İstanbul'daki Önemli Yerler |
05-08-2009 | #1 |
ysnkrks
|
İstanbul'daki Önemli YerlerYEREBATAN SARAYI (SARNICI) İstanbul Sultanahmet Meydanı'ndadır IV Yüzyılda Bizans İmparatoru I Constantinus tarafından yaptırılmış, Justinianus döneminde VI Yüzyılda onarılıp genişletilmiştir Suları, Cebeci köy kemeriyle Belgrat ormanlarından getiriliyordu Uzunluğu 141, genişliği 73 mdir İçinde 12 sıra halinde 5'er m aralıkla 8 m yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır SULTANAHMET CAMİ Sultan I Ahmet tarafından İstanbul'da adıyla anılan meydanda 1609–1616 yılları arasında yaptırıldı Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'dır Türkiye'nin altı minareli tek camisidir Cami bölümü 64 x 72 m boyutlarındadır Caminin içi 260 pencereyle aydınlatılmıştır Mavi, yeşil ve beyaz renkli çok güzel çinilerle bezendiği için Avrupalılarca "Mavi Cami" olarak adlandırılmıştır Yazıları Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubarî tarafından yazılmıştır Çevresindeki yapılarla birlikte bir külliye oluşturur Ayasofya’yı yaptıran Justinianus onunla Hz Süleyman’ın Kudüs'te yaptırdığı mabedi asmak istemişti ve asmıştı Süleymaniye'yi yaptıran Sultan II Selim, Ayasofya’yı asmak istemişlerdi ve asmışlardı Simdi de Sultan I Ahmet onları asacak bir cami yaptırmak istiyor, fakat atalarına saygısızlık etmemek için, sadece Ayasofya’yı asacak bir cami yaptırmak istediğini söylüyordu Sultan Ahmed, yeni bir cami yaptırmaya karar verdikten sonra, uygun bir yer aranmasına başladı Teklif edilen birçok yer arasında padişah bugünkü yerini beğendi Fakat o yıllarda burada Sokullu Mehmet Pasa sarayı vardı ve sarayın satın alınması, yıktırılması, çevresinin iyice açılması gerekiyordu Padişah, Ayse Sultan'a, ''Otuz yük dinar halis ayar altın'' göndererek sarayı satın aldı Yeni camiyi gerçekleştirme isi, mimarlığı gibi sedefkatligi ve musikisinasligi ile de büyük ün yapmis olan mimarbasi Mehmet Aga'ya verildi Sedefkar Mehmed Aga, karsisinda Süleymaniye, yanI başında Ayasofya gibi iki essiz anitin arasinda, onlarla yarisacak bir eser yapacakti Mehmed Aga, uzun çalışmalardan sonra planını çizdi ve padişaha sundu Bas mimarin açıklamalarını da dinleyen padişah planı beğendi ve onayladı Artik temel atma zamanı gelmişti 1609 yılının güneşli bir gününde, basta padişah olmak üzere, devlet erkânı inşaatın yapılacağı yere geldi Ayni yüzyılda yasayan Evliya Çelebi, temel atma merasimini söyle anlatıyor: ''…Cümle üstada mimar ve mühendisler toplanıp, Üsküdarlı Mahmut Efendi'nin ve üstadımız Evliya Efendi'nin duaları ile esasinin kazılmasına başladı Evvela Sultan Ahmed Han, eteğine toprak doğdurup, ''Ya Rab! Ahmed kulunun hizmetidir, kabul eyle'' deyip, amelelerle birlikte temelden toprak taşıdı…'' Padişahtan sonra Şeyhülislam Mevlana Mehmed Efendi, Şeyh Mehmed Efendi, Veziriazam Murad Pasa ve diğer Veliler, ulema, kadı, askerler ellerine kürekler alarak toprak taşımış, harç koymuşlardı Bu sırada kurbanlar da kesilmişti Inşaat çalışmalarına sembolik olarak ordu da katilmiş, Birgen sipahiler, Birgen yeniçeriler toprak taşımada çalışmışlardı Vezirler, devler erkânı kendi adamlarını göndermiş, halktan birçok gönüllü çalışmalara katilmiş, böylece İstanbullular, cağlar boyu övüneceğimiz bir eserin meydana gelmesi için hizmet etmişlerdi İnşaat yedi yılda tamamlandı Nihayet 1616 yılı 2 Haziran Cuma günü, basta padişah olmak üzere, devlet erkânı bu defa açılış merasimi için ayni yere geldi Cami yanına kurulan otağlarda davetlilere büyük bir ziyafet verildi Açılış dualarla yapıldı Sultan I Ahmet meydana gelen şaheserden memnundu Cami kapladığı alan bakımında Ayasofya ve Süleymaniye'yi geçiyordu Ana yapının kapladığı alan 64x74 m boyutlarındadır Yüksekliği ise 43 metredir İçinin renkli aydınlığı, duvarları süsleyen essiz çinileri, kapıları süsleyen sedef kakmaları, o güne kadar yapılanlardan çok daha güzel olan altı minaresi, İstanbul’un panoramik güzelliğini arttıran genel görünüşü ile Sultanahmet herkesi büyülemişti Ama o zaman bu caminin adi Sultanahmet Camii değildi Halk ona 'Yeni Cami' demişti Eminönü'nde Yeni Cami adıyla anılan cami yapılıncaya kadar bu adi taşıdı Eminönü'ndeki eser 'Yeni Cami' adini alınca, Mehmed Ağa’nın yaptığı camiye de Sultanahmet Camii denildi Sultanahmet Camii'nin mimari tarzı öteki camilere göre, birçok bakımdan farklıdır Mesela Süleymaniye'de kubbeyi eşit ve paralel kenarlı dayanaklar tuttuğu halde, Sultanahmet Camii'nin kubbesi yuvarlak ve iri sütunlar halindeki fil ayaklarına oturmaktadır Orta kubbe dört sivri kemer üzerine oturtulmuş, köseleri pandantifle doldurulmuştur Yarım kubbelerin kenarları da sivridir Işık süzülmesini kolaylaştırmak için pencere ve kemerler de değişik bir stilde yapılmıştır Işığın cami duvarlarını süsleyen renkli çinilere değişik şekillerde yansıması düşünülmüş, pencere camlarına buna göre renkler verilmiştir Sultanahmet’in asıl özelliklerinden biri bol ışıklı, diğer çinilerinin essiz birer sanat eseri olusudur Yüzyıllar içinde eskiyen veya kırılan bazı camları değiştirilirken, ayni renkler tutturulamamıştır Bu yüzden cami yapılışındaki zamana göre ışık-renklerinden kayba uğramıştır Buna rağmen Sultanahmet'in iç aydınlığı bugün hiçbir mabede yoktur Sultanahmet Camii'nin maliyeti, sebilleri, mektebi, Hümayun kasrı, dükkânları, dükkânların üzerindeki odaları ve padişahîn türbesi de dâhil olmak üzere 1811 yük 2944 akçedir 1 yük 100 bin akçe, 120 akçe de 1 altın olduğuna göre, bu şaheserin yaklaşık olarak 1510000 altına mal olduğunu söyleyebiliriz Cami 21043 çini ile süslenmiştir ve bu çinilerin her birine 18 akçe ödenmiştir İstanbul’da meydana gelen her büyük olay, her büyük eser, İslam dünyasını yakından ilgilendiriyor ve baslıca konu ediliyordu Sultanahmet Camii'nin yapılması da hayranlıklar, geniş yankılar uyandırdı Fakat İmparatorluğun bazı eyaletlerinden itirazlar da geldi İtiraz edenler, ''camiye altı minare yapılması Kâbe’ye saygısızlık olur'' diyorlardı Çünkü o zamanlar altı minaresi olan tek mebde Mekke'de idi Padişah bu meseleyi bütün İslam âlemini memnun edecek bir şekilde halletti: Mekke'ye yedinci minareyi yaptırdı Sultanahmet minarelerinin dördü üçer, ikisi de ikişer şerefelidir Evliya Çelebi, Sultanahmet'teki avizelerin, yapıldığı yıllarda, oradaki çiniler kadar güzel ve değerli olduğunu söyle anlatıyor: ''…Bu camide asili avizeler yüz Mısır hazinesi değerindedir Çünkü Sultan Ahmed Han, ecdadından beri toplanan kıymetli eşsiz cevahirleri, dört diyardan gelen çok değerli hediyeler buraya koymuştur Mesela, Habeş veziri Cafer Pasa camiye altı adet zümrüt kandil göndermiştir ki, her bir kandil altışar okka ağırlıkta idi Altısı da mücevherli altın zincirlerle asılmıştır Ayrıca bu camide öyle çok ve değerli kitaplar verdir ki, İslam diyarındaki öteki padişah camilerinin hiçbirinde bu kadar çok güzel ve değerli kitap görülmemiştir'' SEBİL KİTABESİ İçen abdan dari-naim içre mesrur ola, Yazilub amali-hüsnü deftere medtur ola Camii Han Ahmed'in banii ala mesrebi, Hazreti Mimarbasi ahreti mamur ola Kim Muhammed anin nam-u âli himmeti, Itti bu rana binayi hasredek mashur ola Olmamistir dahi olmaz böyle âli bina, Bir eser konmustur ki, kim dembedem Mezkûr Ola GÜNÜMÜZ TÜRKÇESIYLE: Bu sudan içen, nimetler yurdu olan Cennete kavuşsun mutlu olsun Yaptığı güzel isler deftere satır satır yazılsın Yüksek ahlaki kendisine huy edenin, Han Ahmed'in camiini yapan, Yüce mimarbasinin sonu da iyi olsun Bu ulu mimarbasinin kutlu adi Mehmed'dir Dünya durdukça ünü her tarafa yayılsın diye, bu güzel, göz alıcı yapan odur Bu büyük eserin benzeri yoktur ve olmayacaktır Be eser, her zaman övgüyle konuşulsun, dillerden düşmesin diye yapılmıştır SULTANAHMET Nurlu elleri Sedefkâr Mehmed Ağa’nın İndirmiş yeryüzüne ışık-cismi Eli öpülesi o dehanın Mehyalatla yazılsın ismi Bir eser vermiş ki o sanat güneşi, Orda mevsim yıl boyunca bahar… Bulunmaz dünyada bir esi Maya'lardan Mısır’a Çin'e kadar Kubbeleri bir tomurcuk bahçesi, kat kat, Her sabah açar Duvarları tas değil, sanki kanat, Her gece uçar… Altı füzesiyle gökyüzünde Dolaşır Sultanahmet Gökkuşağını o toplar, o dağıtır Dünyaya demet Sonsuz mavilerde ak güvercin, Akvaryum renginde bir rüya Böyle bir güzellik gördüğü için Mutludur dünya AYASOFYA Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son ünik uygulama olarak görülen Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünüdür Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır Bu nedenle, Ayasofya, tarihi geçmişinin yanı sıra, mimarisi, mozaikleri ve Türk çağı yapıları ile yüzyıllar boyunca tüm insanlığın ilgisini çekmiştir Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami olmuş, 1935'ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdürmektedir Bizans tarihçileri (Theophanes, Nikephoros, Gramerci Leon) ilk Ayasofya'nın İmparator I Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığını ileri sürmüşlerdir Bazilika planlı, ahşap çatılı bu yapı, bir ayaklanma sonunda yanmıştır Bu yapıdan hiçbir kalıntı günümüze gelmemiştir İmparator II Theodosius, Ayasofya'yı ikinci defa yaptırmış ve 415'te ibadete açmıştır Yine bazilika planlı bu yapı 532'de Nika ihtilali sırasında yanmıştır 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır Bunlar mabede girişi gösteren basamaklar, sütunlar, başlıklar, çeşitli mimari parçalardır İmparator Iustinianus (527-565) ilk iki Ayasofya'dan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos'lu İsidoros ve Tralles'i Anthemios'a günümüze ulaşan Ayasofya'yı yaptırmıştır Anadolu'nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya'da kullanılmak üzere İstanbul'a getirilmiştir Ayasofya'nın yapımına 23 Aralık 532'de başlanmış, 27 Aralık 537'de tamamlanmıştır Mimari yönden incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân (nef), absis, iç ve dış nartekslerden meydana gelmiştir İç mekân, 100 x 70 m ölçüsünde olup, üzeri dört büyük ayağın taşıdığı 55 m yüksekliğinde, 3031 m çapında kubbe ile örtülmüştür Ayasofya'nın mimarisinin yanı sıra mozaikleri de büyük önem taşımaktadır En eski mozaikler iç narteks ve yan neflerde altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olan mozaiklerdir Figürlü mozaikler IX-XII yüzyıllarda yapılmıştır Bunlar İmparator kapısı üzerinde, absiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat galeride görülmektedir Ayasofya İstanbul'un fethi ile birlikte başlayan Türk döneminde çeşitli onarımlar görmüştür Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerir Bunlardan kubbedeki ünlü Türk Hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin Kuran'dan alınma bir suresi ile 750 m çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanıdır Bu levhalarda, Allah, Muhammed, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Ebu Bekir, Hüseyin'in isimleri yazılıdır Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar vardır Sultan II Selim, Sultan III Mehmet, Sultan III Murat ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I Mahmut'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid'in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya'daki Türk çağı örnekleri olup türbeler, iç donanımı, çinileri ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır TOPKAPI SARAYI Osmanlı İmparatorluğu'nun başkent İstanbul'da yönetim sarayı ve hanedanlık ikametgâhı olarak kullanılan Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethetmesinden kısa bir süre sonra 1473 yılında tamamlanmıştır Osmanlı hanedanı, Topkapı Sarayı'nı 19 yüzyılda Boğaziçi saraylarına yerleşene kadar kullanmıştır Saray, Cumhuriyet'in ilanından sonra 3 Nisan 1924'te Atatürk'ün emriyle müze haline getirilmiştir Çeşitli dönemlerde, değişik sultanların emirleriyle yapılan ek yapılar ve yenilenmelerle görkemli bir boyut ve işlev çeşitliliği kazanan saray, bu görünümüyle Osmanlı devlet kurumlaşmasının bir yansıması olmuştur Osmanlı saray protokol ve hiyerarşisinin zamanla kazandığı görkem ve çok ünitelilik Topkapı Sarayı mimarisine de yansımış, hatta devletin yükselişi ve çöküşü de sanatsal anlatımını bu sarayda bulmuştur Tüm bu büyük geçmişi dekorlayan dramatik olaylar süreci ile saray, dünya müzeleri arasında tarihsel yaşantısı ile günümüze ulaşabilmiş ender örneklerden biridir Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul ile sembolleşen Bizans ile birlikte Ortadoğu'nun imparatorluk geleneğine de varis olması, göreceli olarak dinamik ve göçer Asya-Anadolu geleneği ile yoğrulmuş olan önceki Osmanlı yönetim sisteminde önemli nitelik değişmelerine neden olmuştur Bu özelliğin sultan ve ailesiyle bütünleşen mutlak idare kavramına güç verdiği ve saray kurumunun Fatih Kanunnamesi ile bilinçli olarak bir imparatorluk sistemine uyacak şekilde hiyerarşik kademelenme ve görkem kazandığı görülür Bu nitelik değişiminin unsurları aşamalı olarak Topkapı Sarayı'nda görülebilir Topkapı Sarayı, İstanbul topografyasını oluşturan Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında tarihsel İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu'nda Bizans akropolü üzerinde inşa edilmiştir Saray, kara tarafında Fatih'in yaptırdığı Sur-u Sultani, deniz yönünde ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır Çeşitli kara ve deniz kapılarıyla saray içinde değişik işlevleri olan kapıların dışında anıtsal giriş, Ayasofya arkasındaki Bab-ı Humayun'la (Saltanat Kapısı) sağlanır Yüzyıllar boyunca her türlü görkem ve protokol detaylarının yaşandığı sarayda sağlam devlet anlayışının gereksindiği işlevsel sadeliğin mekâna yansıması, daha girişte başlamaktadır Bu kapı, aslında 15 yüzyıldaki karakterleriyle bir kale-saray olan yapının görünümüne uygundur Halkın da girebildiği bu kapının üzerinde 19 yüzyıl sonlarına kadar ayakta kalan bir köşk vardı ki, bu yapıda alayların izlendiği ve özel hazinelerin saklandığı bilinir Topkapı Sarayı, İstanbul topografyasını oluşturan Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında tarihsel İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu'nda Bizans akropolü üzerinde inşa edilmiştir Saray, kara tarafında Fatih'in yaptırdığı Sur-u Sultani, deniz yönünde ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır Çeşitli kara ve deniz kapılarıyla saray içinde değişik işlevleri olan kapıların dışında anıtsal giriş, Ayasofya arkasındaki Bab-ı Humayun'la (Saltanat Kapısı) sağlanır Yüzyıllar boyunca her türlü görkem ve protokol detaylarının yaşandığı sarayda sağlam devlet anlayışının gereksindiği işlevsel sadeliğin mekâna yansıması, daha girişte başlamaktadır Bu kapı, aslında 15 yüzyıldaki karakterleriyle bir kale-saray olan yapının görünümüne uygundur Halkın da girebildiği bu kapının üzerinde 19 yüzyıl sonlarına kadar ayakta kalan bir köşk vardı ki, bu yapıda alayların izlendiği ve özel hazinelerin saklandığı bilinir Sarayın I yer olarak adlandırılan en geniş avlusu, Haliç ve Marmara yönünde uzanan Hasbahçe'den ancak ana eksende oluşuyla ayrılır Bab-ı Hümayun ile iç sarayın başladığı Bab-üs Selam arasında yer alan bu alanda iki yanda sarayın büyük ölçüde günümüze ulaşmamış olan ve Bostancılar denetimindeki Birun (dış) hizmet binaları vardır Solda odun ambarları, cebehane olarak kullanılan Hagia Eirene Kilisesi, 18 yüzyılda yenilenip genişletilen darphane binaları günümüze ulaşan yapılardır Saraya gelen devletlilerin ve yabancı elçilerin atlarını bağladıkları bir revak önünde Deavi Kasrı denilen dilekçe dairesi ve Ebniye-i Hassa ambarları arka arkaya sıralanırlardı Sağda ise sırasıyla Gülhane Hastanesi, Has Fırın ve sarayın su dağıtım sistemini oluşturan dolap ocağı birinci avluyu sınırlayan yapılardı Her dönemde sarayı çevreleyen Hasbahçe çeşitli köşklerle doluydu Bu köşklerden ilki, Bab-ı Ali karşısında çokgen bir burç üzerinde yükselen Alay Köşkü'dür Sultanların çeşitli alayları seyrettiği bu mekân, 19 yüzyılda Ampir üsluba uygun olarak yenilenmiştir Haliç yönünde ve Sirkeci tarafında çokgen bir açık seyir köşkü olan Yalı Köşkü'nde padişahlar her sene donanmanın denize çıkışını seyrederdi 19yüzyıl sonlarında demiryolunun bahçeden geçirilmesi nedeniyle bu köşk yıktırılmıştır Günümüze ulaşan bir 17yüzyıl yapısı olan klasik karakterli Sepetçiler Kasrı'ndan harem halkının bu törenleri izlediği sanılır Bu alanda bostancılara ait çeşitli koğuş ve yapıların yanı sıra en ünlü köşk, Fatih Sultan Mehmed'in saray ile birlikte yaptırdığı Çinili Köşk'tü Çinileri ve eyvanlı merkezi planıyla Timurlu mimarisi hatlarını taşıyan bu sefa köşkünün geniş arsasına II Abdülhamid Döneminde arkeoloji müzeleri yerleştirilmiştir Sarayburnu'nda kuleli ve toplu bir kapı nedeniyle geç devirde Topkapı ismini alan Saray-ı Cedid'in bu kapısının önünde, 16yüzyıl başından kalan revaklı Mermer Köşk'ten başlamak üzere, Marmara kıyısına 18yüzyıl ve sonlarında yapılmış ahşap ve yazlık Rokoko üsluplu sahilsaray vardı 1860'larda yanan ve demiryoluna harcanan bu sarayın ilerisinde sur üzerinde altyapısı görülen İncili Köşk ise, sadrazam Koca Sinan Paşanın mimarbaşı Davud Ağa'ya yaptırıp, III Murad'a sunduğu muhteşem bir seyir köşküydü Sarayı çeviren Marmara suru, Balıkhane ve Ahırkapı gibi işlevlerini belirten iki kapı ile bitmekteydi; sarayın büyük ahırlarını içeren bu köşkteki yapılaşmadan günümüze sadece III Osman Devrinde yapılan fener ulaşmıştır Gülhane Hatt-ı Hümayun'unun okunduğu Hasbahçe'nin bu yönünde Bizans Döneminde de aynı amaçla kullanıldığı sanılan bir Cirit Meydanı, İshak Paşa ve Gülhane kasırları gibi yapılarla Bizans'ın Manganlar Sarayı kalıntılarının olduğu görülür I avluda, Bab-ı Hümayun'u Bab-üs Selam'a bağlayan ağaçlı yolda sultanların seferden dönüş ve gidişleri, Cuma Selamlıkları gibi törensel günlerde büyük bir ihtişamla avludan geçtikleri görülürdü Yeniçerilerin bu avluyu saraya karşı geldiklerinde kullandıkları ve kapıları açtıkları bilinir Sarayın Bab-üs Selam denilen kuleli kapısıyla çağdaş Avrupa kulelerini andıran ikinci kapısının belirlediği asıl saray bölümü, Sur-u Sultani içindeki iç kaleyi oluşturur Çeşitli yapıların sur benzeri düz sağlam bir duvar inşaatıyla sınırlandığı ve avlulara burç gibi çıkma yaptığı bu alan, arka arkaya üç değişik işlevli avlu ile çevresindeki yapılarla saray bütününü oluşturur Sultandan başka kimsenin at üzerinde giremediği Divan Meydanı denilen ön avlu, yapılarıyla birlikte saraydaki devlet yönetiminin zirvesi olan bir mekândır Bu avluda tarihte çeşitli hayvanların da gezdiği bahçe taksimatı arasındaki eksenlerden en önemlisi karşıda sultanı temsil eden Bab-üs Saade eksenidir Meydana işlevini veren ve gövdesi Fatih Döneminden kalan Adalet Kulesi altındaki üç kubbeli ve revaklı Divan-ı Hümayun ise sol kanatta bulunur Haftada dört gün sadrazam ve vezirlerle devlet işlerinin karara bağlandığı bu resmi mekân, Divanhane, burada kabine toplantısı yapıldığı gibi, elçiler de kabul edilirdi- kalem ve defterhane bölümlerinden oluşur Bu yapının arkasındaki çok kubbeli ve masif duvarlı Dış Hazine ise devletin resmi hazinesini depolamak amacıyla yapılmıştır Sadrazam tarafından kullanılabilen bu hazineden ayrıca yeniçerilere üç ayda bir ulufe dağıtılır ve bunun için avluda elçilerin de hazır bulunduğu görkemli galebe divanları yapılırdı Saray müze işlevini kazandıktan sonra, bu bölüm, Erken İslam Döneminden 20yüzyıl başlarına kadar olan döneme ait silahların sergilenmesine ayrılmıştır Burada İslam Türk ve Orta Doğu'ya özgü silahlar da bulunmaktadır Kubbealtı, Haliç yönünde, gizemli Harem Dairesi'nin küçük ve silik "Arabalar Kapısı" ile ayrılmaktadır Divan Meydanı'nı da Haliç yönünde Hasbahçe'ye, sultanların saraydan çıkışlarında kullandıkları Hasahır sistemine bağlamaktadır Kendine ait daha alçaktaki bir avluda yer alarak sarayı sınırlayan Hasahır'ların sarayın ilk yapılarından biri olduğu bilinir Sultanların az sayıdaki seçme atını barındırmış olan bu ahır, saray yaşantısında "imrahor" denilen bir yöneticinin sorumluluğunda, başlı başına bir at koşum takımı hazinesi olan raht hazinesi'ni de içerirdi Özellikle resmi alaylarda ve yabancı ülkelere gönderilen hediyeler arasında görülen bu hazinenin koşum takımlarının murassa olmasına dikkat edilirdi Bu alanda göze çarpan bir başka yapı da Beşir Ağa Camii'dir Divan Meydanı'nın bu yönde diğer bir işlevsel yapı grubu da Baltacılar Koğuşu'dur Güçlü gençlerden devşirme usulüyle saraya getirilen bu kadro, sarayda teşrifatçılığın yanı sıra, her türlü taşıma işinde selamlık ve hareme hizmet ederdi 16yüzyıl sonlarında genişletilerek son şeklini alan Baltacılar Koğuşu; Divan Meydanı, Harem, Hasahır yönüne açılan bir avlu çevresindeki hamamı, koğuşu, camii ve çubuk odası ile özgün bir mahalle görünümündedir Divan Meydanı'nda yapılan işlerle temsil edilen devletin kudreti, avlunun sağ kanadında bir revak arkasındaki anıtsal mutfak yapılarıyla anlam kazanırdı Boydan boya uzanan özel, ince uzun bir avlunun Marmara tarafındaki anıtsal yapıları; günümüzde saray arşivi ve kumaş deposu olarak kullanılan yağhane ve kiler, ahşap Aşçılar Mescidi ve nihayet bacaların oluşturduğu görkemli cephesiyle bu büyük şehre girişte sarayı vurgulayan mutfaklardır Harem'e, sadrazam ve enderun halkıyla birlikte sultan ve harem'e hizmet veren bu dev yapıda, normal günlerde sarayın beş bin kişiden aşağı düşmeyen halkına sürekli yemek verilirdi Tüm imparatorluk sahasında üretilen gıda çeşitlerinin en kaliteli örnekleriyle donatılmış bu mutfakların, Osmanlı kültüründe ayrı bir yeri vardır Bugün, Osmanlı sarayında itibar görmüş, sürekli ithal edilmiş veya hediye olarak gelmiş Çin ve Japon seramik sanatının ürünleri bu yapılarda sergilenmektedir Mutfakların helvahane ve şerbethane bölümlerinde ise Türk mutfak eşyaları ile Osmanlı Yıldız porselenleri ve cam eserleri sergilenmektedir Bir zamanlar aşçıların koğuşu olan karşı binaların yerinde ise, Avrupa porselenleri ve gümüşleri yer almaktadır Divan Meydanı'nı sarayda padişahların selamlık hayatının geçtiği iç saray teşkilatının bulunduğu mekânları içeren Enderun Avlusu'na Bab-üs Saade (kapısı) bağlar Sultanı temsil eden kapıda cülus, biat, bayramlaşma ayak divanı ve cenaze törenleri yapılırdı Bu olayların dışında sultanlar kapıyı ve Divan Meydanı'nı kullanmazlardı Padişah evinin cümle kapısı olarak kapalı tutulan kapının arkasına izinsiz geçmek, mutlak iktidara yapılan en büyük hukuk ihlâli sayılırdı Bab-üs Saade Ağası denilen saray sorumlusunun kontrolündeki bu baldaken formlu geçit, günümüze 18yüzyıl sonlarında yapılan Rokoko düzenlemelerle ulaşmaktadır Sarayın padişah öncülüğünde oluşturulan selamlık bölümü Enderun, "Harem-i Hümayun" olarak da adlandırılmaktadır Bu bölüm, günün geçirildiği Selamlık ile gecenin geçirildiği Harem bölümlerinden oluşmaktadır Devlete yüksek bürokrat ve askeri şef yetiştiren eğitim aşamaları Enderun avlusunun biçimlenmesinde önemli rol oynamıştır Bab-üs Saade ağasının kontrolündeki bu bölüm sultanın şahsına ait yapılardan ilki Bab-üs Saade bütünlüğündeki Arz Odası'dır Revaklı ve tek hacimli bu sembolik mekân, sarayın ortasındaki konumuyla da Osmanlı merkeziyetçiliğinin sembolüdür 16yüzyılda donatılan bu mekân bu yüzyıl sonunda konulan baldaken taht, sultanın divan üyelerini ve yabancı devlet elçilerini kabullerinde ve cüluslarında kullandıkları mücevher döşemeli tahttır Sultanların resmi kabul salonu olan bu yapının kendine özgü zengin dekoru ve protokolü, sultanla yüz yüze gelme şerefine erişebilen nadir bir grubun görebildiği şeylerdi Bu yapının arkasında sarayda özel bir ilgi unsuru olan ve kudret sembolü olarak da görülen süs ve av kuşlarının bulunduğu 16yüzyıldan kalma Havuzlu Köşk vardı 18yüzyıl başında III Ahmed'in Lale Devri'nin zarif klasik üslubuyla inşa ettirip Enderun ağalarına vakfettiği kütüphanesi ise çıkmalı, merkezi planıyla bir diğer sultan yapısıdır Sultana ait yapıların bu avludaki diğer örnekleri avlu köşelerindeki Enderun Hazinesi (Fatih Köşkü) ve Hasoda'dır (Kutsal Emanetler Dairesi) Fatih Sultan Mehmed'in sarayla birlikte yaptırdığı revaklı ve muhteşem İstanbul manzarasına mermer bir terasla açılan klasik Osmanlı konutu tipindeki kesme taştan köşkün, planına rağmen, baştan beri Osmanlı saray hazinesi olarak kullanıldığı anlaşılır Arka arkaya kubbeli odaların gerisinde sultan ve enderun ağalarına ait anıtsal bir hamamı da içerdiği bilinen bu binaların hazine eşyasını koymak amacıyla kullanılmış geniş bodrum katları vardır Sultanların her türlü varidattan ve tabi ülke harçlarından aldıkları beşte bir payın ve hanedan haslarıyla hadika saraylarının gelirlerinin nakit bölümünü oluşturduğu bu efsanevi hazine, aynı zamanda saltanat mücevherleri ve takılar başta olmak üzere ihsan edilen kürkler, hil'atlar, zengin saray giysi ve kumaşları, değerli yazmalar, kutsal emanetler gibi saray için üretilmiş veya hediye olarak gönderilmiş her türlü sanat eserini de içeren bir koleksiyondu Sarayın devlet hazinesinden ayrı olarak finanse edildiği bu ihtiyat hazinesi ve sanat koleksiyonu, devlet maliyesi sıkıştığında devreye girerdi Günümüzde de Osmanlı hazinesinin teşhiri için kullanılan bu mekânlarda, sayısız murassa eser arasında dört taht (Bayramlaşma-Cülus, İtfariyye, Sefer ve Nadir Şah tahtları), Osmanlı hükümdarlık sembolü olan askı ve sorguçlar, Topkapı hançeri ve kaşıkçı elması en ünlüleridir Hazinedarbaşı sorumluluğunda hazine koğuşu erkânıyla birlikte sultanların girebildikleri hazineden eşya yazılı olarak çıkar ve iade edilirdi Kullanım hakkı hanedanda, ancak mülkiyeti millete ait olan bu hazineye sultanların zaman zaman ecdadlarından kalan ve kendi dönemlerinde konulan eserleri incelemek için girdikleri bilinir Yabancı hükümdarlardan değerli hediyeler hazineye geldiği gibi, bu hükümdarlara aynı değerde hediyeler giderdi Hazine envanterinin bir bölümünü sultanların kutsal yerler için gönderdikleri eserler oluşturmaktadır Enderun avlusunda sultanlara ait en önemli yapı, Hasoda'dır 15yüzyılda dörtlü bir geometrik planla yapılmış bu değerli yapı, sultanların saray selamlığındaki özel ikametgâhları idi Arzhane, Aslanhane, Hasoda gibi bölümlere ayrılan bu mekânda sultan şehzadeleri başta olmak üzere enderun ağaları ile görüşür, eğlenir, divan vezirlerini zaman zaman kabul ederdi Bu gelenek 17 yüzyıla kadar sürmüştür Baştan başa çeşitli dönemlerin çinileriyle kaplanmış olan bu bina 19yüzyıldan beri Kutsal Emanetlerin teşhiri amacıyla kullanılır Yavuz Sultan Selim'in 16yüzyıl başlarında Memluk İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra, Mekke ve Medine'den Hz Muhammed ve ilk halifelerin kutsal eşyalarını ve röliklerini Abbasi Halifeliği kanalıyla getirip Hazine ve Hasoda'ya aldırarak İslam halifesi olduğunu bildirmiştir Osmanlı sultanları için ümmet esasına dayalı bir imparatorluğun yöneticisi olarak bu eserleri korumak ve onların temsil ettiği ideal uğruna yaşamak başlıca yönetim prensibi olmuştur Bu eserler arasında Hz Muhammed'in hırkası (Hırka-i Saadet), kılıçları, rölikleri, Sancak-ı Şerif, ilk halifelerin kılıçları, semavi dinlerin tarihlerinden gelen çeşitli eserler vardır Bu eserler, Ramazan ayının onbeşinde bir saray töreniyle saraylılara, vezirlere ve harem halkına gösterilirdi Enderun avlusuna ve Harem Dairesi yanındaki sultanların özel avlusu olan Sofa-i Hümayun Taşlığı'na açılan Hasoda'nın bakımında görevli 40 ağa enderun mektebinin en yüksek aşamasına gelmiş ve sultanla beraber olmaya hak kazanmış ağalardır Enderun avlusunun ağaların eğitim yeri ve ikametgâhı olan koğuşları ise kenarları sınırlamaktadır Avluya revaklarla açılan ve içte küçük hol çevresinde koğuş ve hamam mekânlarına sahip olan bu koğuşların eğitim kademesine göre sıralanan bir düzeni vardı Bab-üs Saade'nin yanlarında acemi ağalara mahsus Büyük ve Küçük Oda koğuşları, 17 yüzyılda II Selim Hamamı'nın yıkılmasından sonra yapılmıştır Günümüzde bu koğuşta padişah ve hanedana ait elbiseler sergilenmektedir Hazine ile Hasoda arasındaki avlu kenarında ise kilerler ve hazine koğuşları bulunurdu Sultanın her türlü yemek ve ikram hizmetlerini sağlayan bu koğuş, günümüzde müzenin idari bölümü olarak kullanılmaktadır Bu koğuşlardan Hazine ve Hasoda Koğuşu, Enderun Hazinesi'nin korunduğu Hazine Koğuşu binası, günümüzde, Osmanlı İslâm minyatür, yazı ve hat gereçlerinin sergisinde kullanılmaktadır Enderun avlusunda ve özgün yapısıyla Fatih Döneminden kalan Ağalar Camii yer almaktadır Burada enderun ağalarının yanı sıra olduğu kadar padişah da ibadet ederdi 18yüzyıldan kaldığı sanılan ve 17yüzyıl Osmanlı çini sanatının zengin örneklerini içeren bu üç bölümlü yapı, bugün müze kütüphanesi olarak kullanılmaktadır Enderun avlusunun koğuşları arasında sarayın IV yeri olan iç bahçe ve kasır geçişleri gibi Harem'in Kuşhane Kapısı da bu avluya açılmaktadır Burada ayrıca padişaha ait özel bir mutfak teşkilatı da yer almaktadır Sarayın, Sarayburnu'na bakan arka bölümünde sultanın ve ailesinin zevkine mahsus köşkler vardır Hasoda ve Harem gibi, sarayın hanedanını ilgilendiren özel bölümlerden biri olan Sofa-i Hümayun terası üzerindeki mermer havuz, köşkleri birbirinden ayırmaktadır Seyir köşkü olmalarının yanı sıra sohbet, giyinme ve kütüphane mekanları da olan bu köşklerden Sünnet Odası, özellikle cephesindeki renkli sırlarla göze çarpmaktadır IV Murad'ın Revan ve Bağdat fetihlerinin anısına yaptırdığı kubbeli ve eyvanlı çokgen köşkler ise Osmanlı klasik saray mimarlığının son örnekleridir Revaklarla avluya açılan bu köşklerin cepheleri de çini kaplıdır Eyvanlardaki sedirleri, kubbeli orta mekânlardaki mangalları ve görkemli çini süslemeye katılan tombak ocakları ile bu köşkler, sarayda sultanların yaşadıkları yeryüzü cennetinin somut örnekleridir Sultan İbrahim'in yaz akşamlarında iftar ettiği terasta, tombak, baldaken kameriye ve havuza açılan mermer şahnişin gibi detaylara da yer veren bu lüks terasta, meşveret meclislerinin de kurulduğu bilinmektedir IV yerin Marmara ve Sarayburnu'na bakan Lala (Lale) Bahçesi'nde ise Hekimbaşı Odası (Başlala Kulesi) yer almaktadır Burası, başhekim sorumluluğunda bir ecza deposu ve dairesiydi Sultanların sağlığından sorumlu hekimbaşıların denetiminde olan bu kuleden günümüze çok sayıda saray ve ilaç şişeleri kalmıştır Hisarpeçeye oturtulan ahşap ve iki bölümlü Sofa Köşkü ise 18yüzyıl ortasında Rokoko süslemesiyle bahçeye açılan bir divanhanedir Özellikle sarayda "Halvet" ilan edilerek yapılan büyülü gece ve gündüz eğlencelerinde harem halkına da açılan köşk, altyapısı bir köşe burcu olan Bağdat Köşkü'ne hisarpeçe ile bağlanır Bu alandaki bahçelerde sultanların bizzat yaptığı ve oyunları seyrettiği, IV Murad'a ait ve Hekimbaşı Kulesi'ne dayalı bir taş tahttan anlaşılmaktadır Bahçenin Marmara yönündeki mermer terasına ise 1850'lerin başlarında Mecidiye Köşkü yapılmıştır Köşkün aynı üslupta serbest yükselen Esvap Odası ilginç bir detaydır Bu köşkün tuğla kemerli altyapısının geçmişi Fatih Dönemi ve öncesine olsa gerektir Bahçenin diğer bir yapısı ise, 19yüzyıl ortasında Neoklasik üslupta inşa edilen Sofa Camii'dir Bahçe, Sarayburnu yönündeki Hasbahçe'ye Balyanlar üslubunda iki kuleli bir kapıyla bağlanmaktadır HAREM Topkapı Sarayı'nda Bab-üs Saade duvarı ile ayrılan idari ve özel bölümler Harem Dairesi için de geçerlidir Bu duvar ekseninin devamında Harem'in Divan Meydanı yönündeki yapıları, kızlarağası yönetiminde ve haremağaları elindeki dış hizmet grubunun veya cariye olarak iç hizmet kadrosunun ikâmet mekânlarını oluşturur Harem'in Karaağlar Taşlığı'na ve söz konusu ana duvara açılan Cümle Kapısı ise hanedan ve üst düzey saray kadınlarının yaşadığı esas Harem bölümüne ile bu bölüm Altınyol ile bağlanan ve Hünkar Sofası çevresinde dizilen, padişah ve şehzadelerin yaşadığı Harem'deki Selamlık bölümlerine açılır Karaağa-cariye, Harem ve Selamlık bölümü olarak gelişen Harem'de yapı kronolojisini ortaya koymak, sarayın diğer bölümlerini açıklamak kadar kolay değildir İslâm geleneğinin aileye kazandırdığı kutsallık ve gizlilik prensibi, Osmanlı sarayında en ulaşılmaz ve dramatik örneklerinden birini vererek haremin mimarî kuruluşu hakkında kaynaklar sunmuştur Ancak tarihsel olaylar, kurumlaşma, mimarî üsluplar ve sarayın topografyası, harem yapılaşmasının 4 ana devirde gerçekleştiğini göstermiştir I- Fatih Sultan Mehmet ile Kanuni Sultan Süleyman Devri arasında 15yüzyıl sonu 16yüzyıl ortasındaki ilk dönem: Topkapı Sarayı'ndan önce Beyazıt'a yapılan İstanbul'daki ilk Osmanlı sarayı olan Eski Saray ile Topkapı Sarayı bu ilk dönemde Kadınlar Sarayı (Saray-ı Duhteran) denilen bir daireden oluşmaktaydı Günümüzde bu daire değişmiş ve sonraki yapılaşma nedeniyle bağımsızlığını kaybetmiş durumdadır ve Baş Haseki dairesi adıyla bilinmektedir Adalet Kulesi'nden itibaren Harem Cümle Kapısı, Başhaseki Dairesi, I Selim Kulesi, Bağdat Köşkü ve Hekimbaşı Kuleleri gibi çıkmalar hisarpeçe üzerinden kule köşkleri halinde orta zaman kale-sarayları tarzında düzenli bir yapılaşma ortaya koymaktadır Bu dönem Harem yapıları dış sofalı konut mimarisiyle uyum içindedir İlk dönem alanı, 16yüzyıl sonlarında üzerine padişah ve valide sultan daireleri ile cariye koğuşlarının yapılacağı bahçe duvarlarıyla sınırlanmıştı Geniş bir cariye ve hadımağası kadrolaşmasına gerek duyulmayan bu ilk dönemde, Harem'in Arabalar Kapısı ve Adalet yönünün Harem dışında serbest bir alan olduğu anlaşılmaktadır Kuleyi Çinili Köşk'e bağlayan ve Büyük Biniş denilen at rampasının aksı ile kulenin serbest yükseldiğini kanıtlayan altyapısı da bu fikri desteklemektedir İlk dönemin diğer bir önemli yapı grubu da Harem'in Hasoda yanındaki çıkışta yer alan Selamlık Dairesi olmalıdır Hamamlı ve I Selim Kulesi olarak adlandırılan kule-köşkün, şehzadelerin gözetimi altında baştan beri eğitim için ayrıldığı bilinmektedir Bu alan 16yüzyıl sonundan itibaren Şimşirlik Kafesi denilen ve bahçeleri de kapsayan Şehzadegan dairelerinin de çekirdeğini oluşturmuştur Valide ve Gözdeler Taşlığı çevresindeki yapılardan oluşan bu ilk dönem yapılarının ilginç bir sürekli revak düzeniyle kuşatıldıkları anlaşılmaktadır II Kanuni Sultan Dönemi: Bu dönem, haremin Topkapı Sarayı'na yerleşmesiyle, karizmatik bir kişiliğe sahip olan Haseki Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman ile başlamıştır 1520-30 yılları arasında Topkapı Sarayı genişledikçe niteliği de değişmiştir Hürrem Sultan'ın Eski Saray'daki haremden çıkarak çocuklarıyla Topkapı Sarayı hareminde sürekli yaşaması; ailenin tüm ihtiyaçlarının da Topkapı Hareminde karşılanmasına yol açmıştır Bu dönemde Topkapı haremine gelen karaağalar ve cariyeler için yan yana fakat ilişkisiz birer avlu çevresindeki iki koğuş düzeni, haremde hanedan yapılarının dışında, fakat onları kuşatacak, hatta koruyacak şekilde yapılmış olmalıdır Bu yapılarının işlevsel olarak Kızlarağası Dairesi ile Cariye Hamamı'nı da içerdiği anlaşılmaktadır Bununla bağlantılı olarak, haremin önemli bir unsuru olan Usta ve Kalfalar Dairesi de Fatih Döneminde yapılan Valide Taşlığı'nı Başhaseki Dairesi karşısında sınırlayan kanada taşınmış olmalıdır Bu dönemde, Hürrem Sultan'ın konumuna uygun olarak Başhaseki Dairesi'ne ismini verdiği ve Kanuni'nin de III Murad Döneminde yenilenecek olan haremdeki Hasodası'nı yaptırdığı anlaşılmaktadır III III Murad ve Nurbanu-Safiye Sultan Dönemleri: 16yüzyıl sonunda Osmanlı sistemi gibi, harem kurumlaşmasının da sarayda tamamlandığı görülür Geleneksel Türk-İslâm ailesindeki anaerkil yapının Osmanlı saray haremindeki gerçek ve değişmez görüntüsü Valide Sultan olmuştur Nurbanu Sultan ve Haseki Safiye Sultan'ın çekişmeli ilişkileri içinde karizmatik iki figür arasında bocalayan III Murad, bu gerilimli yönetimin Topkapı Sarayı Harem'inden idare edileceği bir yapılaşmaya gitmek zorunda kalmıştır Topoğrafik şartlardan ötürü payeli bir strüktür üzerinde yükseldiğinden, dönemin klasik mimari anlayışına uygun bu zengin cephe yapıları, haremde güç paylaşımını da temsil etmektedir Cariye koğuşları bu yeni yapılaşmayla görkemli dairelerin altyapıları olurken, eski Cariye Taşlığı, giderek ikbal ve diğer kadınefendilerin sade bir cephelemeyle de olsa manzaradan, yani haremde odaklanan iktidardan pay alabildikleri bir kimliğe bürünmüştür Haremde gerek cephede, gerekse Valide Taşlığı'ndaki konumuyla merkez durumundaki Valide Sultan Dairesi perspektif ve cephe açısından sarayın en detaylı yapısıdır Bir cephe kademesiyle kadınefendi dairelerinden ayrılan Valide Sultan Dairesi, hünkar hamamları sistemi ile mekânsal açıdan Hünkar Sofası ile başlayan Sultan ve Selamlık dairelerine bağlanırken, cephede de anıtsal bir revakla vurgulanmıştır Valide Sultan Dairesi bu mekânsal önemini tarihte korumuş, Kadınlar Saltanatı denilen ve Valide Sultanların naibe oldukları 17yüzyılda siyasi olayların sahnesi olmuştur Mimar Sinan ve Davud Ağa gibi başmimarlar elinde klasik Osmanlı zenginliğinin ve sanatının kudreti, Hünkar Hamamları ve Hünkar Sofası ile temsil edilmiştir Harem ve sarayın en büyük tören, kabul ve eğlence salonu olan bu kubbeli klasik yapının daha sonraları değişmiş olan bir cephe görüntüsü ve iç dekoru vardır Bu sofanın yanındaki III Murad Hasodası ise, bir Mimar Sinan yapısı olarak Osmanlı klasik mimarisinin, Osmanlı mantık ve estetiğinin ulaştığı denge ve simetrinin canlı bir örneğidir Osmanlıların üretebildikleri en zengin çinilerle kaplanmış olan iç mekândaki kubbeli yapı, altyapıya yerleştirilen bir havuzla dengelenmektedir Böylece mekân ve cephede yaratılan padişah, valide sultan ve kadınefendi hiyerarşisiyle, harem kurumlaşmasının değişmez esasları oluşturulmuştur Klasik mantıkla yaratılan bu rasyonel mimarî düzenleme, harem bahçesindeki büyük havuz ile sürdürülür Saray sisteminin ve harem hiyerarşisinin Topkapı Sarayı'na yerleştiği bu devrin diğer bir kompleksi de Şehzadegân Dairesidir 16 yüzyılda Anadolu ve İran'la tehlikeli gelişimler gösteren şehzadelerin saray ve kendi aralarında giriştikleri iktidar kavgaları, sancak beyi olarak tayin edilen şehzadelerin bu dönemde hareme alınmalarına neden olmuştur Ayrıca Fatih Kanunnamesi'nde devletin devamı için şehzade katline izin verilmesi nedeniyle kamuoyunda saraya karşı oluşan muhalefet de şehzadelerin harem ve hanedan içinde gözetim altında yaşatılmalarını gerektirmiştir 16yüzyıl sonlarında haremin devlet üzerindeki otoritesi protokoler cephe yapılarıyla vurgulanırken, ilk dönem haremin özü olan Altınyol, Başhaseki Daireleri üzerine de girift Şehzadegân dairesi yapılmış, bu sistem hamamlı I Selim'in Kulesi'nin yanı sıra harem bahçesinden kazanılan Şimşirlik bahçelerindeki yapıları da kapsamış haremin dramatik tarihinin sembolü ve en geniş dairesi olmuştur 15-17 ve 18yüzyıllar: Bu dönemlerde, 16yüzyıl sonunda hızlı bir iç dinamikle tamamlanan harem yapılarının ek bölümleri kurumsal zorunluluktan değil, çok harem halkının kalabalıklaşması ve yangınlar nedeniyle oluşmuştur Sonraki yapılaşmanın sembolik nedeni, bir hükümdarlık sembolü olarak sultanların sarayda Hasoda yaptırma geleneğidir Bu dönemde oluştuğu bilinen bir yapı grubu da haremin hastane avlusu civarıdır Bu devirde ayrıca valide sultanların artan gücüyle orantılı olarak dairenin üst katına odalar eklenmiştir 18yüzyılda batının yaşayış ve sanat üzerindeki etkisi doğaya ve hafifliğe daha fazla yer veren Barok ve Rokoko dekorasyon uygulamaları-ilkin III Ahmed'in Hasodası'ndaki (Yemiş Odası) natürmort tasvirli panolarda görülmektedir Yüzyıl ortalarında ise sultanlar, zenginleşen ve hafifleyen bir Rokoko romantizmini yaptırdıkları köşklere ve iç dekorasyona yansıtmışlardır Klasik dönemin cepheye çıkma yapan Hazine Odası ve yanındaki Hasoda, I Abdülhamid Döneminde aynı dekorasyonla kaplanırken, I Selim Kulesi kısmen yıkılarak yerine konak görünümündeki ahşap Mabeyn ve İkballer Dairesi yapılmıştır Tarihte Şimşirlik Alanı olarak dramatik bir karaktere sahip olan bölge, 18yüzyılda hanedanın serbest yaşantısına açılmış ve şehzadelere çifte kasırlar verilmiştir Harem yapılarında değişik sanatsal üsluplar göze çarpmaktadır Osmanlı siyasetini, kültür ve sanatını olduğu gibi gösteren Topkapı Sarayı nadir bir müze örneğidir Klasik hiyerarşi, güç ve anlamlı bir ihtişam döneminin sembolü olan Topkapı Sarayı, Rokoko eklerle ömrünü tamamlarken, yerini Tanzimat Dönemi Boğaziçi saraylarına bırakmıştır |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|