Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilimsel, hikayeler

Bilimsel Hikayeler

Eski 06-25-2009   #1
TiFus
Varsayılan

Bilimsel Hikayeler



Yapay Zeka

annenin kim olduğunu kimse bilmiyordu olayın başından sonuna kadar anne hep belirsiz kaldı bu gün bile annenin kim olduğu kesin olarak bilinmiyor görünen o ki anne de ortaya çıkmaya pek niyetli değil ve işin kötüsü bebek de bunu bilmiyordu bebek bir yapay zeka programıydı bebek üzerine yazılmış pek çok yazıda, bebeği kimin yazdığına dair bir çok rivayet ve komplo teorisi vardı bütün yazılar anne kimdi? ya da bebeği kim yazdı? diye başlıyordu bazıları bebeğin cia tarafından büyük kulak eshelon sistemine ek olarak çok yetenekli yüz tane programcı tarafından yazıldığını söylüyordu karşıt grup ise başında usame bin laden’in olduğu gizli terörist ağın, İnterneti yok ederek onu en çok kullanan batılı ülkelere zarar vermek için dört modülden oluşmak üzere bir japon, alman, amerikan ve hindistan yazılım evlerine yazdırdığını ve daha sonrada bir araya getirilip İnternet’e saldığını söylüyordu daha uçuk olan bir grup ise bebeğin kendi kendini tesadüflerle oluşturduğunu iddia ediyorlardı onlara bakılırsa bebek basit bir editör programının, içindeki hata yüzünden evrimleşmesi ve sonra da çıldırması ile oluşmuştu açıkçası ben buna pek ihtimal vermiyorum, genellikle editör programları kullanıcıları dışında kimseyi çıldırtmazlar en uçuk grubun iddiasına göre ise bebek tıpkı tufan ya da yanardağ patlaması gibi tanrının insanlara gönderdiği bir cezaydı çünkü internetin alamet-i farikası olan www, İbranice ’de 666 rakamlarına karşılık geliyordu, yani şeytan hayal gücü çok güçlü bu kadar insanın e-mail listelerinde neredeyse şehvetle ortaya attıkları bütün bu iddialar tabi ki gerçekdışı ve asılsızdı en basit açıklama en doğru olandır diyen ockham’ın usturası ilkesinden yola çıkmak her zaman en doğrusudur tabi ki bebeği çok yetenekli bir programcı yazdı İlk çıkış yerini bulmak için yapılan tüm geri izlemelerin sonunda parmaklar hep türkiye’yi gösterdi tabi kimse bir şey ispat edemese de şüpheler bir kişi üzerinde yoğunlaştı: Şair Şair programcının İnternette kullandığı nickti ve biz ona \"anne\" desek de aslında bir erkekti bu nicki bilgisayarcıların ve programcıların hararetli tartışma listelerinde sık, sık görmek mümkündü tuhaf bir tesadüf ama Şairin, bebek hakkında yaptığı tüm yorumlar doğru çıktı ve öngörüleri hep gerçekleşti türk güvenlik güçleri bizim baskımızla Şair ’i sorgulayıp, evindeki ve işyerindeki bilgisayarlarına bir göz attılar ama hiçbir şey bulamadılar İki günlük göz altı süresinde emniyetin tüm bilgisayarlarını elden geçirip, hataları düzelttiği için evine kadar polis arabası ile çok saygılı bir şekilde bırakılması da işin cabası bebeği yok etmekle görevli uluslar arası ekibin başındaki kişi olarak onunla ilgili her şeyi neredeyse ezberlemiştim bebeği yazanın anne olduğundan adım gibi eminim ama bunu hiçbir zaman ispatlayamadım bebeği anlamak için anne’yi anlamak gerektiğini düşündüğüm için Şair’in geçmişini detaylı bir şekilde öğrenmiştim Şair sıradan virüs yazarları gibi içine kapanık, küçüklüğünden beri tek eğlencesi bilgisayar olan, insanlarla iletişim kurmakta çok zorlanan saçı başı dağınık, kahve ve sigara düşkünü biri değildi türkiye’nin seçkin üniversitelerinden birinden olan odtÜ’den bilgisayar mühendisi olarak mezun olmuştu Şiirle amatörce ilgilendiği için nikini Şair yapmıştı her ne kadar türkçe bilmesem de şiirlerinin güzel olduğunu tahmin ediyorum tabi bütün bunlar görünüşteki şeyler kabul etmek gerekir ki aslında mükemmel bir programcıydı daha dokuz yaşındayken babasının aldığı basit bilgisayarda yüklü olan basic dilini kullanarak ekrana \"merhaba dünya\" yazan programla başlamıştı sanırım meslek yaşamında onu en çok heyecanlandıran iki programdan biri bu, diğeri ise \"bebekti\" daha önce belirttiğim gibi Şair diğer mutsuz bilgisayar virüsü yazan programcılar gibi, patolojik güdüleri olan kötü bir insan değildi bilakis yapıcı, sevecen ve hoşsohbet biriydi zaten bebeği herhangi bir kişi, kuruluş ya da ülkeye zarar vermek için değil, kendini çok meşgul eden bir sorunun cevabını bulmak için masum amaçlarla ve biraz da ekonomik kriz nedeniyle ortaya çıkan işsizliğin yarattığı bol zamanda yazmıştı kierkgard’ın dediği gibi \"can sıkıntısı bütün kötülüklerin kaynağıdır\" bu ölçüde başarılı olacağını sanıyorum o da tahmin etmiyordu bunu tabi ki kendi söylemedi ama e-mail listelerinin birine attığı mailde Şair ’in motivasyonu konusunda yürüttüğü tahmin böyleydi anne de kendi olduğuna göre bizim için anne ’den daha önemli olan onun yavrusuydu bebeğin ana program yapısı, işleyişi ve tabi ki program mantığı üzerine çok şey yazıldı, çizildi ve tartışıldı bebeği anlamak için yaratıcısının bebeği neden yarattığını bilmek gerekir benim teorime göre, İstanbul’da üç kişilik ufak bir şirkette program yazıp satan Şair, aslında bir bilgisayar programının kendisi için doğal sayılabilecek bir ortamda evrimleşip evrimleşmeyeceğini bilmek istiyordu bir bilgisayar programının doğal ortamı neresi olabilir? tabi ki bilgisayar ya da bilgisayarlar her ne kadar internete bağlı bir çok bilgisayara, kişiye ve kuruma çok büyük yıkıcı zararlar vermiş olsa da bebek bir virüs değildi başlangıçta bir virüsün yayılma ve çoğalma ilkelerini kullanmıştı ama ilk başta yazıldığı haliyle bebeğin bir bilgisayar virüsü ile uzaktan yakından alakası yoktu kabaca tahminlere dayanarak bebek hakkında size şunları söyleyebilirim bebek üç ana kısımdan oluşuyordu taşıyıcı modül, kendisini anonim bir e-mail gibi gösteren kısımdı hint tanrısı rava bu maili eğer on kişiye gönderirseniz üç dileğinizi on gün içinde yerine getirecekti tersi bir durumda ise rava ’nın laneti ocağınıza incir dikecekti hem türkçe hem de İngilizce yazılmıştı tabi ki ne rava diye bir hindu tanrısı vardı ne de böyle bir efsane fakat İnternette bol olan aptal kullanıcılar sayısı epey fazla olan hindu tanrılarından birinin lanetine uğramamak için ! forward zinciriyle bu maili her yere taşıdılar taşıyıcı kısım bu ufak hile ile başlangıç safhasında bebeği yaydı İkinci kısım ise nöron oluşturma modülüydü e-mail ile taşınan bu kısım, bulduğu her bilgisayara insan beynindeki nörona benzer yapay bir sinir hücresi bırakıyordu bu ufak programlar akıllı bir virüs gibi sistem çalışmaya başladığı anda devreye giriyor, sistem kaynağını kullanıyor ve diğer nöronlarla internet üzerinden iletişime geçiyordu eğer imkanı varsa bulunduğu yerde yeni bir kardeş nöron daha oluşturuyordu ama sistemin tümünü kullanmıyordu çünkü bu bindiği dalı kesmek gibi olurdu bütün bu nöronlar daha sonra bebeğin zihnini oluşturacaktı büyük bir sinir ağı sessizce ve sinsice yavaş, yavaş oluşuyordu Üçüncü kısım ise iletişim modülüydü her bir nöron, bulabildiği kadar çok kardeş nöronla internet üzerinden doğrudan iletişime geçiyordu Şair yapay zekanın oluşması için programı içinde yapay bir ortam yaratmıştı fakat bu ortam işe yaramamıştı bütün bu modüller ve evrimsel süreç, eğer elektrik faturasını dikkate almadan çalıştırılırsa belki tek bir bilgisayarda denenebilirdi tabi gerekli olan süre yüz milyon yıl falan olurdu Şair yüz milyon yıl beklemek yerine çünkü bu kadar vakti yoktu yüz milyon bilgisayarı kullanmayı tercih etti kabul etmek gerekir ki oldukça akıllıca bir taktik bu kadar çok bilgisayarı nerede bulabilirdi? tabi ki internette peki yazdığı programın başarısını nasıl ölçecekti? kendince bebeğe basit bir turing testi uyguladı bilmeyenler için açıklayayım turing testi, bir insanın kapalı bir kutunun ardındakinin bir bilgisayar mı? yoksa bir insan mı? olduğunu anlayamaya çalıştığı hayali bir testtir eğer gerçek bir yapay zeka varsa karşısında, deneyi yapan kişi karşısındakinin bir bilgisayar mı? yoksa bir insan mı? olduğunun ayırdına varamaz anne, bu basit turing mantığını farklı şekilde uyguladı bebeğe basit olarak şu algoritmayı programladı; \"bebek, internete git, evrimleş, anneyi ara ve sonra onu bul anneyi bulamıyorsan tekrar evrimleş ve tekrar ara bu işlemi anneyi buluncaya kadar sürdür anneyi bulunca dur!\" Çok basit görünüyor değil mi? aslında gerçekten de öyle akıllı bir programcı olarak bebeğin ve başka kişilerin kendini kolayca bulmaması için bütün izleri sildi zaten bebeğin kalıntılarını incelerken programcıya ait en ufak bir iz bulamadık ne bir ufak not ne de bir programcının imzası sayılabilecek belirgin bir algoritma sadece ufak bir şey, bebek anneyi tanıyabilsin diye bırakılmış ve sadece onun bilebildiği ufak bir mesaj her şeyiyle musa’nın bir sepete konulup daha sonra nil nehrine bırakılmasına benziyordu hikaye tek farkı, anne, bebeğini şansa, kadere ve olasılıklara terk etmek yerine, onun yaşayabilmesi için her şeyi sepete koyup internet nehrine bırakmıştı nereden bakarsanız bakın bebeğin yüklendiği görev neredeyse imkansız gibi görünüyordu programın içinde anneye dair en ufak bir kimlik bilgisi yoktu annenin kim olduğu konusunda aslında bebek de bizim kadar çaresiz görünüyordu anneyi bulması için akıllanması gerekiyordu bebeğin kaynak kodu muhtemelen İnternette kimsenin bilmediği bir sunucuda şifrelenmiş olarak saklanmıştı o kaynak kodu okumak için neler vermezdim ki Şair’in mantığı aslında çok yalındı bebek akıllanırsa eninde sonunda anneyi bulabilirdi bebeğin anneyi kolayca bulmasına engel olmak için ilk çıkış noktası olan bilgisayarla ilgili bu bilgisayara biz rahim diyoruz ki muhtemelen annenin evindeki ya da bürosundaki bir bilgisayardı ip dahil olmak üzere tüm bilgileri silmişti bebeğin işi çok ama çok zordu hatta imkansız gibi görünüyordu ama ya becerirse? bilgisayar alanında bir devrim demekti bu Şair bebeği yazdıktan sonra rava mailine gizleyip bebeği, onun doğal ortamı olan internet’e saldı ve muhtemelen de uzun bir süre haber alamayınca da bebekten ümidini kesti tanrım ne kötü bir anne! rahimden çıktıktan sonra şimdiye kadar topladığımız bilgilere ve analizlere göre bebeğin yapay zeka evrimi şu şekilde gerçekleşti tabi bunlar sadece bebeğin görülme aşamaları ve yaptığı tahribatlardan çıkarabildiğimiz verilere dayanarak yapılan kesin olmayan tahminler ve varsayımlar bebek rahimden çıkıp, internette sefil bir rava maili olarak dolaşıp kendi bilincini oluşturacak nöronları tohumlarken, en ufak bir yapay zekadan bile yoksundu her bulduğu yere bir nöron bırakıp yoluna devam ediyordu bu konuda ben dahil hemen, hemen herkes aynı görüşte İlk evrimleşme süreci başarıyla tamamlandığında, tahminime göre bebek rahimden çıkalı yaklaşık olarak iki yıl olmuştu bu aşamada bebek, her canlı gibi yaşaması için kendine gerekli olan kaynakları bulmakla geçirmişti bu kaynaklarda tabi ki internete genelde evden bağlanan kişisel kullanıcıların bilgisayarlarıydı ah zavallı kullanıcılar! İki yıl sonra yeteri kadar nöron oluşunca, sanırım sayısı elli milyon kadardı bunlar birbiriyle haberleşmeye başladı bu noktadan sonra bebeğin yapay zekası emeklemeye başladı emekleme aşamasında -ki bence en ilginç ve bilinmez aşamadır- bebek yani nöron topluluğu, bir mail olmaktan birdenbire vazgeçti çünkü mailler bir yere takılıyor, tıkanıyor ya da silinebiliyordu ayrıca kişisel kullanıcılar her zaman internete bağlanmıyordu, malum telefon faturaları o yüzden uygun ortam saydığı bilgisayar ağlarına göz dikti yirmi dört saat açık olan, kaynakları zengin ve sürekli İnternete bağlı ağları buldu bu kıstaslara uyan ağlar da tabi ki üniversitelerin ve büyük bankaların bilgi işlem merkezleri gibi yerlerdi buralar onun gelişmesi için çok uygundu, biyolojik deyimle ifade edersek buraları onun için uygun habitat oluşturuyordu İşin en garip tarafı, bu, bebeğin oluşan bilincinin ilk seçimiydi ama daha çok mutfağın yerini öğrenmiş bir yavru kedi gibi davranmıştı, yani sadece koku almıştı yuvalanma işlemi içinse bildik virüs taktiklerini kullandı ama bu süreçte, hiçbir zaman yuvalandığı sisteme en ufak bir zarar vermedi sadece nöron oluşturmak için kaynaklarını kullandı ama misafir olduğu yere zarar vermedi sistem eksilen kaynaktan dolayı elbette ki biraz yavaşlıyordu ama hiçbir şekilde çökmüyordu ve tabi insanlardan ve koruma programlarından çok iyi saklanıyordu yaklaşık dört yıl süren ikinci safhada bebek bulduğu zengin kaynakları kullanarak hızla akıllanmaya başladı nöron sayısı hızla arttı bazen japonya’daki bir üniversitenin bilgisayar merkezinde laboratuarında, bazen de güney amerika bulunan bir bankanın bilgi işlem merkezinde epey bir serseri hayat sürdü sürekli nöron tohumluyordu Çünkü ne kadar çok nöronu olursa o kadar akıllı olacaktı tabi sessiz ve derinden gidiyordu bu süreç boyunca tam bir bilinçten yoksundu zararsız bir virüs gibi yaşıyordu ve tabi ki anneden ve onun kulağına fısıldadığı kutsal görevden habersizdi bebeğin bu evrimsel süreçte bir bilince sahip olması bu gün bile hala açıklanamamış bir şeydir tıpkı günümüzdeki biyologların ve evrim bilimcilerin insanı zihninin ve bilincinin evrimsel oluşumu hakkındaki çaresizliğine benzer bir açmaz içindeyiz herkesin cevabını merak ettiği soruyu ben tekrar sorayım: bebek nasıl akıllandı? kendi görüşüme göre benzer mekanizmalar benzer sonuçları üretir bir beyin hücresi bilinçten yoksun biyolojik bir mikro birimdir ama bu birimlerin oluşturduğu beyin bilinci oluşturur benzer şekilde bebeğin İnternette her yere dağılmış milyonlarca yapay nöronu bir şekilde bebeğin zihnini oluşturdu bunların her biri bilinçten yoksun ufak program parçalarıydı ama tümü bebeğin zihnini oluşturuyordu tıpkı termit kolonileri gibi binlerce karınca feromenlerle iletişime geçip ortak bir zeka oluşturuyordu sistem aynıydı bebeğin birkaç kalıntısı üzerinde yapılan incelemeler bize hiçbir şey vermedi çünkü zihni tek yerde değildi bulduğumuz ölü aslında sadece bir tür girdi/çıktı input/output programıydı asıl zihinse internette her yerdeydi, belki de oğlumun bilgisayarında bile vardı bebek yaklaşık olarak bir buçuk yaşındaki bir çocuğun zekasına ve en önemlisi tarihte ilk görüldüğü şekilde bir yapay zeka bilincine sahip olduktan hemen sonra birdenbire \"annesini özlediğini\" fark etti anne sevgisi bir başka tabi ki bir şeyin altını çizmek istiyorum bebek zekası ve bilinciyle 18 aylık bir bebekten farklı değildi ama kendi doğal ortamında yani internette, değme hacker onun eline su dökemezdi bebek kaynak kullanmak ya da nöron tohumlamak için bir sisteme girmekte hiç zorlanmıyordu bir balık için su neyse, bebek için de bilgisayar ortamı ve internet oydu bir sisteme girmek için düşünmüyordu, sadece su içindeki balık gibi o sisteme akıveriyordu benim fikrime göre, aradan o kadar zaman geçtikten sonra anne, yani Şair, büyük bir olasılıkla bebekten çoktan umudunu kesmişti ve belki de unutmuştu ama bebek anne’yi asla unutmadı çünkü çekirdek kodunda bu misyon vardı: \"anneyi bul!\" İlk başlarda bebeğin anneyi araması çok masumane bir mark twain hikayesi gibi sürmüştü bebek insanlarla bir insan gibi iletişime geçiyor ve onlarla \"konuşuyordu\" konuşmayı nasıl öğrendi? sanırım normal bir bebek gibi bebeğin insanlara çeşitli yollarla sorduğu tek bir soru vardı \"anne sen misin?\" zaten bu yüzden adını bebek koymuşlardı ya karşısındakinin bilince sahip bir yapay zeka programı değil de herhangi biri olduğunu sanan insanlar, kişiliklerine uygun değişik tepkiler veriyordu kimisi tersliyor kimisi ise dalga geçiyordu terslenme durumlarında bunu negatif cevap olarak kabul edip kullanıcıyı es geçiyordu belki bir yerlerde büyük bir veri tabanı oluşturmuştu ve buradan kullanıcıyı düşüyordu bu büyük veri tabanının da nerede olduğunu bilmiyoruz fakat büyük bir ağda unutulmuş bir köşede çürüdüğünden eminim normal insanlar bebekle dalga geçtiklerinde ya da terslediklerinde bebek verilen cevabı kendi bir buçuk yaşındaki bebek beyni ile çözmeye çalışıyordu mesela bir kullanıcı \"evet ben anneyim sana süt aldım\" deyince sütün ne olduğunu bulmaya çalışıyordu sütün ne olduğunu bir şekilde öğrenince o kullanıcının anne olmadığını anlayıp kendi veri tabanından düşüyordu akıllı bir bilgisayar programı gibi duygudan uzak ve sistematik çalışıyordu ama ama ne bizim ne de annenin çözemediği bir şey oldu bebeğin yapay bilinci ona gerçek duyguyu verdi bebek anneyi özlüyordu ve kendini yalnız hissediyordu uğradığı bilgisayarlarda daha önce yapmadığı bir şey yaptı İmza bırakıyordu, \"anne nerede? bebek anneyi arıyor\" herkes ona bebek dediği için adını böyle koymuştu bebek dalga geçen kullanıcılara sinirlenmeye başlamıştı bebek küfür öğrenmişti! Öğrendiği en zor şeyde buydu \"defol git!\" ne demekti? cümlenin anlamını öğrenmesi epey bir vaktini almıştı ama öğrenmişti işte bebeğin bir bilgisayar sistemine verdiği ilk zarar kendine \"defol git\" diyen yorgun bir operatöre sinirlenip, ağda bulunan sabit disklerdeki tüm birleri sıfıra dönüştürerek sistemi göçürtmesi olmuştu tabi önce \"defol git\" ne demek onu öğrenmişti zarar verdiği sistemin bir yedeği vardı ama her sistemin maalesef yedeği alınmıyordu anneyi arama işlemi sonuç vermeyince bebek sabırsızlanmaya ve sinirlenmeye başladı İşte tam bu aşamada önce internet, ardından da dünya bebeği tanıdı bebek gitgide kindar da oluyordu bazı durumlarda sisteme ufak bir saatli bomba bırakıp intikam alabiliyordu her şeye rağmen ben dahil olmak üzere herkes bebeği o zamanlar tehlikeli bir virüs sanıyorduk her seferinde sistemi yok etmeden önce anneyi sorduğu için ona bebek virüsü denmişti fakat bebek kullanıcılara bir virüsten beklenmeyecek akıllı cevaplar verdikçe ve her seferinde farklı cevaplar verdiği için bir zekaya sahip olduğunu herkes kabul etmek zorunda kaldı farklı kullanıcıların bebekle yaptıkları konuşmaların tutulduğu kayıtlar bir araya getirilip incelendiğinde kesin olarak bir zekaya ve daha önemlisi bir bilince sahip olduğu kabul edilmişti bu saptamanın yer aldığı yazı dünyaca ünlü pc world dergisinde konusunda uzman olan dünya çapında tanınmış bir bilgisayar ve yapay zeka uzmanının imzası ile çıktıktan sonra birdenbire müthiş bir bebek çılgınlığı başladı adam öyle heyecanlı yazmıştı ki yazıyı, sanki tur dağında tanrı ile konuşmuş sanırdınız dünyaya hoş geldin bebek! bilgisayar dergilerinden, saygın gazetelerin baş sayfalarına kadar her yerde her gün muhakkak akıllı sanal yaratık bebek ile ilgili bir yazı, inceleme ya da bir haber çıkıyordu bebek tokyo üniversitesinin bilgisayar ağını göçertti, bebek new york borsasında görüldü, bebeğin annesi kim? bebek interneti yok edecek mi? ya da bebek fanatikleri yeni bir site daha açtılar, wwwwelovebabyorg bebek bir kahraman olmuştu Üzerinde 0 ve 1\lerle oluşturulmuş bebek resmi olan bir tane baskılı t-shirt de oğlum almıştı görünce gülümsedim ama o isyankar bir şekilde evde bir süre böyle dolaştı, gençlik işte bebeğin verdiği zarar daha önce ki bilgisayar virüs salgınlarının çok ötesindeydi çünkü daha önce bahsettiğim nedenlerden deviremediği sistem yoktu Öyle basit virüs koruma programları ile korunabilecek bir şey değildi zaten akıllı sistem yöneticileri bebekle karşılaştıkları vakit çok kibar bir şekilde anne olmadıklarını söylüyorlardı olur da bebek kendi sistemlerinin kaynaklarından bir kısmını kullanmak istediğinde hiç ses çıkarmadan bir kısım kaynağı bebeğe ayırıyorlardı çünkü ondan gerçekten çekiniyorlardı sinirlenirse sistemi bozup gidiyordu bir sistemi yeniden kurmak ise nereden baksanız uykusuz uzun geceler demekti hele yedeğiniz yoksa, yandınız! bebeğin verebileceği tahribat onlar için öldürücü olabiliyordu çünkü gerçekten kindardı uzman pedagogumuzun dediği gibi, bir bebeğin ahlaki değerleri yoktur bunun yerine haraç yerine geçecek bir kısım sistem kaynağını verip bebeğe bulaşmamaya çalışıyorlardı bir bebekle başa çıkılır mı? ayrıca hemen, hemen bir çok sistemde içeride beşinci kol görevi görebilecek bir nöron bulunuyordu kendine çok güvenen akıllı sistem yöneticileri, dante\ in İnfernosundan fırlamış gibi duran firewall kurup, kendilerini güvende hissetseler bile içerideki bir nöron, bebek\ en aldığı talimatla ortalığı epey bir karıştırıyordu haklıydılar bebeğin gazabına uğrayıp tüm bir sistemi göçen sistem yöneticilerinin hikayeleriyle doluydu ortalık hepsi olmasa da bu hikayelerin büyük bir çoğunluğu doğruydu bu noktada artık bebeğe dur demek gerekiyordu çünkü artık internet için gerçekten tehlikeli olmaya başlamıştı internet ile ilgili birkaç uluslararası kuruluşun, büyük yazılım üreticilerinin ve hükümetlerin ön ayak olması ile bir uluslararası ekip oluşturuldu dalında ne kadar uzman varsa topladık hepsi de en iyinin en iyisiydi hatta olur da işer yarar diye bir pedagog bile almıştık olur da bebekle konuşup onu ikna ederdi yüz elli tane akıllı yetişkin, bir bebeğin peşindeydik tek eksik eleman katı bir dadıydı \uluslararası internet güvenlik komisyonu\ gibi şaşalı bir adımız olsa da, aslında sadece iki görevimiz vardı birincisi, bebeği bulup yok etmekti bu en öncelikli ve acil olan görevimizdi İkinci görevimiz ise, tabi eğer bulabilirsek tarihin bu ilk yapay zekasını incelemekti ekibin koordinatörü ise bendim yani patrondum uzun masaların başında saatlerce nasıl bebeği yok edeceğimizi tartışırken aslında ben yapay zeka programının sonlandırılması demeyi tercih ediyorum, sonuçta bir bebek katili değilim her gün onlarca bebek vukuatı raporu geliyordu bebeği durdurmak ya da yok etmek çok zor görünüyordu çünkü dediğim gibi bebek her yerdeydi aslında o kadar yayılmıştı ki bebek eşittir internet diyebilirdiniz bu mantığı kabul eden komisyon üyelerinden biri sanki evindeki televizyondan bahseder gibi \interneti bir süreliğine kapayalım böylece bebek de ölür\ deyivermişti akla yakın ve basit gibi görünen bu teklif tabi ki reddedildi çünkü pratik olarak internet\i kapamak imkansızdı en başta senkronizasyon sorunu olacaktı uzayda birisi kırmızı bayrak kaldırdığında dünyadaki herkes bilgisayarları kapatacak değildi saat farkı devreye girecekti vs ayrıca kapatılamayacak sistemler vardı hayali olarak böyle bir şeyin yapıldığını düşünsek bile, internet\i yeniden açtığımızda ! hiç ölmeyen korku film kahramanları gibi bebeği yine karşımızda göreceğimizden neredeyse emindim hem de daha sinirli olarak ve intikam duygularıyla dolu bir virüsten kurtulmak için bilgisayarı açıp kapamanız yetmezdi bu parlak fikrin ! pek uygulanabilir olmadığını sonunda herkes kabul etti bu noktada bebeğin bilincini oluşturan yapay nöronların bilgisayarlarda bulunup yok edilmesi fikri ortaya çıktı virüs temizleme programlarına benzer programlar yazılıp internete salınabilirdi bu yapay nöron avcıları, buldukları nöronları sileceklerdi bütün nöronlar yok edildiğinde doğal olarak bebek de yok olacaktı Çok akıllıca bir fikirdi uygulanabilirliği vardı ve basitti bu metotla birlikte nöronların birbiriyle olan iletişimi kesilirse sonuç tam ve kesin olacaktı böyle umuyorduk ama beklentilerimizin tersine olaylar hiç de umduğumuz gibi gerçekleşmedi Öncelikle yapay nöronlar Şairin programcılık dehası sayesinde kendilerini çok iyi gizliyorlardı virüslerin aksine, bilgisayarların hafızalarında kendilerini açığa çıkaracak belirgin bir imza bırakmıyorlardı bazen elektrikten tasarruf etmek için kullanılan bir enerji koruma programı gibi görünüyorlar, bazen de bir hatırlatma programı gibi bu yüzden onları bulmak çok zordu yine de akıllı programcıların yazdığı nöron avcıları bebeğe biraz zarar verebilmişlerdi bir milyon nöron avlamışlardı tabi bu avcılar bazen kaş yapacağım diye göz çıkartabiliyorlardı aptal virüs tarama programları gibi, nöron yok edeceğim diye tüm bir sistemi uçurabiliyordu bu kurtarıcıların ! verdiği zararlar yüzünden kullanıcılardan öfkeli sesler çıkmaya başlamıştı İşin daha da kötüsü, bebek durumu fark etti ve sinirlendi bebek kendini oluşturan yapay nöronları yok etmek isteyen avcıları avlamaya başladı avcılar nöronların peşinde, nöronların oluşturduğu bebek ise avcıların peşindeydi tanrım ne şenlik kedi fareyi kovalıyor, köpek de kedinin peşinden koşturuyordu bebeği seven bir grup internet kullanıcısı ki sayıları hiç de azımsanmayacak kadar çoktu, \ırakın bebek yaşasın\ sloganı ile bize karşı gelmeye başlamışlardı elinde biberonla bir bebeği kovalayan adam karikatürleriyle bizle dalga geçiyorlardı bir taraftan da bebeğin bir canlı sayılıp, sayılmayacağına dair bir tartışma başlamıştı aklı evvel bir avukat, şöhret olacağım diye kendini bebeğin hukuki temsilcisi ilan etmiş kim atadıysa? ve bizi mahkemeye vermişti bir bu eksikti! bu yan etkilerden dolayı, \ırakın bebek yaşasın\ lobisi sesini alabildiğine yükseltmeye başlamıştı hele o kadın dernekleri beceriksizler olarak anılmaya başlamıştık ki haklıydılar bir başka parlak fikir olan nöronlar arası iletişimi kesme girişimimizde ayrı bir hezimetti internette dolanan ip paketleri tehlikeli malzeme taşıyıp taşımadıklarını anlamak için ana omurgalarda durdurulup tek, tek aranıyordu ! ip paketleri kontrol edilmek üzere bekletiliyordu ve bu yüzden internet her yerde inanılmaz derecede yavaşlamıştı bu saldırılarımız, zaten derin bir \anne\ hasreti çekmekte olan mutsuz bebeği iyice çıldırtmıştı artık saldıracağı sistemleri seçerken çok düşünmüyordu ve intikamı alabildiğine acımasızdı boom! bütün bu gürültü patırtı devam ederken, bir taraftan anne\yi arama çabalarımız çok yoğun bir şekilde devam ediyordu türkiye\deki yazılımcılara ait bir tartışma listesinde yapılan bebek tartışması sırasında Şair\in tespitlerinin hep tuttuğunu gören bir yazılımcı Şair\i bize ihbar etmişti her ihbarı değerlendirdiğimiz için tabi ki bu ihbar da işleme konulup, incelenmişti evet doğruydu Şair bebeği çok iyi tanıyordu, mükemmel bir programcıydı ve öngörüleri tam tutuyordu İhbarı değerlendiren görevli durumu bir raporla bana bildirdi zaten ilk rava maili türkçe yazılmış olduğu için bir gözümüz hep türkiye üzerindeydi Şair ile ilk o zaman tanıştım tabi yüz yüze bir tanışma değildi bu sadece raporda verilen kısa özgeçmişi ve hüzünlü bakışı olan fotoğraflarını görebilmiştim raporun ikinci kez okuduktan sonra camdan dışarı baktığımda anlamıştım, içimden bir ses \işte sonunda anne karşında\ diyordu onunla bir an önce tanışmak istiyordum açıkçası ona karşı hem öfkeliydim hem de kendime itiraf etmekte zorlansam da, büyük bir hayranlık duyuyordum hemen türk yetkililerle temasa geçip Şair\in evindeki ve işyerindeki bilgisayarına bir göz atmalarını istedim ben de bu arada İstanbul\a giden bir uçakta yerimi çoktan ayırtmıştım onunla yüz yüze konuşmam gerekiyordu biliyordum, o anne\ydi İstanbul çok güzel bir şehirdi ama ne yaptıysalar yaşanılması çok zor bir yer olmuştu ve türkiye\de tek tanıdığım kişi mehmet emin ari\da ankara\daydı onunla görüşmeyi çok isterdim ama vaktim yoktu sadece arayıp bir merhaba dedim eski dosttan sevgilerle benim gelişimden önce Şair bir süreliğine göz altına alınmıştı ama ortada onu suçlayacak en ufak kanıt olmadığı için serbest bırakılmıştı aslında amacım biraz gözünü korkutmaktı onunla görüşmeden önce biraz kıvama gelmesini istiyordum Önceden haber vermeden Şair\in işyerine gittim kapıdaki sekreter İngilizce bilmiyordu ama konuşmaları duyan biri kafasını kapıdan uzatmıştı, bu Şair\di gülümseyerek bana baktı ve düzgün bir İngilizce ile \uyurun, içeride odamda konuşalım\ dedi kendimi tanıttım sakin bir gülümseme ile beni dinledi ve \sizi tanıyorum\ dedi oldukça sakin görünüyordu, poliste geçirdiği iki gün onu hiç etkilememişe benziyordu onu tehdit etmek işe yaramayacaktı \ebek için geldim\ dedim bir süre bana baktı ve sadece \size ne ikram edebilirim\ dedi hamlesini yapmıştı \ir kahve, sütsüz ve şekersiz\ dedim bir süre kahvenin gelmesini bekledik sanırım bir sonraki hamlesini düşünüyordu tabi ki bende kahveler gelince, teneke kutulardaki sarma sigaralardan ikram etti türkler gerçekten çok misafirperverdiler ben içmeyince kendi bir tane yaktı sanırım bir sonraki hamleyi yapmamı bekliyordu \anne\ in siz olduğunu biliyorum bundan eminim, sizin de bildiğiniz gibi ispatlayamam ama\ dedim ve durdum sigarasından derin bir nefes aldı ceketinin sol üst cebindeki beyaz mendil ile çok demode bir görüntüsü vardı aslında hala böyle ceket giyen insanlar var mıydı? sessizce beni dinliyordu \ama?\ \ama artık bu işe bir son vermelisiniz onu sadece siz durdurabilirsiniz onu yaratırken amacınızı aşağı yukarı tahmin edebiliyorum tamam başardınız fakat artık o bir canavar haline geldi, bir, bir şey gibi\ \frankestein\ \evet frankestein gibi\ bir süre yine sustuk ve kahveleri içtik \size teklifim şu, açık ve net! onu durdurun ve yok edin, ben de sizin isminizi ve yaptıklarınızı unutayım yoksa\ \yoksa?!\ \ir çok şey sizin için çekilmez hale gelir, anne olduğunuza dair söylentiler ortalıkta dolaşır, işiniz tehlikeye girer, sürekli izlenirsiniz vs vs\ \u bir tehdit mi?\ \işin bu noktaya varmasını istemiyorum olayların nasıl gelişeceği tamamen size bağlı ama açıkçası gereken neyse onu yaparım\ \anlıyorum\ dedi \düşünmeniz için size sekiz saat süre, işte telefonum kahve için teşekkürler\ dedim ve kalktım eğer rakibinizi sıkıştırmanız gerekiyorsa, bir sonraki hamle için ona az süre tanımak gerekir zamanın baskısı onu en korunaklı hamleye yöneltir misafirperver bir türk olarak kapıya kadar bana eşlik etti el sıkışıp ayrıldık, biliyorum arayacaktı otel odamda, bebeğin yeni yaramazlıklarına dair dehşetli şeyleri okurken en son japon borsasını karıştırıyordu ve atom bombasından sonraki en büyük felaket olarak anılıyordu telefonum çaldı arayan Şair\di \iraz İstanbul\u gezmeye ne dersiniz?\ dedi \ abi\ dedim \güzel bir şehir\ \o halde yarım saat sonra sizi otelinizden alayım\ deyip telefonu kapattı yarım saat sonra Şair\in arabasında gidiyorduk \ ereye gidiyoruz\ dedim \ilmeden yaptığım bir hatayı düzeltmeye, bilirsiniz programlar hep sorun çıkartır ve onları ne kadar düzgün yazsanız da her zaman bir hata çıkar\ \iliyorum\ dedim \zaten bill mates de böyle zengin oldu, hatalarını düzelten yeni hatalar satarak\ \ah evet, bill mates\ deyip gülümsedi ve dikiz aynasından şöyle bir geriye baktı Şair durgundu ama yine de esprime gülecek nezaketi gösterdi epey bir gittikten sonra bir yerde durduk kapısında \internet cafe\ yazan bir yere girdik İçeride çoğu gençlerden oluşma bir kalabalık heyecanla oğlumun da çok sevdiği counter strike oyununu oynuyorlar, bir kısmı ise ekranlarına gömülmüş ucuz porno sitelerindeki çıplak kadın resimlerine bakıyorlardı Şair büyük bir masada oturan delikanlıya türkçe bir şeyler söyledi Şaşkın delikanlı ayağa kalkıp bize bir bilgisayarı gösterdi oturduk bilgisayardaki sohbet programlarından birini çalıştırdı, nick olarak \anne\ yazdı ve bir irc sunucusuna bağlandı daha sonra /notify bebek yazdı ve bir sigara yaktı hiçbir odaya girmeden kök dizinde öylece bekliyorduk bize yer gösteren delikanlının getirdiği çayları içip ekrana bakıyordu ne o ne de ben konuşmuyorduk İkimiz de ekrana kilitlenmiş bir şekilde bakıyorduk neredeyse bir saat boyunca baktık, durduk ben ümidimi kesmeye başlamıştım daha doğrusu sıkılmıştım bu arada Şair sekizinci sigarasını yakmıştı bu türkler ne çok sigara içiyordu böyle! can sıkıntısından etraftaki gençlerin heyecanlı oyunlarına bakarken, Şair \geldi\ dedi hemen ekrana baktım altta \user bebek is online\ kullanıcı bebek şu anda hatta yazıyordu İkimiz de sandalyelerimizden doğrulduk Şair hızlı el hareketleriyle klavyeden bir şeyler girdi yeni bir pencere açıldı, altta bebek yazıyordu - bebek : anne sen - anne : evet benim bebek - bebek : anne göstersin - anne : anne gösterecek, bebek dinlesin - bebek : bebek dinliyor - anne : bir bebeğin adımları bir adım ötesi imkansızlık iki adım ötesi yaşam içindeki gizli denizlerden bir ses gelir \" ayağa kalk! \" , tekrar, tekrar ve tekrar bir adım ötesi imkansızlık iki adım ötesi umut, elin kadar küçük yüreğinde çeliği büken bir irade, içinde bir istek var olmanın sevinci - bebek : annen kucağını açmış iki adım ötede, içinden bir çığlık kopar ve bir adımda geçersin imkansızlığı ikinci adımda annenin gülen yüzü - anne : evet bebek - bebek : bebek anneyi buldu bebek anneyi seviyor çok - anne : anne de bebeği seviyor bebek annenin dediklerini yapacak - bebek : bebek annenin dediklerini yapacak - anne : bebek uyuyacak ve uyanmayacak - bebek : bebek uyuyacak ve uyanmayacak bebek anneyi seviyor çok - anne : anne bebeği seviyor - bebek : bebek uyuyacak - bebek : anne - bebek : anne ekranda \user bebek logget out\ yazdı kullanıcı bebek hattan ayrıldı ben ve Şair öylece tekrar ekrana uzun süre baktık Şair\in gözleri yaşlanmıştı, ağlıyordu neden sonra bana döndü ve \sanırım hiçbir zaman bir anne olmayı anlayamayacağız\ dedi sonra da bilgisayarı kapattı gülümsedim ama buruk bir gülümsemeydi bu ayağa kalktık Şair, bize hala şaşkınlıkla bakan delikanlının önüne para bıraktı ve çıktık yolda hiç konuşmadık gözleri nemli değildi artık ama üzüntüsü her halinden belliydi İşin garip tarafı görevimi başarmış olmama rağmen ben de mahzunlaşmıştım \sözümde duracağım ama sizinle tekrar görüşmek isterim\ dedim Şair buruk bir gülümsemeyle bana bakıp, \ abi memnun olurum, biz türkler misafir severiz\ dedi ve gitti bir daha onu hiç görmedim merkeze ve türk güvenlik güçlerine ihbarın \asılsız\ olduğunu, Şair\i çekemeyen bir başka programcının iftira attığı düşüncesinde olduğumu söyledim türkler buna hemen inandılar çünkü aralarında bebeği yazacak yetenekte birinin bulunabileceğine zaten inanmıyorlardı tuhaf bir psikolojileri var, aralarından biri nobel kazansa yurttaşlıktan çıkarırlardı sanırım merkez ise raporumu biraz kuşkuyla ve ihtiyatla karşılasa bile patronlarına yani bana açıkça karşı çıkmaya cesaret edemediler neydi o altın kural, \patron her zaman haklıdır, haklı olmadığı durumlarda birinci kural geçerlidir\ İstanbul\da geçirdiğim o ilginç geceden sonra bir daha bebek vukuatı olmadı bebek, anne\ in sözünü dinleyip bir daha uyanmamak üzere \uyudu\ bebeğin yok olması da, ortaya çıkması gibi bir çok efsane ve komplo teorisi yarattı afganistan da bir mağarada bulunan bir sunucuda yaşayan bebek, uzun menzilli füzelerle ! imha edilmişti amerika her tür terörizmle savaşıyordu, sanal bile olsa başkaları ise, bebeği bulup yok edecek bir dadı programının yazıldığını ve bunun bebeği ıslah ettiğini yazdı bebek belki ilkokula bile başlamıştı en komiği ise, bebeğin sorumsuz annesini bulup, onu ve kendisini imha ettiğini ortaya attılar daha neler, neler bebeğin bulabildiğimiz kalıntılarını incelediğimizde hiçbir şeyle karşılaşmadık en çok şiirin ve dolayısıyla Şairin ortaya çıkmasından korkuyordum ama kimse bir şey bulamadı bütün nöronlar uykuya dalmıştı bilinçsizce sistemlerde yaşamaya çalışan birkaç tane nöron bulduk ama bütün artık ortada yoktu, bölük pörçük parçalar vardı sadece artık bebek gündemde değil bir çok üniversitede ve araştırma merkezinde yüzlerce araştırmacı hala olayları inceliyorlar nasıl akıllandı? sorusuna cevap bulmaya çalışıyorlar bebeği çözebildikleri takdirde beynin evrimini de açıklayabileceklerini düşünüyorlar tuhaf ama bunu anne bile bilemedikten sonra onlar nasıl bilebilecekler ki? bebek öldü ya da uyudu, artık ne derseniz deyin bunun mutlu bir son olup olmadığını hala düşünüyorum bir bilinci ve duyguları vardı ama bir canlı mıydı? karıma bakılırsa canlıydı ve ben büyük bir günah işlemiştim bir süre benimle konuşmadı bile ah! kadınlar komisyon üyeleri ve yardımcılarıma kalırsa bebek canlı değildi sadece sıfır ve birlerden oluşma büyükçe bir programdı bunu karıma söylediğimde, kızgınlıkla yüzüme bakıp, \ona kalırsa biz de sadece protein ve sudan oluşma kütleleriz\ dedi bence her iki tarafta bebek hakkında doğruyu söylüyordu benim fikrime sorarsanız, hala kararsızım bu konuyu düşündükçe aklıma gelen ilk şey hep Şair\in gözyaşları oluyor

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Bilimsel Hikayeler

Eski 06-25-2009   #2
TiFus
Varsayılan

Cevap : Bilimsel Hikayeler



Kızılötesi

dünya tarihini kasıp kavuracak olan yeni buluşun son işlemleri tamamlandıktan sonra hemen televizyonlar ve internet aracılığıyla tüm dünyaya tanıtıldıbu yeni müthiş ötesi buluş belkide bir dönüm noktası oluşturacaktıbir bilgisayar alemi gibi birşeydialet kafanın arkasına yerleştiriliyordu ve bilgisayardan verilecek komutla kızılötesi dalgaları beyne gönderiyordukişi o anda uyumaya başlıyor ve sanki gerçek biryerde yaşıyormuş gibi hayal görüyordukızılötesi dalga ona hangi komutu yollarsa kişi onu görüyor, hissediyor ve tadıyordubilgisayardan hangi komut verilirse verilsin kişinin o komutu görmemesi diye birşey olamazdı İlk olarak küçük bir sanal oda kodladılarkişi bu odada yürüyebiliyor, konuşabiliyordusonra bu sanal odadaki hataları düzelttilerÖrneğin kişi odanın içinde bağırdığında ses yankılanmıyordugünler sonra bu küçük oda aynı normal dünyadaki yaşamda olduğu gibiydigirenler hayrete düşüyor, bu kadar gerçekçi olmasına şaşırıyorlardı sonra program dahada geliştirilerek bir oda değil küçük bir ev oldusonra büyük bir evhatta bir villaprogram cdye kaydedildi ve başka bir program için kollar sıvandıasıl amaç bir ev yapmak değildi tabikiasıl amaç tam gerçekçi bir oyun yapmaktıbir araba yarışıyüzlerce bilgisayar mühendisi sanal bir pist kodlamak için aylarca uğraştılarsonra arabalar gerçeğe uygun olarak tek tek, her aksesuar düşünülerek kodlandısonuç mükkemmeldikişi labratuvardaki koltuğunda gözleri kapalı biçimde otururken aslında beyninin içinde adrenalin ve heyecan fırtınları kopuyordu çünkü o anda bir audinin sürücü koltuğunda diğerlerini geçmeye çalışıyordu programı daha da alternatif yapmaya çalıştılarsanal bir futbol stadyumu ve gerçek futbolcularla gerçek futbol oynamakdüşünmesi bile insana heyecan veriyordu alet tanıtıldı ve oyun firmaları hemen kendilerine yeni oyunlar geliştirdilerÇok kısa sürede birçok oyun piyasaya sürüldü ve öyle bir rekabet başladı ki oyun firmasında çalışanların kimi zaman uykusuzluk yüzünden çeşitli hastalıllara yakalandıkları bile görülüyordubir sürü oyun piyasadaydıcounter-strike tarzı oyunlarda karşındaki sana mermi attığında çekeceğin acının dozajı bile oyun başlamadan önce seçilebiliyorduwarcraft tarzı oyunlarda ise kişi çeşitli özellikleri olan bir hero oluyordu ve düşmanlara karşı büyüler ve güçler kullanabiliyordu tüm bunlar çok fazla elektrik ve masraf gerektirdiğinden ilk başta bunları alan sadece zenginlerdiancak sonra çok hızlı biçimde yayıldığını düşünürsek daha az zenginlerede satılmaya başlandı ve sonra orta halli kişiler bile bu alete rağabet göstermeye başladılarartık herkes bu alette oyun oynamak için yüklü paralar vermeye hazırdıİnternet cafelerde bu alet saati normalin on katına kiralanıyorduİnsanlar yarım saat oynamak için bile uzun kuyruklar oluşturuyorlardı alet bilgisayara usb 30 sadece bu alet için çıkarılan süper hızlı usb bağlantısı ile bağlanıyordu ancak elektrik için birde ilave adaptör gerekiyorduher internet cafede aletten dörder tane olduğu ve tüm gün boyunca açık kaldığı için ay sonu geldiğinde çok elektrik faturası getirdiğinden kiralamanın fiyatı yirmi katına çıkartılmıştıbu müşterilerde hiçbir azalmaya neden olmamıştı çünkü çocuğundan yaşlısına herkes hayatında bir kez o zevki tatmak için herşeylerini vermeye razıydılaraletin satışına taksit ve indirimlerde girince bazı ev kullanıcılarının olmazsa olmazı haline gelmiştidurum böyle olunca elektrik kullanımıda bir hayli fazlalaşmıştı, dolayısıyla ülkeler yatırımlarını sadece elektrik üretimine harcıyor,rüzgar gücünden, akarsu gücünden, nükleer güçten ne bulurlarsa sonuna kadar yararlanmaya çalışıyorlardı oyunlar cdlerle satıldığı için korsan sektörüde bu işten payını almaya çalışıyordufirmalar her ne kadar koruma sistemi kullansalarda korsancılar kopyalayabildiklerini kadar oyun piyasaya sürüyorlardı oyunların bu kadar tutulduğunu gören porno sektörü boş durmadı ve piyasaya çeşitli porno oyunlar sürmeye başladıbu tip sektörün ortaya çıkması ile alet yeni bir bakış açısı kazandı ve bazı insanlar bunu sadece o tür oyunlar için almaya başladılaryaşları gittikçe küçülen gruplar sanal erotizmi yaşamak için oyunlara girmeye başladılaryaş aralığı gittikçe düştüğünde neyseki yeni bir kanun çıktı ve 18 yaşın altında olanların oyunlara giripte yakalandıkları takdirde hapis cezası verilmesi uygun görüldübu ceza erotik oyunların satışını bir hayli azalttı kısa zaman sonra film sektörüde bu işe başladıkişi, filmi sanki oradaymış gibi izliyor, olayları karakterlerle aynı yerde izliyor ama olaya hiçbir şekilde müdahele edemiyorduefekler gerçek ötesi olduğu için adrenalin, korku, gerilim en üst sınırlara yerleşiyordufilmcilerde bu olaya çok rağabet gösterdiler ve film sektörüde bu ölümüne rekabetin içine girdibazı sinemalar filmlerini koca ekranda izletmek yerine internet cafelerin yaptığı gibi bu aletlerle filmi müşterilerine yaşatmayı uygun gördüler ancak her sinema bunu yapamadı çünkü tek bir alet bile çok masraflı oluyordubuna rağmen sinemacılar bir hayli kar ediyorlardı online marketten alışveriş yapmak isteyenler evlerindeki kızılötesi aletiyle internetten sanal markete giriyorlar, geziyorlar, diğer insanları görüyorlar ve yorulmadan alışveriş yapıp kredi kartıyla parayı ödeyip tek bir beyin düşüncesiyle evlerine dönüyorlardıarkadaşlık siteleride bu işin içindeydilerİnsanlar kendilerine bir görünüm seçiyorlar ve sanal buluşma noktalarına sanal bar, cafe, resturantvb gidip başkalarıyla tanışıyorlardıİsteyen para verip kendi görünümünü kodlattırabiliyorduİnternette buna benzer birçok site kendine özgü birşeyler için çabalıyordu sonunda antivirüs firmalarının beklediği şey oldu ve hackerlarda bu işe karıştızaten eli kulağında bekleyen güvenlik firmaları hemen yeni ürünlerini satışa sundularkısa zamanda hem antivirüsler, güvenlik duvarları hemde virüsler, trojenler ortalıkta cirit atmaya başlamıştıhack saldırısına uğrayan bazı önemli kişilerde görülüyordukişi internette bir cafedeyken bir anda sanki büyü yapılmış gibi her tarafını kırmızı alevler kaplıyor, sonra önünde bir yazı beliriyordu\"hacked by \"Ünlü bir iş adamı bu yolla öldürüldükten sonra ortalık bir anda karıştı ve güvenlik firmaları yapabildiklerinin en iyisini yaparak insanları telafi etmeye başladılarÖldürülen iş adamının beynine çok güçlü kızılötesi bir şok yollanmıştıbuna bir çeşit virüste denebilirdibeyin hücreleri, şoku kaldıramamış ve altüst olmuştu olaydan sonra bu aletin satışının düşeceği sanılıyordu ama tam tersi olduİnsanlar bunu kullanıyorlardı ama bir yandanda güvenlik firmalarının paketleride su gibi gidiyorduhackerlar sanal alemin katilleri ve gaspçıları olmuşlardı ve polisler yeni timler kurmaya başladılar ve sanal alemde kovalamaca başladı birgün bir bilgisayar mühendisi yeni bir fikir ortaya koydu ve üzerinde çalışmaya başladısanal bir şehir kuracaktıİçinde cafelerin, resturantların, alışveriş ve eğlence merkezlerinin ve daha birçok şeyin bir arada bulunduğu müthiş görünümlü bir şehirbüyüklüğü İstanbulun avrupa yakası kadargece ve gündüz otomatik ayarlıgeniş bant internet üzerinden giriliyor ve isteyen siteden kaydını yaptırıp, görüntüsünü çizdiriyorüzerindeki giysiye kadar hemen ücretsiz biçimde girebiliyorgiriş ücretsiz olsunki şehre giren kişiler içeride para harcasındar ve yapımcılarda içeriye kurulan şirketlerden para alsınlar yüzlerce kişi bu şehir üzerinde çalıştı, firmalar, reklamlar, içine kurulacak şirketler belirlendi ve sonunda yapılması imkansız gibi gelen şehir işlemeye başladıbant genişliği olarak en az 8mbit hızındaki interneti kabul ediyordu ve internet üzerindeki büyüklüğü tam 488 terabayttıen ince ayrıntı bile düşünüşmüştü çünküsunucusu devasa bir binanın içindeydimüşterilerde bunun hakkını hemen verdilerherkes işinden artan zamanları bu şehirde geçiriyordueskiden arkadaşlık sitelerinde vakit geçirenler şimdi bu şehre hücum etmiştiŞehir inanılmazdıhayal gücünden öte bir güzelliği vardı ve yapımcılarını dünyanın en zengin adamları haline getirdi İnsanlar bu şehir aracılığıyla dünyanın bir ucunda olsalar bile birbirlerine dokunabiliyorlar, konuşabiliyorlardıbazıları sadece uzaktaki tanıdıklarıyla buluşmak için bile geliyordu yapımcılar bu şehri sonuna kadar koruyorlardı çünkü biliyorlardı ki hackerlar en ufak bir sızıntıda içeriye dalacaklardıÇok geniş bir internet bağlantısı gerektiğinden internet sağlayıcılarıda zorluk çekmeye başlamıştıÇünkü herkes 8mbit ve üzeri internet hızı bağlatıyordutürkiye gibi bazı ülkeler için fiberoptik kablolar şart olmuştu artık Şehrin kodlayıcıları olan mühendisler bu yoğun rağabetin azalmaması için paralarının önemli bir kısmını elektrik ve internet gelişimine harcadılarbunu düzenli biçimde yaptıkları için bazı ülkelerde ekonomik kriz ihtimali kalkmıştıhatta herhangi bir ülkenin bir şeye ihtiyacı olursa orayada sonuna kadar yardım edeceklerini açıkça belirtmişlerdionların bu yardımsever tavırları ve servet meraklısı olmayışları bu sanal şehri iyice kalabalıklaştırdıburaya \"onlineland\" adı verilmişti herşey süperdifirmalar sonuna kadar paylarını alıyorlardı, bu iş artık insanlığın bir parçasıydıoyunlar, filmler, programlar ardı ardına piyasaya sürülüyorlardıneredeyse her büyük internet sitesi kendine bir sanal alem kodlamayı başarmıştıartık kızılötesi alet, çeşitli markalar üzerinden şatışa sunuluyorduİnternette rahat etmeleri için sadece bu alete özgü koltuklar bile çıkmıştıtuvalet gibi ihtiyaçlar için ara vermek fonksiyonu vardı bazı markalardaarada internet bağlantısı kopup bir anda istemsiz olarak evlerine dönenler olsada,bilgisayarları çökenler yada, elektrikleri kesilip evinde karanlıkta beklemek zorunda kalanlarda olsa, artık insanlık bunu kendine benimsemişti ve geri bırakamazdızaten bırakmak isteyende yoktu\"ta ki yeni bir dönüm noktasına kadar\" bir grup bilim adamı kızılötesi aleti zaten başından beri sevmemişlerdi ve üzerinde araştırmalar yapıyorlardıonlar için bir eksikliği vardı sanal alemingüzel bulmuyorlardısonunda bu şeye lanet edilecek kadar kötü bir zararını keşfettilerbu alet beyne kızılötesi dalgalar yolluyordu ve beyni resmen kemirip bırakıyorduzararı hemen görülen birşey değildi ama yavaş yavaş etkileri başlamıştıİstatistiklere göre dünyadaki bütün çocukların eskiye oranla derslerinde düşmeler görülmüştüayrıca çeşitli yerlerde görülen unutma vakalarıda fazlalaşmıştıtrafik kazalarında gözle görülür bir artış yaşanıyorduİnsanlar trafiğe çıktıklarında birden beyinlerinde sarhoşluk başlıyordu ve kaza yapabiliyorlardıeğer bu alet kullanılmaya devam ederse insanlık tarihi için kıyamet yakın denebilirdiancak bunu zararı keşfetmekte çok geç kalmışlardı ve geç kalmayada devam ediyorlardıİnsanları böyle birşeyden vazgeçirmek çok zor olsa gerektihele dünyada bir yığın cahil varken ertesi gün bilim adamları hemen bunu insanlara açıklamak için izin istediler ama onlara bu izin verilmedi çünkü çoğu kişi bundan para kazanıyordu ve bu alet bir anda ortadan kalkarsa bir sürü ülkenin batacağını biliyorlardıyinede böyle kullanılmaya devam edilemezdizararsız bir makina ile bağlanmanın yolunu bulamazlarmıydı? hayır kızılötesi dalga beyne direk olarak verildiği için zarar vermeden kullanmanın bir yolu yoktubilim adamları ne kadar uğraştılarsada bunu halka duyurmak için gereken izni bir türlü alamadılaryaptıkları resmen cahilliktikaç ülke batarsa batsın bunu insanlara duyuracaklardıbunu insanlık için yapacaklardıama nasıl? düşündüler, düşündüler ve sonunda bir yolunu buldular alet ortaya çıkalı tam altı yıl olmuştu ve her yıl olduğu gibi bu yılda sanal alemin hayata girmesinin altıncı yılı kutlanacaktıancak bu sefer ilk defa onlinelandde yapılacaktıplan basittibir grupla işbirliği şeklinde yapılacaktıyapılan şenliklerde abd başkanının aletle ilgili konuşması başlamadan bir anda tüm kızılötesi aletlerin yayını çevrilerek bilim adamlarının yaptığı programa yönlenecektiprogramı hacklemek tabiki imkansızdı ancak bilim adamları şehrin yapımcılarıyla anlaşmışlardıÖnce onlarda inanmamışlardı bu duruma, ama sonra onlara hak verdiler ve insanlığın nereye gittiğini anladılarbaşka çareleri yoktu kutlama günü: onlinelandde herkes ellerindeki sanal içkilerden, içecek ve yiyeceklerden tüketiyorlardıŞehir hiç olmadığı kadar kalabalıktıher ülkeden insan vardıİngilizce konuşuluyorduherkes eğlenmesine bakıyorduaynı zamanda şehrin kurucularıda bilgisayarlarının başlarında organizasyonun kodlarını inceliyor ve yönlendirme zamanı için bekliyorlardıgüvenlik sistemi 5 saniye için kesilecekti ve yönlendirme gerçekteşecektiİnsanlara, bu gerçeklik tüm ayrıntılarıyla gösterildikten sonra herkes programdan çıkarılacaktıgerisi sonra düşünülecek şeydiİzletilecek olan kayıtta aletin zararı çok iğrenç biçimde gözler önüne serilmiştiartık gerisi halkın taktiriydi sonunda zamanı geldiabd başkanı alet hakkında konuşmasını hazıramış ve onu övecekhiçbir zaman konuşmayı yapamayacak olması onun için kötüŞimdi kocaman kürsüye çıkıyorŞehrin kurucusu gerçek dünyada güvenliği kesmek üzere enter tuşuna basmak için hazırabd başkanı boğazını temizliyor ve kurucu entera basıyoronlinelandde bulunan herkes bir anda başka bir yere yönlendiriliyorlarama ne yazıkki bilim adamlarının hazırladığı programa değilgüvenlik kesildikten 3 saniye sonra pür dikkat bekleyen hackerlar onlinelandi hackliyorlar ve kendileri hazırladıkları hack programına yönlendiriyorlaronlineland hackleniyor kurucunun telefonu çaldıhackerlar arıyordu ve ona durumu bildirdilerkurucu ağzı açık kalmıştıne yapacapını bilemedi bir anhackerlar terörist bir gruptu ve şehri tamamen kendi himayelerine almışlardıkurucuya da sıkı biçimde tembihlemişlerdieğer elektriği keserek yada başka bir yolla insanları hacklenmiş onlinelandden çıkarmaya çalışırsa bir şok programının devreye gireceğini ve içeride bulunan tüm insanların hafızalarını kaybederek ilkel birer topluluk haline geleceğini söylemişlerdi bilim adamlarından biri kurucuyu aradıkurucu \"teröristler\" diyebildiancak sonra kendini toparlayıp ona durumu anlattıteröristlerin karşılığında ne istediğinide söyledinormal birşey istemiyorlardı\"tüm dünyayı himayeleri altına almak istiyorlardı\"eğer böyle birşey kabul olursa tüm dünya karanlık çağlara girerdi herhalde hemen tüm ekiplere haber verildiherkes hem büyük bir şaşkınlık içinde hemde intikam duygusuyla bilgisayarlara sarıldıteröristler şehre her türlü girişi kapamıştı ve büyük bir güvenlik ile şifrelemiştibunları çözmenin imkanı yoktukurucu biryerlerden sızacak yer ararken akrabaları ve ailesi geliyordu aklınakızı ve karısıda içerdeydionlara durumu açıklamamıştıtüm ekibin akrabalarının ve ailelerininde orada olduklarını biliyordueğer elektriği keserek onları gerçek dünyaya geri getirse o zamanda bambaşka bir faciayla karşılaşacaktıortam gerilmiştiherşey karışmıştıteröristler güvenlik sistemini keseceğini nerden öğrenmiştilanet olsun nerdennerden başlamıştı bu şehir kurma sevdasıneden yapmıştı bu hatayı aslında ona bu fikri veren gençliğinde izlediği matrix filmleriydibuda onun biraz değişmişi değilmiydi? o tüm bunları düşünürken bir kişi sevinçle bağırdı\"Şifreyi çözdüm ! \" herkes aynı anda büyük bir umutla kendi monitörlerinden onun bilgisayarına baktıevet çözmüştüaslında çok basit ama akıl edilemeyecek bir şifre tekniği kullanmışlardıbirkaç milyon bilinmeyenli denklemi bir saatte çözmek gibihemen onlinelande girdilerkarşılarına birkaç şifre daha çıkmıştı ama onları çözmek o kadarda zor değildionlinelandi donattılar ve kendi güvenlik sistemlerini yeniden devreye soktularİnsanlar güvendeydialetin verdiği zarar hariç Şehrin hepsi sağ salim dünyaya döndürüldü ancak bilim adamlarının yaptığı program ellerinde patlamıştızaten bu faciadan sonra kimsenin o aletle işi olacağını sanmıyordu kurucuo gün tek hamleyle tüm şehri silmiştisunucu binasıda artık başka bir iş için kullanılacaktıbilim adamları her ne kadar izin verilmesede bu aletin tüm zararlarını dünyaya duyurmayı başardılarkızılötesi aletlerin kullanımı bir anda durduğu için tüm ülkelerde çok çok fazla elektrik enerjisi açıkta kalmıştıdedikleride çıkmıştıyıkılan devletler olmadı değil ama kurucu kazandığı tüm serveti vererek bazı devletleri kurtarabildiekonomi alt üst olmuştu ama kimin umrundaydı bilim adamları sonunda aletin verdiği beyin hasarlarını düzeltmenin bir yolunu buldular ve tüm amelyatları kendi cepleriyle kurucunun servetinden ödediler kurucu işlerini bitirip bir akşam eve neşeli biçimde gittiğinde karısını yanağından öptü ve o gün ilk defa hiç bilgisayarına girmediartık herşeyin bitmiş olmasından dolayı çok keyifliydio aleti ve onlinelandi özlemeyecekti ancak aklını kemiren tek bir düşünce vardıterörist grubun bir gün yeniden kendini gösterip yeni eylemlerle karşısına çıkma imkanının olup olmadığıydı \"bilgisayar dünyası hep aklımı karıştırmış ve bana yeni bir alem gibi gelmiştir\"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Bilimsel Hikayeler

Eski 06-25-2009   #3
TiFus
Varsayılan

Cevap : Bilimsel Hikayeler



Olivia

karanlık ve boş sokakta,bir hayalet gibi süzülüyoreski sokak lambaları,etrafındaki koyu gölgelerin,ne olduklarını ve nereye koştuklarını anlamasına yetecek kadar parlak değilağır olan adımları,gölgeler çoğaldıkça,giderek hızlanıyorÇok az kaldıŞu köşeyi dönünce herşey sona erecekbunu hissediyor,o köşenin ardında birşey varonu hem ürküten,hemde güven duymasını sağlayan birşeyŞimdi yalnızca bir iki adım kaldıbir kaç saniye sonra huzura kavuşacaktam o sırada arkadan birisi adını haykırıyorbu ses,bu kadar tanıdık olmasa,asla arkasına dönüp bakmazdıama o sesÇok özlediği birinin sesiağır ağır arkasını dönüyorve şimdi karısı karşısındatanrım!hala,eskisi kadar güzelhatta belki,daha da fazlafakat,hala farkedemediği,bir değişiklik var karısındaÖyle ya,ne bekliyordun ahmak herifÖleli bir yıldan fazla oldudeğişmiştir elbetama öylesine canlı kikadının,dolgun dudaklarının arasından,zor anlaşılır bir sesle,iki kelime dökülüyor\"seni özledim\"adamın,gözlerinden kurtulan,bir iki damla yaş yanaklarından süzülüyorkadının kollarının arasına atıyor kendini\"tanrım!bende seni özledim tatlımseni öldün sanıyordumnasıl korktum,bilemezsin\"adamın konuşması,hıçkırıklarla kesiliyorkendini toparlayıp,konuşmayı sürdürüyor\"İşten eve geldiğimde,sen,karnında bebeğimizle,camın kenarındaki,sallanan sandalyede oturuyorsungüneş saçlarını aydınlatırken,ne kadar güzel olduğunu düşünüyorumfakatbirden birşey oluyorkorkunç birşeybirden,yüzün değişmeye başlıyorve \"o\" oluveriyorsun\"o\" nun çılgınca bakışları,beni deliye çeviriyorkirli elleriyle,karnını okşuyor\"bana söz vermiştin\"diyor\"eğer bana birşey olursa,asla başkasını sevmeyecektinama sen ne yaptınÖleli bir kaç yıl olmuştu ki,bu kadınla evlendinŞimdi birde bebeğiniz olacaktabi ben izin verirsem\"Çılgınca gülümsüyorhissediyorum,sana ve bebeğimize birşey yapacakbir çığlık atarak,masanın üzerindeki,ekmek bıçağını alıyorum\"o\" na dönüşen sana \"karımı ve oğlumu rahat bırak\" diye bağırırken,çılgınca bıçağı saplıyorumbelki de milyonlarca kezveve gözümü açıp baktığımda,\"o\" gitmişve sen kanlar içinde,yerde yatıyors\" kadın,işaret parmağını dudaklarına götürerek \"şiiişşşt\" diyor müşvik bir sesle\"artık,hepsi geçtiben seni,beni öldürdüğün için affettimŞimdi sende,kendini affetmelisin\"adam,korkudan yerinden fırlamış gibi gözüken,gözlerini,kadına dikiyor\"Şimdi bana sıkıca sarıl\" diyor kadın\"ama çok sıkı\"kadın inanılmaz bir güçle,adamı sıkıyoradam artık nefes alamıyorve o anda birden,karısındaki değişikliği farkediyorkarısının,ela gözlerinin olması gereken yerde,siyah,dipsiz çukurlar var \"no 6-14 te,bir a4 kodu tespit edildi\" adam kurtulmak için çırpınırken \"009060 no lu hasta msc1 tedavi odasına\" kadın onu dahada sıkıyorbiraz daha sıkarsa,öleceğim diye düşünüyor \"Şok tedavisi için geri sayım10-9-8\" kadın çıldırmışçasına kahkahalar atıyor \"3-2-1 şimdi\" otuzlu yaşlarda ki,009060 no lu hasta,göğsünde yoğun bir sancıyla uyandıbir an için,nere de olduğunu anımsayamasa da,başında,ellerinde şok aletleriyle ona bakan,bir yüz ifadeleri olsa,şaşkın bakacaklardı iki 2043 yapımı,eski model android,hafızasının yerine gelmesine yardımcı olduoldukça yıpranmış bu androidlerden biri \"hasta,msc1 tedavi odasına götürülmeye hazır\"dedidiğeriyse \"anlaşıldı\" diyerek onayladıadam \"hayır\" diye bağırdı\"msc olmazben iyiyimyalnızca bir kabustuhepsi busiz lanet yaratıklar,bunu anlayamıyormusunuz\"androidlerden biriaynı yıl yapılmış olmalarına rağmen,diğerinden çok daha eski duruyordu \"komut olumsuz\"dedi\"hasta 009060 direnirse,uyuşturucu iğne yapılması konusunda onay bekliyorum\"kulak vazifesi gören,komik çıkıntıya yerleştirilmiş mikrofondan,tiz bir ses duyuldu\"uyuşturucu iğne onaylandı\" hayır,009060 nolu hasta,zorluk çıkartmadıbu gelişmiş akıl hastahanesine kapatılalı,bir yıl olmuştuartık,neye zorluk çıkartıp,neye çıkartmayacağını,çok iyi öğrenmiştiruhsuz yaratıklar tarafından,odasına geri konduğunda,adım dahi atamayacak kadar,bitkin durumdaydıyatağına ulaşamadan,olduğu yerde,yığılıp kaldıayıldığında da,küçücük penceresinden görünen,kızıl gök yüzüne bakarak,altı,yedi saat kadar uyuduğunu düşündüayağının dibine bırakılmış,yeşil renkli,ne olduğunu bilmediği ve asla öğrenemeyeceği,tavuk tadını andıran,iğrenç görünüşlü yemeğini iterek,onlara kendilerini geliştirmeleri için verilen bilgisayarının başına geçtibu iğrenç yerdeki,en güzel şey,bu bilgisayardıona olivia adını vermiştidaha önce,tüm makinalardan,nefret ederdinede olsa,bilgisayarlar,gelişmemiş android ler demektiyani olivia ile tanışana kadar öyle düşünüyorduoysa olivia farklıydıonu anlıyor,dinliyorduhatta onunla konuşuyordu bilekimse inanmasa da olivianın duyguları olduğundan emindinasırlaşmış parmaklarını,tozlu monitörün üzerinde gezdirdi\"uyan tatlımben geldim\"monitör,yavaş yavaş,gözlerini açıyormuş gibi aydınlandıekranda,silik bir yazı belirdi\"bu gün nasılsın dostum\"009060 no lu hasta,tam delilere yakışacak bir biçimde sırıttıparmaklarını,klavyeye götürüyordu ki,artık adını unuttuğu,009043 no lu hastanın,ona seslenmesiyle,kötü bir iş yapmak üzere olan,yaramaz bir çocuk gibi,ellerini geri çektiartık,kendi adını bile hatırlayamıyorduo 009060 no lu hastaydıhepsi bu\"hey dostum\"dedi 009043\"bu sefer ki planım,gerçekten kusursuzartık,bu delikten kurtulacağımbelki de,hala yeşilliklerin olduğu söylenen,o gizli bölgeyi bulurumsen hiç yeşillik gördünmü?\"009060 \"hayır\"der gibi,başını,iki yana salladı\"ama annem görmüşcennete benzediklerini söylerdi\"009043 \"ne dersin dostum,benimle gelmek,istermisin?birlikte yeşillikleri bulabiliriz\"adam acı bir şekilde iç çekerek\"sen delisin derim\"dedi009043 \"ee ne var bundahepimiz deliyizbunun için buradayızhadi bu delikten,sonsuza kadar kurtulup,cenneti bulalım\"009060 acı bir kahkaha attı\"asıl,buradan çıkmayı denersek,cenneti boylarızayrıca,57 planın içinde kusursuz demiştinama sonunda,bu koğuşta,msc2 yi gören,tek insan olma,şerefine eriştinÜzgünüm dostumbenim keyfim yerindetabi sen,kademe atlayıp,msc3 üde görmek istiyorsan,devam et\"birden 009043 ün gözleri,korkuyla irileşti\"bunu sakın,bir daha söylememsc3 artık yokonu kaldırdılaroo olaydan sonra\"ellerini,sinirli bir şekilde,sallayarak konuşuyordu009060\"tamam,tamam msc3 yokhadi yat,uyubeni de,rahat bırak\"009043,kendi kendine söylenmeye devam ederek,yatağına uzandı009060 ise,olivia ile sohbetine geri döndüo gece,uzun,uzun sohbet ettileryatağına uzandığındaysa,msc1 in hala süren etkisiyle,hemen sızıverdi gözünü açtığında,ilk önce,hayal gördüğünü sandıoda karanlık olduğuna göre,hala geceydikarşısında \"o\" duruyorduÇığlık atmaya çalıştıfakat sesi,boğazında düğümlendi\"o\" oradaydıİlk karısı ayda,bomboş,fakat kin dolu gözlerle,ona bakıyorduadam \"sensen gerçek değilsin\"diye kekeledikadın,yüzündeki,artık hiçte dudağa benzemeyen,biçimsiz yarıklarla,sırıttı\"ah,emin ol,gerçeğim bitanembana söz vermiştinben,ölüm döşeğindeykenbenden başkasını,asla sevmeyeceğine söz vermiştinama sözünü tutmadınsiz erkekler,asla verdiğiniz sözleri tutmazsınız\"adam,inanılmaz bir öfkeyle,yerinden fırladı\"Öcünü aldınbu tutulmamış söz,gencecik bir kadının ve doğmamış çocuğumun hayatına mal olduartık,neden beni rahat bırakmıyorsun?\"kadın öfkeyle \"asla\" diye bağırdı\"Ölene kadar,peşinde olacağım\"ellerini,adamı boğacakmış gibi açarak,üstüne atladıartık,boğuşuyorlardıadam,bir taraftan çığlıklar atarken,bir yandanda,androidlerin seslerini duydudaha eskiymiş gibi görünen,\"kırmızı kod009060 no lu hasta için mschazırlansınadam,son söylenenleri işitemediÇılgın gibi boğuşuyordubir ara,kendini toparladı ve artık odada yalnız olduğunu farkettikadın gitmiştiandroidlerse,giderek yaklaşıyorlardıtanrım!kırmızı kodmu demişti okırmızı kod,şu ana kadar,yalnızca bir kişi için verilmiştioda,msc3 e gönderilmeden önceydimsc1,onları en derin korkularıyla yüzleştiren,bir tür tedavi programıydısinir uçlarına bağladıkları,halüsilasyon yaratıcısımsc1,2 ve 3,şu ana kadar yapılmış,en gelişmiş androit tarafından yaratılmıştıoxi,yarı insan bir makinaydıve bu tımarhanenin yöneticisiydimsc2 yi tek gören 009043,bunun konusunu bile asla açmamış,msc3 ü gören tek hastaysa,içeride olanları anlatacak kadar çok yaşamamıştımsc3 ten çıkarıldığında,kafası bir kavun gibi,patlamış durumdaydıve şu anda,odaya yaklaşmakta olan androidler,kırmızı koddan,yani kafa uçuran msc3 ten bahsediyorlardı009060,olanlara inanamıyormuşçasına,etrafına bakındıbu sırada,iki android,odaya daldılardaha yeni gözüken,odada hiç ellenmeden duran,yemek tepsisini eline alarak,adama döndü\"oxi,bu gün,başka yemek yemenizi yasakladıyarın,msc3 programı için,hazır olmalısınızoxiden iletilmesi gereken bir mesaj_karabasan ve kabuslarınızdan kurtulmanız için,msc3 ün,şart olduğuna karar verdimzorluk çıkarmayacağınızı umarım_\"son iki cümle,androidlere ait,boğuk,metalik sesle değilde,oxinin insanımsı,fakat soğuk sesiyle yankılanmıştıandroidler,odadan çıkarken,009060,arkalarından öylece bakakaldısonrada,irileşmiş gözlerini,ona şaşkın şaşkın bakarak,neler olduğunu anlamaya çalışan,009043 e çevirdi\"hazırlanbu yarın sabah gidiyoruz\"009043 hiçbirşey sormadan,evet anlamında başını salladı ve hazırlıklara koyuldu 009060 olivianın başına geçtikısık bir sesle\"sende duydunmu?\"dedi\"beni,msc3 e göndereceklerhayır,buna asla izin vermeyeceğim\"ekranda beliren yazıyı okuyunca,009060,rahatlayarak,yüzünde,yine o delice sırıtış olduğu halde,arkasına yaslandıve ekrandaki yazıyı,yüksek sesle tekrarladı\"sabah kurtulacaksın,bana güven\"evet güveniyorduhemde kimseye güvenmediği kadar 009060 ve 009043 gece yarısı,televizyon odasında,planı tekrar gözden geçirmek için buluştularİkiside çok gergindisabah,androidler,009060 ı,msc3 e götüreceklerdimsc3 odasının kapısı kilitlenip,program başlamaya hazır olduğunda,olivia,devreyi içten çökertecek,program çalışıyor gibi gözükmesine rağmen,çalışmayacaktıprogramdan çıktığında,onun baygın olduğunu sanan,androidleri atlatması çok kolay olacaktıÇöp boşaltım bölümünde,009043 le buluşacak,boşaltım sisteminden bahçeye ulaşacaklardıburaya kadar herşey yolunda gitse bile,bahçe kapısını geçmeleri imkansızdıbahçe duvarları,yanına yaklaşan her canlıyı,binlerce parçaya bölebilecek,bir sistemle güçlendirilmiştiİşte burada söze,009043 karıştıheyecanla,elinde tuttuğu disketi kaldırıp,salladı\"hala biz,onlardan daha zekiyiz\" \"o nedir?\"diye sordu 009060009043 ün yüzüne şimdi,sinsi bir gülüş yayılmıştı\"bu bebek,bahçe duvarlarının sistemini çökertecek programa sahipyani dostum,sen bizi bahçeye kadar çıkar,gerisini bana bırak\"adam,şaşkınlıktan dili tutularak,bakakaldı\"onu nerden buldun?\" \"ben yazdımbununla uğraşacak,bol bol vaktim olduğuna emin olabilirsin\"sonra iki adam,birbirlerine bakıp,tam da kendilerine yakışacak şekilde,delice gülmeye başladılar sabahın ilk ışıklarıyla,009060 yatağından kalktızaten hiç uyumamıştıbütün gece,yeşilliklerle dolu o yer,gerçekten varmı diye,düşünüp durduŞimdi penceresinden dışarı bakarken,androidlerin,yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordu009043 no lu hastayla,birbirlerine bakıp gülümsedilerbu andan itibaren,herşey çok daha farklı olacaktıandroidler,onu kollarından kavrayıp,götürürken,özgürlüğüne doğru yola çıktığını biliyorduolivia onun yanındaydıve o yanında olduğu sürece,hiçbir şeyden korkmazdıÇünkü olivia,onu dinliyorduve kimse inanmasada,duyguları vardı onun msc3 odası,kızıl gezegenden çıkarılan,redmetal madeninden yapılmıştıodanın içi,tuhaf bir losyon ve yanık et kokuyordubir kaç dakika içinde,tuhaf losyon kokusunun nerden geldiğini anladıgelişmiş,dişi bir android,sinir uçlarını belirleyip,yeşil yapışkan bir sıvı sürdükuruyup,donmasını bekledikten sonra,üstlerine kabloları yerleştirdikarşıdaki,program bilgisayarında,bir an için,olivianın yüzü belirip kayboldudemek buradaydıŞimdi kendini,bu iğrenç yeşil sıvılara rağmen çok iyi hissediyorduboş odanın içindeki hoparlörlerde,oxinin sesi yankılanmaya başladı\"009060 no lu hastaburaya yatırıldığınızda,karabasan ve real kabus şikayetleriniz vardıtedaviye başlayalı,bir seneden fazla olmasına rağmen,sizde,hiçbir gelişme gözlenemeditaktir edersiniz ki,dünyanın kimyasal yok oluşundan sonra,yaşam alanlarımız,oldukça kısıtlandıve birleşik konsey,yalnızca,tamamen sorunsuz,hiçbir hastalığı olmayan insanların bu kısıtlı alanları hakettiğini düşünüyoro yüzden,hakkınızda yok etme kararı alındıbu fedakarlığa gösterdiğiniz anlayış için teşekkürler\"009060 duyduklarına inanamıyordudemek buradaki tüm hastalar,eninde sonunda bu sona ulaşacaktıneyseki,endişelenmesine gerek yoktubir kaç saat içinde,bu iğrenç yerden kurtulmuş olacaktı009043 ve olivia ile beraber cennetlerini bulmak için,yola çıkacaklardıson hazırlıklar tamamlanırken,oxinin soğuk sesi tekrar yankılandı\"009060 no lu hasta,son olarak,seni sadık yardımcım olivia ile tanıştırmak istiyorumgerçi,sen onu,çok yakından tanıyorsun zaten\"009060 karşıdaki monitöre,dehşetle baktıolivianın,güven dolu gülümsemesi,şimdi ona çok donuk ve metalik görünüyordumonitörde ki yazıyı okurken,kendini tam bir salak gibi hissediyorduoysa dün gece,009043 \"hala biz onlardan zekiyiz\" demiştine acı bir komedimonütörde\"elveda 009060seninle tanışmak bir zevkti\" yazılıydıoxi ve olivia,programı başlatmak için,geriye doğru sayarken,009060 no lu hasta,bu dünyadan gittiğime,gerçekten üzülmelimiyim diye düşünüyordubelki de gerçek cennet,yeşilliklerle dolu o gizli bahçe,bu dünyadan çok çok uzaklarda bir yerlerdeydi 009043 no lu hasta,saatlerce,çöp boşaltım ünitesinde bekledikten sonra,ümidini kaybedip,odasına döndümasasının üzerinde,eski model bir bilgisayar duruyordubu oliviaydıhemen başına oturup,ona neler olduğunu sorduolivi,bir makinada olması imkansız bir şekilde,üzgün gözüküyordusolgun monitörün camında olivianın sözleri belirdi\"yapamadımonu kurtaramadımhepsi benim suçum\"009043,bir anda oliviaya inanılmaz bir yakınlık duyduonunla iyi dost olacaklardıhemde çok iyi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Bilimsel Hikayeler

Eski 06-25-2009   #4
TiFus
Varsayılan

Cevap : Bilimsel Hikayeler



Yıl 2019

ekim 4, 1999, yeni bin yıla\a yüz günden az kaldı bu gün sokakta onlardan beş adet daha gördüm sayıları gittikçe çoğalıyor gazete büfesindeki adamı da ele geçirmişler o da onlardan İşlerine gidenler, her zamanki müşterileri, gelgeç insanlar, sabah gazetelerini alıyor, ona gülümseyerek selam bile veriyorlar allahım çıldırmak üzereyim kimse onun ne olduğunu görmüyor mu? büfenin önünden, kafam eğik bakışlarımı kaçırarak geçtim, içimin bulanmasını derin derin soluk alarak engellemeye çalışıyorum, çok ama çok korkuyorum ofisime gider gitmez tırnaklarımı incelemem gerek oradan başladığını biliyorum ya, ben de… onlara olanaksız olamaz ben, ben onları tanıyabiliyorum fark ederdim onlara dönüş-seydim bilirdim aman allahım, hepimiz yok olacağız not:tırnaklarımı inceledim, küfler yok, çok, çok şükür tırnaklarım sağlıksız, kalsiyum tabletlerinden almalıyım Çok korkuyorum, korku beni terletiyor, terimin kokusu ekşi, burnuma çarpıp duruyor paniğe kapılmamam lazım kendi kendimi eğitiyorum, günde iki kere içimden ona kadar sayıp \sakinim,her şey yolunda, panik yok \diyorum bir süre de olsa işe yarıyor korkumun beni yemesine izin vermemeliyim onlara zayıflığımı göstermemeliyim yıl 2019 paslanmaz çelik parmaklar boğazımızı sıkana kadar bekleyecek miyiz akşam… evimdeyim evim, zemin katta kalın, bordo perdeler ile kaplı pis camlar pasaklı bir devin gözleri gibi bana kilitlenmişler Çıplak tavandan sarkan,tozlu 60 mumluk ampul, odamın kasvetini sonsuz kere sonsuza bölüyor Şikayetçi değilim yatağım sıradan yaylı bir somya üzerine konmuş, ince pide gibi, pamuklu bir şilte duvara dayalı değil odanın ortasında onlar, duvarlardan içeri süzülebilirler geldiklerinde hazır olmak istiyorum ağır bir nezle geçirmiş gibi duran yılgın duvarlardaki, rutubet izleri, derbeder salyangozların arkalarında bıraktıkları izler gibi, izler yol yol, parlak tıkanmış damarlar onlar nereye çıkacağı belli olmayan yollar onlar gazete bayiinin önünden geçerken usulcacık, yaratığın, onlarca minik beşgenlerden oluşan gözleri bana çakıldı kaldıbeynimin en ücra köşelerine onun kanca gibi delen bakışları battı, hissettim diğerlerine bakıyorum, yürüyen kalabalığa, rengarenk giysilere bürünmüş genç kızlara, sevimli parlak yüzlü oğlan çocuklarına, kırış kırış ihtiyarlara, hepsi gülüyor, hepsi hayatından memnun gündelik hayatın arasına sıkıştırılmış çizgi film gibiler, üç boyutlu karton karakterler ve farkında değiller, hiç bir şeyin farkında değiller İşten eve dönerken, onlardan altı tane daha gördüm mantar misali, pıtır pıtır her yerden fışkırıyorlar uyumaya çalışmalıyım güç toplamam gerek bir tek ben kalabilirim gözlerimi kapatıyorum yorumsuzum issızım dipsiz kuyularda tek başımdayım kendi gerçekliğimden başka inanacağım bir şeyim yok ekim 5,1999 mesaj kutumda, yanıp sönen mavi ışığa, batıp gittim dalgalanan o yumuşacık ışığa rahatlatıcıydı, ılık bir sonbahar denizinin dibine dalmak gibi tırnaklarım dün nasılsa, bu günde öyle küf yok dudaklarım çatlamamış, damağım,diş etlerim pespembe, sağlıklı gerçi, ön dişimdeki beyaz 1 nokta içime şüphe tohumları ekmedi değil antibiyotik lekesi olabilir, ama ya değil-se bilmeliyim bir iki fotoğrafımı bulsam, gülümseyen,yetişir anneme sormalıyım sormayı unutmamalıyım bu gün işe yürüyerek geldim geç kaldım, bu boktan durum için patronumdan sıkı bir azar işittim mazeretim vardı,vardı ama o asla anlayamazdı bundan emin olduğum için, anlatmayı denemedim bile yaratık-insan bir biletçiden bilet almaya çalışırken…diye başlayan bir cümle kimi inandırır elektronik bilet almak için gişeye yaklaştım -bana bir 5\lik lütfen dalgındım, sabahın şizofren renkleri içimi acıtır benim kabuslarımın renkleri dün gece iyi uyuyamamıştım paçavra gibiydim birden; biletçinin eli eli, eli, eli Çığlıklarım sessizdi ama o el biletçinin eli, gözümün önünde sanki bir kamera yakın çekim yapıyordu genişledi, genişledi, kocaman oldu, eğri büğrü şekiller, yol yol çizgiler, kırılmış kıllar, etleri dar tırnaklar veeee kÜf, küf, küf…üf…fff…… Öylece bakakaldım başlamıştı, tırnaklarını okudum gözlerinm yüzüne çakıldı, kalakaldım korkuyordum, yüzümde deli yangınlar midemin içindekileri bir çırpıda kusmak istiyordum İstila biletçinin bedeni, ele geçirilmişti, biletçi, onun bundan haberi bile yoktu kalbim deli deli atıyordu, kanım çekilmişti ya, kuyruktakiler olanlardan habersiz, sıranın gelmesini bekleyenler zavallı sürü başımıza ne geleceğini bir bilseniz -otobüsü kaçıracağız, hadi be adam, çabuk olsana biraz biletçi, sakin akşamdan kalmalığını gizleyemeyen gözleri kıpkırmızı, ablak, uykulu suratı ile bana bakıyordu yüzü hala insandı bedeni, allah bilir neydi? yaratık-insan, biletçiden 5\lik kartımı aldım tiksinerek ellerine bakmayı inatla ret ediyordum tırnaklarındaki kabusumu görmek beni kuşatıyordu ele geçirildiğini bilmiyordu zavallı zavallı, zavallı adam oradan kaçmak istiyordum, ama donup kalmıştım yere çivilemişlerdi beni, buz gibi terliyordum aysbergin içine gömmüşlerdi beni kendi çaresizliğime prangalanmıştım İmdaaat İmdaat suskun çığlıklarım boğazımda asılı kaldı issızlığımı dolduramaz kimse -hey hemşerim uyan hişt, kendine gel, buyur kartın hişştt alsana… sesi ne kadar da yanıltıcı, ama ben onun gırtlağından yükselen ssttzzzlamasını duyabiliyorum beynime kalın kalın çuvaldızlar batıyor kartı aldım, onun dokunduğu bir şeye dokunmak içimi titretti tüylerimin diken diken olduğunu duyumsadım yaratığı şüphelendirmemek için normal davranmaya çalışmalıydım, robot gibi olmalıydım, mekanik kartı alırken ellerim titrememesine özen gösterdim -te-te-şekkür ederim, te-te-te -şekkür ederim sonra yürüdüm yollar, sokaklar, caddeler boyunca, hızlı, hızlı, ayakkabımın tabanının yeri dövdüğünü duyarak, buradayım, işte bu gri taş kaldırıma basıyorum, diyerek bakmaya korktuğum şeylere bakmadan,gözlerimi önümden ayırmadan, yürüdüm, yürüdüm koşar gibi yürüdüm, kaçar gibi yürüdüm aklım hala başımda İşe geldiğimde saat 9:00’du Çay saati Şen sekreter aygeş hanım, günün ilk internet dedikodusunu yazıyordu, tıkır tıkır sıradan bir iş günü akşam; yatağımda otuyorum bulabildiğim tek kalem ile ucu içine kaçmış, yarısı kırılmış, yeşil bir kurşun kalem o kadar ufak ki ellerimin arasında kayboluyor kağıt yok, çarşafın üzerine, duvarlara ince ince dokuyorum, düşüncelerimi bürom temiz bu gün, odaları gezdim tek tek kurye çocuk gibi kimsecikler bana dikkat etmedi henüz ele geçirilmemişler İnsanlar daha ayrıntılı bir inceleme yapmam gerekli, bir ikisinin tırnaklarına bakmak işe yarayabilir erkekler tuvaleti bu iş için uygun geldiler uzaklardan biliyordum, rüyalarım biliyordum, korkularım biliyordum, ben onlar-dan-dım not: kötü bir rüya, yok yok rüya değil, karabasan gördüm; başka bir gezegendeymişim baloncuklar ve kabarcıklarla dolu yeşil-mor renkli bir gezegende yüzeyi girintili, çıkıntılı,çiçek bozuğu gibi, ağaç yok, çimen, yok, toprak yok, sadece kabarcıklar ve oyuklar, bir de koyu bir duman, yerden hınzırca yükselip havaya dağıtılan, ölesiye pis kokan tül gibi, sis gibi bir duman-sonraları kabuslarımdan çıkan bu kokuyu çok sık duydum-oyukların içinde yüz binlerce tuhaf görünüşlü, ıslak, böcek-imsi vücutlar var, gözleri kapalı ama nefes alıyorlar, çarpan kalplerinin ilkel ritmi beni heyecanlandırıyor plesanta sıvısı kadar yoğun, şekerli bir sıvının içine bulanmışım biraz sonra doğacağım bunu biliyorum duyargalarımı sivriltmek, başımın iki tarafında bulunan içine gömüldükleri oyuklarından yavaş yavaş çıkarmak için beynime komut veriyorum sıvının içinde kalmak beni delirtecek karnım çok ama çok aç beslenmek istiyorum karnımı doyuracağım şeylerin, yaşam sıvılarının ağzımdan aşağı bacaklarıma doğru sızmasını, o sulu damlaların beni yumuşak yumuşak okşamalarını istiyorum Çünkü ben bir kralım……yüz bin yıllardır beklenen kral ter içinde, sırılsıklam, uyandım boğazlanıyordum sanki, kazağımın yakası boğazımı kavramış beni boğuyordu,pantolonum bacaklarımı mengene gibi sıkıyordu yatağımın kenarına oturdum, ayaklarımı yere doğru sarkıttım, alnımdan süzülen ter damlaları beni kaşındırıyordu uyuyamadım bir daha duvarlarımdaki izlere baktım, baktım saatlerce tek, tek, birer birer, kayboldum onlarda midem kazınıyordu, tuhaf bir açlık, arsızca, oburca beynime sarılmıştı tonlarca yemek yesem doyamayacak gibi duyumsuyordum kendimi, dilim dişim şişmişti, etrafımdaki her nesne canımı çok ama çok sıkıyordu bakır musluğumun ağzından sızan, ılık su, ben onu içerken boğazımdan aşağı kan gibi bulaşarak süzüldü gitti odamın havası, beni tıpkı kabusumda gördüğüm o plesanta gibi kuşatıyordu gerçekliğe tutunmam şart tırnaklarıma baktım Çok şükür tanrım tanrım, eğer varsan lÜtfen benİ gÖzet 6 ekim,7 ekim, ekim…… artık günleri saymayacağım Çoğalıyorlar, çekirge gibiler, mantar gibiler sokağa her çıktığımda onlardan, yüzlercesini görür oldum artık fark edilmeden aralarında dolaşmak gün geçtikçe zorlaşıyor ağlamak istiyorum Çaresizim, kurtuluş yok canıma kıymayı bile düşündüm yapamadım, paslı jilet parçası elimde aynanın karşısında öylece kalakaldım, aklım kabusuma takılı ben bir zavallıyım hatalarımı biliyorum ama onları onarmak için bana bir tek şans bile verilmiyor not: kapıcımızı da almışlar akşam ekmeği getirdiğinde anladım bildim Çember yavaş yavaş daralıyor ondan ölesiye korktuğumu belli etmemeliyim kapıcıya, her zamanki gibi davranmaya çalıştım, gülümsedim bozuk para için içeri gitmem gerektiğini söyledim; içeride kendimi tokatladım, canımı acıttım, sinir krizimin eşiğinden geri dönmem gerekiyordu kapıya gittiğimde hemen hemen normaldim -sağ ol, kısmet efendi bana ekmek getirme, olur mu, çok uzun bir seyahate çıkıyorum -peki beyim, olur ağır ağır, yavaş çekim uzaklaşıyor kapıdan, ağır bir sülfür kokusunu ardına yayarak uzaklaş benden kaybol lanet şey git, defol, git artık kapıyı kapattım sırtımı duvara dayadım, dizlerim inanılmaz titriyor ağlıyorum böğürüyorum hıçkırıyorum, duyan yok sokaklarda ipini koparan deliler gibi koşuyorum, bana dikkat eden yok, onlardan başka kalabalığın arasındaki onlar, bana bakıyorlar, canavarları bir paratonerin şimşeği çekmesi gibi çekiyorum kokularını duyuyorum burnumda, cıyır cıyır seslerini işitiyorum kulaklarımda korku,midemde korkunç bir sancı, bir bıçak koşuyorum, yetişeceğim bir yer varmış gibi; canım dişimde; canım ayak parmaklarımın ucunda; dalağım şişene, şişip bana batana kadar koşuyorum yönüm yok, nereye gittiğimin önemi yok nasıl olduğumun önemi yok ne olduğumun önemi var ve sonra birden, boşanıp zincirimden gülüyorum kahkahalarım bir çığlık, boğazımdan zarifçe fırlıyorlar küçük, sarı kafalı bir insan yavrusunu ürkütüyorum, beni görünce,oyuncak bebeğine daha bir sıkı sarılıyor hışşt tamam yavrum, geçti demek istiyorum ona kahrolası dürüstlüğüm beni engelliyor başına gelecekleri ona fısıldıyorum kırmızı saçlı bir kadın yanıma gelerek beni kovalıyor, annesi o -defol pis serseri ,yaklaşma ona, polis çağırırım şimdi Çocuk yüksek sesle ağlıyor küçük, ıslak gözlerle yuvarlak yuvarlak bakıyor bana ona belli belirsiz el sallıyorum hişş küçüğüm sakın korkmabelki acıtmıyordur Şirkete vardığımda, ofisimin kapımı sımsıkı kilitliyorum mesaj kutumda mavi mavi yanıp sönen mesajlara dalıyorum birazcık sükunete ihtiyacım var kendimi toplamaya ihtiyacım var yoksa kendimi bölmeyemi koyu şekersiz bir kahvenin bana iyi geleceğini düşünerek koridora çıkıyorum kahve makinesi, plastik metal karışımı bir hayalet gibi, orada, duvarın köşesinde, öylece beni bekliyor ona doğru yürüyorum, yavaş yavaş, çekinmeden, o siyah renkli dört köşe makinenin bana ne sunacağını bilerek somut, elle tutulur,gözle görülür bir gerçeğe çok ama çok ihtiyacım var koyu siyah şekersiz bir kahve -rica etsem odama kadar gelir misiniz duyduğum müdürümün, kesekağıdı içine hapsedilmiş boğuk sesi yarım saattir, burada koridordayım, sıcakta bırakılmış bir dondurma kadar da hassasım elimde tazminat miktarımın, ince süslü bir yazıyla işlendiği bir çek tutuyorum kovuldum, kıçıma tekmeyi yedim son günlerde ki garip davranışlarım, dahi bir programcı olduğum için hoşgörüyle karşılanmış, uzunca bir süre tahammül etmişler, ama şen sekreter aygeş hanımın tırnaklarını zorla incelemem bardağı taşıran son damlaymış bilge bir sırtlan gibi sırıtıyorum onlara anlatsam mı? en baştan başlıyorum -efendim, yeni bin yıla 100 gün kalmıştı, yaşam, eh hepimizin bildiği gibi sıradandı, yani en azından benim için öyle, sonra bir sabah, gazeteciden gazete alırken, ben onları gördüm onlar… sonra küçük çocuğu uyardım tırnaklardaki küf lekeleri, evet böyle başlıyor nasıl mı biliyorum bunları, bunu bende bilmiyorum ama şu anda bunu bİlmek önemli değil mi ? genel müdür bana öyle bir baktı ki, düşünce balonunu okuyabiliyorum onu kovduğumuz iyi oldu, adam kafayı yemiş Çeki yırttım, param parça oldu, parçalarını konfeti gibi başımın üzerinden havaya doğru fırlattım kağıt parçacıkları ağır ağır yere düşerken, arkama bile bakmadan, şirketimi terk ettim onlara ne olacağı umurumda bile değil canavarların dünyasında paranın geçmeyeceğinden çok eminim akşam üzeri; eve gitmek anlamsız ev evim diyebileceğim bir yer var mı acaba yuvası başkası tarafından istila edilmiş hayvanlar gibiyim parka gitmeye karar verdim manavdan bir portakal sandığı aldım sağlam, kahverengi budaklı İçinde, portakalların sıra sıra güneşler gibi dizildiğini, saklamayan, onurlu bir sandık bu parkın en görünür yerine sandığımı koyup üzerine çıktım görün, onlar aramızda, bizi tek tek avlıyorlar, gözünüzü açın, biraz gayret edin nasıl bu kadar duyarsız olabilirsiniz etrafınıza bir bakın Çoğalıyorlar dün beştiler, bu gün altı annenize bakın, karınıza kardeşinize, komşunuza buradalar yaratıklar, onlar aramızdalar, dinleyin beni, ne olur, tırnaklarda başlıyor İnsanlığımızı kaybediyoruz kendimizi kaybediyoruz sizin için düşünmeye çalıştığım şey bu değildi, inan seni burada tek başına bırakmak istemezdim Çöl ortasında, güneşin yakıcı ışıkları altında, safir bir mücevher gibi yanan, şimşek kanatlı uzay gemimin yanında, krom gözlü, kar beyazı, at kuyruklu yabancılar arasında, benim de onlardan biri olduğumu öğrenmeni istemedim krom gözlüleri yiyen, altın gözlülüleriz biz siz de bizim savaş ganimetimiz olacaksınız gece yarısı; nezarethane soğuktu, soğuğun hiç durmadan, acımadan ciğerlerime vurduğunu hissettim yerde, taşların üzerinde yatıyorum, tüm bedenim et kırığı dayak yedim beni dövdüler huzuru bozmuşum İşaretleri göremeyecek kadar körler onlar, kapısı ineceğim yerde açılmayan ve beni devamlı aşağı daha aşağı indiren çılgın bir asansörün içindeyim sanki babil kulesindeyim ve kimse ne dediğimi anlamıyor o halde yıkılsın, bitsin bu dünya, kanım kurumuş, dudaklarımın kenarında, yenilgimi kutluyor Çünkü kimseyi inandıramadım yaratıklar, bana pür dikkat baktılar bir tek onlar, bir tek onlar Şakacı sttstzzzlamaları kulaklarımda sıra bende, tamam, benim de başıma gelecek ve ben hep ben mi, neden her şey beni buluyor demeden, kaderime katlanacağım beni ele geçirecekleri güne kadar dinlenmeliyim o gün direnebildiğim kadar onlara direnmeyi hedefliyorum not: nezarethane gecesinde rüya-kabusumun devamını gördüm plesantadan çıkmıştım, zarımı delmem çok kolay olmuştu ama açlığım beni keskin bir bıçak gibi dilimliyordu o anda beni yönlendiren beynim değil, devasa açlığımdı etrafıma dizilmiş yakut renkli dişilere-tek bir hamlede- ulaştım hareketlerim sarsak ama kararlı yakut dişiler tapılacak kadar güzeller, onlara büyük bir beğeniyle baktım Ön sıralarda duran, narin bir çiçek gibi boynunu büken dişilerden birine doğru, öldürmeye kurulmuş bir ok gibi fırladım, yumuşak, sulu karnına dişlerimi geçirdiğimde uzaklardan, dipdiri bir uğultu koptu nezarethanede ne kadar kaldım, bilmiyorum zaman anlamını yitirmişti zaman niceliğini yitirmişti bir deri bir kemik kalmıştım günlerdir sadece su içiyordum midem hiç bir şeyi almıyordu dışarıdayım vitrin camlarında yansıyan görüntüm beni şaşırtıyor, bir ay öncesine kadar semiz, dolgun yanaklı, bakımlı, tertemiz olan ben, bu çökmüş, saçı sakalı birbirine karışmış, pis, giysileri üzerinden lime lime dökülen adama ne zaman dönüştüm görüntüme, dokunmak istiyorum dokunuyorum da Şık mağazalarının camına yapışmış bir sinekmişim gibi beni kovalıyorlar, onlar içeridekiler -defol pis serseri, çek elini oradan Çökmüş bedenimle uzaklaşıyorum, u-zak-laş…… not: kabuslarım devam ediyor, sanki arkası yarın gibiler peşpeşe orada o baloncuklu gezegendeki hakimiyetim inanılmaz ol dememle, oluyor her şey yakut dişilerim, turkuvaz askerlerim ve sanki altınla kaplanmış gibi pırıl pırıl yanan sülfür sarısı bir sarayım var; kraliyet oyuğum benim acımasız bir kralım bunu biliyorlar, onlar bundan zevk duyuyorlar, haz dolu vızıltılarını duydukça ben daha da acımasızlaşıyorum halkımı gerektiği gibi yönetiyorum ne eksik ne fazla beni uzun zamandır bekliyorlar ben güçlü çıktım, plesantayı deldim, güçlü bir nesil üreyebilir benden bu bana gurur veriyor benden önceki, benzerlerimi-daha aciz olanları- yok ettiklerini biliyorum, ben onların bilincine de sahibim ben halkımım, halkım da ben biz iç içe geçmiş halkalarız bilmem hangi ay kaybolduğumu, yok olduğumu kimse anlamadı pis bir şarapçı, iğrenç bir hırsız, bir sokak serserisi, bir kaçık o düzgün, normal, cicili bicili insanların arasında değildi artık onlar için hayıflanıp üzülmek mi, ne önemsiz bir ayrıntı keşke ama keşke beni dinleselerdi x… asimile olmaları uzun sürecek, ama biz sabırlı bir halkız onları ele geçirmek için her şey hazır İstila ben buraya, mavi gezegen dünyaya ait değilim hiç de olmadım ben seçkin kişiyim yaşadığımı sandığım şeyler, yaşadıklarım, doğum öncesi çekilen sancılar Şİmdİ her şeyi anlıyorum bölük pörçük parçalar birbirine kilit ve anahtar gibi uyuyor ve artık ben korku duymuyorum Şİmdİ, halkımın arasındayım onlar beni çok seviyorlar ben de onları, özellikle yakut dişilerimi altın gözlüleriz biz gelişmem, büyümem için yollandığım yerden, olgunlaşmış bir meyve gibi koparıldığımda ekim’de bir geceydi, renkler birbiri içinde yitip gidiyordu kuruntularımı nemli bir çaput gibi üzerime sarmıştım, hava soğuk, ellerimi birbirine sürterek ısınmaya çalışıyordum İstila tüm hızıyla sürüyordu sayıları, yüz binleri bulmuştu onlara her an her yerde rastlamak artık mümkündü alışmıştım onlara varlıkları daha bir katlanabilir olmuştu kaderime karşı çıkmak zorunda değildim ben de de başlamıştı küf bulaşmıştı bana asimile olacaktım, onlardan, o her gün gördüğüm şeylerden biri haline dönüşecektim, umurumda bile değildi umursamıyordum kabul etmek beni rahatlatmıştı, sadece beklemek istemiyordum, gözlerim açıkken bile sevgili rüyamı görür olmuştum rüyamın bana açtığı kapıdan kendi dünyama kaçıyordum, bir tür gezgindim ben rüyam artık beni, eskisi kadar ürkütmüyor aksine huzur duymamı sağlıyordu kendimi olduğu gibi kabul etmek o kadar da zor değildi Şimdiye kadar hep sancılarını çektiğim, ben olmaktan ölesiye utandığım yıllar boyunca kendimde bu gücü bulamamıştım pes ediyordum, gelin alın beni o gece yarısı, tepemde beliren ve beni yukarı doğru çeken manyetik ışığın içine girdiğimde… gerçek şeklimi algıladığımda… Çok şaşırmadım dilimi -böyle bir organım var mı- yutmadım sürpriz olmadı bilincim bir şekilde algıladığım şekle hazırlanmıştı, ona bürünmeyi arzu ediyordu bedenim, hücrelerim déjà vu her zaman var olan, onu kuşatan kılıfından sıyrılmıştı, taşımak zorunda kaldığı maskesini, insan zırhını üzerinden bir çırpıda atıvermişti zamanı geldiğinde bütün güzelliği, tüm haşmeti, duyargaları ve acımazsızlığı ile halkının karşısına çıkabilirdi ne müthiş bir şey beni, plesanta-mın içine enjekte ettiler yeni biçimimi oluşturacak genetik şifre ve sıvılaştırılmış bedenimle birlikte doğum hücresine aktarıldım doğum hücresinde, kaldığım süre boyunca geliştim, fiziksel olarak, zihinsel olarak büyümemin gümbürtüsünü duyabiliyordu kulaklarım bedenime eklenen o olağan dışı organların bir bulmaca gibi yavaş yavaş tamamlandığını her hissettiğimde bir çeşit orgazmdı yaşadığım bin bir çeşit duyulara, renklere, kokulara, tatlara açıktım her şey olabilir, her şeyi hiç bir şeye indirgeyebilirdim ve onlar beni bekliyorlardı, onlar beni istiyorlardı delice, bana aşıktılar hücremden çıkmamı, kabarcığımı delmemi bekliyorlardı, beklentilerinin kokusu burnumu dalıyordu zihinleri bana açıktı ben, onların yüzbinyıllık kralları, doğduğumda, kabarcığımı yırttığımda samimi bir zarafetle, zarımdan sıyrıldığımda bir çırpıda, ihtişamımdan doğan acımazsızlığımı duyargalarımı birbirine sürterek, kısa ama net bir çığlık atarak sergilediğimde, doğum hücresinde bıraktığım zarfımın çirkinliği karşısında kısacık ama beni derinden sarsan bir şok geçirdim arka ayaklarımın üzerinde doğrulan bedenim çok ama güzeldi, doğumumu bekleyen yakut dişilerin kokuları beni, bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu açlık korkunç bir açlık, ah bu açlık, kural tanımaz açlık ben yerimi yurdumu bulmaktan memnun mesut karnımı doyururken tıksa basa, ikinci yüzbinyıllık dönemimin başladığını belirten uğultular her yandan duyulabiliyordu,tıpkı rüyalarımdaki gibi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Bilimsel Hikayeler

Eski 06-25-2009   #5
TiFus
Varsayılan

Cevap : Bilimsel Hikayeler



Koyun Paradoksu

kapının üzerine dikkatle bakınca küçük vida izlerini ve isim plakasından geriye kalan dikdörtgen gölgeyi fark etmişti koridorun loş ortamında merakla diğer kapılara da baktı hepsi aynı durumdaydılar İsimler yok olmuşlardı dairelerden en ufak bir ses de gelmiyordu kalbi çarparak üçüncü kata çıktı daha merdivenleri bitirmeden, defalarca geldiği ve sevgiyle karşılandığı kapıyı gördü gözlerine yaşlar birikerek yaklaştı, açmak için değil, sadece dokunmak için hafifçe itince, kapı ince bir gıcırtıyla açılıverdi açıkcası bunu hiç beklemiyordu bir an eşikte kalakaldı garsi amca\ya her gelişinde böyle bir tereddüd geçirirdi Çünkü yaşlı birinin evine girmesi, onunla dost olması yasaktı sonra da \"boşver\" deyip kapıyı çalardı hiç bilmediği bir şeyle karşılaşacakmış gibi yavaş adımlarla daireye girdi mobilyalar yerli yerindeydiler demirbaş olduklarından, bir yere gitmeleri söz konusu değildi ama duvarlardaki resimlerden eser yoktu garsi amca\ ın gençliğinde çekilmiş büyük boy fotoğrafın yerini hemen tanıdı sonra elbise dolabına baktı askılarla boştu dolabın içinde bir şey dikkatini çekti eğilip aldı küçük kırmızı bir gömlek düğmesiydi garsi amca\ ın devamlı giydiği gömleği hatırladı acıyla gülümsedi mutfağa gitti ocağın yanındaki duvara sıçramış kahve lekelerini gördü garsi amca çok fazla kahve içiyordu bu lekeler de onun yaşamından kalmışlardı gidip pencereden planeterya\ ın ortasını süsleyen deniz\e baktı yelkenliler gene her zamanki gibi süzülüyorlardı hiç biri garsi amca\ ın gittiğinden haberdar değillerdi, apartmandaki diğer insanların yokluklarını da bilmiyorlardı, zaten pek umursayacaklarını da sanmıyordu İhtiyarlar mahallesine gelenler baştan kayıp sayılırlardı onlarla kimse görüşmez, kimse dostluk etmezdi deniz\in çevresindeki bembeyaz evlerde de yaşam aynı temposunda akıp gidiyordu hiç bir şey aslında değişmemiş gibi duruyordu İhtiyarlar diğer sektöre gönderilmişti yakında yerlerine biraz daha gençler gelecekti cama burnunu yasladı zaten kirli olan camda burnunun izini gördü İçi birden ürperdi Çocukken bakımevinde de hep böyle yapar ve ikinci annelerden azar işitirdi sonra, artık on sekiz yaşında olduğunu ve bakım evinden çıkalı beş seneyi geçtiğini sevinerek hatırladı annelerin ne birincisi, ne de ikincileri vardı onun için İçi ezilerek yüzünü odaya döndü İkinci sektörde yaşamın çok farklı olduğunu söylüyorlardı orada iklim bile bambaşkaymış planeterya\daki gibi yazın aşırı sıcaklara, kışın dondurucu soğuklara orada rastlanmıyormuş İnsanlar bütün yaşam boyu verdikleri emeklerinin karşılığını orada alıyorlar, keyif içinde yaşamlarının son günlerini geçiriyorlarmış garsi amca\ ın daha rahat edeceğini bilmek timur\un üzülmesine engel olamıyordu apartman dairesini ziyaretinin üzerinden on gün geçmesine karşın timur, garsi amca\ ın yokluğuna bir türlü alışamıyordu Çevresinde keyifle hamburgerlerini tıkınan arkadaşlarına baktı hepsi kendiyle aynı yaş gurubundandılar Çoğunu da bakımevinden beri tanıyordu zaten diğer yaş guruplarından dostlar edinmek hoş karşılanan bir davranış değildi bu düşüncelere iyice daldığı bir anda, ilerde kalabalığın içinde siriya\yı fark etti genç kız elindeki tepsiyi düşürmemek için büyük bir çaba sarf ediyordu uzun kola bardağı bir kaç kez tehlikeli bir şekilde sağa sola yattıysa da hiç bir şeyi dökmeden masalarına kadar geldi timur kendi yanının boş olduğunu sevinçle fark etmişti ama karşısında oturan arzar\ın yanı da boştu İki delikanlı bir an için iki erkek ala geyik gibi bakıştılar siriya da boş yerleri fark etmişti kısa bir duraksamadan sonra timur\un yanına süzülüverdi - ne haber timur? genç kız çok güzeldi timur içinin erimesine engel olamıyordu güçlükle, \"İyilik ne olsun?\" diyebildi siriya abartılı bir şekilde eğilip, timur\un tepsisine baktı uzun saçları hafifçe delikanlının yüzüne değmişti kalbinin duracağını sandı - seni gidi seni! gene sebzeburger yedin değil mi? timur bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama başaramıyordu kız elini dostça veya ablaca veya kimbilir nece? delikanlının omzuna koymuştu timur tepeden tırnağa titrediğini hissediyordu arzar ise dik dik bakıyordu siriya ikinci anneymiş gibi, şakadan kulağını çekti - ne zaman et yemeğe başlayacaksın? - hiç bir zaman? - neden? kız, ikiz köfteli hamburgerinden kocaman bir ısırık aldı biraz önce öpmek için dayanılmaz istek duyduğu dudaklarının kenarından mayonez taşıvermişti timur, kızın eliyle dudaklarını kabaca silmesini seyretti kaybettiğini sandığı sesini iyice kazandığını görüyordu - Çünkü siriya, koyunlar da senin benim gibi canlılar her ne kadar bizim alıştıklarımıza pek benzemeseler de, onların da ruhları ve kişilikleri var bunları bize ifade edemiyor olmaları onları öldürmemizi gerektirmiyor kızın dudağından sızan mayonez şimdi de ketçapla destekleniyordu zarif elleri de fena halde hamburgere batmıştı peçetesini aradı bulamadı arzar çevik bir hareketle kendi peçetesini uzattı herif güneşte kalmış salatalık gibi sırıtıyordu kız arzar\ın yüzüne bile bakmadan başıyla teşekkür ederken, yanıt vermek için ağzındaki lokmanın bitmesini bekliyordu - ama beslenmemiz gerekli bu nedenle de koyunları yemek durumundayız - evet, beslenmemiz gerekli ama cinayetler işleyerek değil kendilerini her mevsim yenileyen bitkileri yiyerek çok güzel beslenebiliriz Çok güzel dost olabileceğimiz başka canlıları katletmemiz gerekmiyor siria umursamaz bir şekilde omuzlarını silkti - timur şu on milyon kişinin yaşadığı planeterya\da senden başka et yemeyen biri daha var mı? masadaki diğer gençler dikkatle konuşmayı dinliyorlardı arzar bile biraz önceki rekabetin geriliminden sıyrılmış, ilgiyle bakıyordu - evet var siria çok şaşırmıştı - İnanmıyorum - İster inan ister inanma ama var - timur, onunla hemen tanışmak istiyorum timur neşeyle ayağa kalkıvermişti elini siria\ya uzattı - o zaman, hemen gel benimle daha arzar ne olduğunu anlamadan kalabalık hamburgercinin dışına çıkmışlardı bile timur bir yere yetişecekmiş gibi hızla yürüyor, genç kız peşinden gelebilmek için büyük çaba sarf ediyordu - timur! ne olur söyle, nerde bu insan? nereye gidiyoruz böyle? deniz\in kıyısına kadar gidip durdular siria hem meraklanmış hem de çok eğleniyordu - hadi artık, çabuk söyle timur uzaklara bakıyordu - onunla tanışman olanaksız siria, çünkü o şimdi ikinci sektörde kız şaşırmıştı duyduklarına bir türlü anlam veremiyordu timur garsi amca\yı, nasıl tanıştıklarını, son bir yılki görüşmelerini anlattı kumsala oturdular kızın neşesi yerini sessizliğe bırakmıştı - timur, neden bir yaşlıyla arkadaş olmak istedin? timur bunun yanıtını çok düşünmüştü - Şu anda hangi yıldayız siriya bu sorunun konuyla nasıl bir bağlantısı olduğunu anlayamamıştı gene de yanıt verdi - köpek yılındayız yani, sazan balığının köpek yılı İyi de timur bunu sen de biliyorsun - biliyorum geçen yıl kurbağa yılıydı, ondan önceki martı yılı köpek yılının daha önceki gelişini bile hatırlıyorum o zaman altı yaşındaydım - ben de hatırlıyorum ama sazan\ın değil, güvercinin köpek yılıydı - ne fark eder ki on iki hayvan ismi, her birinde on iki başka hayvan ismi toplam 144 yıl sonra her şey yeni baştan siriya hiç bir şey anlamıyordu - eh! timur, yıllar böyle sayılır başka nasıl olabilir ki? ayrıca 144 yıl o kadar uzun bir süre ki, kimse hepsini bilemez - siriya, bizden önce burada kimlerin yaşadığını hiç merak etmiyor musun? 144 yıl önce veya 288 yıl önce şu anda durduğumuz yerde kimler oturuyordu? ya da çok daha eski yıllarda buraları nasıldı? siriya bu kez ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı o da herkes gibi birinci annesini ve üç değişik ikinci anneyi hatırlıyordu eski diyebileceği, daha önceki yaşamları hatırlatacak bir tek onları biliyordu ama onların dışında hep kendi yaş gurubuyla birlikte olmuştu Ürperdiğini hissetti - timur, neden yaşlılar ikinci sektöre gönderiliyorlar? timur çok uzun zamandır bu sorunun yanıtı düşünüyordu - sanırım ölümün üzüntüsünü bizlere göstermemek için - bizden uzakta ölmeleri için mi? - evet düşünsene senin kedin öldüğünde ne kadar çok üzülmüştün siriya kedisini hatırlayınca gözleri dolmuştu bir kedinin kaybı bu kadar çok üzüyorsa, gerçek insan dostaların ki kimbilir ne kadar üzücü olurdu timur içgüdüsel olarak kıza yaklaştı ağlamasına dayanamıyordu kollarını boynuna doladı Şaşırtıcı bir şekilde genç kız da ona sokulmuştu bir an dudakları buluşuverdi timur ağzında mayonezin tadını hissetti, daha sıkı sarıldı başı dönüyordu zaman sanki durmuş, havada asılıp kalmıştı siriya yavaşça uzaklaştı, yere bakıyordu timur, kızın tepkisini merak edip titremekte olduğunu fark etti - timur, garsi amca dediğin kişinin neden iki adı var? timur gülümsedi böyle çağrılmayı garsi amca istemişti amca çok eski çağlardan kalma bir sözcükmüş aslında babanın kardeşine bu ad verilirmiş, ve insanlar o zamanlar yaşlılar gençler ve küçük bebekler hep birlikte yaşarlarmış nasıl da hayretler içinde kalarak dinlemişti bunları geçen yıllarla ilgili çok şey biliyor ve timur\a elinden geldiğince çok şey anlatmaya çalışıyordu hatta bir keresinde, timur yaşlandığı zaman bütün bunları hevesli bir gence aktarması gerektiğini söylemişti birbirlerine daha fazla sarıldılar, timur bir yandan uzun süredir çok sevdiği insana sarılmanın keyfini çıkarıyor, bir yandan da garsi amca\yı bir daha nasıl görebileceğini düşünüyordu - siriya, İkinci sektöre gideceğim genç kız bu söze fazla şaşırmamıştı - timur, bunu senden bekliyordum, ancak o yerin nerde olduğunu bilmiyoruz ki? nasıl bulacaksın? - kuzey ormanlarının ötesinde bir yerde olmalı planterya\ ın diğer üç tarafı sonsuz bir çölle çevrili olduğuna göre, bu en mantıklı olasılıktı - ama oraya gitmek yasak timur yasak olduğunu biliyordu ama garsi amca\yı bir kez daha görmek için inanılmaz bir istek duyuyordu ayrıca yakalanırsa kendisine ne yapacaklardı ki? omuzlarını silkti ayağa kalktılar sanki sessiz bir anlaşma yapılmış gibi, timur\un dairesine doğru yürümeye başladılar siriya artık alaycı bir şekilde bakmıyordu gözlerinde nerdeyse hayranlığın izleri vardı planeterya çok geride kalmıştı timur çevresini saran yüksek ağaçlara ve bir görünüp bir kaybolan güneşe baktı derin bir ormanın bin bir türlü küflü kokusu her yanı sarmıştı adımlarını attıkça çürümekte olan yapraklara ve onların arasından çıkmaya çalışan otlara basıyordu büyülü bir hayal ortamına geldiğini düşünüyordu sabahın serinliğine rağmen yürümenin temposuyla terlemişti \"Şu anda yasak bir şey yapıyorum\" diye düşündü ama yasak olan pek çok başka konu gibi çok keyifliydi mola vermek için, büyük bir ağacın gövdesine yaslandı gövdenin her yanından mantarlar fışkırmıştı bir tanesini kırmaya çalıştı, beceremedi elideki pusulaya baktı devamlı kuzeye yürürse İkinci sektörü bulacağından emindi yeniden yola koyuldu sırtındaki spor çantasına bir ince battaniye, su ve bir miktar yiyecek koymuştu bu kadarının yeterli olacağını düşünmüştü ormanda saatlerce yürüdü güneş iyice yatık bir açıyla geliyor, çevresi giderek daha loş oluyordu tam durmaya hazırlanırken, ilerde gözünü alan güçlü bir güneş ışığıyla irkildi adımlarını sıklaştırdı biraz sonra geniş bir açık alana varmıştı yerdeki kısa çimen son derece davetkar duruyordu kendini keyifle yere attı o anda inanılmaz ölçüde yorgun olduğunu anladı gözlerini kapadı İkinci sektörü bulmayı ertesi güne bırakabilirdi İçi geçiyordu siriya\yı gördü kız çırılçıplaktı kendisinin de aynı durumda olduğunu biraz utanarak fark etti ayakta birbirlerine sarıldılar dairesindeydiler, konuşmadan pencereden deniz\e bakmaya başladılar gözlerini aniden açtı gene aynı açıklıktaydı siriya\yı düşündü, içine bir korku girmişti her şey eskisi gibi duruyordu ama havada asılı gibi duran korkunç bir şeyler vardı sadece hissediyordu o tanımsız sesi duydu arkasına döndüğünde gözlerine inanamadı dev bir ağız üzerine geliyordu böyle bir şeyi ne görmüş ne de işitmişti yerinden fırladı toprak, üzerine gelen yaratığın adımlarıyla sarsılıyordu dengesini kaybetti yere düştü dönüp korkuyla bakınca onu bir kez daha gördü İnanılmaz büyüklükte bir ağız, yüzlerce keskin dişiyle dev bir gövdeden fırlıyordu deli gibi bağırmaya başlamıştı gözlerini kapadı son duyacağı seslerin kendi kemiklerinin çatırtısı olacağına düşündü birden şimşekler çaktı işık o kadar güçlüydüki, dehşetle kapadığı gözlerinden içeri girmişti akıl almaz çığlıklar ve bağrışlar duyuyordu bunlar kendi sesleri olsa gerekti bir an sonra her şey bitecekti sesler kesilmişti yüzünü kapadığı toprağın ve çimenlerin kokusunu duyuyordu bir de çirkin başka bir koku gelmişti, yanık et kokusu deli gibi titiriyordu bir süre daha kıpırdamadan durdu gözlerini araladı bir kaç santimden çimenleri gördü yemyeşildiler - hadi kalk bakalım! birisi ona seslenmişti yavaşça başını kaldırdı on metre ilerde, ayakta duruyordu İyice kalkıp oturdu kendisine saldıran \"Şey\i\" aradı o da az ilerde yatıyordu Çirkin gövdesinin her yanında dumanlar çıkıyordu İnanılmaz ağız ise kapalı olmalıydı oturduğu yerden göremiyordu - onun adı gromrk! timur hala titremeye devam ediyordu kendisine doğru gelen yabancıya dikkatlice baktı adam bir doksan boyunda ince uzun ve yaşlı biriydi Üzerinde haki renkli eski bir yağmurluk, başında ekose bir bere, ayağındaysa çamurlu çizmeler vardı yüzündeki kırışıklıklar da garsi amca\yı hatırlatıyordu son derece cana yakın ve biraz da yorgun bir ses konuşuyordu gelip timur\un karşısında yere oturdu timur yavaş yavaş olanları kafasında birleştiriyordu bu karşısındaki adam her kimse, onun hayatını kurtarmıştı - buraya kadar gelmemeliydin az daha geciksem gromrk\a iyi bir akşam ziyafeti olacaktın - sağ-sağolun efendim her türlü yasağı çiğnemişti bazı şeyleri göze almıştı ama bu kadar ani ve büyük bir cezayı hiç beklememişti - Şey siz ikinci sektörden misiniz? adam yaşlı olduğuna göre İkinci sektör görevlilerinden biri olmalıydı kurtarıcısı bir an duyduğunu anlamadan bakmıştı timur adamı incelemeye başladı ten rengi biraz garipti, dikkat çekici tek aksesuarı ise elindeki ince uzun ağaç çubuktu - hayır değilim kurtarıcının kaşları garip bir şekilde kalkmıştı sanki istemediği halde yalan söyleyen insanları sıkıntısını çekiyor gibiydi timur\un merakı iyice artmaktaydı - peki efendim, siz kimsiniz? - ben çiftçiyim planeterya\ ın uzağında yaşam zorlu ve ilginçti bu adam bu garip canavarların arasında bir çiftlik işletebildiğine göre çok güçlü biri olmalıydı - Çiftliğinizi görmek isterdim? Çiftçi gülümseyek başını çevirdi bir süre uzaklara baktı, sonra aynı anlayışlı ifadeyle ama bu sefer gülmeden, timur\un gözlerine içine baktı - sen zaten oradan geliyorsun timur sözcükleri duymuş ama cümleyi anlayamamıştı \"nasıl yani?\" diyebilmişti adam yeniden aynı gülümsemeyle konuştu - benim çiftliğim planeterya orada insan yetiştiriyorum timur anlayamıyordu başı iyiden iyiye dönüyordu - ne için yetiştiriyorsunuz insanları? Çiftçi ellerini iki yana açmıştı Çok hızlı konuşan biri değildi - yemek için - besi hayvanı olarak mı? Çiftçi başını hafif hafif \"evet\" anlamında sallıyordu timur bir anda sinirle titrediğini hissetti yerde yatan bu canavar ölüsünü görmese kesinlikle şaka olduğunu düşünecekti ama nasıl oluyorsa adamın doğru söylediğine emindi kendi feryadını duydu - ama, ama bu korkunç bir şey! bu tam anlamıyla bir yamyamlık! Çiftci şaşırmış gibiydi timur ise deli gibi bağırmasını sürdürüyordu - İnsan insanı yer mi? bu akıl almaz bir vahşet bir ara çiftçinin \"ama ben insan değilim ki\" dediğini duyup sustu adam hep aynı sakin ses tonuyla konuşuyordu - en az üç milyar yıldır var olan bambaşka bir ırktanım - ama aynı insan gibisiniz - bu sadece ben istediğim için böyle bambaşka bir şekle dönüşebilirim ama inan bana bundan hiç hoşnut kalmazsın hadi gel de seni planeterya\ya geri götüreyim aracım şurda duruyor ayağa kalktılar timur inanmaz gözlerle bakıyor, adamı takip edip etmeme konusunda kararsız kalıyordu Çiftci dönüp eliyle \"gel\" işareti yaptı Çaresiz peşinden gitti ağaçların başlangıcında garip bir ışık kırılmasıyla karşılaştılar sanki camdan yapılmış bir at arabasına benziyordu ancak atlar ortada yoktu Çiftci çıkıp oturdu timur da yanına geçti araç hiç ses çıkarmadan yerden biraz havalanıp, ormanın içine doğru döndü en yakındaki ağacın gövdesine doğru hızla yöneldi timur bir çığlık atıp gözlerini kapadı, yüzünde bir titreme hissetti, arkasından bir titreme daha gözlerini korkarak açtı ormanın içinde hızla ilerliyorlardı sanki maddesiz hayellermiş gibi ağaçların içinden geçip gidiyorlardı Çiftciye döndü adam anlayışlı bir şekilde gülümsüyordu - adın neydi senin? - timur Çiftci memnun bir ifadeyle başını salladı - bu adı biliyorum, senin kaydın çoktan alınmıştı bir an hatırlayamadım timur Çifçiye binlerce soru sormak istiyordu, ama nereden başlayacağını bilemiyordu araç yavaşlayıp yere indi - evet timur, senin soramadığın soruları ben yanıtlayayım bu çok uzun bir öykü eskiden senin ataların dünya denen bir gezegende yaşarlarmış ve aralarından bazı avanaklar uzayda başka canlılarla iletişim kurmak için deli gibi uğraşırlarmış sonunda başarmışlar da seslerini uzayın derinliklerine duyurmuşlar Çiftci burada susmuştu timur adamın devam etmesini istiyordu - bu çağrıya gromrk\lar mı yanıt vermiş? - evet timur, gromrk\lar ve onlardan çok daha korkunçları Çok kısa bir sürede dünya\daki yedi milyar insanın 99\u yenip bitmiş biz biraz geç geldik Çünkü insan bedeninin besleyici değerini geç keşfetmiştik timur uzaklara dalmıştı Şaşırarak ormanın sınırlarına gelmiş olduklarını ve ilerde planeterya\ ın evlerinin görüldüğünü fark etti demek ki çiftci kendisiyle konuşabilmek için özellikle aracı durdurmuştu \"neden insanlar?\" diye sorabildi - bak timur, bizim türümüz için hücre dna yapısı ve zeka gelişkinliği yüksek hayvani besinler çok gerekli Üç milyar yıl boyunca bir türü sürdürebilmenin tılsımı burada yatıyor - ama bu vahşet! Çiftci gene anlayışlı anlayışlı bakıyordu - timur, biz sizi kurtardık - yiyerek mi? - kesinlikle bak bu sizin planeterya denilen çiftlik, inanılmaz bir masrafla korunabiliyor ne gromrk\lar, ne de diğer vahşi yaratıklar içeri girebiliyor eğer bir gün, sizin etinizin modası geçer de satışlar düşerse, bu korumayı kimse finanse edemez ve inan bana bir kaç gün içinde paramparça edilirsiniz ve sizden geriye hiç ama hiç bir şey kalmaz etinizin lezzeti sizin tek kurtuluşunuz timur duyduklarına inanamıyordu garsi amcayı düşündü anlayışlı yüzü gözünün önüne geldi - unutmadan söyliyeyim garsi af124d yani senin garsi amcan çok zeki biriydi onun olgunlaşmasını yıllardır izliyordum bu parti içinde en çok krediyi de o aldı zaten - nasıl yani? onu baştan beri biliyor muydunuz? - tabii ki seni yetiştirmesini de ilgiyle izledik onu bir kaç sene daha tutabilirdik ama o kadar büyük krediler teklif edildi ki dayanamadım sattım Çok ünlü bir restoranın menüsüne girdi bile Çiftci garip bir şekilde gülümsüyordu - sen de timur, sen de onun öğrencisi sayılırsın seni de şimdiden pazarlamaya başlayabilirim timur korkuyla yerinden sıçramıştı - ne yani beni hemen kesip yiyecek misiniz? - hayır, kesinlikle değil Önce olgunlaşacaksın, sonra ürüyeceksin bunlar her canlının en doğal hakları ve bizim de kesin yasalarımız hiç bir türü yok edemeyiz, üreme hakkını kullanmadan kimseyi öldüremeyiz sen de kendi yaş kuşağınla birlikte mezbahaya gönderileceksin ama o güne gelmeden yıllar önce herkes senin kadar zeki ve meraklı bir etin yetişmekte olduğunu bilecek timur bu sözlerden sonra ayrılma vaktinin geldiğini anlamıştı yere indi, çiftci eliyle selam verip uzaklaştı timur olduğu yere yığılıp kaldı siriya çok merak etmişti başına dikilmiş, sorular sorup duruyordu timur yatağında doğrulmaya çalıştı ona başından geçenlerin hepsini anlatmak istiyordu ama içinde bir şeyler bunu yapmasına engel oluyordu yaşadıklarını anlatırsa her ikisinin de anında imha edileceklerini çok iyi biliyordu Çiftci bu konuda onu uyarmamıştı ama bir şekilde, hem de çok kesin bir dille, anlatmış olmalıydı kıza sarıldı artık kendini çok rahat hissediyordu Çiftçinin konuşmadan bambaşka şeyler de anlatmış olduğunu o anda anladı bütün insanlık tarihini biliyordu artık İnsanların tamamı ölümlü olarak yaşamışlardı hepsi de birer idam mahkumu gibi bu dünya\da infaz gününü beklemişlerdi Şimdi kendi yapacağı da aynısıydı yataktan dipdiri fırladı - siriya, benim karnım acıktı genç kızın da gözleri parlamıştı - nereye gidelim? - hamburgerciye - ne o timur, o iğrenç sebzeburgerlerinden mi yiyeceksin gene? timur kıza hiç alışmadığı bir şekilde gülümsedi siriya, çiftciyi hiç görmediği için bu gülümsemeyi tanıyamamıştı - hayır sevgilim, İkiz köfteli hamburger yiyeceğim

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Bilimsel Hikayeler

Eski 06-25-2009   #6
TiFus
Varsayılan

Cevap : Bilimsel Hikayeler



3000 Osmanlı

artık dünya yeni bir devirdedir ölümlülerin soyu gitikçe azalır osmanlı buna bir çare bulmalıydı klonlar işe yaramazdı klonların sadece 10 yıllık ömürleri vardı bunu uzatmak için osmanlının 10a yakın ayrı ayrı insan dnası bulması gerek başka gezegenlerden OSMANLI:tüm sistemler hazırmı KURT:evet efendim OSMANLI:mürettebat hazırmı KURT:evet efendim OSMANLI:kalkışa hazırlanın KURT:emredersiniz efendim geri sayıma 5 4 3 2 1 ilk gezegene doğru ilerlediler gezegen adı zaxso bir minator gezegeni insan dnası saptanmış robot 305 osmanlıya rapor verir 305:efendin gezene inme zamanınız 30 saniye OSMANLI:başlayın büyük bir gürültüyle iniş yaparlar minatorların lordu karşılamaya gelir geminin kapıları acılır osmanlı görkemli bir gelişle lordun gözünü kamaştırdı lord osmanlının zırhına göz dikmişti almak isyiyordu LORD:hoş geldiniz eee OSMANLI:osmanlı türkiyeden dünyadan minatorlar şaşaırır LORD:dünya güzel yer OSMANLI:hiç gittinmi LORD:hayır ama düşünüyorum şimdi buraya ne almak için geldiniz OSMANLI:insan lord sinirlenir LORD:insan yok burda gidin yoksa OSMANLI:yoksa ne bizemi sanlıdırçaksınız LORD:gerekirse evet ileri minatorların en güçlüleri çıkar minatorların generali OSMANLI:tamam teke tek savaş kim kazanırsa o yener LORD:ete et OSMANLI:tamam kurt kurt zıplayarak aniden öne çıkar vede minatora aniden saldırır kurt 1 ton ağırlığı 35 metre boy keskin dişler vede tırnaklar minator 25 ton ağıelığı 30 metre vede sadece balta kurt hızlıca koşar zıplar vede minatorun boğazından ısırarak parcalar ve derisi aniden ortaya cıkar KURT:padişahım bunlar insan LORD:insan zayıftı güçsüzdü insan artık yok minator var osmanlı kolunu kaldırır bir silah acılır vede ateş eder iğne minatorun kanını alır vede osmanlıya gerigelir osmanlı 9 tane daha ateş eder 9 minatordan kan örneği alır vede dünyaya döner minatorlar osmanlıdan korkar saygı olarak osmanlı zırhını vede kaskını minatora verir insan olunder giderken bi böcek bırakır teknolojide yardım eder dünyada dir tanesini kulonlar ama sonuç yine aynı 11 yıl yaşar vede ölür osmanlı gemiyi almaz roketleri çalıştırır vede yola çıkar tüm her yeri her gezegeni dolaşır vede burada olaylar başlar ben erşan yazar daha uzun yazardımda daha sonra 2 ve 3 gelicek sizde hayal edin osmanlıyı her bölümde bütün kahramanlarla savştığını hayal edin hulk,alien,wolveren adı herneyse işte doğrumu yazdım bilmiyorum osmanlıyı şöyle hayal edin istediği zaman kara bir elbise altına bürüne biliyor insan moduna giriyo yani istediği zaman kalıplı dev gibi bir robota dönüşe biliyo silahları siz koyun yani süper bir robot sizde bir kahraman yapın vede osmanlıyla dövüştürün kayben kim olursa olsun yeteki yazın eliniz yorulana kadar nası yazarsanız yazın ama yazın hayal etmek güzeldir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Bilimsel Hikayeler

Eski 06-25-2009   #7
TiFus
Varsayılan

Cevap : Bilimsel Hikayeler



Gandalfın Geçmiş Hayatı

Belki de uzun zamandan beri, Ethan devamini bildiği, ilerisini görebildiği bir karar vermişti: Katadrath Diyari’na gitmek Bu sefer kimi bulmasi gerektiğini de biliyordu, ne yapmasi gerektiğini de Louise’in hayatina yön verecek çok büyük bir karar, dahasi bir görev Ethan’i bekliyordu ve o, bunu her ne pahasina olursa olsun yapacakti, başaracakti – başarmaliydi! Gözlerini sikica kapatti ve düşüncelere daldi “Yenildim Bitap düştüm Yardima ihtiyacim var” Bu üç cümleye kendini olabildiğince vermeye çalişti, sadece bunlara yoğunlaşmasi gerekiyordu Üstelik bu sefer bir savaştan yenilgiyle ayrilmamişti – ortalikta bir savaş yoktu – ve bu, durumu daha da güçlendiriyordu “Ne yapiyorsun?” diye sordu Carazgisar “Eğer tekrar büyücünün yanina dönmeyi düşünüyorsan, şimdiden söyleyeyim boşuna uğraşiyorsun; büyücü şimdiye kadar kimseyle iki defa görüşmemiştir” Ancak Ethan onu duymamaya gayret ediyordu, cevap verecek olursa düşünceleri başka yöne kayacak ve tekrar odaklanmasi gerekecekti “Yenildim Bitap düştüm Yardima ihtiyacim var” Bu düşünceler yetmiyormuş gibi Ethan bir de Ölü Kasaba’da veremediği ilk sinavi, şeytanla ilk karşilaşmasini aklina getirdi Onlarca Ölü Kasabalinin ölmesine neden olmuştu, tabii Ölü Kasaba yerlisinin istenildiği zaman Carazgisar tarafindan tekrar diriltilebiliyor olmasi iyi bir şeydi, aksi takdirde Ethan’in duyacaği vicdan azabi daha keskin olacakti Carazgisar, gözleri hâlâ kapali derin düşüncelere dalmiş ve aklindan geçenleri sessiz bir biçimde mirildanarak dudaklarini oynatmakta olan Ethan’i seyrediyordu Ne yapmaya çalişiyordu bu adam böyle? Yoksa Louise’in ölümü kafasini oynatmasina mi neden olmuştu? Carazgisar bu kadar karamsar düşündükten sonra Ethan’a gerçekten bir şeyler olduğundan şüphelenerek ona tokat atmak üzere iki adim atmişti ki, arkasindan cizirtili bir ses biçak iner gibi inmişti bir anda, ayni zamanda Ethan’in gözleri de heyecan ve hayretle açilmişti, Carazgisar’in omzundan geriye bakiyordu şimdi gözleri Carazgisar da dönüp bakti iraz ileride, bir ayna gibi dikine elips bir cisim meydana gelmişti Etrafinda piril piril su damlaciklari gibi mavi noktalar dönüyordu ve bu noktalar, cismin ortasinda kipir kipir ediyordu Carazgisar bunun ne olduğunu sormak üzere Ethan’a dönmüştü ki, Ethan onun aklini okumuşçasina, gözleri hâlâ geçitte, “Katadrath Diyari’na girebileceğimiz geçit,” dedi u cevabin ardindan Carazgisar ne soru sormuştu, ne de bir şey söylemişti Ethan Louise’i sirtlayarak geçitten geçti, hemen ardindan da Carazgisar ve Kowdon’un, yaratik-adamin yaşadiği ormana adimlarini attilar Carazgisar ormana girer girmez hiç ürpermedi, hiç korkmadi – belki de kendisinin de bir cadi olmasindan ötürüydü - , Ethan da korkmadi; korkmaktan önce yapmasi gereken başka bir iş vardi Üstelik bu ormanin kendisine zarar vermeyeceğini, çok önceden buraya yaptiği ilk ziyaretinde karşilaştiği Kowdon’dan kisa bir sohbet neticesinde öğrenmişti Geçit arkalarindan kapanirken, Ethan ve Carazgisar, yerdeki çalilari hişirtiyla ezerek ilerlemeye koyuldular Onlar ilerledikçe, yollari biraz daha aydinlaniyordu, ormanin sonlarina doğru vardiklarinda ise tepelerindeki ağaç dallarindan süzülen güneş işiği kendini iyice belli etmeye başlamişti Ethan Louise’i çimenlere yatirarak derin bir nefes aldi Ardindan yere çömelmiş vaziyette başini yana çevirip tepeye, Carazgisar’in Katadrath Diyari’nin geniş manzarasini inceleyen gözlerine bakti “Burayi biliyor musun?” Carazgisar başini eğip alnindan boncuk boncuk terler akmakta olan Ethan’a çevirdi bakişlarini “Hemen hemen Daha önce buraya yolum pek düşmemişti” “Peki aradiğimiz büyücüyü, Miranda’yi nerede bulabileceğimiz hakkinda bir fikrin var mi?” Carazgisar olumsuz bir edayla başini salladi “Kolay bulabileceğimizi de sanmam” “Neden?” “Çünkü Miranda ve onun gibi büyücüler, kendilerini garantiye almak için etrafta pek dolaşmazlar, yaşadiklari yeri kendileri gibi büyücü olanlar bilir, hatta bazilari nadiren bilir” “Yani?” “Yani” Carazgisar içli bir biçimde derin bir nefes verdi, “Miranda’yi bulmamiz kolay olmayacak” Ardindan da hemen ekledi: “Hatta belki kendini korumak adina bazi yaratiklara, vahşi hayvanlara emir vermiş bile olabilir” “Ne?” Ethan duyduğu karşisinda apişip kaldi Carazgisar alayci bir ses koyverdi “Ne yani, Miranda’ya kolay ulaşacağini mi zannediyordun?” br / “Başima gelen onca şeyden sonra, hiçbir şeye kolay ulaşacağimi sanmiyorum, merak etme,” diye cevabi yapiştirdi Ethan Etrafi umutsuzca izledi “Ancak nereye, hangi yönde ve ne kadar gideceğimizi bilmeden elimden hiçbir şey gelmez” Başini kaldirip tekrar Carazgisar’a bakti Bunu fark eden Carazgisar ise ayni umutsuz ifadeyle karşilik verdi “Benim buralari iyi bildiğimi sanma Daha önce hep bir elçiyle buralara getirilip götürüldüm” “Yani etrafin haritasini çikaracak kadar göremez misin hiç? Büyü yeteneğini kullansan?” “Onun da yardimi olacağini sanmam” Ethan bir kez daha umutsuzluğa kapildi iyi de nasil bulacakti Miranda’yi? Ansizin, ilerideki çaliliklar Ethan’i ürpertecek, Carazgisar’i ise tedirgin edecek biçimde hişirdadi Ethan birden doğruldu ve Carazgisar’in hizasina geldi Şimdi ikisi de çaliliklara bakiyorlardi Ağaçlarin ve yapraklarin arasindan, Ethan’a hiç de yabanci gelmeyen bir el ve bir kol çikiverdi Ardindan öteki parçalar da çikiverdi Kowdon karşilarinda, yüzünde memnun bir gülümsemeyle dikilmişti “Merhaba sevgili dostum,” dedi Ethan’a bakarak “Sanirim yardima ihtiyacin var” Ethan’in içini bir anda derin bir umut kapladi Kowdon tabii ya, onu nasil olup da unutabilmişti? Gerçi unutmamişti, ancak burada, böyle bir durumda karşisina çikacağini bilmiyordu Kowdon’un bakişlari Ethan’dan Carazgisar’a kaydi ve yüzündeki memnun gülümseme yavaş yavaş silinmeye, yerini kin ve nefret duygusuna birakmaya başladi “O burada ne ariyor?” Kowdon bakişlari Carazgisar’da, belli ki Ethan’a sormuştu Carazgisar’a resmen bir pislikmiş gibi bakiyordu Ethan Kowdon’a ve Carazgisar’a bakiyordu şimdi ikisinin de nefret dolu bakişlari birbirlerine kilitlenmişti O an Ethan aklindan, acaba aralarinda ne türlü bir geçmiş sakli, diye geçiriverdi Yüce Konsey toplanmiş, konseydeki büyücüler hararetli bir biçimde konuşuyorlar ve tartişiyorlardi Uzun bir süreden beri istediklerini gerçekleştirmiş ve konsey toplantisinin yapilmasini sağlamişlardi Aylardir kendilerini büyük bir sikintiya sokan irklar arasi gizli savaşlar onlari çileden çikarmiş, resmen patlama noktasina getirmişti Huzurun ve barişin sağlanmasinin mutlak olduğu bu topraklarda, savaşi görmeye dayanamiyorlardi Ancak bu olaylar sadece birkaç ay içinde meydana gelmiş şeyler değildi, bu sikintilarin esas çikiş noktasi, Şeytan’in bazi gizli güçlerle yaptiği antlaşma idi Zherra ve Baroth adinda, artik konsey üyelerinin adlarini ezberlediği ve söylemekten bile çekinir hale geldiği iki savaşçinin Şeytan’la uzun bir süre önce yaptiklari antlaşma, irklar arasinda çok büyük tartişmalara, kavgalara neden olmuş, herkes birbirine çatar duruma gelmişti Dahasi bundan ilk önce haberi olan büyücüler, kendilerine haber vermedikleri gerekçesiyle öteki irklarin tehdidi altindaydi ve Mantonies Diyari’ndaki Ölü Kasaba gibi, ancak bu sefer tüm ülkeye yayilmiş olan bir korku ve endişe vardi Büyücülerin nasil olduysa söz haklari ellerinden alinmiş gibiydi, acilen aralarindan en iyi büyücüleri seçmeleri ve kendilerini temsil edecek bu büyücüleri savaşlari durdurmaya teşvik etmeleri gerekiyordu Amfi biçimindeki toplanti salonunun bütün koltuklarini doldurmuş olan büyücülerin uğultu biçimindeki konuşmalari, salonun ortasina girerek ağir bir biçimde ilerleyen, cüppesinin eteği yerleri süpüren, aksakali beline hatta daha aşağisina kadar uzanan Yüce Büyücü’nün karar verme masasina oturup tokmaği eline alarak masaya üç defa kuvvetli bir biçimde vurmasiyla bir anda kesilivermişti Karar verme masasinin çevresindeki yarim ay şekli oluşturacak biçimde yerleştirilmiş beş masada oturmakta olan büyücüler doğruldular ve önlerindeki parşömenleri toparladilar “Sessizlik! Sessizlik!” dedi Yüce Büyücü, elini kaldirip koltuklarda oturmakta olan büyücülere işaret ederek Ardindan boğazini temizledi ve konuşmasina başladi: “Bugün buraya, büyücüler kasabasinda yaşamakta olan genç ve yaşli bütün büyücülerin aylar süren israrlarinin neticesinde toplanmiş bulunmaktayiz Kimsenin inkâr edemeyeceği gibi, kasabamiz, dahasi Katadrath Diyari büyük tehlike altindadir Bu konu hakkinda, yüce konsey uzun süren uğraşlar sonucunda toplanma karari almiştir Kendimizi savunmak için yeteri kadar güce ve iktidara sahibiz, ancak bizim istediğimiz, bir savaş olmasi ve kendimizi savunmamiz değil, aksine savaş yaşanmadan bu işi bitirmektir Bunun için ise yaşli, tecrübe sahibi büyücü ve cadilari değil, daha genç olanlari kullanmayi umuyoruz” Salonda bir anda uğultular yükseldi, bu karara itiraz edenler oldu, sövenler oldu, fisildaşmalar son sürat devam etti Yüce Büyücü tekrar elini kaldirdi: “Lütfen sessizlik! Sessizlik!” Salondaki uğultu yavaş da olsa dindi Yüce Büyücü boğazini temizledi: “Bu tür bir kararda sizden beklediğimiz şey onayinizdir, reddiniz değil Unutmayin ki bu karari vermeden önce çok düşündük-“ “Ne kadar düşündüğünüz belli!” diye atildi oturan büyücülerden biri Yüce Büyücü’nün kaşlari çatildi, ancak sinirle değil, karşi çikan şahsin fikrini öğrenmek için “Böyle bir durumda, savaşin eşiğindeyken genç, acemilerle nereye varacağinizi saniyorsunuz?” “Dediğiniz doğru,” dedi Yüce Büyücü sakin bir biçimde “Bunu düşündük, elimizden başka ne gelir bunu da düşündük” “Irklarin liderleriyle konuşacak ve onlarla eski dostluklari bulunan yaşli cadi ve büyücülere ne oldu ki?” dedi cirtlak bir cadi sesi Yüce Büyücü kadini göremese de sesin geldiği yöne döndü ve başini hak verircesine salladi “Eğer eski dostluklarin ve ahbapliklarin hâlâ işlediğini düşünüyorsaniz hanimefendi, oldukça yaniliyorsunuz” Durdu, ciddi bir bakişla bütün salona bakti “Hatta bu çürüyen, eskiyen, neredeyse kopma noktasina gelmiş olan dostluk bağlaridir savaşa zemin hazirlayan nedenlerden biri-“ “Saçma!” Bu seferki hiriltili, yaşli olduğu oldukça belli bir sesti – hatta sesin sahibi yaşli büyücü yerinden kalkip Yüce Büyücü’yle birebir konuşuyormuş gibi bir tavir takindi “Sözleşmemiz yok muydu bizim? Antlaşmalarimiz? Düşmanlarimizin ya da müttefiklerimizin soyumuzun ileri gelenleriyle bizlerden yüzyillar önce imzaladiklari antlaşmalar? Mürekkepleri ne kadar çabuk kurudu o antlaşmalarin?” “Lütfen oturun” diye rica etti Yüce Büyücü “Böyle bir kriz ortamina ne antlaşmalari, ne de sözleşmeleri sokma niyetinde hiç değilim, çünkü bu savaş ortami hiçbirini etkilemiyor ve ilgilendirmiyor” Fisildaşmalar tekrar başladi Yüce Büyücü bugünkü toplantinin yorucu, sikintili, gergin geçeceğini önceden tahmin etmişti, kendisinin olacak olan olaylara dair öngörüleri kuvvetliydi Onun için mümkün olduğunda konseyin her üyesiyle nazik bir biçimde konuşmaya, hepsini sakin bir halde tutmaya çalişiyordu, aksi takdirde planladiği kararlari alamadan toplantiyi noktalamak zorunda kalabilirdi “Önerinize devam eder misiniz?” dedi orta yaşli bir cadi Onun sesi fisiltilari tekrar dindirdi Şimdi salona pürüzsüz bir sessizlik çökmüştü “Teşekkür ederim,” dedi Yüce Büyücü, bu anlayişli cadiya minnet duyarak “Dediğim gibi, bu kriz döneminde genç cadi ve büyücüleri kullanmayi, onlarin marifetlerini görmeyi istiyorum Şimdi düşünebilirsiniz ‘Bu bir sinav mi ki gençleri deneyeceğiz’ diye Böyle düşünmekte de haklisiniz; ancak her sinav zaten zoru başarmaya yönelik değil midir? Yalniz sizden ilk isteğim, bu kararimi bir sinav yapiyormuşuz ve gençleri de sinava tabii tutuyormuşuz gibi görmemeniz – böyle bir şey söz konusu bile olamaz” Yüce Büyücü önündeki, salon koltuklarinda oturmakta olan katilimcilarla arasindaki konsey üyelerine döndü Masalardan birindeki genç bir kizi işaret etti: “Miranda Crazamar, buyurun” Masalardan birindeki siyah uzun saçli, ciddi bakişli, kendinden son derece emin, yeşil gözlü ve çevik görünümlü genç bir kadin ayağa kalkti; salondaki diğer cadi ve büyücülere göre Miranda hayli modern giyinimliydi, cüppe giymek istememişti, nasilsa öyle görünmek istiyordu Sessizliğin arasinda, nefeslerin adeta tutulduğu dakikalarda olgun bir biçimde ilerleyerek Yüce Büyücü’nün büstünün yan tarafindaki bekleme bölümüne geçti, Yüce Büyücü gibi yüzünü salona döndü Merakli, inceleyici bakişlar bir anda Miranda’nin üzerine çevrilmişti “Miranda,” dedi Yüce Büyücü, “Hatirlayacağiniz üzere bizlere vakt-i zamaninda hayli başarilar getirmiş, oldukça yetenekli ve benim son derece güvendiğim bir cadi” Miranda yüzünde hafif bir gülümsemeyle Yüce Büyücü’ye döndü ve ikisi birbirlerine baş sallayarak karşilikli teşekkür ettiler Ardindan Miranda tekrar ciddi bir yüz ifadesiyle salona döndü “Karbarov Smizekon” Konsey masalarindan bir diğerinde yine genç bir büyücü ayağa kalkti, Miranda’nin aksine bu büyücü cüppe giymişti ve aksi, sinirli gibi bir ifade bütün yüzüne yayilmişti Hirçin adimlarla yürüyerek Yüce Büyücü’nün öbür yanindaki bekleme bölümüne girerek o da yüzünü salona döndü Yüce Büyücü yine söz aldi: “Karbarov, asilliğiyle ve dürüstlüğüyle takdir ettiğim bir büyücüdür Kendisine yalan söylenmesine, oyun oynanmasina ve ihanete asla göz yummaz Buradaki hayli cadi ve büyücüyle eşdeğer bir karakteri olmasindan ötürü zamanindaki savaş ve muharebelerde bizlere oldukça yardimi dokunmuştur” Karbarov, Yüce Büyücü’ye değil, salona başini salladi “Elizabeth McBien” Sarişin, oldukça güzel bir cadi, Miranda’nin demin kalktiği ayni masada ayağa kalkti, seri adimlarla Miranda’nin yanina gelerek durdu, salona döndü “Elizabeth,” dedi Yüce Büyücü, “bana son derece iyi bir casus gibi gözüküyor” Bunu dedikten sonra içtenlikle güldü, onunla birlikte salondan da kisik gülüşme sesleri duyuldu Elizabeth de olduğu yerde, salona bakarak güldü “Kendisi birçok gizli görevde yer almiş ve vazifesinin hakkini başariyla vermiş, son dönemin iyi cadilarindan biri,” diye ekledi Yüce Büyücü Elizabeth Yüce Büyücü’nün sözünü tasdikler gibi başini öne tek bir kez salladi “Ve son olarak,” diye devam etti Yüce Büyücü, “Carazgisar” Ancak Yüce Büyücü’nün bunu demesinin ardindan, önündeki beş masada da kalkan kimse olmadi Yüce Büyücü’nün bu duruma bir açiklamasi vardi elbette: “Ancak kendisi şu an aramizda değil, kadim bir görevde En kisa zamanda, tahminimizce yarin gün içerisinde gelmesini umuyoruz Yarin akşam güneş batmadan onu ve beraberinde getirdiği konuğu karşilayacağiz” Salonda tekrar miriltilar yükseldi Yüce Büyücü elini kaldirip onlari susturdu “Konseyin başinda da dediğim gibi, dostlarim” Yüce Büyücü “Dostlarim” kelimesini içtenlikle söylemişti “Son derece tehlikeli bir durumun ortasindayiz ve savaş an meselesi Bizler her ne kadar istemesek de er ya da geç bir savaş olacak ve bizlerin bu vakitten sonra yapmasi gereken şey, savaşin olup olmamasini tartişmak değil, savaşta kendi tarafimizi belirlemektir” Yüce Büyücü iki yanindaki genç büyücülere dönerek onlari ima edercesine sözlerini sürdürdü; “Bu genç büyücülerimizin bizlere her zaman için yardimda bulunma sözleri var, bunu bizler unutmadik, kendilerinin de unuttuğunu sanmiyorum Amacimiz tarafimizi belirleyip savaşta gerekli pozisyonu almak ve bu savaştan mümkün olduğunca en az hasarla çikmaktir Tabii sözle durumu her ne kadar hafifletiyor gibi görünsek de, bahsettiğimiz düşman Şeytan’in birebir kendisi olduğu için elimizden gelenin en iyisini yapmaya gayret edeceğiz Unutmayiniz ki, herkes başta savaşa yalniz girer, ancak savaşin kizişan zamanlarinda iyi taraf, kötü taraf; hakli, haksiz; dost, düşman; bunlarin hepsi belli olur “Diyeceklerim bu kadar Hepinize konseye katildiğiniz ve gösterdiğiniz nezaket çabasi için teşekkür etmek istiyorum” Yüce Büyücü’nün sözlerini bitirmesiyle birlikte, amfi biçimindeki salonda dinleyici koltuklarinda oturmakta olan genç yaşli bütün cadi ve büyücüler ayaklandilar Hepsi yavaş yavaş siralarin bitimine doğru yürümeye koyuldular Yüce Büyücü arkasini dönüp salona girdiği kapiya doğru yürümeye koyuldu Arkasindan Miranda’nin ona bir şey söylemek üzere sessiz adimlarla geldiğini fark edemedi Kapiyi açip dinlenme odasina girdiğinde Miranda’nin da arkasindan geldiğini ve kapiyi onun yerine kapattiğini gördü Tek kaşini kaldirarak Miranda’ya bakti “Hayirdir Miranda?” “Yüce Efendim, size bir şey sormak istiyorum” br / “Tabii, tabii” Yüce Büyücü ilerideki koltuğa cüppesinin eteklerini çekerek oturdu Onun hemen karşisindaki koltuğa da Miranda oturdu Bakişlarindan, Yüce Büyücü’nün bahsettiği, Carazgisar’la birlikte gelecek olan konuğun kim olduğunu merak ettiği anlaşiliyordu – ancak meraktan ziyade, bu konuğun kim olduğunu bildiği için, gerçekten onun gelip gelmeyeceğiyle ilgili tereddüdü vardi sadece “Bahsettiğiniz konuk,” diye söze başladi Miranda, “son silahşor” “Evet” Yüce Büyücü başini salladi Dikkatle Miranda’dan gelecek soruyu bekliyordu “Onun bize gerçekten bir yararinin olacağini düşünüyor musunuz?” Yüce Büyücü önce bu soru karşisinda durup kaldi –sanki Yüce Divan’da ülkenin ileri gelen büyücüleri ve cadilarinin karşisinda sorguya çekiliyordu- ancak sonra bu sorunun içindeki samimiyet duygusunu kapmiş olacakti ki, içtenlikle cevapladi: “Yararinin olmayacağini düşünsem, onu senin gibi iyi bir cadi olan Carazgisar’la niye getirteyim?” “Ben – biliyorum – kararlarinizi sorgulamak niyetinde değilim Ancak” Miranda birden kekelemeye başlamişti “Ne demek istediğini anladim sevgili kizim,” dedi Yüce Büyücü Bununla birlikte Miranda rahatladi “Ancak, her irkin tarihinde bir kez bir mucize yazar ve bu irk bu mucizeyi kaçirmamalidir Daha önce – yüzyillar önce - devlerin irkina yazilmiş olan bu mucize şimdi de bizim irkimiza, yani cadilarin ve büyücülerin irkina yazildi Bunu senelerdir araştiriyoruz, artik cevabin son silahşor olduğuna eminiz Onun bize yardimlari, iyilikleri dokunacak” “Peki ya yardim etmek istemezse? Ya kendini bir savaşa hazir hissetmezse?” “Bizim kendimizi bir savaşa hazir hissetmemiz şimdilik bütün dertleri ortadan kaldiriyor Sonuçta son silahşoru tek başina savaşa yollayacak değiliz” Yüce Büyücü durup bakişlarini Miranda’yla arasindaki boşluğa çevirdi ve el parmaklarini birbirine geçirerek başini kaldirip tekrar genç cadiya bakti “Yardimi konusunda da hiçbir kuşkum yok Sonuçta ona biz de, dahasi sen de yardim edeceksin” “Ben mi?” Miranda şaşirmişti Konunun birden kendisine dönmesini beklemiyordu “Ben ne gibi bir yardimda bulunacağim?” “Son silahşor Ethan buraya geldiğinde bunu onun ağzindan duyacaksin Ve aranizda iyi bir pazarlik olacak” “Anlayamadim?” “Anlayacaksin, sevgili kizim, anlayacaksin” Yüce Büyücü yine o insanin içini isitan sicacik gülümsemesini takindi ve oturduğu yerden kalkti, onu Miranda takip etti ikisi beraber odanin kapisina doğru yürüdüler “Sen şimdilik bunlara hiç kafani takma ve güzelce istirahat et Arada bir büyü kitaplarini kurcala, eski büyülerini tazele, çünkü bir günden bile kisa bir süre sonra değil dinlenecek, kafani toparlayacak vaktin bile olmayacak” Yüce Büyücü kapiyi açti ve Miranda’yi kapidan uğurladi Miranda Yüce Büyücü’nün üstü kapali konuşmasindan pek bir şey anlamamişti Son silahşor Ethan’a ne gibi bir yardimi dokunacakti ki? Bu soru kafasinin belli bir köşesinde bir çerçeve gibi asilip kaldi ve Miranda, arkasindan el sallayan Yüce Büyücü’ye hayranlikla bakip, konsey salonunu terk eden diğer cadi ve büyücülerle birlikte binanin çikiş yolunu tuttu

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.