Ömer (Ra.) Ve Düşünce Birliği |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ömer (Ra.) Ve Düşünce BirliğiÖMER (RA) VE DÜŞÜNCE BİRLİĞİ Devlet merhaleden merhaleye geçtiği, toplumsal ilişkilerini yeni esaslar üzerine yeniden bina etmek istediği zaman düşünce birliğini sağlama problemiyle karşı karşıya kalır İslam'ın doğuşu sırasında Araplar, belirli ve muayyen prensiplere tabi idiler Bu prensipleri atalarından ve büyüklerinden irsi bir şekilde kazanmışlardı ve bunların gölgesinde yaşamaya devam ediyorlardı Toplumsal ilişkilerini de buna göre düzenlemişlerdi Daha sonra İslam gelince bunların büyük çoğunluğunu ortadan kaldırarak eski değerlerin yerine yeni düşünceler ve prensipler getirdi Bu sahada halka, sizin inandığınız gelenek ve görenekler İslam’ın ortadan kaldırdığı geleneklerdir demek yeterli değildir İslam’ın eskilerin yerine yenilerini takdim etmesi, halkın bu değişikliklerin hikmetini anlaması ve eskinin yerine yeninin geçmesinin sebebinin ve illetinin bilinmesi gereklidir Bu anlamı ifade eden ayet-i kerime'de Allahü Tealâ şöyle buyurmaktadır: "Bedeviler (iman ettik) dediler De ki: "Siz iman etmediniz amma (bari) Müslüman olduk deyin İman henüz sizin kalblerinize gir(ip yerleş)memiştir Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz O, sizin amel ve (hareket)lerinizden hiçbir şey eksiltmez Çünkü Allah (mü'minleri) çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir" [33] İman, İslam'dan sonra gelen merhaledir Çünkü bu merhalede düşünce ile eylemin birbirine uygun olması, birbiriyle çelişmemesi gerekir Çünkü uygulama safhasına girmeyen teorik düşünceden bir hayır beklenemez İslam toplumunun yeni düşüncesi Allah'ın kitabında mevcuttur İşte bundan dolayıdır ki, Ömer (ra) Allah'ın kitabına çok büyük itina gösteriyor, en önemli işi olarak onu görüyordu Kur'an hafızlarının şehit olmaları üzerine bundan sonra Kur'an-ı Kerim'i ezberleyenlerin yok olacağından korkarak bütün Kur'anın tek bir kitap haline getirilmesindeki düşüncesini ve bu düşüncenin bilahare nasıl gerçekleştiğini daha önce görmüştük Tarihçilerin oy birliğiyle onayladıkları Ebu Bekir (ra)'in devrinde gerçekleşen en tehlikeli işlerden biri Kur'an'ın tek bir kitap haline getirilmesi olayıdır Ömer'in Allah'ın kitabına karşı duyduğu aşın muhafaza korkusu onu hadislerin yazılmasının yasaklamasına ve hatta daha önceki iki fasılda belirttiğimiz gibi, yazılmış olan hadislerin yok edilmesine şevketti Ömer, hadislerin yazılmamasiyla da yetinmeyip fazla hadis rivayet edilmesini de yasakladı Buna ters hareket edenleri terbiye etmek suretiyle cezalandırma yoluna gitti Bütün bunları, halkın başka şeylerle meşgul olup Allah'ın kitabını hıfzetmemelerinden doğan endişesinden dolayı yapıyordu Özellikle bu dönem İslam ordularının doğu ve batı cephelerinin her tarafına yayıldığı ve devletin başlangıç yıllarını yaşadığı bir zamana rastlıyordu Bu sebeple Ömer (ra), Sire kitaplarının rivayetlerine göre Müslümanların yeni fethettikleri ülkelerde, karşılaştıkları kitaplarla ilgilenmemelerini İstedi ve bunu yasakladı Bu husustaki rivayetlere göre bir adam Ömer b Hattab'a gelerek şunları söyledi: “Ey mü'minlerin emirî! el-Medain'i fethettikten sonra orada elime bir kitap geçti Bu kitabın içinde acaip ve garaip şeylerin yazılı olduğunu gördüm” Ömer, adamın konuşmalarını dinledikten sonra kendisine şunu sordu: “Bahsettiğin Allah'ın kitabından mıdır?” Adam, "Hayır" cevabını verdi Bunun üzerine Ömer (ra) Allah'ın kitabından şu ayeti okudu: "Elif, lam, ra Bu (surenin ayetlerinde her hakikati) açıklayan kitabın (Kur'an'ın) ayetleridir Hakikat biz onu (manasına) akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik Biz sana bu Kur'an-ı (sureyi) vahyetmek suretiyle en güzel beyanı kıssa olarak anlatacağız Halbuki sen daha evvel bundan elbet haberdar olmayanlardandın" [34] Daha sonra adama şunları söyledi: "Sizden önceki milletlerin helak olmalarının sebebi, rahiplerinin ve alimlerinin kitaplarına sarılıp İncil'i ve Tevrat'ı ihmal etmeleriydi Böylece bu mukaddes kitapların içindeki ilimleri kaybettiler" Ömer (ra) örnek kişiliğini ortaya koyup söylediklerini tavırlarıyla doğrulamak için Kur'an okuyanları bir araya topluyor, kendilerine büyük değer veriyordu İbn Abbas'ın rivayetine göre, Kur'an okuyanlar, Ömer'in meclisinde bulunan arkadaşları ve müsteşarları idiler Ömer bu hususta ihtiyarlar ile gençler arasında bir ayırım yapmıyordu Ömer (ra) Kur'an-ı Kerim'e o kadar saygı gösterdi ki, günümüzde bazıları onun bu hareketi aşırılıkla itham edebilirler Rivayete göre, bir adamın elinde küçük bir Kur'an gördü Adama Kur'an'ı kimin yazdığını sordu Adam kendisinin yazdığını söyleyince, elindeki âsâyı kaldırarak şöyle dedi: "Kur'an'a çok saygı gösterin" Ömer (ra) Kur'an'ın geniş çevreye yayılmasını sağlamak için hafızları kırsal bölgelere gönderiyordu Bu husustaki rivayetlere göre, Ebu Süfyan adında birini halka Kur'an öğretmesi için kırsal kesime gönderdi Ebu Süfyan Kur'an'ı okuyamayanlan dövüyordu Bir gün halka hitap ederek şöyle dedi: “Ey insanlar! Öyle bir zamana geldik ki, Kur'an okuyanların Allah'ı ve onda olanları kastettiklerini tasarlıyordum Bana öyle geliyor ki, bazı insanlar Kur'an okumakla insanlan ve ellerinde bulunanları kastediyorlar Kur'an okumakla ve yaptığınız işlerle, Allah'tan başka kimseden bir şey beklemeyin Ömer (ra) Müslümanların çok Kur'an okumalarını ve ezberlemelerini istiyor, bununla da yetinmiyor, Kur'an'ın manasını iyi anlamalarını talep ediyordu Kur'anı anlamadan okumalarını istemiyordu Çünkü Kur'an yalnız mübarek olduğu için okunmaz Hükümlerinin dini ve dünyevi işlerimizde uygulanması ve hakim olması için okunur Ayrıca Ömer (ra) Kur'an ayetlerinin benzer ayetler olduğunu ve bunun Müslümanların dağılıp tefrikaya düşmelerine sebep olmaması gerektiğini biliyordu Bu sebeple Müslümanları tefrikaya düşürmek ve düşüncelerini bu ayetlerle (benzer ayetlerle) karıştırmak isteyen kişi kim olursa olsun, kendisine karşı katı bir tavır oluyor, taviz vermiyordu Bu husustaki katı davranışlarını dile getiren rivayet şu şekildedir: Sebiğ b Esel adında birisi Müslümanların arasında dolaşarak Kur'an'daki benzer ayetleri soruyordu Bu şekilde hareket ederek Mısır'a kadar vardı Amr b As kendisini halifeye gönderdi Elçi halifeye gelip eyalet başkanının kendisine göndermiş olduğu mektubu okuyunca halife şöyle sordu: “Adam nerede?” Adamı kendisine getirdikleri zaman adama sordu: “Yeni bir bid'at mı ortaya atmak istiyorsun?” Ve kendisini incitecek şekilde dövdü Daha sonra belli bir süre onu terketti Tekrar yanına çağırarak bir daha dövdü ve bu durumu üç kere tekrarladı O zaman adam kendisine şöyle söyledi: “Şayet beni öldürmek istiyorsan, iyi bir şekilde öldür Ama beni tedavi etmek istiyorsan vallahi ben bu konuda tedavi oldum ve şu anda suçsuz bir insanım” Bunun üzerine Ömer memleketine dönmesi için kendisine izin verdi Ebu Musa el-Eş'ari'ye yazdığı mektupda da kimsenin bu adamla birlikte oturmamasını emrediyordu Ebu Osman en-Nehdi bu hususta der ki: "Bulunduğumuz yere geldiği zaman yüz kişi bile olsak, oradan kalkar ve dağılırdık” Ve Zer'e der ki: "Sebiğ'i gördüğümde sanki uyuz bir deve gibiydi Herhangi bir grubun yanına yaklaştığı zaman veya gelip oturduğu zaman kimse onu tanımazdı” Başka bir gurup onu yanına çağırır ve derlerdi ki: "Bu, mü'minlerin emiri Ömer'in almış olduğu bir karardır" Ondan ayrılır ve kendisini tekrar çağırırlardı Bu durum adamın çok ağırına gitti Bunun üzerine Ebu Musa el-Eş'ari Ömer'e yazdığı mektupta adamın durumunun iyiye gittiğini ve düzeldiğini yazdı Ömer de verdiği cevapta artık halk ile birlikte oturmasına izin verdi Herhangi bir kimse Ömer'e bu mes'lede katı davranmakla suçlayacak olursa, kendisinden sonra vuku bulan ve onun kapatmış olduğu fitne kapışım açmayı uygun görüp gruplara ve partilere ayrılarak Müslümanların başlarına ne türlü musibetlerlerin gelmesine sebep olan durumları kendilerine hatırlatmak gerekir Bu hususta bazılarının sadece bir Müslümanın görüşünün ona ters düşmesi sebebiyle onu öldürmeyi reva görmeyi burada zikretmek yeterlidir sanıyoruz Ayrıca Kur'an-ı mahluk olduğu düşüncesi ve doğurduğu musibetleri, başta Ahmed b Hambel olmak üzere kendilerinden zerre kadar şüphe edilmeyen bazı kişilerin öldürülmelerini veya işkence görmelerini burada hatırlatmakta fayda vardır Ömer'in diğer sahalarda olduğu gibi bu sahada da katı davranmasının sebebi, Müslümanları eğitmek ve birliklerini tehlikeye sokacak olan tehlikeleri ve merkezleri kendilerine göstermekti Şehadetinden onlarca yıl sonra meydana gelecek musibetleri sanki önceden biliyor ve görüyordu Ömer'in yeni kurulmuş olan devletteki düşünce birliğine karşı olan büyük ilgisi bize diğer dinlere karşı olan tutumu hakkında bilgi vermekte ve soru sormaya itmektedir Çağdaş tabirle bu karşıt devrim diye nitelendirilmektedir Burada teori, uygulama ile çatışmaktadır Düşünce birliğinin ideal örneği, diğer düşünceleri dışarı atan, karşıt düşünce olması itibariyle onu yok eden, ortadan kaldıran düşüncedir Ve buradan yola çıkarak, çağdaş siyasi teoriler karşıt devrim olması itibariyle karşıt görüşlere müsamaha göstermeyen esaslar üzerine kurulmuşlardır İşte bu şekilde Marksist blok ancak Marksist teori çerçevesi dahilinde içtihat yapma hakkını kabul etmektedir Bunun dışında yapılan her türlü içtihad ihanet sayılıp içtihad yapan kimse en ağır şekilde cezalandırılmaktadır Ancak İslam'ın bu pozisyon karşısında asil bir pozisyonu söz konusudur Kendisinden önce beşeriyetin tanımadığı müsamaha ve hürriyeti insanlığa sunmuştur Bu durum aşağıdaki ayet-i kerime ile ifade edilmektedir: "Dinde zorlama yoktur Hakikat iman ile küfür ap açık meydana çıkmıştır Artık kim şeytanı tanımayıp da Allah'a iman ederse o muhakkak ki, kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır Allah hakkıyla işitici, (her şeyi) kemaliyle bilicidir" [35] Ancak bu ayette dinle kastedilen açıklanması gerekmektedir Burada kastedilen din semavi dindir Allah'a şirk koşmak din değildir Tevbe suresinin nazil olmasıyla İslam toplumunda şirk haram kılınmış olup şu ayeti kerime bunu açık ve seçik bir şekilde gözler önüne sermiştir: "Müşriklerin içinden (kendileriyle) muahede ettiklerinize Allah'tan ve Resulünden bir ültimatomdur bu (Ey Müşrikler, haydi) yeryüzünde dört ay daha (güvenlikle) dolaşın Bilin ki, siz Allah'ı aciz bırakabilecekler değilsiniz Allah herhalde kafirleri (dilediği zaman) rüsvay edicidir Ve (bu) hacc-ı ekber günü Allah'tan ve Resulünden insanlara (şöyle) bir ilamdır: Allah ve Resulü müşrikler(i himaye etmek) den artık kafiyen uzaktır (Bununla beraber) eğer (küfürden ve muahedelere hainlik etmekten) tevbe ve rücu' ederseniz bu, sizin için hayırlıdır Eğer (yine) yüz çevirirseniz (şunu) bilin ki, şüphesiz siz Allah'ı aciz bırakabilecek değilsiniz O küfredenlere (Allah'ı ve Peygamberi tanımayanlara) acıklı bir bir azabı müjdele Muahede yaptığınız müşriklerden size (ahidlerinin şartlarında) hiç bir şey eksiklik yapmamış, aleyhinizde (düşmanlarınızdan) hiçbir kimseye yardım etmemiş olanlar (bu hükümden) müstesnadır O halde onların müddetleri (bitinceye) kadar ahidlerini tamamlayın Çünkü Allah haksızlıktan sakınanları sever" [36] Semavi dinlere gelince, özellikle Hıristiyanlık ve Yahudilikle İslam onları veto etmek ve ortadan kaldırmak için değil, onları tamamlamak için gelmiştir Bundan dolayı Müslüman bir kişi daha önceki semavi dinlere inanmadıkça İslam'a olan imanı tam sayılmaz Bu husustaki Kur'an ayetleri kesin ve açıktır Delil olarak şu ayeti kerimeyi gösterebiliriz: "Ey mü'minler deyin ki, "Biz Allah'a, bize indirilene (Kur'an-ı Kerime) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına (esbata) indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya verilenlere ve bütün Peygamberlere rableri katından verilen (kitap ve ayetler)e iman ettik Onlardan hiç birini (kimine inanmak, kimini inkar etmek suretiyle) diğerinden ayırt etmeyiz Biz (Allah'a) teslim olmuş (Müslümanlarız)" [37] Bu sebeple üç semavi din, Arap yarımadasında ve dışında, gerek Resulullah'ın ve gerekse Ebu Bekir'in dönemlerinde bir arada yaşadı Şayet Resulullah bazı Yahudileri Arap yarımadasından dışarı sürmüş, bazıları ile savaşmış ve diğer bazılarını da ortadan kaldırmışsa bunun sebebi kendi dinlerine bağlı kalıp İslam'ı kabul etmemelerinden değil, Resulullah ile yaptıkları anlaşmaları bozmaları, Müslümanlara karşı savaşmaları ve İslam düşmanlarıyla işbirliği yapmış olmalarıdır Durum böyle olunca kendileriyle savaşıp Arabistan dışına atmaktan başka yapacak bir şey yoktu Yine bu sebeple Resulullah döneminden beri Müslümanların savaşlarda ehl-i kitaba seçenek olarak teklif ettikleri şiarları şu üçünden biridir: İslamı kabul etmek, cizye ödemek veya savaşmak Daha önce de gördüğümüz gibi, cizye, ehl-i kitabın savaştan muaf tutulmasının karşılığıdır Bundan dolay şayet ehl-i kitaptan biri, gönüllü olarak Müslümanların safında düşmana karşı savaşırsa cizye ödeme görevi otomatik olarak düşer İslami olmayan düşüncelere karşı İslam teorisinin genel çizgileri bunlardır Ömer (ra) bunu uyguladı Burada, karşısına çıkan bu itibarlara paralel olarak Ömer'in içtihad ettiğini bu genel çizgileri geliştirerek bir taraftan Arap yarımadası ile diğer taraftan İslam devletinin diğer bölgeleri arasında temyiz yaptığını görürüz Bunu aşağıda izah edeceğiz 1- Arap Yarımadasında Din (Tek Din) Birliği Ömer halifelik görevini üstlendiğinde, Arap yarımadasında Müslüman Araplardan başka, onlar büyük çoğunluğu teşkil ediyorlardı bazı Yahudi ve Hıristiyanlar da vardı Yahudiler: Bunlar Hayber'de oturuyorlardı Resulullah burayı fethetmiş ve kendilerim buradan çıkarmak istemişti Ancak onlar topraklarını işletebilmek için buradan çıkarılmamalarım istemişler ve bu toprakların gelirlerinin bir kısmını Müslümanlara vermeyi kabul etmişlerdi Resulullah onların bu taleplerim kabul etti Buna göre Müslümanlar antlaşmayı kabul ettikleri sürece ittifak geçerli olacaktı Resulullah Rabbine kavuşunca Ebu Bekir Peygamber'in yapmış olduğu antlaşmanın aynı şekilde geçerli olmasını kabul etti Halifeliğinin ilk dönemlerinde Ömer de aynı antlaşmanın geçerliliğine itina gösterdi Ancak bu dönemde bazı Yahudiler bazı Müslümanlara saldırdılar Saldırıya uğrayanlardan biri de Abdullah b Ömer'dir Bunun üzerine Ömer (ra) kendilerine bir elçi göndererek şöyle söyledi: "Allah, sizin buradan temizlenmenize izin vermiştir Resulullah'ın şöyle söylediği bana bildirilmiştir: Arap yarımadasındaiki din bir arada yaşayamaz" Ve bu şekilde kesin olarak Yahudiler Arap yarımadasından çıkarıldı Hıristiyanlar: Hıristiyanlar da Yemen sınırında Necran'da oturuyorlardı Resulullah'a bir heyet göndererek anılaşma yaptılar Bu antlaşma Ömer'in halifeliğine kadar geçerliliğini korudu Sonunda onları Arap yarımadasından atmaya karar verdi Onların Arap yarımadasından atılmalarının sebebi, hakkında rivayetlerde bulunanlar ihtilafa düşmüşlerdir Bazılarına göre Resulullah ve daha sonra da Ebu Bekir, Necran Hıristiyanlarıyla dinlerinde kötülük yapmaları, antlaşmaya itina göstermeleri ve faiz ile iş yapmamaları şartıyla antlaşma yaptılar Ancak bunlar daha sonra faizle iş yaptıkları için antlaşmayı bozmuş oldular Bunun tabii bir neticesi olarak Arap yarımadasından temizlenmeleri Ömer için haklı bir gerekçe oldu Başkalarının zikrettiklerine göre de Necran'daki Hıristiyanlar kendi aralarında anlaşamadılar ve onların bu anlaşamamazlıkları gün geçtikçe daha da şiddetlendi Bunun üzerine Ömer'e gelerek kendilerini başka bir yere göndermesini ve iskan etmesini istediler Üçüncü gruba göre ise Necran Hıristiyanlarının Arap yarımadasından temizlenmesinin sebebi, burada fazla güçlenmiş olmaları ve Ömer'in onların bu gücünden endişelenmesinden dolayı kendilerini bölgeden dışarı atmasıdır Hıristiyanları Arap yarımadasından çıkarmaya Ömer'i iten sebep ne olursa olsun, kendilerine Ya'lâ b Ümeyye'yi göndererek onları buradan çıkarması için gönderdi ve kendisine şöyle söyledi: "Onları dinlerinden ayırmaya, dinlerini inkar etmeye zorlamayın Dinini muhafaza etmek isteyene olumlu davranın İslam'a girmek isteyeni ise kabul et Boşaltacakları toprakları ölç Sonra gitmek istedikleri yerleri seçmek için kendilerine tercih ve seçim hakkı ver ve kendilerine de ki, Allah'ın ve Resulünün emirlerine binaen Arap yarımadasından atılıyorsunuz Arap yarımadasında iki dinin bir arada yaşaması mümkün değildir Kim ki, kendi dininde kalacaksa burayı terketsin Buradaki toprakları kadar kendilerine toprak verilecektir Biz bunu yapınca onların üzerimizde bulunan haklarını ikrar ediyor ve Allah'ın emrettiği zimmetin gereğini yerine getiriyoruz Onların topraklarını Yemen halkıyla ve diğer halklarla kendilerine komşuluk yapan taşra halkıyla değiştirin" Hıristiyanların Arap yarımadasından boşaltılmasından sonra kendilerine gayr-i menkullerine ve diğer mallarına karşılık tazminat ödenerek Küfe yakınlarına yerleştirildiler Ömer (ra) kendilerine yazdığı vesikada şöyle diyordu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla Bu belge mü'minlerin emiri Ömer tarafından Necran halkı için yazılmıştır Onlardan kim yola çıkmış ise Allah'ın güvencesi altındadır Müslümanlardan hiç kimse kendilerine zarar veremez Bu Resulullah'ın ve halife Ebu Bekir'in kendilerine vermiş olduğu antlaşmanın yerine getirilmesi ve buna vefalı kalmamızın gereğidir Bu belge ile Şam ve Irak emirlerinin yanlarına vardıklarında, işletmeleri için kendilerine toprak versinler İşletebilecekleri toprak onlara aittir Bu Allah rızası bir sadakadan ibaret olup aynı zamanda terkettikleri topraklarının bir tazminatıdır Kimsenin bu husustaki kendilerini zarara sokmaya hakkı yoktur Onlara kim zulmetmeye kalkarsa yanlarında bulunan Müslümanlar kendilerine destek olup müdafaa etsinler Onlar bizim zimmetimizdedirler Bir yere yerleşinceye kadar yirmi dört ay süresince kendilerinden cizye alınmayacaktır Olara iyilikten başka herhangi bir yük yüklemeyin Onların haklarını tecavüz etmeyin, zulümde bulunmayın" Bazı müsteşrikler, bunlardan dolayı Ömer'i suçlamaktadırlar Resulullah'ın ve Ebu Bekir'in yaptığı antlaşmayı batıl kabul ettiğini iddia etmektedirler Ancak şartlan içinde bulunduğu kriterlere göre ölçen tarafsız ve insaf sahibi herkes Ömer'in bu pozisyonunu takdir eder Arap yarımadasında iki dinin bir arada olamayacağına dair Resulullah'ın hadisine Ömer'in işaret ettiğini söylemiştik Sahih rivayete göre bu hadis-i şerifi Resulullah, hasta iken söylemişti Bu durumda Resulullah'ın uygulamada bulunması mümkün değildi Daha sonra Ebu Bekir döneminin kısa olması ve bu süre içinde meydana gelen tehlikeli hadiseler onu bu uygulamayı gerçekleştirmekten alıkoydu Sırf politik bakış açısıyla duruma bakacak olursak, Ömer'i bu hususta mazur görürüz Politik sistemin genel hatlarını değiştiren ve güvenliği hatta ayakta durması yakın tehlikelerle karşı karşıya kalan, normal şartlarda meşru sayılmayan yollarla bile olsa, bütün yolları deneyerek güvenliğim emniyet altına alması kendisinin hakkıdır Bu dönemde İslami prensipler Arap toplumu için henüz yeni idi Bu sebeple bu vaziyet karşısında fitneye veya tuzağa düşmeden güvenliğin sağlanması gerekliydi Eli silah tutan bütün Müslümanları dış düşmanlarla savaşmaları için uzak bölgelere gönderen Ömer (ra) iç cephede onbirlerce silahlı kişiyi kırsal bölgelerde serbest bırakmakla iç güvenliği nasıl emniyet altına alabilirdi ve nasıl güven duyabilirdi Şayet bunu yapmış olsaydı, eşi bulunmayan feraset sahibi Ömer (ra) olamazdı Günümüzün bazı mütefekkirleri ve yazarları bu anlamı idrak ettiler ve bu hususu açıkladılar Abbas Mahmud el-Akkad bu hususta şöyle demektedir: "Ömer'in doğru bulduğu ve yapılmasını gerekli görerek başvurduğu arındırma projesiyle ilgili olan iki husus bu sahada gözümüzden kaçmamalıdır: Bunların birincisi, Arap yarımadası İslam’ın dokunulmaz bölgesi olup bu bölgenin etrafı her an tetikte olan düşmanlarla çevrilidir Rumların Şam'da, Farsların da Irak'ta yaptıkları gibi, buralara fitne sokmak için her an çaba sarf etmektedirler Halkına karşı kalleşlik yapacak kimselerin böyle dokunulmaz bir yerde bulunmaları halinde, bu gibiler de çok fazladır, güvenceden bahsedilemez İkincisi ise, bu projede Ömer İslamiyet ile Hıristiyanlığı eşit tutmuştur, Beytülmakdis'i Hıristiyanlar için dokunulmaz bölgeler olarak belirlemiş, kabul etmedikleri kimselerin orada oturmaması için kendilerine yetki tanımıştır Aynı zamanda Arap yarımadasını da Müslümanların dokunulmaz bölgesi ilan etmiş ve kendilerine kalleşlik edebileceklerin burada oturmasını yasaklamıştır" Dr Heykel de bu hususta şöyle demekledir: "Bu durumun hukuki nitelik yönünü takdir edebilmemiz için müsteşriklerin kendisine isnat ettikleri taassup suçlamasını Ömer'den def etmemiz gerekmektedir Onlar içinde bulunduğumuz çağın insanının inandığı inanç Özgürlüğü prensibini gerekçe göstererek Ömer'i yaptıklarından dolayı suçlamaya gitmekte ve bunu ileri sürmektedirler Bu, apaçık bir hatadan ibaret olup gerçekleri görmemekten başka bir şey değildir Ömer’in asrında hakim olan gerçek, din veya ideoloji toplum hayatımn esasım teşkil etmekteydi Toplum düşüncesine ters düşenler veya bunu dışında olanlar cemiyet dışı sayılır ve kendisine yabancı gözüyle bakılırdı Hatta bazen de topluma ters düşen veya toplum sistemini ayaklar altına alanlar olarak kabul edilir ve bunun için onlarla yapılan savaş, devlet başkanı için bir çözüm ve bazen de bir görev idi Ömer'in Arap yarımadasında iki dinin bulunmaması gerektiğinde ısrar etmesi hiç de garip değildi Bütün yarımadada Arapların Resulullah'ın devrinde kabul ettikleri, daha sonra Ebu Bekir'in zamanında irtidad ettikten sonra tekrar döndükleri yegane bir din vardı Birliği güçlendiren ve güvenliği garanti altına alan husus dindir, din birliğidir Birlik ve beraberlikle oynayan, barış ve güvenliği intikam ile bozan aynı dinden olmayanların birlikte oturmamalan bu esasa dayanıyordu" Daha sonra Dr Heykel Ömer (ra)'in bu pozisyonu ile bazı Hıristiyan grupların birbirlerine karşı Ömer'in şehadetinden asırlar sonra pozisyonlarını ve tavırlarını mukayese ederek şöyle der: "Ömer, katoliklerin, ve Protestanların baş vurdukları yola hiçbir zaman başvurmadı Bunlar mezhep içindeki muhaliflerine zulmetmek suretiyle kendilerini öldürünceye kadar çeşitli işkence türlerini uygularlardı Ama o ilk olarak elçisi Ya'lâ'ya: -onları Necran'dan çıkarmak için söylediği- onları dinlerinden ayırmaya kendilerini zorlamaması, kendi dinlerinde kalmakla İslami seçmede tam anlamıyla özgürlük tanımasını ve ellerinde bulunan topraklar kadar yarım ada dışında kedilerine tazminat olarak toprak vermesiydi" Büyük yazar Endülüs'teki Hıristiyanların Müslümanlara yaptıklarına işaret etmek isteseydi onların nasıl soruşturma mahkemeleri kurduklarını ve suçu olarak Müslümanlığı tesbit edilen kişiye, bilinen gerçek tarihe paralel olarak, Ömer'in vefatından birkaç asır sonra ne türlü ibret verici işkenceler uyguladıklarına değinebilirdi Ama öyle görünüyor ki, Ömer (ra)'in kişiliği müsteşriklerin bütün itham kapılarını yüzlerine kapattığından, her ne şekilde olursa olsun, herhangi bir yolla kendisini suçlamak için çaba sarfetmekten geri kalmadılar 2- Arap Yarımadası Dışında Din Hürriyeti Bilinen gerçek tarih boyunca semavi dinler arasında barış içinde, Müslümanların hükmettiği dönemlerde olduğu gibi, bir hayat tarzı tesbit edilememiştir Dünyanın muhtelif bölgelerinde kendilerine savaş açılan zelil ve ezik düşürülen ve dokunulmaması gereken mahremlerine dokunulan Yahudiler, ilgili ve güvenceyi İslami idarenin altında buldular Bu durum özellikle Endülüs'ün fethinden sonra çok daha açık bir şekilde gözler önüne serilmektedir Yahudi tarihçiler Musa b Nusayr'a özel bir önem vermektedirler Çünkü o, kendilerini esirlikten kurtarıp hürriyete kavuşturan büyük bir İslam komutanı idi Özel olarak Araplar, genel olarak Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki katı çatışma ve savaşlar ancak Yahudilerin Siyonist Yahudi formuna bürünmelerinden sonra vuku bulmuş ve bu dava semavi dinlerin çağrılarından tamamen uzak olup ırkçı bir davadan ibarettir Durum böyle olunca günahın Müslümanlarda değil, Yahudilerde olduğu açıkça kendini gösterir İslam'ın ilk dönemlerinden beri İslam'ın Hıristiyanlığa karşı olan pozisyonu bilinmektedir Avrupa haç perdesi altına gizlenerek Meşrik el-Arabı'a gelip işgal edip sömürdüğü zamanlarda bile Müslümanlar İslam’ın müsamaha ve düşünce hürriyeti normlarına bağlı kalmakta devam ettiler Endülüs'te Müslümanlar için soruşturma mahkemeleri kurulup binbir işkenceden geçerek öldürülürken ve kendilerine göç hakkı bile tanınmazken; İslam Hıristiyanların bulunduğu Balkanlar'da, Lübnan'da ve başka yerlerde hakim olmasına rağmen Müslümanlara yapılan muamelelerin aynen kendilerine karşı uygulanması prensibine başvurmadıklarını burada belirtmekle yetineceğiz Çünkü hata yapana karşı aynı hata ile cevap vermek geçerli bir sebep değildir Çünkü Müslümanlar Allah'ın şu ayet-i kerimesini okuyor ve idrak ediyorlardı: "Ne (her) iyilik ne de (her) kötülük bir olamaz Sen (kötülüğü) en güzel (haslet ne ise) onunla önle O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dost(un olmuş) tur" [38] Ömer (ra) böyle bir Müslümanın canlı bir sembolüydü Bu husustaki bir çok tavrı kendisini örnek insan haline getirmiştir Beytülmakdis halkının barış talep etmelerinden sonra kendilerine yazmış olduğu belgeyi hep birlikte okuyalım: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla Bu, mü'minlerin emin ve Allah'ın kulu Ömer'in İliya halkına vermiş olduğu güvence belgesidir Allah, onların malları ve canları için kendilerine güvence vermiştir Aynı şekilde kiliseleri haçları, hastaları sağlıklı olanları ve diğer hepsi güvence altındadırlar Onların kiliselerinde ikamet edilemeyeceği gibi, kiliselerinin yıkılması, içinden herhangi bir şeyin alınması, sahip olduğu bir malın gasp edilmesi, haçlarına el konması yasaktır İnandıkları dinlerinden dolayı kendilerine zor kullanılamayacağı gibi herhangi birine de bir zarar verilemez İliya'da onlarla birlikte herhangi bir Yahudi ikamet edemez el-Medain halkının cizye ödediği gibi İliya halkının da cizye ödemesi gerekir Ayrıca İliya'da bulunan hırsızları ve Rumlarıda kentten çıkarmaları gerekir Bunlardan kim ki kenti terk ederse gideceği yere varıncaya kadar canından ve malından emin olacaktır Kim ki, onlarla oturursa o da güvence altındadır İliya halkının ödediği cizye kadar cizye ödemesi gerekir Mallanyla birlikte kendisi Rumlarla gitmek isteyen İliya halkının kiliseleri, haçlan ve çanları gidecekleri emin yere varıncaya kadar güvence altındadırlar Dileyen gider, dileyen İliya'da kalır Kalan kişi ise İliya halkının ödediği miktarda cizye ödemek zorundadır Dileyen Rumlarla birlikte gider, dileyen ehline ve akrabasına geri döner Mahsûlleri kaldınlmadığı müddetçe kendilerinden bir şey alınmaz Onlar üzerlerine düşen cizyeyi ödedikleri takdirde bu bölge Allah'ın ahdi; Resulullah'ın, sahabilerinin ve mü'minlerin zimmetidir" Şehir teslim edildikten sonra Ömer (ra) -kente girdi ve dini eserlerini ziyaret etmeye başladı Beraberinde ise rahipler ve diğer din adamları bulunuyordu Onlar Kıyamet Kilisesinde iken Ömer namaz vaktinin geldiğini anladı- Patrik kendisinden kilisede namaz kılmasını istedi Çünkü kilise de Allah'ın evlerinden biriydi Ancak Ömer, daha sonra Müslümanların bu geleneği sürdüreceğinden korkarak özür beyat etti İleride Müslümanlar günlerinden bir gün halifelerinin kilisede namaz kıldığını bahane ederek ve gerekçe göstererek Hıristiyanları kiliselerinden çıkarıp kendileri orada namaz kılabilirlerdi Aynı sebepten dolayı Kıyamet Kilisesi'nin yanı başında bulunan Konstantin kilisesinde de namaz kılmadı Hıristiyanlar Konstantin Kilisesi'ne gelmeden önce, Ömer'in namaz kılması için kilisenin kapısına seccade sermişlerdi Halife Mukaddes Kaya'ya yakın bir yerde namaz kıldı Ömer'in daha önce sezdiği gibi, Müslümanlar daha sonra burada (namaz kılmış olduğu yerde) yeni bir cami yaptılar ki, bu da Mescid-i Aksa'dır Ömer'in bu tasarrufunu Dr Hüseyin Heykel şöyle yorumlamaktadır: "Ömer'in özür beyan ederek Kıyamet Kilisesi'nde namaz kılmaması dinler tarihinde büyüklük ifade eden bir hadisedir Aynı zamanda bu dinlere tabi olan halkların birbirleriyle olan ilişkilerini formasyon etmekledir Bu da Müslümanların müsamahasını, Ömer'in dinde zorlama olmadığını belirten kaideye olan bağlılığını, bu dönemde Müslümanların güttüğü politikanın formunu, düşünce özgürlüğü esasına dayanan Allah yoluna yapılan davetin iyilikle emredip en iyi şekilde yapılan tartışma ve mücadeleye dayanan politika olduğunu tasvir etmektedir Seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dorst oluvermiştir el-Faruk'un eliyle on dört asır önce bütün bunların vuku bulması daha sonra asırlar boyu ve nesillerin müşahede ettikleri Beytülmakdis'in savaşların ve sürtüşmelerin merkezi haline gelmesi, dünyanın muhtelif bölgelerinde bulunduğumuz çağa mezhep taassubu, dini kibirliliğin ve küstahlığın hakim olması ve devamlı olarak Müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların arasında Beytülmakdis'in sebep olması gariptir Şayet muhtelif milletlerin politika adamları ve kralları Ömer'i o dönemde idrak ettikleri gibi şimdi idrak edebilselerdi, Onun gördüğü gibi dinde zorlamanın olamayacağını, vaad edilmiş topraklar veya Süleyman Heykeli ismi altında Filistin'de kendilerine hak iddia etmemiş olsalardı, dünyanın her tarafında hiçbir ifanın veya milletin bunun sıkıntılarını ve acılarını çekmekten kurulamadığı ve bunun sebep olduğu sıkıntıları çekmekten kurtulacaklardı" Araplar Mısır'a girdikten sonra ilk yaptıkları iş, Roma hükmünün Mısır'da empoze ettiği mezhep taassubunu ve mezhebe sokma despotizmini ortadan kaldırmak oldu Bu sebeple Amr b As'ın Nube'den İskenderiye'ye ilan etmiş olduğu ve herkese duyurduğu emir; düşünce hürriyetinin mukaddes bir hürriyet olduğu, dinde zorlama olamayacağı ve hiç kimse dini veya mezhebi yüzünden ne hürriyetinden ne de malından zarar göremeyeceği hususunu ilan ediyordu Dileyen dilediği şekilde, ister Melkarü isterse Monifızist olabilirdi Bir dinden başka bir dine veya bir mezhepten başka bir mezhebe geçmek isteyen dilediğini seçmekte hür olup bu hususta kendisine kimse zarar veremez Müslüman olmak isteyen ise, Müslümanların sahip olduğu hak ve görevlere sahiptir Halifenin Amr'a göndermiş olduğu mektuplardan bazılarını daha önce arzettiğimiz gibi, halife şöyle diyordu: "Bil ki, ya Amr! Senin hükmün altında olanlar ahd ve zimmet ehlidirler Resulullah Kiptiler hakkında yaptığı vasiyette der ki: Kıptilere karşı iyi davranın, onlarda zimmet ve rahm mevcuttur Rahmleri ise İsmail (as) onlardandır" Romalıların Mısır'da yaydıkları, Kıptilerin kabul etmediği mezhebi zorla onlara empoze ettikleri terör sebebiyle rahiplerin büyük çoğunluğu bunların başında rahip Bünyamin çöllerdeki kiliselerde saklanmışlardı Müslümanların din hürriyetine verdikleri önem haberi kendilerine ulaşınca geri dönmeye başladılar Halife Ömer'in bütün Kıptilere verdiği ve tanıdığı özgürlükle ilgili mektupta özellikle rahip Bünyamin'in ismi varid olmuştu Adı geçen mektubunda şöyle diyordu: "Patrik kendisinden emin ve güvenilir bir şekilde gelsin Mısır toprakları üzerinde oturan Kiptiler ve başkaları da aynı güvenceye ve özgürlüğe sahiptirler Onlara hiçbir zarar dokunmayacak, eziyet edilmeyecek ve utandırılmayacaklardır" Bunun üzerine patrik gizlendiği yerden çıktı, İskenderiye'ye zafer kazanmış bir komutan gibi girdi Kıpti halk kendisini sevinç ve neşe içinde karşıladığında o şükreder konuştu ve halka hitap elti Tarih kitaplarının bu husustaki rivayetlerine göre şöyle dedi: "Memleketim olan İskenderiye'ye döndüm Beladan sonra güvence, korkudan sonra emniyeti memleketimde buldum Allah, kafirleri baskılarından ve işkencelerinden bizi kurtardı" Mısır'da oturan Melkaniler Roma mezhebine tabi olanlar Kıptilerin sahip oldukları düşünce özgürlüğünden daha az bir özgürlüğe sahip değildiler Ömer’in himayesi ve kendilerine tanımış olduğu özgürlük gölgesi Monilisileri gölgelediği gibi, onları da gölgesinin altına aldı Bütün bunlardan sonra Mısırlıların şu şekilde karar vermeleri hiç de garipsenecek bir olay değildir: "Rumların Mısır topraklarından çıkarılmalarına ve Müslümanların zafer kazanmalarına sebep olan asıl faktör, Hırakl'in işlediği büyük suç ve günahlar ile eliyle Kıptilere yapılan haksızlıklar ve eziyetlerdir" Bazı Arap komutanlar, "din birliği" prensibinin yalnız Arap yanmadasıyla sımrlanamayacağını, aksine bütün Arapları kapsayacağını zannettiler Bu esasa dayanarak Velid b Ukbe Tağlib Hıristiyanlarından savaşla İslam'a girme arasında bir yol tayin etmelerini kendilerinden istedi Çünkü burada yaşayan Hıristiyanların aslı Arap idi Ancak onların el-Velid'in bu isteğini reddederek Ömer b Hattab'a başvurdular Ömer, onları görüşü istikametinde hareket ederek İslamın kendilerine zorla empoze edilmesini reddetti Çünkü o, komutanına yazdığı mektupta şöyle söylüyordu: "Arap yarımadasında İslam'dan başkası kabul edilemez Onları öylesine terk et ki, ne Velid'i destekleyip ona güç versinler ne de İslam'a girmek isteyene mani olsunlar" Ömer'in bu hükmünü öğrendiklerinde içlerinde bazısı iradesiyle İslama girmeyi kabul etli Bazıları ise Hıristiyan olarak kalmada direttiler Ömer döneminde Müsümanların takip etmiş olduğu inanç özgürlüğü işte böyleydi Müslümanların düşmanlarını hezimete uğratması, fethedilen bölgelere güvenliğin yayılması, verimin artmasına büyük tesir etmiştir Hatta dış görünüş itibariyle, insanın zannettiklerinin aksine de bazı etkileri bu düşünce hürriyeti gerçekleştirmiştir Bu da inanç özgürlüğünün tabii bir sonucu olarak herkesin kendi inanç ve düşüncesine sahip olması, bunu muhafaza etmesi ve Müslümanların sahip oldukları düşünce özgürlüğüne paralel olarak, fethedilen ülkelerdeki milletlerin gönüllü olarak İslamı kabul etmelerinde bu faktör etkili olmuştur Dr Heykel bu hususla Bitler'den şu paragrafı nakletmektedir: "İslamı kabul eden bir Kıpti'nin dünya malı ve zineti içi bunu yaptığını söylemek adilce bir karar değildir Bazı Kiptiler cizye ödemekten kurtulup Müslüman fatihlerin sahip oldukları özelliklere sahip olmak için İslam'a girmeyi kabul etmişlerse de bu gibi kişiler imanı güçlü olmayan ve dünya menfaati peşinde olanlar için geçerlidir" Acı gerçek şudur ki, sağduyu sahibi ve basiretli kişilerin büyük çoğunluğu sahibine karşı olan isyandan dolayı (İsa'ya karşı olan isyan) Hıristi yani aktan nefret ettiler İsa (as)'run Allah'ın sevgisi ve ricası emirlerine isyan ederek partiler ve mezhepler arasında patlak veren devrim ve savaşlarında bunlar unutuldu Bu basiretli ve zeki insanlar bütün bu durumları farkettiklerinde İslam'a yönelip onun güvencesine bağlanarak, onun mütevazi ve sakin gölgesine sığınarak sadelik ve güveni kendisinden kazandılar [33] Hucurat: 49/14 [34] Yusuf: 12/2-3 [35] Bakara: 2/256 [36] Tevbe: 9/1-5 [37] Bakara: 2/136 [38] Mu'minun: 23/96 |
|