Namaz Aşıkları |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Namaz AşıklarıALLAH RESÛLÜ'NÜN NAMAZI Namaz sanki imanın ikiz kardeşi Denebilir ki; namaz pratik imandır, iman da nazarî bir namazdır Allah Resûlü'nden önce gelip geçen bütün enbiyadan talep edilen bir ubudiyettir aynı zamanda namaz "Namaz, mü'minin -veya mü'minlerin-mi'racıdır" hadisinde ifade edildiği üzere o, Cennet'ten yeryüzüne gönderilen Âdemoğlu'nu tekrar semaya çıkaran bir miraçtır; dünyevî uğraşlar içinde boğulan insana gökler ötesinden yapılan bir çağrıdır Kul günde en az beş defa sonsuz kudret sahibi ve her şeye hükmünü kabul ettiren Sultan'm huzuruna onunla yükselir ve âmirine tekmil veren bir asker gibi "Ben Senin âciz bir kulun, Sense benim Sultanımsın" itirafında bulunur Mekke'de iman esaslarının dar daireden başlanarak tebliğ edildiği ilk günlerde imana refakat eden ibadet namazdı İlk müminlerin bir âbide halinde ikâme ettikleri namaz; oruç, zekât ve hac gibi temel ibadetlerin ağabeyi gibiydi baştan beri Namazın kardeşleri sayılabilecek oruç, zekât ve hac ancak yıllar sonra Medine'de dünyaya gözlerini açmışlar ve nihayet İslâm ailesinin fertleri olarak bir bütünü meydana getirmişlerdi Mekke'de Allah Resulü, insanları tevhid hakikaderine çağırdığı zamanlar müminler namazla nefesleniyordu Hz Ali bir gün Resûl-i Kibriya'nın o güne kadar hiç görmediği birtakım hareketler yaptığını fark etmiş, bu merakı onun namazla ve nihayetinde İslâm'la tanışmasiyla son bulmuştu Hem Allah Resulü hem ilk Müslümanlar çoğu zaman namazlarını eda etmek için ıssız ve güvenli yerlere çekilirlerdi Metaf alanında namaz kılmak istediklerinde akıbederinden endişe eder, başlarına deve işkembesi atılması gibi ağır hakarederle karşı karşıya kaldıkları da olurdu İmanın verdiği inşirah ve ümide namazın verdiği güç olmasaydı, can güvenliğinin olmadığı ve her türlü zorluğun üst üste yaşandığı o çetin günler nasıl geçerdi Başta Efendimiz olmak üzere az sayıdaki mümin o günleri sabır göstererek, namazı vesile ederek Allah'tan yardım isteyerek adatmışlar ve küffârm zulüm ateşlerini namazın serinliği ve ferahlığıyla söndürmeye çalışmışlardı Namaz aynı zamanda imanla nifakın arasını ayıran ince bir perdeydi o zamanlar Kalplerinde Allah haşyeti ve huşu taşımayanlar namazın ağırlığına uzun süre dayanamayıp bir süre sonra yalpalamaya başlıyorlardı Sahabe, cemaate düzenli iştirak edenlerle etmeyenleri göz ucuyla takip ediyor ve nifak hastalığına yakalanmış şahısları o şekilde tespit ediyordu Namaz her zaman olduğu gibi asr-ı saadette de imanın İslâm'la temsilini ve zahirin (kılınan namazın) bâtına (kalpteki imana) şehadetini temsil ediyordu Böylesine ehemmiyetli ve bütün ibadederi cami bir ibadeti en mükemmel şekliyle peygamberlerin ve özellikle de Resûlullah Efendimiz'in yerine getirdiğinde şüphe yok Kur'ân, "Hakikaten, Allah'ın Resûlü'nde aşıklar için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir numune vardır" derken O'nun kulluğunun bizim için numune olması gerektiğini hatırlatır ve her şeyde olduğu gibi namazımızda da O'nu taklit etmemiz ve örnek almamızın lüzumuna işaret eder Zira Efendimiz, "Benim nasıl namaz kıldığımı müşahede ediyorsanız o şekilde namaz kılın" buyurmuş ve namazlarımızı O'nun namazlarına benzetmemizi istemiştir Namaz, Allah Resulü tarafından "göz nuru" olarak tarif ve tavsif edilen sevgili bir ibadettir Efendimiz sıradan insanların birtakım şeylere şehvet ölçüsünde duyduğu iştiyakı namaza karşı hisseder ve ona bir başka ehemmiyet ve itina gösterirdi Miraca çıkarken namazla çıkmış, aramıza geri dönerken de yine namaz hediyesiyle geri dönmüştü Demek ki manen yükselmenin birinci vesilesi namaz olduğu gibi halk arasında Hakla beraber olma idrakini kazandıracak en önemli ibadet de namazdı |
Namaz Aşıkları |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Namaz AşıklarıEfendimiz Teheccüde Ayrı Bir Önem Veriyordu Allah Resulü, gecenin karanlık örtüsünü gündüz üzerine çektiği ve herkesin köşesine çekildiği tenha zamanlarda kalkar, Mahbub-u Hakiki'ye teveccüh eder, kulluğunu acz ve fakr lisanıyla dile getirirdi Mazhar olduğu nimetler karşısında, "Seni Hakkıyla takdir etmekten bir beşer olarak âcizim, ey Sübhan" hisleriyle iki büklüm olur ve karanlık saatleri namazın aydınlığıyla nurlandırırdı "Allah her peygambere bir arzu ve istek vermiştir Bana verilen arzu da gece kalkıp namaz kılmaktır"buyuran kul Peygamber, namaza hususiyle de gece namazına olan iştiyakını böyle dile getirirdi Hz Aişe Annemiz (radıyallahu anhâ) bir müşahedesini şöyle aktarıyor: "Bir gece uyandığımda Allah Resûlü'nün yanımda olmadığını fark ettim El yordamıyla etrafı yoklarken elim O'nun mübarek ayağına temas etti Secdeye varmış, iki büklüm olmuştu Sessizce dinlemeye koyuldum Rabbi Rahimine şöyle niyaz ediyordu: "Allahım! Gazabından rızana; ikâbmdan af ve mağfiretine sığınırım Allahım! Başkasına değil, Senden yine Sana sığınır ve iltica ederim Senin zatını sena ettiğin gibi Sen'i sena etmekten âciz olduğumu itiraf ederim" Bazen secdesini öyle uzatırdı ki annemiz onun ruhunu teslim ettiği endişesine kapılırdı Bazı zamanlar da küçücük hücre-i saadetinde secde etmek için başını koyacak yer bulamaz annemizin ayaklarını hafifçe iterek kendine yer açmaya çalışırdı Mekânı dardı ama gönlü ve vicdanı bütün insanları kucaklayabilecek kadar engin ve genişti Dar mekânlar ve karanlık zamanlardan Rabbinin huzuruna yürüyor; şartlar ne kadar olumsuz olsa da kulluğuna mâni olmuyordu Yine bir seferinde Aişe annemizden müsaade alarak namaza durmuştu Ağlıyor ve gözyaşlarıyla mübarek sakalını yıkıyordu Secdeye vardığında hâlâ ağlıyor, ağlıyordu O kadar ki gözyaşlarından yer ıslanmıştı Neden sonra Hz Bilal geldi ve sabah namazı için seslendi Hz Bilal, Allah Resûlü'nü ağlamaklı bir halde bulunca dili kalbinin rikkatine tercüman oldu ve "Ey Allah'ın Resulü! Allah senin olmuş ve olacak günahlarına meydan vermediği halde seni ağlatan şey nedir?" diye sordu Hz Peygamber onun bu suali üzerine, "Bilal! Şükreden bir kul olmayayım mı? Hem nasıl ağlamayayım? Allah Teâlâ bu gece bana 'Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır' âyetini inzal etti" dedi Sonra da sözünü şöyle tamamladı: "Yazıklar olsun bu âyeti çeneleri arasında çiğneyip de bunun hakkında düşünmeyenlere!" Gecelerin namazla ihya edilmesine o kadar ehemmiyet verirdi ki bir defasında Abdullah İbn Amr İbn Âs'ı: "Abdullah! Sakın gece namazını (teheccüdü) düzenli kılıyorken sonra kılmayı bırakan falan şahıs gibi olma!" diyerek ikaz etmişti Yıllarca Resûlullah'ın yanında kalan ve O'na hizmet eden Hz Enes'e Efendimiz'in gece ibadeti sorulduğunda, "Onu geceleyin namaz kılarken göreceğimizi hiç ummazken namazda görürdük" cevabını vermişti Peygamber Efendimiz risalede görevlendirilen son elçi idi Bu vazife ancak peygamberlerin ve Efendimizin omuzlayabileceği kadar ağır bir yüktü Böylesine ağır bir yükü omuzlamak için Cenâb-ı Hak, Allah Resûlü'ne daha işin başında şu önemli tavsiyeleri yapmıştı: "Ey örtüsüne bürünen Resulüm! Geceleyin kalk da az bir kısmı hariç geceyi ibadetle geçir Duruma göre gecenin yarısında veya bundan biraz daha atçında veya fazlasında ibadet etmen de yeterlidir Kur'ân'ı tertıl ile düşünerek oku Biz sana pek ağır bir söz vahyedeceğiz- Muhakkak ki geceleyin kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve Kur'ân okuyuşu bakımından daha düzgün, daha sağlam bir tilavet sağlar Çünkü gündüz seni meşgul edecek yığınla iş vardır Rabbinin yüce adını zikret, fânilere bel bağlamaktan kurtul ve bütün gönlünle yalnız O'na yönel" Efendimiz Cenâb-ı Hakk'ın kendisine tebliğ etmiş olduğu bu programa ömrü boyunca titizlikle uydu Olur da teheccüdü kılamazsa geceden kalan bu boşluğu gündüz doldurmaya çalışır ve onu kaza ederdi |
Namaz Aşıkları |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Namaz AşıklarıMedeniyetin Merkezine Mescidi Koymuştu Nübüvvet gibi ağır bir görevle tavzif edilen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz bir beşer olarak insanlardan gördüğü muameleler ve karşılaştığı sıkıntılar karşısında daralıp bunaldığında bir yavrunun annesine sığınması misali kendini namazın kucağına atar, onunla rahatlar ve açılırdı Namazla Rabbinden yardım talebinde bulunur ve böylece aşılmaz gibi görünen nice mânileri aşardı Hadiselerin getirdiği tazyîkâta karşı namazı kalkan olarak kullanır ve Hz Bilal'e, "Erihnâ ya Bilal! (Bizleri rahatlat ya Bilal!)" diyerek ezan okumasını rica ederdi Namazı diğer enbiyanın gördüğü gibi sığınılacak bir emniyet ve üns limanı olarak görür ve onun verdiği kuwe-i kudsiye ile nice badireleri aşardı Resûl-i Ekrem Efendimiz inşa ettiği medeniyetin merkezine mescidi koymuştu Mekke'de ataları Hz ibrahim ve İsmail'in bina ve tamir etmiş oldukları Kabe vardı ama misyonunu icra edemiyordu İçi putlarla kirlenmiş olup etrafı da güvenli değildi Allah Resulü bu şehirde alnını güvenle koyacağı bir mabed ve mescid bulamamış bunun için Medine'ye hicret etmişti Henüz şehre girmeden, kuracağı medeniyetin ipuçlarını verircesine ilk önce Küba mescidi, daha sonra Cuma mescidi birkaç ay sonra da kendi mescidini inşa etmişti Yani merkeze namazı ve mescidi koymuştu Medine'de hayat artık Mescid-i Nebi'nin etrafında dönüyordu Müminler ibadetlerini bu mekânda ifa ettikleri gibi pek çok projelerini de bu kutsal mekânda görüşüp sonra tahakkuk safhasına geçiyorlardı Allah Resulü eşleri Hz Âişe ve Şevde annemizin odacıklarını dahi mescide bitişik yapmıştı Vefat ettiğinde Âişe annemizin odası O'nun makberi olacak ve kıyamete kadar mescitte okunan ezanları oradan dinleyecekti Allah Resulü mescitlerde simaları secdelerinin aydınlığıyla ışıl ışıl parlayan altın bir nesil yetiştirdi Bu talebeler öylesine maharetli bir muallimin rahle-i tedrisinde eğitim almışlardı ki çok kısa denilebilecek bir sürede dünyanın dengelerini değiştirdiler Önce Cahiliyenin zifiri karanlığı ile mağmum ve kirleriyle mülevves Arap Yarımadası sonra da civardaki coğrafya bu kudsilerin taşıdıkları meşalelerle aydınlığa kavuştu ve bâtıla ait her ne varsa temizlendi Çekirdekleri namazda saklı teşbih, hamd ve tekbir sesleri artık farkk iklimlerde yankılanmaya başlamıştı Allah'ı teşbih eden, O'na hamdeden ve O'nun adıyla ezanlar okuyup tekbir getiren müminler yetişti İslâm'ın ulaştığı bereketli topraklarda Resûlullah inşa edeceği medeniyetin merkezine secdeyi yani mescidi koyunca oradan bir vicdan medeniyeti yükseliverdi Müminler alınlarını toprakla yüzleştirip Allah karşısında iki büklüm oldukça Allah da onları aziz kıldı İnsanlığın İftihar Tablosu mübarek başını ayaklarıyla aynı noktada birleştirdikçe acz ve fakrın en büyük sermaye olduğu kazındı zihinlere Nihayetinde İslâm medeniyeti Allah'ın izni ve tevfikiyle tıpkı bir ekin gibi kısa sürede boy atıp gelişti Müminler bütün bu gelişmelere şükürle mukabele ederken kâfirler de gayzmdan çatlayacak hâle gelmişlerdi Diğer taraftan ömürleri boyunca Allah için secde etmenin zevkini tatma fırsatı bulamayan Ebû Cehiller, Utbeler, Firavunlar, Nemrutlar, içlerinde biriktirdikleri kin ve nefretle çukurlarına yuvarlanıp gittiler Alnı secde görmeyen bencil ve egoist insanlardan müteşekkil bir cemaatin doğurgan ve bereketli bir medeniyet inşa etmesi de kuru bir ütopyadan başka bir şey olamazdı zaten Medine'yi namazla ihya eden Allah Resulü, yıllar sonra Mekke'yi fethettiğinde Kabe'yi de putlardan temizlemiş, o mukaddes mekânı tesis gayesine hizmet edecek şekle sokmuş ve şehirlerin anası sayılan Mekke'de Mescid-i Haram'ı merkez noktaya koymuştu |
Namaz Aşıkları |
08-02-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Namaz AşıklarıEfendimiz'in Namazları Nasıldı? Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlar arasından seçilmiş bir peygamberdi Bir beşerdi ama taşlar arasında yakut gibi parıldayan ve hemen fark edilebilen bir beşerdi Beşerdi ama beşer gibi değildi, insanlara ve cinlere, dahası bütün varlık âlemine elçi ve sözcü olarak takdir edilmiş bir insandı Bütün yönleriyle mükemmel bir zattı Insan-ı kâmil denilince hemen O akla gelirdi Kemale ait bütün örneklerin kendisinde toplandığı Allah Resulü, namazla kemale nasıl ulaşılabileceğini de öğretiyordu arkasındaki cemaate Şardarına ve erkânına bihakkın riayet ederek ikame etmiş olduğu namazıyla insan-ı kâmil olmanın usul ve âdabını gösterirdi onlara Ümmet-i Muhammed O'nun öğrettiği şekilde namaz kıldıkça hayvaniyetten çıkma adına mesafeler kat edecek, cismaniyeti terk edip ruh ve kalbin zümrüt tepelerine yükselme adına çok önemli yollar alacaktı Namazın bu insani boyutuna tahşidat yapan Efendiler Efendisi, aceleye getirilip geçiştirilerek kılınan namazları veya imama ittiba ettiği halde ona muhalif hareket eden kişilerin hareketlerini hayvanî tablolarla özdeşleştirmiş ve insanlıktan uzaklaşma olarak resmetmişti Ona göre tadil-i erkâna göre kılınmış bir namaz insanı kemale doğru götürecek ve ona üstün insanî vasıfları kazandıracaktı Böylece dört dörtlük namaz kılan her mümin namazında resmettiği mükemmelliği sair zamanlarında da devam ettirecek ve gizli-açık her türlü ahlâksızlıktan ve kötülükten uzak duracak bir kıvama gelmiş olacaktı Rabîa Ibn Ka'b el-Eslemî (radıyallahu anh), Allah Resulü ile arasında geçen bir diyalogu şöyle anlatır: "Geceleri Resûlullah'ın yanında kalır, abdest suyunu götürür ve diğer ihtiyaçlarını karşılardım Bir keresinde bana "Dile (benden ne dilersen)" buyurdu Ben: "Cennet'te seninle beraber olmayı arzu ederim" dedim "Başka bir şey istemez misin?" dedi Ben, tek dileğimin bu olduğunu söyledim Bunun üzerine bana "Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek bana yardımcı ol!" buyurdu Namaz her gün beş defa eda edilmesi gereken bir ibadet olduğundan dolayı bazı nefislere ağır gelebilir Ancak kalpleri haşyetle atan ve Allah'a karşı duydukları saygıyla titreyen ince ruhlar namazın ağırlığını hissetmezler Bilakis onlar bu ibadeti bir ferahlama ve inşiraha erme zemini olarak görür ve fırsat buldukça kıyama dururlar Resûlullah Efendimiz bu mevzuda en birinci misal olarak namazı huşu ile duya duya kılar ve onu yaşardı Bediüzzaman "Âlemde müşahede edilen varlıkları türlü türlü güzelliklerle süsleyen ve bütün canlıların zevklerine, arzularına göre bu kadar nimetleri ihsan eden Sâni'in en kâmil, en cemil ve ibadetine kemâl-i iştiyakla teveccüh eden ve Sâni'in sanat harikası olarak yarattığı bu varlıkları takdir ve istihsanâtıyla (güzel görmesiyle) arş ve ferşi târâba (coşkuya), sevinmeye getiren ve Sâni'in ihsanâtına yaptığı teşekkürat ve tekbirat ile hem karaları hem de denizleri cezbeye getiren bilbedahe (apaçık) Allah Resulüdür" diyerek âlemde tecelli eden rububiyete karşı ubudiyet dairesinin reisliğini Resûlullah'ın temsil ettiğini ifade eder Allah'a karşı insanların en saygılısı ve en müttakisi şüphesiz ki Peygamber Efendimiz'di Hiçbir beşer O'nun ulaştığı haşyet ve huşua erişemedi erişemeyecek de Şüphesiz bu kıvamda olan bir Zâtın namazı da sair insanlardan çok farklı olmuştu Allah Resulü hal ve tavırlarında olduğu gibi ibadetlerinde ve hususiyle de namazlarında bir farklılık resmi çizerdi Bütün kâinatın tasarrufu altında bulunduğu Allah Teâlâ'nın huzurunda haşyetle kıvranır, gözyaşları çoğu kere kıyam, rükû ve secdesine eşlik ederdi Şahsî ibadetlerinde takati aşkın bir kulluk ortaya koyar, ümmetine örnek olma konumunda ise onların kaldırabileceği kadarını tavsiye eder ve uygulardı Onun şahsi ibadetinden bir örnek veren İbn Mes'ûd (radı-yallahu anh) şöyle diyor: Bir gece (teheccüd vakti) Resûl-i Ekrem'in (salkllahu aleyhi ve sellem) namazına iştirak edip, tâbi oldum Kıyamda o kadar uzun durdu (kıraati uzun sürdü) ki az kalsın dayanamayıp oturacak ve O'nu namazıyla baş başa bırakacaktım" İbn Mes'ud'u takatsiz bırakacak kadar uzun süren bu kıyamda Efendimiz Bakara, Âl-i Imrân ve Nisa Sûrelerini okumuştu Bu da yaklaşık 100 küsur sayfa demekti İbn Mes'ud gibi mümtaz bir sahabi, Efendimiz'in ubudiyetine ayak uydurmakta zorlanmıştı Huzeyfe (radıyallahu anh) da tıpkı İbn Mes'ud gibi bir gece Resûl-i Ekrem (salkllahu aleyhi ve sellem) ile birlikte namaza durmuştu Allah Resulü Bakara Sûresini okumaya başladı Huzeyfe içinden, yüz âyet okuyunca herhalde rükûa varır diye düşündü Fakat Efendimiz yüz âyeti okuduktan sonra rükua varmayıp kıraate devam etti Huzeyfe bu sefer herhalde bu sûreyi iki rekâta bölüştürerek okuyacak sonra namazı öyle bitirecek diye düşündü ama Resûlullah öyle yapmayıp yine kıraate devam etti Huzeyfe yine "Artık herhalde bu sûre ile rükûa varır" diye düşündü ama varmadı Akabinde Nisa Sûresine başladı ve bitirdi Sonra Âl-i İmran Sûresine başladı, onu da okudu Okurken tertil üzere okuyor, içinde teşbih ifadesi geçen âyete gelince Allah'ı teşbih ediyor, dilek ve istek ifadesi geçen âyeti okuyunca da Allah'tan niyaz ve talepte bulunuyor, sığınma ifadesi geçen bir âyete gelince de Allah'a sığınıyordu Bu uzun kıyamdan (kıraatten) sonra nihayet rükûa vardı "Sübhâne rabbiye'l-azîm" (Ben yüce Rabbimi Zâtına yakışmayan her türlü sıfattan tenzih ve takdis ederim) diyerek teşbih etmeye başladı Rükûu da kıyamı kadar uzun oldu Sonra "Semiallâhu limen hamideh, rabbenâ leke'l-hamd (Allah, kendisine hamd edeni işitir, hamd bütünüyle ezelden ebede yalnız Sana mahsustur ey Rabbimiz)" dedi ve rükûda kaldığı süreye yakın ayakta durdu Sonra secdeye vardı ve "Sübhâne rabbiye'l-a'lâ" (Ben Yüce Rabbimi Zâtına yakışmayan her türlü sıfattan tenzih ve takdis ederim) diyerek teşbih etti Secdesi de neredeyse ayakta beklediği kadar uzun olmuştu Bir başka gün Abdullah İbn Şıhhîr (radıyallahu anh) Resûlullah namaz kılarken Resûlullah in huzuruna girmiş ve ağlamaktan dolayı göğsünden fokur fokur kaynayan tencere misali sesler geldiğine şahit olmuştu O, namazı zahir ve bâtınıyla (huşu ve ta'dil-i erkânıyla) mükemmelen eda ediyor ve bütün varlığın teşbih, hamd ve tekbirlerini arkasına alarak kıyamda duruyor, rükua gidiyor ve secde ediyordu Bediüzzaman Hazretleri "Bir zaman kalbime geldi; niçin Muhyiddîn-i Arabi gibi harika zatlar sahabelere yetişemiyorlar?" diye kendi kendine bir soru sorar Sonra namaz içinde ''subhane rabbiye'l azîm'' derken, şu kelimenin manası kendisine inkişaf eder Tam manasıyla değil fakat bir parça hakikati görünür Akabinde kalben "Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi" diyerek sahabe namazının aşkınlığını anlatır Allah Resûlü'nün namazmdaki aşkınlık kim bilir ne seviyede idi? Bediüzzaman ayarında bir insan bir kez olsun sahabe namazı gibi bir namaz kılmayı bir yıllık ibadetine feda ederim diyorsa Efendimiz'in namazının enginliği, feyzi ve bereketini takdir etmek idrakimizi aşar zannediyorum Geceleri mübarek ayakları şişip kan toplayincaya kadar ibadet eden Efendimiz'in bu hâlini gören muhtereme annemiz Hz Âişe: "Ey Allah'ın Resulü! Allah Teâlâ Senin, olmuş ve olacak günahlarına meydan vermediği halde ibadet hususunda niçin bu kadar tehalük gösteriyorsun (helak olacak derecede kendini veriyorsun)?" diye sorunca; "Aişe! Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermişti Yine Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) O'nun namazlarım "Öyle kıyamda dururdu ki sorma gitsin Öyle rükûa varırdı ki sorma gitsin ve öyle secde ederdi ki sorma gitsin!" cümleleriyle ifade ederdi Cenâb-ı Hakk'ın varlığına başka hiçbir delil olmasa, Allah Resûlü'nün kıldığı namaz, delil olarak yeterdi Çünkü O'nun bütün namazında âdeta Cenâb-ı Hak tecellî ederdi Her ne kadar Allah Resulü kendi ibadet dünyasını çok aşkın bir şekilde inşa edip namazlarını duya duya kılmış olsa da cemaatle namaz kılınması esnasında imamın kıraati hafif tutmasını isterdi "Sizden biriniz, imam olup insanlara namaz kıldırdığında onu hafif tutsun; çünkü cemaat arasında zayıf, hasta ve yaşlı kimseler vardır Tek başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın" diyerek cemaatin umumi durumunun göz önünde bulundurulmasını arkadaşlarına tavsiye ederdi Bir defasında bir şahıs Resûlullah Efendimize gelmiş ve, "Filan şahıs imamete geçtiğinde namazı o kadar uzun kıldırıyor ki bu yüzden sabah namazına (cemaate) gitmeye geri duruyorum" diyerek şikâyetçi olmuştu Bunu duyan Resûlullah (saiiailahu aleyhi ve sellem) o güne kadar görülmedik bir şekilde celallenerek şöyle buyurdu: "Ahali! İçinizde dinden nefret ettirip, soğutan şahıslar var! Hanginiz imamete geçerse, erkânından ve sünnetinden taviz vermeyecek şekilde namazı hafif tutsun; zira arkasındaki cemaat içinde yaşlısı, çoluk çocuğu ve işine gücüne gidecek olanı var" Allah Resulü imamete geçtiğinde arkasındaki cemaati nazar-ı itibara aldığını şu cümleleriyle de açıkça ifade eder: "Ben namaz kıldırmaya kalktığımda (bazen) namazı uzatmak isterim fakat bir çocuğun ağlayışını duyunca, annesinin çocuğun ağlamasından dolayı üzüleceğini bildiğimden, ona sıkıntı vermeyi ve zorluk çıkarmayı uygun görmediğim için kıraatimi kısa tutarım" Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) farz olan beş vakit namazın ötesinde nafile olarak kıldığı namazlarla bir gününü ihya eder ve adeta her vakit için şükür ve duayı cem eden namazla teşekkür ederdi Sabahlarını kuşluk ve işrak namazlarıyla gecelerini de teheccüd namazıyla nurlandırır, fani vakitlerine namazlarıyla beka rengi verirdi Normal zamanlarında bu şekilde hareket ettiği gibi herhangi bir gazaya veya sefere çıktığında da namazı ihmal etmezdi Onun bütün hayati boyunca vaktinde eda edemeyip kaza etmek zorunda kaldığı namaz sayısı birkaç vakti aşmamıştı Kazaya kalan namazları da ya muharebe şartlarının elvermemesinden ya da yolculuğun getirdiği yorgunluktan dolayı vuku bulmuştu Hendek'te savaşın en kızıştığı vakitlerde Allah Resulü, bir gün içerisinde dört vakit namazını kılamamış kazaya bırakmıştı Savaşın namüsait şartları namaz kılmaya imkân bırakmamıştı Yaklaşık bir yıl sonra Umre niyetiyle çıktıkları seferde ise müminlerden savaş, yangın ve afet gibi zamanlarda kılmaları istenen namaz tebliğ edileli Bu namaz "salâtü'l-havf" yani korku namazı idi Bu namazın nüzul süreci şöyle gelişmişti: Efendimiz ve ashâb Hudeybiye senesinde Umre niyetiyle Mekke'ye doğru hareket ettiklerinde Mekkeliler telaşlanmış ve savaş hazırlığına girişmişlerdi Müminler, Gamîm denilen yerde konakladıklarında henüz İslâm'la tanışma bahtiyarlığına ermeyen Halid İbn Velid onların çıkardıkları tozdan nerede bulunduklarını anlamıştı Hemen Mekke'ye haber salmış kendisi de atlılarıyla birlikte Gamim'e gelmişti Uzun uzadıya Resûlullah ve ashabını seyretmeye başlamıştı Onun geldiğini gören Allah Resulü de her ne kadar niyeti savaş yapmak olmasa da muhtemel bir saldırıya karşı arkadaşlarına hazırlıklı olmalarını tembihledi İki taraf da birbirini süzerken öğle namazının vakti girmişti Habib-i Kibriya Hazretleri her zaman olduğu gibi Hz Bilal'e seslenerek ezan okumasını istedi Müminler hep birlikte kıbleye dönüp namazlarını eda ettiler Bütün bunları seyreden Halid İbn Velid bu sırada saldırıya geçmediğinden ötürü pişmanlık yaşıyordu ama, neyse ki onların çocuklarından ve kendi nefislerinden de aziz tuttukları bir namazları daha vardır diye düşündü O zaman onların işini bitiririm diye geçirdi içinden Anlaşılan, ikindi vakti girip de müminler namaza durduklarında saldıracak ve önüne geleni kılıçtan geçirecekti Ancak gidişat hiç de Halid'in düşündüğü gibi olmadı Hz Cebrail imdada yetişip semalar ötesinden yeni mesajlar getirmişti Gelen âyetlerde Allah Resulü'ne şunlar vahyediliyordu: "Sefer esnasında kâfirlerin size bir fenalık yapmalarından endişe ederseniz namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur Gerçekten kâfirler sizin besbelli olan düşmanlarınızdır Ey Resulüm! Sen müminlerin içinde olup da onlara namaz kıldıracak olursan, onlardan bir kısmı sana tâbi olarak namaza dursun ve silahlarını yanlarına alsınlar Bunlar secdeye vardıklarında, diğer kısım arkanızda beklesinler Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, sana tâbi olarak namaz kılsınlar, hem ihtiyatlı bulunsun ve silahlarını da yanlarına alsınlar Kâfirler sizi silahsız ve teçhizatsız vaziyette iken kıstırıp, birden baskın yaparak işinizi bitirmek isterler Eğer yağmur sebebiyle zahmet çekerseniz yahut hasta düşmüş iseniz, silahlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur Bununla beraber yine de tedbiri elden bırakmayın Muhakkak ki Allah kâfirler için, zelil ve perişan eden bir azap hazırlamıştır Namazı tamamladıktan sonra, gerek ayakta durarak, gerek oturarak ve gerek yanlarınız üzerinde uzanarak hep Allah'ı zikredin Derken, korkudan güvene kavuştunuz mu, o vakit namazı tam erkânıyla eda edin Çünkü namaz belirli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır" Böylelikle sıcak çatışma olmayan bir savaş ortamında yahut yangın, sel gibi bir güvensizlik ortamında salat-ı havfın (korku halindeki namazın) kılınması istenmişti Peygamber Efendimiz de bunu müteaddit defalar uygulayacaktı |
Namaz Aşıkları |
08-02-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Namaz AşıklarıNamazla Yaşadı, Namaz İhtarıyla Hakk'a Yürüdü Ömrü boyunca namazın üzerine titreyen Resûlullah Efendimiz Nasr sûresinin inzal edilmesinden sonra Refık-i A'lâ'ya kavuşma zamanının yaklaştığını anlamış ve âhir ömründe teşbih ve istiğfara daha fazla ehemmiyet vermiştir "Sübhanellâhi ve bi hamdihi estağfirullah ve etûbü ileyh" (Allahım! Hamdini sözüme sertaç ederek Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim Sana istiğfar eder ve evbede bulunurum) dua cümlesini her vesileyle tekrar etmiştir "Rukûa eğildiniz zaman Rabbinizi tazim edin, secdelerinizi de dua ile zenginleştirin Zira duaların kabul olmaya en liyakatli olduğu an secde anıdır" buyuran Resûlullah Efendimiz namazda da istiğfar ve dua etmiştir Mübarek hayatını Allah'a kullukla geçiren Efendimiz gece gündüz hep namaz kıldı ve âdeta namazlaştı Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz diyen ve namazla yaşayan biri olarak O, namazla yaşamış ve dudağında namaz ihtarıyla Hakk'a yürümüştü Allah Resûlü'nün son günlerini Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle tasvir ediyor: "Son günleriydi Gözlerini açacak dermanı dahi kalmamıştı Başından aşağıya bir miktar su dökülünce gözlerini açıyor, şayet bir tek kelime söyleyecek kadar dermanı varsa, 'Cemaat namazı kıldı mı?' diye soruyordu Ancak bu kadarcık bir enerji sarfı dahi O'nun dermanını tüketiyor ve yine bayılıyordu Dökülen soğuk suyla kendine gelince sorduğu soru yine aynı soruydu: 'Cemaat namazı kıldı mı?' Hayır, cemaati saatlerden beri O'nu bekliyordu Gözler hep kapısındaydı Ne zaman perde aralanacak ve mescide yine güneş doğacaktı İşte bunu gözlüyorlardı Çoğu, O Güneşin batmak üzere olduğunun farkındaydılar; ancak buna bir türlü inanmak istemiyorlardı Bu arada, Allah Resulü, artık namaz kıldıracak takatinin olmadığını anlayınca 'Ebû Bekr'e söyleyin namazı kıldırsın!' buyurdu Biraz kendinde iyileşme hissedince de mescide doğru yürüdü Bir kolundan amcası Abbas (radıyallahu anh), diğerinden de amcasının oğlu ve aynı zamanda damadı, Hazreti Ali (radıyallahu anh) tutmuş, zorlukla mescide götürülmüştü Kendisinden sonra imam olacak zatın arkasına durdu ve namazını oturarak kıldı O, bu şekilde mescide sadece iki defa gelebildi Birinde namazı Allah Resulü kıldırdı, Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anh) da arkadakilere onun sesini duyurdu Diğerinde ise, namazını Hazreti Ebû Bekir'in (radıyallahu anh) arkasında kıldı Cemaatine kendisinden sonra gelecek imamı âdeta işaret buyurdu Bir kere daha, evet O, namazla ve cemaatle bu derece bütünleşmişti Son ânına kadar da cemaati terk etmemişti Hatta ayaklarını sürüye sürüye mescide gelmiş ve namazını cemaatle kılmıştı" Dünya ve dünyadakilere veda etmeden önce ashabına son tavsiyeleriydi bunlar Müminleri cemaat halinde namaz için saf saf gördüğünde tebessüm etmiş ve gördüğü manzaradan memnuniyetini izhar etmişti Müminler Resûlullah'ı son kez böyle tebessüm ederken görmüşlerdi Mevzuyu burada sona erdirirken muhtevaya muvafık bir dua ile bitirelim "Allahım! Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz namazı hangi enginlikte ikâme ediyor idiyse, bize de o idraki lütfeyle; namazın manasını ruhlarımıza da duyur Ey Rabbimiz! Biz de Peygamber Efendimiz'in eda ettiği gibi namaz kılmak ve onu benliğimizin bütün zerrelerinde duymak istiyoruz Namaz esnasında Sen'den başka bütün mülahazalara karşı kapanmayı ve tamamen namazlaşmayı arzu ediyoruz Ne olur Allahım! Bu lütfunu bizlere de nasip eyle!" |
|