Yunus Emre Ve Ahenk Unsurları

Eski 07-28-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yunus Emre Ve Ahenk Unsurları



Yunus Emre Ahenk Unsurlarını Nasıl Kullanmıştır,



En ilkel toplumlardan çağdaş ve modern toplumlara kadar her milletin edebiyatında şiir ve müzik birlikte gelişmiştir Eski Türklerde şiirlerin kopuz eşliğinde söylenmesi, eski Yunanda ozanların lir çalarak şiirler okumaları, günümüzde tüm ezgilerin güftelerinin şiir olması; ağıt ve türkü sözlerinin şiir olması bu fikri ispat eden örneklerdir Hiçbir bestekâr bir makalenin veya bir romanın birkaç paragrafını bestelemeyi düşünmemiştir Bu yüzden edebi türler içinde müziğe en yakın olanı şiirdir


Şiirde elbette ki anlam da önemlidir Fakat şiir hiçbir zaman anlam sanatı olmamıştır Eğer anlam sanatı olsaydı çeviri şiirler çok beğenilir ve dillerden düşmezdi Şiirde önemli olan neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır Eğer şiir anlam sanatı olsaydı “Allah, peygamber, vatan, millet sevgisi” gibi ulvi temaları işler ve kolayca şair olurduk


Şiir ses ve söyleyiş sanatıdır Söyleyiş derken özgünlük demek istiyoruz Yani iyi şair ele aldığı bir temayı herkesten farklı, kendine has bir üslupla ifade etmelidir Ses sanatıdır derken şiirdeki müzikaliteyi, başka deyişle ahengi kastediyoruz Şiirde ahenk öğeleri; ölçü (aruz, hece), kafiye, redif, aliterasyon, asonans ve kelime tekrarlarıdır


Yukarıda ifade ettiğim öğeler olmadan, yani ölçüsüz ve kafiyesiz şiir yazılamaz mı? Elbette ki yazılır ve yazılmıştır da Birinci Yeniler (Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat) ve bu akımdan etkilenen bazı şairler böyle şiirler yazdılar Fakat bu şairlerin en beğenilen şiirleri ahenk öğelerinden yararlanarak yazdıkları şiirler olmuştur


Şiiri düzyazıdan ayıran, başka ifadeyle şiiri şiir yapan bu öğeleri kullanmadan şiir yazmak zannedildiği gibi kolay iş değildir Zor iş de diyemeyeceğim; çok zor iştir Fakat eli kalem tutan herkes bu tür manzumeler yazabilir ve yazıyorlar da Fakat bu yazılanlar şiir midir? İşte bu soru işaretidir


Bu şiirler bana Nasrettin Hoca‘nın bir fıkrasını hatırlatır Hoca’ya sormuşlar: “Hocam, kardan helva olur mu?” Hoca cevap vermiş: “Olur Ben yaptım oldu Ama tadını ben de beğenmedim


Ahenk öğelerinden yararlanmadan şiir yazmaya çalışmak testere çivi, cam, tuğla vb inşaat araçları ve malzemeleri kullanmadan ev yapmaya benzer Oysa her türlü inşaat aleti ve malzemesi olan bir kişi sağlam bir evi kolayca yapabilir Bu örneği şu amaçla veriyorum Ahenk öğeleri kötü bir şiirin kusurlarını kapatır, yazılan bir metnin şiire benzemesini sağlar Ahenk öğelerini kullanmadan iyi şiir yazmak ustalık ve deha gerektirir


Başka milletlerin edebiyatında olduğu gibi bizim edebiyatımızda da vazgeçilemeyen ahenk unsurlarının başında ölçü (vezin) gelir 1500 yıllık edebiyat tarihimiz boyunca bizde hece ve aruz olmak üzere iki ölçü kullanılmıştır Hece ölçüsü bize ait yani milli bir ölçüdür Eski Türk şiirlerinde ve günümüz Halk edebiyatında hece ölçüsünün kullanıldığını görüyoruz


Peki, nedir hece ölçüsü? Cevabı çok basittir Her dizede eşit sayıda hece oluşudur Şimdi diyeceksiniz ki “Ben hece ölçüsüyle şiir yazdım” Peki, nasıl yazdın, dizelerde kaç hece var? “Bu şiirimde her dizede dokuz hece var, şu şiirimde on iki hece var” Olmadı Dokuzlu, on ikili hece ölçüsü olmaz çünkü Fakat filanca şairin filanca şiiri dokuzlu hece ölçüsüyle yazılmış Olabilir, şair böyle bir ölçüyü denemiştir, fakat tadını kendi de beğenmemiştir


Hece ölçüsünde üç kalıp vardır Yedili, sekizli ve on birli hece kalıpları Bir de yedinin iki katı olan on dörtlü hece ölçüsüyle şiir yazanlar çıkmıştır


Her dizede yedi hece kullanarak şiir yazsak yeterli midir? Hayır, duraklara dikkat edeceksin Önce dört hecelik kelime veya kelime grubu kullanacaksın, sonra da üç hecelik Başka deyişle yedili hece ölçüsü 4+3 duraklı olmalıdır Eğer şiir duraklara dikkat edilerek yazılmışsa, okuyucu dizeleri duraklarda kısa bir müddet durarak okur ve böylece bir ahenk oluşur Mesela aşağıdaki mani duraklara dikkat edilerek ve yedili hece ölçüsüyle söylenmiştir:


Mani benim ezberim

Kan ağlıyor gözlerim

Ben o yârin yolunu

Ölene dek gözlerim


Bu dörtlükte ölçü ve durak kusuru yoktur ve sesli okursanız hem dinleyenler hem siz ahengi sezerek şiirden zevk alırsınız Fakat aşağıda yazdığım maninin ilk dizesi durak yönünden kusurludur ve sesli okununca bu dize müzikal bir etki yaratmaz Bu dize 3+4 duraklıdır Diğer dizeler kurala uygun olduğu için daha ahenklidir


Gel bakma kimseye hor

Halkı yorma kendin yor

Yıkmak için çok düşün

Yıkmak kolay yapmak zor


8′li hece ölçüsü 4+4 duraklıdır Yunus Emre‘den aldığım aşağıdaki dörtlük bu yönden kusursuzdur:


Geldi geçti ömrüm benim

Şol yel esip geçmiş gibi

Hele bana şöyle geldi

Bir göz açıp yummuş gibi


Bu parçanın devamı olan dörtlüğün ikinci dizesi kusurludur 5+3 duraklıdır ve bu dize ahengi bozmaktadır


İş bu söze Hak tanıktır

Bu can gövdeye konuktur

Bir gün ola çıka gide

Kafesten kuş uçmuş gibi


Usta şairlerde durak hatası çok azdır Bu şiirden iki dörtlük daha yazayım; bu dörtlükler de ölçü ve durak bakımından kusursuzdur


Şu dünyada bir nesneye

Yanar içim göynür özüm

Yiğit iken ölenlere

Gök ekini biçmiş gibi


Miskin Âdem oğlanını

Benzetmişler ekinciye

Kimi biter kimi yiter

Yere tohum saçmış gibi


On birli hece ölçüsü 6+5 veya 4+4+3 duraklı olur Böyle derken 11′li hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin her dizesi 6+5 duraklı olmalıdır demek istemiyoruz Aynı şiirin herhangi bir dizesi 4+4+3 duraklı olabilir, diğer dize 6+5 duraklı olabilir Burada iş okuyucuya düşmektedir Usta bir şiir okuyucusu dizeye bakar bakmaz hangi durakla yazıldığını sezmeli ve gerekli yerde durak yaparak şiirdeki ahengi dinleyiciye iletebilmelidir Karacaoğlan‘ın bir koşmasından aldığım aşağıdaki dörtlüklerin son dizeleri 6+5, diğer dizeler 4+4+3 duraklıdır


Çukurova bayramlığın giyerken

Çıplaklığın üzerinden soyarken

Şubat ayı kış yelini kovarken

Cennet demek sana yakışır dağlar


Rüzgâr eser dallarınız atışır

Kuşlarınız birbiriyle ötüşür

Ören yerler bu bayramda çok üşür

Bülbül niçin yaslı bakışır dağlar


ARUZ ÖLÇÜSÜ


Aruz ölçüsü ise Araplara aittir Rivayete göre Araplar bu ölçüyü, çöllerde develerle yaptıkları uzun yolculuklar esnasında develerin uzun ve kısa adım atışlarından esinlenerek oluşturmuşlar ve kullanmışlardır Sonradan İranlılar da bu ölçüyü kullanmışlar ve geliştirmişlerdir


Aruz ölçüsü şiirde ritimdir Musiki eğitiminde öğrencilere “tüm teka tüm tek” şeklinde anlamsız sözcük veya hecelerle ritim çalışması yaptırılır Ortaokul ve liselerde müzik öğretmenleri “lay la lay lay, la lay lay lay” heceleriyle bir bestenin notalarını, ahengini sezdirmeye çalışır ve bunları öğrencilere tekrarlatır Mesela bu heceleri yarım ve tam vuruşluk notalar kabul ederek bir ritim oluşturalım “Lay”hecesi tam vuruş olsun, “la” hecesi yarım vuruş olsun ve:

“Lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay” hecelerini bu doğrultuda okurken bir elimizle de aynı tempoyla masaya hafifçe vuralım Bu ritmi birkaç dakika sürdürelim


İşte aruz ölçüsü böyle bir şeydir Araplar “tüm teka tüm tek” dememiş, “lay la lay lay” da dememiş Peki ne demiş? Bize saçma gelen, liseyi bitirip de aruz lafı edilince küçümseyip alay ettiğimiz “failün, mef’ulü, failatün” gibi anlamsız ritim kalıpları söylemiş


Şimdi yukarıda belirttiğim: “Lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay” ahenk kalıbında küçük bir değişiklik yapalım ve “faa i laa tün / faa i laa tün / faa i lün/ diyelim Yine aynı ritmi elde ederiz öyle değil mi? Yani buradaki ahenk önce tam vuruş (faa), sonra yarım vuruş (i), sonra iki defa tam vuruş (laa tün) biçimindedir Aruz ölçüsünde benim tam vuruş dediğim heceler uzun hecedir, yarım vuruş dediğim heceler de kısa hecedir


Bir uzun, bir kısa, iki uzun heceden oluşan bu ritim kalıbı (aruzdaki tabirle aruz cüzü) iki defa tekrar edildikten sonra bir uzun, bir kısa ve bir uzun heceden oluşan “faa i lün” ritim kalıbı gelmektedir


Şimdi bu kalıbı “faa i laa tün / faa i laa tün / faa i lün” şeklinde ritme uygun okuduktan sonra aynı ritimle Süleyman Çelebi‘nin yukarda belirttiğim aruz kalıbıyla yazılmış olan Mevlit’inden aldığım şu dizeyi okuyalım:


“Dii di gör düm / ol ha bii bin / aa ne si

Bir a cep nur / kim gü neş per / vaa ne si/


Gördüğünüz gibi dizeler “lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay” veya “faa i laa tün / faa i laa tün / faa ilün” ritim kalıplarına uygun hecelerden oluşmaktadır Şiirin tamamını incelerseniz her dizenin bu ritme uygun olduğunu görürsünüz Bu örnekten çıkarılacak sonuç şudur Aruz ölçüsü ritimden veya ahenkten ibarettir


Yukarıda bir örneğini verdiğimiz kalıp gibi yüzden fazla aruz kalıbı mevcuttur Biz Türkler bu kalıplar içinde en çok Mevlit’te kullanılan kalıbı sevip kullanmışız Sebebi ise hecenin 4+4+3=11′li kalıbına benzemesidir Burada bir örnek daha vermek istiyorum “La lay lay lay” ritmini dört defa tekrar edelim İşte bu ritim de çok kullandığımız bir aruz kalıbıdır Tabii ki aruzda bu kalıp başka hecelerle seslendiriliyor Bir yarım, üç tam vuruşu ifade eden “me faa ii lün” cüzüyle Bu cüzü dört defa söylerseniz aruz kalıbı ortaya çıkar Bu kalıbı ve Bülbül şiirinden iki dizeyi alt alta yazalım


Me faa ii lün / me faa ii lün / me faa ii lün / me faa ii lün

E şin var aa / şi yaa nın var / ba haa rın var / ki bek ler din

Kı yaa met ler / ko par mak ney/ di ey bül bül / ne dir der din


Görüldüğü gibi bu dizeler de belirli bir ahenge uyularak yazılmıştır Hecelerden birini okumazsanız veya bir heceyi yanlış okursanız veya bir kelimenin yerini değiştirirseniz ahenk bozulur


Aruz ölçüsüyle şiir yazmak zordur Liselerde edebiyat öğretmenleri bu ölçüyü gençlere öğretemiyor ve sevdiremiyor Günümüzde aruz ölçüsü küçümsenen, hatta alay edilen çağ dışı lüzumsuz bir ayrıntı olarak görülmektedir Aruzun bir ritim olduğu gerçeği görmezden gelinmekte hatta yeni nesillerden gizlenmektedir Eminim ki bu yazıyı okuyan genç kardeşlerimin birçoğu ifade ettiğim bu gerçekleri hiç duymamıştır


Oysa aruz ölçüsünü öğrenmek çok kolaydır Birkaç basit kuralı vardır Bu kurallar bilinince şiire yeteneği olanlar bu ölçüyle şiir yazabilir Bilinmesi gereken kurallar şunlardır:


1 Kısa ünlü ile biten heceler kısa hece kabul edilir: “araba” sözcüğündeki hecelerin üçü de kısadır

2 Ünsüzle veya uzun ünlüyle biten heceler uzun hece kabul edilir: “çakmak, naamahrem, biitab” sözcüklerindeki tüm heceler uzundur

3 Sonunda iki ünsüz olan “Türk, üst, kurt” gibi heceler medli hecedir, yani bir buçuk hecedir Başka deyişle bir uzun bir kısa hece kabul edilir

4 İçinde uzun ünlü olup ünsüzle biten “aab, yaar” gibi heceler medli hecedir; bir buçuk hece kabul edilir

5 Dize sonundaki her hece uzun kabul edilir

6 Aruz ölçüsüne uydurmak için bir sözcüğün sonundaki ünsüz, ünlüyle başlayan sonraki sözcüğün başında okunabilir; bu ses olayına ulama denir

7 Aruz kalıbına uydurmak için kısa heceyi uzun okumaya imale denir; imale aruz kusurudur Usta şairlerde (Mesela Yahya Kemal’de) imale pek görülmez

8 Aruz kalıbına uydurmak için uzun heceyi kısa okumak da zihaftır ve bu da bir aruz kusurudur


Şimdi Yahya Kemal‘in bir şiirinden birkaç dizeyi kalıba uygunluk bakımından inceleyelim


Mef uu lü / me faa ii lü / me faa ii lü / fe uu lün

Bin at lı / a kın lar da / ço cuk lar gi / bi şen dik

Bin at lı / o gün dev gi / bi bir or du / yu yen dik

Ak tol ga / lı bey ler be / yi hay kır dı / i ler le


Görüldüğü gibi bu üç dize aruz ölçüsü yönünden kusursuzdur Şiirin tamamını bu şekilde incelerseniz imale ve zihafa başvurulmadığını görürsünüz


(Önemli not: Uzun a, u ve i sesleri halk arasında şapka denilen düzeltme ve inceltme işaretiyle gösterilmelidir Ben bu yazımda bu işareti kullanmak yerine uzun ünlüleri göstermek için aynı ünlüyü iki defa kullanmayı tercih ettim)

KAFİYE (Değer Yönünden)


Kafiye tarih boyunca şiirin vazgeçilmez ahenk öğelerinden olmuştur Ustaca kullanılmış kafiyeler şiire ahenk kattığı gibi bir metnin kolay ezberlenmesini sağlar En azından uzun süre hatırlanmasına katkıda bulunur Bundan başka bir duygu veya düşünceyi zihinlerde iz bırakacak şekilde vurgulamamıza yardım eder


Türk milleti tarih boyunca kafiyeye düşkün olmuştur “Azı karar, çoğu zarar Adamı adam eyleyen paradır, parasız adamın yüzü karadır” gibi yüzlerce atasözünde ve özdeyişlerde kafiye görebilirsiniz Masalların “Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik” gibi tekerlemelerinde; “Suya düşer ıslanmaz, yere düşer paslanmaz İki yıldız, gözleri boynuz” gibi bilmecelerde; Tahir ile Zühre, Dede Korkut Hikâyeleri gibi anonim eserlerde sıkça kafiye kullanılmıştır


Kafiye konusu değer, diziliş ve anlayış yönünden olmak üzere üç bakış açısıyla incelenir


Değer yönünden kafiyeyi yarım, tam, zengin ve cinaslı olmak üzere dörde ayırabiliriz Tek ses benzerliği yarım, iki ses benzerliği tam, ikiden çok ses benzerliği ise zengin kafiyedir


Ancak redif ile kafiyeyi karıştırmamak gerekir Aynen tekrar edilen ekler, kelimeler ve kelime grupları rediftir Farklı öğelerdeki ses benzerlikleri ise kafiyeyi oluşturur Farklı öğeler ile şunu kastediyoruz Mesela iki farklı kök, iki farklı gövde, iki farklı ek, bir kök ile bir gövde, bir ek ile bir kök veya gövde

Kısaca görev ve anlam yönünden aynı olan öğelerdeki ses benzerliği redif, farklı öğelerdeki ses benzerliği kafiyedir


Şimdi birkaç nazım parçasını bu bakış açısıyla inceleyelim Faruk Nafiz‘den bir dörtlük yazıyorum:


Derinden derine ırmaklar ağlar

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi

Ey suyun sesinden anlayan bağlar

Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?


Bu dörtlüğün 1 ve 3 dizesindeki “ağlar, bağlar” sözcüklerinde beş sesten oluşan zengin kafiye mevcuttur Bu tür zengin kafiyelere tunç kafiye de diyenler mevcuttur Bu sözcüklerde redif yoktur Çünkü “ağlar” sözcüğü ağlamak fiilinin geniş zamanıdır “Bağlar” sözcüğü ise “bağ” isminin çoğul halidir Dolayısıyla bu sözcüklerdeki ekleri redif kabul edemeyiz Fakat bu dizeler “ ırmaklar ağlar / kendine bağlar” şeklinde olsaydı bu durumda “ağlar” ve bağlar” sözcüklerinin sonundaki “-r” geniş zaman eki aynen tekrar edildiği için “r” sesi redif, sondan başa doğru “a,l,ğ,a” sesleri zengin kafiye derdik


Yine bu dizeler “ denize atıldı ağlar / anlayan bağlar” sözcükleriyle bitseydi bu durumda “ağlar” ve “bağlar” sözcüklerindeki “-lar” ekleri çoğul ekidir bu yüzden rediftir; “ğ,a” sesleri ise tam kafiyedir derdik


2 ve 4 dizelerde “çoban çeşmesi” kelime grupları aynen tekrar edilmiştir; o halde rediftir “Uzağa” ve “dağa” sözcüklerinin sonundaki “a” sesleri de aynı ektir; ismin -e hal eki Bu durumda “a” seslerini de redif kabul ederiz Dolayısıyla “uzağa” ve “dağa” sözcüklerindeki “ğ, a” sesleri tam kafiye olur


Bursa’da bir eski cami avlusu

Mermer şadırvanda şakırdayan su


Tanpınar‘ın “Bursa’da Zaman” şiirinden aldığım yukarıdaki dizelerde redif yoktur Çünkü “avlusu” sözcüğünün sonundaki “u” 3 tekil kişi iyelik eki, “s” ise kaynaştırma ünsüzüdür İkinci dizenin sonundaki “su” ise isim köküdür Aynen tekrar edilen ek veya kelime olmadığı için redif yoktur Kısaca “u,s” sesleri tam kafiyedir


Bu dizeler “ avlusu / havlusu” sözcükleriyle bitseydi sondaki “su” sesleri redif “u, l, v, a” sesleri zengin kafiye olacaktı


Katar katar olmuş gelir turnalar

Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar


Bir halk türküsünden aldığım bu dizelerde tekrar edilen “gelir turnalar” sözleri rediftir “Olmuş” sözcüğündeki öğrenilen geçmiş zaman ekinin “ş”si ile “hoş” isim kökünün “ş”si yarım kafiyedir Bu dizeler “ olmuş gelir turnalar / dolmuş gelir turnalar” olsaydı bu durumda “-muş” ekleri de redif olurdu; “ol” ve “dol” fiil köklerindeki “l, o” sesleri tam kafiye kabul edilirdi


Yollara Kürşatlar uzanmış, ölü

Ağlasın ak ülke, ağlasın süt gölü


Arif Nihat Asya‘dan aldığım yukarıdaki dizelerde redif yoktur “Ölü” sözcüğündeki “-ü” eki fiilden isim yapma ekidir Ölmek fiilinden yeni tür ve anlamda bir sözcük türetmiştir “Gölü” sözcüğünün sonundaki “-ü” ise tamlanan eki veya 3tekil kişi iyelik ekidir Bu ekler farklı öğeler olduğu için kafiye sayılır Dolayısıyla bu dizelerde “ü, l, ö” sesleri zengin kafiyedir


Dört yana baktım da geldim

Köprüleri attım da geldim


Acemi bir şairden aldığım yukarıdaki dizelerde ise kafiye yoktur Çünkü “geldim” fiili ile “de” bağlacı aynen tekrar edildiğinden rediftir Ayrıca “baktım” ve “attım” sözcüklerindeki “-tı” eki görülen geçmiş zaman; “-m” ise 1 tekil şahıs ekidir Yani “-tım” sesleri de rediftir ” At” ve “bak” fiil köklerinin sonundaki “t” ile “k” benzeşmediği için kafiye yoktur; “a” seslerinin de bir hükmü yoktur Bu konudaki kural şudur Benzeşen sesler sondan başa doğru sayılır, benzeşen ses kalmayınca diğer seslere dikkat edilmez


İnsan odur ki bıraka her yerde bir eser

Eser bırakmayanın yerinde yeller eser


Bu dizelerde redif yoktur çünkü dizelerin sonundaki “eser” sözcükleri aynen tekrar edilen öğeler değildir Birinci dizedeki, yapıt anlamında kullandığımız isim soylu bir kelime olan eser’dir, ikinci dizedeki ise esmek fiilinin geniş zamanıdır Bu tür kafiyelere de cinaslı kafiye diyoruz


Niçin kondun a bülbül

Kapımdaki asmaya?

Ben yârimden ayrılmam

Götürseler asmaya


Bu manide kullanılan “asmaya” sözcükleri de farklı kelimeler olduğu için cinaslı kafiyedir Cinaslı kafiyelerde ses sayısı önemli değildir

KAFİYE (Diziliş ve Anlayış Yönünden)


Diziliş yönünden kafiye derken kafiyeli dizelerin sıralanış biçimini kastediyoruz Halk ve Divan edebiyatlarında düz ve çapraz dizilişten başka mani tipi dediğimiz kafiye dizilişi de mevcuttur Servet-i Fünun döneminde Batıdan alınan sone nazım şekliyle birlikte şiirimizde sarma diziliş de görülür


Düz diziliş kafiyeli dizelerin alt alta olmasıdır Buna mesnevi tarzı da diyoruz


Tarihin dilinden düşmez bu destan

Nehirler gazidir, dağlar kahraman


Bu beytin kafiyeleri değer olarak tam, diziliş olarak düzdür Halk edebiyatındaki koşma, semai, varsağı, destan, ilahi gibi nazım şekillerinde birinci dörtlük hariç hep düz diziliş görülür


Ben kocadım sen genceldin

Başa bela nerden geldin

Kâhi indin kâh yükseldin

Şimdi oldun turna gönül


Âşık Veysel‘den aldığım yukarıdaki dörtlüğün ilk üç dizesi birbiriyle kafiyelidir Görüldüğü gibi bu dörtlük düz dizilişe sahiptir İstiklal Marşı’mız düz dizilişin mükemmel bir örneğidir çünkü dörtlüklerdeki her dize birbiriyle kafiyelidir


Çapraz diziliş genellikle Halk edebiyatında ve şiirlerin ilk dörtlüklerinde görülür Bu dizilişte dörtlüklerin sadece 2 ve 4 dizeleri kafiyeli olabilir Mesela yine Âşık Veysel’den aldığım aşağıdaki dörtlük böyledir


Güzelliğin on Par’etmez

Şu bendeki aşk olmasa

Eğlenecek yer bulaman

Gönlümdeki köşk olmasa


Necip Fazıl‘dan aldığım aşağıdaki dörtlükte 1 ve 3 dizeler kendi arasında; 2 ve 4 dizeler kendi arasında kafiyelenerek çapraz diziliş oluşturmuştur


Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam

Gezdirsin boşluğu ense kökünde

Ve uçtu tepemden birdenbire dam

Gök devrildi, künde üstüne künde


Mani tipi dediğimiz dizilişte ise 1, 2 ve 4 dizeler kendi arasında kafiyelidir; üçüncü dize serbesttir Dizilişe adı verilen manilerden bir örnek:


Bahçelerde saz olur

Gül açılır yaz olur

Ben yârime gül demem

Gülün ömrü az olur


Mani tipi diziliş Divan şiirindeki tuyuğ ve rubailerde de görülür


Sarma diziliş yukarıda belirttiğimiz gibi edebiyatımıza Batı’dan girmiştir Bu diziliş Halk ve Divan şiirinde görülmez Sarma dizilişte 1 ve 4dizeler kendi arasında; 2 ve 3 dörtlükler kendi arasında kafiyelidir Yahya Kemal‘in Ok şiirinden aldığım aşağıdaki dörtlükte sarma diziliş görüyoruz


Yavuz Sultan Selim Han’ın önünde

Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı

Bu yüksek tepeye dikti bu taşı

O yüce hünkârın mutlu gününde


Anlayış yönünden kafiye ise “Kafiye göz için midir, kulak için midir?” tartışmasına dayanır Bu tartışma Servet- i Fünun edebiyatının doğmasını sağlamıştır Tartışmanın sebebi 1928′den önce kullandığımız Arap alfabesinin çok harfliliğidir


Harf nedir? Harf seslerin yazıdaki işaretidir Bizim şu anda “k” ile gösterdiğimiz ses Arap alfabesinde “kaf, kef” olmak üzere iki farklı harfle gösteriliyordu Mesela “ak” sözcüğünde kaf, “ek” sözcüğünde kef kullanılırdı Divan edebiyatında “ak” ile “ek” kafiye kabul edilmezdi Kulağa kafiyeli gelen bu sözcükler farklı harflerle yazıldığı için göze kafiyeli görünmüyordu Oysa Halk şairleri bu ayrıntıya dikkat etmemiş, kafiyeyi kulağa göre uygulamışlardır


Tanzimat edebiyatının son döneminde “abes” ile “muktebes” kafiyeli midir, kafiyesiz midir tartışması yaşanmış, edebiyatçılar ikiye bölünmüştür Bu sözcüklerde de “ak” ile “ek”e benzeyen bir sorun vardır Bizim “s” ile gösterdiğimiz ses Arap alfabesinde “sin, se, sad” gibi üç farklı harfle gösterilirdi Abes “se” harfiyle, muktebes sin harfiyle bitiyordu Yani bu sözcükler kulağa kafiyeli geliyordu ama yazımları farklıydı Bundan başka bizim “h” ile gösterdiğimiz ses “ha, hı, he” olmak üzere üç farklı harfle gösterilmiştir


“Kulak için mi, göz için mi kafiye”nin aslı budur Günümüzde böyle bir sorun yoktur

REDİF


Şiirdeki ahenk unsurlarından biri de rediftir Redifin ne olduğunu, redif ile kafiye arasındaki farkları daha önce vurgulamıştık Redifleri kafiye zannederek şiir yazanları eleştirip onları acemilikle suçlamıştık


Edebiyatımızda redifi ahenk öğesi kabul etmeyen, rediflerden olabildiğince kaçınan şairler olmuştur Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar böyle bir anlayışa sahiptir Ona göre rediften yararlanmak bir zayıf şairlerin işidir Kulağa hoş gelecek kafiye bulamayanların başvurduğu bir yoldur Fakat gelmiş geçmiş şairlerimizin ezici bir çoğunluğu redifi benimsemiş, ahenk öğesi olarak kullanmayı bilmişlerdir


Redif tek harften oluşacağı gibi dizelerin hemen hemen tümü rediften ibaret de olabilir Köroğlu‘dan aldığım “Bizim yaylanın uşağı / Belinde Aydın kuşağı” dizelerinin sonundaki “-ı” ekleri tek sesten ibaret rediftir Nedim‘den aldığım aşağıdaki dizelerde kafiyeler, redifin baskısıyla ezilmiş, ikinci plana itilmiştir:


Safa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim

Vefa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim


Bu beyitte “safa ve vefa” sözcüklerindeki “fa” hecesi kafiye, diğer sözcükler rediftir


Biz dünyaya veda ettik

Kalanlara selam olsun

Bizim için hayır dua

Kılanlara selam olsun


Yukarıdaki dörtlük Yunus Emre’ye aittir Dörtlüğün 1 ve 3 dizelerinde kafiye yoktur; 2 ve 4 dizelerde ise “kal- ve kıl- fiil köklerindeki “l” ünsüzü yarım kafiye “-anlara selam olsun” ek ve sözcükleri rediftir Bu dörtlüğe ahenk katan öğe hiç şüphesiz ki bu güzel rediflerdir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.