Milli Müccadele Dönemi Kanunlari |
10-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Milli Müccadele Dönemi KanunlariMilli müccadele dönemi kanunlari Hâkimiyet bila kayd-ü şart milletindir İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etme esasına müstenittir” 20 Ocak 1921 tarihinde 85 sayılı yasa olarak kabul edilen “Teşkilatı Esasiye Kanununun” birinci maddesi öylesine coşkun bir heyecanla karşılandı ve tezahürata neden oldu ki, Başkanlık kürsüsünde olan Mustafa Kemal Paşa, celseye on dakika ara vermek zorunda kaldı Madde aynen şöyleydi:“Hâkimiyet bila kayd-ü şart milletindir İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etme esasına müstenittir” (1) Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Eylül 1920′de TBMM‘ne verip 18 Eylül’de Mecliste okunan, siyasi, sosyal, idari ve askeri yönden genel durumu belirten ve idari teşkilatı düzenleyen program, daha sonra 20 Ocak 1921 tarihli Kanunun hazırlanmasına imkân vermiştir Genç Türk Devleti’nin ilk Anayasası olarak kabul edeceğimiz Teşkilatı Esasiye Kanunu kabul edilinceye kadar, 23 Nisan 1920 ile, 20 Ocak 1921 tarihleri arasında bir Anayasa mevcut değildi Meclisçe devlet yönetimi ile ilgili bazı esaslara uyulmuş ve yazısız Anayasa dönemi geçirilmiştir Meclis üyelerinde Yasanın bazı maddeleri ile ilgili tereddütler vardı Başladıkları mücadele döneminin Sonucunu tahmin edemediklerinden, İstanbul hükümetine tamamen karşıt bir pozisyona düşmüş görünümünü vermek istememekteydiler Ordunun gerek asi çeteler ve gerekse güçlü Yunan Ordusu karşısında ard arda elde ettiği başarılar, Meclisin tüm ülke üzerinde hâkimiyet kurmasını sağlayınca, tereddütler giderilmiş olmaktadır İsmet Paşa bu durumu şu sözlerle özetlemekteydi “Dikkate değer ki Mustafa Kemal Paşa’nın biri 24 Nisan 1920, ikincisi 13 Eylül 1920 tarihli projeleri ilk anayasa şeklini alıncaya kadar Birinci İnönü zaferi sonucunu beklemek gerekmiştir”(2) Türk toplumunun büyük bir çoğunluğunun hareketlerini çevresindeki gelişmelere göre ayarladığı bir ortamda, Mustafa Kemal olağanüstü yaratıcı kabiliyeti ile olaylara yön vermek için, sanki gün kaybına dahi tahammül edemiyor, doğan her fırsatı değerlendirme çabası içinde bulunuyordu İşte “Halkçılık” ilkesini de, Sevr’in onaylandığı günlerde, 14 Ağustos 1920′de Erzurum Milletvekili Durak Bey ve arkadaşlarının, Şark Cephesi Kuvvetleri ile ilgili bir soru takrirlerine verdiği cevap sırasında ilk defa açıkça şu şekilde ortaya koymuştur “Efendiler, her münasebet düştükçe arz etmiştim ve bu münasebetle de, bir defa daha tekrar ve teyit etmek isterim ki, biz memleketimiz ve milletimizin mevcudiyetini ve istiklalini kurtarmak için karar verdiğimiz zaman, kendi noktai nazarımıza tabi bulunuyorduk ve kendi kuvvetimize istinat ediyorduk Hiçbir kimseden ders almadık, hiç kimsenin (vaatlerine) aldanarak işe girişmedik* Bizim noktai nazarlarımız, bizim prensiplerimiz cümlece malumdur ki, Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık Bizim itikadımıza göre, milletimizin hayatının temin ve yükselmesi kendi hazmedebilme kabiliyetiyle mütenasip olan görüşlerdir Fakat esas itibariyle tetkik olunursa bizim görüşümüz –ki Halkçılıktır- kuvvetin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halk’a verilmesidir, halkın elinde bulundurmasıdır Yine şüphe yok ki, bu dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensibidir Elbette böyle bir prensip Bolşevik prensipleriyle (uyuşmaz)… (bazı) noktai nazarlardan bizim istikametimizde Bolşevik istikameti görülebilir Bahusus, Bolşevizm, millet içinde mağdur olan bir sınıf halkı nazarı mütalaa’ya alır Bizim milletimiz ise heyeti umumiyetiyle mağdur ve mazlumdur” (3) 20 Ocak 1921 Kanunu (bundan böyle 1921 Anayasası olarak tanımlanacaktır) 23 maddeden ibaret olağanüstü bir dönemin ihtiyaçları için düzenlenmiş (eksik) bir Anayasa idi Kuvvetler Birliği, tek Meclis, Meclis’in üstünlüğü esasını getiriyor ve Meclis Hükümeti sistemini kabul ediyordu “Osmanlı Devleti” yerine “Türkiye Devleti” adını getiriyor, böylece Milli Devlete doğru büyük bir adım atılmış oluyordu Hükümetin adı ise “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” olacaktı Milletvekilleri, yalnızca seçildikleri ilin değil, “millet egemenliği” ilkesine uygun bir şekilde, bütün milletin vekili sayılacaklardı(4)1921 Anayasası ile Halk asıl ev sahibi, Hâkimiyetin gerçek sahibi olacaktır O kadar ki, halk siyasi hayatın sadece bir unsuru olarak kalmıyor, her türlü iktidarın sahibi oluyordu Bu arada yeni bir görüş benimsenmişti Siyasi müesseselerin batıdan alınması (o güne kadar) zaruri görülüyordu Şarki Kara hisar Mebusu 1921 Anayasası’nın görüşmeleri sırasında üzerinde konuşulan bir müessesenin batıda kabul edilmemiş olduğunu söyleyen bir arkadaşına şöyle cevap veriyordu “Bu esas memleketin ruhundan doğmuştur Garpta yok diye reddetmek manasızdır”(5) Bu ruhtaki Millet Meclisi, daha pek çok şeyi ilk defa yapacak ve yakın uzak pek çok insan topluluğuna örnek olacaktır Bir başka olumlu yorum dini açıdan getirildi ve Anayasa’nın Mecliste görüşülmesi sırasında, saltanat ve hilafet tabirlerinin metinde olmaması ve o güne kadar resmi literatürde benimsenmiş İmam tabirinin devlet hiyerarşisindeki karşılığının Sultan ve Halife anlamına gelmesi tereddütlere yol açmıştı Bunun üzerine Eskişehir Milletvekili Abdullah Azmi Efendi kürsüye gelerek “İslamiyet’in ehline danışarak hüküm veriniz” tebliğinin demokrasinin en güzel tarifi olduğunu söyledi Daha sonra “bu hüküm yerine getirilirken müktesep haklardan, imtiyazlardan, saklı üstünlüklerden bahsedilmediğini ve eğer bu Meclis, ehil olduğuna, milleti temsil ettiğine kani ise, Milli iradenin yalnızca Meclisin iradesinde tecelli edeceğini” söyledi(6) Bundan sonra Meclis üyeleri, yalnız Yasama işleri ile yetinmeyip yürütme alanlarına da katılmaya, yürütmenin bütün işlerini aşırı bir titizlikle denetlemeye, hatta yönetmeye başladılar(7) Meclis bir önemli büyük adım daha atarak; “Dini Hizmetleri” düşmanla devamlı işbirliği içinde bulunan İstanbul’un Şeyhülislamlık ve ulemasının elinden alarak Meclisin bünyesinde toplamayı uygun gördü Din işleri Meclisin kontrolünde yürütüldü |
|