Ana Gibi Yâr Olmaz |
10-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ana Gibi Yâr OlmazAna Gibi Yâr Olmaz Hakkında Ana Gibi Yâr Olmaz Ana Gibi Yâr Olmaz Atalarımız; "Ana gibi yâr, vatan gibi diyâr olmaz" demişlerdir Hakîkaten dünyâyı diyâr diyâr gezsek, anamız gibi bizi bağrına basarak sevecek ve şefkatle kucaklayacak bir ana bulamayız İnsan, hanımı gibisini veya ondan daha iyisini her yerde bulabilir, fakat ana gibisini hiç bir diyârda bulamaz Âile içinde çocuk üzerinde en çok hakkı olan ve hizmeti geçen annedir Anne, hâmile kaldığı andan itibâren çocuk yüzünden sıkıntı çekmeye başlar Doğum sırasında bu sıkıntı, zirveye ulaşır Kimi zaman doğum, annenin hayâtına mâl olur Annenin esas hizmeti, doğumdan sonra başlar Çocuğun emzirilmesi, giydirilmesi, temizliğinin yapılması, terbiye edilmesi ve tedâvîsi gibi ardı arkası kesilmeden ömür boyu sürecek bir hizmet dönemi içersine girer Cenâb-ı Hakk’ın özellikle annelere lutfettiği şefkat duygusu, anneleri; istirâhatini, sıhhatini, yeme-içme ve giyinmesini düşünmeden bütün imkânlarıyla çocuğuna hizmete sevkeder Annenin bu sonu ve sınırı olmayan fedâkârlıklarının bedelini, evlâdın maddî bir karşlıkla ödemesi mümkün değildir Rasûlullah (sav) Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi ve: "Yâ Rasûlallâh! Anam iyice ihtiyarladı Ben onu kendi ellerimle yediriyor, içiriyor ve sırtımda taşıyorum Hâsılı her türlü ihtiyâcını karşılıyorum Mükâfâta hak kazandım mı?" dedi Rasûlullâh (sav) Efendimiz cevâben: "Hayır, bu senin yaptıkların, ananın senin üzerindeki haklarının yüzde birine bile karşılık değildir Fakat sen, iyilik ediyorsun Allâh sana bu az iyilik karşılığında çok sevap verir" buyurdular (20) Hz Peygamber (sav)’in: "Cennet annelerin ayakları altındadır" (21) hadîs-i şerîfi de annelerin lâyık oldukları yüce mertebeyi belirlemekte ve erkekle eşit olmaktan öte üstün haklara sahib bulunduklarına işaret etmektedir İbn-i Amr (ra) anlatıyor: "Bir adam cihâda iştirâk etmek için Hz Peygamber (sav)’den izin istedi Rasûlullâh (sav): "Annen, baban sağ mı?" diye sordu Adam: "Evet" deyince Rasûlullâh (sav): "Onlara hizmet de cihâd sayılır, sen onlara hizmet ederek cihâd yap!" buyurdu (22) Çocuk Terbiyesinde Anne: Çocuk terbiyesi, anne ve babanın en başta gelen vazîfelerindendir Çocuklarını güzel terbiye eden milletler, huzûrun ve medeniyetin zirvesine ulaşırlar İslâm’ın yaşandığı bir âile içinde büyüyen çocuğun istîdâdları, îmân istikâmetinde gelişip olgunlaşır Âilede verilen terbiye kalıcıdır İnsanlık târihi boyunca âile terbiyesi üzerinde önemle durulmuştur Çocukların dünyâ ve âhıret seâdetini kazanmaları için en büyük gayret, sâliha hanımlara düşmektedir Çocuk, ilk ana terbiyeyi âile ocağında, anneden alır Anne, tabiî olarak vaktinin çoğunu ev içinde çocuklarının bakımı ve terbiyesi ile geçirir Çocuk, dünyâya geldiği günden itibaren annesinin gönlünde ve kucağındadır Aslında çocuk, her hususta annesinden bir parçadır Anne, doğuncaya kadar karnında taşıdığı yavrusunu, bu sefer ölünceye kadar gönlünde taşır Dînimizde çocuk terbiyesinin temeli, İslâm’a uygun bir nikâha dayanır Zîrâ nikâhsız olarak doğan bir çocuk, veled-i zinâ olur Çocuk terbiyesinde dikkat edilecek diğer mühim esas da, "helâl lokma"dır Anne, bu konuda çok dikkatli ve titiz olmalı, haram ve şüpheli lokmalardan kaçınmalıdır Çünkü yavrusunun maddî ve mânevî yapısı bu lokmalardan oluşmaktadır Bu suretle doğacak çocuk, anne ve babasına saygılı ve itâatkâr, dînine ve milletine hizmetkâr olur Bunların hepsi, rızkın ve gıdânın helâl ve temiz olmasının bereketiyle meydana gelir Hâmilelik döneminde de anne, kendilerine hürmet ve muhabbet duyduğu kimseleri tefekkür etmeli ve onları dâimâ hatırlamalıdır Bu da, cenînin zihinde yer eden bu şahıslara benzemesine sebebiyet verir İnsan tabîatının bu hususdaki kabiliyeti, herkesin bildiği ve tıbbın da kabul ettiği bir gerçektir (23) Ebenin dindâr olması, hiç olmazsa çocuğu alırken "besmele" çekmesi gerekir Doğumdan kurtulan anneye de, "geçmiş olsun!" demeli ve bir çocuk dünyâya getirdiği için onu tebrik etmelidir Zîrâ çocuğu olanı tebrik etmek müstehabdır (24) Dünyâya gelen çocuğun, önce sağ kulağına ezân, sol kulağına da kaamet okumalıdır Böylece çocuğa, ilk İslâmî telkîn ve dâvet yapılmış olur Kalbi de, ezânın derin tesirinden bir hisse alır Nitekim bu dünyâdan ayrılırken de, insana kelime-i tevhîd telkîn edilir Hz Fâtımâ (r anhâ), Hz Hasan’ı dünyâya getirdiğinde Rasûlullâh (sav) Efendimiz, O’nun kulağına ezân okumuşlardır (25) Ayrıca, yeni doğan çocuğun damağına tatlı bir şey sürmek müstahabdır Buna "tahnik" denir Tahnik, hurmayı ağızda iyice çiğnedikten sonra onu çocuğun ağzına dokundurmaktır Hurma bulunmadığında, herhangi bir tatlı gıdâ da olabilir Ashâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ (ra) anlatıyor: "Bir oğlan çocuğum dünyâya geldi Onu alıp Peygamber (sav) Efendimiz’e götürdüm Çocuğun adını İbrâhîm koydu Sonra da ağzına hurma alıp iyice çiğneyerek çocuğumun ağzına sürdü Ve bereket ile duâ ederek çocuğu tekrar bana verdi" (26) Dünyâya gelen çocuğa yapılacak ilk iyilik ve ikrâm, ona güzel isim vermektir Hz Peygamber (sav) Efendimiz: "Kıyâmet gününde siz, kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız O halde isimlerinizi güzelleştiriniz" (27) Konacak isimler hakkında da hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur: "Peygamberlerin isimleriyle isimleniniz İsimlerin Allâh’a en sevimlisi, Abdullâh ve Abdurrahmân’dır" (28) Çocuğun, yedinci günü adı konuldukdan sonra saçları kesilip ağırlığınca altın veya gümüş sadaka olarak verilir Nitekim Rasûlullâh (sav) Efendimiz, Hz Hasan’ı dünyâya getirdiği zaman Hz Fâtımâ (r anhâ)’ya şöyle buyurmuştur: "Yâ Fâtımâ, çocuğun başını tıraş et ve ağırlığı kadar da gümüşü sadaka olarak ver" (29) Akîka kurbanı da, çocuğun doğduğu günden bülûğa ereceği güne kadar kesilebilir Fakat, yedinci günü kesilmesi daha fazîletlidir Rasûlullâh (sav) Efendimiz, akîkanın durumunu soran Ümm-i Kürz’e şu cevâbı vermiştir: "Oğlan çocuğunda iki, kız çocuğunda bir koyun (kesilir)" (30) Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur: "Her oğlan çocuğu akîka kurbanı ile rehindir Akîka, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir Adı konulur ve başı tıraş edilir" (31) Akîka, vâcib değil, müstehabdır Normal kurban gibidir Eti, derisi satılmaz Kemikleri kırılmaz Akîkanın etinden kesen de yiyebilir Akîka, çocuğu rehin olmaktan kurtarır Zîrâ o, akîkasına karşılık bir rehindir İmâm Ahmed b Hanbel der ki: "Çocuk, ana-babasına şefâat etmekten alıkonulur, ancakakîka ile şefâat hakkı doğar" (32) Sünnet olmak, peygamberlerin yoludur Peygamber (sav) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar: "Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek" (33) Hz Câbir (ra) da der ki: "Rasûlullâh (sav) Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin’e akîka kurbanı kesti Yedinci günlerinde de onları sünnet ettirdi" (34) Âile içersinde gördüğü ve işittiği herşey, çocuğun hâfızasında bir model olarak yer alır Çocuk, her gördüğüne dikkatle bakar, sonra da bu gördüklerini taklîd etmeye ve yapmaya çalışır Her işittiğini de dikkatle dinler Zamanla bu işittiklerini söylemeye gayret eder Bu bakımdan anne ve babalar, her hususta yavrularına nümûne olmalıdırlar Çocuğun îmânı, daha küçük yaşta iken âile ocağında istikamet kazanır Eğitim konusundaki temel kaideye göre, anne ve babasının dîni üzere yetişir Nitekim hadîs-i şerîfde: "Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar Daha sonra ana-babası onu; yahûdî, hıristiyan veya mecûsî yaparlar" (35) buyurulur Çocuk konuşmaya başladığı zaman, ona söyletilecek ilk kelime, "Allâh" lafzı olmalıdır Böylece, kalbe îmân tohumları ekilirken, çocuğun gönül ufku da zikrullâhın nûruyla aydınlanmaya başlar Çocuklara ilk cümle olarak da, îmân telkîn eden kelime-i tevhîdin öğretilmesinde ısrâr edilmelidir Hadîs-i şerîfde: "Çocuklarınızı (n ağzını) ilk olarak sözü ile açınız Ölüm ânında onlara yine sözünü telkîn ediniz" (36) buyurulur Ayrıca çocuklarımıza, küçük yaşlardan itibaren Kur’ân-ı Kerîm öğretmeliyiz Böylece, çocukların sâf ve temiz gönülleri, Kur’ân-ı Kerîm’in feyzi ve nûruyla berraklaşır Nitekim Peygamber (sav) Efendimiz: "Çocuklarınızı üç haslet üzerine yetiştiriniz: Peygamberinizin sevgisi, ehl-i beytinin sevgisi ve Kur’ân tilâveti" (37) buyurur Çocuklarımızın körpe dimağlarına; Allâh sevgisini, Peygamber (sav) sevgisini, ehl-i beytinin, ashâb-ı kirâmın, evliyâullâhın ve İslâm büyüklerinin sevgilerini aşılamalıyız Çünkü bu sevgi ile çocuğun his ve duyguları harekete geçer, İslâmî şuûr ve hassasiyet kazanır Güçlü ve örnek şahsiyetlere benzemeye çalışır Peygamber (sav) Efendimiz, yedi yaşı, öğretim çağının başlangıcı olarak belirlemiştir Çocuk yedi yaşına girdiği zaman, ona abdest almak ve namaz kılmak öğretilmeli; on yaşına girince namaza başlatılmalı, yalan söylemenin, haram yemenin kötülükleri anlatılmalıdır Bu konuda hadîs-i şerîfde: "Çocuklarınıza yedi yaşından itibâren namaz kılmalarını emrediniz On yaşına vardıklarında kılmazlarsa, hafifçe dövünüz Ve (ayrıca) yataklarını ayırınız" (38) buyurulur Burada dövmekten maksad, korkutmak olup, bu cezâdan sonra çocukta bir düzelme görülürse, ona şefkatle ve güler bir yüzle yönelmelidir Anne ve baba, çocuğuna iyi bir arkadaş seçiminde yardımcı olmalı ve onu kötü arkadaşlarının zararlarından korumalıdır Zîrâ kötü arkadaş, bütün kötülüklerin kaynağıdır Anne ve babaların mühim vazîfelerinden biri de, çocuklarını; temiz, düzenli ve disiplinli olarak yetiştirmek ve onlara daha küçük yaşlardan itibaren dînlerini, ahlâk ve âdâb-ı muâşeret kâidelerini öğretmektir Çocuklar, Cenâb-ı Hakk’ın bizlere birer emâneti olup, sâf ve temiz kalpleri bir cevherdir Temiz bir toprak gibidir Temiz toprağa ne ekilirse, onun meyvesi alınır Kur’ân-ı Kerîm’de: "Ey îmân edenler, kendinizi, evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz" (39) buyurulur Anne-babanın, evlâdlarını cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından daha önemlidir Cehennem ateşinden korumak da, îmânı, farzları ve haramları öğretmekle, ibâdete alıştırmakla ve dinsiz ve ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur Evlâdına, Allâh Teâlâ’yı ve Peygamber (sav) Efendimiz’i öğretmeyen, sevdirmeyen ana ve babalar, onların hem dünyâ, hem de âhıret kaatilleri sayılır Evlâdına dînini öğretmeyen ana-baba, dünyânın en merhametsiz insanlarıdır Çocuk üşümesin, uykusuz kalmasın, diye onu namaza kaldırmamak, cinâyetlerin en büyüğüdür Bu iyilik değil, ona karşı en büyük kötülüktür Doktor, hastasına merhamet ettiği için, îcâbında onu bıçağın altına yatırır Ve ameliyat eder Doktorun gâyesi, bu ameliyatla onu sıhhatine kavuşturmak ve rahat ettirmektir Ana-baba, merhametli iseler, evlâdlarını seviyorlarsa, evvelâ dînlerini öğretirler, sonra da dünyâ ile alâkalı ilimleri Kaldı ki evlâdına karşı merhametli olmak demek, kendisine de merhamet etmek demektir Çünkü ana ve baba da, çocuklarına dînini öğretmedikleri için yanacaklardır Yâni çocuğuna İslâmiyet’i öğreten, kendisi de cehennemden korunmuş olacaktır (40) Yavrularımız, bizim en kıymetli varlıklarımızdır İslâm, onların omuzları üzerinde asırdan asıra kıyâmete kadar sürüp devam edecektir Âilenin en değerli meyvesi olarak bizlere emânet edilen yavrularımızın gönüllerinde hizmet, merhamet ve şefkat hislerini filizlendirerek, onları istikbâle mîrâs bırakmalıyız Anne ve babanın en güzel âhıret yatırımı, hayırlı bir evlâd yetiştirmektir Nitekim Peygamberimiz (sav) Efendimiz şöyle buyururlar: "İnsan öldüğü zaman, (sevab kazanmaya vesile olan) üç ameli kesilmez: Sadaka-i câriye, istifâde edilen ilim ve kendisine duâ eden çocuk" (41) Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur: "Öldükten sonra kulun derecesi yükseltilir Kul der ki: Ey Rabbım! Bu sevab nereden geldi? Cenâb-ı Hakk da ona şöyle der: Çocuğun senin için duâ etti, istiğfârda bulundu" (42) Ana Duâsı: Müslüman evlâdı, her zaman ana-babasının hayır duâlarını almaya çalışmalıdır Bâyezîd-i Bistâmî (ks) Hazretleri’nin ihtiyar ve hasta bir annesi vardı Gece yarısı uykusundan uyanıp kendisinden bir bardak su istemesi üzerine, destiden su doldurup getirinceye kadar anası tekrar uykuya dalmıştı Bâyezîd-i Bistâmî (ks), elinde bir bardak su ile uyanacak diye anasını sabaha kadar bekler Sabah Namazı için uyanan anası, oğlunun, elinde bir bardak su ile ayakta beklediğini görünce, son derece duygulanır Ve bu fedâkâr oğlu için; "Ârifler sultânı olasın oğlum!" diye yürekten duâ eder (43) Annesinin duâsı bereketi ile Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, gerçekten ârifler sultânı olur Ve bütün tasavvuf kitaplarında hep bu ünvân ile anılır Bununla birlikte anne bedduâsından da son derece sakınmalıdır Onların bedduâsını alan evlâdın, dünyâda iki yakası bir araya gelmeyeceği gibi, âhırette de ebedî hüsrâna uğrayacağında şüphe yoktur Sahâbe-i kirâmdan Alkame adında bir zât vardı Evlendikten sonra annesine karşı tutum ve tavrı iyice değişmişti Bu durumdan ihtiyar annesinin gönlü incinmiş, kalbi kırılmıştı Böylece günler geçti Birgün Alkame, hastalanarak ölüm yatağına düştü Annesine olan kırıcı davranışından dolayı dili tutuldu Son nefesinde söylemesi gereken kelime-i şehâdeti söyleyemedi Nihâyet Rasûlullâh (sav)’in ısrârı ile, yaşlı anne, evlâdını affedip hakkını helâl etti O anda Alkame’nin dili çözüldü ve kelime-i şehâdet getirmeye başladı Rûhunu da bu îmânla teslîm etti Alkame yıkanıp kefenlendikten sonra, namazı kılınıp defnedildi Ardından Sevgili Peygamberimiz (sav) Efendimiz, kabri başında durarak orada bulunanlara şöyle hitâb etti: "Ey muhâcirler! Ey ensâr! Kim karısını, annesinden daha üstün tutarsa, Allâh’ın lâneti onun üzerinedir Onun diğer ibâdet ve iyiliklerinin de kendisine bir fâidesi yoktur, kabul olunmaz" (44) Ancak bu hadîs-i şerîf; eşin, kayınvâlide karşısında ezilmesi ve hiçbir hak sâhibi olmaması anl----- gelmez Çünkü İslâm’da eşin de, annenin de hak ve sorumlulukları dengelenmiştir |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|