|
|
Konu Araçları |
devletlerinde, ilk, kültür, medeniyet, türk |
İlk Türk Devletlerinde Kültür ve Medeniyet |
05-28-2010 | #1 |
Şengül Şirin
|
İlk Türk Devletlerinde Kültür ve Medeniyetİlk Türk devletlerinde kültür ve medeniyet İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET Kültür ve Medeniyet Nedir? Kültür bir toplumun sahip olduğu dil , din , gelenek , sanat ve hayat tarzı gibi unsurların bütünüdürBir başka deyişle , bir milletin tarihi boyunca meydana getirdiği maddi ve manevi değerlerin bütünüdür Medeniyet ise gelişmiş , büyük kültür değerlerinin bütünleşmesiyle meydana gelirKültür milli , medeniyet evrenseldirKültürler milletleri , milletler de medeniyeti doğururlarÖrneğin , İslam medeniyetinin içinde Arap , Fars ve Türk kültürleri bulunmaktadır Türk kültürünün temelini , büyük ölçüde Andronova kültürü oluşturmuşturBu kültürün unsurları , daha gelişmiş haliyle Türk kültürü içinde yer almıştır Türk kültürünün çıkış bölgesi , Aral gölünün doğusu ile Tanrı ve Altay dağları arasıdırOrta Asya’nın bu uçsuz bucaksız bozkırlarından doğan kültürün temelinde , öncelikle tabiata hakim olma anlayışı yatmaktadır Değişken ve sert iklimde uzun mesafelere ulaşılması , hızlı hareket edilmesini gerektirmiştirYaşantıları içinde at , bu yüzden en önemli vasıta olmuşturTürkler at sayesinde geniş topraklar üzerinde gidip gelebilmişler , tabiatın sert yapısına karşı durabilmişerdirKendilerinden başka kültürlerlede irtibata geçen Türkler , onlardan çeşitli alıntılar yapmışlardırBöylece kendi kültürlerini zenginleştirmiş ve geliştirmişlerdir Atın yanında , Türk kültüründe en önemli unsur , demir maddenin kullanılması olmuşturBu sayede Türkler demirden çeşitli eşyalar ve silahlar yapmışlardırBu da onlara diğer toplumlar yanında üstünlük sağlamıştırDemirin Türk kültür hayatında vazgeçilmez bir yer edindiği destanlardan da anlaşılmaktadır İlk Türkler yaşamak için tabiatın sert yapısına ve diğer kavimlere karşı büyük mücadele vermek zorunda kalmışlardırBöylece Türk toplumu kendine has devlet sistemini geliştirerek diğer kavimlere göre bu konuda öncelik hakkı elde etmiştir Türk devlet sistemi , kısa zamanda düzen , disiplin , fedakarlık , adalet , ve müşterek hayat gibi prensipler üzerine oturtulmuşturBu sayede Türk devlet sistemi , kısa zamanda emsallerinin önüne geçmiştirSonuçta da Türk medeniyetinin ürünü olarak çeşitli Türk devletleri kurulmuştur IDevlet Yönetimi Türklerin en belirgin özelliklerinden birisi teşkilatçılık yetenekleridirBu yüzden tarih boyunca yıkılan bir Türk devletinin , yerine hemen yeni bir türk devleti kurulmuşturBunda Türklerin bağımsızlığa olan tutkularıda rol oynamıştırDünya da bir veya birkaç Türk devleti var olmuşturBu sebeple Türk tarihi bütünlük içinde devam etmiştirTürk hükümdarları ve yöneticileri “devlet halk için vardır” prensibiyle hareket etmişlerdirTopraklarını koruyarak , halkı barış ve refah içinde yaşatmak için çalışmışlardır Eski Türkler devlete “il” diyorlardıSiyasi teşkilatlanmanın en üst kademesi devlettiDevlet içinde birleşmiş olan halk “töre” denilen ortak idari ve hukuki düzenle yönetilirdiYani , Türk devleti , yurdu koruyan , milleti huzur ve barış içinde yaşatan bir siyasi kuruluştu Türklerde bağımsızlık duygusunun temeli , Türk kültüründe yatmaktadırBozkırlarda yaşayan Türk , her zaman yer değiştirmek imkanına sahiptiHürriyetini kaybetme tehlikesi ile karşılaştığında , geçim vasıtası olan hayvanlarını alarak hür ufuklara doğru giderdi Türkler hür yaşadıkları topraklarına bağlıydılarTürklerde ülke ve vatan anlayışı , daima siyasi bağımsızlık düşüncesi ile birlikte yürümekteydiEski Türk , yalnız hür ve bağımsız oturabildiği toprağı vatan sayardı Hakan, hakan , Türk devletlerinde egemenliğin ve siyasi iktidarın en başında gelen unsuruyduTürk hükümdarları , şanyü , kağan , han , yabgu , ilteber , idi-kut ve erkin gibi ünvanları kullanırlardı Hakan olmanın kaynağı ilahi idiYani Türk hükümdarına yönetme hakkının Tanrı tarafından verildiğine inanılırdıTürk hükümdarı “kut” ile donatıldığı için işbaşına gelebilmekteydiAncak kutlu hanedan soyundan olanlar hükümdar olabiliyorduBu anlayışa göre , devlet yeryüzündeydi ; fakat iktidar Tanrı’dan geliyordu Türk hükümdarı dört şekilde tahta çıkabiliyordu: aHanedan üyeleri arasındaki siyasi ve askeri mücadeleyi kazanan , hükümdar olarak tahta çıkıyorduTürk tarihinde , tahta çıkmada en çok rastlanan şekil buyduMücadele kardeşle kardeş , amca ile yeğen , baba ile oğul arasında olabiliyorduTürk kültüründe anne ve babaya itaat esastıFakat hükümdar bunun haricinde tutulmuştuBabasını devirip tahta çıkan hiçbir Türk hükümdarını kamu oyu suşlamamıştırBuna Mete ve Yavuz Sultan Selim örnek verilebilirMücadele ne kadar şiddetli ve ağır olursa olsun halk normal karşılamıştırBu sayede devlet yönetimi hükümdar ailesinden en güçlü olana verilmiş oluyordu bHükümdarın rakipsiz aday olması , kolayca tahta çıkmasını sağlıyorduBunun yanında , hükümdar adayının yetenek , bilgi ve güç bakımından çok kuvvetli olması da , onu tahta çıkışta rakipsiz bırakıyorduBöylece başa geçmesi kolaylaşıyordu cHükümdarın tahta çıkmasındaki diğer şekil ise seçim usulü idiHükümdar ölünce , en yüksek dereceli meclis (kengeş , toy , kurultay , veya meşveret meclisi) toplanırdıHanedan üyelerinden birini hükümdar seçerdiMeclis desteğini alan hanedan üyesi genellikle hükümdar olurdu dHükümdarın tahta çıkışında uygulanan bir diğer sistemde ekberiyet sistemi idiBu sistem uzun süre tartışılmış ancak XVIII Yüzyıl başında Osmanlı Devletinde kabul görmüştürAlınan bir kararla ailedeki ekber (en büyük) ve erşed (en sağlıklı) olan kişi hükümdar yapılmıştırBu usul Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar uygulanmıştır Gök Tanrı dini , Türk hükümdarına bütün dünyayı yönetme yetkisi veriyorduBu anlayış Türk cihan hakimiyeti’ne uzanan felsefenin temelini meydana getiriyorduBununla beraber , Türk hükümdarı , sınırsız bir hakimiyete sahip değildiİdari yetkileri bazı şartlarla sınırlanmıştıHükümdarın görevi dağınık boyları toplayıp nüfusu çoğaltmak , halkı doyurmak ve giydirmektiTürk hükümdarı “gece uyumadan , gündüz oturmadan çalışmakla yükümlüydüHükümdar bu görevlerini yerine getirmediği zaman kendisine Tanrı tarafından verilmiş olan kut’un Tanrı tarafından geri alındığına hükmedilirdiBöylece , hükümdar meşruluğunu kaybeder ve iktidardan düşürülürdü Hatun, hükümdarın eşine verilen isimdirTürk devletinde hatunlar söz sahibiydilerDevlet siyesetine yön veren , devlet reisliği yapan , naip olarak devleti yöneten hatunlar görülmüştü Meclisler:Asya Hun Devleti’nde devamlı bir devlet meclisi (danışma kurulu) vardıAyrıca her yılın 9 ayında genel bir toplantı yapılırdıBu toplantıda ordu teftiş edilir , hayvan sayımı yapılır ve memleket meseleleri üzerinde görüşme açılırdı Avrupa Hun Devleti’nde de görevi sürekli olan bir “seçkinler meclisi” bulunuyorduBu kurulda , yalnız siyasi ve askeri konular değil , ekonomi ve kültür işleri de görüşülüp karara bağlanırdı Göktüklerde ve Uygurlarda da bu meclisin yetkileri geniştiÜnlü Göktürk hükümdarı Bilge Kağan , şehirleri surlarla çevirmek ve Taoculuğun yurtta yayılmasını teşvik gibi iki önemli konuyu bu meclise getirmiştiFakat meclis , başta devlet danışmanı Tonyukuk olmak üzere , bu tekliflere karşı çıkmıştıUygurlarda hanedan dışından hükümdar seçilmesi dahi bu meclisin yetkileri arasındaydı Millete danışma tarzındaki bu gelenek Oğuzlarda , Hazarlarda , Tuna Bulgarlarında , Peçeneklerde ve Kıpçak-Kumanlarda da devam etmiştir IIOrdu Türk ordu teşkilatı , tarihte Türk devletlerinin temel kuruluşlarından biri olmuşturZaten , Türklerin çok sayıda devlet kurmalarının dayanaklarından birisi de disiplinli ve sistemli ordulara sahip olmalarıdır Başlangıçta askerlik , Türklerde özel bir meslek değildirHerkes , hatta kadınlar bile savaş sanatını bilirler , gerekirse kendi beylerinin komutasında orduya katılırlardıTürk halkı gerektiğinde ordusunun yanında mücadeleye katılırdıBu bakımdan Türk toplumu “ordu-millet” deyimi ile nitelendirilmiştir İlk düzenli Türk ordusu , büyük Türk hakanı Mete tarafından kurulmuşturBu nedenden dolayı Mete’nin tahta çıkış tarihi olan MÖ 209 yılı Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir Ordu birliklerinde “onluk sistem” kullanılmaktaydıBirlikler 10’un katlarıyla gruplaştırılıyorduEn küçük birlik 10 , en büyük birlik ise 10000 kişiydi10000 kişilik birliklere tümen adı verilmiştirTürk askerlik sistemi içerisinde en önemli vasıta “at” idiAskeri savaş taktiklerinin uygulanması hareketlilik ve kıvraklık istiyorduTürklerde at sayesinde her türlü savaş manevrası ve taktiğini en iyi şekilde uygulamıştırTürklerin askeri bakımdan üstünlük kurmalarının temelinde insan , at ve silah unsurlarını çok iyi kullanmaları yatmaktadırOrta Asya’da bir “Türk atı” tipi doğmuşturBu atın başı ve kulakları küçük , göğsü ve sağrıları kuvvetlidirGür ve uzun yeleli olan bu atın genel yapısı küçüktüYine Türk atı süratli ve son derece dayanıklıydı Orta Asya Türk ordularının silahları , genelde hafif silahlardırBunlar bir askerin taşıyabileceği ağırlıktaydıKullanılan belli başlı silahlar ok , yay , kılıç , kalkan , kargı , çomak , mızrak , süngü ve bıçaktıTürklerin özellikle keskin kılıçları , ıslık çalan okları , kavisli yayları meşhurduTürkler bu silahları kendileri yapıyorlardı Strateji Ve Taktik Strateji ; milli politikanın gayelerini gerçekleştirmek için , silahlı kuvvetler ve ikmal maddeleri gibi askeri vasıtaları dağıtma ve kullanma sanatıdırBir bakıma orduyu başlangıçtan savaş durumuna getirme faaliyetidir Taktik ise , düşman karşısında askeri kıtaları en verimli şekilde kullanma bilim ve sanatıdırTürkler tarih boyu bu iki askeri kavramın hakkını vermişler ve bu sayede askeri mücadelede genelde önde yer almışlardır Bir bölgeyi almak isteyen Türkler , önce keşif seferleri , arkasından da yıpratma savaşları yaparlardıGenelde düşmana en büyük darbeyi okçu süvari birlikleri vururduBunlar yıldırım hızıyla düşman birliklerine ok yağdırıp şaşkına çevirirler , diğer birlikler de düşmanı çevirip imha ederlerdiSavaş sırasında süvari birlikleri yarım ay biçiminde açılarak , merkezdekiler geri çekilirlerdiBuna “sahte ricat” denilirdiİstenilen yere çekilen düşman kuvvetleri , pusudaki kuvvetler tarafından çambere alınarak yokedilirdiTürklerin ustalıkla uyguladığı bu taktiğe “Turan Taktiği” denilmiştir IIIHukuk Hukuk ; kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallara verilen isimdirOrta Asya’da Türk devletlerine ait özel bir belge yokturBu yüzden hukuk kuralları ile ilgili bilgileri Orhun Kitabeleri ve Çin yıllıklarından öğrenmekteyiz Türklerde sosyal hayatı “töre” adı verilen yazılı olmayan kurallar düzenlemekteydiHer konuda törenin ne olduğunu küçükler büyüklerden öğrenerek yetişirdiTürk töresi nesilden nesile pratik hayat içerisinde yaşanarak aktarılmıştır Türk devletlerinde , sosyal düzeni sağlamada önemli yeri olan , mahkemeler vardıBu mahkemelerin başında bulunan kişilere “yargan” adı verilirdiS uçluyu devlet takip eder ve cezasını verirdiKağanın başkanlık ettiği mahkemeye ise “yargu” (yüksek devlet mahkemesi) denilirdiBurada siyasi nitelikli büyük suçlar görüşülürdüTöre hükümlerinin hiç şaşmadan uygulandığı bu mahkemede siyasi suçlular yargılanırdı Türk töresi oldukça sert ve kesin hükümleri kapsıyorduCezaları ağırdıTürk töresinde hırsızlık yapma , adam öldürme , ırza geçme suçlarının cezası çok katıydı ve tavizsiz uygulanırdıTürk töresi toplum yapısının belkemiğini oluşturduğundan töreye kimse itiraz edemezdiHüküdar bile töreye karşı gelemezdi IVSosyal Hayat Eski Türklerde toplum hayatında aile bütün sosyal bünyenin çekirdeği durumundaydıKan akrabalığına dayanıyordu Türk ailesi küçük aile tipindeydiTek kadınla evlenme yaygındıKadın hürdü ve Türk topluluğunda saygı görürdüAta biner , ok atar , top oynar , hatta ağır sporlar yapardıNamusuna düşkün olan Türk kadınının savaşta düşman eline geçmesi aşağılatıcı bir durum sayılırdı Ailelerin birleşmesiyle “urug” , urugların birleşmesiylede “boy”lar meydana gelirdi Boyların başında “bey”ler bulunurduBeylerin görevi , içi dayanışmayı sağlamak , hak ve adaleti düzenlemek , gerektiğinde boy’un çıkarlarını silahla korumaktıBoy’ların birleşmesiyle “bodun” meydana gelir ve başında “han” bulunurduBodun , boylar arasındaki sıkı işbirliğinin meydana getirdiği siyasi topluluktu Eski Türk topluluğunda kişilerin ferdi hukuku tamdıHür bir iktisadi hayat yaşanıyorduYaygın hürriyet havası sebebiyle her aile başlıbaşına bir “il” sayılabilirdiSiyasi birliğe dahil boylar , bu yüzden birbirlerinden kolayca ayrılıyor ; aynı bölgede veya başka bir yerde yeni bir il kurmak için toplanabiliyorlardıAileler ve fertler , göç sırasında kendilerine ait taşınabilir malları beraberlerinde götürebiliyorlardıbu malları istedikleri gibi kullanabiliyordıBöylece hürriyet duygusu ve serbestçe davranma eğilimi daima canlı kalıyordu Bozkırda yaşayan Türkler ise , hayvan gücünden yararlandıkları için , insan gücüne gerek duymuyorlardıBu durum eski Türk devletlerinde köleliği ve bazı zümrelerin imtiyazlı hale gelmelerini engelliyordu VEkonomi aHayvancılık Orta Asya’daki Türk ekonomisinin başlangıçta temelini hayvancılık oluşturuyorduDaha sonra tarım ve ticaret de , ekonomideki yerini aldı Orta Asya’nın yer yüzü şekilleri , iklimi ve Türklerin yaşayış tarzları , hayvancılığın gelişmesini sağlamıştırTürkler en çok at ve koyun beslemişerldirYiyecek , içeceklerinin yanı sıra giyimleri için bazı ihtiyaçlarını bu hayvanlardan sağlamışlardırDışarıya sattıkları mallar arasında da canlı hayvan ilk sırayı almıştır bTarım Türk kültürünün gelişmesiyle bozkır otlaklarının dışındaki verimli topraklarda yapılmaya başlanmıştırHunların buğday ve darı yetiştikleri bilinmektedirÖzellikler yerleşik hayata geçen Uygurlar döneminde , tarım çok gelişmiştirUygurlar her türlü ekin yanında , çeşitli sebze ve meyveyi de yetiştirmişlerdirTarımda sulamaya önem verilmiştirGöktürkler zamanında açılan Tötö Kanalı bugün dahi kullanılmaktadır cTicaret Türk devletleri komşu ülkelere canlı hayvan , kösele , deri , kürk , hayvani gıda satarlar , karşılığında ekin ve giyim eşyası satın alırlardı Asya Hunları , Göktürkler , Uygurlar Çin ile batı Hunları , Bizans ile bu esaslarda ticaret anlaşmaları yapmışlardı Hazar Devleti de,kıtalar arasındaki yolların kavşak noktasında bulunduğu için, temelleri ticari siyasete dayalı bir devletti Türklerle komşuları arasında sürekli rekabete konu olan büyük kazanç vasıtalarından biri de “İpek Yolu” idiBu yol,Çin’den Akdeniz kıyılarına ve Anadolu’ya kadar uzanıyorduİpek Yolu,Batıyı Uzak Doğu’ya Hint’i Çin’e bağladığı için felsefelerin , dinlerin , geleneklerin ve sanat eserlerinin iletilmesinde büyük rol oynuyorduBu özellikleri ve iktisadi önemi sebebiyle , İpek Yolu’nun geçit yeri olan İç Asya bölgesi , bin yıl süreyle Türk ve Çin siyasetlerinin ana hedefi olmuştu Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayarak Ural-Güney Sibirya-Altaylar-Sayan Dağları üzerinden Çin’e ve Amur nehrine ulaşan daima Türklerin elinde bulunan yolda da canlı bir ticaret faaliyeti vardıİpek Yolu’na kuzeyden paralel uzanan bu yola “Kürk Yolu” denilmiştir dMaliye Türk devletlerinin ekonomisi , mağlup ve bağlı devletlerden alınan yıllık vergilere ve armağanlara , ayrıca halktan toplanan vergilere dayanıyorduAsya Hun Devletinde vergi toplamakla görevli memurlar vardı Ayrıca işlek ticaret yollarından sağlanan vergi ve gümrük gelirleri, madencilikten elde edilen yüksek gelir de mali gücü arttırıyordu Eski Türkler , para olarak , daha çok üzeri resmi damgalı ipek parçası kullanmışlardır eSanayi Dünyanın en büyük devletlerini kuran Türklerin , önemli ölçüde ve çağına göre daima ileri bir savaş sanayisine ihtiyaçları vardıBu üstün sanayi , demir sayesinde kurulmuşturDaha önce ise , Altay’da gerçek bir altın endüstrisi bulunyordu VIBilim Ve Sanat Tarih içinde evrensel değer kazanan Türk sanatının kaynakları , Orta Asya’ya kadar uzanmaktadırHunlar dönemine ait mimari eser bulunamamıştırYalnız Selenga Nehri civarında; Ulan Ude’de etrafı surlarla çevrili ve içinde evlerin yeraldığı bir yerleşim merkezinin izleri bulunmuşturBunun yanında , bulunan kabartma resim örnekleri , Hun döneminde ileri bir sanat anlayışının varlığını ortaya koymaktadır Türklerin yaşadıkları hayat tarzı , sanatlarına da yansımıştırBulunan savaşçı ve hayvan tasvirleri bunu göstermektedirÖzellikle , Göktürkler döneminden kalan mezar taşlarında , bu tür resimlerden örnekler bulunmaktadırGöktürk Kitabeleri de başlı başına sanat değeri taşımaktadırUygurlar , benimsedikleri dinin de tesiriyle taştan kubbeli Maniheist mabetler yapmışlardırHoço’da bulunan saray harabesinde duvarların yontulmamış taşlardan yapıldığı ve harçla örtüldüğü görülmüştürYine Hoço’da bulunan kubbeli mezar anıtları da Uygurlara aittirUygurlar döneminden kalan , saray kalıntılarının duvarlarında çok güzel freskler bulunmaktadırUygurlar zamanından kalan minyatürler ise Manihesit kitaplardan sayfalardırMinyatür , eski yazma kitaplarda görülen , ince bir sanatla işlenmiş olan küçük renkli resimlerdirUygur minyatürleri daha sonraları İslam minyatürlerinin kaynağını oluşturmuştur Türkler belli dönemlerde resim ve minyatür sanatları yanında heykel ve musiki gibi sanatlarla da uğraşmıştırYarı göçebe olan Türklerde sanat , genellikle küçük ve kolay taşınabilir eşyalar üzerinde yoğunlaşmıştırTürklerin bozkırda hayvanlarla olan yakın ilgileri ; kemer tokaları , kılıçlar , at koşum takımları ve diğer süs eşyaları üzerine pars , kurt , kaplan , kuş , geyik , at gibi hayvanların görünüşlerini işlemelerine sebep olmuşturBuna Türk resim sanatında “hayvan üslubu” denilmiştir Türk sanatı içinde , en gelişmiş unsurlardan biriside musikidirOrta Asya’daki ilk Türk devletlerinde müzik önemli bir yere sahiptiBu gün Türk musikisi , kanun ve prensipleriyle diğer köklü dünya müzikleriyle boy ölçüşmektedirTürk musikisinin güçlü olmasının birinci nedeni ; kökünün çok eski olup , Orta Asya’ya kadar uzanmasıdır Türk musikisinin ilk örnekleri kopuzla çalınan dini nitelikli nağmalerdirKopuz, daha sonra Türklerin gittikleri her bölgeye girmiştirAsya’da Orta Avrupa’ya kadar her yerde tanınan ve sevilen kopuz , adeta Türk kültürünün damgasını oluşturmuşturHunlarda halk türkülerinin , Göktürk ve Uygurlarda grup musikisinin oluşturduğu , tarihi kayıtlarda mevcuttur Türkler , nefesli , telli ve vurmalı müzik aletlerini kullanmışlardırMüzik , aynı zamanda Türklerde hükümdarın egemenlik sembolü sayılmıştırBir musiki kuruluşu sayılan Türk mehter takımının tarihi başlangıç noktası Orta Asya’dırYine vurmalı çalgıların da kökeninin Orta Asya olduğu anlaşılmıştır VIIYazı Ve Dil aYazı Yazı , düşüncenin harflerle ifade edilerek kalıcı hale getirilmesidirSöz ve hareket geçicidir , iz bırakmazBuna karşılık yazı sürekli bir tanıktırBu çerçevede Orta Asya Türkleri de Göktürk Ve Uygur yazılarını yaygın olarak kullanmışlardır Göktürk (Orhun) Alfabesi Göktürk Kitabeleri’nde kullanılan gelişmiş alfabe , Türklerin çok daha önceleri yazıyı kullandıkları fikrini kuvvetlendirmiştirNitekim , yapılan son araştırmalar da bu fikri desteklemektedirIsık gölü civarında MÖ V ve VI yüzyıllar arasına ait olduğu tespit edilen Esik Kurganı’nda gümüş bir kepçe bulunmuşturBu kepçe üzerindeki yazının Göktürk alfabesiyle yazılmış olduğu anlaşılmıştırYine , MÖ II yüzyıla ait Tanrı dağlarındaki Kurday Kurganı’nda bulunan beş harfli yazıda Orhun alfabesiyle yazılmıştır38 harften oluşan Göktürk alfabesi ; Uzak Doğu’dan , Orta Avrupa’ya kadar geniş bir alanda kullanılmıştır Uygur Alfabesi Uygurlar döneminde , Göktürk alfabesi bırakılmıştırMuhtemelen , Hint kültürünün ürünü olan Sogd alfabesi benimsenmiştirUygurlar bu alfabeyi kendilerine göre küçük değişiklikler yaparak kullanmışlardır18 harften oluşan bu alfabeye Uygur alfabesi denilmiştirGöktürk yazısı daha çok sert cisimlere kazınarak yazılırken , Uygur alfabesi kağıt üzerine yazılmaya elverişli görünmektedirBu alfabe VIII ve XVIII yüzyıllarlar arasında Türk ve Moğol devletlerinde yaygın olarak kullanılmıştır Uygurlar döneminde , kağıt üzerine yazı yazma , kağıt yapımı da geliştirilmiştirUygurlara ait tahtadan yapılma yüzlerce harf bulunmuşturBundan da Uygurların ilkel tipte bir matbaa yaparak , baskıya geçtikleri sanılmaktadırUygurlar , Çin ve Hint eserlerinin pek çoğunu Türkçeye çevirmişlerdirKendileri de çok sayıda yazılı eser meydana getirmişlerdirUygurlar döneminden kalan en önemli eserlerden biri olan “Altun Yaruk” Çinceden Uygur Türkçesine çeviridirBuda dinine ait dini ahlaki konuları işlemektedirYine “Sekiz Yükmek” ve “İki Kardeş Hikayesi” de en meşhur Uygur metinleri arasındadır bYazı Türk Dilinin Önemi Orta Asya’da Türk diye nitelenen kavimlerin en önemli müştereği dil , yani Türkçe idiÇeşitli Türk boyları , önceleri değişik adlarla anılırdıMS VI yüzyıldan itibaren bu boylara genel isim olarak Türk denmesinin birinci dayanağını Türk dili oluşturduBoylar , konuşmaları sayesinde tek bir millet olduklarını anladılar ve beraber yaşama arzusu duydular Türk Dilinin Ailesi Dilimizin tarihi , milletimizin tarihi kadar eskidirTürkçe dünyadaki çeşitli dil grupları arasında Ural-Altay dil grubu içinde yer alırFinlilerin ve Macarların dili de Ural dilleri içine girerAltay dilleri arasında ise Türkçe ile birlikte Moğol , Mançur ve Kore dilleri vardırTürkler soy bakımından Moğollardan ve Korelilerden ayrıdır , ama dilleri onlarınki ile aynı kökten çıkmıştırBu diller sonradan birbirinden ayrılmış , aralarında sadece eski bir akrabalık kalmıştır Türkçenin ilk dönemlerine ait yazılı belge olmadığı için , Türk dilinin ilk dönemleri hakkında açık ve kesin bilgilere sahip değilizAncak , Orhun Kitabeleri’ndeki ifade ve kelime zenginliğine bakılarak , Türkçe’nin başlangıç tarihi çok eski devirlere götürülmektedir VIIIEdebiyat Edebiyat ; duygu düşünce ve hayallerin söz ve yazı halinde etkili bir şekilde anlatılması sanatıdır aSözlü Türk Edebiyatı Türk dilinin , edebiyat olarak ilk örenekleri sözlüdürBunlar halk dilindeki destan ve efsanelerdirDestan ve efsaneler bir milletin fikir ve düşünce tarihidirZafer ve acılarının hatıra defteridirDestan ve efsanelerde Türklerin düşünce ve inançları , milli kahramanlıkları anlatılmaktadırOrta Asya Türklerinin en önemli destanları ; Saka Türklerinin “Alper Tunga” ve “Şu” , Hun Türklerinin “Oğuz Kağan” , Göktürklerin “Bozkurt” ve “Ergenekon” , Uygurların “Türeyiş” ve “Göç” , Kırgızların ise “Manas” destanlarıdır Dede Korkut Hikayeleri de yazılı hale gelmeden önce , sözlü edebiyatın ürünleri durumundaydıOğuz Kağan Destanı ile Mete’nin hayatı arasında büyük benzerlikler bulunmuşturFakat Mete , Oğuz Han’dır diye kesin bir hükme varılamamıştırTürk destanlarında genellikle gökten inen ışık , kurt , bazı mucizevi güçler motif olarak işlenmiştir Sav , koşuk ve sagular da Türk edebiyatının sözlü ürünleri arasındadırTürkler, ölüm törenlerinde (yuğ) matem şiirleri söylemişlerdirBu şiirlerden halka hizmet eden , halkın değer verdiği üstün komutan ve hükümdarlar için söylenenlere “sagu” denilmiştirSaka Türklerinin hükümdarları olan Alper Tunga’nın ölümünden sonra söylenen sagu , buna en güzel ve en meşhur örnektirKoşuklar , şölenlerde kapuz eşliğinde söylenip çalınan , aşk ve tabiat temalarını işleyen manzum eserlerdirSavlar ise atasözleridirBunlardan başka Bizans kaynakları , Hunların kendilerine mahsus halk türküleri söylediklerini yazmaktadır bYazılı Türk Edebiyatı Türk edebiyatının bilinen ilk yazılı örnekleri VIII yüzyılda taş üzerine kazınarak yazılan Orhun (Göktürk) ve Yenisey Kitabeleri’dirOrhun nehrinin eski yatağı üzerinde bulunan Orhun Anıtları ; Kül Tegin (732) , Bilge Kağan (735) ve Tonyukuk (720-725) adlarına dikilmiştirAnıtlardaki kitabeler , zamanına göre akıcı ve edebi bir dille yazılmıştırGöktürk alfabesiyle yazılan kitabelerde Türklerin devlet anlayışı , devlet görevlilerinin sorumlulukları ve vatan sevgisi konularına değinilmektedirAyrıca , Türk beyleri ve kavimlerinin eleştirileri yapılmaktadırTürklerin , Çinlilerin yıkıcı propagandalarına nasıl kurban gittikleri sergilenmekte , bağımsızlığı geri almanın ne kadar zor gerçekleşeceği anlatılmaktadırDevlet kurma ve bağımsızlık fikirlerinin de işlendiği kitabelerde , geleceğe yönelik değerli öğütler verilmektedir Orhun Kitabeleri , Türk kültür tarihi açısından büyük önem taşımaktadırÇünkü bunlar , Türkçenin , Türk edebiyatının , Türk tarihinin ilk yazılı belgeleridirOrhun Kitabeleri’nin yazarı Yuluğ Tigin (Yolluğ)’dirKitabeler , ilk olarak İsveçli bir subay tarafından tarafından bulunmuşturDaha sonra 1893 yılında Danimarkalı dahi bilgin Wilhem Thomsen kitabeleri çözmüştürKitabelerdeki yazılardan ilk olarak ; Tengri , Türk ve Kül Tegin kelimeleri okunmuşturThomsen kitabelerin tam tercümesini 1922 yılında yayınlamıştırKitabelerin bulunuşu , dünyada yankı uyandırmış ve Türk kültürüne karşı ilgi artmıştır Ergenekon Destanı Göktürk Menşe Efsaneleri ve Ergenekon Destanı'na Göre Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Göktürklerin "Kurttan Türeyiş"lerine dair Çin kaynaklarında da geçen üç efsane vardır Aslında bu efsanelerin hemen hemen aynısı MÖ 119'da Hunlar tarafından büyük bir yenilgiye uğratılan Wu- sunlar için söylenir Efsaneye göre Hunlar bir taarruz neticesinde Wu-sun kralını öldürmüş, onun oğlu Kun-mo küçük olduğu için Hun hükümdarı ona kıyamamış ve çöle atılmasını emretmiş Küçük Kun-mo dişi bir kurt tarafından emzirilmiş ve bu olayı uzaktan seyreden Hun hükümdarı, çocuğun kutsal biri olduğuna inanarak, büyüdüğünde onu Wu-sunların kralı yapmış, içinden Göktürkleri de çıkaran, Çinlilerin Kao-çı (Yüksek Tekerlekli Arabalılar) ve T'ieh-li (Tölös) dedikleri, Orhun nehrinden Volga kıyılarına kadar geniş bir alana yayılan bu güçlü Türk kavimler topluluğu için de "kurttan türeyiş" efsanesi aynı motifi işler Çin'deki Toba sülalesi devri kaynaklarında efsane özetle şöyle anlatılır: "Kao-çı kağanının çok akıllı iki kızı varmış Öyle iyi kalpli ve akıllılarmış ki, babaları onların ancak tanrı ile evlenebileceklerini düşünerek, kızlarını bir tepeye götürmüş Ancak tepeye ne tanrı gelmiş ne de onlarla evlenmiş Kızlar burada beklerken ihtiyar bir erkek kurt tepede dolaşmaya başlamış Küçük kız, kardeşine bu kurdun tanrının kendisi olduğunu söyleyerek tepeden inmiş ve kurtla evlenmiş Bu suretle Kao-çı halkı bu kız ve kurttan türemiş" Bu efsanelerin tekamül etmiş şekli, tarihî realiteye de uygun olarak, Göktürk menşe efsanelerinde ve Ergenekon Destanı'nda görülür MS570'te ortaya çıkan Çin'deki Sui Sülâlesi devrinde Göktürklerle yakın münasebet kuran Çinliler, Türklerden öğrendikleri efsaneyi tarih yıllıklarında not etmişlerdir Efsane şöyledir: " (Göktürklerin) ilk ataları Hsi-Hai, yani Batı Denizi'nin kıyılarında oturuyorlardı Lin adlı bir memleket tarafından, onların kadınları, erkekleri, büyüklü-küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi Yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi Bununla beraber onun da kol ve bacaklarını kendisini Büyük Bataklığın içindeki otlar arasına atmışlardı Bu sırada dişi bir kurt peyda olmuş ve ona her gün et ve yiyecek getirmişti Çocuk da bunları yemek suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti (az zaman sonra) çocukla kurt, karı koca hayatı yaşamaya başlamışlar ve kurt da çocuktan gebe kalmıştı (Türklerin eski düşmanı Lin devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca) hemen kendi adamlarını göndererek, hem çocuğu hem de kurdu öldürmelerini emretmişti Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman, kurt onların gelişinden daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı Buradan kaçan kurt, Batı Denizi'nin doğusundaki bir dağa gitmişti Bu dağ, Kao-ch'ang (Turfan)'ın kuzey-batısında bulunuyordu Bu dağın altında da çok derin bir mağara vardı (Kurt) hemen bu mağaranın içine girmişti Bu mağaranın ortasında büyük bir ova vardı Bu ova, baştan başa ot ve çayırlıklarla kaplı idi Ovanın çevresi de 200 milden fazla idi Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu (Göktürk Devleti'ni kuran) A-şi-na ailesi, bu çocuklardan birinin soyundan geliyordu" Efsanede Türklerin yaşadığı ve göç ettiği yer olarak gösterilen Batı denizi, kimi tarihçilere göre Turfan'ın kuzey batısında yer alan Balkaş gölü veya Aral, hatta Hazar iken kimi tarihçilere göre de Isık göldür Isık göl ve civarı, Kırgızların millî destan kahramanı olan Manas'ın da yaşadığı bir bölgedir Ancak burada önemli olan menşe efsanesinin, Göktürklerin "Ergenekon Destanı"nın ilk şekli olmasıdır Bütün Türk boylarında derin izler bırakan bu destan, içinde tarihî olayları barındırması bakımından da dikkate değerdir Destan özetle şöyledir: "Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktu Bütün kavimler birleşerek Göktürklerden öç almaya yürüdüler Türkler çadırlarını, sürülerinin bir yere topladılar Çevresine hendek kazdılar, beklediler Düşman geldi Vuruş başladı On gün vuruştular, Göktürkler üstün geldi" Düşman, Türkleri er meydanında yenemeyeceklerini anladığından hileye başvurur ve Göktürkleri gafil avlayıp, çadırlarını basar Büyük bir katliam gerçekleşir İl Han'ın küçük oğlu Kayan (Kıyan) ve yeğeni Tukuz (Negüz) kadınlarıyla birlikte düşmanın elinden kaçar ve onların bulamayacağı bir yere "Ergenekon" a (Sarp Dağ Beli) gelirler Burası geçit vermez, sarp dağlarla çevrili orta yeri düz, verimli bir ovadır Burada bir müddet sonra nüfusları gittikçe çoğaldığında, birbirine akraba, ayrı ayrı "oba"lar oluşturdular Nihayet dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri Ergenekon'a sığamaz oldu Kurultay toplayıp, Ergenekon'dan çıkma kararına vardılar Çıkış için tek bir geçit vardı fakat burası da demirdendi Bir demirci ustasının fikriyle demir dağ büyük bir ateş yakılıp, devasa körüklerle harlandırılarak eritildi Nihayet, Börteçene (Bozkurt) adlı bir başbuğun liderliğinde, Türkler Ergenekon'dan çıkıp bütün dünyaya yayıldılar Özetlenen bu destan, İlhanlı tarihçisi Reşideddin tarafından nakledilirken, araya Moğollar da serpiştirilerek, büyük ölçüde tahrif edilmiştir Ancak destanda geçen motifler ve çağrıştırdıkları olaylar, destanın Göktürklere ait menşe efsanelerinin tekamül etmiş hâli olduğunu açıkça göstermektedir Nitekim Börteçene, Göktürklerin soylarını dayandırdıkları Asena gibi mübarek ve yol gösteren bir kurttur Hun birliği dağıldıktan sonra, destanın girişinde belirtildiği gibi, Türkler Altay dağları civarına çekilmişler ve bir müddet Juan-Juanlar'ın hâkimiyeti altında yaşamışlardır Demircilikte ileri giden Göktürkler, Juan-Juan hükümdarının "Sizler demircilikle uğraşan kölelerimsiniz" diye aşağılanmalarını hazmedemeyerek, onlara savaş açmışlar ve yaklaşık dört yüz yıl süren suskunluktan sonra, 545 yılında büyük bir zafer kazanarak istiklâllerinin temelini atmışlardır Reşideddin'in de Camiü't-Tevarih'te yazdığı üzere, Ergenekon'dan çıkış, bir bayram olarak kutlanmış, önce Türk kağanı, ardından beyler, bir parça demiri ateşe salıp kızdırdıktan sonra, örs üstünde çekiçleyerek, Ergenekon'u Türk an'anesinde canlı tutmuşlardır Göktürk hükümdarlık ailesi Aşına soyundan gelmekteydi Yukarıda ifade ettiğim efsanelere göre Aşına soyu dişi bir kurttan türemişti ve bu inanış sebebiyle de Göktürk Devleti alâmeti, altından kurt başlı sancak olmuştur Ergenekon efsanesi, Hun devletinin yıkılmasından sonra, Türklerin yaşadığı zorlukları anlatmaktadır Dolayısıyla, tarihen yaşanmış olaylar, Göktürklerin, Hun devletinin bir devamı olarak ortaya çıktıklarının bir delilidir Nitekim devlet yapılanmasının Hunlarla aynı olması da bu fikri kuvvetlendirir Sonuç olarak ilk Türk devletlerinden , maddi ve manevi , pek çok kültür mirası kalmıştırTürklerin yerleşik hayat tarzını benimsemeleri sebebiyle saray , tapınak , kale , sur vb gibi mimari eserler ağırlık taşımıyorduBozkırların çetin tabiat şartları da , kalan eserleri büyük ölçüde yok etmiştirBununla beraber , Asya’nın ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde hazine , kitabe , mezar eşyası gibi kalıntılar günümüze kadar gelebilmiştir Bunlar arasında , Türkistan’da Alma-Ata yakınlarındaki Esik kurganınında bulunan altın ve gümüş eşyalar , seramikler ve altın bir zırh önem taşımaktadırMacaristan’da ortaya çıkarılan Avar eserleri arasında dökme aletler ve üzerinde hayvan mücadele tasvirleri bulunan at koşum takımları dikkat çekicidirArnavutluk’taki Prostovats altın hazinesi de Avar döneminden kalmadır Göktürkler çağına ait çok sayıda balbal bulunmuşturBunlar sanat endişesiyle yapılmamıştırBu döneme ait Orhun Yazıtları büyük önem taşımaktadır Yerleşik hayata geçen Maniheist Uygurlara ait Bezeklik ve Hoço kalıntılarındaki resimler , kitaplardaki minyatürler bu dönem hakkında fikir vermektedirDoğu Türkistan Uygurlarından kayalara oyularak yapılmış çok sayıda tapınak , ayrıca saray kalıntıları bulunmaktadır Tuna Bulgarları döneminden , Şumnu yakınlarında ki Madara’da bulunan 40 metrekarelik bir kaya kabartmasından Kurum Han görülmektedirİtil Bulgarlarının başkenti Bulgar şehrinin kalıntıları da günümüze kadar gelmiştir Orta Macaristan’daki Nagy Szent Miklos (Nagi Sent Mikloş) ve Güney Rusya’daki Perescepine hazineleri Peçenek sanatına ışık tutmaktadırNagy Szent Miklos’taki altın kaplar üzerinde Türkçe kitabeler bulunmaktadır Türk kültür ve sanatın manevi alandaki etkileri ise çok geniş alanlarda duyulmuş ve günümüze kadar süregelmiştir Tobol ve İşim ırmakları arasındaki Sabar (Sibir)’ların etkisi yüzyıllarca devam etmiştirSibirya adı bunlardan biridirBu dolaylarda yaşayan halkın kahramanlık hikayelerinde ve masallarında Sabarlar bugün dahi geniş yer tutmaktadır V yüzyılın ilk yarısındaki Hun-Burgond savaşları , Almanların ünlü Nibelungen destanına konu olmuşturXII yüzyıldaki Kuman-Rus çarpışmaları ise Rus milli destanı olan İgor Destanı’nın meydana gelmesini sağlamıştır Avar’lardan dil alanında da bazı hatıralar kalmıştırHırvat dilindeki askeri-idari ünvanlar bunlar arasındadırYunanistan’daki Navarin , Arnavutluk’taki Antivari şehir isimleri de Avarlardan kalmadır Bazı yer isimlerinde Hazarların da etkileri vardırHazar Denizi’nin , Ukrayna’nın başkenti Kiyef şehrinin , Moskova’daki Kremlin sarayının adları bu etkilere örnektirTuna-Tisa arasında pek çok adı Kumanların hatıralarıdır Spor , teşkilat , askerlik vb gibi alanlarda Türk tesiri yaygın olmuşturAtçılık , güreş , okçuluk , gülle atma , cirit gibi sporlar ve avcılık Türklerde yaygındıÇeşitli top oyunları Hunlar çağında mevcuttuBu oyunlar , Göktürk döneminde Çin’e girmiştirKayak sporu , Altaylar’da çok eskiden beri yapılmaktaydıKayakçılığın dünyaya buradan yayıldığı ileri sürülmektedir Askerlikte hafif süvari birliklerinin kullanılmasına Türk örneği öncülük etmiştirRomalılar yay’ı , 10’lu sistemi , ceket , gömlek , pantolon giymeyi Türklerden öğrenmişlerdirTürk ordularının , ünlü “Turan taktiği” de önce Roma , sonra Bizans tarafından taklit edilmiştirTürk savaş kıyafeti Çin’de ve Bizans’ta uygulanmıştır Buna karşılık , Çinliler de kendi kültürlerini Türklere kabul ettirmek için uzun süre uğraştılarKuvvetli oldukları zaman , Türkleri Çince konuşmaya , Çinliler gibi giyinmeye zorladılarBunu gerçekleştiremeyince , Türk kültürünü din yolu ile değiştirmeye çalıştılarManiheizm , Budacılık , Taoculuk gibi düşünce ve inanışların Türkler arasında yaygınlaşmasına çalıştılarBunda başarılı oldukları zaman , geniş Türk kitlelerini kendi bünyelerinde erittiler veya bunların kurdukları devletlerin zamanla Çinlileşmesini sağladılar Çin ipeği Türklere çekici geliyorduHalbuki bu tür kumaşlar , bozkırlardaki çetin yaşam şartlarına ve askerliğe uygun değildiÇinliler lüks merakını ve rahat yaşama alışkanlığını teşvik ederek , Türklerin yaşayış şeklini değiştirmeye çalıştılarBunda başarılı oldukları ölçüde , askeri niteliğin kaybedilmesini sağladılar Fakat bu kültür baskısına karşı Türkler şiddetle direndilerBöylece milli varlıklarını korumayı başardılarDirençlerini kaybettikleri zaman ise , ya Çin boyunduruğuna girdiler ya da kültür değişikliğine uğrayıp Çinlileştiler
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|