Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiAntakya (Hatay) Hakkında Bilgi Hatay Genel Bilgi Akdeniz'in doğu kıyılarında Toroslar'ın güney uzantısı Amanos ile Habib Neccar Dağları'nın önündeki Amik orasında kurulmuş olan Hatay ilinin merkezi Antakya (Antiocheia), Anadolu'nun en erken yerleşim merkezlerinden birisidir Kızıldeniz'den başlayan, Şeria ve Asi Nehir yataklarının çöküntüsü olan Amik Ovası'nı Lübnan Dağları'ndan çıkarak Akdeniz'e dökülen Asi Nehri ikiye bölmektedir İlin yüzey şekillerini dar kıyı ovaları, bunların gerisinde kıyıya paralel olarak uzanan dağlar ve doğu kesimini kaplayan Kahramanmaraş-Hatay çöküntü oluğu belirlemektedir İl topraklarını Amanos Dağları engebelendirir Güneybatı-kuzeybatı doğrultusunda uzanan ve düzenli bir sıradağ oluşturan Amanos Dağları'nın en yüksek noktası Mığırtepe'dir (2240) Diğer yükseltiler 2000 myi aşmamaktadır Amanos Dağları'nın 800-1000 m yükseklik kuşağında düz basamaklar biçiminde platolar bulunmaktadır Hatay'ın en önemli akarsuyu Asi Irmağı'dır Asi Nehri il sınırları içerisine girdikten sonra Karaçay, Afrin Çayı ve Balıklı Gölü Kanalı'nın birleşmesi ile oluşan Küçük Asi Çayı kolunu alır Samandağı yakınlarında bi delta oluşturarak Akdeniz'e dökülür Asi ırmağı'nı Hüseyinli, Kavaslı ve Defne dereleri beslemektedir Ayrıca Amanos Dağları'nın batı yamaçlarından kaynaklanarak Akdeniz'e dökülen Deliçay, Mersin Çayı, Arsuz Çayı, Çoklu Deresi ve Gülcihan Çayı gibi küçük akarsuları da bulunmaktadır Amik Gölü ise ilin en büyük gölü idi Asi, Afrin ve Karaçay vadi tabanlarının akarsuların taşıdığı alüvyonlarla dolması sonucu oluşan Amik Ovası ilin en geniş en önemli düzlüğüdür Amik Gölü'nün kurutularak tarıma açılması ile Amik Ovası'nın alanı 900 km2 olmuştur Yüzölçümü 5570 km2 olan ilin toplam nüfusu 1197139'dur Hatay, Akdeniz İkliminin etkisindedir Amanos Dağları iç ve kıyı kesimleri arasında bazı farklılıklara neden olmaktadır İlin alçak kesimlerinde ender olmakla birlikte kar yağmaktadır Bu kesimlerde yazları çok sıcak geçmektedir İlin ekonomisi sanayii, tarım ve hayvancılığa dayalıdırYetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; domates, buğday, portakal, soğan, mandalina, pamuk, zeytin, patlıcan, sakız kabağı, üzüm, kavun, dolmalık biber, taze fasulye, yerfıstığı, soya fasulyesi, deri, yumurta, karides ve salatalıktır İlde bitkisel üretim geliştiğinden hayvancılık gerilemiştir Sanayide ise demir-çelik, yapay gübre, dokuma, makine, yedek parça, un, bitkisel yağ, sabun, tuğla ve kiremit üretimi yapan fabrikaları bulunmaktadır Ayrıca il topraklarında dolomi ve manden suları da vardır Eski adı Antiocheia olan ilin bu ismi, Helen dilinde "Antiochos'un Yurdu" anlamına gelen bir sözcüktür Bununla beraber Anadolu'da bu ismi taşıyan üç kent daha bulunmaktadır Antiocheia'da yapılan yüzey araştırmaları ve kazılar yörenin MÖ10000-4000 arasına tarihlenen Paleolitik Dönem yerleşim izlerini ortaya çıkarmıştır ProfDr Enver Bostancı ile ProfDrMuzaffer Şenyürek'in Samandağı Mağaracık Köyü yakınındaki Merdivenli Mağara'da yapmış olduğu kazılar Paleolitik Çağ kültür katlarını n ortaya çıkmasına neden olmuştur İşlenmiş uçlar (point), kazıyıcılar (racloir), deliciler, el baltaları ve yongalar Merdivenli Mağara'da bulunmuştur Hatay'ın merkezi Antiocheia'nın 12 km Güneydoğusundaki Altınözü'nde de çakmaktaşı aletler ve el baltaları ele geçmiştir Çevredeki mağaralar paleolitik Çağ sonlarında da burada bazı yerleşmeler olduğunu göstermiştir Ne var ki bu mağaralardan bazılarını Romalılar taş ocağı olarak kullanmış ve Prehistorik kalıntıları tamamen yok etmiştir Hatay yöresinde Orta Paleolitik Çağa tarihlenen insan dişleri, memeli hayvan fosilleri de bulunmuştur Ayrıca Tıkalı, Kanal ve İncili Mağaralarında da aynı döneme tarihlenen yerleşim katları ve çeşitli buluntular da ortaya çıkarılmıştır Bunların arasında İncili Mağara'da ele geçen ve Üst Paleolitik Çağa tarihlenen Homo Sapiens Çevliki Yensis fozil kemiklerinin de antropoloji yönünden kendine özgü bir yeri vardırSeleucus dönemi keramiklerinin de aynı yerde bulunuşu yöredeki yaşamın sonraki yıllarda da sürdüğüne işaret etmektedir Hatay'ın Amik Ovası'nda, özellikle Reyhanlı yakınlarında Neolitik (MÖ8000-5500), Kalkolitik (MÖ5500-3500) ve Tunç Çağı'na (MÖ3500-1000) tarihlenen bir takım yerleşim alanları ile karşılaşılmıştır Bunlar arasında en iyi bulguları, Antakya Reyhanlı Karayolu'nun 22kmdeki Tell Açana (Alallah) ile Tell Tayınat vermiştir British Museum adına Sir Leonard Woolley Tell Açana kazılarında 17 kültür katını peş peşe ortaya çıkarmıştır Kalkolitik Çağ'dan başlayarak MÖ1190'da sona eren bu yerleşim katlarında Girit, Miken Hitit kültürlerinin izleri görülen saraylar, tapınak ve savunma yapıları ile karşılaşılmıştırMÖ XVIIYüzyılda Hititlerin eline geçen yöre, onların çöküşünden bir süre sonra bağımsız kalmışsa da Asurluların egemenliğine girmiştir MÖ1800-1600) Babil'e bağımlı Yamhad Krallığı'nın egemenliğine giren yöredeki buluntular Hitit, Hurri-Mitanni ve Mısır etkisinin burada sürdüğünü açıkça göstermektedir Amik Ovası yerleşimlerinde görülen saray mimarisi kalıntıları, Tunç Çağının siyasi yapı ve yaşayışı ile ilgili bazı bilgiler yanında, bu yerleşimlerin beylikler biçiminde örgütlendiğini de ortaya koymuştur İlk Tunç Çağı sonunda Amik ovasındaki beylikler Mezopotomyadan gelen Akadların egemenliği altına girmiş, fakat bu egemenlik kısa sürmüştür Bundan sonraki dönemde kuzeyden gelen kavimlerinde etkisiyle başlayan kargaşa dönemi MÖ 1800 yıllarına kadar devam etmiştir MÖ 1800-1600 yılları arasında yöre, merkezi Halpa (Halep) olan Yamhad Krallığına bağlı bir beyliğin toprakları içinde yer almıştır Başkenti Alalah (Atçana) olan bu beylik iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Yamhad Krallığına bağlıydı Bir ara Yamhad Krallığının merkezi Atçanaya taşınmış ve Kral Hammurabi burada MÖ 1780-1750 dönemine tarihlenen ve kalıntıları bu günde görülen surlarla çevrili bir saray yaptırmıştır Hammuribinin yerini Babil Kralı Hammurabiyle çağdaş olan ve hakimiyeti MÖ 1686 yılına kadar Yarim-Lim almıştır Yarim-Lim döneminde Orta Anadoluda ortaya çıkan Hitit krallığı, güçlenip birliği sağladıktan sonra güneye yönelmiş, Amik ovası üzerinden Yamhad krallığının üzerine yürümüştür MÖ 1620 yılında Hitit Kralı Hattuşil ölünce sefer sonuçlanmamamış, Onun yerini alan oğlu Murşil, Yamhad Krallığı üzerine yeniden seferler düzenlemiş, Atçana ve çevresindeki yerleşim yerleri ile Halpa şehrini ele geçirerek, şehri yakıp yıkmıştırArdından seferine devam ederek Babili ele geçirmiş, çok sayıda esirle Hattuşaşa dönmüştür Bundan sonra Antakya ve çevresi Murşilin ölümüne kadar Hitit egemenliği altında kalmıştır Onun ölümünden sonra yöredeki prenslikler Hitit egemenliğine baş kaldırmışlarsa da Prens İlim-İlimmanın başında bulunduğu Atçana Beyliği ile diğer kentler MÖ 1490larda Mısır egemenliğini kabul ederek Firavun Tutmasis IIIe bağlanmışlardır MÖ 15 yüzyıl ortalarında Yamhad Krallığı Hitit egemenliği altına girdi II Hattuşil döneminde Yamhad Krallığı ve diğer yöre devletleri bir süre bağımsız kalabildilerse de, I Şuppiluliuma bu yöreleri tekrar ele geçirmiştir Daha sonra Şuppiluliuma ikinci bir sefer daha düzenleyerek bölgeleki Hitit egemenliğini kesinleştirmiş ve bu durum MÖ XIII yüzyıla kadar devam etmiştir XIIIyüzyılda Kral Tukulti-Ninurta zamanında Asurlular Güneydoğu Anadoluyu ele geçirmiştir MÖ 1200lü yıllarda Hitit devleti zayıflayınca Güney Anadoluda Fırat kıyıları ile Konya arasındaki bölgede çok sayıda yeni küçük devletler ortaya çıkmıştır Etnik kökenleri, dilleri ve gelenekleri farklı olan bu devletçikler uzun süre siyasi bir birlik kuramamışlardır MÖ1200'de Yunanistan'dan Anadolu'ya yönelik Dor göçü bu bölgeye kadar uzanmıştır Bu göçmen grubu Batı Anadolu ve Kıbrıs'ta belirli aralıklarla konakladıktan sonra Amik Ovası'na ulaşmışlardır Ancak yeni gelenlerin yöredeki kültürlere büyük zararları olmuş yeni gelenlerin baskısına karşı koyamayan Hititler Kuzey Suriye'ye çekilerek küçük devletler kurmuşlardır Bu arada Arami'ler de Kuzey Suriye'ye gelerek Hititlerle karışmışlardır Böylece Kuzey Suriye'de öncekilerden çok farklı bir kültür meydana gelmiştir Büyük İskender, (MÖ356-323) MÖ333'te Darius'u İsos'ta yenmesiyle birlikte Anadolu'daki Pers egemenliğine son vermiştir Makedonya'dan Hindistan'a kadar uzanan İskender İmparatorluğu'nun zamanında Hatay yöresinde Bottias ve İopolis isimli iki küçük Yunan kolonisi bulunuyordu MÖ 334-333 yıllarında Anadoluyu baştan başa aşıp, Gülek Boğazından Çukurovaya geçen Büyük İskender Akdenizin kuzeydoğu ucunda, bir sahil kasabası olan Myriandrosta (bugünkü İskenderun) kamp kurmuştur Bu sırada bölgede bulunan Pers İmparatoru III Dareios da Amanos dağlarını aşıp bu günkü Dörtyolun bulunduğu ovaya inmiş, Pinaros çayı (Deliçay) kıyısında savaş düzeni almıştır Bunun üzerine İskender Dörtyol ovasına geri dönmüş ve iki ordu, İssosta savaşa başlamış ve İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmıştır (333) Bundan sonra İskender kazandığı zaferin anısına Myriandrosın adını “Alexandria” olarak değiştirmiş, Amanos dağlarını aşarak Amik ovasından geçip yoluna devam etmiştir İskenderin MÖ 323 yılında ölümü imparatorluğunun generalleri arasında paylaşılmasına neden olmuşturBunlardan Seleukos I Nicador Suriye ve çevresindeki Hatay yöresini de kapsamına alan topraklarda Seleucus devletini kurmuştur MÖ 312 yılında I Antigonosu yenen Seleukos, Asur ülkesi ile İrandaki satrapları kendisine bağlamış, Dicle kıyısındaki Seleukeia kentini merkez yapmıştır MÖ 307 yılında Antigonos, bugünkü Antakyanın kuzeyinde Akdeniz sahilinden doğuya uzanan yol üzerinde, Asi Nehri kenarında bir şehir kurmuş ve bu şehre “Antigonia” adını vermiştir Seleukos Nikator, MÖ 23 Nisan 300 tarihinde Akdeniz kıyısında Seleukia (bugünkü Samandağ-Çevlik) kentini kurmuş ve başkenti buraya taşımıştır Seleukeiada şehir surları içinde bir de liman inşa ettirmiştir Daha sonra I Seleukos Antigoniayı yıktırıp, daha güneyde, dağ eteğinde (Antakyanın bugünkü yerinde) yeni bir şehir yapılmasını istemiş ve şehrin temeli MÖ 22 Mayıs 300 tarihinde atılmış, yapımı tamamlanınca da devlet merkezi buraya nakledilmiştir Seleukos şehre babasının (ya da oğlunun) anısına “Antiokheia” adını vermiştir Başkent Antiocheia hızla gelişerek önemli bir merkez olmuştur ISeleukos döneminde su kanalları yapılarak Defne (Harbiye) çağlayanlarından Antakyaya su getirilerek, şehirde su depoları ve dağıtım şebekeleri yapılmıştır Bu çalışmalar sonraki krallar zamanında da devam ettirilmiştir Antiocheia'da MÖ64'te yeni bir dönem başlamıştırGeneral Pompeus'un Roma İmparatorluğu topraklarına kattığı Antiocheia kısa sürede gelişmiş, nüfusu 500000'e ulaşmış ve şehir ekonomik, siyasi ve kültürel bir kimlik kazanmıştır Bunun sonucu olarak da Roma ve İskenderiye'den sonra Roma İmparatorluğu'nun üçüncü büyük kenti olmuş ve Doğunun Altın Şehri ismi buraya yakıştırılmıştır Antiocheia'da MÖ195'te başlayan ve MSVIyüzyıla kadar süren olimpiyat oyunlarına benzer spor yarışmaları düzenlenmiştir Bu oyunlar İmparator Claudius zamanında olimpiyat adıyla kurumlaşmıştır Roma İmparatoru Octavioanus (MÖ63-MS14) Marcus Ulpius Traianus (MS98-117), Tiberius (MS14-MS37) Antiocheia'ya yakın ilgi göstermişlerdir Antoninus Pius (138-161) uzun süre burada yaşamıştır Roma iç savaşlarında Antiocheialılar CJulius Caesar'dan (MÖ12/13-MÖ44) yana olmuştur Bundan hoşlanan JCaesar Antiocheia'da dokuz gün kalmış, halka verilen imtiyazları yenilemiş, yukarı mahallelere su getirmiş ve bir de tiyatro yaptırmıştır CJulius Caesar'ın ölümünden sonra Partlar kente girmişse de Romalılar yeniden yöreye egemen olmuşlardır Bu dönemde hipodrom, sirk ve tiyatrolar onarılmış, yeni devlet binaları yapılmıştır İmparator Tiberius zamanında Habib-ül Neccar Dağı'ndan aşağıya inen sularla kent kuşatılmıştır İstanbul'dan sonra en uzun surlar olarak nitelenen Antiocheia surları 12 km uzunluğa ulaşmaktaydı Ne yazık ki, bunlardan günümüze pek azı gelebilmiştir Asi nehri ağzında bulunan ve eski çağlardan beri kullanılan El Mina, yöredeki kentlerin ticari bağlantısını sağlayan önemli bir limandır Bu limandan IV Yüzyıla kadar küçük gemiler nehir yoluyla Antakyaya kadar gelebiliyorlardı Seleukeia Pieria limanı hizmete girince deniz ticaretinin ağırlığı bu limana kaymış ve El Mina önemini yitirmiştir Burası aynı zamanda Roma İmparatorluğunun Doğu Akdenizdeki en önemli askeri üssü konumundaydı Judea Kralı Herot kenti güneyden kuzeye doğru kesen, granitten bir yol yaptırmış, İmparator Octavianus Augustus da (MÖ23-MS14) yolu kuzey kapısına kadar uzatmıştır İmparator Tiberius bu yola revaklar eklemiş, kenti tunç ve altın yaldızlı heykellerle süslemiştir Bu dönemde altın ve tunçtan yapılmış Tyche heykeli Antiocheia'nın sembolü olmuştur Tyche heykelinin en güzel yapıtı Eutühides tarafından yapılmış olup, Roma Vatikan Müzesi'ndedir Roma kaynaklarından ve bazı kalıntılardan kentte oldukça ileri düzeyde bir hamam sisteminin geliştirildiği öğrenilmektedir Bu konuda yapılan araştırmalar kentte gerçek isimleri bilinmediğinden A, C, E olarak tanımlanan hamamlar bulunuyordu Ayrıca Apolausis hamamı da onlara eklenmektedir Bunlardan C hamamının her iki eksenine göre simetrik, E hamamının da ikisi simetrik olmak üzere üç büyük nişli caldiriumu (sıcaklık) vardı Geç Roma Çağı'nda İtalya'da görülen yol kavşaklarına yerleştirilen anıt tipindeki tetrapilonlardan birisi de İmparator Caligula Cermanicus (MS31-41) yıllarında yapıldığı sanılmaktadır Antiocheia'nın 9 km doğusundaki Daphne (Harbiye) Romalıların sayfiye yeri idi Romalı kumandan ve zenginlerin villalarının mozaikleri kentin önemini, zenginliğini bir kat daha gözler önüne sermektedir Buradaki Apollon, Artemis, Herakles ve İsis tapınaklarının isimleri kaynaklarda geçerse de onlarla ilgili hiç bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır Âsi Nehri üzerindeki İmparator Diocletianus'un (MS245-316) yaptırmış olduğu üç gözlü köprü ne yazık ki, 1970'den sonra yeni bir köprünün yapılabilmesi için yıktırılmıştır MÖ300'lü yıllarda İmparator Vespasianus (MS17-79) zamanında Samandağ'da sel sularını önlemek amacıyla 138 m uzunluğu, 6mgenişliği ve 7 m yüksekliği olan bir tünelin yapımına başlanmıştır Sonraki yıllarda İmparator Titus Vespaianus Augustos (MS39-81) tarafından tamamlanmıştır Antiocheia (Antakya) Hıristiyanlığın başlangıç ve yayılma dönemlerinde önemli bir dini merkez konumuna gelmiştir Hzİsa'nın çarmıha gerilişinden sonra havarileri Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, bu nedenle de Anadolu ile Yunanistan'a sık sık gitmişler, Roma'ya kadar uzanmışlardır Hıristiyanlıktan önce Antiocheia'da Gentil denilen bir cemaat yaşıyor, Sinagoglarda Eski Ahid'in MÖ270'de yapılmış çevirileri okunuyordu Gentiller Yahudilerin yüksek ahlâki ve ruhanî Tanrı kavramı ile inanların ahlâk yasalarının etkisinde kalmışlardı Aziz Paulos ile Aziz Barnabas bu cemaate vaaz vermeye başlamadan önce Samiriye'de aynı adetleri benimsemiş bir topluluk yaşıyordu Özellikle Aziz Petrus'u tanımak ve ondan vaaz dinlemek amacıyla (Caesarea'da (Kayseri) bir araya gelen Romalı yüzbaşı Cornelius ile yakınları vaftiz olarak yeni dini kabul etmişlerdi Bu arada Aziz Petrus da görmüş olduğu bir rüyanın etkisinde kalarak onları ziyarete gelmiştir Bundan sonra Roma İmparatorluğu'nun Filistin'deki bir kenti olan Judae'daki kilise vecd halini Kutsal Ruhun vaftizi olarak kabul etmişti Bu arada Antiocheia'da Hıristiyan dinini kabul edenler arasında şiddetli bir tartışma gelişmiş, tartışmanın ana noktasını "Musa'nın adetine göre sünnet olmayanların" durumu oluşturmuştur Aziz Paulos ile Aziz Barnabas'ın ılımlı görüşlerine Judae'dan gelenler karşı çıkmışlardır Bu tartışmayı sonuca bağlayabilmek için Aziz Paulos ile Aziz Barnabas Kudüs'e giderek konuya açıklık kazandırmaya çalışmışlardır Anadolu'daki bazı mucizeler bu toplantıda dile getirilmiş ve sünnetin üzerinde fazla durulmaması, yalnızca Kutsal Ruh'un kabul edilmesi öğütlenmiştir Bu kararın ardından Aziz Yahuda, Aziz Silas, Aziz Paulus ve Aziz Barnabas'ın Anadolu'ya gönderilmeleri kararlaştırılmıştır Ayrıca Azizler Antiocheia, Suriye ve Kilikya'daki Gentillerin Hıristiyanlığı kabul ettiklerini bildiren mektubu teslim etmekle de görevlendirilmişlerdir Bundan sonra da Aziz Paulus ile Aziz Barnabas Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Antiocheia'dan yolculuklarına başlamışlardır MS252-300 yıllarında Antiocheia'da on kilise toplantısı yapılmış, ayrıca Anadolu Patriği'nin de merkezi olmuştur Kutsal Kitap'ın MSIVyüzyıl sonunda Hieronymus tarafından yapılan Latince çevirisi olan Vulgata'yı hazırlayan Aziz Jerome, Antiocheia'da İsa'nın hayalini gördüğünü söylemiştir Roma İmparatorluğu'nun 395'te ikiye ayrılmasından sonra Antiocheia Doğu Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) sınırları içerisinde kalmıştır Roma döneminde başlayan Arap akınları Bizans döneminde de sürmüş ve yöreyi tehdit etmiştir Buna rağmen Antiocheia önemini korumuş Bizans'ın İran'a yaptığı seferlerde de üs olarak kullanılmıştır İmparator Iustinianus (527-565) Arap akınlarına önlem olarak kenti eskisinden daha küçük surlarla çevirmiş, yollarını taş döşeli olarak yenilemiş, tiyatro, hamam ve su yolları yaptırmıştır Bizanslılardan arta kalan dört sur kapısından yalnızca Demir Kapı (Halep kapısı) günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir Antiocheia bu yıllarda doğal afetlerden büyük zarar görmüş; MS 35,37 ve 41-45 arası, 115, 341, 365, 396, 458, 526, 528 ve 531-534 arası, 532, 551, 557, 588, 589 depremleri kenti baştan başa yıkmıştır Bunlardan en şiddetli ve en çok can kaybına yol açanı, 29 Mayıs 526 tarihinde meydana gelen depremdir Bu depremde 250000 kişi ölmüş ve Antakya ile birlikte Daphne ve Seleukia Pieria de yerle bir olmuştur 528 yılında meydana gelen deprem de de en az önceki kadar şiddetli ise de can kaybı diğerlerine göre daha az olmuştur 526 ve 528 depremlerinden sonra yeniden kurulan yeni Antiocheia'da 542 yılında bir veba salgını yaşanmıştır İranlılar Antiocheia ve civarını yakıp yıkarak, 611-628 yılları arasında işgal etmişlerdir İmparator Herakleios (575-641) bölgeyi İranlılardan kurtarmak istemişse de 622'de kentin önünde yapılan savaşta yenilmiştir Bunun üzerine İranlılar Antiocheia'yı boşaltarak orada yaşayanları İran'a gitmeye zorlamıştır Bizanslılar yöreyi yeniden ele geçirmişlerse de Yermük Savaşı'ndan sonra (636), Übeyde Bin Cerrah komutasındaki Arap orduları bir kez daha Antiocheia'yı kuşatmıştır HzÖmer'in isteği ile herhangi bir çatışmaya girilmemiş ve kent teslim olmuştur (638) Antiocheia'lılar zaman zaman Araplar'a karşı ayaklanmışlarsa da bundan sonuç alamamışlardır Muaviye ve Velid Bin Abdülmelik kentte nüfusu çoğaltabilmek için Araplar'ı buraya yerleştirmiştir Antiocheia, Abbasiler döneminde sakin bir devir yaşamış, Halife Harun Reşid kenti ziyaret etmiştir 843-849 yılları arasında İbn Ebu Davud harap durumdaki İskenderun kalesini tamir ve kısmen de yenilemiştir Abbasilerden sonra Tulunoğulları, İhşidiler, Hamidoğulları da yöreye egemen olmuş, ancak Bizans İmparatoru IINikephoros Phokas (963-969) kenti geri almıştır (968) Selçuklular 1070 ve 1075'de şekri kuşatmış ancak 20000 altın karşılığında kuşatmayı kaldırmışlardır Kutalmışoğlu Süleyman Şah bir süre sonra kenti ele geçirmiş ve halka çok iyi davranmıştır Bu arada Mar Cassianus Kilisesi camiye çevrilmiş, buna karşılık iki kiliselik arsa Hıristiyanlara verilmiştir Süleyman Şah'ın ölümünden sonra Melik şah'ın egemenliği burada çok fazla sürmemiş, 21 Ekim 1097'de haçlı ordusu Antiocheia önünde görülmüştür Antiocheia Haçlı'lara karşı bir süre direnmişse de sonunda kent düşmüş ve halk kılıçtan geçirilmiştir Bundan sonra Haçlılar yöreye egemen olmuş ve Antiocheia da prenslik olarak yönetilmiştir Daha sonraki dönemlerde 1 ve 2 Haçlı seferleri sırasında Suriye bölgesi Bizanslıların elinden tamamen çıkmış bölge Arap beylikleri ile Latinler arasında paylaşılmıştır Bu dönemde Antakyada Ceyhan Irmağından Lazkiyeye kadar olan bölgeyi kapsayan ve Kudüse bağlı olan bir dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kurulmuştur Antakya 1137 yılında Kilikya seferine çıkmış olan Bizans İmparatoru Ioannes II Komnenos (1118-1143) tarafından ele geçirilmiştir 1142de düzenlenen ikinci bir seferde Antiocheia çevresindeki köy ve kasabalar tahrip edilmiştir Onun yerine geçen Manuel Komnenos döneminde Antakya Prensi İstanbula gidip, İmparatora bağımlılığınıkabul etmek suretiyle Antakyada kalabilmiştir Roma İmparatorluğunu yeniden canlandırmak isteyen Manuel Komnenos, 1158 yılında düzenlediği doğu seferinde Çukurova Ermeni Prensliği üzerinde kesin hakimiyet sağlamıştır Bundan sonra İmparator Antiocheiaya geçmiş, Kudüs Kralı Baldwin III de oraya gelerek Bizans İmparatorluğuna sadakatini belirtmiş, Manuel Kommenos da bir süre sonra İstanbula dönmüştür Eyyubi Sultanı Selahaddin Eyyubinin 1187 yılında Halepi zaptetmesi üzerine zor durumda kalan Antiocheia Prensi III Bohemond, Sultana elçi göndererek barış istemiş, Sultan bu talebi kabul etmiştir Bundan sonra bölgedeki birçok kaleyi ele geçiren Selahaddin Eyyubi Eylül 1188de Haçlıların elinde bulunan Bakras ve Darbsâk kalelerini de ele geçirmiş ve Antiocheianın Anadolu ile bağlantısını kesmiştir Bunun üzerine yöre halkı büyük sıkıntı içine düşmüştür Şehir, sadece El Mina ve Seleukiea Pieria limanları vasıtasıyla yardım alıyordu Bu arada Antakya Prensliğinin talebi üzerine kısa süreli barış andlaşması yapılmıştır Selahaddin Eyyübi, bölgedeki bütün kaleleri ele geçirmek için hazırlık yaparken III Haçlı Seferinin başlaması üzerine bu sefer gerçekleşememiştir Bunun ardından Eyyubi orduları 1191 yılında bölgeden tümüyle çekilmiştir XIII yüzyılda Mısıra egemen olan Memlûk Devletinin orduları Amik ovasına kadar ulaşmış, 1261 ve 1262 yıllarında Antiocheiayı iki defa kuşatmışlardır 1268 yılında tekrar yöreye gelen Baybars komutasındaki Memlûk ordusu Koz kalesini zaptettikten sonra Antiocheiayı kuşatmıştır 18 Mayıs 1268 tarihinde şiddetli bir savaş sonucunda Antiokheia ele geçirilmiş, yağmalanmış, yakılmış, surlar tahrip edilmiş, iç kalesi yıkılmıştırBu arada kentin Seleukeia Pieria (Çevlik) limanını da tahrip ettiren Baybars, Bakras ve Darb-ı sâk kalelerini ele geçirmiştir Bundan sonra Antiocheia ve Bakrasda birer cami yaptırmış ve kentte imar faaliyetine girişmiştir Memlûklerin gelişi ile Antakyada 171 yıl hüküm süren Antakya Haçlı Prensliği sona ermiştir Bu dönemde bölgeye 40 000 Türkmen Gazzeden getirilerek Antiocheia ve Sis (Kozan) sınırına kadar, Haçlılardan alınan sahil bölgelerine yerleştirilmiştir 1394 yılında Timur, Memlûk topraklarına bir sefer düzenlemiş, ancak Antiocheiaya girememiştir XIV ve XV yüzyıllarda Halep, Antep ve Antiocheia yörelerinde Avşarlar ve Bayatlar çoğunluktaydı Kuzey Suriye Avşarlarından Gündüzoğulları Amik ovasında, Köpekoğulları Antepte ve Özeroğulları İskenderun Körfezini çevreleyen bölgede yaşıyorlardı Dulkadiroğlu Süli Beyle anlaşan Özeroğlu Davut Bey ,Memlûklere karşı ayaklanarak, Antiocheiayı ele geçirmiştir Ancak, 1411 yılında Halep Valisine yenilince şehri Gündüzoğullarına terkedip çekilmek zorunda kalmıştır Gündüzoğullarının Antakya hakimiyeti de kısa sürmüştür 1432 yılında Antakyadan geçen seyyah Bertrandon de la Broquierein gözlemlerine göre; o zaman o bölgenin başkenti olan Antiocheianın surları içinde üçyüz kadar ev bulunuyordu XV yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı toprakları güneye doğru genişleyip Memlûk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlar da başladı, 1487 yılında Çukurovada Memlûk ordusu Osmanlı ordusunu yenerek, komutan Hersekzade Ahmet Paşayı esir almıştır 1488 yılındaki seferde de Osmanlı ordusu Memlûk ordusuna karşı başarı sağlayamamıştır Nihayet 1490 yılında barış anlaşması yapılmıştır 1516 yılında Osmanlı ordusu ile Memlük ordusu arasında Mercidabıkta cereyan eden savaşı Osmanlılar kazanmıştır Yavuz Sultan Selimin Osmanlı ordusunun başında Halepe girmesiyle Antakya, İskenderun ve çevresi de 1516 yılının Ağustos ayında Osmanlı egemenliği altına girmiş oldu Şehre ilk vali olarak Bıyıklı Mehmet Paşa tayin edildi Bundan sonraki yıllarda yöre için en önemli olay, Kanuni Sultan Süleymannın buradan geçişidir Kanuni, Tebriz seferi dönüşünde Aralık 1535 başlarında Antakya-İskenderun üzerinden Adanaya geçmiş; daha sonraki yıllarda, 1548-1549 kışını geçirdiği Halepte iken yaptığı gezilerden birinde Antakyaya tekrar uğramıştır 1552 yılında Kanuni Sultan Süleymanın isteği ile Belene cami, han, hamam ve imaretin yapımına başlandı Bunun ardından Belene 250 derbentçi yerleştirildi Birkaç yıl sonra 65 hane daha yerleştirilerek burası köy haline getirildi Bundan sonra yine yol güvenliğini sağlamak için Payastaki eski kale ve hendeği sökülüp tümüyle yenilenmiştir (1567-1571) Payas kalesinin karşısında Sokullu Mehmet Paşanın 1568 yılında yapımını başlattığı cami, han, hamam, arasta ve imaretten oluşan külliye 1574 yılında tamamlanmıştır Ayrıca bir iskele ile bir tersane yapılmış, limanı korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına küçük bir kale (Cin kulesi) inşa edilmiştir Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi Sokullu aynı dönemde Antakyada da han, hamam, bedesten, değirmen gibi çoğu günümüze kadar ayakta kalan yapılar inşa ettirmiştir Yörede bundan sonraki dönemde bilinen tek önemli olay 1607 yılında devlete isyan halinde olan Canbolatoğlu üzerine açılan seferdir Bu seferde Murat Paşa, Oruç (Ruc) ovasında Canbolatoğlunu bozguna uğrattı XVII yüzyılda yörede Süveydiye, Payas, İskenderun iskeleleri çalışır durumdaydı Asi nehri ağzı kumla dolduğundan Antakya, Süveydiye iskelesinden yeterince yararlanamıyordu İskenderunun kıyıları bataklıklarla kaplı olmasına rağmen yine de yararlanılabilen bir liman konumundaydı Nasuh Paşanın İskenderun'da başlattığı kale inşaatı yarım kaldığından ötürü güvenlik yeterince sağlanamıyordu Payas Limanı ise hem ticaret , hem de askeri nakliyat yönünden çok önemliydi Surre alayları (Hac kafilesi) hacca giderken bu yolu izliyordu Bununla beraber XVII yüzyılın sonlarında güvenliğin yeterince sağlanamaması yüzünden yöredeki birçok köy harap olmuş, köylüler yerlerini terketmişlerdir Bir yandan göçler önlenirken bir yandan da XVII yüzyıl sonları ile XVIII yüzyılın başlarında Antakya, Lazkiye, Hama, Humus, Trablusşam dolaylarına konar-göçer halde yaşayan çok sayıda Türkmen aşiret ve oymakları yerleştirildi Böylece hem üretim dengesi kuruldu, hem de harap yerleşim yerleri imar ve ihya edilmiş oldu Bu dönemde Karamurtta (Bakras civarı) Kanuninin yaptırdığı han da harap, iş görmez haldeydi İskân çalışmalarının devamı olarak 1703-1704 yıllarında Vezir Hasan Paşa aynı yerde büyük bir han ile cami ve imaret yapılmasını emretti, yapım 1706 yılında tamamlandı Burada aynı zamanda mustahkem bir kasaba inşa edildi ve yol güvenliği için derbent teşkilatı kuruldu Böylece bölgede güvenlik sağlanmış oldu Abdurrahman Paşanın çabalarıyla da 1769'da Anadolu'dan Belen'e köylüler getirilerek yöre iskân edilmiştir 1822 yılında meydana gelen deprem İskenderun ve çevresinde büyük yıkıma yol açmış, Seleukeia Pierianın son kalıntıları da yıkılmış, Antakyada birçok ev hasar görmüştür Osmanlı döneminde Antakyada Ahilik ilkelerine göre çalışan, lonca halinde örgütlenmiş bir esnaf teşkilatı, hanlar etrafında organize olmuş ve her biri bir mesleğin mensuplarına tahsis edilmiş sokakların oluşturduğu işlek bir çarşısı, Asi nehri üzerinde değirmenler ve sulama için gerekli suyu nehirden sağlayan su dolapları bulunuyordu 1832 yılında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa Osmanlı ordusunu yenerek Suriyeyi ele geçirmiştir Halepe kabul edilmeyen Ağa Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Beylan (Belen) Boğazına çekilerek burada savunma düzeni aldı Antakyaya gelen ve ordusunu dinlendiren İbrahim Paşa Osmanlı ordusunun savunmada bıraktığı boşluklardan yararlanarak 28 Temmuz 1832 günü yapılan savaşı kazandı Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi İbrahim Paşa ordusu buradan İskenderuna geçerek yoluna devam etmiş, Anadolu içlerine kadar ilerlemiştir Antakya ve çevresinde 1839 yılına kadar İbrahim Paşanın kurduğu düzen devam etmiştir Tanzimatın ilanıyla tüm Osmanlı ülkesi gibi Antakya ve çevresinin idari teşkilatında da yeni düzenlemeler yapılmıştır XIX yüzyılda Gâvurdağı yöresinde asayiş bozulmuş, huzur kalmamış, Sivas vilayeti sınırlarından İskenderun iskelesi, Beylan ve Antakya kazaları sınırına kadar olan geniş bölgede isyan hareketleri baş göstermiştir Osmanlı Devleti bölgeyi ıslah etmek ve düzeni yeniden kurmak için bir fırka (tümen) oluşturdu ”Fırkai Islahiye” adı verilen bu ordunun komutanı Müşir Derviş Paşa, mülki konulardaki yetkilisi Ahmet Cevdet Paşa idi Bu ordu 1865 yılı ortalarında İskenderuna geldi Belen yoluyla Amanos Dağları'nı geçerek harekâta başlandı, isyanlar bastırıldı ve bölgede huzur sağlandı Ordunun konakladığı yerde bir kışla yapıldı Bundan sonra Hacılar, Tiyek ve Akbez nahiyeleri birleştirilerek bir kaza oluşturuldu, kışla yanında da kaza merkezi olmak üzere birkaç yüz hanelik bir kasaba kuruldu Buraya ilk önce Hassa taburları ayak bastığı için kasabaya “HASSA” adı verildi Buraya üç nahiyenin halkından bir kısmı nakledildi Bundan sonra Halep vilayetinin idare yapısı yeniden düzenlendi Yeni düzenlemede Antakya, Reyhaniye, Payas, Beylan, İskenderun (İskenderun Belene, Belen Payasa bağlı), Ordu (Cisrişşuğura bağlı), Hassa (İslahiyeye bağlı), Halep vilayeti sınırları içinde yer aldı |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiSüveyş Kanalının açılışı (1869) İskenderun iskelesini, dolayısıyla yöre ekonomisini olumsuz etkilemiş, İskenderunun ticari yoğunluğu ve buna paralel olarak önemini yitirmiştir 16 Nisan 1872 tarihinde Antakyada meydana gelen şiddetli deprem Antakya ve köylerinde büyük tahribat yapmış, 1500 kişi ölmüş ve çok sayıda insan yaralanmıştır Süveyş Kanalının açılışının İskenderun ve havalisinin ekonomisi üzerinde yaptığı olumsuz etkileri telafi etmek için İskenderun-Halep arasında bir yol yapımına başlanmıştır Bu yol 1886 yılında tamamlanmıştır 1904 yılında yapımına başlanan İskenderun-Toprakkale demiryolu hattı ise 1 Kasım 1913 tarihinde tamamlanarak işletmeye açıldı Nisan 1909da Adanada meydana gelen Ermeni olayları Dörtyol, Kırıkhan ve Antakyaya da yayıldı 1915 yılında Süveydiye nahiyesi (bugünkü Samandağ) sınırları içindeki Musa Dağında ikinci bir Ermeni olayı yaşandı Buradaki köylerde yaşayan Ermenilerin büyük bir kısmı devletin tebliğ ettiği zorunlu yer değiştirme (tehcir) emrine uymayarak dağa çıktılar ve devlete isyan ettiler, dağı kuşatan askeri birliklerle silahlı mücadeleye giriştiler 40 gün süren isyan Ermenilerin Fransız gemileri ile Mısıra kaçmasıyla sona erdi I Dünya Savaşı yıllarında Araplar Osmanlı Devletine karşı isyan hazırlıkları içindeydi Bu amaçla İngilizler ve müttefikleri ile görüşmeler yapıyorlardı 1916 yılının Mart ayında Petersburgda Sykes-Picot-Sazanof (İngiliz-Fransız-Rus temsilcileri) arasında yapılan görüşmelerde de konu Osmanlı topraklarının paylaşılmasıydı Buna göre Güneydoğu Anadoluyu ve Suriyeyi Fransa, bunun güneyinde kalan bölgeyi, özellikle Irakı (petrol bölgesi) İngiltere alacaktı IDünya Savaşı sonlarına doğru, Mondros mütarekesi öncesinde bu anlaşmanın uygulanacağını anlayan Faysal (Mekke Emiri Şerif Hüseyinin oğlu) Şama girip 7 Ekim 1918de bütün Suriyeyi içine alan bir Arap hükümeti kurduğunu ilân etti Hemen ardından, diğer şehirlerde de adamları vasıtasıyla kendine bağlı hükümetler ilan edilmesini sağlamaya çalıştı Bu hedeflerden biri de Antakya idi I Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Suriye cephesindeki Türk ordusu 25/26 Ekim 1918 gecesi Halepi terkedip kuzeye çekildi Bu çekilme sırasında orduya komuta eden Mustafa Kemal Paşa Halepte sokak muharebelerini yönetti, 28 Ekimde Türk birlikleri Antakya, Belen, Dircemal, Telrifat hattını korumuş, Mustafa Kemal Paşa bugünkü sınırlara uyan bir hattın korunmasını emretmiş, bir anlamda yeni Türk Devletinin sınırlarını belirlemişti Bu sırada Antakyada Faysal taraftarları 27 Ekim 1918 günü bir emrivaki sonunda Faysalın güdümünde bir Arap hükümeti ilân ettiler Hükümet konağındaki Osmanlı bayrağını indirip yerine Arap bayrağı diye bir bayrak astılar Kaymakam İbrahim Edhem Beyi hükümet reisliğine getirdiler 30 Ekim 1918de Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında Mondros mütarekesi imzalandı Ertesi gün mütareke hükümleri ordulara ve vilayetlere tebliğ edildi Bunun ardından, Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına tayin edilen Mustafa Kemal Paşa 3 Kasım 1918 günü birliklerine verdiği emirde “İskenderun, Antakya, Cebelsaman, Katma, Kilis havalisi halkının dörtte üç çoğunlukla Arapça konuşan Türk olduğunun her işlemde gözönünde bulundurulmasını” ve mütareke şartları açıklığa kavuşturuluncaya kadar asker çıkartılmasına engel olunmasını emretti Antakyadan gelen Arap yanlılarıyla ilgili haberler üzerine Belendeki 41 Fırka (tümen) merkezinden Antakyaya bir alay gönderildi Şehir kuşatılıp Arapların emrindeki askerler silahsızlandırıldı, bunların hapsettiği Türk ileri gelenleri serbest bırakıldı, Arap hükümeti girişiminin elebaşıları hapsedildi 4 Kasım 1918 günü, İstanbul Hükümetinin de onayıyla 5 Fransız torpidosu İskenderun Körfezindeki mayınları temizledi Mustafa Kemal Paşa Sadaret makamından gönderilen ve Suriyedeki İngiliz Ordu Komutanına İskenderun limanından faydalanabileceklerinin bildirilmesini isteyen telgrafa olumsuz cevap verdi Ertesi gün de “İskenderuna çıkacak İngilizlere ateş edilmesi emrini verdiğini” bildirdi ve 6 Kasım günü İskenderuna çıkarma girişiminde bulunan İngiliz gemilerine sahilden top atışıyla karşılık verildi Aynı gün Antakyada huzur ve güvenliği sağlayan alay, aldığı emir üzerine şehirde bir bölük asker bırakıp Antakyadan ayrıldı Askerle birlikte Türk ileri gelenleri ve 100 kadar memur ailesi de şehri terketti 41 Fırkanın son askerleri Belenden 9 Kasım 1918 günü ayrıldı ve protokolla belirlenmiş olan Payas hattının kuzeyine çekildi Körfezde İtilaf Devletlerine ait savaş gemileri bekliyordu Aynı gün bir İngiliz müfrezesi İskenderuna çıktı, oradan Dörtyola gitti Bu sırada Yıldırım Orduları Grubu lağvedildiğinden Mustafa Kemal Paşa 10 Kasım 1918 günü İstanbula gitmek zorunda kaldı Fransızlar 12 Kasım 1918 günü İskenderuna asker çıkardı Anlaşmaya göre yörede Osmanlı mülki idaresinin devam etmesi , dolayısıyla idarecilerin yerlerinde kalıp göreve devam etmeleri gerekiyordu Ama devletin emirlerine uyarak burada kalmak isteyen Kaymakam ve Liman Reisi hakaret ve eziyetler edildikten, hapsedildikten sonra şehirden çıkarıldılar ve bir kayıkla Payasa gönderildiler 14 Kasım 1918 günü Fransızlar karaya yeni birlikler çıkararak önce İskenderunu, 15 Kasım 1918 günüde Beleni işgal ettiler 27 Kasım 1918 tarihinde, merkezi Beyrutta bulunan Fransız Yüksek Komiserliği bir kararname yayınlayarak, Antakya, İskenderun ve Harimi içine alan ve “İskenderun Sancağı” adı verilen bir idari birim oluşturdu Buna göre İskenderun Sancağı'nı bir askeri vali tarafından yönetilecekti İskenderundan 7 Aralık 1918 günü gelen bir Fransız birliği Antakyayı işgal etti ve “Arap Hükümeti” adıyla sürdürülmekte olan Faysalcı yönetime son verdi 11 Aralık 1918 günü 400 Ermeniden oluşan bir Fransız taburu Dörtyolu işgal etti I Dünya Savaşı sırasında başka bölgelere göç ettirilen Ermenilerden geri dönenler aynı tarihlerde Dörtyol çevresinde toplanmaları sonucu bu civardaki Ermeni nüfusu 10 000i aşmış ve Ermeni çeteleri ortaya çıkmıştı İşgalden kısa süre sonra Fransız taburundaki Ermenilerle, Ermeni çeteleri taşkın ve saldırgan davranışlarıyla yöredeki Türkleri taciz etmeye başladılar Soygun, saldırı, işkence ve intikam gayesiyle adam öldürme olayları günden güne arttı Türklerin idari makamlara yaptıkları başvurular sonuçsuz kaldı Bu arada baskı ve zulüm yüzünden kaçıp dağlara sığınan Türklerin kurdukları çeteler olaylara müdahale etmeye başladılar Nihayet ilk olay 19 Aralık 1918 günü meydana geldi O gün Karakese köyüne bir saldırı düzenleyen Ermeni askerlerden oluşan Fransız müfrezesi silahlı direnişle karşılaştı Köy girişindeki barikatta meydana gelen çatışmada Fransızlar 15 ölü bırakarak çekildiler Bu çatışma Türk Milli Mücadele tarihinin başlangıç noktası ve Kurtuluş Savaşının ilk kurşunudur Son Osmanlı Mebusan Meclisi, 28 Ocak 1920de Misak-ı Millîyi kabul etti Nisan 1920de Reyhanlı mücahitlerinden Tayfur Mürsel (Sökmen) Ankaraya bir telgraf çekerek “Antakya-İskenderun ve havalisinin Misak-ı Millîye dahil olup olmadığını” sordu Mustafa Kemal Paşa cevabında yörenin Misak-ı Millîye dahil olduğunu, Maraştaki Kolordu ile irtibat kurmaları gerektiğini bildirdi Çeteler daha sonra Mustafa Kemal Paşanın Anadoluda başlattığı mücadeleyi desteklemek üzere Kuvayı Milliyeye katıldılar Eylül 1920de Kırıkhan-Hassa arasında düzenli ve takviyeli Fransız birlikleri ile asker takviyeli Türk çeteleri arasında meydana gelen Boklukaya Savaşı çetelerin zaferiyle sonuçlandı 1921 yılı ilkbaharında Kuseyrde ve Yayladağı civarında Türk çeteleri duruma hakim iken buraya Antakyadan ve Lazkiyeden takviye Fransız birlikleri gönderildi Türk çeteleri bunlara karşı geniş bir cephe oluşturmuş ve mücadeleye başlamışlardı Ancak Haziran ayında Ankarada Hükümet ile Fransız temsilci Franklin Bouillon arasında başlamış olan barış görüşmeleri nedeniyle, Maraştan mücadelenin durdurulmasını ve çetelerin çekilmesini bildiren bir emir geldi Bunun üzerine çeteler Temmuz 1921de mücadeleyi bırakıp Maraş ve Antep taraflarına çekildiler 8 Ağustos 1921 tarihinde Fransız Yüksek Komiserliği İskenderun Sancağının yönetim şeklini belirleyen yeni bir kararname yayınladı Bu kararnameye göre İskenderun Sancağı, Fransız işgal bölgesi içinde tam özerkliğe ve özel bir idare sistemine sahip oluyordu Sancağı bir “Mutasarrıf” yönetecek ve bu mutasarrıf Halep Hükümet Reisinin yetkilerine sahip olacaktı Sancakta Türkçe, Arapça ile birlikte resmi dil olarak kabul edilecek, Sancakın kendine özel bütçesi olacaktı 12 Eylül 1921de yeni bir kararla Harim (Reyhaniye hariç) Sancaktan ayrılıp Halepe, büyük bir Türkmen nüfusunun yaşadığı Bayır-Bucak bölgesi ise Lazkiyeye bağlandı Ankara İtilafnamesi Fransa ile Türkiye arasındaki savaşı sona erdirmek için Ankarada Haziran (1921) ayından beri devam eden görüşmeler Ekim ayında sona erdi ve 20 Ekim 1921 günü Türkiye ile Fransa arasında “Ankara İtilafnamesi” adı verilen ön barış anlaşması imzalandı İtilafname Türkiye ile Fransa arasında arasında devam etmekte olan savaşı sona erdiriyor ve Türkiye ile Fransız işgal bölgesi olan Suriye arasında bir sınır çizilmesini öngörüyordu İtilafnamede ana hatları belirlenen ve Payastan başlayıp Kilis yönüne doğru ilerleyen ve Fırata ulaşan bu sınır İskenderun Sancağını Türkiye dışında bırakıyordu Aynı İtilafnamenin 7 Maddesine göre, İskenderun için özel bir idare şekli kurulacak, yörede yaşayan Türklerin kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan ve imkanlardan yararlanacak, Türk dili orada resmi dil olacaktı Ankara İtilafnamesinden sonra Çukurova ile güney ve güneydoğu bölgesinde bulunan Fransız birlikleri çekilmeye başladı Türkiye ile Suriye arasında çizilen sınıra göre Dörtyol (Payas dahil) ve Hassa Türkiyede kalmış, Fransızlar 1922nin ilk günlerine kadar Erzini ve Dörtyolu boşalıp Türkiyeye terkederek güneye çekildiler İşgal altındaki Belen 1922 yılı sonunda nahiye haline getirildi, kaza teşkilatı halkının çoğu dışardan gelen Ermenilerden oluşan Kırıkhana nakledildi; Kırıkhan ilçe, Belen ise Kırıkhana bağlı bir nahiye oldu Lozan Barış Andlaşmasında (24 Temmuz 1923),Türkiye ve Fransa tarafından Ankara İtilafnamesi ile belirlenmiş olan Türkiye-Suriye sınırı aynen kabul edildi Türkiye'ye katıldıktan sonra 1939 yılında, Adana'nın Dörtyol ve Hassa ilçelerinin bağlanması ile Hatay ili konumuna getirilmiştir |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Kaya Mezarları ve Beşikli Mağara Hatay Samandağı ilçesinde Vespasianus-Titus Tüneli yakınında bulunan Beşikli Mağara Roma dönemine ait bir mezarlıktır Bu mezarlık kayalık yamaçlardaki kalker tabakaları içerisinde oyulmuş on iki mezar bulunmaktadır Bu mezarların kral mezarı olduğu ileri sürülmüşse de gerçekte bunlardan on ikisinin Romalı yönetici ve Seleucia Pieria kentinin ileri gelenlerine ait olduğu sanılmaktadır Bu mağara mezarlarının dışında kalan alanlarda da geniş bir nekropol (mezarlık) bulunmaktadır Nekropol alanının yukarısında bulunan yapı kalıntılarının bu mezarlarla ilgili kişilerin yaşadıkları ve görev yaptıkları yerler olduğu sanılmaktadır Günümüzde bu alanda yeterince araştırma ve kazı çalışmaları yapılmamıştır Beşikli Mağara bu kaya mezarlarının en geniş ve en ünlülerinden olup, içerisinde bölümler halinde on iki mezar vardır Mezarlar birbirlerinden duvarlar ile ayrılmıştır Bu taş mezarlar, taş sütunlar ve kemerlerin birbirine bağladığı bölümler halinde olup, yukarıdan aşağıya yine taş merdivenlerle inilmektedir Kayaların oyulması ile meydana getirilen, yer yer kapıların açıldığı bölümlerdeki sütunlar, sütun başlıkları, kademeler ve üst örtüyü kısmen süsleyen motifler orijinallerine uygun biçimde yapılmıştır |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Gezgin Gözüyle TARİHİ YERLER İLE KÜLTÜR VE TABİAT ZENGİNLİĞİ BULUNAN MEKANLAR Antakya Kalesi ve Surları: MÖ 300 yıllarında İskenderin generallerinden Seleucos I Nikator tarafından kurulan Antakya Kalesi dünyanın önemli yapıları arasında yer alır Sırasıyla Seleucoslar, Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanılarak zamanımıza kadar gelebilmiştir Sayısız depremler ve savaşlar sonucunda çok harap olmuştur Bugün ayakta kalan duvarların büyük bir kısmı MS 6 yyda Bizans İmparatoru Justinianus tarafından yapılmıştır Kale duvarları ; Asi Nehrinin kenarından başlayarak Silpius Dağları arasında dolanıp, Küçükdalyanda tekrar nehre kavuşmaktaydı Şimdi ancak Silpius Dağı üzerindeki kısımlar bulunmaktadır StPierre Kilisesi: Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde kente 2 Km uzaklıkta Habib Neccar Dağı yakınındadır Doğal bir mağara olup, eklemelerle Kiliseye dönüştürülmüştür İsanın 12 havarisinden biri olan StPierre (Aziz Petros) Antakyaya MS 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hristiyanlığı yaymaya çalışmış İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hristiyan adını almış Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir Bu mağara MS XII-XIII yylarda Haçlılar tarafından ön cephesine yapılan ilave inşaat ile gotik tarzda bir kilise şekline çevrilmiş mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde MS 4 ve 5 Yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır Ayrıca bir altar, niş içinde mermer küçük StPierrenin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatın gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır Ki1ise, 1963 yılında Papa VI Paul tarafından Hristiyanlar için Hac yeri ilan edilmiştir Her yıl 29 Haziranda Katolik Kilisesince burada bir ayin düzenlenmektedir Haron (Charonion) Kabartması ; St Pierre Kilisesinin 200 m kuzeyinde bulunan kabartmalar, kayalara oyulmuş dev bir büstle dikkat çeker Büst başında örtü bulunan tamamlanmayan bir kadın portresini andırmaktadır Kabartmalar I Yüzyılda Antiochus zamanında bir veba salgını sırasında yapılmıştır Demirkapı : St Pierre Kilisesi yakınından geçen Hacıkürüş Deresinden akan şiddetli selleri kontrol altına alabilmek için Habib Neccar Dağı ile Haçdağını birbirinden ayıran derin ve dar vadi üzerinde yüksek ve sağlam bir duvar yapılmıştır Şehir kapılarından biri de (Demirkapı) aynı zamanda sur görevi yapan bu duvar üzerindedir St Pierre Kilisesi yanından Demirkapıya gidilebilmektedir Ortodoks Kilisesi (Aziz Piyer ve Aziz Paul Kilisesi) : Antakyada Hürriyet Caddesinde bulunan Kilisenin yapımına 1860lı yıllarda başlanmış, ancak 1872 depreminde büyük hasar görmüş, tekrar başlayan yapım çalışmaları 1900 yılında tamamlanmıştır CAMİLER HABİB NECCAR CAMİ: Kurtuluş Caddesi ile Kemalpaşa Caddesi kavşağında bulunan camii, Hz İsanın havarilarine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalının adını taşımaktadır Caminin Kuzeydoğu köşesinde 4 metre derinde Habib Neccar türbesi vardır Bu günkü cami Osmanlı dönemi eseridir Etrafı medrese odaları ile çevrili cami avlusundaki şadırvan 19 yüzyıl eseridir ULUCAMİ: Köprü yakınında bulunan ve yapıldığı dönem itibariyle Antakyanın en eski camisi olan Ulu Caminin Memlük dönemi eseri olduğu sanılmaktadır Kitabesinde Hicri 1117 tarihi bulunmaktadır Kitabesinden caminin ve minaresinin çeşitli dönemlerde tamir edildiği anlaşılmaktadır ŞEYH AHMET KUSEYRİ CAMİİ VE TÜRBESİ : Antakya-Yayladağı güzergahında, Antakyaya 25 km uzaklıkta bulunan Şenköydedir Osmanlı döneminde yaşamış bir veli olan Şeyh Ahmet Kuseyrinin türbesi ve aynı avluda bulunan cami 16 yüzyıl eseridir SOKULLU MEHMET PAŞA KÜLLİYESİ : Payastadır Külliyenin tamamı Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinana 1574 yılında yaptırılmıştır Külliyede bulunan bölümler : Mutfak, Külliyeye ait iki çeşme, Kervansaray, Bedesten, Hamam, Sıbyan Mektebi Ayrıca külliye dışında köprü, Cin Kulesi gibi yapılar ve Kubbe Dede Türbesi vardır KANUNİ SÜLEYMAN HANI : Belendedir 1549 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır Günümüze camii ve hamam faaldir Hanın ise kalıntıları kalmış, kısmen restore edilmiştir SU KANALLARI : Seleukos ve Roma dönemlerinde Harbiye çağlayanlarından Antakyaya su getirmek için yapılan 10 km uzunluğundaki kanalların ve köprülerin kalıntılarını bugün de görmek mümkündür Bunların en belirgin bölümleri Harbiye-Antakya arasındaki kalıntılar ile Antakyada Devlet Hastanesi yakınlarında bulunan “Memekli Köprü”dür ÇEŞMELER : Antakya içinde yer yer bazı binaların bitişiğinde ya da duvarlarına yapışık olarak yapılmış eski taş çeşmelere rastlanır Bunlardan bir kısmı 19 yüzyıldan kalmıştır Büyük bir kısmı ise 20 yüzyıl başlarında yapılmıştır ve “Zugaybe Çeşmesi” adıyla anılırlar Suyu 1 Dünya Savaşı yıllarında Dursunlu Köyü yakınlarından imece usulü ile getirilen bu çeşmeler şahıslar tarafından yaptırılmıştır HANLAR VE HAMAMLAR : Antakya içinde en eski ve sayıca çok olan yapılar hanlar ve hamamlardır Bunların hemen hepsi Vakıf eserleridir Cindi Hamamı (Memluk dönemi), Saka Hamamı, Meydan Hamamı, Yeni Hamam (Osmanlı dönemi) halen çalışan tarihi hamamlar ve Kurşunlu Han, Sokullu Hanı (Saka hamamı yanındadır ve 18 yüzyıldan itibaren Sabunhane olarak kullanılmıştır) dönemlerinin nadide birer eseri olan hanlardır Sokullu Bedesteni de kısmen ayaktadır (Ulucami yanında) HATAY ARKEOLOJİ MÜZESİ Hatayda ilk bilimsel kazı çalışmaları 1932 yılında başlamıştır Çalışmaların ilk yıllarında çeşitli ve kıymeti büyük olan tarihi eserlere rastlanması bir müze kurulması fikrini doğurmuştur O yıllarda Fransız idaresinde bulunan Hatayda MMişel Booşer tarafından hazırlanan bir proje ile çıkan eserlere göre bir müze hazırlanmıştır 1939 yılında tamamlanan müzede 3 ayrı bilim heyetinin yaptığı hafriyatlar sonucunda çıkan eserler toplanmıştır Bunlar ; 1- Chicago Oriental Institute 1933-1938 yılları arasında Amik Ovasında Cüdeyde,Dehep, Çatalhöyük ve Tainatta çalışmıştır 2- British Museum adına Sir Leonard Wolley 1936da Samandağ El Mina mevkiinde 1937den 1948 senesine kadar aralıklarla Atçana höyüğünde hafriyat yapmışlardır 3- Princeton Üniversitesi de Antakya civarında araştırma kazıları yapmışlardır Müzenin esas zenginliği temin eden mozaikleri çıkaran bu heyettir Müze 23 Temmuz 1948de Hatayın kurtuluş bayramında ziyarete açılmıştır 1974 yılında Müzeye yeni salonlar eklenmiştir Müze yöredeki kazılardan elde edilen çeşitli tarihi eserlerin yanında Dünyanın 2 Büyük Mozaik Müzesidir Müzede ; 18100 parça Arkeolojik eser, 1050 etnografik eser, 13820 sikke, 1347 mühür olmak üzere toplam 34317 eser bulunmaktadır Müzedeki Mozaikler 2 ve 5yylar arası Roma ve Bizans dönemlerini kapsayıp, mitolojik olaylar ve kişiler sembolize edilmektedir Antakya Lahiti : Antakya Lahiti, arkeoloji literatüründe “Sidemara Tipi” olarak adlandırılan lahit grubuna girer “Sidemara”, Konya Ereğlisi sınırlarındaki Ambararası Köyünün antik dönemdeki adıdır İlk kez buradan çıkarılan bir lahit, bu gruba adını vermiştir Lahidin yapıldığı mermerin Afyon yöresinden Synnada (Şuhut) ve Dokimeion (İscehisar) mermer yataklarından çıkarılmış olduğu saptanmıştır Bu nedenle lahidin Afyon yöresindeki mermer atölyelerinden birinde yapıldığı düşünülmektedir Sidemara Tipi lahitler, Roma Döneminde moda olmuş, Anadolunun birçok yöresinde kullanılmıştır Bu tip lahit örnekleri İstanbul, Konya ve Ankara Müzelerinde bulunmaktadır Sanduka ve kapaktan oluşan lahit, Antakya Merkez, Harbiye Caddesi, Kışlasaray Mahallesi, 487 parseldeki sit sahası içinde bir temel hafriyatı sırasında bulunmuştur Sandukanın uzunluğu 247 cm, genişliği 122 cm, yüksekliği 120 cmdir Lahit içinde Alpin ırkından olduğu anlaşılan biri erkek, ikisi kadın olmak üzere 3 erişkin iskeleti ile bazı küçük buluntular ele geçirilmiştir Atölyelerde heykeltraşlar lahitleri kendi istekleri doğrultusunda ve belli şablonlar kullanarak mitolojik motiflerle süslemişlerdir Sanduka iki dar, iki geniş cephesi ile kapak, heykeltraşlık eserleri ile bezenmiştir Lahitteki tüm figürlerin arka formunu oluşturan ve kompozisyonun simetrisini sağlayan aediculalar, mimari süslemeler, burmalı sütunlar bu tür lahitlerin tarihlendirilmesinde önemli bir ipucu verir Lahit, stil özellikleri ve lahit içerisindeki sikkeler yoluyla İS III yüzyılın ortalarına tarihlendirilmiştir Barlaam Manastırı :Yayladağı ilçesi Keldağ üzerindedir Keldağ hem Seleukos döneminde, hem de Roma döneminde kutsal yerlerden biriydi O dönemlerde burada bir Dorik tapınak vardı (MÖ 3 yüzyıl) M S 4 yüzyılda St Barlaam buraya gelerek Zeus Heykelini yıkmış ve bir keşişler topluluğu oluşturmuştur 6 Yüzyıl başlarında Manastırın güneydoğu köşesinde bir kilise yapılmış, 526 depreminde bu kilise yıkılmıştır 960-1050 arasında yeniden yapılan Manastır 1268 yılına kadar faaliyetini sürdürmüş, daha sonra terk edilmiştir St Simeon Stilit Manastırı : Milattan sonra 6 yüzyılda yapılan bu Manastır Antakyalı St Simeonun bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığı yer olarak ün yapmıştır Antakya-Samandağ yolu ile Asi Irmağı üzerinde bulunan manastır kalıntılarına, Değirmenbaşı Beldesinden ayrılan bir yoldan gidilir Yol Manastır kalıntılarına kadar ulaşır Bu kalıntılar, Aknehir Beldesi sınırları içinde 479 m yüksekliğindeki bir tepe üzerindedir St Simeon Manastırı, kısmen sağlam oyulmuş kayalardan dik açılı duvarlarla kuşatılmıştır Manastırın sekizgen merkezi etrafında 3 kilise ile bazı yapılar ve St Simeon sütunu bulunmaktadır 3 giriş kapısı vardır Doğu batı ekseni bir haç şeklindedir St Simeon Stilite ömrünün 45 yılını bir sütunun tepesinde yaptırdığı örtülü ve korunaklı bölümde geçirmiş ve bu süre Guinnes Rekorlar Kitabında yer almıştır Kızlar Sarayı (Kasr El Banet) Reyhanlı-Halep asfaltı üzerinde (tampon bölgede) bulunmaktadır Bu sarayın bölgeyi kontrol altında tutan bir merkez olduğu ve Bizans devrine ait olduğu sanılmaktadır Saray girişine iki taraflı kesme iri blok taşlardan oluşan bir geçitten girilmektedir Giriş kısmı yıkılmıştır Orta kısmında yüksek kare planlı bir kule bulunmaktadır Kule yıkılmaya yüz tutmuştur Kulenin kuzey tarafında çeşitli oda kalıntılarına rastlanılmıştır Bu odalarının sarayı koruyan askerler tarafından kullanıldığı düşünülmektedir Kulenin doğu tarafında nişler içerisine yerleştirilmiş 8 adet sonradan tahrip edilmiş mezar kısımları ile su deposu alanı mevcuttur Bu kısmın örtü sisteminin düz dam olduğu taşlar üzerindeki ahşap atıl deliklerinden anlaşılmaktadır Kulenin güney tarafında kilise kalıntısına rastlanmıştır Kızlar Sarayının bütününde malzeme olarak kesme büyük blok taşlar kullanılmıştır Ayrıca mezarlık kapısı girişinde bir Latin haçı ile rozet motifi yer almaktadır Kilisenin güney cephesindeki kapı üzerinde alçak kabartma halinde akanthos yaprağı motifi vardır Harbiye (Daphne) Tarihçesi Hatayın çağlayanlar bölgesi olan Harbiye, 6 kmlik bir yolla Antakyaya bağlanır Şelaleleri ile çok serin olduğundan yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği bir mesire yeridir Platonun güneyinden fışkıran kaynaklar, çeşitli şelaleleri meydana getirdikten sonra Asi Nehrine karışırlar Bu şelalelerin Antik çağdaki isimleri Kastalia, Pallas ve Saramannadır Harbiyede yapılan arkeolojik araştırmalardan anlaşılacağı üzere, kazı neticesinde elde edilen buluntulardan MÖ 4500-3000 tarihinden itibaren yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir Hellenistik ve Roma devrinde zengin halk kesimi, Antik çağda da bir mesire yeri olarak kullanılabilmesi için büyük malikaneler ve villalar yaptırmışlardır Makedonya Kralı büyük İskenderin generallerinden I Seleucus Nikator Antakyayı kurarken burayı da imar etmeyi ihmal etmemiştir Asıl gelişme Helenistik devri krallarından Antiochus Epiphanos zamanında olmuştur Bu devirde Apollon mabedi inşaa edilmiştir Roma çağında ilk önce İmparator Pompeus imara başlamış daha sonra diğer imparatorlar tarafından hamamlar, büyük villalar inşaa edilmiştir Antik çağda bütün Yakındoğuda Apollo adına düzenlenen yarışlar ve oyunlarla ün kazanan bu yer 1268de Memlukluların eline geçtikten sonra bir daha eski parlak dönemine erişememiştir Çevlik (Seleukeia Pieria)nin tarihçesi : Antakyanın 35 km batısında, Musa Dağının güneyinde kurulmuş antik şehirdir Bu bölgede ilk iskan MÖ 4500 yıllarına kadar iner Bütün dünyaca bilinen tarihi Seleukoslarla başlar Büyük İskenderin ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan ve burayı da içine alan topraklar generallerinden Seleucusa kalır Çevlikten Bir Görünüm Seleukoslar merkezleri Babil olmasına rağmen buradan Akdenize hükmetmek istiyorlardı Bunun güçlüğünü anlayan İmparator önce burayı devletinin başkenti yapmayı düşündü Ancak her an denizden saldırıya uğraması mümkün ve savunması güç olan bu şehri başkent yapmaktan vazgeçerek Antakyaya yöneldi Roma egemenliğine geçtiğinde de önemi daha da artmıştır Daha sonra Bizans hakimiyetine geçmiştir Bu dönemde liman eski önemini kaybetmiştir Seleukeia Pieria şehri aşağı ve yukarı şehir olmak üzere iki kısımdan kurulmuştur Yukarı şehir deniz seviyesinden 300 metredir Burada büyük malikaneler, mabetler ve resmi binalar bulunmaktadır Aşağı şehir liman ve çevresinde kurulmuştur Aynı zamanda burada büyük bir hamam ve küçük bir tiyatro bulunmaktadır Şehrin ÇARŞIı ve EL-MİNA ismini taşıyan iki kapısı bulunmaktadır Şehrin tamamı bir surla çevrilidir Buluntular: 1-Titus Vespasianus Tüneli 2-Beşikli Mağara 3-Dor Mabedi Titus Vespasianus Tüneli : Seleukeia Pieria antik kentininin aşağı şehir kısmında bulanan tünel İÖ I yüzyılda yapılmıştır Samandağ en canlı günlerinde dağlardan inerek yaşamı tehdit eden sel ve taşkınlarla baş etmek durumundaydı Nitekim akıntıların sürüklediği toprak limanı kullanılmaz duruma getirmişti Bunun üzerine Roma imparatoru Vespasianus şehrin etrafını dolanacak, böylece akıntıların yönünü değiştirecek bir tünelin yapımını emretti İnşaat İS 69 da başladı, İS 81 yılında halefi ve oğlu Titus tarafından bitirildi Tümüyle dağ içine oyulan tünel 1380 m uzunluğunda, 7 m yüksekliğinde, 6 m genişliğindedir Tünelin her iki ucunda Vespasianusa ait kitabe bulunmaktadır Titus Vespasianus Tüneli Kaya Mezarı ve Beşikli Mağara: Titus tünelininin yakınındadır Yolu tünelin girişinden ayrılır Geniş alana yayılan mezarlık, kayalık yamaçlara oyularak yapılmıştır Mezarlarda Romalılara ait 12 adet Kral mezarı bulunmuştur Kral ailesine ait mezarların yanı sıra halka ait olanlarda vardır Nekrepolun hemen yukarısında o dönemde resmi daire olarak kullanılan çalışma odalarının kalıntıları mevcuttur Dor Mabedi : Tümüyle beyaz mermerden yapılan mabedin kalıtları Kapısuyu Köyüne giden yolun 2 kmsinde bulunur Bir zamanlar Seleukeia kentinin merkezinde yer almış, kral mabedi olarak tüm şehri görecek şekilde inşaa edilmiştir Tapınaktan geriye sütun parçaları, başlıklar mermer altlıklar, büyük temel taşları kalmıştır Aççana (Alalah) Hitit Saray Harebesi : Antakya - Reyhanlı Karayolunun 22 Kmsinde yolun sağında yer almaktadır MÖ 19 ve 15 yüzyıllara ait iki saray kalıntısı mevcuttur Aççana Höyüğü Antik (Alalah) şehrinin kalıntısıdır İlk iskan MÖ 3400 yılında başlamıştır Mısırlılar, Mitaniler, Mezopatomya devletleri ve Etiler gibi kavimlerinin de yerleşim alanı olarak kullandığı 17 yerleşme tabakası mevcuttur 4 7 tabakalarında büyük saraylar vardır En eski saray 7 Tabakalarda Babil Kralı Hammurabi ile çağdaş Yamhat ve Hitit Prensi Yarım-Lim tarafından inşaa edilmiş olanıdır Bu saray MÖ 18 Yüzyıla aittir MÖ 15 yüzyıla ait 4 tabaka sarayı bu sarayın hemen bitişiğindedir Kral Nigme- Paya Aittir Saraylar taş temeller üzerine kerpiçle inşaa edilmiş olup daireler bir iç avlunun etrafında sıralanan mekanlar dizini halindedir İssos Harabeleri : Erzin ilçesi sınırları içinde Adana yolu ile deniz arasında Seleukos döneminden Epiphania kentine ait olan ve “İssos Harabeleri” olarak bilinen su kemerlerinin kalıntılarıdır Danaahmetli Köprüsü : Kırıkhan Ovasında, Karasu Nehri üzerinde 6 gözlü bir taş köprüdür Köprünün 16 yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır Demirköprü:Antakya-Reyhanlı yolunun 20 Kilometresinde aynı adla anılan köyde, Asi Nehri üzerinde bulunan bu taş köprü yıkılan Antakya köprüsünün bir benzeridir Ortaçağda bu köprü bölgenin en önemli geçitlerinden ve Antakyanın savunmasında büyük rol oynayan yerlerden biriydi Köprünün iki ucunda da kuleler ve kapılar vardı Osmanlı döneminde burada derbent teşkilatı vardı ve geçiş ücretliydi Kuleler 1837 yılında depremde yıkılmıştır Köprü halen sağlamdır KALELER K oz Kalesi (Kürşat Kalesi) : Aynı adla anılan köyün yakınındadır Eski çağlarda kullanılan ve Altınözü tarafından gelip Harbiyeden geçerek Antakyaya giren Kuseyr yolu üzerindedir Bu kalenin Antakyanın güney bölgesini emniyet altına almak amcıyla Antakya Prensliği döneminde yapıldığı sanılmaktadır Antakya Latin Patriğinin de ikamet ettiği yer olan kale, 1268 yılında Baybars tarafından kuşatma sonucunda teslim alındı Bir tepeyi içine alacak şekilde yapılan kalenin sadece büyük blok taşlarla inşa edilmiş olan yarım daire şeklindeki iki burcu ayakta olup, diğer kısımları harap ve belirsiz durumdadır Bakras Kalesi : Aynı adla anılan köyün hemen üst tarafındadır Köyün yolu Antakya-İskenderun yolunun 27 Kmsinden ayrılır Yolun batısında, dağların arasında sarp bir tepe üzerine yapılmıştır Strabonun bu kaleden bahsettiğine bakılırsa, tarihi çok eski olmalıdır Kale önceleri Belen geçidinin girişini, Antakya kurulduktan sonra ise Seleukos başkentini koruma gayesine hizmet etti Haçlılar döneminde de, Antakya Prensliğinin kuzeyde en önemli savunma noktasıydı Birkaç defa el değiştirdikten sonra Templier Şövalyelerinin eline geçen kale 1268 yılında Baybars tarafından kuşatılarak zaptedildi Birkaç katlı ve bir alay askeri barındıracak büyüklükte olan kale genel olarak harap olmaya yüz tutmuş olmakla birlikte, birçok mekanları sağlam durmaktadır Karamurt Hanı : Antakya-İskenderun yolunu Bakrasa bağlayan yolun ortasına rastlar Osmanlı döneminde kullanılan anayol üzerindedir Kanuni Sultan Süleyman Belenle birlikte burada da bir han yaptırmıştı Zamanla bu han harap oldu 1704 yılında enişte Hasan Paşa aynı yerde büyük bir han yaptırdı, derbent teşkilatı kurdurdu Hanın yaşaması için kendi adına bir de vakıf oluşturdu Bu handan günümüze sadece birkaç duvar kalmıştır Han yakınındaki tek gözlü köprü ise halen kullanılmaktadır Payas Kalesi Payasta Sokullu Külliyesinin batısındadır Burada eskiden harap bir kale vardı Sahilde inşa edilen Payas Limanı ile tersanenin güvenliği için 1567 yılında kale ve hendeği tamamen sökülerek yeniden yapıldı, yapımı 1571 yılında tamamlandı Son yüzyıl içinde hapishane olarak kullanıldı Cin Kulesi Kale ile liman arasında, hemen aşağıdaki limanı korumak için 1577 yılında inşa edilmiştir Eskiden “İskele Kalesi” adıyla anılan bu yapı 360 derecelik görüş alanına sahip bir karakol kulesidir Sarıseki Kalesi : İskenderun - Payas arasında eski anayol güzergahı üzerindedir Hellenistik dönemde veya Haçlılar döneminde yapıldığı sanılmaktadır Harap haldeki kalenin Yavuz Sultan Selim döneminde yeniden yapımına başlandı, ancak Kanuni Sultan Süleyman döneminde tamamlanabildi Kısmen ayakta olan kale halen askeri bölge içindedir Şalan Kale : Nur (Amanos) Dağları üzerinden aşarak İskenderun Körfezi ile Kırıkhan Ovasını birbirine bağlayan eski dağ yolu üzerinde, Değirmendere yakınlarında sarp bir tepe üzerindedir Harap halde ve sadece birkaç duvarı ayakta olan kalenin Haçlılar dönemine ait olduğu ve yolun güvenliği için yapıldığı sanılmaktadır Kaalee Şuğlan, Çivlan, Şıvlan gibi adlarla da anılır Darbısak Kalesi ve Bayezid Bestami Makamı : Kırıkhanın kuzeyinde Alaybeyli Köyünün hemen önünde bir tepe üzerindedir Bu kale Antakya Haçlı Prensliği döneminde yörenin önemli kalelerinden biri idi Hem İskenderun Körfezinden gelen dağ yolunun doğu girişinin, hem de Belen geçidini kuzey girişinden güvenliğini sağlıyordu 1268de Baybars tarafından alındıktan sonra önemini yitiren Kale uzun süre terk edilmiş halde kalmış, 19 yüzyıl sonlarında burada Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa tarafından İslam evliyalarından Bayezid Bestami adına bir cami ve ziyaret yeri yaptırılmıştır Kalenin bazı bölümleri kısmen ayaktadır Cami ve Bayezid Bestaminin makamı her yıl binlerce ziyaretçi tarafından ziyaret edilir Dor Mabedi: Kapısuyu yöresinde, Çevlik bölgesine hakim bir tepede, sütun kalıntıları görülebilir Su Kanalları Seleukos Döneminde, Harbiye (Defne) çağlayanlarından Antakya'ya su getirmek için yapılan 10 km uzunluğundaki kanalların ve köprülerin kalıntılarını günümüzde de görmek mümkündür Antakya içinde kalan tek bölümü Memekli Köprü olarak anılmaktadır |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Sözlü Tarih Lokman Hekime ilişkin söylence Tüm bitkilerin dilinden anlayan Lokman hekimde her derde deva bir ilaçları anlatan bir kitap vardır"Hikmet-ül Lokman" adlı bu kitap la Davut Peygamber hastaları iyileştirmiştirKitap DanyalPeygamber eliyle Babile geçmiş Orada Aristoteles onu Grekçeye çevirmiştirHarun Reşit döneminde ise Arapça çevirisi yapılmış o günden sonra ise halk hekimlerinin elinde bir başvuru kaynağı olmuşturGünümüze değin süren bu kaynak günümüzde aslı gibi değildir Efsaneye göre Lokman Hekim iyice yaşlanmıştırGünün birinde ölüme çare olacak otu bulmak için bir kayığa binerKitabı dayanındadırAsi ırmağı üzerinde ağır ağır giderken bir adam belirir ve seslenir: -Lokman bu yaşta tek başına nereye? -Ölüme çare bulmaya -Ölüme çare varmıdır? -Yoktur belki ama aramakta mı yoktur? -Bak hele şu kitaba ne kadar ömrün kaldı? -yoksa sen azrailmisin? - Birden kayık devrilir ve Lokman boğulurKitap da suya düşerDalgalar ancak küçük bir bölümünü kıyıya ulaştırırDiğerleri yiter kaybolurO yıl Lokmanın düştüğü asi ırmağı taşar ve ülkede görülmemiş bir bolluk olurIrmağa yaşam suyu anlamına geleln asi adı verilirYörede o kitaptan arda kalanların günümüze ilham kaynağı olduğu söylenir Hıdır İlyas Söylenceleri Binlerce yıl önce Samandağın Hıdır Köyünde bir "Hayak Suyu" vardırBu suyu bir ejderha beklerHer yıl bir kız kurban edilirse sudan bir yudum verilirKurban edilme sırası Kral kızına gelince elleri bağlanıp ejderhanın önüne atılırTam ejderha onu yutarken bir çoban yetişip mızrağını saplar acıdan kıvranan ejderha bir daha vurup öldürmesi için yalvarır sa da çoban vurmazEjderhada yerleri korkunç pençeleriyle yararak kaçarGide gide Lübnanda ki sert kayalara çarpar bir Nehir suyu olur ve akarak gelip Hataya ulaşır Günümüzde Asi ırmağı o ırmaktırAslında kızı kurtaran da Hızır asdırHalk ona Hıdır Bey adını yakıştırır ve kral kızıyla evlendirirYere sapladığı mızrağı da kocaman bir ağaç olur Günün birinde Musa Peygamber Tanrıya "Evrenin en akıllı adamı kimdir?"diye sorar o da Hıdır Beydir diye yanıtlarOnu nasıl bulacağını sorunca da değneğini yere sapladığında büyür ağaç olurTorbanda ki ölü balıklar canlanırgökyüzü açıkkken birden yağmur yağarsa bulunduğun yer iki denizi kavuşturuyorsa işte orası Hıdırın ülkesidir der Musa torbasını tuzlu balıkla doldurup dğneğini alıp yola düşerdağ taş demez dolanır ama bir türlü aradığı ülkeyi bulamazSonunda Samandağ açıklarında bir kayaya varır,yorgunluktan uyuyakalırUyanmınca yere sapladığı değneğin büyüyüp ağaç olduğunu vekendisini gölgelendirdiğini görürTorbasındaki balıklar da canlanmış bir bir denize atlamaktadırlarGökte bulut yoktur ama sırıl sıklam ıslanmıştırAradığı ülkeyi bulmanın sevinciyle çevresini izlerken yanına bir balıkçı yaklaşır -"Hoş geldin ya Musa" derMusa -Hoş bulduk ben Hıdır Beyi arıyorum,onu nasıl bulurum,diye sorarAdam işine karışmamak soru sormamak kaydıyla onunla Hıdırı bulmaya karar verip yola koyulurlar Biraz gidince adam kıyıdaki kayıkları delmeye başlarMusameraklanıp nedenini sorar ama adam cevap vermezBu kez küçük bir çocuğu öldürürMusa Karşı çıkar ve nedenini öğrenmek ister, ama adam gene yanıtlamazAsi ırmağını izleyerek yollarına devam erlerKonakladıkları her yerde bir ziyaret yaparak ilerlerken bir köye varırlarBalıkçı kolları sıvayıp yıkık bir duvarı onarmaya başlarMusa dayanamayıp yine nedenini sormaya başlarAdam dayanamayıp öfkelenir ve cevaplamaya başlar "kayıkları deldim çünkü düşman gelip almasın diye,çocuğu öldürdüm büyüyünce çok kötü bir adam olacaktı halbuki ailesi iyi insanlardı,duvarı yaptım çünkü çocuklar çok yoksul ve yetim insanlardıDuvar altında bir gömü var büyüyünce bulup alsınlarBunları anlatır ve aradığın adam bendim der ve ortadan kaybolur Günümüzde bu buluşma yeri ziyaret yeri olarak kullanılmaktadırMusa ve Hıdırın buluştukları yerde günümüzde kutsal sayılmaktadır Habib Neccar söylencesi Eski zamanlarda antakya yöresinde yaşayanlar putlara tapmaktadırlarTanrı onlara ;Yahya,yunus,Şamun Peygamberleri gönderirOnlar da vaazlarıyla halkı uyarıp doğru yola çağırır O devirde put yapımıyla geçimini sağlayan Habib Neccar adlı bir kişi dinlediklerinden atkilenir,putlara tapmaktan vaz geçerHalk ta vaazları engellemek için elinden geleni yapar Bir gün,vaaz dinleyenler öfkelenir ve peygamberi öldürmeye kalkışırTam bu sırada yetişen Habib Neccar halkı uyarmaya çalışırİyice çılgına dönenler Habib Neccarın başını keserler Habib başını koltuğunun altına alarak şimdiki Habib Neccar camisinin bulunduğu yere gelir burada düşerKimileirne göre ise üç gün üç gece başı koltuğunda şehirde dolaşıp Kuran okur |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Cami ve Mescitleri Hatay (Antakya) Cami ve Mescitleri Osmanlı döneminde Antiocheia'nın ismi Antakya'ya çevrilmiştir Vakıf kayıtlarından öğrenildiğine göre kentte 28 cami ve mescit inşa edilmiştir Ulu Cami, Habib Neccar Camisi ve Ağa Camisi dışında kalan diğer cami ve mescitler kubbesiz olup, ahşap çatılıdır Sivil mimariye yakınlıkları olan bu mescitlerin minareleri çoğunlukla şerefelerine kadar taştan örülmüştür Bunların yükseklikleri de fazla değildir Çokgen gövdeli minarelerin üzerleri genellikle yöresel ahşap külahlıdır Bu tür minareler daha çok Halep, Gaziantep, Maraş ve Adana'daki örneklerde karşımıza çıkmaktadır Antakya'daki belli başlı mescitler arasında Erdebili, İbn Sufî, Kubbeli, Yunus Fakih, Sarı Mahmut, Şönbik Debağa (Tabakhane), Kostal, Meydan, Mukbil, Şuğunoğlu, Numan, Ağca, Hamamcıoğlu, Şeyh Hakikoğlu, Basaliye ve İmaran mescitleri bulunmaktadır Habib Neccar Cami (Merkez) Habibi Neccar Cami, şehirde yapılan ilk cami olarak bilinmektedir Memluklulardan Baybars zamanında eski bir Roma tapınağının yerine yapılan cami, IX yüzyılda depremden zarar görmüş XVII Yüzyılda, Osmanlı döneminde yenilenmiş, yalnızca barok üsluptaki minaresi eski şeklini korumuştur Bu yapının altında halkın ziyaret ettiği 3 mezar bulunmaktadır Kuranda Habib-ün Neccar ile ilgili olayın geçtiği yer olması bakımından kutsal sayılmaktadır Tarihi kaynaklara göre Antakyada ilk cami 638 yılında Arapların şehri ele geçirmesinden sonra yapılmıştır Bazı kaynaklara göre de Habib Neccar Türbesini ve Camisini Ubu Ubeyde Bin Cerrah yaptırmıştır Caminin bulunduğu yerde 1960 yılında yapılan bir kazıda alt kısımlarda farklı duvar kalıntıları ile karşılaşılmıştır Ancak bu duvarların hangi yapılara ait olduğu kesinlik kazanamamıştır Bugünkü Habib Neccar Camisinin medrese duvarlarında Arapça kitabeli metinlere rastlanmaktadır Habib Neccarın ismi ilk kez İbni Batuta seyyehatnamesinde geçmiş; burada da Habib Neccarın mezarı, yanında zaviyesi olduğunu belirtmiştir Caminin köşesinde Hzİsa tarafından gönderilen azizlerine ilk defa inanan ve onları korurken şehit olan Habib Neccarın türbesi vardır Caminin arkasındaki dağa onun ismi verilmiştirAyrıca bu dağ üzerinde de Habib Neccara ait bir de ziyaret yeri vardır Antakyada inanılan bir efsaneye göre: Peygamberin halifesi Hz Ömer, Diyar-ı Rûm denilen ve o zaman Hıristiyanların elinde bulunan Anadoluyu fethetmek, İslamlaştırmak için buraya askerlerini göndermiştir Bunlardan bir gurup Ebu Übeyde bir Cerrahın kumandasında, Antakya üzerine yürümüş ve karşılaştıkları kaleleri ele geçirmişlerdir Ebu Übeydenin, Habib Neccar adında bir bayraktarı vardı Savaşın en kızgın, en çetin anlarında, Habib Neccar, bir elinde sancağı şerif, diğer elinde kılıcıyla ön saflarda kıyasıya dövüşürdü Kumandan ne zaman : "Yetiş ya Habib" derse, canını dişine takar, düşman saflarını yararak öne geçer, askere şevk ve heyecan verirdi Böyle bir gün, Antakya yakınlarındaki Nur dağları üzerinde savaşılıyorken Ebu Übeyde çaresiz kalmıştı Savaşın kızgın bir anında, yine: "Yetiş ya Habib!" diye bağırınca, Habib Neccar : "yallah!" diyerek tepeyi bir anda tırmanmış, düşman saflarını yararak sancağı en yüksek zirveye dikmiştir Bu sırada karşısındakiler bir kılıç darbesiyle başını gövdesinden ayırmışlar Bu sırada galeyana gelen Arap ordusu tepeden indiklerinde Habib Neccarın başsız gövdesiyle karşılaşmışlar Geri çekilen düşman, Habibin başını bir sırığa saplayarak götürmüş ve ibret olsun diye Antakya kalesinin en yüksek burcuna dikmişler Arap orduları, birkaç gün sonra, Antakyayı da kuşatmışlar Savaşın kızıştığı bir sırada kale burcundaki Habibin kesik başından sesler gelmeye başlamış: "Kardeşlerim, yiğitlerim, ben buradayım Sağdan hücum edin, sola koşun" Kesik baştan gelen sesleri işiten Araplar heyecanla ileri atılmışlar, düşman askerleri ise paniğe kapılarak geriye çekilmişler Bu olayın ardından kale birkaç saat içinde zapt edilmiş, halk vergiye bağlanmıştır İnanışa göre; Kumandan Ebu Übeyde, şehit Habibinin kesik başını gömmüş, üzerine türbe, yanına da bir cami yaptırmıştır Habib Neccarın vücudu da Nurdağlarındaki bir mezara konmuştur Evliya Çelebi, Antakyaya geldiğinde Habib Neccar Türbesini ziyaret etmiş, ona ait çeşitli efsaneleri seyyahatnamesinde yazmıştır Evliya Çelebiye göre, Habib Neccar, İsa Peygamber zamanında yaşamış ve Ona iman etmiş İsa gibi mucizeler göstermiş, daha sonra da, puta tapanlar tarafından başı kesilerek öldürülmüştür Evliya Çelebinin bir ifadesine göre de Antakya Kalası, İstanbul Kalasından sonra en büyük kalalardan biridir Seyahatnamesinde bunu şöyle anlatır: "Antakya Kalası duvarlarının ve burçlarının yüksekliği başka bir yerde görmedim Doğu yönündeki dağlar üzerine oturan duvarları 80 arşın yüksekliğindedir Asi nehri kıyılarındaki duvarlar ise yalınkat, 20 arşındır Kalanın yapıldığı taşların her biri birer fil gövdesi kadardır Büyük usta Ferhat, taşları baltasıyla birbirine öyle yanaştırmış ki, tek bir kaya sanırsınız" Ulu Cami (Sultan Selim Cami) (Merkez) Antakyanın en eski yapısı olarak bilinen Ulu Cami, XVI yy da yapılmış olup, Erken Osmanlı dönemi Ulu Camileri plân düzenindedirBununla beraber Memlûklar dönemine ait izler burada açıkça görülmektedir Kitabesinde Hicri 1117 (1705) tarihi bulunmaktadır İbadet mekânı sütunların desteklediği küçük kubbelerle örtülüdür Ancak, depremlerden zarar gören bu yapı 1987 yılında yıkılarak yeniden yapılmıştır Günümüze ulaşan camide orijinal mimari parçalar ve bezemeye rastlanmamaktadır Ahmet Kuseyri Cami ve Türbesi (Yayladağı) Antakya-Yayladağı yolu üzerinde, Antakyaya 25 km uzaklıkta bulunan Şenköydedir Osmanlı döneminde yaşamış bir veli olan Şeyh Ahmet Kuseyrinin türbesi ve aynı avluda bulunan cami XVI Yüzyıla tarihlendirilmektedir Kanuni Sultan Süleyman Cami (Belen) Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1553te tek kubbeli olarak yaptırılmıştır Günümüze orijinal durumu ile ulaşamamıştır Yakınında bir de kervansaray bulunmaktadır |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Külliyesi (Payas Külliyesi) Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi (İskenderun) İskenderunun yanı başındaki Payas beldesinde Osmanlı dönemine ait yapılardan Sokollu Mehmet paşa Külliyesi günümüze çok iyi bir durumda ulaşmış ve restore edilmiştir Sokollu Mehmet paşa 1574te Mimar Sinana Cami, Medrese, Sıbyan Mektebi, Arasta, Han, Tabhane, İmaret, Hamam ve Çeşmeden oluşan bir külliye yaptırmıştır Klasik Osmanlı Mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan külliyenin camisi Evliya Çelebide “Cami-i Kebir” olarak geçmektedir Caminin ibadet mekânını örten büyük kubbe iki küçük kubbe ile desteklenmektedir Bu plân düzeninden ötürü de yan mekânlı camiler grubu içerisinde yer alacak özelliktedir Ana giriş kapısı oldukça yüksek ve sivri kemerlidir ve mukarnaslarla süslenmiştir Mermer mihrap XIXyüzyılda buraya eklenmiştir Ampir üslubundadır Yapı topluluğunun bedesteni, kervansaray ile cami arasına yerleştirilmiştir Buradaki beş dizelik yazıtından 1574-1575 yıllarında yapıldığı anlaşılmaktadır Yapı topluluğunun merkezini oluşturan bedesten 15x115 m Ölçüsünde olup dikdörtgen planlıdır Üzeri de 12 çapraz tonozla örtülmüştür Yapı topluluğunun hemen hemen tümünü kaplayan kervansaray, doğusundaki alanı bütünüyle kaplamıştır Osmanlı kervansarayları arasında büyüklüğü ile dikkati çeken bir yapı olup, kare plânlı bir avlunun etrafındadır Kuzey ve güneyi sekizer, doğusu da on üç payeyi taşıyan çapraz tonozlu revaklarla çevrilmiştir Bu revakların arkasında da konaklama hücreleri yer almaktadır Odaların dışa açılan pencereleri olmadığından aydınlanma avludan yapılmaktadır Yapının güneyindeki dar ve uzun bir koridor aracılığıyla iç bahçeye geçilir Burada doğu ve batı yönlerinde tonoz örtülü bir takım mekânlarla karşılaşılır Aynı zamanda burada günümüze gelememekle birlikte, büyük bir mutfağın olduğu sanılmaktadır XVIyüzyıla tarihlendirilen bu eserin üst örtüsü çapraz tonoz ve kubbelerle tamamlanmıştır Caminin kuzeyinde, Sokollu Mehmet paşa Külliyesinin bir bölümünü oluşturan hamam, caminin kuzeyinde, bedesten ile kervansaray arasında yapılmıştır XVI Yüzyılın, klasik Osmanlı mimarisi üslubundadır Çifte hamam plân düzeninde olan yapının kadınlar bölümü yıkılmış ve günümüze gelememiştir Soyunma yeri kare plânlı olup, sekiz köşeli bir kasnak üzerine kubbe oturtulmuştur Sıcaklık kısmı ise hac plânlı ve dört eyvanlıdır Bunun köşeleri kesme taştan, kubbeli dört eyvan yerleştirilmiştir Külliyenin yanı başından geçen çay üzerinde de altı köprü kurulmuş olup, günümüzde bunlardan yalnızca ikisi kullanılmaktadır |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Kale ve Surları Antakya Kalesi (Merkez) İstanbul surlarından sonra en uzun sur duvarları olan Antakya surları MÖ300 yıllarında Seleukos I zamanında inşa edilmiştir Roma ve Bizans dönemlerinde yapılan ilavelerle genişletilmiş 23600 m Uzunluğuna erişmiştir Habib Neccar Dağı üzerinden batıda âsi Nehrine, doğuda da aşağıdaki düzlüklere kadar ulaşır Üst kısımlarda surların yüksekliği 50-60 mye Âsi Nehri kıyısında da 70 mye kadar ulaşır Evliya Çelebi 44000 adım uzunluğundaki duvarların büyük taş bloklarla örüldüğünü ve son derece de sağlam olduğunu belirtir Surlar 80-100 m arasında birer burçla takviye edilmiştir Buradaki burçlar 5 katlı olup her kat başlı başına müstakildir Burç sayısının 360 dolaylarında olduğu sanılmaktadır Kalenin yapımında kullanılan büyük taşlar adeta birbirleri ile perçinlenmiştir Kalenin kuzeyde Halep, batıda Şam kapıları bulunuyordu Bunlardan Halep kapısının 10 m Yüksekliğinde demir bir kapısı vardı Surların içerisindeki İçkale, MSVIyüzyılda Bizans İmparatoru Nikefhoros Fokas tarafından yaptırılmış ancak günümüze iyi bir durumda gelememiştir Bu surların çok fazla zarar görmesinin nedeni de Perslerin buraya hücum etmesinden kaynaklanır Günümüzde Habib Neccar Dağı üzerinde bu surların ve İçkalenin yıkıntıları ile sarnıç kalıntıları görülmektedir Ayrıca Habib Neccar Dağı ile Haçdağ arasında selleri önlemek amacıyla İmparator Iustinianus tarafından VIyüzyılda yapılmış olan Demirkapı denilen bölüm iyi bir durumda günümüze kadar gelebilmiştir Koz Kalesi (Altınözü) Altınözü Koz Kalesi Köyünün yakınında olan bu kale, yüksek, sarp ve kayalık bir tepe üzerinde kurulmuştur Üçgen şeklindeki tepenin etrafı çepeçevre kalın duvarlarla sağlamlaştırılarak iyi bir korunak meydana getirmiştir Bu kale Helenistik dönemde yapılmıştırBüyük bir bölümü harap olmakla beraber, güney tarafındaki kalıntılardan iri blok taşlarla yapıldığı, birbirlerinden 100 m uzaklıkta yarım yuvarlak 2 burcu olduğu görülmektedir Koz Kalesi Bizanslılar ve Haçlılar tarafından da kullanılmış, 1268 yılında da Baybars tarafından ele geçirildikten sonra önemini yitirmiştir Bakras Kalesi (Belen) Belen Örençay (Bakras) Köyünde Kızıldağın eteğindedir Helenistik dönemde Anadolu-Suriye-Mısır yolunu kontrol etmek amacıyla yapılmıştır Sonraki dönemde Romalılar, Bizanslılar ve Haçlılar tarafından onarılarak kullanılmıştır Yavuz Sultan Selimin Mısır seferi sırasında da Osmanlıların eline geçmiştir Günümüze iyi bir durumda gelen kalenin içerisinde Bizans döneminde bir de kilise yapılmıştır Darbısak (Darb-ı Sak) Kalesi (Kırıkhan) Kırıkhana 4 km uzaklıkta, Alaybeyli Köyündedir Bu kale Helenistik dönemde Belen Geçidine kuzeyden gelen yolu korumak için yapılmıştır Bu kale de Bakras Kalesi gibi 50-60 m Yüksekliğinde bir tepenin üzerinde kurulmuştur Günümüze doğu tarafına ait bazı kalıntıları ile kaleye dağdan su getiren su kemerleri ayakta gelebilmiştir Ayrıca İslâm velilerinden Beyazıt Bestâmi adına burada bir ziyaret yeri ve cami yapılmıştır Kalenin bir bölümü sonraki dönemlerde konut haline getirilmiş ve Osmanlı dönemi idarecileri ile ailelerinin mezarları burada bulunmaktadır Bu yüzden de halkın ziyaret yeridir Sarıseki Kalesi (İskenderun) İskenderun-Adana Karayolu üzerinde, İskenderuna 10 km uzaklıktadır Helenistik dönemde (MÖ300-MS20) yapılmış, Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar ve Selçuklular, Osmanlılar tarafından kullanılmıştır Evliya Çelebinin belirttiği gibi, dörtgen plânlı, yekpare taşlı bir yapıdır Yavuz Sultan Selim yol güzergâhı üzerinde bulunan bu kalenin onarımına 1516da başlamış ve Kanuni Sultan Süleyman 1549da tamamlamıştır Kaleden çok az bir kalıntı günümüze gelebilmiştir Şalen Kalesi (Sıvlan Kalesi) (İskenderun) İskenderunun kuzeydoğusunda Değirmendere Köyü yakınındaki Şalen Kalesi Amanos Dağlarının uzantısı olan sarp ve kayalık bir tepeye kurulmuştur Helenistik dönemde yapılmış, Bizanslılar ve Haçlılar zamanında gözetleme ya da karakol kalesi olarak kullanılmıştır Günümüze bu kaleden, pek az kalıntı gelebilmiştir Payas Kalesi (İskenderun) Payas kalesi, Osmanlı döneminde Sokollu Mehmet Paşa tarafından Payas Limanı ve tersanesini güvence altına almak için 1567de yapımına başlanmış, 1571 yılında da tamamlanmıştır Antik çağlara ait bir kale üzerine yapıldığı sanılmaktadır Onunla ilgili bir kalıntıya rastlanamamıştır Sokollu Mehmet Paşanın yaptırdığı, dört köşeli, sekiz kuleli bu kale Payasın simgesi olarak nitelenmektedir Başta Evliya Çelebi olmak üzere buradan geçen zenginler bu kaleden söz etmişlerdir İskenderun Limanına gelen yabancı gemilerin su gereksinimini karşılayan Payasın güvenli bir yer olmasında Balyemez Toplarının bulunduğu bu kalenin büyük önemi vardır Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında cezaevi olarak kullanılmış, özellikle ağır cezaya mahkûm olmuş suçlular buraya yerleştirilmiştir Namık kemal de bir süre bu kalede hapsedilmiştir Cin Kulesi (İskenderun) Payas Kalesi ile liman arasında, hemen aşağıdaki limanı korumak için 1577 yılında inşa edilmiştir Eskiden “İskele Kalesi” adıyla anılan bu yapı 360 derecelik görüş alanına sahip bir karakol kulesidir Günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Köprüleri Diocletianus Köprüsü (Merkez) Antakyanın merkezinde Âsi Nehri üzerinde bulunan köprüyü Roma İmparatoru Diocletianus yaptırmıştır Büyük kesme taştan üç ayaklı olan bu köprünün ayaklarının biri üzerinde Romanın simgesi olan kartal kabartmaları bulunuyordu Birkaç kez onarılan bu köprü ne yazık ki 1970den sonra yıktırılarak yerine yeni bir köprü yaptırılmıştır Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü (Altınözü) Payas Sokollu Mehmet Paşa Külliyesinin bir bölümünü oluşturan bu köprü, küçük dört gözlü olup, günümüze pek az bir bölümü gelebilmiştir Bunlardan ortadaki göz sivri kemerli ve diğerlerinden daha yüksekti Moloz taş ve tuğla karışımından yapılmıştır XVIyüzyıla tarihlendirilmektedir Evliya Çelebi de bu köprüden söz etmiştir Memekli Köprü (Merkez) MSIIyüzyılda Harbiye çağlayanları üzerindeki 9 km uzunluğunda olan ve Antakyaya su getiren kanallar üzerinde iki köprü yapılmıştır Günümüzde bu kanalların hemen hemen bütünü yok olduğu gibi köprülerin de kalıntıları bulunmaktadır Halk arasında bu köprülere Memekli Köprü ismi verilmiştir Yapı malzemesini kaba moloz taşlar, kemerleri de tuğlalardandır Demir Köprü (Merkez) Antakya-Reyhanlı yolunun 21 kmde Âsi Nehri üzerindedir Taştan 5 gözlü olan bu köprünün yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber Osmanlı döneminde birkaç kez onarıldığı bilinmektedir Danaahmetli Köprüsü (Kırıkhan) Kırıkhan İlçesinin Torun, Abalaklı, Kodallı ve Danaahmetli köyleri arasında Karasu Çayı üzerindedir Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan yedi gözlü köprü günümüze sağlam bir durumda gelmiş olup, kullanılmaktadır Murat Paşa Köprüsü (Kırıkhan) Kırıkhan İlçesi, Murat Paşa Köyünde iki ayrı köprü halindedir Bunlardan birinin köprü ayakları dolmuş, diğeri kısmen de olsa kullanılmaktadır Mimari üslubundan Osmanlı döneminde yapıldığı biliniyorsa da kesin bir tarihleme yapılamamaktadır |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Kiliseleri Aziz Pierre Mağara-Kilisesi (Merkez) Antakyaya hakim, kentin kuzeydoğusunda, Reyhanlı çıkışı yakınında Stauris (Hac) Dağının eteğinde Aziz Pierre Mağara Kilisesi bulunmaktadır Aziz Pierre Antakyadaki ilk toplantısını ve ilk vaftiz törenini Habib Neccar Dağının (Haçdağı) eteklerinde yapmıştır Yahudi Mahallesinin kenarındaki mağarada toplananlar Hristas dinine bağlı anlamına gelen Hıristiyan ismini ilk kez burada almışlardır Bu mağara-kilisede Aziz Pierre ve Aziz Barnabas ilk Hıristiyan cemaatine vaaz vermişlerdir Böylece bu mağara-kilise Hıristiyanlığın ilk kutsal kilisesi olarak kabul edilmekle beraber ne zaman gerçek anlamda kiliseye dönüştüğü kesinlik kazanmamıştır Mağara-kilisenin girişinde biri büyük, ikisi daha küçük olmak üzere üç kapısı vardır Sağır ve yuvarlak kemerlerle cephenin tek düzey görünümü böylece giderilmiş, yuvarlak ve yıldız şeklindeki sembolik pencereler de onları tamamlamıştır Kutsal mağaranın döşemesindeki mozaikler Vyüzyıla aittir Mağara içerisindeki duvarların tümü XII-XIIIyüzyıla ait fresklerle kaplı olmasına rağmen günümüzde bunların yalnızca izleri görülebilmektedir Mağara-kilisenin girişinde 9,5 m Genişliğinde, 13 m derinliğinde ve 7 m yüksekliğinde bir bölüm vardır Buradan ibadet mekânına geçilmektedir Buradaki apsid bölümünde Aziz Pierrenin mermer sandukası ile duvarın üzerinde mermer bir Meryem heykeli dikkati çekmektedir Mihrabın sağında kayalardan sızan, kutsal olduğuna inanılmış suların toplandığı havuzda vaftiz törenleri yapılmıştır Mihrabın soluna açılmış kapıdan, 3 mden sonrası duvarla kapatılmış bir tünel görülmektedir Hıristiyanlığın ilk yıllarında Romalıların ani baskınlarına önlem olarak bu tünel kaçış amacıyla kullanılmıştır Haçlılar döneminde kilise birkaç metre daha uzatılmış ve yerel taş malzeme kullanılan iki kemerle ön cepheye bağlanmıştır Ön cephe Papa IXPiusun isteği ile Kapuçin rahipleri tarafından 1863 yılında restore edilmiştir Bu çalışmalara Fransa Kralı IIINapolyon da maddi katkıda bulunmuştur Kilisenin içerisinde, sunağın çevresinde bir takım mezarlar bulunmaktadır Mağara kilisenin önündeki alanın birkaç yüzyıldan beri mezarlık olarak kullanıldığı da burada yapılan çalışmalar sonucunda anlaşılmıştır Aziz Pierre Mağara-kilisesi Nasturi Kilisesinin Bizans Kilisesinden ayrılmasıyla eski önemini yitirmiştir Günümüzde Aziz Pierrenin şehit edildiği, Vatikanın kutsal yer ilân ettiği Mağara-kilise 1963 yılında Papa IVPaul tarafından Hıristiyanların Haç yeri olarak ilan edilmiş, her yıl 29 Haziranda buraya gelen din adamları ve cemaatin katıldığı toplulukla kutsal ayinler yapılmaktadır Bu törenlere her yıl Vatikanın temsilcisi de katılmaktadır Kharon (Hero) (Cehennem Kayıkçısı) StPier Mağara Kilisesinin 20 m uzağında kayalara oyulmuş Mitolojide ismi geçen Cehennem Kayıkçısı Kharonun kabarması bulunmaktadır Kharon kabarması, başı bir örtü ile kapatılmış, kabarma bir insan portresidir Bu kabartma İmparator Antiochos zamanında Antakyada birçok insanın ölümüne neden olan veba salgını sırasında yapılmıştır Bu dönemde toplumlara etkili olan kâhinlere danışılmış, onların tavsiyesi üzerine de kente yukarıdan bakan dağ üzerinde böyle bir kabarmanın yapılması kararlaştırılmıştır Kabartma üzerine ölüm ile ilgili sözler yazılmış ancak, bu sözler günümüze ulaşamamıştır Grek Mitolojisine göre Kayıkçı Kharon, ölülerin ruhlarını Stiyks ırmağından geçirip yer altı ülkesine götürmekle görevlidir Kharon ölülerden bazılarını kayığına alıyor, bazılarını da yalvarmalarına kulak asmadan kıyıda bırakıyordu Kharonun kıyıda bıraktıkları öldüklerinde kendilerine dini tören yapılmayanlardı Bunlar yer altı Tanrısı Hadesin yönetimine girmeden önce yüz yıl ıstırap çekecek ve boşlukta dolaşacaklardı Aziz Piyer ve Aziz Paul Kilisesi (Merkez) Antakyada Hürriyet Caddesinde bulunan Ortodoks Kilisenin yapımına 1860lı yıllarda başlanmış, ancak 1872 depreminde büyük hasar görerek yıkılmıştır Üç Semavi Dininin birleştiği bir yer olarak bilinen Antakyadaki bu kilisenin yapımına XIXyüzyılın sonlarında başlanmış ve 1900de ibadete açılmıştır Dikdörtgen plânlı bir kilise olup, sağında çan kulesi bulunmaktadır Avlusu revaklarla çevrilmiştir Kilise günümüzde ibadete açıktır Antakya Hıristiyan Rum Ortodoks Kilisesi (Merkez) Antakyanın Hıristiyan dini yönünden önemli olması bu bölgede kiliselerin yoğunlaşmasına neden olmuştur Bunun sonucu olarak da Antakya Kilisesi 1833 yılında Mısır Bilad Al Şam hükümdarlığı zamanında Mohammed Ali oğlu İbrahim Paşanın izni ile ahşap, basit bir kilise olarak yapılmıştır Sonraki yıllarda beyaz taştan yüksek bir alanda geniş bir avlu ortasında yapılmış, çevresine de müştemilat binaları eklenmiştir Kilisenin içerisine 70x70 cm2lik iki sütun arasından girilmektedir Bu sütunlardan bir tanesinin üzerine 2 m yüksekliğinde 12 satırlık bir şiir, bu kiliseye maddi yardımda bulunan bir aile tarafından Mihail isimli oğullarının anısına yazılmıştır Kilisenin üç salonu ve batı, kuzey, güney yönlerine açılan üç büyük kapısı vardır Doğu Ortodoks Kiliselerinin en güzel örneklerinden biri olan bu kilise deprem sonrası Rus mühendislerinin yardımları ile yeniden yapılmış ve Rus kiliselerinin üslubu burada da karşımıza çıkmıştır Kilisenin içerisinde liturjik kilise eşyaları bulunmakta olup, bunların yanı sıra Bizans, Rus ve Suriye kökenli ikonalar da vardır Ayrıca antik bir taştan yapılmış Taufe Curunu (Vaftiz Kuyusu)dan akan sular kilise altındaki mezarlığa dökülmektedir Kilisenin kuzeyinde 1911 yılında Patrik IVGregorios zamanında yapılmış olan Ruhban okulu günümüzde kilisenin protokol salonu olarak kullanılmaktadır Aziz Hanna Kilisesi (İskenderun) Hıristiyanlığın ilk yıllarında bu dini yaymak amacıyla bir çok rahip ve keşiş, Arsuz çevresine yerleşmişlerdir Bu rahiplerden Aziz Hanna Arsuzda bir kilise yaptırmıştır Depremlerde hasar gören bu kilise 1514 yılında yenilenmiştir Günümüzde ibadete açıktır Kilisenin içerisinde değerli ikonalar bulunmaktadır Markirkos Ortodoks Kilisesi (İskenderun) İskenderun Denizciler Caddesi üzerindeki Markirkos Ortodoks Kilisesi 1585 yılında yapılmıştır Günümüze iyi bir durumda gelmiş olup, halen ibadete açıktır Katolik Kilisesi (Merkez) Antakya şehir merkezinde Kurtuluş Caddesinde bulunmaktadır Katolikler 600 yıl aradan sonra tekrar Antakyaya yerleşmişlerdir Buraya ilk gelenler bir kilise ve Avrupalıların çocukları için bir de okul açmışlardır Sonraki yıllarda Antakyaya gelen Fransız Rahipleri burada küçük bir manastır kurmuşlardır Buradaki Katolikler Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecidden 1852 yılında bir Katolik Kilisesi kurmak için izin aldılar, kilise birkaç yıl sonra yapıldı Antakya Protestan Kilisesi (Merkez) Fransızlar döneminde elçilik ve Fransız Bankası olarak kullanılmış, 2000 yılında Güney Kore Kwong Lim Metodist Kilisesi tarafından Protestan Kilisesi olarak tanınmıştır Kilisenin Giriş kapısı üzerindeki Türkçe, İngilizce ve Kore dilinde yazılmış plakette, Haziran 2000de açıldığı yazılıdır Bu kilise Koreli bir din adamı Pastör tarafından açılmıştır Bahçe içerisinde beyaz köfeki taşından kilisenin giriş bölümü boydan boya ileriye doğru hafif bir çıkıntı yapmakta ve sivri kemerli bir kapıdan içeriye girilmektedir Cephe görünümünün iki yanında dikdörtgen birer pencere, üst katta da yanlarda birer çıkıntılı kısımda da yine dikdörtgen söveli 3er pencere bulunmaktadır Kilisenin en üst noktasına da bir haç yerleştirilmiştir İbadet mekânı dikdörtgen bir plan göstermekte olup, apsidin önünde kürsü bulunmaktadır Ayrıca iç mekânda geç devre ait kilise eşyaları ile ikonalar bulunmaktadır |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Manastırları Aziz Symeon Stylites Manastırı (Samandağı) Antakyadaki Hıristiyan azizlerinden Symeon Stylites Manastırı kentin 18 km batısında, Nahırlı Köyü yakınında, Âsi Nehrinin yatağına bakan bir tepe üzerindedir Samandağının en yüksek tepesinde MSVyüzyılda yaşayan Terk-i Dünya tarikatının öncülerinden Aziz genç Symeon Stylites (MS389-459) manastırının günümüze ulaşan kalıntılarının ortasındaki sütun üzerinde, biraz soluk alabilmek için bütün dünya nimetlerinden elini ayağını çekip, otuz yıl Tanrıya dua ederek geçirmiştir Suriye ile Kilikyanın birleştiği yerde dünyaya gelen Genç Symeon Antakyada yaşamış, sonra kendisini bir hücreye kapatmıştır Üç yıl sonra hücresinden çıkmış, yakınındaki dağa kendisinin çizdiği bir daire içerisine zincirlemiştir Aziz Symeon Stylitesin sabrı, dayanıklılığı ve inancı çevrede duyulmuş, Hıristiyan dünyasının her tarafından gelen hastalar, dertliler Ona başvurmuşlardır İnsanlardan kaçma umudunu yitirdiğinden yükseklere çıkmayı yeğlemiştir Söylentiye göre de papaz unvanını sütunun üzerinde yaşarken almıştır Başlangıçta üç büyük taştan oluşan sütun yavaş yavaş yükseltilmiş ve sonunda 20 mye ulaşmıştır Söylentiye göre de Aziz zaman zaman buradan kuş gibi uçmuştur Aziz Symeon Stylites 7 yaşından 20 yaşına kadar “Johnun Manastırı” olarak isimlendirilen bu yerde Stylite eğitimi almıştır Ölümünden sonra İmparator ILeon (457-474) buraya onun adına bir manastır yaptırmıştır Araştırmacılar Antakyanın 45 km doğusunda, bugün Suriyenin sınırları içerisinde, genç Symeon Stylitesden yaklaşık 100 yıl önce yaşamış, aynı ismi taşıyan bir azizden söz etmişlerdir Bu arada Daniel Stylites (409-493) isimli İstanbulda yaşayan bir diğer aziz Suriyedeki Symeon Stylitesi ziyaret ederek dönüşünde Anaplousde (Kuruçeşme) Boğaziçine karşı bir sütunun üzerinde 30 yıldan fazla yaşamıştır Ayrıca Kapadokyada aynı ismi taşıyan bir azizin de sütun üzerinde yaşadığı söylenmiştir Eski kaynaklarda “Cebel-Mar Seman” veya “Dar Seman” denilen Genç Symeon Stylitesin Manastırı başlangıçta ona inananlar tarafından yapılmıştır Kaynaklarda yapının mimarının ismine rastlanmamıştır Ancak Aziz manevi gücünden şifâ arayanlar ile onların yakınları buraya gelerek yapım çalışmalarına yardımcı olmuşlardır Bu arada manastır plânının bir melek tarafından çizildiğine de inanılmıştır Manastırın doğu-batı yönünde 160 m, kuzey-güney yönünde 130 mlik bir plânı vardırÜç ayrı girişi olan manastırın ortasında Azizin yaşadığı taş bulunuyordu Manastırın ilk bölümü 551 yılında tamamlanmıştır Günümüze son derece iyi bir konumda gelen yapının duvarları içerisine kayalara oyulmuş oturma yerleri dikkati çekmektedir Mozaik döşemeli zemin kaçak kazılar sonucu yok edilmiştir Manastırın tapınak kalıntıları, sarnıçlar, aziz odaları, mahzenleri ve onlara ait mimari parçalar çevreye dağılmış durumdadır Aziz Symeon Stylitesin de üzerinde yaşadığı sütunun 13 m Uzunluğunda 2 m2 genişliğindeki bölümü günümüze ulaşabilmiştir Yayladağı Barleam Manastırı (Yayladağı) Yayladağının en ünlü tarihi yapısı olan Barleam Manastırı 1316 m Yüksekliğindeki Keldağında küçük bir teras üzerindedir Burasının Hititler döneminden itibaren mabed olarak kullanıldığı sanılmaktadır Seleukos INicador burada Zeus adına bir mabet yaptırmıştır MSIVyüzyılda Aziz Barleam buraya gelerek mabedin bulunduğu yerde bir manastır ve onun güney-doğu köşesine de VIyüzyılın başlarında bir kilise yaptırmıştır Manastır 1268 yılına kadar keşişleri bir araya toplamış, Arap akınlarından sonra da terkedilmiştir Barleam Manastırını ilk kez 1832 yılında gezginler fark etmiş ve 1963 yılında WDjobadze burada bir kazı yaparak manastırın ana hatlarını ortaya çıkarmıştır Buradaki yapının ilk defa MSV-VIyüzyıllarda kullanıldığı XIIIyüzyıllarda da manastıra dönüştürüldüğü bilinmektedir Günümüze 5550x60 m Genişliğindeki avlusu ile temel kalıntıları, kuzey yönündeki mezarları gelebilmiştir Manastırın kilisesi dikdörtgen plânlı olup 2 neflidir Bezemeleri daha çok geometrik, örgü, geçme, palmet ve sitilize edilmiş bitkisel motiflerdir Bu motifler Bizans üslubunu yansıtmamaktadır |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Müzesi Antakya Müzesi Cumhuriyet Alanında, Asi Irmağı kenarında ve köprü yakınında bulunmaktadır Antakya yöresinde ilk bilimsel kazı ve araştırmalara, Suriye Eski Eserleri Nizamnamesine göre 1932 yılında başlanmış ve çalışmalar üç ayrı grup tarafından sürdürülmüştür Bunlardan birinci grup 1933-1938 tarihleri arasında Chicago Oriental İnstitue tarafından Tel El Cudeyde, Tel Delep, Çatal Höyük ve Tel Tainatta yapılan kazılardır İkinci grup çalışmalarını British Museum adına Sir Leonard Wolleyin El Minâ (1936) bölgesinde ve Tel Aççanada (1937-1948) yapmıştır Üçüncü grup çalışmalar Antakya yakınlarında Princeton Üniversitesince devam edilmektedir Hatay bölgesinde 1932 yılında başlayan çalışmalar sonunda ortaya bir çok buluntu, korunması gereken eserler çıkarılmıştır Bu konuda bir müze kurulması fikri, 1933 yılında o zamanlar Hatayda bulunan ve İskenderun Sancağı Antikiteler Müfettişi Fransız MClaude Prost tarafından ortaya atılmıştır Bunun üzerine Mimar MMichel Ecocherde o günkü koşullara göre müze binasının yapımına 1934 yılında başlamış, 1938 yılı sonunda da müze tamamlanmıştır Bundan sonra ilin değişik yerlerinde depolanmış bulunan eserler buraya taşınmış, 1939 yılında Hatay Devleti tarafından Amerikalı MrPerason müzenin düzenlenmesi ve tanzimi ile görevlendirilmiştir Bu uzmanın çalışmaları 3,5 ay kadar sürmüştür Hatayın 1939 yılında Türkiye Cumhuriyeti Topraklarına katılmasından sonra, Ruhi Tekan ilk müze müdürlüğüne atanmış, teşhir ve tanzim çalışmalarını sürdürmüştür Müze binasının tamamlanmasından 9 yıl sonra Hatayın Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılış yıldönümü olan 23 Temmuz 1948de ziyarete açılmıştır Princeton Üniversitesinin Antakya yakınlarında yaptığı kazılarda ortaya çıkan eserler, Harbiye yolu üzerindeki Roma villalarında ortaya çıkan taban mozaikleri müzeye taşınmıştır Bu durum karşısında müze binası yetersiz kalmış ve müze 1970 yılından sonra yapılan eklerle daha genişletilmiş bu da yetersiz kalınca, müzeye 1975 yılında yeni bir ek bina daha eklenmiştir Türkiyenin ve dünyanın en önemli mozaik müzelerinden biri olan Hatay (Antakya) Müzesinde Roma çağının en ünlü mozaikleri yer almaktadır Hatay Müzesinde MSIIyüzyıldan Vyüzyıla kadar yapılmış yöredeki Roma ve Bizans yapılarından çıkarılan mozaikler bulunmaktadır Roma mozaik sanatının klasik dönemi olarak isimlendirilen II-IIIyüzyıllar Antoninus ve Severius dönemlerini kapsayan figürlü mozaikler müzede geniş bir yer kaplamaktadır Bu mozaiklerde Psykhe, Eros, Satyros, Aphrodite, Baccus gibi mitolojik tanrıları resmedilmiştir MSIVyüzyılda Hıristiyanlığın Bizansta resmen tanınmasından sonra müzede sergilenen mozaiklerde de mitolojik konuların azaldığı görülmüştür Onların yerlerini daha çok mevsimleri, dini konuları içeren mozaikler almıştır Hatay Müzesinde Amik Ovasında bulunan 183 höyükten çıkarılmış Mitanni, Hitit ve Asur eserleri de sergilenmektedir Onların yanı sıra dünyada üçüncü sırada olan sikke koleksiyonlarında Roma, Bizans dönemlerine ait olan ve Harbiye, Antakya, Aççana, Çevlik, ve İskenderunda yapılan kazılarda bulunan sikkeler bulunmaktadır Ayrıca çeşitli süs eşyaları, heykeller, lahitler ve mezarlar da müze koleksiyonlarını tamamlayan diğer eserler arasındadır Özellikle bu heykeller arasında 3 m boyundaki Apollon heykeli ile 2000 yılında Antakyada bulunan, MS265-270 yıllarına tarihlendirilen Roma dönemi Antakya Lahdinin ayrı bir önemi vardır Bu mermer lahdin ön arka ve yan cepheleri ile kapağı figürlerle bezenmiştir Hatay Arkeoloji Müzesinin StPierre Kilisesi, Açana saray kalıntılarının bulunduğu ören yeri (Reyhanlı-Hatay), Antik Seleucia Pierre ören yeri (Samandağ-Hatay) bağlı birimleridir |
Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
11-04-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Antakya (Hatay) Genel TanitimiHatay Kervansayı Sokollu Mehmet Paşa Kervansarayı (İskenderun) Sokollu Mehmet Paşa yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan kervansaray, doğusundaki alanı bütünüyle kaplamıştır Osmanlı kervansarayları arasında büyüklüğü ile dikkati çeken bir yapı olup, kare plânlı bir avlunun etrafındadır Kuzey ve güneyi sekizer, doğusu da on üç payeyi taşıyan çapraz tonozlu revaklarla çevrilmiştir Bu revakların arkasında da konaklama hücreleri yer almaktadır Odaların dışa açılan pencereleri olmadığından aydınlanma avludan yapılmaktadır Yapının güneyindeki dar ve uzun bir koridor aracılığıyla iç bahçeye geçilir Burada doğu ve batı yönlerinde tonoz örtülü bir takım mekânlarla karşılaşılır Aynı zamanda burada günümüze gelememekle birlikte, büyük bir mutfağın olduğu sanılmaktadır XVIyüzyıla tarihlendirilen bu eserin üst örtüsü çapraz tonoz ve kubbelerle tamamlanmıştır |
Cevap : Antakya (Hatay) Genel Tanitimi |
01-07-2014 | #14 |
Kayıtsız
|
Cevap : Antakya (Hatay) Genel Tanitimiöncelikle bu güzel bilgiler için emeğinize sağlık antakya evlerinin mimari yapılarını anlatan bir ödev hazırlıycam çok fazla kaynakça elde edemedim yardımcı olabilirmisiniz |
|