Sahte Kahramanlar-Nfk |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sahte Kahramanlar-Nfkİlan edilmesinde sahte kahramanların kuklalık yaptıkları Tanzimatı (ve peşinden gelen Islahat'ı) ve Tanzimat zihniyetini tam olarak anlayabilmek için, devrin paşalarının yakından tetkik edilmesi ve ruh cephelerinin net şekilde teşhiri elzemdir Tanzimatı ilan eden Mason Mustafa Reşit Paşadan başlayarak, sırasıyla Ali, Fuat ve Mithat Paşaların anlatıldığı bölümleri kitaptan iktibas edelim ve Tanzimatı Batıdan gelen bir hediye gibi kabul eden ve verdikleri zarar ile Enver, Talat, Cemal Paşaların atası olma mahiyetinde olan bu sahte kahramanların iç yüzünü, aynı zamanda devletin içinde bulunduğu bataklığı görelim Osmanlı devletini kuran Osman Bey ne kadar muazzam bir iman zeminine sahipse, çürümenin en bariz meyvesi olan Tanzimatı ilan eden ve destekleyen paşalar da o kadar iman yoksunuydu Minarenin kuyuya tahavvül edişi ahte Kahramanlar-NFK[/url] İşte sahte kahramanların kapısına geldik! Bu fabrikanın ilk ve muhteşem mamulü, Büyük Reşit Paşa diye anılan Mustafa Reşit'tir Fransız İnkılâbından 10 yaş küçük Demek ki, 1779'da doğmuş İstanbul'lu Dedeleri Kastamonulu Tahsili yarım kalıyor, Mora Seraskeri eniştesi Ali Paşanın yanına gidiyor O zamanlar Yunan isyanları başlıyor İlk gençliği orada geçiyor Ali Paşa azlediliyor, İstanbul'a geliyor ve Davutpaşa'da tek katlı, iki odalı, basit bir kulübeciğin içinde aylarca, mevsimlerce müthiş bir sefalet hayatı yaşıyor Mustafa Reşit Paşanın dâva ahlâkını birazdan göreceksiniz Şimdi şahıs ahlâkına ait bir vesika görelim: Davutpaşa'daki o sefalet yerinde oturan Mustafa Reşit bir adamla tanışıyor Adam buna acıyor Orta halli bir adam, basit, kendi halinde, sâf ve temiz Bir kızı var, kızını ona veriyor ve iç güveysi olarak yanına alıyor, sefaletten kurtarıyor onu Babıâli'de de kaleme kâtip giriyor Biraz sonra Mora Seraskeri Ali Paşa ölüyor, yani eniştesi Eniştesinin odalığı olan bir Âdile Hanım var ki, Fındıklı'da, İstanbul'da büyük köşkleri, konakları var Âdile ona bir mektup yazıyor; "karını bırak, beni al!" diyor İşte ilk işi, menfaat için, zavallı, kendisini sefaletten kurtaran ailenin kızını boşamak oluyor ve gidip Âdile Hanımı alıyor Buradan başlıyor şahsî ahlâkı Sadaret mektubî odasında kâtiptir İkinci Mahmud devrindeyiz 1224'de, Rus muharebesinde, Padişahın bir emriyle, saraya muntazam raporlar gelmesi için Babıâli kâtiplerinden bir heyet kuruyorlar O da heyet arasında cepheye gidiyor, birtakım raporlar yazıyor Tanzimat Paşası tipi, Tanzimatçı tipi bu Hiçbir girifte inmeksizin, işin kolayına giderek, gayet canlı, açık, konuşma diliyle raporlar yazıyor Raporlar da Padişaha gidiyor O da padişahların çok kolaycılarından biri Fevkalâde hoşuna gidiyor raporlar "Kim yazdı bunu?" diye soruyor "Mustafa Reşit kulunuz!" "Gelsin İstanbul'a" İşte meccanî kahramanlık böyle başlıyor Biraz sonra sahtede bitecek iş Padişahla görüşüyor Padişah ona hemen Fransızca öğrenmesini tavsiye ediyor Oradan hariciyeye geçiyor ve ikbal kapıları açılıyor 1246'da, Mısır'da Mehmed Ali Paşaya gönderiliyor; bir heyet içinde gidiyor Bir ân duralım, devletin ne halde olduğunu görmek için Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa devlete isyan halindedir Oğlu İbrahim Paşa bütün Suriye'yi çiğnemiş, Kilis taraflarında, Nizip'te Muharebeyi kaybetmişizdir Muharebeye ait bir şey söyliyeyim de hoşa gitsin Muharebede Almanların meşhur Büyük Molteke'si yüzbaşı rütbesinde, bizim orduda mütehassıs Tavsiye ediyor: "Şurada, şurada mevzi alalım, şu hücumları yapalım, şu plânı tatbik edelim!" "Hayır!" diyorlar; "müneccim başının raporuna muhaliftir sözünüz!" Alın kaba softayı! Hadîs: "Külli müneccim-ün kezzâb - Bütün müneccimler yalancıdır!" Bir gün Mekke'de büyük bir yağmur yağacağına dair bir müneccim falı çıkmış ortaya; ve Allahın Resulü bu muazzam Hadîsi buyurmuşlar Tesadüf veya hikmet, ertesi günü yağmur yağmış Yani müneccimin dediği çıkmış O kadar yağmış ki, Allahın Resulü elleriyle ve maşrapalarla suları dökerken yine "Küllü Müneccim-ün kezzâb" derlermiş Yani müneccimlerin dediği olduğu halde Resûlullah ısrar ediyor: Müneccim yalancıdır! Şimdi bu ısrarın büyüklüğünü şuradan anlayın ki, Alman iktisat kitaplarında bunu misal diye gösterirler Bir teşhiste o teşhisin ilmî yanılması -bir defalık-, teşhisin kökünden yanlış olması demek değildir Misâl olarak da bu Hadîsi ele alır onlar Onlar ilimde, ilmî metodda istifade ediyor bizim hikmetlerimizden de, biz cehlimizin büyüklüğünden, cehlimizi biraz silecek kadar olsun istifade edemiyoruz Neyse; İbrahim Paşa Kütahya'ya kadar geldi; Kütahya'ya kadar Bir vali! Ve bizim devletimiz Rusya'ya el açtı; baş düşmanına "Beni valimden kurtar!" diye Böyle bir zillet hangi tarihte var? Mustafa Reşit'i Mehmed Ali Paşaya gönderdiler Mehmed Ali Paşa mağrur, ordular kurmuş, Fransa'nın himayesine geçmiş Ağzına gelen küfrü ediyor Padişaha "Bir dakika!" diyor Mustafa Reşit Paşa "Ne oldu?" diyorlar "Bir dakika!" diyor ve başlıyor hüngür hüngür ağlamaya Demin size Tanzimatçı Paşadan bahsettim Tanzimatçı Paşa, ya ağlar, yahut nezaketinden Sadaret hademelerine "bendeniz" diye hitap eder İşte Ruslara el-avuç açtıran vezirlerden biri O günlerde yapılacak olan şey, bir ana-baba günü heyecaniyle ayaklandırıp milleti ve Anadolu Türkünü, kendisine ihanet eden valiyi kökünden kazımak ve devletin şevketini tesis etmekti Bunun için icabında vezirler ve paşalar da başta, Padişah Anadolu'nun içine dalacaktı Hayır! "Düvel-i muazzama"ya avuç açmak! Politika budur Tanzimatta! Paris ve Londra sefaretleri Evvelâ sefaretlerde dereceler alıyor Büsbütün garp hayranlığı kaplıyor onu Nihayet Hariciye Nazırlığı ve Nazırlık uhdesinde olarak Londra sefiri Sene 1255 Eski harfleri bilenler, 5'in bir yuvarlakla yapıldığını bilirler Zamanın şairi hemen oturtuyor: "Bir, iki, iki delik Abdülmecid oldu melik!" 1255 Abdülmecid tahta çıkıyor Ve o, Hariciye Nazırı, Londra sefiri iken tam aradığı zayıf padişahı bulduğu için çat diye İstanbul'a geliyor Sene Milâdî 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu Gülhane Parkında bütün vezirler toplanıyor Ekalliyet temsilcileri de Patrik, hahambaşı, şu, bu Herkes setresini, yeni elbisesini giymiş; artık eski kavuklar yok Birtakım tuğlar parlıyor feslerin üstünde! Ne aldığını biliyor, ne verdiğini, memleket Bir hayret âlemi! Gülhane Hatt-ı Hümayunu okunuyor Şeriatın medhi ile başlar hat Şeriat-ı Garra-yı Ahmediyye tabiriyle Ne istiyoruz biz bu adamdan öyleyse? Fakat o ne müthiş sinsi ya-hudi ve münafık tabiyesi Şeriatın medhiyesi ile başlayan Gülhane Hatt-ı Hümayunu, bizi basit Avrupa demokrasilerinin İslâmiyette 1300 sene evvel hakikati konmuş olan usûllerine davet eder Şöyle: Can masundur, ırz masundur, mal masundur, adalet gelecek, müsavat gelecek Basit, yalama olmuş nakarat Bunları öne süreceğine, Şeriat ihya edilecektir, desene Hayır! Şeriat medhediliyor, fakat bunlar sanki Şeriatta yokmuş gibi gizli bir Şeriat düşmanlığı içinde bir Avrupalıcılık güdülüyor Tabiye bu, tertip bu, usûl bu Ve bunu Hariciye Nâzırı sıfatiyle yapıyor Ne selâhiyet! Sadrâzam da değil henüz Padişah da orada; titreyen bir tuğ fesinde, bütün bunları hayretle, piyano dinler gibi dinliyor, Çünkü pek bayılırdı piyano dinlemeye Biraz sonra Abdülhamîd'i göreceğimiz zaman aslîlik ve şahsîlikte büyüklüğünü bir kere daha anlıyacağız Ferman kabul olunuyor Avrupalılara teminat Avrupalılar da başımızda, ellerinde birer değnek, "ıslahat, ıslahat, ekalliyetlerin işi, teminat, ıslahat" diye bağırıp duruyor Kimse onlara "dahilî işlerimize müdahale edemezsiniz!" diyemiyor 1262'de (1845), Sadrâzam oluyor Bir türlü olamayan bir eser vermeye çalışıyor: Darülfünun (üniversite) Avrupa'da gördü ya! Bir de Fransızların akademisine mukabil, (Akademi Fransez), "Encümen-i Dâniş" isimli bir şûra kuruyor Âzası da kim? Kendisi, Âli Paşa, Fuad Paşa ve ekalliyetten bazı tipler Yahu, Fransız Akademisi, Fransız kültürünün dayandığı adamlardan kurulur En büyük adamlardan Böyle kopyacılardan değil Âli ve Fuad Paşaların ismi geçti Evet bunlar da Mustafa Reşid'in iki çırağı, çömezi O Sadrâzam, öbürü Hariciye Nâzırı, beriki Sadaret müsteşarı Biraz sonra düşecektir Mustafa Reşit; yerine öbürü Sadrâzam, daha öbürü Hariciye Nâzırı! Bir üçgen bu Ne kadar büzülse, çarpılsa, hep aynı üçgen; bozulmuyor, çizgi değiştirmiyor Bunlar birbirlerine benziyorlar, tıpatıp Mizaçları, tavırları, halleri, daima birbirinin aynı Hemen, sırası gelmişken söyliyelim: Mustafa Reşit Paşa bir numaralı masondur Âli Paşa iki, Fuad Paşa üç () Mustafa Reşit altı defa sadrazam oldu Üç kişi bir usta ve iki çırak arasında bir köşe kapmacadır gitti Şimdi de bu adamın dâva ahlâkına geldi sıra Bu adam makamından uzaklaştırılmışken, Âli Paşa çıktı ve 1855 fermanını getirdi Bu 1839 fermanının daha genişlemişidir Yani Mustafa Reşit Paşanın eseri zenginleşmiş oluyor Kendi iktidarı değil diye ne diyor bunun için biliyor musunuz? "Hainler tarafından Avrupa'ya verilen vatan tahribi vesikası" Kendi öz eseri için diyor bunu Hainler tarafından Avrupa'ya verilen vatan tahribi vasıta veya müsaadesi Eğer kahramanlıklarını tatbik edecek mevkide değillerse, kendi eserlerini inkâr eder sahte kahramanlar, ve umumiyetle -şimdi misallerini göreceksiniz-, birbirlerini sevmezler Her biri öbürüne düşmandır Bu adamların Avrupaca nasıl telâkki edildiğini anlamak için bizzat Avrupalıyı dinleyelim: Engelhardt (Angelhard) isimli "Türkiye ve Tanzimat" adını taşıyan bir kitabın müellifi aynen şöyle söylüyor, Mustafa Reşit Paşa için: "Mustafa Reşit Paşa Avrupa'yı tatmin etmek, itimadını kazanmak ve onun ayağı dibinde çömelmekten başka hiçbir politika ve gaye takip etmiş değildir" Avrupalı uşağını iyi tanıyor Mes'ud hatalar devam etti "Mekteb-i sultanî" şimdiki Galatasaray Dünyanın neresinde öz münevverini yetiştiren bir mektebin yabancı lisanla tedrisat yaptığı görülmüştür? Peşinden "Düyun-u Umumiye", Osmanlı Bankası Ayrı bir üçgen Mustafa Reşit Paşa, Âli ve Fuad Paşalar gibi Banka burada Garp sermayesinin gardiyanı, "Düyun-u Umumiye" haciz işinde icra memuru; "Mekteb-i sultanî" de Avrupa kültürünü besleyen manevî müstemleke ocağı Bunlar şahsiyetsizlik nesillerinin ilk tohumlarını attılar Ruhiyat ve fikriyatta da Topkapı Sarayı ile Mecidiye Kasrı arasındaki münasebetten ileriye gidemediler Şunu her zaman söylerim: Topkapı Sarayı, eski mimarînin içine kapalı muhteşem, manalı ifadesidir Ve onun yanında, kümes gibi, küçücük Mecidiye Kasrı (Barok) ve (Rokoko) dediği piç mimarî, Avrupalının Piç, köksüz mimarî Şu Beylerbeyi sarayları, Dolmabahçeler, filân Hepsi aynı mânada Tanzimatçı kafası bu Avrupalıyı dışından taklit, Avrupa'nın hiçbir çilesini bilmeden, tanımadan Bütün bu ıslahat ve gayretler, bir vebalının yüzüne sıhhatli görünsün diye pudra serpmesinden farksızdır Manevî müstemleke manzarası; sefirler, bankerler saltanatı ve "düvel-i muazzama" korkusu Sanki bir beslemedir Türk hükümeti; "düvel-i muazzama" da onu her ân çimdikliyen tepesindeki zulüm cadısı Dâva ahlâkını da gördük onun 1857de Sahil sarayında öldü, yani yalısında İpekler, halılar, altunlar, âvâmiler içinde Nerede Davutpaşa'nın idealist, parasız genci? Onu kahramanlaştıran İttihad ve Terakkidir, diğerleriyle beraber İttihat ve Terakki -zaten üzerinde çok kısa duracağız-, sahte kahramanlar sirkidir En küçük fin köpeğinden devine kadar Hüküm: Büyük Reşit Paşa sahte kahramanlık vasfıyle Batılılık veya Batıcılık maymunlarının atasıdır |
|