Bidatın Sınırları Nelerdir? |
08-05-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Bidatın Sınırları Nelerdir?Bidatın sınırları nelerdir? Yazar: Mehmet Paksu “Yakasız gömlek giymek sünnet, yakalısını giymek bid’at;” “Yer sofrasında yemek yemek sünnet, masada yemek bid’at;” “Yer minderinde oturmak sünnet, koltukta oturmak bid’at;” “Mikrofonsuz ezan okumak sünnet, mikrofonla okumak bid’at;” “Takke ve sarık takmak sünnet, başaçık gezmek bid’at” gibi kanaatler ileri sürülür, böylece sünnet ve bid’at tanınmış ve tanıtılmış olur çok kere Bu sözlerle insanları sünnete teşvik etmek gibi bir iyiniyet vardır aslında Tersini iddia edenler sünnete karşı gelmekle ve bid’ate taraftar olmakla suçlanır Akabinde ise tartışmalar, münakaşalar başlar, husumet ve kırgınlıklarla konu kapanır Bu tür meseleler bazı zamanlar karı-koca, baba-oğul ve kardeşler arasında gündeme geldiği gibi, çok kere de İslâmî hizmetlerde bulunan kişiler arasında sohbet konusu olur, konuşulur, tartışmaya girilir ve sonuçta istenmeyen manzaralar ortaya çıkar Resûlullah’ın Sallallahu Aleyhi Vesellem hayatını inceleyen, sünnet ve hadisi tetkik eden İslâm uleması arasında konu müzakere edilmiş, değişik tarzda yorumlar yapılmış ve neticede birtakım tarifler getirilerek bid’at meselesi tasnife tabi tutulmuştur Ulema arasında bid’at geniş ve dar kapsamlı olmak üzere iki ayrı şekilde mütalâa edilmiştir Bid’atı geniş kapsamlı olarak inceleyen başta İmam Şâfiî, İmam Nevevî olmak üzere İbn Âbidin ve benzeri âlimler bu kısaca şu tarifi getirirler: “Bid’at, Resûlullah’tan Sallallahu Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan her şeydir” Bu tarife göre, dinî özellik taşıyan amel ve davranışlarla birlikte günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya çıkan yeni düşünceler, uygulama ve âdetler de bid’at olarak kabul edilmiştir Bu âlimler, meseleye delil olarak da şu hadisi zikrederler: “Kim benim bir sünnetimi ihya ederek insanların onunla amel etmelerine vesile olursa, o insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksiltmeden onların sevaplarının bir katını almış olacaktır Kim de bir bid’at icat ederek onunla amel edilmesine sebep olursa, o bid’at ile amel edenlerin yüklenecekleri günahlardan hiçbir şey eksiltmeden onların günahlarının bir katını yüklenmiş olacaktır” (İbn Mâce, Mukaddime, 15) Bu tarifle birlikte aynı ulema bid’atı, hasene ve seyyie olarak ikiye ayırır, yapılması mahzurlu olmayanlara bid’at-ı hasene (iyi bid’at), yapılması mahzurlu olanlara da bid’at-ı seyyie (kötü bid’at) derler Minare ve medrese yapmak bid’at-ı hasene, kabirlerin üzerine mum yakmak da bid’at-ı seyyiedir Buna göre, hadislerde reddedilen bid’atler, kötü bid’atlerdir Hz Ömer (ra), Mescid-i Nebevi’de teravih namazını cemaatle kılanları görünce, “Bu ne güzel bir bid’attır” diyerek teşvik etmiş ve bid’at-ı haseneyi belirtmiştir (Buhârî, Teravih, 1) Bid’atı dar kapsamlı olarak anlayan başta İmam Malik olmak üzere, Aynî, Beyhakî, İbn Hacer el-Askalânî ve Heytemî, İmam Birgivî ve İbn Teymiyye gibi âlimler de şu tarifi getirirler: “Bid’at, Resûlullah’tan Sallallahü Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan herşeydir” Bu ulemaya göre dinle ilgisi olmayan ve dinî özellik taşımayan yeni icatlar bid’at sayılmaz Bu bakımdan örf ve âdet türünden olan davranışlar bid’at kavramının dışında değerlendirilir Bu görüşün delilleri de şu hadislerdir: “İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir” (Müslim, Cum’a, 43) “Sonradan ihdas edilen her şey bid’attır” (İbn Mâce, Mukaddime, 7) “Her bid’at dalalettir” (Müslim, Cum’a, 43) “Din namına sonradan ortaya çıkarılan şeylerden sakının Gerçekten sonradan ortaya çıkarılan her şey bid’attır ve her bid’at de sapıklıktır Bu durumda sizin yapmanız gereken şey, benim sünnetime ve birer hidayet ve irşad rehberi olan halifelerimin sünnetlerine sarılmanızdır” (Ebû Dâvud, Sünnet, 5) Aynı görüşü benimseyen fıkıh usulü uzmanı eş-Şâtibî ise, bid’atı ‘sonradan ortaya çıkan dinî görünümlü yol’ olarak tarif ettikten sonra, konuya şu şekilde bir açıklık getirir: “Bid’atı dinî görünümlü bir yol olarak benimseyen kişilerin bu yola girmelerinin sebebi ’a daha çok kulluk etmektir Bunun yanında, dinî görünümlü olmayan ve dinî telakki edilmeyen şeyler bid’atten sayılmaz Meselâ, bir kimsenin helâl olan bir şeyi kendisine yasaklaması bid’at değildir, ancak bu yasaklamayı dindarlık düşüncesiyle yapması bid’attır” Şâtıbî’ye göre bid’atı ‘hasene’ ve ‘seyyie’ olarak iki ayırmak doğru değildir (İbrahim bin el-Musâ eş-Şâtıbî, el-İ’tisam; DİA, “Bid’at” maddesi) Sünnetin titizlikle korunmasını isteyen ve Hicrî 1000’inci yılda yaşayan İmam Rabbânî bid’atlere karşı mücadele etmeyi dile getirirken şöyle der: “En bahtiyar odur ki, İslâm’ın ve Müslümanların garip düştüğü bir zamanda terk ve ihmal edilmiş sünnetlerden birisini ihya edip yaygın olan bid’atlerden birisini yok edip kaldıran insandır Şimdi öyle bir zaman ki, Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem gönderileli bin seneyi geçmiştir, kıyamet alametleri de teker teker çıkmaya başlamıştır" "Resûlullah’ın (asm) Saadet Asrından uzaklaştıkça sünnetler perdelenmiş, bid’atler yalan illetinin yaygınlaşmasıyla çoğalmıştır Şimdi öyle bir mücahide ihtiyaç vardır ki, sünnetleri ihya etsin, bid’atleri kaldırsın Çünkü bid’atlerin revaç bulması dinin tahribine sebep olur” (Mektubat, 1:34-35) Şâtıbî gibi bid’atin seyyie ve hasene şeklinde tasnif edilmesine şiddetle karşı çıkan İmam Rabbânî, itirazını şu şekilde dile getirir: “Eski âlimler bid’atlerin bazı güzel taraflarını görmüş olacaklar ki, bazı bid’atlere ‘hasene’ (iyi) bid’at ismini vermişlerdir Fakat bu fakir, bu meselede onlara uymuyorum Bid’atlerden hiçbirisine ‘hasene’ diyemem Bid’atlerde karanlık ve bulanıklıktan başka birşey göremiyorum Çünkü Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ‘Bütün bid’atler dalalettir’ buyurmuştur İslâm’ın garip olduğu ve zayıfladığı bir zamanda kurtuluş ancak ve ancak sünnete uymakta, felaket de nasıl olursa olsun bir bid’ate sarılmaktadır" “Sonradan çıkan herşey bid’at ve her bid’at dalalet olursa, nasıl olur da bid’atte güzellik olur Hadis-i şeriflerde buyurulduğu gibi, icat edilen her bid’at bir sünneti kaldırmaktadır Bu husus bazı bid’atlerle sınırlı değildir ve her bid’at seyyiedir" “Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurmuşlardır ki: ‘Peygamberlerinden sonra dinlerinde bid’at uyduran her ümmet, sünnetten de o bid’at kadar bir sünneti zayi etmiş olur’ (Et-Tergîb ve’t-Terhîb Trc, 1:109) “Hassan bin Sabit’ten şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: ‘Bir topluluk dinlerinde bir bid’at icat ederse, Cenâb-ı Hak sünnetlerden bir sünneti o bid’at gibi çeker, çıkarır, onlardan uzaklaştırır da kıyamete kadar iade etmez’” (Mektubat, 1:160) Görüldüğü üzere İmam Rabbânî, sünnete en ufak bir gölge düşürecek bid’ate müsamaha dahi göstermemekle birlikte Mektubat’ın bazı nüshalarının şerhinde sünnette aslı bulunanlara bid’at ismini bulaştırmaz, onlar için ‘güzel âdet’ anlamında ‘sünnet-i hasene’ tabirini kullanır Kendisini ‘Bid’atüzzaman’ olarak tanıtan ve hayatı boyu bid’atlerle mücadele eden ve sünnet-i seniyyeyi ihya etmek için hayatını vakfeden Bediüzzaman Said Nursî, “Mirkatü’s-Sünne ve Tiryaku Marazı’l-Bid’a” (Sünnetin Dereceleri ve Bid’at Hastalığının İlacı) adıyla müstakil olarak kaleme aldığı eserinde bid’atı dar kapsamlı olarak tarif eden ulemanın görüşünü benimser ve, “Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır,” “Şeriat ve sünnet tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—nâkıs (eksik) görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir” diyerek bid’at mefhumunun sadece dinle, ibadetlerle ilgili meselelerde söz konusu olduğunu belirtir Ona göre, “Her bid’at dalalettir ve her dalalet cehennem ateşindedir” hadis-i şerifi ve “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim” (Mâide, 5/3) âyet-i kerimesinin bildirdiği üzere, şeriatın kaideleri ve sünnetin düsturları tamamlandıktan ve kemâl noktasına erdikten sonra yeni icatlarla o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—eksik görmeye götüren bid’atları icat etmek dalâlettir, ateştir" (RNK, Lem’alar, s 609) Yine Bediüzzaman’a göre, ibadetlerle ilgili hüküm ve meselelerde yeni icatlar çıkarmak bid’attır ve dince reddedilmiştir Çünkü sünnetlerin bir kısmı ibadetlerle ilgilidir ve fıkıh kitaplarında açıklanmıştır, onları değiştirmek bid’attır Diğer kısmı ‘âdâb’ olarak bilinir ve bunlar siyer kitaplarında mevcuttur Onlara aykırı hareket etmeye bid’at denilmez; ancak nebevî edebe uyulmamış, onun nurundan ve hakikî edepten istifade edilmemiş olur Bu kısım da örf ve âdât, fıtrî muamelelerde Resûl-i Ekrem’in Sallallahu Aleyhi Vesellem tevatürle belirlenen hareketlerine uymaktır Bunlar ise konuşmak, yemek içmek, yatıp kalkmak gibi görgü kurallarıyla alâkalı sünnetlerdir (RNK, Lem’alar, s 609) Sünneti kavlî, fiilî ve hâlî olarak üçe ayıran Bediüzzaman, bu üç kısmı da farz, nafile ve güzel âdetler olarak üç bölüme tâbi tutar Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem namaz ve hac gibi ibadetlerde fiilî olarak bizzat tatbik ettiği—farz namazları kılmak gibi—farz ve vacip cinsinden olan sünnetlere uyma mecburiyeti vardır Nafile olarak tespit edilen ve müstehap olarak belirtilen ibadetlerle ilgili sünnetlere uymakta büyük sevaplar vardır; fakat bunları değiştirmek bid’attır, dalalettir Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem güzel âdetleri sınıfına giren sünnetleri işlemek ‘müstahsendir,’ çok güzeldir Ki bunlar şahsî ve sosyal hayatla ilgilidir Bu sünnetleri işleyenler âdet ve alışkanlıklarını ibadete çevirmiş olurlar (RNK, Lem’alar, s 610) Bu tespitlerin yanında, Bediüzzaman, eserlerinde zaman zaman ‘ehl-i bid’a’ tabirini kullanır Bunları muhatap alarak İslâm’ı müdafaa sadedinde bazı açıklamalar yapar Bediüzzaman’ın ehl-i bid’a olarak isimlendirdiği zihniyetin mahiyetlerini de şu ifadelerinde anlamaktayız: “Acaba, bu ehl-i bid’a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar?” (RNK, Mektubat, s 558) “Ehl-i bid’a, ecnebî inkılâpçılarından böyle meş’um bir fikir aldılar ki: ‘Madem Hıristiyan dininde böyle bir inkılâp oldu; öyleyse, İslâmiyette de böyle dinî bir inkılâp olabilir” (RNK, Mektubat, s 557) “Şeâiri tağyir eden (İslâm’ın alâmetlerini değiştiren) ehl-i bid’a diyorlar ki: ‘Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı Bu asırda yaşamak taassubu bırakmakla olur’” Bu ifadelerden, ‘ehl-i bid’a’yı İslâm ülkelerinde yaşayan ve taşıdıkları sinsi fikirleriyle İslâm’ın bazı esas ve kaidelerini değiştirmeye ve hatta İslâm’ı tamamen ortadan kaldırmaya çalışan komiteler olarak görmekteyiz Mektubat isimli eserinde ehl-i bid’a sayılan bu sapık fikirli insanların teşebbüslerini akim bırakacak, onların hak olarak göstermeye çalıştıkları iddia ve planları kökünden çürütecek izahlar yapan Bediüzzaman, ‘tahribatçı ehl-i bid’a’yı da iki kısma ayırır: Birinciler güya din hesabına, İslâmiyet’e sadakat namına, güya dini milliyetle takviye etme telakkisiyle dine taraftar görünerek ‘dinin nurlu ağacını ırkçılığın karanlık toprağına dikmek isterler’ Bu hareketleri bid’akârâne bir teşebbüs olarak gören Bediüzzaman, bu adamlara dünya çıkarı için ahiretini satan âlimler mânâsında “ulemâ-i sû’, meczup, akılsız, cahil sufiler” tabirlerini kullanır ki, bu ifadeleriyle onların gerçek kimliklerini açıklar İkinci kısım ehl-i bid’a ise, “millet namına milliyet hesabına unsuriyete (ırkçılığa) kuvvet vermek fikrine binaen ‘Milleti İslâmiyetle aşılamak istiyoruz’ diye bid’atları icat ediyorlar” (RNK, Mektubat, s 559) Barla Lâhikası’nda en büyük yedi günahın arasında ‘dine zarar verecek bid’alara taraftar olmayı’ da sayan Bediüzzaman (RNK, Barla Lâhikası s 1547), bid’atı seyyie ve hasene olarak kabul eder ve bu konuda iki misal zikreder: Birincisi: Her tarikatın kendi meşrebine göre ayrı ayrı tarz ve şekilde virdleri, zikir ve tesbihleri vardır Bu zikirlerin asılları Kitab ve sünnetten alınmak şartıyla ve sünnete aykırı olmamak ve bütün bütün sünneti değiştirmemek kaydıyla bid’at değildir Bu çeşit uygulamaya bazı âlimler, bid’at demiş olsalar da, ‘bid’a-i hasene’ adını vermişlerdir (RNK, Lem’alar, s 610) İkincisi: Bazı cami ve mescitlerde Peygamberimizin (asm) mübarek saç ve sakalının telleri bulunmakta ve bunlar belli vakitlerde ziyaret edilmektedir “Bazı ehl-i takva, böyle işlerde, ya takva veya ihtiyat veya azîmet noktasında ilişseler de, hususî ilişirler Bid’a da deseler, bid’a-i hasene nev’inde dahildir Çünkü vesile-i salâvattır” (RNK, Lem’alar, s 637) Tariflerden, yapılan izahlardan, verilen misallerden ağırlıklı olarak anlaşılan; iman esaslarını, İslâmî şeâirleri ve ibadetlerle alâkalı sünnetleri bozmaya, değiştirmeye, kaldırmaya ve unutturmaya yönelik yeni icatlar, düşünce ve uygulamalar gerçek anlamda bid’at sınıfına girmektedir Çünkü asıl itibarıyla bid’at, ahkâmla ilgili bir esası kaldırıp yerine beşerî ve arzî bir ‘yeniliği’ getirmektir Yoksa Efendimizin (asm) güzel âdetlerine ve ‘âdap’ olarak bilinen beşerî davranışlarına yönelik sünnetleri terk etmek, sadece bir sünnet sevabını alamamaktır Bu arada, Kitab ve sünnetin ruhuna aykırı olmayan, “Müslümanların güzel gördüğü güzeldir” esasına uygun olarak dinin kendi dairesinde kalmak şartıyla günlük yaşantıyla alâkalı, evrad ve zikirle ilgili uygulamalar ise ‘bid’at-ı hasene’ veya ‘sünnet-i hasene’ kısmına girer Bunun yanında, muhatabımızda bizim benimsemediğimiz veya yadırgadığımız bir davranış ve hareket görülecek olsa, onun ‘nâzikâne, nezihâne ve kavl-i leyyinle’ tashihine ve düzeltilmesine gitmek gerekir Sözün özü: “Bid’atların ve dalâletlerin istilâsı zamanında sünnet-i seniyyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir” (et-Tergîb ve’t-Terhîb, 1:41) “Ne mutlu o kimseye ki, sünnet-i seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola Veyl o kimseye ki, sünnet-i seniyyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor" (RNK, Lem’alar, s 609) |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|