Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ GENEL TARİHİ ELAZIĞ ili doğal şartların elverişli olması nedeniyle paleolitik (yontma taş) döneminden beri çeşitli toplulukların yerleştiği bir alan olmuştur Keban ve Karakaya barajları eski eserleri kurtarma projesi çerçevesinde yapılan arkeolojik kazı ve araştırmalar ,yöre tarihinin bilinmesine büyük katkılar sağlamıştır Bu çalışma ışığında Elazığ-Harput yöresinin bilinen en eski sakinleri Hurriler’dir Arkeolojik kazılar sonunda elde edilen tabletlerden anlaşıldığına göre Hurriler ,Ön Asya da büyük bir bölgeye yayılmış ,MÖ2 bin yılının sonlarında kuvvetlenerek ırkdaşları Subar Beyleri’ni de egemenlikleri altına alarak ,sınırlarını genişletmişlerdir Hurriler den sonra bölge Hititlerin hakimiyeti altına geçmiştir MÖIX, yüzyıldan itibaren Urarturlar bölgeye egemen olmuşlardır Urartu dönemine ait Palu,Kömürhan ve Bağın’da çivi yazılı kitabeler bulunmaktadır MÖVII yüzyıllar da bölgeye Medler hakim olmuş , sonraki yüzyıllarda Pers Straplar’ın Büyük İskender’e yenilmesiyle Pers hakimiyeti sona ermiş , bölge İskenderin ordularının denetiminde kalmıştırMÖ546 yılında Roma ordusu Persler’e yenilince yörede Persler’in hakimiyeti görülmeye başlamıştır Bu hakimiyetle birlikte yöre MSIII yüzyıla kadar Pers-Roma mücadelesine sahne olmuş ,Büyük Roma İmparatorluğu’nun MS395 yılında ikiye bölünmesinden sonra yörede ,Sasani Bizans mücadelesi başlamıştır Sonuçta Fırat’ın batısı Bizans,doğusu Sasaniler ,hakimiyetine girmiştir KÜLTÜR TARİHİ Bugünkü Elazığ 1834 yılında tarihi Harput'un bir mezrası olan ve "mezre" diye anılan ovaya nakledilmesiyle kurulmuştur Cumhuriyet döneminde ise gelişmesine devam ettirerek gelişen ve Doğu Anadolu'nun önemli merkezlerinden birisi olan Elazığ, kültür tarihi ve yerleşme tarihi açısından büyük önem arz eder Bilim adamlarının yer değiştiren şehirler arasında saydığı Elazığ ,1937 yılında bugünkü ismini almıştır Harput; Sultan Aziz döneminde Mamüret'ül-Aziz ismin alıncaya kadar Harput ismiyle bilinmiş ve tarihe mal olmuştur Bu nedenlerle Elazığı anlatırken onun menşeini oluşturan Harput'dan bahsetmek ve hatta birisinin ismi anıldığında diğeri anlamak mecburiyeti var gibidir Elazığ(Harput)ve çevresi çok eski bir yerleşme bölgesidir Yöre hakkında ilk yazılı belgeler MÖ2000 yıllarına rastlar Ancak 1967 yılında Keban Barajı'nın yapımı nedeniyle oluşacak olan göl sahasında yapılan arkeolojik kazı ve etnografik araştırmalardan elde edilen buluntular , yörenin paleolitik (eski taş)devrine ulaşan bir iskan sahası olduğunu ortaya çıkarmıştır Nitekim Elazığ'ın Murat ve Karasu'nun birleşmesinden oluşan Fırat Nehrinin çizdiği yay içinde sulak ve verimli bir ova üzerine kurulması ,yöreyi yerleşmeye elverişli kılmıştır Elazığ(Harput)'ın yazılı tarihi hakkında ilk bilgilerin Hitit tabletlerinden almaktayız Buna göre yörenin ilk sakinleri Mitanni adında bir devler kuran Hurriler olmuştur MÖIII ve IV bin yıllarında bölgede Subarların yaşadıkları ve Fırat isminin bunlar tarafından verildiği ileri sürülmüştür Subarlar'ın Hurriler2le aynı kökten geldikleri ve yeryüzünde madeni ilk işleyen kavim oldukları bilinmektedir Hatta işlenen madenlerin Mezopotamya'ya da ihraç edildiği anlaşılmaktadır Mezopotamya'da gelişen kültürlerin kökenini burada aramanın daha doğru olacağı kanaatindedirler Hurriler2den sonra MÖ2000 yıllarında yöreye IŞUVA adı veren, tarımda ve dokuma sanatında ileri olan Hititler hakim olmuşlardır Hititlerin yöredeki egemenliğine ;çivi yazısını kullanan ve taş oymacılığı konusunda ileri olan Urarturlar son vermiştir Günümüzde de ayakta olan Harput Kalesini ilk yapanların Urarturlar olduğu ileri sürülmektedir MS 1 Asırla 3 Asar kadar Harput'a hakim olan Romalılar ,madencilikte ileri olup yörede maden işletmeleri kurmuşlar Harput ve civarında azda olsa bir şehir hayatının ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır Sasaniler'le Bizansızlar arsında zaman zaman el değiştiren Harput , 7 Asrın ortalarında Bizansızlar'ın eline geçer Sonra HzÖmer zamanında müslüman Arapların hakimiyetine girer Bu dönemlerde Uluova ve Kuzuova da hayvancılık yapılıyor,insanlar çoksade bir hayat sürüyorlardı 10asırda ikinci defa Harput'u ele geçiren Bizanssızlar burada bir vilayet teşkilatı kurmuşlardır Harput ve çevresi 1071 yılında kazanılan Malazgirt zaferinden sonra 1085 yılında Türkler'in eline geçmiştirHarput'taki ilk Türk hakimiyeti Çubukoğulları ile başlarBu dönemde Harput'un iskanı ve imarı çalışmaları uç verirBöylelikle günümüze kadar gelen ve sonsuza kadar devam edecek olan Türk hakimiyeti sağlam temeller üzerine kurulmuş olur Anadolu'nunu fethine katılarak ,Türkleşmesinde önemli rol oynayan Artukoğulları ,Harput'ta 1113 yılından başlayıp 1234 yılına kadar ,yüzyıl sürecek olan bir hakimiyet kurmuşlardırArtukoğulları'nın Harput'un kültür tarihi üzerinde önemli bir yeri vardırOsmanlılar gibi kayı boyundan olan Artuklular ünlü komutan Belek Gazi'yi yetiştirmiş ,Harput'u bugüne kadar ulaşan Türk-İslam eserleriyle süslemeye başlamışlardırHarput'taki Ulu Cami,Alacalı Camii bu dönemde yapılmışlardırYine Artukoğulları döneminde bir hastane,bir çok çeşme ,türbe ,saray inşa edilmiştirHarput kalesi önemli bir onarım görmüş ve bazı eklentiler yapılmıştır Yine kalenin hemen dibinde Süryani Kilisesinin Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığı kanaati vardır Bu dönemde ticaret ve el sanatları son derece ğelişmiştir1185 yılında yapılan Ahi Musa Mescidi'nin varlığı Harput'ta bir Ahi Teşkilatı'nın kurulduğunu göstermektedirArtuklular dönemi Harput'un bayındır hale gelmesiyle birlikte bilim ve sanatta da önemli hamlelerle doludurAdı bilinmeyen bir yazar matematik kitabı yazmış ,musikide edebiyatta önemli gelişmeler olmuşturArtuklular döneminde Uluova ve Kuzuova da geleneksek usüllerle tarım yapılmıştırBu dönemlerde evler genellikle tek katlı ve damlıdır Artuklular döneminde Harput bir bilim,kültür,sanat ve ticaret merkezi haline gelmiştir Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat ,Artukluların egemenliğine son vererek Harput'a hakim olur Bu dönemde Harput'ta Türk-İslam Kültürü tamamen hakimdir Ticaret,sanat ve kültür şehri olma özelliğini sürdürür Arap Baba Mescidi bu dönemin eseri olup,mescitteki çini işçiliği ,el sanatlarının ne kadar ileri bir düzeyde olduğunu gösterir Selçuklular'ın zayıflama dönemlerinde Harput'a İlhanlı akınları oldu İlhanlılar yörede huzursuzluk yarattıkları gibi Harput'ta oluşan uygarlık birikimlerini de önemli ölçüde tahrip etmişlerdir Harput'un yaşadığı en acı ve en talihsiz yıllar bu dönem olmuştur İlhani hakimiyetinden sonra Harput'a 1339 yıllarında başlayıp 1465 yılına kadar sürecek olan Dulkadiroğulları dönemi başlar ve bu dönemde Harput Kalesi tekrara onarım görür Tarihi boyunca bir sınır bölgesi ve ihtilaf hududu olarak kalan Harput ,1465'de Akkoyunlular'ın eline geçer ve Osmanlılara sınır oluşturursuzun Hasan döneminde İtalyan gezgini Barbora'ya göre göz kamaştırıcı bir kenttir Akkoyunlular zamanında Harput'ta para basılmış,kültür ve sanatta önemli hamleler yapılmış ,çok sayıda din adamı ,bilim adamı ve sanatkar yetişmiştir Harput 1507 yılında Safaviler'in eline geçmiş ,26 mart 1516 yılında ise Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır Osmanlı Devleti zamanında en olgun devrini yaşar ve Doğu Anadolu 'nun ticaret merkezi olur Bu dönemde Palu ve Keban'da da önemli eserler yaptırılmış ,Keban ve Maden ilçelerinde maden işletmeciliği oldukça gelişmiştir Bu nedenle özellikle Harput'ta bakır işletmeciliği gelişmiş ;bakır türkülere konu olmuştur Harput medreselerinde çok sayıda vasıflı alim ve sanatkar yetişmiştir Yöre insanı divan edebiyatı konularına hakim olmuş ,Fuzuli ve Nedim gibi şairlerimizin şiirlerini bestelemişlerdir Medrese kültürü ile, kır kültürü birbirini yakından etkilemiş aydın halk tezadı önemli ölçüde ortadan kaldırmıştır Bu dönemde musikide de önemli gelişmeler olmuş ve divan geleneği ile halk geleneğinin kaynaşmasından oluşmuş bir müzik kültürü ortaya çıkmıştır İpekçilik son derece gelişmiş ,ipek tezgahları ve fabrikaları kurulmuştur Evliya Çelebi Harput'ta 17 Yüzyılda 600 dükkan ,7 ticaret hanından,bedesten ve saraçhaneden söz eder Harput'un çevre köylerinde de el sanatları yaygınlaşmıştı Pamuk ve diğer zirai ürünler ekilir , tarım ve hayvancılıkla birlikte el sanatları en önemli geçim kaynağını oluştururdu Harput 19yüzyılda canlılığını koruduKamus'al-Alem'e göre bu dönmede Harput'ta 2670 ev,843 dükkan, 10 camii,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ,12 han ve 90 hamam bulunmaktaydı 19 yüzyılda Harput2ta sanayide uç vermeye başladıOsmanlıların son zamanlarında batılılar Harput'a özel bir önem verdiler Amerikan,Alman ve Fransız kolejleri kurdular Bu okullar Harputtaki yaşama biçimini etkilemiştir Bu nedenle Harput halkından bir çok insan Amerika'ya gidip gelmiştir Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı Harput'ta bir Amerikalı oyunu bu olayı Harput'un son yüzyıldaki çöküşünü anlatır Harput,birbirine çok benzeyen sebeplerle tarihe karışan bir çok eski Türk şehri gibi terk edilmiştir Yöneticilerin 1834 yılında askeri ve idari merkezlerini mezraya taşımaları ,demir yolunun mezreden geçmesi gibi nedenlerle zaman içerisinde Harput bütün fonksiyonları ile birilikte taşınarak bugünkü Elazığ 'ı oluşturmuştur Türklerin fethine kadar bir kale şehri olarak kalan Harput ,Türklerle birlikte bayındır bir şehir haline gelmiş ve istikrara kavuşmuştur Orta Asya'dan kopup gelen Türk insanı ,beraberinde getirdiği bilgi birikimi,gelenek,görenekleri ile mahalli kültürlerden de istifade ederek ,Harput'u çiçek çiçek nakışlamış ve Türk medeniyetinin en hassas , en sevimli ve en yüksek örneklerini yaratmıştır Türklerle birlikte Harput'ta şehirleşme,ticaret,el sanatları,dini ve diğer kültürel faaliyetler her geçen gün gelişerek devam etmiştir Son derece güçlü şairler , bilim adamları,mutasavvıf yetiştiren Harput ,kendine has bir folklor ve edebiyat geliştirmiş ve Türk kültür tarihi içerisinde nadide bir yere sahip olmuştur HARPUT VE ELAZIĞ ADININ KAYNAĞI Asur ve Hitit yazılarında Harput'tan söz edilmektedir Boğazköy'de bulunan Hititler'e ait çivi yazılı belgelerde Harput yöresine IŞUVA denildiği görülmektedirMÖ19 uncu asırda bulunan Asurlar'a ait çivi yazılı Kapodokya metinlerinde KARPATA adıyla geçen yerin Harput olduğu söylenmektedirUrarturlar döneminde Harput'a KARBERD denilmekte idi"KAR " taş, "BERD" ise kale anlamına gelmektedir MÖ13 asra ait Hitit çivi yazılı bir vesikada Harput, HARPUTTAŞ olarak adlandırılmıştır Vesikada Harputtaş ,Harziuna ülkesinin dört şehrinden birisi olarak gösterilmiştirHarputtaş şehri ile bugünkü Harput'un aynı olduğu konusundaki fikri ProfBossert ileri sürmüştürMÖ9 ve 8 yüzyılda Hitit kitabelerinde Harput'a HARPUTTAVANAS denilmektedir MÖ900-650 yıllarında Urarturlar Harput'a SUPANI adını vermişlerdirEski Yunan ve Romalılar bu kelimeyi SUPHANE ya da SOFEN şeklinde kullanmışlardırBununla beraber ünlü Alman Coğrafyacılarından "KRitter" Harput'un bütün SUPHANE eyaletinin merkezi olarak göstermekte ve bu fikri Lehman Haupt da muhtemel görmektedir Arap kaynaklarında Harput ve yöresi HİNZİT,Ermeni kaynaklarında ise HANDZİT olarak geçmektedirArap kaynaklarında İranlılar'ın zapt ettikleri ZIATA CASTELLUM denilen yerin Harput'tan başka bir yer olmadığı , ZİYATA kalesine Araplar'ın HISN-I ZİYAT dedikleri ,Ziyata'nın Ziyad'a benzetilmiş olduğu ve Castellumun'da Arapça kale manasına gelen HISN kelimesinin karşılığı olduğu muhakkakdır Harput bir zamanlar bu şekilde isimlendirilmiş ve Hısn-ı Ziyat ismi yakın asırlara kadar devam etmiştirBazı bilginler Hısn-ı Ziyat isminin yalnızca kaleye verildiği ,şehre ise HARTABIRT denildiği ve Arapça'ya bu şekilde ve bazende HATR-EL-BUYUT geçtiği ifade edilmektedir Harput'un Elazığ'a taşınmasıyla Elazığ'da oturan insanlar Harput'a yukarı şehir demeye başladılar Elazığ'ın Osmanlı Dönemindeki ilk adı MezradırElazığ'ın Sultan Abdulaziz zamanında bayındırlaştığı ve buraya MAMURET'ÜL AZİZ yani Aziz'in yaptırdığı kent adı verilmektedirSonraları halkın ağzında daha kolay söylenebildiği için ELAZİZ olarak kullanılmıştır17 Kasım 1937 'de ELAZİZ'e gelen Atatürk ,şehrin adının ELAZIK olmasını istemiş; Atatürk'ün önerisi ve bakanlar kurulu karari ile Elaziz,Elazık olarak değiştirilmiştirAzık diyarı anlamına gelen bu kelime , söyleniş zorluğu nedeniyle 10 Aralık 1937 'de bir bakanlar kurulu kararı ile bugünkü söyleniş şekliyle kabul edilmiştir |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiYüzölçümü 8455 Km2 si kara, 826 Km2 si baraj ve doğal göl alanları olmak üzere toplam 9281 Km2 dir Denizden yüksekliği 1067 metre olan Elazığ, yeryüzü şekilleri açısından topraklarını dağlık alanlar, platolar ve ovalar oluşturmaktadır Türkiye topraklarının % 0,12�sini meydana getiren il sahası, 40º 21� ile 38º 30� doğu boylamları, 38º 17� ile 39º 11� kuzey enlemleri arasında kalmaktadır Bu çerçeve içinde şekil olarak kabaca bir dikdörtgene benzeyen Elazığ ili topraklarının D-B doğrultusundaki uzunluğu yaklaşık 150 km K-G yönündeki genişliği ise yaklaşık 65 km civarındadır İli, doğudan Bingöl, kuzeyden Keban Baraj Gölü aracılığıyla Tunceli, batı ve güneybatıdan Karakaya Baraj Gölü vasıtasıyla Malatya, güneyden ise Diyarbakır illerinin arazileri çevrelemektedir İl Sınırları içindeki en önemli akarsu Fırat ve kollarıdır 86 Km2 yüzölçümü olan Hazar Gölü, İl merkezine 30 Km mesafededir Ayrıca İlimiz Keban, Karakaya, Kralkızı ve Özlüce gibi önemli baraj gölleri ile çevrilidir Geçmişte karasal iklimin hüküm sürdüğü Elazığ, yapılan ve yapılmakta olan barajların etkisi ile ılıman bir iklime geçiş yapmıştır AKARSULAR Elazığ, doğusundan, batısından ve güneyinden, Güneydoğu Torosların batı uzantıları ile çevrili olup, Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ�dan geçer Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülkemizin sınırlarını terk ederler Bu dağların en yüksek noktasını İl�in batısındaki Hasan Dağları (2118 Mt) oluşturur Hasan Dağının güneyinde Bulutlu Dağı (2004 Mt) , Karga Dağı (1925 Mt) ve Kamışlık Dağı (2016 Mt) yer alır Elazığ ovasının güneyinde bulunan Meryem Dağının yüksekliği 1490 metredir Sıra dağlar Elazığ ovasının kuzeyinde, yeniden yükselir Beydoğmuş yöresinde 1724 metreye çıkarak, Keban Barajı çöküntü alanına dek sürer Çöküntü alanından sonra doğuya doğru, önce Asker Dağını, sonra Palu İlçesinin doğusunda Gökdere Dağını oluşturur Kuzeye doğru açılarak İl�in Bingöl ile olan sınırını çizer Burada bulunan Karaboğa dağlarının en yüksek noktaları, Elazığ İl sınırları içinde kalır Hazar Gölünün kuzeyinde 2140 metre yüksekliğindeki Mastar Dağı yer alır Güneyinde ise en yüksek dağ silsileleri Hazarbaba (2230 metre) dağını meydana getirir Bu dağ silsilelerinden başka Elazığ�ın etrafında sıralanan bazı küçük tepeler vardır Bunlar güneyde sırası ile, Boztepe, Rıdvantepe, Yalavuz tepeleridir Bu tepelerin uzantıları Meryem Dağına kadar uzanmaktadır Sonra Yemişlik (Miyadun) in üstünde Karababa tepesi, Altınçevre (Etminik) sırtları ile Akçakiraz (Perçenç) gediğine buradan da karşı tarafa geçicince Beyyurdu, Karakaya, Hoş ve Kıraç Tepeleri, Hasret Dağı eteklerine yaslanır |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer alan Elazığ, doğu ve kuzeydoğusunda Bingöl, güneyde Diyarbakır, batı ve güneybatı Malatya, kuzeybatı Erzincan, kuzeyde de Tunceli ili ile çevrilidir Genellikle dağlık ve engebeli bir arazisi olan Elazığ’ın güneyinde Hazar ve Maden Dağları ile Akdağ, doğusunda Güneydoğu Torosların uzantılarından Karaboğa Dağları bulunmaktadır Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ’dan geçer ve Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülke sınırları dışına çıkar Elazığ’ın batısındaki Hasan Dağları (2118 m) ulaşır Hasan Dağı’nın güneyinde Bulutlu Dağı (2004 m) , Karga Dağı (1925 m) ve Kamışlık Dağı (2016 m) yer alır Elazığ (Harput) Ovasının güneyinde bulunan Meryem Dağının yüksekliği 1490 mdir Sıra dağlar Elazığ ovasının kuzeyinde , yeniden yükselir, Beydoğmuş yöresinde 1724 mye çıkarak, Keban Çöküntü alanından sonra doğuya doğru, önce Asker Dağını, sonra Palu İlçesinin doğusundaki Gökdere Dağını oluşturur Kuzeye doğru yönelerek Bingöl ile olan doğal sınırı çizer Burada bulunan Karaboğa dağlarının en yüksek noktaları, Elazığ’ın sınırları içinde kalır Hazar Gölünün kuzeyinde 2140 m yüksekliğindeki Mastar Dağı, güneyinde de en yüksek dağ silsileleri Hazarbaba (2230 m) Dağını meydana getirir Bunların dışında Elazığ’ın çevresinde sıralanmış küçük tepeler de bulunmaktadır Bunlar; Boztepe, Rıdvantepe, Yalavuz Tepeleridir Kuzeyde Peri Suyu ve Keban Barajı Gölü, batı ve güneybatıda Fırat nehri doğal sınırlarını oluşturur İlin en yüksek noktası Palu Dağı’nın güneydoğusundaki 2620 mlik yüksekliği ile Akdağ’dır Elazığ, yer altı su kaynakları bakımından çok zengindir İl topraklarını Fırat ve Murat Nehirleri, güneyde de Dicle’nin küçük bir kısmı sulamaktadır Murat Nehri’nin önemli kollarından Peri Çayı, Elazığ’a 27 km uzaklıktaki Haringet Çayı ilin diğer akasurlarıdır uzaklıktaki Hazar Gölü (Gölcük), tektonik bir göl olup, denizden 1250 m yüksekliğinde ve 22 km uzunluğunda, 86 km2 lik alanı kaplamaktadır Türkiye’nin en büyük yapay gölü olan Keban Baraj Gölü, 675 km2lik bir alanı kaplar Murat Vadisi boyunca 125 km uzunluğunda olup, burada elektrik üretiminin yanı sıra balık üretimi ve su sporları da yapılmaktadır Elazığ’ın 10 km batısında bulunan Cip Çayı üzerindeki Cip Baraj Gölü, 800 hektarlık bir alanı sulamaktadır Ayrıca Keban, Kralkızı, Karakaya ve Özlüce gibi baraj gölleri de il sınırları içerisindedir İlin alçak kesimleri Doğu Anadolu Bölgesi’nin güneyinde yer alan çöküntü alanıdır İl toprakları genellikle alüvyonlu olup, verimli ovalarla kaplıdır Bunlardan en önemlileri Ulu Ova ve Elazığ (Harput) Ovası’dır Ayrıca Kuzova, Behremaz Ovası, Palu (Yarımca) Ovası da il sınırları içerisindedir Elazığ’ın platoları ilin kuzeyinde, Harput çevresinde, Murat Nehrinin kuzey kesimlerinde ve Ağın yöresinde yer alır Eski tarihlerde çok zengin olan orman örtüsü çeşitli nedenlerle tahrip edilmiştir Günümüze gelebilen ormanlar daha çok koruluk ve çalılık niteliğindedir Ancak, dağların yüksek kesimlerinde meşe ve huş ormanlarına rastlanır Yüzölçümü 9153 km2 olan Elazığ’ın toplam nüfusu 572933’tür Yetiştirilen tarımsal ürünler, buğday ve arpadır Diğer tahıl ürünleri ise şeker pancarı, tütün, pamuk, patates, soğan olup, kayısı, elma, vişne, dut, iğde, badem, çilek ve üzüm gibi meyveler de yetiştirilmektedir Sebze üretimi baraj gölleri nedeni ile önemli ölçüde azalmıştır Hayvancılık özellikle dağlık kesimlerde yapılır Göçer aşiretlerinin yolları üzerinde oluşundan ötürü de hayvancılık canlıdır Sığır, koyun ve kıl keçisi yetiştirilir Mera hayvancılığı, tavukçuluk ve arıcılık da geçim kaynakları arasındadır Türkiye’nin en önemli maden çıkarma ve işleme bölgelerinden olan Elazığ’da, bakır, florid, bakırlı pirit, çinko, kurşun, krom, mangenez, molibden, demir ve volfram yatakları bulunmaktadır İlde, Simli Kurşun İşletmesi, Şark Kromları İşletmesi ve ferrokrom tesisleri bulunmaktadır İmalat sanayii ise gıda, içki, çimento, yem, yapay gübre ve madencilik konularında yoğunlaşmıştır Özellikle yöredeki höyüklerde yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen kalıntı ve buluntuların çeşitliliği, köklü bir tarihe ve kültür varlığına sahip olduğunu göstermektedir Elazığ yöresindeki ilk arkeolojik araştırmalara 1945 yılında başlanmış ve belirli aralıklarla sürdürülmüştür Geniş çaplı arkeolojik araştırma ve kazılara Keban Baraj Gölü altında kalacak olan yerleşim alanlarının kurtarılması amacıyla 1960’larda başlanmıştır Doğu Anadolu’nun kültür tarihini aydınlatan Ağın, Kalaycık, Aşvan, Boytepe, Fatmalı-Kalecik, Kaşpınar, Haraba, Han İbrahim Şah, Korucutepe, Norşuntepe, Tepecik, Tülintepe, Körtepe, Değirmentepe kazıları yöredeki ilk yerleşimin Paleolitik Çağda başladığını göstermiştir Ayrıca yöre tarihi ile ilgili ilk yazılı bilgiler de Hitit ve Asur tabletlerinden öğrenilmiştir O yıllarda Harput önemli bir yerleşim merkezi idi Ö XIX yüzyılda bulunan Asurlular’a ait çivi yazılı tabletlerde rastlanılan Karpata isminin eski Elazığ olan Harput ile bağlantılı olduğu sanılmaktadır MÖXIIIyüzyıla tarihlendirilen Hitit dilindeki çivi yazılı bir tablette Harput, Harputtaş olarak adlandırılmış ve Harputtaş, Harziuna ülkesinin dört şehrinden birisi olarak gösterilmiştir ProfBossert, Hitit tabletlerinde ismi geçen Harputtaş’ın bugünkü Harput’un olduğunu ileri sürmüştür MÖIX ve VIII yüzyıl Hitit kitabelerinde de Harput’un ismi Harputtavanas olarak geçmektedir MÖ900-650 yıllarında Urartular Harput’a Supanı adını vermişlerdir Osmanlı Döneminde bu kente Mezra ismi verilmiş, Sultan Abdülaziz zamanında yapılan imar çalışmalarından sonra Sultan Abdülaziz’in yaptırmış olduğu yeni binalardan ötürü Mamuretul Aziz (Sultan Aziz’in mamur ettiği yer) ismi yakıştırılmış, sonradan bu isim halk arasında Elaziz’e, ardından da Elazığ’a dönüşmüştür yüzyılın ikinci yarısında başlayan, İstanbul Üniversitesinin yaptığı kazılarda yörenin ilk halkının Hurriler olduğu açıklık kazanmıştır Burada ele geçen tabletlerden öğrenildiğine göre, Hurriler Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir bölümüne yayılmış, MÖII bin yılının sonlarında kuvvetlenerek ırkdaşları Subar Beyleri’ni de egemenlikleri altına alarak, sınırlarını genişletmişlerdir Hurriler den sonra bölge Hititlerin hakimiyeti altına geçmiştir Urartuların bölgeye egemen oldukları MÖIX yüzyıla tarihlendirilen kitabelerden Palu, Kömürhan ve Bağın’da da aynı döneme tarihlenen eserlerle karşılaşılmıştır Bunlardan günümüze ulaşan Harput Kalesinin de Urartular zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır MÖVII yüzyıllar da bölgeye Medler hakim olmuş, onları Persler izlemiş ve yöre Pers Satraplarınca yönetilmiştir Büyük İskender’in Anadolu’ya egemen olmasından sonra İskender’e yenik düşen Pers ordusu bölgeden çekilmiş ve hakimiyet tamamen Helenlere geçmiştir Bununla beraber Perslerle olan mücadele hiçbir zaman sona ermemiş, çatışmalar daha sonraki dönemlerde Romalılara kadar da uzanmıştır Bizans döneminde ise Fırat’ın batısı Bizans, doğusu Sasaniler, hakimiyetine girmiştir SI-IIIyüzyıllarda Harput’a hakim olan Romalılar ,madencilikte ileri olup yörede maden işletmeleri kurmuşlardır Sasaniler’le Bizanslılar arasında zaman zaman el değiştiren Harput , VIIyüzyılın ortalarında Bizanslıların egemenliğine, daha sonra da HzÖmer zamanında Arapların hakimiyetine girmiştir Xyüzyılda ikinci defa Harput’u ele geçiren Bizanslılar burada bir vilayet teşkilatı kurmuşlardır Harput ve çevresi 1071 yılında kazanılan Malazgirt savaşından sonra 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir Yöredeki İlk Türk egemenliği Çubukoğulları ile başlamış, Harput’a Türkmen boyları yerleştirilmiş ve kent onarılmıştır Artukoğulları Harput’ta 1113-1234 yıllarında hakimiyet kurmuşlardır Artuklular döneminde Harput bir bilim, kültür, sanat ve ticaret merkezi haline gelmiştir Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat ,Artukluların egemenliğine son vererek Harput’a egemen olmuştur Selçuklular zayıfladıktan sonra Harput’a, Moğol akınları başlamış ve Artuklu ve Selçuklu kültür birikimlerini de önemli ölçüde tahrip etmişlerdir İlhanlılardan sonra Harput’a 1339 yıllarında başlayıp 1465 yılına kadar sürecek olan Dulkadiroğulları dönemi başlamıştır Harput ve yöresi 2465’te Akkoyunluların eline geçmiş, bu dönemde Harput 1507 yılında Safaviler’in eline geçmiş, Yavuz Sultan Selim tarafından 1515’te Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır Osmanlı Devleti zamanında Doğu Anadolu’nun ticaret ve bilim merkezi olmuştur Bu dönemde Palu ve Keban’da da önemli eserler yaptırılmış, Keban ve Maden ilçelerinde maden işletmeciliği oldukça gelişmiştir Osmanlı döneminde, musikide de önemli gelişmeler olmuş ve divan geleneği ile halk geleneğinin kaynaşmasından oluşmuş bir müzik kültürü ortaya çıkmıştır İpekçilik son derece gelişmiş ,ipek tezgahları ve fabrikaları kurulmuştur Evliya Çelebi Harput’ta XVIIyüzyılda 600 dükkan ,7 ticaret hanından, bedesten ve saraçhaneden söz etmiştir yüzyılda Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) kent, Harput’tan Mezra’ya doğru kaydırılmış Mamuretü’l Aziz adıyla Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak konumuna getirilmiştir 1871’de Bağımsız sancak, 1877’de de vilayet olmuştur Kamüsü’l Âlâm’a göre Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ,12 han ve 90 hamam bulunmaktaydı Osmanlıların son zamanlarında batılılar Harput’a özel bir önem verdiler Amerikan, Alman ve Fransız kolejleri kurdular Bu okullar Harput’taki yaşam ve kültürü etkilemiştir Cumhuriyet döneminde Bakanlar Kurulu Kararı ile Elaziz, Elazıg olan ismi 1937’de Elazığ olarak değiştirilmiştir Bu tür yapılar Harput’ta toplanmıştırHarput’tan günümüze gelen tarihi eserler arasında; Elazığ’ın 6 km kuzeyinde bulunan Harput Kalesi, Harput Kalesinin yanındaki Meryem Ana Kilisesi (Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi, Yakubi Kilisesi) (MS179), Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun’un Camisi (1463) (1585 yılında yıkılmış yerine, Harput Müftüsü Hacı Ahmet tarafından bugünkü cami yapılmıştır 1843) , Artukoğlu Melik Fahrettin Karaarslan’ın yaptırdığı Ulu Cami (1156), Kurşunlu Cami, Alacalı Cami ve Türbesi, Ağa Cami, Ahmet Bey Camisi, Merkez Camisi, Ahmetbey Camisi, Kale Camisi, Esadiye Cami, Meydan Cami, Arapbaba Mescidi ve Türbesi, Fatih Ahmet Baba Türbesi, Mansur Baba Türbesi Bekir Çavuş Mescidi, Ahi Musa Mescidi ve Türbesi, Zahribaba Mescidi ve Türbesi, İbrahim Baba Türbesi, Uryanbaba Türbesi bulunmaktadır Harput'ta Türk sivil mimarisinin örneklerinden taş evler bulunmaktadır Ayrıca, Hacı Hasan Hamamı, Cimşit Bey Hamamı (XVIyüzyıl) ve Karaköçan İlçesine 18 km uzaklıkta Karakoçan Kolan Kaplıcası, Harput Dabakhane Suyu, Elazığ’a 10 km uzaklıktaki Buzluk Mağarası ilin doğal oluşumlarıdır |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Gezgin Gözüyle Harput Kalesi (Süt Kalesi): Tarihi Harput şehrinin güneydoğusunda, Elazığ ovasına egemen bir konumda bulunan kalenin Urartular döneminde inşa edildiği bilinmektedir Kalenin Roma, Bizans ve Arapların eline geçtiği tarihi belgelerde mevcutturKale hakkında çeşitli efsaneler anlatılmaktadır Bir rivayete göre kalenin yapımı sırasında harcın hazırlanması sırasında su yerine süt kullanıldığı, bu nedenle Harput Kalesi'nin bir adının da Süt Kalesi olduğu söylenmektedir Cami ve Kiliseler Ulu Cami: Harput'ta Artuklu hükümdarı Fahrettin Karaslan tarafından M 1156-1157 yılında yaptırılan cami, Anadolu'daki en eski ve en önemli yapılardan birisidir Sara Hatun Cami Akkoyunlu hükümdarı Bahadır Han'ın annesi Sara Hatun tarafından 15'inci yüzyılda yaptırılmıştır Minberi taş işçiliğinin güzel örneklerindendir Bir külliye halinde inşa edilmesine rağmen bugün yalnızca cami kısmı mevcuttur Meryem Ana Kilisesi: Harput Kalesi'nin sol tarafında yer alır İnşa tarihi MS 179'dur Bu kilise Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi ve Yakubi Kilisesi adlarıyla da anılmaktadır Hamamlar : Hoca Hasan Hamamı: Zamanımıza kadar ulaşabilmiş klasik Osmanlı tipi hamamlarından biridir Soyunma, Ilıklık ve Yıkanma yerlerinden meydana gelmiştir İki giriş kapısı bulunur Batı kapısının sade olmasına rağmen doğu kapısının kubbeli oluşu dikkat çekicidir Soyunma yeri kare planlı ve üzeri kubbe ile örtülüdür Günümüzde tamamen yıkılmış olan ılıklıktan, yıkanma yerine geçilir Yıkanma yeri dört eyvanlı, ortası büyük kubbeli ve köşeler de birer kubbeli halvetlerden meydana gelmiştir Cimşit Bey Hamamı: Sarahatun Camii bitişiğindeki klasik tipte bir Osmanlı yapısıdır Soyunma yeri kare planlı üzeri kubbe ile örtülü olup, iki kapısı mevcuttur Yıkanma yeri Sarahatun Camiine dayanır Dört eyvanlı köşelerde birer kubbeli halvetler bulunmaktadır Bu yapı Yavuz Sultan Selim’in Sipahi Beylerinden Cimşit Bey tarafından 16 Asrın ilk yarısında yaptırılmıştır Günümüzde restore edilerek kullanılır hale getirilmiş ve hizmete açılmıştır Kaplıcalar: Karakoçan Kolan Kaplıcası: Karakoçan İlçesine 18 km uzaklıkta bulunan Kolan Kaplıcası Peri Çayının güney kıyısındadır Saniyede 5 litre kaynayan suyun sıcaklığı 60 o C dir İçmece ve su banyosu şeklinde kullanılmaktadır Kaplıca suyu özellikle mide, bağırsak, karaciğer, safrakesesi, kadın hastalıkları, cilt hastalıkları ve romatizmal hastalıklara olumlu etki yapmaktadır Harput Dabakhane Suyu: Üç kurnası mevcut olup kurnalar birbirleriyle ilişkilidir Kurnalar içerisindeki sular sürekli yenilenmektedir Sıcaklığı 5o C olan su renksiz, kokusuz, berrak, içme suyu kriterine uygun olup, iletkenliği 410 mg ve PH 79 dur İçerisinde sodyum, potasyum, karbonat, sülfat, klorür, iyodür, amonyak, nitrat ve nitrit bulunur Dabakhane suyunun, mide, bağırsak, karaciğer, hastalıkları ile ruhi depresyonlara iyi geldiği bilinmektedir CAMİLER ULU CAMİİ 551 (M 1156-1157) yılında yaptırılan camii, Anadoludaki en eski ve en önemli yapılardan birisidirCami; dikdörtgen planlı, dışa kapalı görünümlü olup, minaresinin eğri durumda oluşu ve tuğlalarının süsleme öğesi olarak kullanılması bakımından ilginçtir Harim son cemaat ve avlu olmak üzere üç bölümden yapılmıştır SARA HATUN CAMİİ 993 H (1585 M) ve 1843 yılında olmak üzere iki kez onarılmıştır Kare planlı caminin orta kısmının üzeri dört kalın sütuna dayanan kubbe ile kenarları ise tonozla örtülüdür Mihrap sade bir iniş halindedir Minberi, taş işçiliğinin güzel örneklerindendir Minaresi iki renk kesme taştan yapılmıştır KURŞUNLU CAMİİ Kubbe kasnağında dört penceresi olup, mihrabı sade bir niş biçimindedir Son cemaat mahalli üç kubbelidir Kubbelerin üzeri kurşunla kaplıdır Harim kapısı yonca şeklinde olup, minaresi kesme taştan yapılmıştır ALACALI CAMİİ Küçük ebatta ve dikdörtgen planlıdırArtukoğulları döneminde yapılmasına karşılık, XIX Yüzyılda büyük bir onarım görmüştür Tavandaki ahşap işçiliği, bu devirin onarımına aittirCami kapısı batıda yer almakta olup, bir yonca yaprağı şeklindedir Kapı üzerinde merdiven ve minare bulunmaktadır Minare, şerefe’ye kadar sıra ile siyah-beyaz taşla, şerefe ise dama şeklinde, siyah-beyaz kesme taşla örülüdür AĞA CAMİİ Harput’a girişte ana yolun solunda yer alan cami’nin kubbesi çökmüş olup, yalnızca zarif minaresi ayaktadır Minare kare kaideli ve sekizgen gövdelidir Harput Müzesindeki kitabesine göre 967 H (1559 M) yılında Pervane Ağa tarafından inşa edilmiştir Cami aslına uygun olarak restore edilmekte olup, yakın bir tarihte ibadete açılacaktır AHMET BEY CAMİİ Harput’a girişte sağ tarafta yer almaktadır Onarım çalışmaları başlatılan cami, bir Osmanlı devri yapısıdır MERKEZ CAMİİ Palu ilçesindedir Dikdörtgen planlı ve düz damlıdır İçten sütunlarla ve payelerle üç nefe ayrılmıştır Mihrap taş işçiliği yönünden ilginçtirYeşil sırlı tuğla ile örülmüştür DİĞERLERİ Ahmedbey Camii / Kale Camii / Esadiye Camii / Meydan Camii TÜRBELER VE MESCİTLER ARAP BABA MESCİDİ VE TÜRBESİ Kılıçarslan’ın oğlu, IIIGıyasettin Keyhüsrev zamanında H678 yılında inşa edilmiştir Minaresi dıştan türbe ile mescidin tam orta kısmına gelen bölümde yapılmıştır Kapısı mescidin içindedir Kaidesi alttan beşsıra taş üstünde alçı ve sıva izi görülen ve hemen hiçbir Selçuklu Mescidinde bulunmayan emsalsiz sırça bordürlüdür Mescit kare planlıdır Selçuk üçgenleri bu kübbeye geçirilir Kubbe içinin kornişlerinin çinili olduğu bilinmektedir Korniş ve çinilerle süslenen mihrabın üst kısmı beş dişlidir Büyük kemeri vardır Arabesk plament ve su yolludur Türbenin alt kısmında ise mumyalı bir ceset mevcuttur Halk arasında Arapbaba" diye anılır FATİH AHMET BABA TÜRBESİ Harput’a 2 km uzaklıkta bulunan türbenin çevresi mesire yeri olarak kullanılmaktadır Kaya üzerine inşa edilmiş türbenin yanında mescidi bulunmaktadırTürbe altıgen planlı, üst kısmı sonradan yapılmış, yalnız cenazelik kısmı mevcuttur İçinde büyük bir sanduka vardır MANSUR BABA TÜRBESİ Sekizgen planlı, iç kısmı orijinal şekilini muhafaza etmektedir Fakat üst örtü sistemi sonradan yapılmıştır İki katlı anıtsal bir yapı olduğu izlerden belli olmaktadır İçinde sanduka bulunmaktadır Yapının Artukoğulları devrine ait olma ihtimali kuvvetlidir DİĞERLERİ Alaca Mescit Ve Türbesi / Bekir Çavuş Mescidi / Ahi Musa Mescidi Ve Türbesi Zahribaba Mescidi Ve Türbesi / İbrahimbaba Türbesi / Uryanbaba Türbesi Şeyh Şerafattin Türbesi |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Sözlü Tarih ULU CAMİİ EFSANESİ Ağaç ve minare efsanesi olarak bilinen efsaneye göre Ulu Camii bahçesinde bir kadir gecesi iki arkadaş oturuyorlarmış, birisi birden bire diğerine camii bahçesinin güneyinde ve mihrabın hemen önünde duran dut ağacının eğilip kalktığını, yani secde ettiğini söyler, öteki de caminin minaresinin eğilip kalkarak secde ettiğini söyleyince Minare ve Ağacın sırları ortaya çıkar ve o günden beri ağaç ve minarenin secde eder durumda kaldığı söylenmektedir Hatta minarenin birkaç kez onarım görmesine rağmen tekrar eski eyik haline geldiği rivayet edilmektedir Ağaç ve minare bu görünümlerini günümüzde de korumaktadırlar ARAPBABA EFSANESİ Bunlardan en yaygın olanına göre Yöreye bir yıl hiç yağmur yağmamış, kıtlık baş göstermiş ve insanlar perişan olmuş Türbenin yakınlarında oturan Selvi isminde bir kadın rüyasında üç gece, Arapbabanın cesedinin başı kesilirde dereye atılırsa yağmur yağacağını görür Kadın bunun üzerine kimseye bir şey söylemeden cesedin başını kesip dereye atar bu olaydan sonra günlerce yağmur yağar Öyle olur ki bu yağmurlar afete dönüşür Selvi kadın bu defa rüyasında Arapbabanın kesilen başı bulunup yerine konulursa yağmurun dineceğini görür ve olayı yörenin ileri gelenlerine anlatır Alimler kadının çok büyük bir hata ve ölüye saygısızlık yaptığını söyleyerek ahaliden kesik başın bulunmasını isterler Kesin başın bulunup yerine konulmasıyla yağmurun kesildiği görülür Bazı Harput’lular , alimlere rüyasını anlatmayarak Arapbabaya saygısızlık yapan Selvi kadının büyük bir hastalığa yakalandığı ve perişan bir halde öldüğünü söylerlerArapbaba hakkında başka rivayetlerde vardır Kimine göre türbedeki zat’ın Selçuklu komutanlarından biri olduğu, kimine göre de Arabistan’dan gelmiş ve Harput’ta çobanlık yapan bazı kerametler göstermiş veli bir kişi olduğu söylenmektedir Kaynak : Elazığ Valiliği Web Sİtesi |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Cami ve Mescitleri Ulu Camii (Merkez) Anadolu’nun en eski ulu camilerinden biri olan bu yapı dikdörtgen planlı olup, mimari yapısı ile Artuklu ve Selçuklu döneminde yapılmış camilerden farklı bir görünümdedir Burada Selçuklu ve İran camilerinin plan ve şekilleri birleştirilmiş ve Anadolu’ya özgü bir yapı tipi ortaya konulmuştur Caminin dışa kapalı bir görünümü olup, dış duvarları son derece kalındır Doğu ve batıda ibadet mekanına iki girişi bulunmaktadır Bunlardan batı kapısı daha yüksek ve dikdörtgen çerçeve içerisine alınmıştır Bu giriş hafif sivri kemer içerisinde basık kemerlidir Doğu kapısının kemeri ise sivri kemere çok daha yakın olup, iki yuvarlak sütuncuk ve dörtgen çerçevelerle sınırlandırılmıştır Caminin bu girişlerinden sonra içeriden avlu ve çevresindeki mekanlar ile üç bölüme ayrılmıştır Avlu ile birlikte caminin içten T şeklinde bir planı vardır İbadet mekanı kısa boylu payelere dayanan sivriye yakın tuğla kemerler ve beşik tonozlarla üst örtüyü taşımaktadır İbadet mekanı mihrap duvarına paralel iki nefli bir plan düzenindedir Mihrap önünde pandantifli bir kubbe vardır Mihrap ise iki zikzak dizisinin oluşturduğu bir çerçeve içerisindedir Caminin abanoz ağacından yapılmış minberi ise Kurşunlu Camisi’ne götürülmüştür Ulu Cami’nin en ilginç yönlerinden birisi de minaresidir Minare kaidesi tuğladan yapılmış ve çubuk şeklindeki yivlerle hareketli bir görünüm verilmiştir Minare gövdesi ise, kuşaklar halinde tuğla dizileri ile değişik şekiller ortaya koymuştur Burada geçmeli altı köşeli yıldızlar ve örgü motifleri boş yer bırakmamacasına tüm minare gövdesini sarmıştır Minarenin şerefeden yukarı olan kısmı oldukça uzun, dar ve silindiriktir Burada üzerinde durulacak bir nokta, tuğlanın hem yapı elemanı, hem de bezeme elemanı olarak kullanılmasıdır Bu yüzden de Artukluların diğer yapılarından ayrılmaktadır Şerefede palmetlerle süslenmiş taşların da ilginç bir görünümü vardır Sara Hatun Camisi (Merkez) yüzyılda Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun ahşap bir mescit olarak yaptırmıştır Bazı kaynaklarda bu mescidin yapım tarihi olarak 1465 yılı gösterilmektedir Cami Sultan IIIMurad döneminde Hacı Mustafa isimli bir kişi tarafından 1585 yılında onarılmıştır Sultan Abdülmecid döneminde Harput Müftüsü Hacı Ahmet Efendi tarafından 1843 yılında yeni baştan yapılmış ve bugünkü halini almıştır Bu onarımlar sonucunda yapı, özgün biçimini yitirmiştir Cami kare planlı olup, ibadet mekanının üzeri birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlanmış dört kalın sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe ile örtülmüştür Kubbe dışında kalan bölümlerin üzeri ise tonozlarla örtülüdür Caminin önündeki son cemaat yerinin ortasında kubbe, yanlarında da çapraz tonoz örtülüdür Mihrap beyaz kesme taştandır Minberi de aynı şekilde beyaz taştan yapılmıştır Caminin içerisinde ve ana kubbede geometrik ve bitkisel bezemeler görülmektedir Kesme taş kaide üzerine oturtulan minare iki renkli kesme taştan yapılmıştır Bu caminin yanında başka yapıların olup olmadığı bilinmemektedir Günümüze sadece cami ve çeşme gelebilmiştir Kurşunlu Cami (Merkez) Kitabesi okunamamıştır Kurşunlu Cami kare planlı olup, üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür Caminin önünde üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır Son cemaat yerinin sütunları hafif sivri kemerlerle birbirine bağlanmış olup, üç kubbe ile üst örtü tamamlanmıştır Caminin mihrabı oldukça sade olup, dışarıya çıkıntılı bir niş şeklindedir Osmanlı ağaç işçiliğinin güzel örneklerinden olan abanoz ağacından ahşap minberi Ulu Cami’den getirilmiş, Artuklu dönemi eseridir Minaresi kesme taştan ve oldukça kalın gövdeli, aynı zamanda da camiye oranla daha yüksek ve tek şerefelidir Arap Baba Mescidi ve Türbesi (Merkez) Kılıçarslan’ın (1261-1266) oğlu IIIGıyaseddin Keyhüsrev (1266-1281) zamanında, 1279 yılında yaptırılmıştır Bununla beraber kitabesinde banisinin Yusuf İbn-i Arapşah olduğu belirtilmiştir Mescit 650x650 m ölçüsünde kare planlıdır Üzeri kubbeli olup, Selçuklu döneminde çok sık kullanılan üçgenlerle kubbeye geçilmiştir Mescidin en önemli yeri 250 m genişliğinde ve 150 m yüksekliğindeki tamamen çini kaplı mihrabıdır Bu çinilerde lacivert ve firuze renkler hakim olup, geometrik bezeme ön plandadır Bunun yanı sıra palmetler, lotuslar ve arabesk motifleri de dikkati çekmektedir Mescit içerisinde mihrap dışında başka çini izlerine rastlanmamaktadır Ancak, yörede yaşayanlar kubbeye geçişi sağlayan üçgenlerin de tamamen çini ile kaplı olduğunu belirtmişlerdir Mescidin kapısı yanında, duvara bitişik olan minaresi uzun süre toprak altında kalmıştır Minarenin toprak altında kalan bölümleri 1964 yılında yapılan kazılarda bütünüyle ortaya çıkarılmıştır Oldukça kalın gövdeli olan minarenin bir bölümü de kısmen yıkılmıştır Alttan beş sırası taş ve alçı sıvalı olan minare üzerinde çinili bir de yazı frizi bulunmaktadır Ancak bu friz harap olduğundan okunamamıştır Mescidin yan tarafta kapısı bulunan zemininde Arap baba’nın mezarı bulunmaktadır Üzeri tonozla örtülü olan bu mezarda ahşap bir sanduka vardır Mescidin kitabesinde de ismi geçen Yusuf İbn-i Arapşah burada gömülüdür Halk arasında Arap Baba ismi ile tanınan bu kişinin yörede yaygın bir de efsanesi bulunmaktadır Bu efsaneye göre; Harput’un en görkemli zamanında, yaz aylarında şiddetli ve dayanılmaz bir sıcaklık başlamıştır Bu sıcaklık öylesine artmış ki topraklar, tepeler çatlamış ve kuraklık bütün Harput’a yayılmıştır O günlerde bir kadının rüyasında; Arap baba’nın başını sandukasından çıkarıp dereye atacak olursa yeniden yağmurun yağacağı ve kuraklığın önleneceği söylenmiştir Bu kadın aynı rüyayı devamlı olarak her gece görmeye başlamış ve aynı sözler kendisine tekrar edilmiştir Öte yanda Harput’taki sıcaklık da her geçen gün biraz daha artmıştır Sürekli olarak aynı rüyayı gören kadın bir gece Arap Baba’nın başını sandukasından almış ve dereye atmıştır Bunun üzerine şiddetli yağmurlar başlamış ve şehri seller götürmüştür Bu kez kadının rüyasına Arap baba’nın kendisi girmiş ve ona; “Sandukamdan alıp dereye attığın başımı bana geri ver Eğer geri vermeyecek olursan yağmurlar durmayacak ve felaketler bu kentte birbirini izleyecektir” Demiştir Bundan korkan kadın dereye koşmuş, Arap baba’nın başını bularak sandukasına koymuş Bunun üzerine yağmur bir anda kesilmiş ve Harput’ta yaşam normale dönmüştür Günümüzde Arap Baba’nın sandukasında Arap Baba’nın başı gövdeden ayrı yan tarafta bulunmaktadır Alacalı Cami (Merkez) Artukoğullarından Nureddin Ebû’l-Fâzıl Artuk Şah’ın babası Hızır Bey zamanında 1203-1204 yıllarında yapılmıştır Caminin minarede ve yapı detaylarında iki farklı renkte kesme taşların kullanılmasından ötürü “Alacalı Cami” ismi ile tanınmıştır Caminin Artuklular döneminden kalan bölümleri kuzey duvarı ile caminin batı köşesindeki iki renkli kesme taştan örülmüş minaresi ve minarenin yanındaki iki renkli taşlardan yapılmış kapısıdır Caminin dikdörtgen planlı ibadet mekanı mihraba dik geniş kemerle üç nefe bölünmüştür Duvarları kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır Bunların arasında yer yer ağaç hatıllar da kullanılmıştır Caminin batıdaki giriş kapısı yonca planı şeklindedir İbadet mekanı Osmanlı döneminde yenilenmiş ve üzeri ahşap tavanla örtülmüştür Mihrap mermerden olup, mukarnaslarla sona erer Ahşap tavan kalem işleri ile bezelidir Burada geometrik örgüler ve yıldız motifleri ön planda olup, kırmızı, siyah ve lacivert renkler yaygın biçimde kullanılmıştır Caminin minaresi giriş kapısının üzerinde, şerefeye kadar siyah ve beyaz taşlarla, şerefeden üstü de yine siyah ve beyaz taşlarla bu kez dama biçiminde örülmüştür Ağa Cami (Merkez) İlk yapılışında ahşap olan bu cami, Hacı Abdülhamid Efendi tarafından 1889’da yeniden yaptırılmıştır Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda olan bu yapı, dikdörtgen planlıdır İbadet mekanının üzerini örten kubbe çökmüş, sonradan restore edilmiş ve üzeri çatı ile örtülmüştür Minaresi orijinal olup, kesme taştan yapılmıştır Ahmet Bey Camisi (Merkez) Elazığ, Harput girişinde Ahmet Bey Mahallesi’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelememiştir Caminin banisi ile yapım tarihi üzerinde çeşitli görüşler ortaya atılmıştır Bunlardan birisine göre; XVyüzyılda Akkoyunlu Ahmet Bey tarafından yaptırılmıştır Bu yüzden de Ahmet Bey Camisi ismi ile tanınmıştır Bir başka görüşe göre de VIIyüzyılda Harput’un Araplar tarafından ele geçirildiği sırada yapılmıştır Cami 600x700 m ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlıdır Üst örtüsü içten tonoz, dıştan da toprak örtüdür İbadet mekanının üç yanının penceresiz oluşu ilginçtir Camiye bitişik olan minaresi sarı taştan olup, yuvarlak gövdelidir Minarenin kare kaidesi kesme taştandır Ahi Musa Mescidi ve Türbesi (Merkez) Elazığ, Harput’ta bulunan bu mescit Ahi Musa Hervi tarafından yaptırılmıştır Günümüze gelebilen kitabesinden 1185 yılında yapıldığı yazılıdır Ancak kitabede banisinin ismi bulunmamaktadır Cami dikdörtgen planlı olup, mihrabı yarım bir niş şeklinde dışarı çıkıntılıdır Yanındaki türbede mescidi yaptıran Ahi Musa Hervi gömülüdür Şeyh Ahmet Peykeri Külliyesi (Merkez) Elazığ’ın 14 km uzağında, Mollakendi Bucağı’nda bulunan, XVIIyüzyılda Harpu’ta yaşamış Harputlu bilgin ve mutasavvıf Şeyh Ahmet Peykeri Külliyesinin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır Cami üzerinde bulunan kitabe de günümüze gelememiştir Evliya Çelebi 1655’te buradan geçmiş ve burası ile ilgili bazı bilgiler vermiştir: “Harput Kalesi sol tarafımızda kaldı Oradan yine doğuya giderek Molla Efendi Köyünde konakladık Harput nahiyelerinden 100 evli, bir camili, mâmur zeamet bir Müslüman köyüdür Molla efendi hazretleri cami yanında gömülüdür” Evliya Çelebi’nin yanı sıra İshak Sunguroğlu Şeyh Ahmet Peykeri ile Sultan IVMurad’ın Revan seferi gidişinde Mollakendi’ye 5 km uzaklıktaki Hogu (Yurtbaşı) Köyü’nde görüştüklerinden söz etmektedir Bu arada padişahın Ahmet Peykeri’yi ziyaret ettiği ve orada onun ismine izafeten bir cami yaptırdığını da belirtmiştir Bu bakımdan Ahmet Peykeri Külliyesinin Sultan IVMurad zamanında yaptırıldığı sanılmaktadır Külliyeden günümüze yalnızca camisi gelebilmiştir Değişik zamanlarda onarım geçiren bu cami orijinalliğinden uzaklaşmıştır Bununla beraber kesme ve moloz taştan yapıldığı anlaşılmaktadır Cami kare planlı olup, üzeri köşe tromplarının yardımı ile merkezi bir kubbe ile örtülmüştür Ön kısmında duvar uzantıları ve iki sütunla üç bölümlü bir son cemaat yeri eklenmiştir Son cemaat yerindeki sivri kemerlerin birbirine bağlanmasıyla üzerleri pandantifli üç kubbe ile örtülüdür Son cemaat yerinin ortasındaki kemerli bir kapıdan ibadet mekanına geçilmektedir İbadet mekanında mihrabı dikkat çekecek derecede bezemelidir Burada oldukça iri mukarnasların şekillendirdiği bir bordür mihrabı üç yönden kuşatmaktadır Caminin minberi mihrap ile bir bütünlük içerisinde olup, orijinalliğini korumaktadır Son cemaat yerinin sağında kesme taştan yapılmış olan minaresi XVIIyüzyıl özelliklerini taşımaktadır Tek şerefeli, silindirik gövdeli olan minarenin şerefesi altında mukarnaslı bir friz görülmektedir Caminin batısında Şeyh Ahmet Peykeri’nin türbesi bulunmaktadır Ayrıca Sultan IVMurad döneminde yapılmış olan medrese ve zaviyeden günümüze hiçbir iz gelememiştir Yusuf Ziya Paşa Külliyesi (Keban) Elazığ, Keban Çarşılar Mahallesi’nde, eğimli bir arazide bulunan Yusuf Ziya Paşa Külliyesini XVIIIyüzyılda Elazığ Valisi Yusuf Ziya Paşa, cami, medrese, mektep, çeşme ve şadırvan olarak yaptırmıştır Osmanlı mimarisinin merkezi planlı yapılarının en gelişmiş örneklerinden olan caminin önünde sivri kemerlerle birbirine bağlanmış beş sütun ve bir yarım sütunlu beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır Son cemaat yerinden ibadet mekanına oldukça görkemli bir kapı ile geçilmektedir Basık kemerli bir kapının bezemeleri Avrupa etkisinde kalan diğer Anadolu’daki süsleme örneklerinden birisini yansıtmaktadır Kapı üzerindeki talik kitabede caminin Yusuf Ziya Paşa tarafından yaptırıldığı bertilmiştir İbadet mekanı ortadaki oldukça ince dört sütun, sekiz köşeli kasnak üzerine oturan merkezi bir kubbe ile örtülmüştür Bu sütunların ince oluşundan ötürü ibadet mekanı bölünmemiştir Ayrıca kubbe dışındaki bölümlerin üzeri de çeşitli tonozlarla örtülmüştür Kubbe içeride yazı, hurma ağaçları ve çeşitli bitkilerden oluşan bir bezeme ile boş yer kalmamacasına süslenmiştir Mihrap ve minber mermerden olup burada yöresel taş işçiliği açıkça kendisini göstermektedir Caminin kuzeydeki ön avlusuna taştan on köşeli, mukarnaslı bir şadırvan yerleştirilmiştir Yusuf Ziya Paşa Külliyesi’nin kuzey batısında iki katlı bir mektep yapılmıştır Doğu ön cephesinde yuvarlak kemerli pencere ve bir kapısı bulunmaktadır Mektebin ikinci kat girişinde beş satırlık talik yazılı bir kitabesi bulunmaktadır Bu bölüm kare planlı olup üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür Mektebe bitişik olan medrese yıkılmış ve çok az bir kalıntısı günümüze gelebilmiştir Ayrıca medresenin güney duvarı ile caminin güneybatı köşesine sivri kemerli bir çeşme yerleştirilmiştir Yapı topluluğunun yanındaki hanın ise yalnızca giriş kapısı günümüze gelebilmiştirBu kapının en ilginç yönü de yan girişlerdeki hayvan kabartmalarıdır Ancak kapının kemer ve silmeleri il üst örtüsü XIXyüzyılda yapıldığı izlenimini vermektedir Merkez Camisi (Palu) Elazığ, Palu Merkez Camisi ilçe merkezinde bulunmakta olup ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır Dikdörtgen planlı caminin üzeri düz bir damla örtülmüştür İbadet mekanı birbirlerine kemerlerle bağlanmış sütun ve payelerle üç sahna ayrılmıştır Mihrabı yeşil tuğla sırla örülmüş olup ilginç bir görünümü vardır Caminin orijinal minaresinden yalnızca kaide kısmı günümüze gelebilmiştir Cemşit Bey Mescit ve Türbesi (Palu) Elazığ‘daki Cemşit Bey Mescidi’ni Yavuz Sultan Selim’in Sipahi Beylerinden Cemşid Bey yaptırmıştır XVyüzyıl eseri olan bu yapı kare planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür Mihrap yöresel taşlardan yapılış olup ilginç bir görünümü vardır Mescidin yanındaki türbe sekizgen planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür Türbe içerisinde Cemşid Bey ile birlikte sekiz mezar bulunmaktadır Bu mezarlar da taş işçiliği yönünden oldukça dikkat çekicidir Ulu Cami (Palu) Elazığ, Palu ilçesinin merkezinde olan Ulu Cami’nin kitabesi günümüze gelememiştir Bu bakımdan ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır Bununla beraber XIVyüzyılda yapıldığı sanılmaktadır Ulu Cami dikdörtgen planlı olup mihraba paralel bir sıra paye ile ibadet mekanı iki sahna bölünmüştür Üzeri düz bir damla örtülmüştür Caminin en ilginç yönlerinden biri olan mihrabı, beyaz ve siyah taşların alternatif dizilişi ile meydana getirilmiştir Minberi de Anadolu ağaç işçiliğinin ilginç örneklerindendir Camini yanındaki minaresi taş bir kaide üzerine oturtulmuş taştan yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir Alacalı Mescit (Palu) Elazığ Palu ilçesinde bulunan Alacalı Mescidin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir Kare planlı olan mescidin üzeri piramidal bir çatı ile örtülmüştür Son cemaat yeri sivri kemerlerle birbirine bağlanmış iki eyvan şeklindedir Mescidin duvarları siyah ve beyaz taşlardan örülmüştür Mihrabı mukarnaslıdır |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Türbeleri Arap Baba Türbesi (Merkez) Mescit ve türbeyi mescidin kitabesinden öğrenildiğine göre Anadolu Selçuklularından IVKılıçarslan’ın (1261-1266) oğlu IIIGıyaseddin Keyhüsrev (1266-1281) zamanında, 1279 yılında yaptırılmıştır Bununla beraber kitabesinde bânisinin Yusuf İbn-i Arapşah olduğu belirtilmiştir Arap Baba’nın mezarı Mescidin yan tarafta kapısı bulunan zemininde bulunmaktadır Üzeri tonozla örtülü olan bu mezarda ahşap bir sanduka vardır Mescidin kitabesinde de ismi geçen Yusuf İbn-i Arapşah burada gömülüdür Halk arasında Arap Baba ismi ile tanınan bu kişinin yörede yaygın bir de efsanesi bulunmaktadır Bu efsaneye göre; Harput’un en görkemli zamanında, yaz aylarında şiddetli ve dayanılmaz bir sıcaklık başlamıştır Bu sıcaklık öylesine artmış ki topraklar, tepeler çatlamış ve kuraklık bütün Harput’a yayılmıştır O günlerde bir kadının rüyasında; Arap baba’nın başını sandukasından çıkarıp dereye atacak olursa yeniden yağmurun yağacağı ve kuraklığın önleneceği söylenmiştir Bu kadın aynı rüyayı devamlı olarak her gece görmeye başlamış ve aynı sözler kendisine tekrar edilmiştir Öte yanda Harput’taki sıcaklık da her geçen gün biraz daha artmıştır Sürekli olarak aynı rüyayı gören kadın bir gece Arap Baba’nın başını sandukasından almış ve dereye atmıştır Bunun üzerine şiddetli yağmurlar başlamış ve şehri seller götürmüştür Bu kez kadının rüyasına Arap baba’nın kendisi girmiş ve ona; “Sandukamdan alıp dereye attığın başımı bana geri ver Eğer geri vermeyecek olursan yağmurlar durmayacak ve felaketler bu kentte birbirini izleyecektir” Demiştir Bundan korkan kadın dereye koşmuş, Arap baba’nın başını bularak sandukasına koymuş Bunun üzerine yağmur bir anda kesilmiş ve Harput’ta yaşam normale dönmüştür Günümüzde Arap Baba’nın sandukasında Arap Baba’nın başı gövdeden ayrı yan tarafta bulunmaktadır Şeyh Ahmet Peykeri Türbesi (Merkez) Elazığ’ın 14 km uzağında, Mollakendi Bucağı’nda Şeyh Ahmet Peykeri’nin cami ve türbesi bulunmaktadır Türbenin camiden sonra, XVIIyüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadırŞeyh Ahmet Peykeri XVIIyüzyılda Harput çevresinde yaşamış bilgin ve mutasavvıf olarak tanınmıştır Caminin batısında yer alan türbenin kitabesi günümüze gelememiştir Türbe de cami gibi zaman zaman onarım geçirmiş ve orijinalliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır Kesme ve moloz taş ile tuğlanın kullanıldığı türbe sekizgen planlıdır Üzeri içeriden kubbe, dışarıdan da kiremitli bir çatı ile örtülmüştür Ancak bu çatının sonraki dönemde buraya eklendiği sanılmaktadır Türbenin sekizgen gövdesinin dış yüzleri fazla derin olmayan nişlerle hareketlendirilmiştir Ahi Musa Türbesi (Merkez) Elazığ, Harput’ta bulunan Âhi Musa Mescidi’nin yanında bulunan türbe Âhi teşkilatından Âhi Musa’ya aittir Türbe mescit ile birlikte 1185 yılında yaptırılmıştır Kare planlı olan türbenin üzeri kubbe ile örtülmüştür Türbenin duvarları da mescitte olduğu gibi yer yer kesme ve moloz taştan yapılmıştır Fetih Ahmet Baba Türbesi (Merkez) uzaklıkta, Kırkkuyular Mevkii’nin güneyindedir Kayalar üzerine yapılmış olan türbenin yanında bir de mescit bulunmaktadır Türbe altıgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür Duvarları muntazam kesme taştan örülmüş olup, içeriye 100x70 m ölçüsündeki gösterişli bir kapıdan girilmektedir Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır Türbe zemini üzerine de görkemli bir sanduka vardır Mansur Baba Türbesi (Merkez) Türbe sekizgen plan üzerine kesme taştan yapılmıştır Üst örtü sistemi sonraki yıllarda yapılmıştır Türbe içerisinde Mansur Baba ve ailesine ait dört sanduka bulunmaktadır Cemşit Bey Türbesi (Palu) Elazığ, Palu ilçesinde bulunan Cemşit Bey Mescidi’nin yanında bulunmaktadır Cemşit Bey Yavuz Sultan Selim’in sipahi Beylerindendir XVyüzyıla tarihlendirilen türbe, sekizgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür Kesme taştan yapılan türbenin son derece güzel bir taş işçiliği vardır Türbe içerisinde Cemşit Bey ve ailesine ait sekiz mezar bulunmaktadır Harput’taki Murat Baba, Nadir Baba ve Üryan Baba türbeleri orijinalliklerini tümü ile yitirmişlerdir |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Hamamları Cemşid Hamamı (Merkez) XVIyüzyılın ilk yarısına tarihlendirilen hamam Klasik Osmanlı hamam mimarisi plan düzenindedir Hamamın iki ayrı girişi bulunmaktadır Soyunmalık, ılıklık ve halvet bölümlerinden oluşan hamamın bölümlerinin üzeri pandantiflerin taşıdığı kubbelerle örtülüdür Kale Hamamı (Merkez Mimari özelliklerinden ötürü Artuklu mimari özelliklerini gösterdiğinden ötürü Artuklu döneminde yapılmış olduğunu ortaya koymaktadır Günümüze oldukça harap bir durumda gelen hamam moloz taş ve tuğladan yapılmıştır Mimari yönden planı netlik kazanamamıştır Hoca Hasan Hamamı (Merkez) Elazığ Hoca Hasan Hamamının ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır Ancak mimari yapısından Osmanlı döneminde, XV-XVI yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır Hamamın batıda ve doğuda olmak üzere iki ayrı kapısı vardır Kesme ve moloz taş ile tuğladan yapılmıştır Ilıklık,sıcaklık ve halvet kısımlarının üzeri kubbelidir Dere Hamamı (Merkez) Elazığ Hacılar Mahallesi’nde, Çatalboyu Mevkiinde bulunan hamam XIIIyüzyılda İmadeddin Ebubekir tarafından yaptırılmıştır Artuklu önemi eserlerinden olan bu hamam harap ve yıkık durumdadır Yalnızca tuğla kemerli girişi olan hamamın bir bölümü ayakta kalabilmiştir Palu Hamamı (Palu) Elazığ, Palu ilçesinde bulunan bu hamamı kimin yaptırdığı bilinmemekle beraber kitabesinden 1270 yılında yapıldığı öğrenilmektedir Moloz taş ve tuğladan yapılan hamam soyunmalık, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiştir Giriş kapısının görkemli bir görünüşü olup nişlerle çerçeve içerisine alınmıştır Hamamın ana mekanını büyük bir kubbe örtmektedir Bunun dışında kalan alanlar küçük kubbelerle örtülmüştür |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Kervansaray ve Hanları Yusuf Ziya Paşa Külliyesi Hanı (Keban) Elazığ, Keban ilçesinde Çarşılar Mahallesi’nde bulunan Yusuf Ziya Paşa Külliyesinin bir bölümünü oluşturan han külliye ile beraber XIII yüzyılda yapılmıştır Günümüze yalnızca giriş kapısı ile bazı duvarları gelebilmiştir Kesme taş ve molozdan yapılan hanın en ilginç yönü girişin yanlarındaki hayvan kabartmalarıdır Ayrıca giriş kapısını çerçeveleyen silmeler üzerindeki rozetler kapının hanın yapılışından sonra onarıldığını ve bu dönemde yenilendiğini göstermektedir Denizli Kervansarayı (Vakıf Han) (Keban) Elazığ’dan geçen Bağdat kervanyolu üzerinde bulunan Denizli Kervansarayının kitabesi bulunmamakla beraber mimari yapısından Selçuklu döneminde, XIIIyüzyılda yapıldığını ortaya koymaktadır Klasik Selçuklu kışlık kervansaray plan düzenindedir Bir bakıma da Selçuklu hanları ile yakın benzerlik göstermektedir Kervansarayın anıtsal bir kapısı vardır Kesme taştan yapılmış olan kapı profillerle çerçeve içerisine alınmıştır Girişin üzeri tonozla örtülürdür Buradaki iki kadın figürü dikkati çekmektedir Eyvan görünümündeki giriş bölümünün iki yanında iki oda bulunmaktadır Bunlardan birisinin mescit olması kuvvetle muhtemeldir İç mekan iki dizi kalın paye ile üç bölüme ayrılmıştır Bu bölümlerin üzeri tonozlarla örtülmüştür Bu kervansaray da günümüze harap bir durumda gelmiş olmasına rağmen kalıntılardan yapı üslubu ve plan düzeni anlaşılmaktadır Hacı İbrahim Şah Kervansarayı (Keban) Elazığ Keban ilçesinde, Elazığ-Çemişkezek yolu üzerinde Hacı İbrahim Şah Köyü’nde bulunan kervansarayın mimari üslubu ve plan düzeninden XIIyüzyılda yapıldığı sanılmaktadır Günümüze harap bir durumda gelmiştir Dikdörtgen planlı olan kervansarayın ortasında bir avlu bunun çevresi iki sıra halinde kısa ve kalın payelerle üç bölüme ayrılmıştır Bunların da yanında beşik tonozla üzerleri örtülmüş bölümler bulunmaktadır Bu han ve kervansarayların dışında Keban barajı nedeniyle Harput çevresinde ortadan kalkmış veya yıkılmış bazı yapılar daha bulunmaktadır Bunların başında Sultan IVMurat döneminde yapılmış Harput Murat Hanı, Elazığ-Malatya yolu üzerinde, Fırat Nehri kıyısında Kömür Hanı, Ağın-Kemaliye yolunda da Arnavut Hanı bulunuyordu |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Çeşmeleri Üç Lüleli Çeşme (Merkez) Elazığ, Harput’un girişinde bulunan Üç Lüleli Çeşme 1906 yılında yaptırılmıştır Moloz taş ve tuğladan yapılan çeşme derin bir eyvan içerisinde yer almaktadır Yuvarlak kemerli bir bölümün içerisinde çeşmenin ayna taşı ile yalak taşı bulunmaktadır Günümüze iyi bir durumda olup, kullanılmaktadır Yusuf Ziya Paşa Çeşmesi (Keban) Elazığ Keban ilçesinde Çarşılar Mahallesi yakınında XVIIIyüzyılda yapılmış olan Ziya paşa Külliyesi’ne ait olan bu çeşme medresenin güney duvarı ile, caminin güneybatı köşesinin birleştiği yerdedir Kesme taştan yapılmış küçük bir çeşmedir Sivri kemeri içerisine ayna taşı ve yalak taşı yerleştirilmiştir Sarılık Çeşmesi (Mürüdü Suyu) (Merkez) Elazığ’a 7 km uzaklıkta ve kuzeyinde bulunan, çevresi bağlık ve bahçelik olan bir yerde kaynayan Mürüdü Suyu bir çeşmeden akmaktadır Suyunun soğuk, kireçli ve karbonhidratlı oluşu nedeniyle birçok hastalığın yanı sıra özellikle sarılık hastalığına iyi gelmektedir |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Kaleleri Harput Kalesi (Merkez) Kale içerisindeki kayalara oyularak yapılmış odalar ve gizli geçitler Urartu döneminden kalmıştır Tarihi belgelerden kalenin Roma, Bizans ve Arapların da eline geçtiği öğrenilmektedir Kalenin yapımı ile ilgili bir söylentiye göre taşların harcına daha sağlam olabilmesi için süt katılmış ve bu yüzden de bu kaleye Süt Kalesi ismi de yakıştırılmıştır Artukoğullarının yöreye hakim olmasından sonra Artukoğlu Belek 1115’te bu kaleyi ele geçirmiştir Artukluları izleyen dönemlere kale birkaç kez onarılmış ve yeni eklemeler yapılmıştır Kale üzerindeki kitabelerde ilk onarımın ve yeni ilavelerin Nizameddin İbrahim tarafından 1205’te yapıldığı öğrenilmiştir İç ve Dış kaleden oluşan bu kalenin bir bölümü Nizameddin İbrahim döneminde saray-köşk olarak da kullanılmıştır Bunun ardından Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar da bu kaleyi onarmış, bu onarımları belirten kitabeyi de kale üzerine yerleştirmişlerdir Dulkadiroğullarının yapmış olduğu onarımlar moloz taştan olduğundan ötürü diğerlerinden ayrılmaktadır Özellikle Akkoyunlu Uzun Hasan bu kaleye önem vermiştir Emir Ali Bey kaleyi ve burçlarını yenilercesine onarmıştır Buradaki burçlarda görülen arslan ve boğa mücadelelerini yansıtan kabartmaların Urartulardan önceki dönemlere ait olduğu sanılmaktadır Kalenin girişi doğuda ve Harput’a bakan yöndedir Bunun dışında kuzeyde Metris, batıda Dağ Kapısı ismini taşıyan iki ayrı kapısı daha bulunuyordu Dış ve İç kale olarak iki ayrı bölümü olan kale, kesme ve kaba yontma taşlardan yapılmış, duvar işçiliğinde de oldukça ileri bir düzeye erişilmiştir İç Kale oldukça küçük bir alanda yapılmış olmasına rağmen burada bir cami, arasta, su sarnıçları ve ambarlar da yapılmıştır Bunların yanı sıra Munzuroğlu Konağı, Köseoğlu Konağı da burada yapılmıştır Ancak bu konaklardan hiç birisi günümüze ulaşamamıştır XIXyüzyılda bu kalenin içerisi yerleşime açılmış ve burada toprak damlı yöresel evlerde insanlar yaşamıştır Palu Kalesi (Palu) Elazığ ili Eski Palu yerleşiminde Murat nehri'nin kuzeyindeki alanda kayalık bir kütle üzerinde oluşturulan kale yapısı, mevcut sur duvar izleri ölçeğinde kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda gelişmiş, Güney ve doğu eteklerinde Murat suyu ile kuşatılmış, yalnız Palu, Kovancılar, Karakoçan alanını değil aynı zamanda Murat Nehri'nin doğu ve batı geçtiği noktaları da denetim altında bulunduran hakim bir konuma sahiptir Kuzey ve batıdan da sarp kayalıklarla korunmuş ve dünyada bir eşi olmayan bu doğal korunaklı tüm çevreye hakim ve görkemli konumuyla Urartular'ın yerleşim geleneğindeki tüm koşulları taşıyarak bu yönüyle başı çekmektedir Batı yönünden yapıldığı öngörülen girişten itibaren, kuzeydoğuya doğru dikleşerek devam eden ve çeşitli kırılmalarla kayalık alanın zirvesine ulaşan sur duvarları, kesintilerle birlikte doğuya doğru devam edip, tapografik koşullarla birlikte önce güneye hemen devamında güneybatıya doğru devam eder Sur duvarlarının en büyük kesintisini oluşturan bu bölümün devamında, sur duvarları güneydoğu köşede tekrar yakalanır Bu noktada sert bir kırılma ile kuzeydoğuya dönen surlar, yine çeşitli kırılmalar ile birlikte, doğu eksendeki olası kapı girişine ulaşır Urartu sur kalıntılarının yanında ağırlıklı olarak Ortaçağ karakterli ve oldukça tahrip olmuş olan sur duvarları, kendi içinde farklı dönem izlerini yansıtsa da, detaylı araştırma ve kazılar yapılmadan dönemlendirmelerin yapılması oldukça zor görünmektedir Ortaçağ kaynaklarında, Çubuk Bey'in fethettiği ve ilk beylik merkezini kurduğu bir kale olarak, Bizans Dönemi sonrasında Çubukoğulları ve devamında Artuklular Dönemi'nde yoğun olarak kullanılmıştır Artukoğlu Belek Gazi'nin ilk beylik merkezini kurduğu ve düğününü yaptığı merkez olarak, kale içindeki I Nolu yapının da bu bağlamda saray ya da köşk olarak kullanılmış olması gerektiği düşünülmektedir ki, yine kale içinde mevcut olan Urartu Dönemi Menua yazıtından, kalenin Urartu Dönemi'nde de kullanıldığını bilmekteyiz Urartu Dönemine ilişkin kiklopik tarzdaki sur duvarlarına, doğu yönde kısmen rastlanılmış olup, bu dönem kalesinin bir diğer izinin güney eksen yönünde daha aşağı kodda görülmesi, Urartu kullanımının bazı yönlerde daha faklı olarak şekillendiğini düşündürür Özellikle kuzey yönde ve kuzeybatı alanlardaki kayalıkların dik yapısı ve sur temel yatakları, bu yönlerin aynı çerçevede kullanıldığını düşündürse de, sur duvar izlerine rastlanılmamıştır Ancak, 1170 rakımlı zirve noktasında yer alan düzeltmeler, bu alanda bir sur duvarından çok mekan kurgusu olduğunu düşündürür Bu durumda Menua yazıtında anılan "Haldi Tapınağı"nı, bu alanda aramak gerekebilir Palu Kalesi'nin içinde yer alan kimi mekanlar ve diğer buluntular, en az kale kadar ilginç ve önemlidir Bu buluntulardan "Menua Yazıtı" ya da literatürdeki adıyla "Palu Yazıtı", kentin bilinen en eski adı olarak "Şebeteria" adını vermesi bakımından oldukça önem taşır Her ne kadar Urartular'ın kaleyi ve bölgeyi ele geçirmesi ile birlikte Şebeteria'nın fethedildiği belirtilmekteyse de fethedilen ve Urartu'nun eyaleti olan bu kent adı, Urartu öncesi halkların verdiği isimdir Urartu Dönemi'nin kale içinde yer alan en ilginç yapıları arasında, kale kayalıklarının kuzeybatı yönünde yer alan ve ulaşılması oldukça zor olan kaya mezarlarıdır Başkent Tuşpa (Van) örneklerinde olduğu gibi çok odalı olarak planlanan ve planlamadaki üç ayrı kaya mezarının bulunması, Palu ve kalesi için oldukça önemlidir Olasılıkla eyalet yöneticileri olup, kraliyet soyundan gelenler için yapılmış bu kaya mezarları hakkında çok sayıda yayında tanıtımlar yapılmıştır Kalenin Urartu dönemine ait Menua'ının kitabesinin yanında çok odalı üç adet kaya mezarları, iki adet su sarnıcı, üç adet kaya tüneli ki; bunlardan iki tanesi murat nehrine kadar inen inen basamaklıkaya tünelidir Murat nehrine kadar inen kaya basamakları, kutsal alan, kaya tapım nişi ve tören alanı, kaya oyuğu, ana kayaya açılan su yatakları bulunmaktadır Bu döneme ait eserler büyük oranda sağlam olup çevre ve iç temizliği yapılarak turizme kazandırılabilir Ortaçağ Türk Dönemi buluntuları arasındaki dönemlere ait çok fazla buluntu yoksa da, yapılacak bilimsel kazılarda çok önemli sonuçlara ulaşılacağı kuşkusuzdur Buna karşın, Bizans Dönemine tarihlendirilen ve yerel halk arasında "zindan" olarak tanımlanan iki adet sarnıç yapısı, dönem koşulları içinde tam donanımlı ve yeterli sayıdaki kale muhafızları ile halkın sığınması durumunda, 5000 kişiye bir yıl süre ile yetecek su kapasitelidir Bu iki sarnıç yapısı dışında, kalenin doğu ucunda yer alan ve saray yapısı olduğu varsayılan I Nolu Yapı ile, hemen güneyindeki sur duvarları üzerinde temelleri görülen II Nolu Yapı, Belek Gazi'nin kullandığı yazlık ve kışlık saraylar olsa da, özellikle I Nolu Yapı Bizans Dönemi eseri olarak değerlendirilmektedir Kalede günümüze kadar herhangi bir bilimsel kazı yapılmadığı gibi, kale ile ilgili diğer çalışmalar da çok yeterli ve detaylı değildir Kaynak: Süleyman Yapıcı'ya teşekkür ederiz Ağın (Hastek) Kalesi (Ağın) Bu kalenin ne zaman yapıldığı da kesinlik kazanamamıştır Bununla beraber bazı kaynaklarda bu kalenin Roma döneminden kaldığı belirtilmiştir Günümüze yalnızca kalıntıları gelebilmiştir |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Kiliseleri Meryem Ana Kilisesi (Merkez) Elazığ Harput Kalesi’nin yanında bulunan bu kilise Meryem Ana’ya adanmış bir Süryani kilisesidir Kilisenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir Ancak Mardin’deki Süryani Metropolitliği kayıtlarından 1179 ve 1845 tarihlerinde onarıldığı öğrenilmektedir Bu durumda kilisenin Xyüzyıldan kaldığı sanılmaktadır Kilisenin yanındaki kale ile bağlantısı ovardır ve her ikisinin arasında kayalara oyulmuş gizli yollar bulunmaktadır Kayalar üzerinde yapılmış olan bu kilise dikdörtgen planlıdır Duvarlarından biri doğal kayalığa dayanmıştır Apsid dışarıya doğru kavisli ve taşkındır Apsid önü yarım kubbe ile örtülmüştür Ermeni Kilisesi (Keban) Elazığ Keban ilçesinde Çayırbaşı Mahallesi’nde bulunan Ermeni Kilisesi dikdörtgen planlı olup üzeri çatı ile örtülüdür Apsid bölümü diğer kiliselere göre oldukça dik bir görünümdedir İbadet mekanı sütunlarla üç nefe ayrılmıştır Günümüze iyi bir durumda gelmiş olan kilisenin duvarlarında fresk izlerine görülmektedir Yörede Ermeni cemaati olmadığından ötürü kullanılmamaktadır Uzun süre depo işlevi sürdürmüştür Palu Kilisesi (Palu) Elazığ Palu ilçesinde bulunan bu kilisenin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir Günümüze harap bir durumda geldiğinden ötürü mimari yapısından da bir bilgi edinilememektedir Ayrıca kime ithaf edildiği de anlaşılamamıştır Kilisenin ibadet mekanı dört büyük kemerin taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür Apsid bölümü dışarıya doğru çıkıntılı olup, apsid önündeki bölümün üzeri tonozludur Duvarlarında İncil’den alınmış sahneleri içeren freskler bulunmaktadır |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Manastırları Surp Kevork Manastırı (Keban) Elazığ Keban ilçesinde, Ulukent Köyü’ndeki manastır iki katlı bir yapıdır Ne zaman yapıldığı da kesinlik kazanamamıştır Giriş kapısının yanındaki panoda Surp Kevork’un resminin bulunmasından ötürü kilisenin Surp Kevork’a adandığı anlaşılmaktadır Ayrıca buradaki bulunan bir yazıdan da manastırın l064’de yapıldığı öğrenilmektedir Manastır dikdörtgen planlı bir yapı olup yanlarında müştemilat binaları bulunmaktadır İbaret mekanın üzeri tonozla, apsid kubbesinin olduğu bölüm ise kubbe ile örtülmüştür Ancak kubbeli bölüm yıkılmıştır Apsid’in iki yanında hücreler bulunmaktadır İç mekan ve özelikle apsid bölümü fresklerle bezeli olup bunların bazıları dini sahneleri kapsamakla beraber yer yer bitkisel bezemeler burada görülmektedir |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Buzluk Mağarası uzaklıkta bulunan Buzluk Mağarası, yaz aylarında da içerisinde sütunlar halinde buzlar bulunduğundan ötürü Buzluk Mağarası ismi ile tanınmıştır Bu mağaranın Harput tarihi ile eşdeğer olduğu ve Urartular döneminde de bilindiği kaynaklardan öğrenilmektedir Buzluk Mağarası jeomorfolojik yapısından dolayı burada klimatolojik koşullar ile hava sirkülasyonundan ötürü yaz ayları içinde de doğal olarak sarkıt ve dikitler, bazı bölümlerde de buz tabakaları oluşmaktadır Kış aylarında ise bunun tam tersine mağara içerisinde sıcak hava akımı meydana gelmektedir Buzluk Mağarası Türkiye’deki mağaralar arasında önemli yeri olan bir mağaradır 1990 yılında mağara içerisine merdiven yapılmış ve aydınlatılması yapılmıştır Elazığ’ın turistik bir yöresidir |
Elazığ Hakkında Bilgi |
08-19-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ Hakkında BilgiElazığ Müzeleri Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi (Merkez) Bunun ardından Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi kampusü içerisinde bulunan yeni binasına 1981’de taşınmış ve müze 1982 yılında ziyarete açılmıştır Müzede yörede bulunan Neolitik, Kalkolitik, Erken Tunç, Orta Tunç, demir Çağı, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserler sergilenmektedir Bunların yanı sıra yöresel etnoğrafik malzeme de müzede yer almaktadır Elazığ Müzesi arkeolojik eserler, dokuma halı ve kilim ile etnoğrafik eserler bölümlerinden oluşmuştur Bunların yanı sıra Keban Barajı ve Tepecik kazılarından ortaya çıkan eserler; Korucutepe, Norşuntepe, Pulur Höyüğü buluntuları da onları tamamlamaktadır Ayrıca müzede Urartu kitabeleri, Urartu keramik ve maden eserleri, Roma dönemine tarihlenen cam eşyalar, Sasani, Eyyubi ve Osmanlı sikkeleri, damgalar, silindir mühürler, Urartu mühürleri de bulunmaktadır Elazığ Müzesinin etnoğrafya bölümünde yerel giysiler, halı, kilim, heybe gibi aşiretlerden derlenen eşyalar da sergilenmektedir Tunceli’den getirilmiş bulunan koç ve at şeklindeki mezar taşları da müzedeki ilginç eserler arasındadır Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Kampusü Tel (0424) 241 11 30 Fax (0424) 241 11 31 Harput Müzesi (Merkez) Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesinin yönetimindeki Harput Müzesinde yöresel el sanatları ile etnoğrafik eserler sergilenmektedir Müzede Selçuklu, Artuklu, Dulkadiroğulları ve Osmanlı dönemlerine ait Elazığ’ın ünlü bakır eserleri, çeşitli araç ve gereçler, ateşli ve kesici silahlar bulunmaktadır Bunların yanı sıra Harput’a özel Çolle denilen giysiler, Osmanlı subay kıyafetleri, taş mühürler, cam lambalar ve yazma eserler de sergilenmektedir Eski Belediye Binası Karşısı Tel (0424) 241 11 30 |
|