Cemil Meriç ( 12.12.1917)- (13.06.1987) |
08-16-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Cemil Meriç ( 12.12.1917)- (13.06.1987)Cemil Meriç ( 12121917)- (13061987) 12 Aralık 1917'de Hatay Reyhanlı'da doğdu Hatay Lisesini bitirdi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girdi Öğrenimini tamamlayamadan Hatay'a döndü Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nâhiye müdürlüğü, Tercüme Kaleminde reis muâvinliği yaptı İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyâtı bölümünü bitirdi Elâzığ Lisesinde Fransızca öğretmenliği yaptı (1942-45) İstanbul Üniversitesi yabancı diller okulunda okutman olarak çalıştı (1946) 1955'te gözleri görmez oldu Fakat talebelerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü 1974 senesinde İstanbul Üniversitesinden emekli oldu 13 Haziran 1987 günü İstanbul'da vefât etti Cemil Meriç'in ilk yazısı Hatay'da Yeni Gün Gazetesi'nde çıktı (1928) Sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Hisar, Türk Edebiyâtı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı Cemil Meriç, gençlik yıllarında Fransızcadan tercümeye başladı Hanore de Balzac ve Victor Hugo'dan yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi Batı medeniyetinin temelini araştırdı Dil meseleleri üzerinde önemle durdu Dilin, bir milletin özü olduğunu savundu Sansüre ve anarşik edebiyâta şiddetle çattı ESERLERİ: Umrandan Uygarlığa (1974), Kırk Ambar (1983) isimli eserleriyle iki defâ Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü kazandı Hint Edebiyâtı, Saint Simon, İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, Bir Dünyânın Eşiğinde, Bu Ülke, Mağaradakiler, Bir Fâciânın Hikâyesi, Işık Doğudan Gelir ve Kültürden İrfana başlıca eserleridir Aldığı ödülleri: Kırk Ambar adlı eseriyle "Türkiye Millî Kültür Vakfı" ödülü, Ankara Yazarlar Birliği Derneğinin"Yılın Yazarı", Kayseri Sanatçılar Derneğince, "İnceleme", Kültürden İrfana adlı eseriyle, Türkiye Yazarlar Birliği "Yılın Fikir Eserleri" ödüllerini aldı HAKKINDA YAZILANLAR Prof Dr Ümit Meriç Yazan, babasına gösterilen ilgiyi yorumladı: Cemil Meriç hayranları günden güne çoğalıyor TAKDİM Artık, Cemil Meriç ismi tefekkürün, çilenin ve bir büyük kültür abidesinin sembolüdür ülkemizde Çünkü, yoz ve sığ bir kuşatma ile adeta bir mağaraya hapsedilmiş olan bizler, Batı’yı da, Doğu’yu da, Hind’i de, Uzak Doğu’yu da hep ondan öğrendik O beyinlerimize düşürdüğü “tecessüs” ateşi ile bizi fikri bir yenileşmeye sevk etmiş, bir kültür ve irfan uyanışına doğru yönlendirmişti Eğer o olmasaydı, ne “Bu Ülke”yi böylesine derinden tanıyabilecek, ne de “Işık Doğu’dan Gelir” fikri ile kendimize dönebilecektik Aramızdan ayrılışının 12 Yılı münasebeti ile, günden güne büyüyen Cemil Meriç dalgası, Cemil Meriç sevdası, Cemil Meriç ilgisi üzerine, değerli kızı, sosyolog Prof Dr Ümit Meriç Yazan hanımefendi ile sohbet ettik SPOTLAR Cemil Meriç, bugün 500 bin kişilik bir okur kitlesine ulaşmıştır Bir teşbihle söylersek, Cemil Meriç bir çiftçidir, Anadolu bozkırına düşünce tohumlarını saçmıştır ve o tohumlar şimdi filizlenip boy atıyor Cemil Meriç’in okurlar cemaatini tanımak, onların üzerinde durmak lazım Artık okurlardan, yazara gitme zamanı gelmiştir Bu konuda çok özel gözlemlerim var Bunlardan en önemlileri, edilen telefonlar, gönderilen mektuplar ve babamla ilgili anma toplantılarında bir araya gelen genç nesillerin yaptığı analizler “Seni tanımakla başladı her şey Sen kopardın kızılca kıyameti Akıllar seninle durdu Kara zindanda doğan güneş sendin Mağaradan seninle çıktım Görmeyen gözlerim, seninle görür oldu Acı çekmek neymiş, fikir neymiş seninle tanıdım Şuurumun lambalarını yakan sensin” Türkiye projeksiyonsuz yaşıyor Gelecekle ilgili hiç bir ideali yok Halbuki büyük devletleri yüzer yıllık, beş yüzer yıllık, biner yıllık projeleri, hedefleri vardır Türkiye günübirlik bir böcek gibi yaşıyor Türkiye’nin geleceğini düşünmesi, geleceği üzerine projeksiyonlar yapması kaçınılmazdır OLCAY YAZICI Bilinen bir gerçek, fakat genç nesiller açısından soruyorum Kimdir o fikrin gökkuşağı olan, Batı’yı da, Doğu’yu da bizlere öğreten, fikrin büyük çilekeşi Cemil Meriç? Onun sadece kızı değil, aynı zamanda gözü, kulağı olan sizden, bir kere daha rica etsek? “Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz!” diye bir sözümüz vardır Bence artık Cemil Meriç’i anlatmanın, tarif etmenin zamanı geçmiştir Çünkü Cemil Meriç, tariflerin ötesine geçmiştir O eserleri ile bugün aşağı yukarı 500 bin kişilik bir okur kitlesine ulaşmıştır Bir teşbihle söylersek, Cemil Meriç bir çiftçidir, vatan sathına, Anadolu bozkırına düşünce tohumlarını saçmıştır ve o tohumlar şimdi onlarla, yüzlerle yeşeriyor, filiz verip, boy atıyor Dış dünya Cemil Meriç’i tanımak istiyor Büyük çileler çekilerek, vatan coğrafyasına dikilen Cemil Meriç çiçekleri açıyor, diyebiliriz yani? Evet, diyebilirizBu çiçekler, topraktan çıkmış, boyatmışlardır Bu bakımdan Cemil Meriç’in artık okurlar cemaatini tanımak, biraz da onun üzerinde durmak lazım Artık okurlardan, yazara gitme zamanı gelmiştir Bu okurlar cemaati ile ilgili olarak benim çok özel gözlemlerim var Bunlardan en önemlileri de, edilen telefonlar, gönderilen mektuplar, babamla ilgili anma toplantılarında bir araya gelen genç nesiller 1997’nin Aralık ayında Tarık Zafer Tunaya kültür merkezinde, Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi tarafından düzenlenen toplantıdaki konuşma metinleri İz yayınları tarafından kitaplaştırıldı Adı ise ilginç, “Cemil Meriç ve Bu Ülkenin Çocukları” Bu okurlar cemaati ile iki senedir temasımızı hiç kaybetmedik Ayda bir defa toplanıyor, bazen Cemil Meriç’in eserleri üzerine, Cemil Meriç’ten alınan ilhamla yeni olaylar üzerine görüş ve fikir alış verişinde bulunuyoruz Ayrıca, Tunus Üniversitesi’nin tarih profesörü Abdülcemil Temimi’den, Cemil Meriç’in Arapça’ya tercümesi için teklif geldi Konuşma sırasında babamın adı geçti Ne yazık ki, müslüman bir Arap entellektüeli olarak, muhterem babanızı tanımıyorum Benim gibi diğer Arap dünyası da maalesef tanımıyor Türkiye’nin bu kadar önemli bir yazarını tanımamak, bizler için ayıp sayılır Babanızı bana biraz tanıtınız, dedi Ben de peki dedim ve “Bu Ülke”yi açarak ona, “Kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik!” cümlesiyle başlayan bölümü okudum Temimi öylesine etkilendi, öylesine beğendi ki bu cümleyi, lütfen dedi, babanızdan bir seçme yapınız ve onu vakit geçirmeden Arapça’ya tercüme edelim Arap dünyası, 20 Yüzyıl Türk kültürünün yetiştirdiği bu irfan adamını mutlaka tanımalıdır Bu münasebetle bir yıldır Cemil Meriç’in Arapçaya çevrilmesi metinleri üzerinde çalışıyoruz Cemil Meriç’e karşı büyük bir ilgi Ayrıca Türk cumhuriyetlerinde de, Cemil Meriç’e karşı büyük bir ilgi uyanmaktadır Cemil Meriç’in, Kazak ve Azerbaycan Türkçesine tercümesi yolunda da teklifler var Yani biz belki Cemil Meriç’i dış dünyaya yeterince tanıtmadık, fakat dış dünya kendiliğinden Cemil Meriç’i tanımak istiyor, bunun için sınırları zorluyor Çünkü Türkiye’yi tanımak demek; bir anlamda Cemil Meriç’i tanımak demektir Bu arada Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan bir davet aldım “20 Yüzyıl Türk Kültürüne Yön Verenler” başlıklı bir dizi başlatıyorlar Şahsiyetler arasında babam Cemil Meriç’in yanı sıra, Mehmet Akif, Peyami Safa, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Kemal Tahir gibi isimler de bulunuyor Bir şehre, bir köye ve bir mahalleye tek bir Cemil Meriç sevdalısı bile düşmüş ise, o belde zamanla fikri bir tutuşma yaşayacak demektirGenç Cemil Meriç severler kimlerdir? Ne tür mektuplar geliyor size Babanızla ilgili olarak? Cemil Meriç’i tanımak isteği daha çok yurtdışından geliyor Türkiye’yi tanımanın, önce Cemil Meriç’i tanımaktan geçtiğine inanıyorlar Psikoloji bölümünden mezun bir öğrencinin, Elif Özdemir’in, babam Cemil Meriç’le ilgili yazdıklarını aktarmak istiyorum Bir bir profil çizmek için Elif benim öğrencim 1997 yazında Amerika’ya gitti Biliyorsunuz dünyanın en büyük kütüphanesi Washington’dadır Orada, Türkiye’den yazar var mı diye araştırmış, bakmış ki, kütüphanede “Hint Edebiyatı” var, “Bu Ülke” var, “Jurnal” var, “Mağaradakiler” ver, “Işık Doğu’dan Gelir” var, “Kırk Ambar” var, “Ümrandan Uygarlığa” ve “Sosyoloji Konuşmaları” var Yani, seçmeyi bilen her idrak Cemil Meriç’i arayıp buluyor Yerliden, evrensele açılmak demek bu olsa gerek? Evet, evrensellik bu demekGelelim, Cemil Meriç’in okuyucular cemaatine(Ümit hanım özellikle bu kavramı kullanıyordu Biz de değiştirmedik) Bunların içinde yazarlar da var Cahit Koytak’ın yazdığı ilginç bir şiir var Adı “Son Osmanlı” Cemil Meriç okurlarını daha yakından tanımak için, Tarık Zafer Tunaya’daki toplantıya katılan, 17 yaşındaki Şükran Çatak’ın yazdığı mektubun ilk sayfasını okumak istiyorum: “Sayın Ümit Meriç Yazan, güzel paylaşımlara, dorukta mutluluk ve duyumlara vesile olduğunuz için teşekkürler Kendimi hala bir rüyanın içinde hissediyorum Ve oradan sesleniyorum şu an size Fakat sanırım her şey gerçek, rüyadaki gibi eksiksiz ve güzel Ve en önemlisi artık baş rollerden birini de ben oynuyorum Sizinle, Cemil Meriç günlerini paylaştık Teneffüs ettiğimiz havayı, kitabı, tarihi, heyecanları paylaştık Yüreklerimiz tek bir yürek oldu Beynimizi büyüttük o gün Yüreklerimizle birlikte fikirlerimizi, ülkülerimizi, heyecanlarımızı da büyüttük Tüm bunları harflere, kelimelere, cümlelere hapsettim Onları seslere bağladım Ben yeni heyecanları da yine seslere, kelimelere kilitleyeceğim Benden yeni sesler gelecek kulaklarınıza” Cemil Meriç için şeref defteri Bir de defterim var Cemil Meriç’in şeref defteri Defterin ilk sayfasına 4 Mayıs 1997’de kızıma hitaben şöyle bir şey yazdım: “Sevgili Hazal, bu defter Cemil Meriç’in fatihi olduğu serdengeçtilerin defteridir Ona sahip çık Çünkü bu liste, sana bırakacağım mirasın hepsinden daha önemli, daha ölümsüz ve daha anlamlıdır Deden, bu ülkede bir düşünce aristokrasisi yarattı Bu listede onların şeref listesini bulacaksın” Daha sonra bu deftere çeşitli isimler, Cemil Meriç’le ilgili duygu ve düşüncelerini yazdı Onlardan birini size okumak istiyorum Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi, Mahmut Çalışır’ın yazdıkları şöyle: “Seni tanımakla başladı her şey Sen kopardın kızılca kıyameti Akıllar seninle durdu Kara zindanda doğan güneş sendin Mağaradan seninle çıktım Görmeyen gözlerim, seninle görür oldu Aşk neymiş, acı çekmek neymiş, fikir neymiş seninle tanıdım Şuurumun lambalarını yakan sensinSeni tanıdıktan sonra vatansız, kimliksiz kaldım Seni tanıdıktan sonra ruhum boyalı bir kuş oldu Şimdi ben göçebe bir serseriyim Havarisiz İsa’yımSeni tanımadan önce önümde iki kapı vardı Biri cinnet, biri ölümdü Şimdi üçüncü bir kapı var: O aşk kapısıKitaplar yaralarıma şifa olmaz oldu Artık ben de karar verdim kitap olmaya Seninle büyütüyorum acımı, hüznümü ve kendimiBen dergahtan kovulan dervişim Körler seninle görür oldu Sağırlar seninle duydular Dilsizlerse şimdi hatip!” Bir başka öğrenci, Yusuf Emre’nin yazdıkları ise şöyle: “Utanıyorum ismini yazmaktan, fikrin devasa insanı Bu nesil adına Bir sarmaşık gibi sarıldım, aşık olduğum kitaplarına Bu aşkın büyüsünü bana kim yaptı? Bilmiyorum Ama böyle bir büyüye nesil olarak muhtaç olduğumuzu biliyorum Sen dünyaya hiç bir zaman kör bakmadın Bizler ise açık gözlerimizle kör yaşadık Yıllarca bilgiye, kültüre karşı aç yaşadığımız için, hislerimizi de kaybettik Okumamakla ve kitaba yabancı kalmakla, en şiddetli zulmü kendimize reva gördük Ruhaniyetin karşısında şimdi biz utanmayalım da, kimler utansın? Kazanma adına hiç bir şeyini boşa kaybetmedin Seninle bir defa daha, yoklukta varlık cilvesinin sırrını anladık Med-cezire maruz kalan sıkıntıların dalgalar gibi sahilindeki kayalara vuruyor Ama sen aşınmadan, kızın ellerinden tutarak, yoluna devam ediyordun Biz ise kıymetini bilemediğimiz zaman sermayesinin yokluğundan şikayet ettik durduk Az da olsa yürüyebilseydik, duranların haline ağlamayı öğrenecektik Fakat şimdi kendi halimize bile ağlayamıyoruz Kapalı gözlerinle kitaplara selam sarkıtıyordun Son anlarında kapalı şuurunla, Muhammet Sevgilim diyordun Ağzından çıkan son cümleyi duyduğumda, iliklerime kadar titrediğimi hissettim Ağlamadım dersem, yalan olur Şuurunun kapalı olduğu bir anda bile, Muhammed Sevgilim diyordun Yaşasaydın, söylediğin bu cümle için sana köle olmaya razı olurdum” Bunlar gibi daha yüzlerce mektup var Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, Cemil Meriç’in Anadolu bozkırına saçtığı tohumlar artık bugün çınar gibi boy atıyor Meriç soyadı siyasetin üzerindedir Seçim öncesinde siyasi çevrelerden size aday olmak için teklifler geldi Fakat, bunları kabul etmediniz Neden? Siyasete soğuk mu bakıyorsunuz? Öğrencilerime de söylediğim bir cümle var O da şudur: Sizler bütün partilerin üstündesiniz Kendinizi bir parçaya mahkum ederek, bütünden vazgeçmeyiniz Sosyolog bir partinin değil, Türkiye’nin sosyologu olmalı Türkiye kendi kendisini tanımayan bir ülke haline gelmiştir Türkiye projeksiyonsuz yaşıyor Gelecekle ilgili hiç bir ideali yok Halbuki büyük devletlerin yüzer yıllık, beş yüzer yıllık, biner yıllık projeleri, idealleri, hedefleri vardır Türkiye ise plansız, programsız ve günübirlik, adeta bir böcek gibi yaşıyor Türkiye’nin geleceğini düşünmesi, geleceği üzerine projeksiyonlar yapması şarttır Yarınla ilgili planlar bugünden yapılmalı Eğer bu yapılmazsa, yarınla ilgili ümitlerimiz de olamaz Sosyologların bu sahada faydalı olacağına inanıyorum Fakat, sosyologlar hükümetlerin değil, devletin sosyologu olmalı Konuya dönersek, evet, Meriç soyadının siyasileşmemesi için siyasete atılmadım Çünkü o Türkiye’nin bütününü kapsayan kuşatıcı bir isim Bu isme saygı göstermek, benim babama karşı bir görevimdir Kalemin kutsiyetine inanıyorum Dünyanın küçüldüğünden ve küreselleşmeden söz ediliyor 2000’li yıllarda genel bir dünya devleti kavramı mı ağırlık kazanacak, yoksa milli kimlikler mi ön plana çıkacak? Tabii bu sorunuza homojen bir cevap vermek mümkün değil Çin ve Türk milleti gibi binlerce yıldan beri süregelen milletler vardır Avrupa millet bilinci var Bir de ayrıca tarih boyunca hiç devlet kurmamış etnik unsurlar var Yani globalleşme karşısında milletlerin durumu ne olacak sorusunun cevabı tek olamaz Elbette dünya çok küçüldü İlk defa bu kadar kısa zamanda milletler birbirlerinden haber alır hale geldi Ben bilgisayarıma tıklıyor ve Avusturya’daki bir profesörle sosyoloji üzerine konuşabiliyorum Bu küçümsenecek bir şey değil Salise farkı ile fikir alış verişinde bulunabiliyoruz Bu manada elbette dünya küçüldü İnsanlar oturduğu yerden, bilgisayar aracılığı ile uluslararası konferans verebiliyor Fakat bu anlattıklarımdan teknolojiyi çok yücelttiğim, övdüğüm anlaşılmasın Ben evime bilgisayar almadım Hatta önce daktilo ile yazıyordum Onu da bıraktım Şimdi sadece elle yazıyorum Yani kalemin kutsiyetine inanır hale geldim Kalem kutsaldır Çünkü üzerine yemin edilmiştir Bilgisayar bir yerde hain bir araç Bir virüs çıkıyor ve her şeyi, bütün bilgiyi, emeği sıfırlayabiliyor Oysa elle yazılan bir kelime yüzlerce sene silinmeden saklanabilir Şüphesiz faydalı bir araç Fakat ben bugüne kadar bilgisayar kullanarak, dahiyane bir eser sahibi olmuş tek bir insanla karşılaşmadım Fakat insan dahi ise belli şeyleri kullanmak açısından bilgisayardan istifade edebilir Zaten dünyanın en önemli bilgileri hiç bir zaman bilgisayarlara yüklenmez Ölçü, değişirken “biz” kalmak olmalı Toplumların değişmek kaçınılmaz durum Fakat değişirken toplumun kendisi kalması, bu ana rengi muhafaza etmesi önemli Değerli sosyologumuz Prof Dr Mümtaz Turhan hoca, ölçüyü “biz kalarak değişmek ve değişirken biz kalmak” şeklinde özetliyor Sizce ölçü ve denge nasıl kurulmalı? Bunun ölçüsünü, mayasını hiç bir birey koyamaz Yalnız sosyolojik kanun olarak bir hakikat var O da şudur: hiç bir toplum bütünüyle aynı kalamaz Ve yine hiç bir toplum bütünüyle değişemez Yani değişirken aynı kalır, aynı kalırken değişir Mümtaz hocanın ölçüsü doğru Bu bakımdan hiç bir ideoloji sonsuz, ölümsüz değildir Tabii ki dinleri bunun dışında tutuyorum Söz konusu olan beşeri ideolojilerdir Beşeri nizamlar ise daima birbirini aşacaktır Sosyal hareketleri bir yerde kontrol etmeniz mümkün olmaktan çıkabilir Kendi kanununu kendi uygular |
|