek Hicaz bölgesinde, gerekse fethedilen yeni bölgelerde İslâm’ı hakkıyla tebliğ etmiş, öğrenciler yetiştirmişlerdir Kur’an’ı, hadis-i şerifleri ve İslâmî uygulamaları bütün müslümanlar Sahabe kanalıyla öğrenmiştir Bu sebeple Sahabe’nin İslâm ilim tarihinde olduğu kadar, iman, amel, edep, zühd , vera , takva ve ahlâkta da müstesna bir mevkii vardır Onlardan sonra gelen kuşağa Tabiun denir Bu kuşak da Sahabe’nin dizinin dibinde yetişmiş, imanı, ilmi ve ameli onlardan almıştır Bu kuşağa Tabiun (izleyenler, tabi olanlar) denmesinin sebebi, Sahabe’ye uymakta gösterdikleri titizlik, ciddiyet ve özendir Sahabe’nin önemi, Kur’an’da hayırla yad edilmiş olmaları, Hz Peygamber sav’in yaşantısının ilk ve en önemli temsilcileri olmaları hasebiyle İslâm’ı en doğru şekilde anlayıp yaşamanın kıstası olmaları… gibi hususlardan kaynaklanmaktadır Tabiun’un önemi ise temelde şu iki noktaya dayanmaktadır: 1 İslâm’ı, Sahabe kuşağından, yani en doğru şekilde anlayıp yaşamış olan kuşaktan öğrenmiş olmaları 2 Sahabe zamanında rastlanmayan, sonradan karşılaşılmış yabancı birçok fikir akımı, kültür ve inanç şekliyle ilk defa onların muhatap olması Başta felsefî akımlar ve Mu’tezile , Cebriye, Mürcie gibi bid’at fırkalar olmak üzere pek çok kültür, inanç ve cereyan ilk defa Tabiun döneminde İslâm toplumuna girmiş ve önemli fikrî ve akidevî sarsıntılara sebebiyet vermiştir İşte Tabiun nesline mensup büyük alimler, bu akımlarla mücadele ederek Sahabe’den devralınan sahih İslâm anlayışının zedelenmeden yaşamasına ve gelecek nesillere aktarılmasına sebep olmuş ve çok büyük hizmette bulunmuşlardır Dolayısıyla İslâm’ın özüne yabancı her türlü cereyan karşısında nasıl bir tavır takınacağımızı, Tabiun neslini örnek alarak tesbit etmekteyiz Tabiun dönemi, aynı zamanda fıkhî mezheplerin temellerinin atıldığı ve müstakil mezheplerin ortaya çıktığı dönem olarak da dikkat çeker Bu dönemde yaşamış olan Hasan-ı Basrî , Süfyan -ı Sevrî , İbrahim en- Nehaî , Şa’bî … gibi pek çok büyük alim, birer müçtehid olarak, müstakil mezhep sahibi idiler Hanefî mezhebinin imamı Ebû Hanîfe de bu kuşağa mensuptu (Allah hepsinden razı olsun) Tabiun’dan sonra gelerek onlara öğrencilik etmiş olan kuşağa da Tebe -i Tabiîn veya Etbau’t -Tabiîn (Tabiun neslini izleyenler) denir Bu dönem de ilmî ihtisaslaşmanın ya şandığı, hadis-i şeriflerin yaygın olarak müstakil kitaplarda toplandığı, itikadî ve fıkhî mezheplerin iyice yerleşip müesseseleştiği bir zaman dilimidir Kısaca tanıttığımız bu üç nesil, gerek Kur’an ve Sünnet’te övgüye mahzar olmaları, gerekse sahih İslâm anlayışının bize kadar kesintisiz olarak gelmesinde kilit rol üstlenmiştir Bu sebeple, daha sonraki asırlarda devamlı olarak merkezî bir yer tutmuş ve adeta doğru-yanlış ayrımının ölçüsü olarak algılanmıştır Tarih boyunca İslâm toplumlarında ne zaman bir sarsılma, gevşeme ve bozulma görülmüşse, bu üç neslin temsil ettiği İslâm anlayışına dönüş gayretleri sayesinde toparlanma olmuş ve doğru çizgi muhafaza edilmiştir Bu sebeple “Selef-i Salihîn”, İslâm Ümmeti için vazgeçilmez bir nirengi noktası ve ölçü olmuştur Selefîlik nedir? Selefilik, İslâm’ı, yukarıda tanıttığımız Selef-i Salihîn’in anlayıp yaşadığı gibi anlayıp yaşama iddiasının vücut verdiği bir akımdır İlk defa Mısır’da Cemaleddin Efganî ve öğrencisi Muhammed Abduh tarafından başlatılan “ İslâmî ıslah” hareketi, daha sonra Selefîlik adıyla anılan zümrenin doğmasına kaynaklık etmiştir Aşağı yukarı aynı dönemde bugünkü Suudi Arabistan’ın sınırları içinde bulunan Necid bölgesinde ortaya çıkan ve Mısır’daki hareket ile benzer söylemleri dillendiren Muhammed b Abdilvehhab’ın yürüttüğü “ Vahhabîlik ” hareketine de daha sonra Selefîlik denmiştir Bu iki hareket arasında temelde önemli farklılıklar bulunmamakla birlikte, söz konusu iki akım şu noktalarda birbirlerinden ayrılır: 1 İtikadî sahada Vahhabîler Kelâm mezheplerini kabul etmezler Ehl-i Sünnet’in iki büyük kelâm alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu’l -Hasan el- Eş’arî Vahhabîler’e göre, saf İslâm akidesini kelamî deliller kullanmak ve aklı nakle (ayet ve hadislere) hakem kılmak suretiyle bulandırmışlardır Özellikle müteşabih [2] ayet ve hadislerin Allah Tealâ’nın şanına ve yüceliğine uygun olarak tevil edilmesine şiddetle itiraz eden Vahhabîler, tasavvufa da aynı şiddetle karşı çıkarlar Efganî - Abduh çizgisi ise itikadî sahada kelâm alimlerinin kullandığı metoda temelde itiraz etmez; Felsefe, mantık ve kelâm gibi ilimleri reddetmez ve müteşabih ayet ve hadislerin, Allah Tealâ ile mahlukat arasında benzerlik kurulmaması için tevil edilmesi taraftarıdır 2 Vahhabîler, fıkhî mezhep olarak İbn Teymiyye ve öğrencisi İbnu’l -Kayyım’ın çizgisini izler Diğer mezhepleri ise istihsan, ıstıslah, mesalih-i mürsele … gibi delillere yer verdikleri için bid’atçilikle itham ederler Efganî - Abduh çizgisi ise genel olarak bir tek mezhebe mensubiyeti reddederek, bütün fıkhî mezhepleri birleştirme eğilimindedir Aralarındaki ihtilafları kısaca zikrettiğimiz bu iki cereyan, zaman içinde birbirine yaklaşarak “Selefî” diye anılmışlardır Ortaya çıkış döneminden günümüze doğru ilerledikçe, Selefîlik akımının içine başka görüşler de katılmıştır Dolayısıyla “ Selefîlik ” dendiği zaman akla her ferdinin aynı şekilde düşündüğü homojen bir gruptan ziyade, aşağıda zikredeceğimiz görüşleri benimseyen kozmopolit bir kitle gelmektedir Selefîlerin görüşleri Müteşabih ayet ve hadislerle ilgili görüşleri: Selefîliğin en bariz vasıflarından birisi, müteşabih ayet ve hadisleri lugat anlamını esas alarak olduğu gibi kabul etmek şeklinde kendisini göstermektedir Buna göre Kur’an’da ve hadislerde Allah Tealâ hakkında zikredilen “el, yüz, gelme, oturma, inme, Arş’a istiva etme, gazaplanma , gülme…” gibi sıfatlar, mahlukat hakkında ne ifade ederse, Selefîler’e göre Allah Tealâ hakkında da aynı şeyi ifade eder Oysa Kur’an’da yer alan pek çok ayet, Allah Tealâ’nın bu gibi sıfatlarını mahlukatın sıfatlarına benzetmenin doğru olmadığını ortaya koymaktadır Her ilim dalında, o sahanın mütehassıslarının söylediklerine itibar edileceği açıktır Bu gerçekten hareketle tefsir sahasında müfessirler, hadis sahasında muhaddisler , fıkıh sahasında fukaha ve akaid sahasında kelâm/ akaid alimleri ne demişse ona itibar edilir Ömrünü fıkıh ilminin meselelerine vakfetmiş bir kimsenin akaid alanında söyledikleri, bir akaid aliminin söyledikleri gibi değerlendirilmez Yahut yıllarını tefsir alanında çalışarak geçirmiş bir alimin, hadis ilminin derinlik ve inceliklerini bir hadis alimi kadar bilmesi beklenmemelidir Tasavvuf hakkındaki görüşleri: İslâm dünyasının bazı yerlerinde tasavvuf adı altında sergilenen birtakım yanlış anlayı ş, Selefîler’in tasavvufun özüne düşmanlık beslemesine gerekçe teşkil etmiştir Oysa Ehl -i Sünnet ve’l -Cemaat’ten asla ayrı düşünülemeyecek olan gerçek tasavvuf, Batınîlik, Hurûfîlik gibi sapık cereyanlardan uzaktır Ehl -i Sünnet çizginin muhafazasında ve yayılmasında son derece büyük katkıları bulunan gerçek tasavvuf ehli, müslümanların kalbî ve ruhî hayatının inkişafında, ahlâkın güzelleştirilmesinde ve erdemli fertlerin yetişmesinde Sahabe döneminden itibaren izlenen yolu izlemiş ve tamamen onlara uymuştur Gerek itikadî , gerekse amelî sahada gerçek tasavvuf büyüklerinin eserleri ve görüşleri ortadadır Taklid hakkındaki görüşleri: Bir kısım Selefîler, fıkhî meselelerde herhangi bir müçtehid imamın taklid edilmesine de şiddetle karşı çıkarak, bunun da kişiyi şirke ve küfre götüreceğini iddia ederler Bu iddialarını ispat için de birtakım ayet ve hadisleri delil olarak öne sürerler Oysa bu ayet ve hadislere yakından bakıldığında taklidin haramlığı iddiasına uygun hale getirmek için zorlama yoluyla tevil edildikleri görülür Tıpkı tevessül konusunda olduğu gibi, taklidin haramlığı konusunda da bu ümmetin tatbikatı Selefîler’in iddialarının geçersiz olduğunu gösteren en büyük delildir Hadis alimleri arasında ittifakla dile getirilen bir husus vardır: Hadislerin sahih, hasen veya zayıf olduğu konusunda hadis alimleri tarafından verilen hükümler, onların kendi içtihadlarının sonucudur Dolayısıyla onlardan sonra gelen ve onların kitaplarında yer alan hadisleri delil kabul edenler, onların bu hadislerin sıhhati konusundaki içtihadlarını taklid etmiş olmaktadırlar Bugün bizlerin, bizden bin ikiyüz , bin üçyüz sene önce yaşamış hadis ravilerinin ahvalini ve durumlarını bilmemizin bir tek yolu vardır O da hadis alimlerinin bu konudaki görüşlerini bize nakleden kitaplara başvurmaktır Şu halde bizim, herhangi bir hadisin güvenilir olup olmadığı yolundaki değerlendirmemiz, tamamen hadis alimlerinin içtihadına dayanmaktadır ve bu da tamamıyla bir “ taklid”dir Her hususta Selef’e tabi olduklarını iddia eden Selefîler dahi bu konuda hadis alimlerini taklid eden birer “ mukallid”dir Eğer herhangi bir alimin bir görüşünü, delilini bilmeden kabul etmek demek olan taklid haramsa, bu haramı Selefîler de işlemektedir Eğer hadis alimlerinin hadislerin sıhhati-zaafı konusundaki kanaatlerini taklid etmek caiz ise, müçtehid imamların fıkhî konulardaki içtihadlarını taklid etmek niçin haram olsun? Kıyas konusundaki görüşleri: Günümüzde Selefîler olarak anılan grup içinde, kıyasın şer’î bir delil sayılamayacağını, çünkü kıyasın, “Allah’ın dininde şahsi görüş ile hüküm vermek” olduğunu söyleyenler mevcuttur Oysa fıkıh usulü kitaplarında ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi, gerek Kur’an ayetleri, gerekse hadisler, vakıa olarak sınırlıdır ve insanlığın karşılaştığı her olayın hükmünün, ayetlerde ve hadislerde zikredilmiş olması mümkün değildir Kur’an ve Sünnet konusunda biraz malumatı olan herkes bu noktayı kabul ve itiraf eder Şu halde hükmü Kur’an ve Sünnet’te zikredilmeyen olaylar hakkında yapılabilecek iki seçenek var Ya bu olaylar hakkında İslâm’ın herhangi bir hükmünün ve açıklamasının olmadığını söylemek, ya da karşılaştığımız olayın bizzat kendisi olmasa da, benzeri hakkında Kur’an ve Sünnet’te yer alan bir hükmü, aralarındaki benzerlik dolayısıyla yeni olaya da tatbik etmek Bu seçeneklerden ilkinin doğru olduğunu söylemek, İslâm’ın evrensel olduğunu, bütün zaman ve mekânların problemlerine çözüm getirme özelliğini haiz bulunduğunu inkâr etmek demektir Kıyas’ı inkâr eden İbn Hazm , bu iddiası sebebiyle, bırakalım bir “İslâm alimi”ni, aklı başında sıradan bir kimsenin bile gülüp geçeceği şeyler söylemiştir Mesela Kur’an ve Sünnet’de domuz etinin haram olduğu zikredilmiştir Ama domuzun yağının haram olduğuna dair ne Kur’an’da , ne de Sünnet’te herhangi bir hüküm yoktur Sırf bu gerekçeyle İbn Hazm , domuzun yağının haram olmadığını söylemiştir İşte kıyasın reddedilmesi sonucunda varılacak komik nokta budur Ehl-i Sünnet ne diyor? Her ne kadar Selefîler, yukarıda özetlemeye çalıştığımız görüşlerinde Selef-i Salihîn’i örnek aldıklarını söylüyorsa da, bunun sadece bir iddia olduğunu söylemek durumundayız Esasında mesela İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri de Selef’tendir ve onun gerek itikadî , gerekse fıkhî görüşlerini benimsemek, gerçek Selefîliktir Bu söylediğimiz diğer büyük imamlar için de söz konusudur Ebu’l -Muzaffer el- İsferâînî , Ehl -i Sünnet ve’l -Cemaat’in itikadî çizgisini ortaya koyan özellikleri zikrettikten sonra şöyle der: “ Bilmi ş ol ki, Fırka-i Naciye’nin (kurtuluşa eren grubun) akaidinin özellikleri olarak zikrettiğimiz bütün bu hususlar, imanın sıhhati babında bilinmesi gereken hususlardır (…) “ Ehl -i Sünnet ve’l -Cemaat’in itikadı olarak zikrettiğimiz hususların hiç birisi hakkında Şafi’î ile Ebu Hanîfe ; (Allah her ikisine de rahmet eylesin) arasında herhangi bir ihtilaf yoktur Sadece bu iki imam değil, Malik, Evzaî , Davud ez-Zahirî, Zührî , Leys b Sa’d , Ahmed b Hanbel , Süfyan es- Sevrî , Süfyân b Uyeyne , Yahya b Maîn , İshak b Rahuye , Muhammed b İshak el- Hanzalî , Muhammed b Eslem et- Tûsî , Yahya b Yahya en- Nisaburî , Hüseyin b Fadl el- Becelî , Ebu Yusuf, Muhammed b Hasan, Züfer b Hüzeyl , Ebu Sevr ve Hicaz, Şam, Irak imamları, Horasan ve Maveraunnehir imamları gibi Ehl -i Rey ve Ehl -i Hadis’in tümü ile onlardan önce yaşamış olan Sahabe, Tabiun ve Etbau’t -Tabiîn de bütün bu konularda görüş birliği içindedir Bu iki fırka ( Ehl -i Rey ve Ehl -i Hadis) arasında bütün bu konularda herhangi bir ihtilaf bulunmadığını tahkik etmek isteyenler, Ebu Hanîfe’nin Kelâm sahasında yazdığı Kitabu’l -Âlim ( ve’l - Müte’allim )’e, el- Fıkhu’l - Ekber’e (…) ve Osman el- Bettî’ye yazdığı (…) el- Vasıyye’sine baksın Keza Şafiî’nin yazdığı eserlere baksın Bu ikisinin mezhebi arasında herhangi bir farklılık bulamayacaktır “Bütün bu imamlardan, burada zikrettiğimiz hususlar ile çelişik olarak nakledilen görüşlerin tümü, bid’atçilerin , kendi mezheplerini güzel ve doğru göstermek için uydurduğu yalanlardır (…) Bu kimseler, Ehl -i Sünnet’in kılıçlarından korktukları için kendi habis akidelerini ihtiva eden sözleri Ebu Hanîfe’ye nisbet etmiş ve onun arkasına gizlenmişlerdir…” (et- Tabsîr fi’d -Dîn, s 113-114) Bu ifadeler bize şunu göstermektedir: Selefîler’in “Selef” anlayışı ile gerçek Selef arasında büyük farklılık var Dolayısıyla adına Selefîlik denen akım, her ne kadar Selef’in anlayış ve uygulamalarını esas aldığını söylüyorsa da, aslında Selef’in anlayış ve uygulamalarıyla bağdaştırılması hayli zor olan fikirler benimsemiştir Onların reddedici, dışlayıcı, katı ve tekelci anlayışı, ne “ Ehl -i Sünnet-i Hâssa” dediğimiz Selef’te, ne de “ Ehl -i Sünnet-i Âmme” dediğimiz Halef’te görülür -------------------------------------------------------------------------------- [1] Basta Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok hadis alimi tarafindan rivayet edilmistir [2] “Allah Teala’nin eli, yüzü, gelmesi, gülmesi, gazaplanmasi , Ars’a istiva etmesi…” gibi ilk bakista mahlukata ait özellikler ile benzerlik arz eden, ancak mahiyet olarak farkli olan hususlarin zikredildigi ayet ve hadisler Kaynak: Semerkand Dergisi |
|