Kaldır Başını Ciğerim |
07-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kaldır Başını CiğerimBuyurdular Masanın ardına dizilmişlerdi Aklın gözyaşlarını yutkunduğu bir susuzluktu Herşeyi tekrar tekrar duymak istediler Ayağa kalktı Hiçbir pusuda, bedenine bu kadar ağır gelmemişti bacakları Havada bir yılan tedirginliği vardı Konuşmuyorlardı masanın ardındakiler, ıslık çalıyorlardı Bir sevdalısınına baktı, bir masanın ardındakilere - Anlat! - Konuşmuyorlardı Kuru bir marşın, yıpranmış, derisi soyulmuş nakaratını söylüyorlardı Sevdalısına baktı: Başı önde, düşleri ölü kuşlar evinde - Anlat! Ve anlatmaya başladı Ferhat Selim Ruşen Ya da adı her neyse “Yağmurdu Su, toprak ve kokusu hayatın Bilirsiniz işte, o yağmur sıcağındaki toprak kokusu Hani herkesin sevdiği En şiir bilmezlerin bile sevdiği Akşam olmuştu Dört kişiydik Bu iki arkadaş ben ve” Sevdalısına baktı: Kirlenmiş, bit düşmüş saçlarına Dudağında yaralar patlamış ilk öpüşte kabuğu kalkmıştı yaranın Ağzın ağzıma kanamıştı Şimdi yüzünde bir Ankara sonbaharı Utanç içindesin - Devam et “Nöbeti devraldım Diğer arkadaşlar sığınağa girdiler Nöbet yerimde beklerken yanıma geldi O” Hüzün astılar yüzüne senin Öyle bükmeyeceklerdi boynunu Ne kadar kirlisin Kaç hafta oldu yıkanmayalı En son kampta işte Ben de aynı durumdayım ya Tuhaf, o çıldırtıcı kaşıntıyı duymuyorum şimdi Iki yıl boyunca, hiçbir öğrenci evi dağınıklığında elini tutmaya bile cesaret edemeyen ben Bugün Burada “Bir süre sonra Arkadaş yanıma geldi Konuşmak istediğini söyledi” Yok Sigara içtiğimizi hiçbir zaman bilmeyecekler, korkma Korkudan söz ettik Üniversitedeki günlerden Ben salak bir hasretle andım, okul kantinindeki bayat tostları Sen ciklet istediğini söyledin, şımarık bir çocuk edasıyla hiçbirini anlatmayacağım onlara korkma Bana, ıslık çalmayı hala öğrenemediğini, bu yüzden komutan arkadaştan azar işittiğini anlattın Işte belki de o an yüzünden, bugün burada Neyse, korkma ciğerim benim Bunların hiçbirinden sözetmeyeceğim onlara Bir tek sevdamızı bırakacağız onlara, gerekçe olarak - Sonra? “ Sonra konuştuk biraz” - Ne konuştunuz? “Hiç Havadan sudan şeyler Ve hareketten tabii Biraz da ölen arkadaşlardan Böyle şeyler işte” Sahi, ölen arkadaşlardan da söz etmiştik Kendini ölüme hepimizden daha çok hazırlamıştı Remzi Rubar Kerim Ya da hangi çiçeğin adıysa işte Her gün birimizin yanına sokulup vesiyetini değiştiriyordu, yüzünde beş yaşındaki oğlu Hilwan’ın gülümsemesiyle: ölürsem, dağlarımızdan birinin tam zirvesine gömün beni Hangi dağ olursa farketmez Bizim için hepsi aynı yükseklikte Bir başka gün, daha büyük bir heyecanla gelirdi Silahını okşayarak Acaba silahımla birlikte gömülmeme izin verirler mi? Hatırlarsın oylamaya koymuştuk bu isteğini Red! Yaşasaydı O da red oyu kullanırdı, bunu biliyorduk Bu isteğini yerine getiremediğimize üzülmedik Ama ölüsünü taşıyamadığımıza kahrolduk biliyorsun Şimdi bütün dağ doruklarında O’nun gömülü olduğunu düşünüyorum Dişlerinin arasında, Hilwan’ın gülümseyen yüzü - Evet? “Nöbet süresi dolunca, gidip arkadaşları uyandırdık Onlar çıktı sığınaktan, biz girdik sığınağa” Dudağındaki yaradan daha fazla kanıyor yüzündeki utançKim bilebilirdi ki ciğerim, yaşamındaki ilk sevişmenin böyle olacağını? Belki de bu durumda oluşumuza değil, annen aklına geldiği için utanıyorsun Kaldır başını ciğerim Biz utanılacak bir şey yaptık belki ama bu çağda yaşamaktan daha utanç verici değil Düşünsene ciğerim, biz, insanlarımız için dağ dağ dolaştırdık kafamızdaki bitleri Ve aşka yenik düştük bitlerimiz kadar onurludur aşkımız ciğerim, kaldır başını - Sığınakta ikiniz yalnız kaldınız öyle mi? “Öyle Yalnız” Gün ağarınca, demiştin, sen başka yere ben başka yere Belki de bu sözü söylemeseydin, sabahın gelişinin ayrılık olacağını hatırlatmasaydın ve çakmasaydın gözlerini gözlerime kimbilir belki de burada, bu mahkemede olmazdık Kendimden utanmıştım çünkü o an seni bir daha görememe ihtimali her şeyden daha önemliydi Önce saçlarına dokundum Kirden pasaktan keçeleşmiş saçların, aptal şarkılardaki ipek saçlardan daha parlak, daha yumuşaktı Ve kanımdan daha sıcaktı, gözlerinden akıttığın yaşlar - Evet, sonra? “Sarıldık birbirimize” Bin yıllık bir hasretle sarıldım sana öylesine sıcak, öylesine korkutucu Sıms kı sarılmışken, ağzını unutmaya çalışıyordum En çok ağzına ulaşmaktan korkuyordum ve ağzında kaybolmayı istiyordum en çok Ne bitmez bir sarılmaydı öyle durduk, zaman, duruşumuzdan sıkılana, kollarımız, yüreğimiz yorulana dek Hiç konuşmadan, nefes almadan Yalnızca yutkunduk öyle gürültülü bir yutkunmaydı ki, avaz avaz bağırtık sanki önce ben, sonra sen Sonra kolların düştü yanına Ellerimi koydum dizlerine Ve alnın alnıma dayalı, öylece kaldık Kaç yıl, kaç saniye? Kaldırdım başımı Dünyanın en acımasız, en faşist, en tehlikeli düşmanı ağzın Korkma, onlara öpüşmeyi bilmediğini söylemeyeceğim Ve cinsel “Evet Yani tam olarak şey Evet! Cinsel ilişki kurduk! Pişman değilim, utanmıyorum, övünmüyorum da Hepimiz gibi ben de, daha yolun başında göze almıştım ölümü Ama bir düşman namlusuyla ölmek isterdim Söylenecek başka sözüm yok” Bak yine yağmur Bu ağacın altında çay içmiştik geçen hafta Sen yoktun Burada öleceğimizi düşünmemiştim elbette Dizlerimizin üstüne çökmemizi istiyor arkadaşlar Kaldır başını ciğerim Gözlerini bağlamak istiyor arkadaşlar Benimkileri da bağlayın Sizi bu halde görmek istemem Kaldır başını ciğerim Seni ve cellatlarını seviyorum Kaldır başını Biz utanacak bir şey yapmadık Halkımız için savaştık, birbirimiz için ölüyoruz, hepsi bu Kaldır başını sevgilim, arkadaşlar ateş etmek istiyor 1993 YILMAZ ERDOĞAN |
|