Kalbimizi Sağlam Tutalım!.. |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kalbimizi Sağlam Tutalım!..Kalbimizi sağlam tutalım! Üstad Nailî (ö 1666) Sebk-i Hindî neşvesiyle yazdığı nefis gazellerinden birinde şöyle diyor: Ol Kâbe-revânız ki harîm-i harem-i aşk Pürşûr-ı figân-ı ceres-i mahmilimizdir Sureta şöyle demek olur: "Biz Kâbe yolcusu o âşıklarız ki aşk hareminin harîmi bizim kervanımızın çanının sesinden dolayı mustarip ve perişandır" Hac yolculuklarının aylarca sürdüğü ve Harem'e kervanlarla gidilip gelindiği dönemlerde Kâbe'ye varabilmek herhalde müthiş bir özlemin vuslatı idi Mevsimine göre gündüz veya gece boyunca yol alıp yolculuk meşakkatlerini yaşamak, Kâbe'ye yönelen gönülleri bir kat daha heyecana getirip insan nefsinin haccı idrak derecesini artırmış olsa gerektir O kadar ki kervanların yolunu bekleyen eşkıya bile Kâbe yolcularına ilişmez, bilakis kervanın geçtiği yollarda herkes Harem âşıklarına yardım için yarışırlar imiş Yukarıdaki beytin derin anlamını kavrayabilmek için birkaç açıklama yapmak gerekiyor Şöyle ki, bir kervanda sıklıkla duyulan iki ses vardır: Kös (davul) ve çan sesi Kervan, bir kös sesi ile yürümeye başlar, yine bir kös sesi ile konaklardı Mîr-i haccın talimatıyla bir görevli köse vurur ve kervandaki herkes derhal konaklayıp dinlenme vaziyetine geçer, yine aynı şekilde toparlanıp yürürdü Kervandaki herkes bu sese itaat etmek zorunda idi Aksi takdirde "Göçtü kervan kaldık dağlar başında" demek fayda vermeyecektir Bir kervanın hiç dinmeyen vazgeçilmez sesi ise çan veya çıngırak sesidir Kervancılar develeri dağılmasın, geçtikleri yerlerde birbirlerini takip etsinler diye öndeki devenin kuyruğundan veya mahmilden (iki kişinin oturmasına müsait deve hamudu) ince bir sicim sarkıtıp arkadaki devenin burun deliğindeki halkaya geçirirler, kervanın en sonuna da deve malaklarını sırayla bağlayıp kuyruklarına birer çan veya çıngırak asarlarmış Böylece en öndeki merkebin sırtında kervanı çeken deveci arkadan gelen çan sesine bakarak her şeyin yolunca olduğunu, asayişin berkemal bulunduğunu anlar ve yola devam edermiş Develeri birbirine bağlayan bu sicimler şimdiki araçların emniyet kemerleri gibi darbeye maruz kalınca açılacak şekilde düğümlenir, söz gelimi dar dağ yollarından geçerken ayağı kayıp uçuruma düşen bir deve olursa arkasındakileri de sürüklemesi böylece önlenirmiş Beyti anlayabilmek için biraz daha bilgiye ihtiyaç var sanırız Bilindiği gibi Harem, ihrama girilen sınırlardan itibaren Kâbe'ye doğru olan yerlerin adıdır Burada insanların canları ve malları emniyette olup canlı öldürülmez, günah işlenmez Harem içinde Kâbe vardır Kâbe Allah'ın evi sayılır Allah'ın evini ziyarete gelen herkesle birlikte harem bölgesinde yer alan her şeyin adına harîm (civar, Harem'de kutsal olan her şey) denilmiştir |
Kalbimizi Sağlam Tutalım!.. |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kalbimizi Sağlam Tutalım!..Harîm'in içinde en değerli olan kimse sevgilidir Bu yüzden Kâbe Harîm'ine gelenler de orada Sevgili'yi ararlar Zaten Kâbe de Sevgili'nin evidir Tıpkı gönül gibi Gönül ile Kâbe arasındaki eşitlik, her ikisinde de bir tek Sevgili için yer bulunması, başka sevgilerin (dünya, masiva, rakip, ortak vs) dışarıda kalmasıdır Eski zamanlarda Kâbe'ye yönelen bir gönül, dünyayı ve dünyalıkları ardında bırakarak Sevgili'ye gitmek üzere yola çıkarmış Öyle ki bir hac yolculuğu neredeyse hayatın bir hâsılası, bir tür muhasebe ve hasılat süreci olarak algılanır, bazıları da bunu etvar-ı seb'a ile izah ederlermiş "O (Allah) sizi merhale merhale birçok hallerden geçirerek yaratmıştır (Nuh, 14)" ayetinden ilham alan etvâr-ı seb'a (yedi tavır) düşüncesi insanın yaratılışında yedi derece olduğunu söyler ve bunu izah için yedi kat gök, yedi iklim, yedi gezegen vb benzetmeler kullanırlar Ulema onu tab' (yaratılış), nefs, kalb, ruh, sır, hafî (gizli) ve ahfâ (en gizli) diye derecelere ayırmıştır ki insanın tabiatından başlayarak nefsiyle, kalbiyle ve ruhuyla ne derece iç aleme yönelip, ne derece hakikat sırlarına sahip olduğunu gösterir Sufiler ise etvar-ı seb'a deyince yalnızca nefsi esas almış ve nefsin yedi tavrından bahsetmişlerdir Bunlar sırasıyla emmâre (kesif zulmet örtüsü ile örtülü, seyr ila'llah), levvâme (hafif zulmet örtüsüyle örtülü, seyr ala'llah), mülhime (Nur ile zulmet arasında, seyr bi'llah), mutmainne (nur içinde, seyr ani'lleh), râdıye (nur perdesinin incelmesinde, seyr fi'llah), mardıyye (nur perdesinin sonunda, seyr maa'llah) ve kâmile (nur perdesinin de aradan kalkması halinde, seyr li'lleh) olarak anılırlar Bunlardan ilki zevk, ikincisi şevk, sonra sırayla aşk, vasl, hayret, fena fil fena (yoklukta yok oluş) ve beka bi'l-beka (varlıkta var oluş) hallerini üstlenir Bu mertebe ve tavırların renkleri de sırasıyla şöyledir: Mavi, sarı, kızıl, siyah, yeşil, beyaz ve renksizlik (renkten azade oluş) İmdi, Nailî üstadımız yukarıdaki beytinde bütün bu seyr ü süluk yolunu bir hac vetiresine benzetiyor ve biz aşk haremine ulaşabilmek için öyle bir gidişle gidiyoruz ki, gönlümüz bu gidişin her merhalesinde, her dakikasında, her saniyesinde aşk ıstırabı ve kavuşma ümidiyle bin feryad ediyor, Harem'de gönlümüzün feryadını duyan herkes ve her şey aşk ile coşuyor, bu coşkunluk bizim kalbimize yansıyıp yedi mertebenin tamamından geçiyor ve Aşk Kâbesi'nde yok oluyoruz Nailî büyük şair vesselam! Bütün bu derinliği bize anlatırken bir de göz kırpıyor ve kalb (yürek) ile ceres (çan) arasındaki şekil benzerliğine dikkatimizi çekiyor Çünkü bütün bu idrak dereceleri ancak kalb ile algılanabilir Kalbimizi sağlam tutalım yeter! 09 Mart 2010, Salı İSKENDER PALA |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|