Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çılgın, türkler

Çılgın Türkler

Eski 07-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çılgın Türkler



Çılgın Türkler

Kurtuluş Savası, dünyadaki en meşru, en haklı ve en kutsal savaşlardan biri Kazanılan zafer üzerine bugüne kadar çok söz edildi Kurtuluş Savaşı eskilerde mi kaldı? bu ülkenin verdiği bağımsızlık kavgasını konu alan bir eser yüzlerce baskı yapıyor ve 400000'den fazla insan tarafından gözyaşları arasında okunuyorsa sorunun cevabı çok net: "Hayır!" Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla; gücünü Anadolu topraklarından alan bir ulusun "İsimsiz kahramanlar" albümünden insan manzaraları

Kurtuluş Savaşının ilk günlerinde doğru dürüst ne kılıçları, ne de mızrakları vardı Eksiklikleri giderildiğinde Yunanlılar için en korkulan güç oldular Büyük Taarruz'da, Süvari Kolordusu sel gibi akarak düşmanın kaçış yollarını kesecekti

Anadolu yanan gözleriyle duruyordu bu dünyanın üzerinde İzmir, Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar; 1919'un Mayıs ortalarından Haziran ortalarına kadar düşmüştü Adana, Antep, Urfa, Maraş dövüşüyordu Murat Nehri, Canik Dağları ve Fırat, Yeşilırmak, Kızılırmak, Gültepe, Tilbeşar Ovası İngilizlerle boğuşuyordu Aksu ile Köpsu, Karagöl ile Söğüt Gölü, belki de ilk kez görüyordu İtalyan'ı Çukurova, Seyhan ve Ceyhan Fransızlara bakıyordu

Nazım Hikmet, Kurtuluş Savaşı üzerine yazılmış en güzel esere, "Kuvva-i Milliye" destanına
"Ateşi ve ihaneti gördük" diye başlar,
"Dayandık" diye sürdürür:
"Dayandık her yanda,
dayandık İzmir'de, Aydın'da,
Adana'da dayandık
Dayandık, Urfa'da,
Maraş'ta, Antep'te"

20 yüzyılın ilk yıllarından beri bir kavgadan ötekine sürüklenen ülke, müttefikleriyle birlikte Büyük Savaş'tan yenik çıkmıştı Bu topraklarda yaşayan hemen her ailede ya bir gazi vardı ya da bir şehit Umutlar tükenmiş, bezginlik ve çaresizlik artmış, teslimiyetçilik dalga dalga yayılmıştı

İşte böyle bir ortamda, bir "Çılgın Türk"ün önderliğinde, "Çılgın Türkler" ortaya çıktı ve yedi düvele karşı kavgayı başlattı Bu kavga, Anadolu'nun tek vücut, tek yürek olan insanların hayranlık duyulacak destanlarıyla kazanıldı

Kadınlar, bizim kadınlarımız
Kurtuluş Savaşı'ndaki "Çılgın Türkler"in birbirlerinden farkı yok Ancak; anamız, avradımız, bacımız ve de yârimiz olan kadınların o akıl almaz, o çılgınca fedakârlıkları olmasaydı, bu savaş nasıl kazanılırdı? Bu, günümüzde bile kimsenin kolayca cevaplayamayacağı bir soru

Savaş galipleri arasında çıkar çatışması başlamış, geleceğe dönük planlar müttefikleri yol ayrımına getirmişti Çukurova, Antep, Urfa ve Maraş'ta "Çılgın Türkler"den umulmayan bir direniş gören Fransa, Ankara hükümeti ile anlaşma yolları aramaya girmiş, Fransız temsilcisi Franklin Bouillon, Ankara yollarına düşmüştü O günlerde, Türk ordusunun silah ve cephane ihtiyacı İnebolu üzerinden karşılanıyordu Özellikle İstanbul'da, işgal güçlerinin denetimindeki depolardan çeşitli yollarla kaçırılan silahlar ve cephaneler, küçüklü büyüklü teknelerle İnebolu'ya getiriliyor, buradan da "İstiklal Yolu" üzerinden cepheye götürülüyordu Hangi araçla mı? Kağnılarla tabii Başka araç yoktu ki!

" Genç adam 'uğurlar olsun anam' diye seslendi Kolbaşı 'Sağ ol oğul' dedi, elindeki sopayla öküzleri dürttü Kağnılar, tekerlekleri inleyerek kımıldayıp yürüdüler Kağnıcıların hepsi kadındı Yalnız üçüncü kağnıyı 12 yaşında bir erkek çocuğu götürüyordu Kadınlardan biri hamileydi Yedinci kağnının yanında yürüyen sırım gibi genç kadının ayakları çıplaktı Bazı kadınlar, bebelerini torbalayıp sırtlarına bağlamışlardı Konvoyu uğurlayan genç subaylardan birisi 'Ne mübarek kadınlar bunlar' dedi"
Öyleydiler

Kağnı kamyonu yener mi?
Onlar, Franklin Bouillon'un Ankara yollarında gördüğü konvoylardan yalnızca birisiydi ve Fransız temsilcisi müthiş etkilenmişti Şerefine verilen akşam yemeğinde, "kağnıcı kadınlar"ı anlata anlata bitiremiyordu Sofrada geleceğe dair konuşuluyordu Mustafa Kemal, girdikleri kavgayı kısaca özetledi F Bouillon'a:

"Mösyö Bouillon, milli yeminimizin özü tam bağımsızlıktır Yani; siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kısaca her hususta bağımsızlık! Türk milleti kanını tam bağımsızlığı sağlamak için akıtıyor"

Yemek bitip Mustafa Kemal odadan çıktığında, Bouillon, Birinci Meclis'in Hariciye vekili Yusuf Kemal Bey'e (Tengirşenk) hayretle sordu:
"Yoksa siz aklınızdan kapitülasyonları kaldırmayı mı geçiriyorsunuz?"
"Evet Mösyö Milli Mücadele toprak için yapılmıyor Biz İstiklal için mücadele ediyoruz Büyük Millet Meclisi kapitülasyonların kalktığını görmeden kılıcını kınına koymaz"
Fransız diplomat gülmeye başlamıştı:

"Ah dostum! Azminizi ve sabrınızı temsil eden kağnı kollarını büyük bir hayranlıkla izledim Ama gerçekçi olun ve bizimle uzlaşmaya bakın Çünkü kağnı kamyonu yenemez!"

Franklin Bouillon, 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar Meydan Savaşı'nın bu kağnıların taşıdığı silah ve cephanelerle kazanılacağını nereden bilebilirdi ki

"Şu bir liramı al kızım!"
Halide Edip (Adıvar), cepheyi görmek üzere trene bindi Kompartımanda İstanbul'dan kaçıp gelen, İstanbul'un tanınmış ailelerinden birisinin kızı ile genç bir subay vardı Sohbet sürerken, Halide Edip, genç subayın dizindeki yamayı eliyle örtmeye çalıştığını fark edince gülümsedi;

"Lütfen dizinizi örtmeye çalışmayın
Utanmayın da
O yama, bizim için İngilizlerin dizbağı nişanından çok daha değerli
Ordumuz, heybetini yoksulluğundan alıyor"

Kütahya Eskişehir Cephesi'nde ölümüne savaşıldığı günlerde, Ankara Öğretmen Okulu'nun konferans salonunda, kadınlar Halide Edip’i dinlemek için toplanmışlardı Ön sıralarda sıkma başlı, uzun mantolu, iskarpinli İstanbullular Arkalarda rengârenk çarşaflı, potinli, mest lastik giymiş, yüzleri açık Ankaralılar Halide Edip, çok tutumlu olduklarını duyduğu Ankaralı kadınların orduya yardım etmelerini sağlamak için bir konuşma yapacaktı;

"Bir hafta önce Eskişehir'deydim Uçakları gördüm Kanatlar ve gövde, özel keten kumaşla kaplanırmış Bizimkiler kaput beziyle kaplıyorlar Özel yapıştırıcı olmadığından kaput bezi, nal mıhı veya zamkla tutturuluyor Bezin gerginliğini sağlamak için emayit kullanılırmış

Bizimkiler, bezi kaynatılmış patates kabuğu ve paça suyuna tutkal, kola karıştırarak yaptıkları pelteyle kaplıyorlar Ve pilotlar, gözlerini bile kırpmadan bu uçaklara binip havalanıyorlar Kardeşlerim! Sizleri, milletin şerefini ve namusunu canından aziz bilen bu genç ve yoksul orduya yardıma çağırıyorum!"

Salonda çıt çıkmıyordu Sonra, Ankaralı kadınlar hareketlendiler, sıraya girdiler Masanın üstü kısa sürede para, altın bilezik ve yüzüklerle dolmuştu Tam bu sırada, beyaz başörtülü, gözleri görmediği anlaşılan yaşlı bir kadının seslendiği duyuldu:

"Ne olur bana Halide Hanım'ı bulun!"
Yaşlı hanım, hemen yanına koşan Halide Edip'in yüzünü okşamaya başladı:

"Çamaşırcılık yaparak geçiniyorum kızım Bunu zor günüm için saklamıştım Ama sözlerinden anladım ki, ordumuz benden daha zordaymış Al bunu kızım!"

Görmeyen gözleriyle Halide Edip'e gururla bakan kadının derisi çatlamış avucunda 1 lira vardı Halide Onbaşı, gözlerinden yaş fışkırırken sarıldı yaşlı hanıma;

"Ah anam ah! Bir kere daha iman ettim Kurtulacağız"
İşte onlar dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş fedakârlıklarıyla bizim kadınlarımızdı

"Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!"

Mehmet Akif in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiirdeki hu mısra, aslında bu vatan için gözünü kırpmadan ölüme giden tüm "Mehmetler" için yazılmıştı En acemisinden yedek subayına, teğmeninden albayına şehit olan tüm Mehmetlerin amacı; Anadolu topraklarını arsızca işgal eden, kadın erkek, çoluk çocuk gözetmeksizin hoyratça davranan düşmanı geldiği yere göndermekti

15 Mayıs 1919 İzmir limanına demirleyen Yunan savaş gemilerinden karaya asker çıkmaya başlamıştı İzmir Askerlik Şubesi başkanı Miralay Süleyman Fethi, gelişmeleri makamında endişeyle izliyordu Sabah evinden ayrılırken, eşi Edibe Hanım, kötü bir şey olacağını hissetmiş gibi, o gün işe gitmemesini söylemiş, ancak Miralay Süleyman Fethi’nin cevabı kısa olmuştu;

"Ben askerim! İşime böyle bir günde gitmezsem, başka ne zaman gideceğim!"

Edibe Hanım'ın korktuğu başına gelecekti İzmir'i işgal eden Yunanlılar, Fethi Bey'i savaş esiri olarak tutuklayıp, Pasaport'ta, rıhtım boyunda esir diye getirdikleri başka Türk subaylarının da bulunduğu sıraya kattılar Özel kıyafetli efzun askerlerinin başındaki Yunan subayı sıradakilere seslendi:

"Kimin önünde durursam, o kollarını iki yanda kaldırıp indirecek ve 'Zito Venizelos!' diye bağıracak Karşı gelen süngülenecek"

Venizelos, o tarihteki Yunan başbakanı idi Subay, Türk askerlerinden başbakanı kutsamalarını istiyordu Bir tek Miralay Süleyman Fethi direndi Bağırıp duran Yunan subayının karşısında kayadan oyulmuş bir heykel gibi duruyordu Subay, ummadığı bu direniş karşısında öyle kızmıştı ki, birden elini uzatıp Fethi Bey'in omuzlarındaki apoletlerini sökmek istedi Fethi Bey, Yunan subayının elini şiddetle itti

"Onları sen takmadın ki sen sökesin!"
diye bağırdı ve ilk süngü yarasını aldı Efzun eri, süngüyü onun göğsüne sokmuştu Yirmi iki kez önünde durdu, isteğini yineledi Yunanlı subay ve yirmi iki kez süngülendi Miralay Süleyman Fethi Artık ayakta durmaya direnci kalmayan, kendi kanından oluşan gölcüğe yığılıp kalan kahraman asker, İzmir'deki Fransız Konsolosluğu aracılığıyla kaldırıldığı hastanede, sabaha karşı şehit oldu

İşgalciler, ertesi gün, tüm İzmir'in katıldığı cenaze törenine müdahale etme cesaretini gösteremediler İzmir'deki Mevlevi tekkesinin mezarlığına gömüldü Bu kahraman subay, bugün çok yalın yapılan mezarında, üzerinde kabartma bir kılıç ile bir kalpak resmi yontulu taşın altında, huzur içinde yatıyor

"Bölükten geri Kalan budur komutanım!"
Porsuk Çayı'nın kuzey kıyısındaki bir patikada 40 kişi yürüyordu Çoğunun ayağı çıplak, bazılarının ayakları çuvalla, çaputlarla sarılıydı Aralarındaki yaralılara arkadaşları destek olmaya çalışıyorlardı Bunlar,10-25 Temmuz 1921 arasındaki Kütahya-Eskişehir savaşlarında yarılan cepheden kopan askerlerdi Düşe kalka, dövüşe dövüşe birliklerini bulmak için cephe gerisine ulaşmaya çalışıyorlardı

Aniden ortaya çıkan bir süvari birliği, grubu çevirdi
Asker kaçaklarının peşinde olan süvari yüzbaşısının sesi çok sertti:

"Hangi birliktensiniz?"

"4tümen, 55Alay, 3Tabur 1Bölük'teniz
komutanım"
"Bölüğün geri kalanı nerede?"
"Geri kalan biziz komutanım!"
"Nereye gidiyorsunuz?"
"Duyduk ki ordu Sakarya ötesine çekiliyormuş
Alayımızı aramaya gidiyoruz"

Yüzbaşı sevindi
Bunlar, silahlarının şerefini sonuna kadar korumaya kararlı sahici askerlerdi:

"Şu tepenin ardında suyu bol küçük bir köy var
Orada dinlenin Sonra doğuya yürüyüp Sakarya'yı
aşın Ama birliği köye bu haliyle sokma Halkı
üzmeyin Anladın mı asker?"
"Evet komutanım Köye belimiz kırılmamış" gibi gireceğiz Baş üstüne!"

Süvariler dörtnala uzaklaşırken çavuş birliğe döndü:
"Duydunuz
Halka teftiş vereceğiz
Ona göre
Sıraya girin,
çabuk olun, çabuuuk
Hazır ol! Arş!"

Perişan Mehmetçikler ayaklarını sürüyerek yürümeye koyuldular Çavuş birden dellendi;
"Bu ne biçim yürüyüş? Başınızı kaldırın, canlı yürüyün Haydi hep beraber

Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı
Al sancağı teslim etti, Allaha ısmarladı"

Çavuşun başlattığı, yavaş yavaş tüm Mehmetçiklerin katıldığı bir marş yükselmeye başladı bozkırın ortasında Sanki çıplak ayaklı, yaralı ve bir muharebeyi kaybetmiş olanlar onlar değildi Çınarlı köyüne sefil ve bitkin görünüşlerine hiç uymayan bir çalımla girdiler Süvari yüzbaşısının gözü arkada kalmayacaktı

Cepheyi tuttular değil mi?

Kurtuluş Savaşı'nın kırılma noktalarından biri, Kütahya-Eskişehir muharebeleriydi 14 Temmuz 1921 günü Yunanlılar 180 top ve 40000 kişiyle yüklendiler Türk hatlarına Karşı koymaya çalışan kuvvet ise, 113 top ve parça parça cepheye ulaştırılmaya çalışılan 30000 askerdi Türk ordusu zamanla yarışıyordu Her iki ordu da kazanmak için tüm gücüyle savaşıyordu Süngü hücumları arka arkaya tazeleniyordu Öyle ki, bir tepe bir saat içinde tam 11 kez el değiştirmişti

4 Tümen komutanı Yarbay Nazım, başta Mustafa Kemal olmak üzere hem tüm komutanların, hem de emrindeki askerlerin gözbebeğiydi Mehmetçik, onun bir emriyle gözünü bile kırpmadan çıkıyordu siperlerden 4 Tümen, Yunanlıları durdurmak için en güvenilen birlikti ve komutanlar Yarbay Nazım'dan çok şey bekliyorlardı

15 Temmuz sabahı gün doğarken, Yarbay Nazım ve karargâh subayları atlanıp Yumurçal mevzilerini denetlemeye çıktılar Az ileride bir tepe vardı ve tepede Türk ordusundan kimse yoktu Yunanlılar bu tepeyi ele geçirirlerse cephenin yarılması kaçınılmazdı At inildi, komutan ve karargâhı tepeye doğru yürürken Yarbay Nazım, süvari takım komutanına emir veriyordu:

"Takımınla hemen tepeyi tut Düşman taarruz ederse, alaydan birlik yetişene kadar ne pahasına olursa olsun tepeyi tut Şimdi ben"

Bitiremedi cümlesini Sabaha karşı gelip tepeye mevzilenen Yunanlıların açtığı makineli tüfek ateşi biçti bu çok sevilen komutanı ve karargâh subaylarını Emir çavuşu Eyüp, göğsünün sol tarafındaki kan lekesi giderek artan komutanını kucaklayıp at bindi ve cephe gerisine götürmeye başladı Yarbay Nazım'ın ünlü beyaz atı dörtnala peşlerinden geliyordu

Eskişehir hastanesi Çok hafif soluk alan komutanın başında Eyüp Çavuş ve subaylar bekleşiyordu ümitle Yarbay Nazım fısıldadı:

"Tepeyi tuttular değilmi?"
"Tuttular komutanım"
"Arkadaşlar iyi mi?"
''Hepsi iyi Çok iyiler
komutanım"
"Asıl siz iyi olun, iyi
dayanın çocuğum"

Başı Eyüp Çavuş'un dizine dayalı yatan Nazım Bey'in son sözleriydi bunlar

Çankaya'daki çalışma odasının kapısı usulca aralandı, Fikriye Hanım bir hayalet gibi içeri süzüldü Masadaki haritanın üzerinden başını kaldıran Mustafa Kemal, genç kadına sorgulayan gözlerle baktı

Kötü haber tez ulaşmıştı Salih Bey (Bozok) söylemeye cesaret edemiyordu Başı öne eğikti

Mustafa Kemal
"Ne var? Ne oldu?"diye sordu Yılgın bir sesle
"Fevzi Paşa telefon etti 4 Tümen karargâh kadrosu felakete uğramış!" diye cevapladı
"Ne demek o?"
"Kurmay başkanı Binbaşı Şerafettin yaralı olarak esir düşmüş Çoğu da şehit olmuş efendim!"
"Nazım?"

Salih Bozok ağlamaya başladı Mustafa Kemal donup kalmıştı Yarbay Nazım, çok sevdiği, çok kıymetli bir komutanıydı

"Gel biraz yürüyelim Salih!" dedi
Ölümü çok yakından tanıyan iki subay, ağaçların altında yürümeye başladılar İkisinin de ağzını bıçak açmıyordu

“Türk millî hareketi düşmanı kesin yenecektir!"
20 yüzyıla girerken Fransa'nın en etkili gazetelerinden "Le Temps"in ünlü bir çalışanı vardı: Georges Gaulis 1896'da eşi Berthe ile birlikte İstanbul'a gelmişti Osmanlı İmparatorluğu konusunda en iyi, en tarafsız haberleri yapan gazeteci olarak tanınıyordu

1912'deki Balkan Savaşı'nı da izleyen Gaulis, yakalandığı hastalıktan kurtulamayıp öldü ve Feriköy'deki Katolik Mezarlığı'na gömüldü Nöbeti, Türk dostlarının Berta diye çağırdıkları, karısı Berthe devraldı

Berthe Georges Gaulis, Birinci Dünya Savaşı'nda zorunlu olarak İstanbul'dan ayrılmıştı Berthe, Kurtuluş Savaşı'nın başladığı günlerde, 21 Eylül 1919'da, çok sevdiği İstanbul'a tekrar geldi Fransa'ya döner dönmez yazdığı kitapta, o günlerin Türkiye'sini ve Kurtuluş Savaşı'nı anlattı:

"1921 Nisanı, Türklerin geri aldıkları Bilecik, bir felaket ve acılar diyarı Koku dayanılmayacak kadar fazla Henüz dumanı tüten bu taş yığınları altında, kim bilir ne kadar insan cesedi gömülü Buradaki tahribatın büyüklüğü korkunç Bilecik ve Küplü'de büyük facialar olmuş Buraların ahalisinden sağ kalanlar, büyük bir bunalım ve heyecan içinde Tecavüze uğramamış genç bir kız veya kadın kalmamış Bilecik dünden kalma bir Pompei adeta Her yer kül, is ve kurum içinde

Sık sık dinamitin tahribatını gösteren taş yığınlarına rastlıyoruz
Biraz ötede, kızını kurtarmak isterken, kafasına taşla vurularak öldürülmüş bir ihtiyarın mezarı

Yapılan toptan imha işleminden her şehir ve kasaba payına düşeni almış Bazen bir bahçe, çiçek açmış birkaç ağaç, bir meydan, bir çeşme, yapılanları hatırlatmaya yetiyor

Saatlerce bu harabeleri gezdik
Her Yunan taarruzu, Anadolu halkına çok acı bir ders olmuş
Düşmanın yaptıkları karşısında vatanseverlik duyguları uyanarak şahlanmış,
'Ölürsem hiç olmazsa ailem ve vatandaşlarım İçin öleyim' diyerek mücadeleye katılmışlar

Bu günlerde, İnegöl'deki Türkler kasabalarına gelen Yunan askerlerine baltalarla karşı koymuşlar ve onlar da çareyi kaçmakta bulmuşlar"

Berthe Gaulis, kitabının önsözünde de şunları yazmıştı;

"Ankara'dan 10 Mayıs 1921 'de, Türk milliyetçiliği konusundaki bu kısa incelememin basımevini boyladığı sıralarda ayrıldım 1921 yılının Ağustos ayı sonlarında, Anadolu'daki savaş en sert ve acımasız bir biçimde sürüyordu

Türk millî hareketi düşmanı kesin yenecektir Çünkü o hareket yüksek bir ideale dayanıyor; çünkü bu hareketi yönetenler kendi şahsî çıkarlarını unutmuşlardır; çünkü onlarda büyük bir ruh ve iman var"

“Hadi bre çorbacı, karavanaya yetişelim!"
İşgalcilerden İnsanlık dışı, askerlik dışı bu kadar baskı gören Anadolu çocuğu, yine efendiliğini bozmamış, bir "Çılgın Türk" olarak onurlu davranmayı elden bırakmamıştı

Halide Edip, Ruşen Eşref Onaydın ve Binbaşı Kemal, Adala'ya (Manisa'da bir ilçe) yetişmeye çalışıyorlardı Altı ayda bile geçilemez denilen Yunan hatları yarılmıştı 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı kazanılmış, Yunan ordusunun büyük bölümü imha edilmiş, başta Trikopis, çok sayıda komutan, subay ve asker esir alınmıştı Binbaşı Kemal şoföre bağırdı:

"Dur!"

Binbaşının dikkatini, esir bir Yunan subayını cephe gerisine götüren asker çekmişti Mehmetçik yayan, esir subay eşek üzerinde gidiyorlardı Mehmetçik Binbaşı Kemal'i selamlarken, Yunanlı subay eşekten inmişti

"Kim bu?"
"Esir komutanım!"
"Nereye götürüyorsun?"
"Geriye Alay karargâhına!"
"Ulan sen bunun seyisi misin, hizmet eri misin? Hayvana sen bin, o yürüsün!"
"Hiç olur mu komutanım?
O şimdi ocağından kopmuş bir gurbet adamı Misafir ve bana emanet"

Binbaşı, titreyen sesine hâkim olmaya çalışarak şoföre bağırırken gözlerinden yaşlar akıyordu:

"Yürü oğlum, gidelim"
Araba uzaklaşana kadar selam duran Mehmetçik, Yunan subayına eşeğe binmesi için işaret ederken söyleniyordu:

"Hadi bre çorbacı Akşam karavanasına yetişelim Aç kalma"
Ölümün, gencecik insanları hiç duraksamadan verdiği bir emirle ölüme göndermenin ne olduğunu, onun gibi hiç kimse bilemezdi Yıllar önce, bir ağustos sabahı gün doğmak üzereydi "O", siperler boyunca yürürken, son emrini verdi:

"Elimdeki kırbaca bakın
Kırbacı kaldırdığımda hazır olun
Kırbacı aşağı indirdiğimde hücuma kalkılacak
Asker! Sana ölmeyi emrediyorum!"

Kırbaç kalktı, kırbaç indi Mehmetçik süngü hücumuna kalktı Artık tek bir ses duyuluyordu Allah, Allah,,

9-10 Ağustos 1915 sabahında gün atmadan süngü hücumuna kalkan Mehmetçik, Anafartalar'da düşmanı bitirmişti Mehmetçik'ten ölmesini isteyen komutan, Anafartalar Grup Komutanlığı'na 67 saat önce atanan Yarbay Mustafa Kemal'di

Arkadaşlarıyla birlikte 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, generaldi Mustafa Kemal Sonra üniformasını çıkardı Yıllardır savaşan, gencecik evlatlarını şehit veren; yorgun, bitkin, yılgın ve ümitsiz, ama sonsuz dirençli insanların yaşadığı topraklarda, Anadolu topraklarında, kimsenin kolay kolay göze alamayacağı bir kalkışmayı başlattı Tek güvencesi, çöken imparatorluğun tüm kahrını çekmesine karşılık, pek de kıymeti bilinmeyen Anadolu insanıydı Askere yolcu ettiği son oğlunu birliğine teslim ederken;

"Bizim köyün mezarlığına elli yıldır delikanlı gömülmedi oğul Vatan sağ olsun da hepimiz ölelim ne çıkar?" diyen Söğüt'ün Akgünlü köyünden Mehmet oğlu Hüseyin'in anası gibi insanlardı güvendiği

Bandırma Vapuru'ndan Samsun'a ayak basan ilk 18 kişiyle başlayan "Tam Bağımsız Anadolu" hareketine, zaman içinde tüm Anadolu halkı katıldı Genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle ve yorgunluklarım, yılgınlıklarını, bıkkınlıklarını, ümitsizlerini artlarında bırakarak kavgaya girdiler

"Asırda onlar yendi, onlar yenildi
Çok sözler edildi onlara dair ve onlar için,
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur, denildi

Mustafa Kemal, Samsun'a gitmeden önce, Bekir Ağa Bölüğü'nde tutuklu bulunan Fethi Bey'i görmeye gittiğinde, '"Ne biz bu durumda kalacağız, ne de ülkeyi bu durumda bırakacağız" derken, işte bu "zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlara” güvenmişti

Anadolu'nun bağımsızlığı kavgasına girenlerden bazılarının yolları, sonraki yıllarda Mustafa Kemal'le ayrılmış bile olsa, onlar "Çılgın Türkler"di Çılgın olmasalar, boyunlarında idam fermanı varken, hangi akla hizmet bir ulusun kurtuluş kavgasını başlatabilirlerdi?

"Kuvva-i Millîye adı altında çıkarttıkları karışıklık"
24 Mayıs 1920 tarihinde, Padişah Vahdettİn'in onayladığı, Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın imzaladığı bir İradei Seniyye (Padişah Buyruğu) yayınlandı:

"Kuvva-i Milliye adı altında çıkarttıkları karışıklık ve Anayasa'ya aykın olarak halktan para toplamak, askere almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek kentleri yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların düzenleyicisi ve kışkırtıcısı oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişi i ği'nden uzaklaştırılıp askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, eski 27 Fırka komutanı emekli Miralay Kara Vasıf Bey, eski 20 Kolordu komutanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile eski Washington elçisi ve Ankara milletvekili Salacaktı Alfred Rüstem ve eski sağlık müdürü İstanbullu Dr Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni İstanbullu Halide Edip Hanım'ın; açıklaması 11 Mayıs 1920 tarih ve 20 sayılı hüküm tutanağında yazılı olduğu üzere;

Mülkiye Ceza Yasası'nın 45 maddesinin 1 fıkrasının yollamasıyla, 55 maddenin 4 fıkrası ve 56 maddesi uyarınca sahip oldukları askeri ve sivil rütbe ve nişanlarla her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, bu durumda kaçak bulunmaları nedeniyle mallarına el konulmasına dair İstanbul Birinci Sıkıyönetim Savaş Divanı'nca arkasında verilen hüküm ve karar ele geçirildiklerinde yeniden yargılanmak koşuluyla onaylanmıştır Bu buyruğu yürütmeye Savaş Bakanı görevlidir"

Ve bir şafak vakti
Kimisinin boynunda idam fermanı vardı? kimisinin ayağı çıplaktı Kimisi yorganı bebesinin değil top mermilerinin üzerine örtmüştü, kimisi son nefesinde "Ölene kadar cepheyi tutun" emri vermişti Anadolu'nun bahtı Onlar,

“bir şafak vakti karanlığın kenarından ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman"

değişti "O" ve bize bugünleri veren tüm "Çılgın Türkler"i yüreğimizden gelen saygı ve sevgiyle anıyoruz İyi ki çılgındılar

Kurtuluş Savaşı'na giden dikenli yollarda

Gözlüğünün arkasından gülen gözlerle bakıyordu Ancak, iş "Çılgın Türkler"e geldiğinde değişiyordu bakışları Turgut Özakman'ın Bir başka parlıyordu o gözler ve bir başka tonla cevaplıyordu sorularımızı Tutkuluydu "Çılgın Türkler"e, heyecanlanıyordu anlatırken ve nasıl bir hayranlık duyduğu sesine yanşıyordu Biz Focus ekibi için, çok güzel bir sohbetti

-1919'da Samsun'dan yola çıkanlar, bağımsızlık yolunda ilerlerken çok engelle karşılaştılar Neydi bu engeller?

"Vatan kavgası görmemiş ki Anadolu halkı, hele hele Ege! İşgal nedir bilmiyor ki Fazla bir kötülük görmüyorsa, bir dostluk dahi kurabiliyor İster istemez kaçınılmaz bir birliktelik olabiliyor Korkutucu olan o değil Yunan ordusuyla işbirliği yapan var Yunan ordusu çekilirken milliyetçilerle birlikte olmamak için onların peşine takılıp Yunanistan'a kaçan birçok insanımız var Yunanlılara kılavuzluk yapan Müslüman Türkler var Bunun oranı o zamana göre korkutucu değil, ama mide bulandırıyor tabii

Adam millet, vatan eğitimi almamış Bilinçli değil 600 yıl kulu olduğu padişah var savaşmasını istemeyen Ankaralı Mustafa Kemal'in askerlerine karşı durmanızı İstiyorsa ve şeyhülislam bunların öldürülmeleri için fetva veriyorsa Bu uğurda ölenlerin şehit, yaralananların gazi olacağı söyleniyorsa, İngiliz altını dağıtılıyorsa, yani cahillik sömürülüyorsa, bu insanlar isyan ederler Bolu, Yozgat, Konya isyanları Bir avuç insan Ama, o zaman biz o kadar güçsüzüz, askerimiz o kadar az ki! Günler, aylar sürüyor bazılarını ortadan kaldırmak Olay o!"

Bir gerçeğe daha dikkat çekiyor Özakman:
"Zaman içinde de olsa, kadını erkeği, genci ihtiyarı el vermeseydi, 150 bin kişilik bir ordu nasıl kazanırdı savaşı? 150 bin kişilik orduyu, en az 150 binlik ikmal ordusu destekler 300 bin kişi eder Bu sadece Batı Cephesi'nde Bunun doğusu, kuzeyi, güneyi var Bu da 400 bin kişi demek Halk desteklemiyorsa, 400 bin kişilik bir ordu kurulamaz Bu yüzden, halk başlangıçta karşısında olmasa bile, yanında da değildi Doğal bu Korku! Erkek kalmamış! Askerleri şehit olmuş orada kalmış; sağ kalanı ya eşkıya olmuş dağa çıkmış, ya da henüz esir, geri dönmemiş Ne beklenebilir ki?"

Anadolu insanına dil uzatanlara, bilmeden konuşanlara çok kızgın Turgut Özakman:

"Yunan gelmiş İzmir'e çıkmış, binlerce insanı öldürmüş Sakarya'nın kenarındaki çaresiz, elektriksiz, yolsuz, öğretmensiz köy bunu duymamıştır bile Onun için Türk halkına yöneltilen benzer birtakım iddiaları okuduğum zaman içim cız ediyor Yanİ Yunanlı İzmir'e çıktığı gün Anadolu ayaklanacak, herkes silahlanacak Yahu zaten o gün biterdi iş Yani böyle bir millet var mı? Fransızlar İkinci Dünya Savaşı'nda Paris elden gittikten sonra, yavaş yavaş düşünmeye başladılar karşı koymak için Yunan İzmir'e çıktıktan sonra, Denizli müftüsü, 'Size fetva veriyorum Silahı olmayan hiç olmazsa yerden üç taş alıp düşmana atsın!' diyor"

Ulusal bilincin bir başka fikir adamı, sair, edebiyatçı, gazeteci ve senarist Attila İlhan’ın cenaze töreninin ardından oturmuştuk Turgut Özakman ile sohbete Atilla İlhan 'dan esinlendik ve sorduk "Hangi batı?" diye:

"Batının bize dönük, tüm dünyaya dönük bilim ve sanatla ilgili temiz bir yüzü var Bir de sömürgeci, emperyalist, kandırıcı, pis bir yüzü var Yalnız güzel yüzüne mağlup olup da, pis yüzünü hazmetmemize imkân yok Onun için biz, emperyalizmin ne olduğunu bilmeyenlere ders verebilecek bir ülkeyiz

Kaynak : Focus Aralık 2005 sayısından alınmıştır Bazı resimler yazıya eklenmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.