Kur'an-İ Kerim Ve Türkçe Meali |
07-27-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kur'an-İ Kerim Ve Türkçe MealiKur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Mumine Sitesi KUR'ÂN-I KERÎM Son vahiy dini olan İslâm'ın kutsal kitabı Kur'ân, tercih edilen görüşe göre, "karae" fiilinden edilen bir mastar olup, Allâh'ın son kitabına özel ad olmuştur Kök anlamı; okumak, toplamak, bir araya getirmek demektir Âyetlerde bu anlamı görmek mümkündür: "Ey Muhammed! Cebrail sana Kur'ân'ı okurken, acele ederek onunla beraber dilini oynatma Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu izle" (el-Kıyâme, 75/1618) Kur'ân-ı Kerim'in özlü tarifi şöyledir: Yüce Allah, tarafından Hz Muhammed'e arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile sona eren kelâmıdır Kur'ân-ı Kerim'in, Hz Muhammed'in risaletinin başında ilk inen âyetleri şunlardır: "Yaratan Rabbinin adıyla oku O insanı bir kan pıhtısından yarattı Oku! Rabbin, kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir" (el-Alâk, 96/1-5) İlk inen âyetlerin inananları okumaya, öğrenmeye, yazmağa ve araştırmaya çağırması ilim için büyük teşvik mesajı taşır Kur'ân'ın son inen âyeti de şudur: "Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâm'ı seçtim" (el-Mâide, 5/3) İslâm'ın kutsal kitabının özel adı olan Kur'an kelimesi, Cenab-ı Hak tarafından altmış sekiz kadar âyette kullanılır Bir kaçını örnek olarak sunacağız: "Biz şüphesiz bu kitabı okuyup anlamanız için arapça bir Kur'an olarak indirdik" (Yûsuf, 12/2) "Ey Peygamber! Kur'anı okumak istediğin zaman, Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığın, yani "eûzübillâhimineşşeytânirracîm" de (en-Nahl, 16/98) "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin Ve susun ki merhamet olunasınız" (el-A'râf, 7/204) "Şüphesiz bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür Salih amel işleyen mü'minlere büyük bir mükâfat olduğunu, âhirete iman etmeyenlere de can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler" (el-İsrâ, 17/9-10) "Biz Kur'an'ı, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz Kur'an, zalimlerin ise ancak zararını arttırınr" (el-İsrâ, 17/82) İslâm hukukunda Kur'ân için daha çok "Kitap" ismi kullanılır Birçok âyette "el-Kitâb" kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm anlamında kullanıldığı görülür "Elif Lâm Mîm Bu o kitaptır ki, kendisinde (Allah tarafından gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur" (el-Bakara, 2/1) Bundan başka çeşitli âyetlerde Kur'ân için başka isimler de kullanılmıştır Bunlardan bazıları şunlardır: el-Furkân (el-Furkân, 25/1), ez-Zikr (el-Hicr, 15/9), en-Nûr (en-Nisâ, 4/174), er-Rûh (eş-Şûrâ, 42/52), el-Hudâ (el-Bakara, 2/2), eş-Şifâ (el-İsrâ, 17/82), el-Mecîd (el-Burûc, 85/21-22), el-Mesânî (ez-Zümer, 39/23), Ümmü'l-Kitab (ez-Zuhruf, 43/1-4) Kur'ân'ın Toplanması: Ashab-ı Kiram, Hz Peygamber (sas)'in sağlığında Kur'an'ın bütününü yazmıştır İnen her âyeti bizzat Hz Peygamber tarafından vahiy katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı Ancak Hz Peygamber (sas), nâzil olan âyetlerin ashabı tarafından ezberlenmesini yeterli görmemiştir Çünkü onları ashabından ne kadar çok kimse ezberlemiş olursa olsun, hafıza, daima unutkanlık illetine maruz kalabilecek olan bir yetenektir ve belirli bir zaman için çok güçlü olsa bile, sonradan bu gücünü ve dolayısıyla güvenilir olma vasfını yitirebilir İşte bu sebeble Hz Peygamber, vahyi ezberleyenler yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek kâtipler edinmiş ve kendisine bir âyet nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır Hz Ebu Bekir, Ömer b Hattab, Osman b Affân, Ali b Ebî Tâlib, Zubeyr b el-Avvâm, Ubeyy ibn Ka'b, Zeyd b Sâbit, Muâviye b Ebî Süfyan, Muhammed b Mesleme, Eban b Sa'd, Hz Peygambere vahiy katipliği yapan sahabilerden bazılarıdır Kur'an-ı Kerim, Hz peygamber devrinde bizzat vahiy meleği ve Nebi (sas)'in birbirlerine karşılıklı okumaları ve de sahabilerin ezberlemesiyle korunmuştur Ancak Hz Peygamber' in sağlığı müddetince devam eden vahyin bütün bir kitabta toplanmasına imkân yoktu Çünkü vahyin Hz Peygamberin ölümüne kadar devam ettiği bilinmektedir (Buharî herrid-i Sarih, XI, 228) Hz Peygamber'in vefatından dokuz gün öncesine kadar devam eden vahiy Onun vefatıyla son buldu Böylece Kur'an inen son âyetle tamamlanmış oldu Yüz on dört sûre, altıbin altıyüz altmış altı âyetten müteşekkildir Kur'an sûreleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde indirildi Bazı sûreleri Mekke'de inmesi dolayısıyla "Mekkî", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medenî" diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda tamamlanmıştır Vahyedilen bütün sûrelerin hafızlar tarafından ezberlenmesi, kemik, tahta, papirüs, deri ve kiremit inceliğindeki pişirilmiş tuğlalara yazılmak suretiyle korunmuştur Hz Peygamber (sas)'in vefatını takip eden Yemâme savaşlarında yetmiş kadar hafız (kurrâ)'ın şehid düşmesi müslümanları telâşa düşürmüştü Hz Ömer de hafızların toplanması için halife Hz Ebu Bekir'e başvurarak konunun görüşülmesini istemişti Bunun üzerine Hz Ebu Bekr, Zeyd İbn Sâbit başkanlığında toplanan Abdullah b Zübeyr, Sa'd b Ebi Vakkas, Abdurrahman b Haris b Hişam'ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından Kur'an sahifeleri Mekke lehçesi esas alınarak bir araya getirildi (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev Salih Tuğ, İstanbul 1980, III, s 761) Hafız ve kâtib olan Zeyd b Sâbit, Hz Ebû Bekir'in talimi, Hz Ömer'in yardım ve gözetimi altında, elinde yazılı Kur'an metni olan herkesin bu metinleri getirmesini ve getirirken de ellerindeki metinlerin bizzat Hz Peygamberden yazıldığına dair iki güvenilir şahid gösterilmesi istendi Böylece bütün metinler toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur'an-ı Kerim'in aslî nüshası yazılarak halife Hz Ebu Bekir'e teslim edilmiştir Zeyd b Sâbit'in çalışmalarıyla ortaya koyduğu bu aslî nüshaya "İmam Mushaf" adı verilmiştir Abdullah b Mes'ûd'un teklifiyle iki kapak arasında "İmam Mushaf" üzerinde yapılan danışma ve görüşmeler sonucunda bunun üzerinde her hangi bir noksanlık görülmemiş ve güvenirliği konusunda ittifak sağlanmıştır Böylece Kur'an-ı Kerim her hangi bir tahrifata uğramadan "Mushaf" haline getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan mushafların ana kaynağını teşkil etmiştir Hz Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi Gerek Medine'de gerekse sınırları günden güne genişleyen İslam Devletinin diğer merkezlerinde en sıhhatli kaynak olan hâfiz sahabilerin öğretmen ve gözetmenliğinde pek çok hâfız yetiştirilmiştir Fakat zamanla fetihlerin hız kazanması ve yeni fethedilen yerlerde ortaya çıkan kavim ve kabilelerin müslüman oluşu farklı şive ve lehçelere göre okuyuş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır Bu durum M648'de Ermenistan ve Azerbaycan fethinde Şamlı ve Iraklı askerlerin yan yana gelmesi ile farklı okuyuşların su yüzüne çıkmasını sağladı Bu tartışma ortamının daha fazla büyümesine engel olmak için Huzeyfe b Yemân, Halîfe Hz Osman'a başvurarak bu durumun düzeltilmesini, ihtilafın ortadan kaldırılmasını istedi Bunun üzerine Halife Hz Osman, Rasulullâh'ın diğer ashabı ile de istişare ederek, İslâm dünyasında yalnızca Hz Ebu Bekr'in emriyle derlenmiş olan onaylı Kur'ân mushaflarının kullanılmasını ve bir başka lehçe yahut ağız ile yazılmış tüm diğer nüshaların kullanılmasının yasaklanmasını kararlaştırdı Hz Osman bir önlem olarak da gelecekte herhangi bir kargaşa yahut yanlış anlamaya meydan vermemek için diğer tüm nüshaları yaktırarak ortadan kaldırma yoluna gitti Hz Ebû Bekir zamanında yazıları İmam Mushaf, Hz Ömer'in ölümünden sonra kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz Hafsa'ya geçmişti Hz Osman zamanında bu nüshadan çoğaltılan mushafların yedi nüsha olduğu söylenir (Muhammed Hamidullah, age, II, s763) Bunlar Medine, Mekke, Şam, Kûfe ve Basra'ya gönderilerek müslümanlar arasında çıkabilecek farklı okuyuşlar önlenmiş oldu Hatta Hz Ali'nin Hz Osman için "Eğer Osman (ra) Kur'an'ın tek kitap halinde toplatılarak çoğaltılması işini yapmasaydı ben yapardım" dediği bilinmektedir Kur'an-ı Kerim Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile son bulmuştur Ondört yerinde tilâvet secdesi yer almaktadır (el-A'raf, 19/58; er-Râd, 13/1; en-Nahl, 16/50; el-İsra, 17/107; Meryem, 19/58; el-Hacc, 22/18; Furkan, 25/60; en-Neml, 27/25; es-Secde, 32/15; Sad, 38/24; Fussilet, 41/37; en-Necm, 53/62; İnşikâk, 84/21; Alâk, 96/19) Bunlar okunduğunda tilâvet secdesi yapmak vacibdir Hz Osman (ra) tarafından değişik vilâyet merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır Çarlık Rus hükümeti onun faksimile ile röprodüksiyonunu (fotoğraf veya fotokopi ile tam kopyasını) neşretmiştir Şu anda dünyanın her yanında okunmakta olan Kuran'larla Taşkent'teki Kur'an arasında tam bir benzerlik, aynılık sözkonusudur (Muhammed Hamidullah, İslam'a Giriş, Ankara, ty, s41; M Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, s 763) Hz Ebû Bekr'in (ö 13/634) halifeliği sırasında Kur'an-ı Kerîm toplanıp iki kapak arasında kitap haline getirilince, uygun bir isim aranmış, Abdullah b Mes'ud'un (ö32/652) "Habeşistan'da bir kitap gördüm, ona Mushaf adını vermişlerdi" demesi üzerine, halife tarafından bu isim uygun bulunmuştur (Celâleddin es-Süyûtî, el-İtkân f F Ulûmi'l-Kur'ân, terc Sakıp Yıldız, H Avni Çelik, İstanbul 1987, I, 124) Mushaf; sayfalardan meydana gelmiş kitap anlamına gelir Kur'an-ı Kerîm'in Muhtevası: Kur'an yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir On üç yıl kadar süren Mekke döneminde inen âyet ve sûreler daha çok İslâm inanç ve ahlâkı ile ilgili konuları kapsar Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere, kitaplara ve âhiret gününe iman gibi Hz Âdem (as)'den beri gelen tevhid inancı işlenir Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş milletlerden ibretli kıssalar anlatılır Bu arada tevhid inancından ayrılmış olan atalarının bu yanılgısı şöyle ifade edilir: "Onlara; Allah'ın indirdiğine uyun, denilince, hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler Ya ataları bir şeye aklı ermeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?" (el-Bakara, 2/170) Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'in, Hz Âdem'den sonra peygamber olan Hz Nuh'tan itibaren devam eden vahiy zincirinin devamı olduğunu da açıklar: "Şüphesiz biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Hârun'a ve Süleyman'a da vahyettik Dâvud'a Zebûr'u verdik" (en-Nisâ, 4/163) Medine'de inen âyet ve sûrelerde daha çok hukuk kuralları yer almıştır Aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle veya devletle olan ilişkileri, akitler, sulh ve savaş halleri bu âyetlerde açıklanır Çünkü M622 tarihinden itibaren artık Medine'de bu hükümleri uygulamak için yeterli güce sahip bir İslâm Devleti teşekkül etmişti Bu Devlet'in basında da Allah'ın elçisi Hz Muhammed bulunuyordu Allah-ü Teala hafifinden ağırına doğru bir yol izleyerek hükümler gönderiyor, resûlüllah ve ashabı bunları geciktirmeksizin uyguluyordu Kur'an dilini bilmeleri, namazlarda, mescid içinde ve dışında okunan sûre ve ayetleri anlamalarını kolaylaştırıyordu Bu devrin özelliği; iyi ve yararlı olanı almak, kötü ve zararlı olanı kaldırmak şeklinde özetlenebilir Yükümlülükler birden gelmemiş, gelenler de giderek tamamlanmıştır Mesela: namaz, sabah ve akşam iki vakit iken, sonra beş vakit olmuştur İçki önceleri yasaklanmamış, sadece zararlı olduğu belirtilmiş, sonra sarhoş iken namaza yaklaşılması yasaklanmış, en sonunda da kesin olarak haram kılınmıştır (bk El-Bakara, 2/219; en-Nisa, 4/43; el-Mâide, 5/90-91) Kur'an-ı Kerim'de yer alan hükümler insanların gücü yeteceği ölçüdedir Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez" (el-Bakara, 2/286) Hükümlerde başka bir özellik de kolaylık prensibidir "Allah size kolaylık diler Size güçlük istemez" (el-Bakara, 2/185, ayrıca şu ayetlere bakınız: el-Bakara, 2/286, Âlu İmran, 3/159) Hz Peygamber ayetlerde belirtilmeyen hususlarda ağır hükümler konulmasından çekinir, çeşitli konularda çok soru soran sahabelere: "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece, siz de beni kendi halime bırakın" (Buhari, el-Cami', IV, 422) buyururdu Nitekim hac ibadeti farz kılınınca (b Alu İmran, 3/97, el-Hac, 22/27, el-Bakara, 2/196, 197) Resûlüllah (sas) bunu tebliğ etmiş ve ashab-ı kirama hac yapmalarını bildirmiştir Bir sahabenin bu ibadeti için: "Her yıl mı?" sorusuna üç defa tekrarlaması üzerine, Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler, peygamberlerine çok soru sormaları ve aldıkları cevaplarla amel etmemeleri yüzünden helak olmuşlardır Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakın" (Buhari, el-Cami" IV, 422) Kur'an'ın parça parça inişi uygulamayı kolaylaştırıyordu Diğer yandan, bu sayede, gelen ayetler ezberlenip, ünsiyet meydana geliyor, kalblere yerleştiriyordu Müşrikler Kur'an'ın bir defada inmesi gerektiğini söyleyerek tenkid yönetilince, kendilerine yüce Allah şöyle cevap verdi: "İnkar edenler; Kur'an ona bir defada indirilmeliydi, derler Halbuki biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve onu ağır ağır okuruz" (el-Furkan, 25/32) Ayetlerin olaylar üzerine inişi, tam ihtiyaç sırasında gelişi, toplumda gerekli etkiyi göstermesine yardımcı olmuştur Bu yüzden, ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ü nüzul) Kur'an tefsirlerinde önemli bi alt yapı oluşturmuştur Kur'an-ı Kerim'i gerek Mekke ve gerekse Medine döneminde Hz Peygamberden bir vahiy katipleri grubu yazmış ve bu yazılanları sahabeden yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluk ezberlemiş, böylece her devirde yalanda birleşmesi düşünülmeyen topluluklar birbirlerinden naklederek, hiçbir tahrif ve değişikliğe uğratılmadan, ilave ve eksiklik yapılmadan mushaflara yazılı ve hafızalarda kayıtlı olarak bize kadar ulaşmıştır Tevatür yoluyla nakil, nakledilenin doğruluğu konusunda İslam bilginleri arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur Bu prensip gereğince Hz Ebu Bekir'in halifeliği sırasında Kur'an toplanırken tevatür derecesini bulmayan Abdullah b Mesud'un kendisinin daha iyi anlaması için açıklayıcı olarak koyduğu bazı ifadeler komisyonca metne eklenmemiştir Bunlardan birisi de yemin ile ilgili; "Bunları yapma imkânını bulamayan kimsenin üç gün oruç tutması gerekir" (el-Maide, 5/89) âyetinin devamında "mütetâbiat (peşpeşe)" ilavesidir Yine Abdullah b Mes'ud'un annelerin nafakası ile ilgili: "Mirasçı da (yukarıda) belirtildiği şekilde (nafaka ile) yükümlüdür" (el-Bakara, 2/233) âyetindeki "mirasçı hakkında "zi'r-rahimil-mahrem (evlenilmesi yasak olan yakın hısımlardan olan) şeklinde ilâve taşıyan kıraati de Kur'an'dan sayılmaz (Zekiyüddin Şaban, Usulü'l-Fıkh, Terc İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s 46-47) Tevâtür derecesine ulaşamayan bu gibi kıraatlerin hukukçular için delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır Hanefilere göre, bu kıraat şekillerini nakleden sahabe bunu ya Hz Peygamber' den işitmiştir veya kendi görüşü ve ictihadı olarak ifade etmiştir Bunun, en azından Allah'ın kitabını tefsir için vârid olmuş bir sünnet olduğu açıktır Sünnetin hüküm kaynağı olduğunda ise şüphe yoktur İşte bunun bir sonucu olarak Hanefîler yemin keffâreti olarak tutulacak orucun peş peşe üç gün tutulmasını gerekli görürler Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise, mütevatir olmayan Kıraatler ne Kur'ân ve ne de sünnet sayılmaz ve hüküm çıkarmada delil olarak da kullanılamaz (Zekiyuddin Şa'ban, age, s47, 48) Kur'ân-ı Kerîm bir benzeri yazılamayan, en üstün edebiyat ve üslûp özelliklerine sahiptir Âyetlerde bu özellik şöyle dile getirilir: "Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğiniz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız siz de bunların benzeri bir sûre getirin Bu konuda Allah'tan başka şahidlerinizden de yardım isteyin Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bunu yapın" (el-Bakara, 2/23) "Yoksa onu (peygamber) kendiliğinden uydurdu mu diyorlar?" De ki: "Öyleyse, eğer iddianızda doğru iseniz siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin Bu konuda Allah'tan başka gücünüzün yettiği kim varsa onları da yardıma çağırın" (Yunûs 10/38) Kur'an yalnız Araplar için değil, yeryüzündeki tüm insanları doğru yola iletmek için gelmiştir Onun öğretileri cihanşümüldür Âyette şöyle buyurulur: "Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiyâ, 21/107) Bu özelliği Kur'an'ın i'caz yönlerinin de evrensel olmasını gerektirir Kur'an'ın insan gücü üstündeki bazı özellikleri şunlardır: 1 Belâgat: Kur'an'ın üslûp ve ifade üstünlüğü essiz ve orijinaldir Kur'an kelimelerinin üstün akıcılığının arap dilinde bir benzeri yoktur Bazen bu edebî üslûp, insanın tüylerini ürpertecek güçtedir Buna aşağıdaki âyetler örnek verilebilir: "Ey insanlar! Rabbinizden sakının Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiği yavrusunu unutur, her hâmile kadın çocuğunu düşünür İnsanları sarhoş gibi görürsün, halbuki onlar sarhoş değildirler; fakat Allah'ın azabı çok çetindir" (el-Hac, 22/ 1, 2) 2 Kur'an'ın geçmiş çağlara ait olayları haber verişi: Kur'an; Hz Nuh, Lut, İbrahim peygamberlere, Ad ve Semûd kavimlerine ait haberleri anlatmaktadır Yine Hz Musa ve Fir'avn arasında geçen olayları, Hz Meryem'i, Hz İsa ve doğumu gibi haberleri gerçeğe uygun biçimde vermektedir Bunlar, diğer semavi dinlerin kutsal kitaplarındaki bozulmamış olan bilgilere de uymaktadır Bütün bunlar ümmi olan, okuma ve yazma bilmeyen bir peygamber olan Hz Muhammed'in diliyle haber verilmektedir Bu durum, bu bilgilerin ilahi vahiy ürünü olmasını gerektirir Kur'ân-ı Kerîm'de bu konuda şöyle buyurulur: "Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve onu sağ elinle de yazmış değildin Öyle olsaydı, bâtıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi" (el-Ankebût, 29/48) 3 Kur'ân'ın gelecek olayları haber verişi: Kur'an'da haber verilen, geleceğe ait bir takım olaylar zamanı gelince meydana gelmiştir Şu olayları örnek verebiliriz: İslâm'ın ortaya çıkışı sırasında Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ile İran dünyanın güçlü iki ülkesi idiler Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır ve Irak'ın bir bölümü Bizans'a bağlı idi M613 tarihlerinde bu iki komşu ülke, amansız bir savaşa girişti İran galip gelerek Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı ele geçirmiş, Anadolu'yu da istilâ ederek İstanbul Boğaziçi sahillerine kadar ilerlemişti Bu haber Mekke'ye ulaşınca müşrikler sevinmiş, İranlıların Bizans'ı yenip perişan ettiği gibi, kendilerinin müslümanları yeneceklerini söylemişlerdi Bizanslılar hristiyan ve ehl-i kitap, İranlılar ise putperest idiler Bu yüzden Mekke müşrikleri İranlıları kendilerine yakın görüyor ve onların zafer kazanmasından dolayı seviniyorlardı İşte bu arada Kur'an-ı kerim'in şu âyetleri indi: "ElifLâmMîm Bizanslılar en yakın bir yerde yenildiler Onlar bu yenilgilerinden sonra yakın bir zamanda (üç ilâ dokuz yıl arasında) galip geleceklerdir İş, eninde sonunda Allah'a aittir İşte o gün mü'minler Allah'ın yardımı ile sevineceklerdir Allah dilediğine yardım eder O güçlüdür, esirgeyicidir"(er-Rum, 30/1-5) Hz Ebû Bekir, üç yıl süre belirleyip, Bizanslıların bu süre içinde çıkacak savaşta galip geleceklerini söyleyerek müşriklerden Ubey b Halef'le bahse girdi Bunu haber alan Rasûlüllah (sas), âyetteki "bıd"' kelimesi üç ilâ dokuz arası sayıları ifade ettiği için süreyi dokuz yıla çıkarmasını bildirdi Kaybedenin vereceği deve sayısı da yüz'e çıkarıldı Gerçekten "Bedir" gününde, Bizanslılar İran'ı yendi ve Hz Ebû Bekir Ubey'in varislerinden bu develeri alarak, Rasûlüllah'ın tavsiyesi üzerine yoksullara tasadduk etti (Ahmed b Hanbel, Müsned, l, 276, 304; Buhârî, Tefsiru Sûreti'd-Duhân, VI, 164; Tefsîru't-Taberî, XXI, 12-15; İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, İstanbul 1985, VI, 304-310; Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1936, V, 3794-3802) Yine Kur'ân-ı Kerîm'de müslümanlara Mescid-i Haram'a girecekleri va'dedilmiş ve şöyle buyurulmuştu: "Şüphesiz, Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik etmiştir Allah dilerse siz, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz Allah sizin bilmediğinizi bilir Bundan başka size, yakın zamanda bir zafer verecektir" (el-Feth, 48/27) Mekke fethi ve arkasından yapılan veda haccı ile bu müjde de çok geçmeden gerçekleşmiştir Bunun gibi haber verildiği üzere çıkan pek çok olaylar vardır (bk el-Enfâl, 8/7; en-Nûr, 24/55) 4 Kur'an bir çok bilimsel gerçekleri içine almıştır: Kur'an'ın açıkladığı öyle bilimsel gerçekler vardır ki, okuma-yazma bilmeyen ümmî bir kimsenin bunları kendiliğinden söylemesi mümkün değildir Meselâ; insanın yaratılışı Kur'an'da şöyle anlatılır: "Yemin olsun ki, Biz insanı özlü balçıktan yarattık Sonra onu bir nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik Sonra o nutfeyi donmuş bir kana çevirdik Sonra o kanı bir parça et yaptık ve bu etten kemikler yarattık, bu kemikleri de etle örttük Daha sonra onu, bambaşka bir yaratık yaptık Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir Bütün bunlardan sonra siz öleceksiniz Sonra da kıyamet günü yeniden diriltileceksiniz" (el-Mü'minûn, 23/12-16) Yer, gök ve canlıların yaratılışı hakkında da şöyle buyurulur: "inkâr edenler, gökler ve yer birbirine bitişik iken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mı? Hâlâ inanmıyorlar mı?" (el-Enbiyâ 21/30) Kur'an'da bunlara benzer yaratılış ve evrenle ilgili pek çok âyetler vardır Bunları, kitap okumasını bilmeyen ve yanında hiçbir ilmî eser bulunmayan Hz Muhammed'in başkalarından öğrenip söylemesi mümkün değildir Diğer yandan Hz Muhammed gençliğinde ticaret amacıyla, biri on iki, diğeri yirmi beş yaşlarında olmak üzere sadece iki defa kısa süreli Mekke dışına çıkmış ve Suriye'ye kadar gidip gelmiştir Kur'an'da haber verilen bu gerçekleri bugün pozitif bilimler de aynen doğrulamaktadır Astronomi, fizik, kimya ve biyoloji gibi bilimler bunlar arasında sayılabilir Allah'ın yarattığı maddeyi ve tabiat olaylarını açıklamaya çalışan bu bilimlerle vahiy ve sünnet ürünü olan ilahiyat bilimlerinin çatışması düşünülemez Çünkü yüce yaratıcı bu gibi çelişkilere düşmekten uzaktır Çelişki gibi algılanan noktalar varsa, ya delîlin kendisi tartışmalıdır, ya da anlaşılmasında kapalılık veya yanılgı söz konusudur Nitekim, önceki asırlarda ne kastettiği tam anlaşılamayan bazı âyet ve hadislerin bilim ve tekniğin, astronomi ve tıp ilimlerinin ilerlemesi sonucunda daha güzel anlaşılıp tefsir edilebildiği bilinmektedir Güneşin kendi ekseni etrafında dönmesi ve sistemiyle birlikte evrendeki hareketini sürdürmesi (bk Yâsin, 36/38), gök cisimleri arasındaki çekme ve itme gücü (er-Ra'd, 13/2; Lokmân, 31/10), rüzgârın bitkileri aşılayıcı fonksiyonu (el-Hicr, 15/22) bunlar arasında sayılabilir Kur'an'da yer alan amelî hükümlerin ana noktaları açıklanmış, uygulama ve ayrıntı sünnete bırakılmıştır Çünkü Allah'ın ve elçisinin koyduğu hükümler birbirinin tamamlayıcısıdır Yüce Allah; "Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisâ, 4/80) buyurur Kur'an-ı Kerim'in içine aldığı hükümler; ibadetler, muâmeleler ve cezâ olmak üzere genel olarak üçe ayrılır: 1 İbadetler: Kur'an'da ibadetler icmalî olarak emredilmiştir Namaz, oruç, hac, zekât ve diğer sadakalar bunlar arasında sayılabilir Otuzdan fazla âyette namaz emredilmiş, ancak onun vakitleri, rükün ve şartları hadislerle belirlenmiştir Allah elçisi; "Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın" (Buhârî, Ezân, 18, Edeb, 27) Haccın esasları da Hz Peygamber tarafından açıklanmıştır: "Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alınız" (Ahmed b Hanbel, Müsned, III, 318, 366) Zekâtı da Allah elçisi bizzat uygulamış ve zekât memurlarına uygulama şartlarını açıklamıştır Keffâretler de temelde ibadet niteliğindedir Çünkü bir kısım günahların affı bunlarla sağlanmaktadır Kur'an'da yer alan keffâretler üç tanedir Yemin keffâreti (el-Mâide, 5/89; bk "Yemin Keffâreti"), bir mü'mini yanlışlıkla öldürme keffâreti (en-Nisâ, 4/92 bk "Katı Keffâreti") ve zıhar keffâreti (el-Mücâdele, 58/1-4; bk "Zıhar Keffâreti" mad) 2 Muâmeleler: Evlenme, boşanma, nafaka, velâyet, mâlî, iktisâdî konular, akitler, savaş ve barış gibi ferdin fertle, ferdin devletle veya devletlerin birbiriyle olan birtakım ilişkileri bu bölümde yer alır Kur'ân-ı kerim mâlî konularda haksız kazancı yasaklamış ve akitlerde karşılıklı rıza esasını getirmiştir Allâhü Teâlâ şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Malı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rızaya dayanan ticaretle yeyin, haram ile kendinizi mahvetmeyin" (en-Nisâ, 4/29) Diğer yandan ticarî yatırımlarda kârın meşrû oluşu "risk" esasına bağlanmıştır İslâm, riske katılmaksızın sermaye için alınacak miktarı önceden belirlenmiş fazlalığa "faiz" adını vermiş ve bunu yasaklamıştır (bk el-Bakara, 2/275-280) Nakit tasarrufunu başkasına veren kimse, bunu karz-ı hasen yoluyla vermiştir Bu takdirde rizikoya katılmaz, sadece verdiği cins paradan, verdiği kadarını alma hakkı doğar Ya da gelir elde etme amacıyla vermiştir Bu da İslâm'da riske katılma yoluyla olabilir Mufavaza, inan veya mudârabe yöntemlerinden birisiyle vermesi gerekir ki her birinde sermaye zarar riskine girer ve kârdan, serbest sözleşmeyle belirlenecek yüzde kadar pay alır Aile hukuku ile ilgili hükümler de Kur'ân da genişçe yer alır Karşılıklı haklar yanında, aile fertlerinin birbirlerine karşı tavır ve davranışları da açıklanır Ölümden sonrası için miras hükümleri belirlenir İdare edenlerle idare edilenler arasındaki ilişkilerde adâlet, şûrâ, yardımlaşma ve koruma ilkeleri gözetir a Adalet bütün hakların ve mülkün temelidir Kur'an'da şöyle buyurulur: "Şüphesiz ki, Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (en-Nisâ, 4/58) Şu âyet de adaletin önemini belirtmektedir: "Şüphesiz, Allah adaleti, iyilik yapmayı ve hısımlara yardım etmeyi emreder Taşkın kötülüklerden, meşrû olmayan şeylerden, zulüm ve zorbalıktan nehyeder" (en-Nahl, 16/90) Kur'an adaleti, idare edenlerle idare edilenler, devlet başkanı ile tebea ve bütün halkın birbirine adaletli davranması esasına dayanır İnsanlar arasında ırk, renk, dil, zenginlik ve yoksulluk ayırımı yapılmaz Zimmet ehli olan ehl-i kitabın hakları korunur b Şûrâ: Kur'an-ı Kerîm şûrâyı (istişare) emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Dünyaya ait işlerde onlarla istişare et Bir kere karar verince de, artık Allah'a güvenip dayan " (Âlu İmran, 3/159) "Onların işleri aralarında şûrâ (danışma) yoluyladır" (eş-Şûrâ, 42/38) Bu ikinci âyet, İslâm yönetiminin müslümanlar arasında şûrâ esasına dayandığını ifade etmektedir Diğer yanda âyet, herkesle tek tek istişare imkânı bulunmadığı için, yönetimde bir istişare heyetinin işbaşına getirilmesi görevini İslâm toplumuna yüklemektedir Nass'ın işaretinden bu anlam ve sonuç ortaya çıkmaktadır (Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Daru'l Fıkri'l-Arabî tab'ı Mısır, ty, s 100,101,141,142) Burada şûrâ şekil ve unsurlarının kapalı bırakılması, bu prensibe, ileriki çağların getireceği yeni durumlara ve sosyal yapılara göre esneklik kazandırmak için olsa gerekir c Yardımlaşma: Yönetimle toplum ve bütün mü'minler birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmalıdır Kur'an'da şöyle buyurulur: "Birbirinizle iyilik ve takvada yardımlaşın, günah işleme ve haksızlıkta yardımlaşmayın" (el-Mâide, 5/2) d Koruma: Toplumun, mal, can, ırz ve namusunu korumak gerekir Bunlar da ceza hukukunu uygulamak ve zayıfı güçlüye ezdirmemek yoluyla gerçekleşir Sonuç olarak Kur'an-ı Kerîm, fert ve toplum yararı için gerekli özlü prensipler getirmiş, fert ve topluma zarar verebilecek şeyleri yasaklamıştır Kur'ân'ın okunması, dinlenmesi, açıklanması, üzerinde düşünülmesi ve içindeki prensiplerin uygulanması birer ibadettir Sözünü, iş ve mesleğini ona göre düzenlemek manevî huzur ve mutluluk kaynağıdır Ona tutunan en sağlam kulpa yapışmış, hidâyet yolunu bulmuş olur Ancak Kur'an'ın iniş amacı, yalnız okunup sevap kazanılması ve saygı ile duvara asılmasından ibaret değildir Asıl amaç, anlamına eğilmek ve günlük hayatımızda gücümüz yettiği ölçüde onu uygulamaya ve toplum hayatına hakim kılmaya çalışmaktır Kaynak : kuranikerim |
Kur'an-İ Kerim Ve Türkçe Meali |
07-27-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kur'an-İ Kerim Ve Türkçe MealiSÛRE Yüksek rütbe, derece, mevki, şan, şeref, yapısı güzel ve yüksek bina veya binanın bir kısmı veya bir katı, duvarın yapısında kullanılan taş, kerpic, veya tuğla gibi malzemenin her bir sırası, nişane ve alâmet anlamında bir kelime Küçük veya büyük, uzun veya kısa Kur'ân-ı Kerim'in yüz ondört bağımsız bölümünden her birine verilen ad Süre kelimesinin hangi kökten türetildiği hakkında değişik görüşler vardır Bazıları hemzeli olarak "bir kapta kalan artık yemek veya su" anlamındaki "su'r" kelimesinden türemiş olduğunu söylerken; diğer bazıları hemzesiz olarak sâra fıilinden türetildiğini söylemişlerdir Bunlardan birincisine göre, Kur'ân-ı Kerim'in bir kısmına veya kısımlarına su'ra denilmesi mümkün olmaktadır İkinciye göre bir binanın katlarına veya kısımlarına sûra denildiği gibi, Kur'ân'ın muhtelif kısım ve tabakalarını teşkil eden sürelere bu ismin verilmesi mümkündür Öte yandan süreler Allah kelamını ihtiva etmekle büyük bir şeref ve mevki kazandıklarından veya Allah kelâmı olan âyetleri çepeçevre kuşattıklarından, hemzesiz sûr'dan türetilen süre adı almış olmaları mümkündür Usul alimleri surelerin isimleri ile Kur'ân-ı Kerim'deki sıralarının tevkifi olup olmadığı konusunda değişik görüşler ortaya atmışlardır Bazı surelerin bir tek ismi varken, bazılarının iki ve daha çok ismi bulunmaktadır Meselâ Fatiha suresinin 20'den fazla ismi vardır Aynı şekilde Enfâl suresinin diğer bir adı Bedr Suresi; İsrâ'nın, Subhân ve Beni İsrâil; Tâhâ'nın, Kelîm; Şuarâ'nın, Câmia; Neml'in Süleyman; Fâtır ın, Melâike; Zümer in, el-Guraf; Gâfir'in, et-Tavl ve Mü'min; Muhammed in, el-Kıtâl; Haşrın, Beni Nadir; Saff'ın Havâriyyin; Kâfirün'un el-Mukaşkışe suresidir (Geniş bilgi için bk Suyûtî, İtkân, I, 52-55) Bu arada iki veya daha çok sureye birden bir ad verildiği de görülür Meselâ Bakara ve Âlu İmrân surelerine Zehrâvâtı; Felâk ve Nâs surelerine Muavvizetân; ilk yedi uzun sureye es-Seb'ul-Mesâni'de denilmektedir Surelerin Kur'ân-ı Kerim içinde sıralanmalarına gelince; Ayetlerin sureler içindeki sıralarının bizzat Hz Peygamber tarafından bildirildiğinde şüphe olmadığı halde, surelerin tertibinin de Hz Peygamber tarafından yapıldığı veya Hz Peygamber'in vefatından sonra Sahabenin ictihadı ile yapıldığı da iddia edilmektedir (Suyûtî, İtkân, I, 62-63) Halen elimizde bulunan Hz Osman'ın İmam Mushafı'ndan istinsah edilen ve bütün İslâm âleminde yaygın durumdaki mushaf dışında diğer bazı mushaflardaki surelerin tertibinde ve surelerin isimlerinde farklılıklar vardır Meselâ Hz Ali'nin mushafında sureleri nüzûl sırasına göre tertib ettiği bildirilmektedir Ayrıca bu mushaflardaki sure sayılan da İmam Mushaftaki sayı (114 sure)dan farklıdır Bunlarda bazı sureler birleştirilirken, bazı sureler de ikiye ayrılmış durumdadır Surelerin elimizdeki mushafta sıralanışlarının tevkifi olduğu görüşü, âlimlerin çoğunluğunca kabul edilmektedir (İbnul-Hisâr bu konuda sadece bu görüşü nakletmektedir) Hz Peygamber'in her sene Ramazan ayında o zamana kadar nâzil olan sureleri Cibril'e mushaftaki sırasına göre okuduğu (mukabele ettiği -ki buna "arza" denilmektedir) ve Rasûlüllah'ın vefatından hemen önceki Ramazan'da yapılan arzada bu mukabele'nin iki defa olduğu rivayet edilmektedir (Buhari, Kitabu Fedâilul-Kur'ân, 7) Bugünkü sıraya göre sureler arasındaki münasebet son derece önemli olup surelerin tefsirinde müfessirlere yardımcı olmaktadır Elimizdeki mevcut mushafta ilk sırada Fâtiha suresi yer almakta, bunu es-Seb'u't-tıvâl adı verilen yedi uzun sure takip etmektedir Bu yedi sureden sonrakilere yüzden fazla âyet ihtiva edenler manâsına "el-Miün" adı verilmektedir Miün'dan sonra âyetleri sayısı yüzden az olan sureler gelir ki bunlara da "el-Mesâni" adı verilmektedir Mesânî'den sonra gelen sureler sık sık Besmele ile birbirlerinden ayrıldıkları için "el-Mufassal" diye adlandırılırlar Bunlar da kendi aralarında tıvâl, evsat ve kısâr olarak üç gruba ayrılmıştır el-Mufassal surelerin ilkinin hangisi olduğu hususu ihtilâflıdır 37 sure olan es-Sâffât ile 93 sure olan ed-Duhâ'ya kadar olan surelerden on ikisi el-Mufassal surelerin ilk suresi olarak gösterilmektedir Genellikle kabul edilen görüşe göre tıvâl-i mufassal grubundaki sureler, Nebe' suresine kadar olan surelerdir Nebe' suresi ile Duhâ suresi arasındakiler evsat; Duhâ'dan sonrakiler ise kısâr grubunu teşkil etmektedir Mekki ve Medenî Sureler Surelerin isimlendirilmeleri, mushaftaki sıraları hakkındaki ihtilâfın yanında, bunların Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi nâzil oldukları konusunda da değişik bazı görüşler vardır Bu değişik görüşlerin başlıca sebebi de bu konuda Hz Peygamber'den açık bir bilginin rivayet edilmemiş, olmasıdır Yani Hz Peygamber şu şu âyet veya sure Mekkidir veya medenidir diye bir bilgi vermemiştir Bu konuda ancak vahyin nüzûlüne şahid olan bazı sahabeden parça parça bilgiler, rivayetler vardır ki bunlar da yetersizdir Bu ihtilâflara rağmen Kur'ân-ı Kerim'in 20 suresinin Medine'de, 82 suresinin de Mekke'de nâzil olduğunda ittifak edilmiştir Kalan 12 surenin Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi nâzil oldukları konusunda farklı görüşler vardır Bunda mekkî ve medenînin tariflerindeki ihtilâflar da etkili olmuştur Suyûtî'nin el-İtkân'ında işaret ettiği gibi bu konuda üç görüş vardır: 1 Hicretten önce nâzil olan sureler veya âyetler mekkî; Hicretten sonra nâzil olanlar medenîdir Bunda esas alınan ölçü, zamandır: Nüzûlün yerine itibar edilmemiştir Meselâ Hicretten sonra veda haccında ve Mekke'de veya seferlerde nâzil olan sure ve âyetler medenî sayılmıştır 2 Mekân olarak Mekke ve çevresinde (Arafat, Minâ, Müzdelife, Tâif gibi) nâzil olanlar Mekkî; Medine ve çevresinde (Bedr, Uhud gibi) nâzil olanlar medenîdir 3 Mekkelilere hitab edenler mekkî, Medinelilere hitab edenler medenîdir Ancak bu üçüncü görüş fazla taraftar bulamamıştır Bu arada şunu da belirtelim ki, Kur'ân-ı Kerim'de bir bütün halinde nâzil olan sureler yanında parça parça inen sureler çoğunlukta olduğu için, Mekkî bir surede Medeni, Medenî bir surede Mekkî âyetlerin de bulunduğu gözden uzak tutulmamalıdır Mısır'da H 1342 yılında basılan bir mushafta her surenin başında verilen bilgilerde buna da işaret edilmiş ve o sure meselâ mekkî bir sure ise, içindeki medenî âyetlerin hangileri olduğu belirtilmiştir Mekkî ve Medenî sureleri ilk bakışta birbirinden ayıran bazı özellikler vardır Bu cümleden alarak: a) İçinde "kellâ" lafzı bulunan sureler (Kellâ kelimesi 15 surede 33 defa geçer) b) İçinde secde âyeti bulunan sureler c) Bakara ve Alu İmrân sureleri dışında başında huruf-u mukattaa bulunan sureler d) Bakara suresi hariç tutulursa, içinde peygamberlerin, geçmiş milletlerin, Hz Âdem ve İblis'in kıssaları bulunan sureler e) Bazı istisnalarla içinde (ya eyyühennasü) hitabı bulunan sureler Mekke'de nâzil olmuş mekkî surelerdir Medenî sureler ise genelde; a) Şer'î cezalar, medenî hukuk ile ilgili konuları ihtiva eder b) Cihad ve ahkâmı bu surelerde açıklanmıştır c) Ankebût suresi hariç, münafıklardan bahseden sureler Medine'de nâzil olmuştur Çünkü münafıkların ortaya çıkışı Medine-i Münevvere'dedir Bunlardan başka genel olarak Mekkî surelerde şirke, küfre ve putperestliğe kesin tavır konulmuş; bunun mukabili olan Allah'ın varlığı, birliği başta olmak üzere itikad ve âhiretle ilgili iman esasları işlenmiştir Bu sureler genelde kısa olup, âyetleri de kısa kısa, ezberlenmesi kolay surelerdir (Daha fazla bilgi için bk Mennâ' el-Kattân, Mebâhis Fi Ulümil-Kur'ân, Kahire 1981, s 54-55) Mekkî-Medenî sureleri bilmekte bir çok faydalar vardır Her şeyden evvel, Kur'ân-ı Kerim'i tefsir etmek isteyenlere bu bilginin büyük yardımı olur Her ne kadar âyetlerin manâları umumu üzerine hamledilse ve sebebin veya nüzûlün mahallinin manâyı tahsis etmesi genel bir kural değilse de; âyet veya âyetlerin nerede, kim veya ne hakkında nâzil olduğunun bilinmesi, onları anlamaya büyük ölçüde yardımcı olur Öte yandan, özellikle Kur'ân-ı Kerim'i yeni nesillere anlatıp öğreteceklere Kur'ân'daki hitab tarzları ve tebliğ üslûbunun Mekke ve Medine'deki muhatablara göre değişik olması, yol gösterir İslâmi tebligatın hangi merhalelerde nasıl bir üslûb taşıması gerektiği, müşrik, kâfir, ehl-i kitab, mü'minler gibi topluluklara hangi üslûb ve metodlarla tebligatın yapılması gerektiği bu yolla daha iyi anlaşılır Bir de Kur'ân'daki nâsih ve mensûh âyetlerin tesbitinde mekkî ile medenî sure ve âyetlerin bilinmesi büyük kolaylık sağlar Birbirine zıt gibi görünen iki âyetle karşılaşıldığında, zaman itibariyle (meselâ mekkî olanlar) önce olanların nâsih, diğerinin mensûh olduğu kolaylıkla anlaşılabilir (Mennâ' el-Kattân, Mebâhis Fî Ulümil-Kur'ân, s 51) |
|