İlk Türk Hemşiresi Safiye Hüseyin Elbi

Eski 06-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İlk Türk Hemşiresi Safiye Hüseyin Elbi




İlk Türk Hemşiresi: SAFİYE HÜSEYİN (ELBİ)

Ahmet YURTTAKAL

Dünyada modern anlamdaki hemşireliğin Kırım Savaşı (1854-56) sırasında, Florance Nightingale (1820-1910) ile başladığı kabul edilmektedir Türkiye de; Üsküdar Selimiye Kışlası'nda dünyaca ünlü hemşire liderin verdiği hizmetlerle mesleğin doğuşuna tanıklık etmiştir

F Nightingale rahibelerden ve sivil hastanelerdeki kişilerden seçilen 38 kişilik bir hemşire kafilesi ve malzeme ile 1854 Ekimi'nde İstanbul’a gelmiş ve disiplinli çalışmaları neticesinde savaştan dönen yaralılar arasındaki ölüm oranını yüzde 42’den yüzde 2’ye düşürmüştür F Nightingale’in yaralı ve hastalara bilgi ve şefkatle bakması onun efsaneleşmesine neden olmuştur

Hemşirelik ve hastabakıcılığın ülkemizde nasıl başladığına kısaca değinecek olursak; hemşirelik, 1911 yılında Trablusgarp ve 1912 yılında Balkan Savaşları'nda yaralanan askerlerin büyük kayıplar vermesiyle ve bu askerlerin bakımı için duyulan gereksinimle başlamıştır

Kızılhaç'ın Washington Kongresi'ne katılan Dr Besim Ömer Paşa ve Dr Nihat Reşat Belger, hemşireliğin bir meslek olduğunu ve branşlara ayrıldığını gözlemişler; yurda dönüşlerinde, Besim Ömer Paşa Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ni (Kızılay) uyararak, ülkenin hemşirelik mesleğine olan gereksinimini dile getirmiş ve bir hemşire okulunun açılmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir

Hilal-i Ahmer Cemiyeti, bu öneri üzerine ilk defa İstanbul’da Kadırga semtindeki hastanede 6 ay süreli gönüllü hasta bakıcı kursu açmış ve ilk dersi de Prof Dr Besim Ömer Akalın vermiştir Balkan Savaşları ile birlikte Türk kadını hastanelerde çalışmaya başlamıştır

1913–1914 yıllarında üniversite konferans salonlarında tertiplenen kurslara çok sayıda öğrenci katılmış; bu öğrencilere hasta bakımı üzerine çeşitli bilgiler verilmiştir Kursları bitiren Safiye Hüseyin (Elbi), Kerime Salahar, Münire İsmail gibi Türk hanımları; Çanakkale ve Balkan Savaşlarında gönüllü hasta bakıcılığı yapmışlar ve büyük fedakârlıklar göstermişlerdir

1920 yılında, Amerikalılar tarafından, Amiral Bristol Özel Sağlık Meslek Lisesi açılmış ve öğretim süresi ortaokuldan sonra 2 yıl, 6 ay olarak belirlenmiştir Cumhuriyet döneminin ilk Hemşire Okulu 21 Şubat 1925 yılında açılan Kızılay Özel Hemşire Okuludur Daha sonra açılan hemşirelik okulları ise şöyle sıralanabilir:

1955 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

1961 Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

Florance Nightingale Hemşirelik Yüksek Okulu

1977 Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

1982 Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

1985 GATA Hemşirelik Yüksek Okulu

1992 Marmara Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

1992 Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu

1994 Başkent Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu




SAFİYE HÜSEYİN (ELBİ) (1881-1964)


Safiye Hüseyin İngiltere’de denizateşeliği hizmetinde bulunan Ahmet Paşa’nın kızıdır Öğrenimini Avrupa’da yapmıştır Batı kültürüyle yetişen bu ilk hemşiremiz, saltanat döneminde Almanya ve İsviçre’de düzenlenen milletlerarası kongrelere katıldı İlk defa ulusumuzu bu alanda temsil etti Yabancı devletlerden iftihar ve takdir nişanları aldı Cumhuriyetin ilanından sonra da tüm hayır kurumlarında ve derneklerde üstün bir feragatle çalıştı hemşirelik mesleğiyle ilgili hayli yazılar yazdı ve konferanslar verdi Ömrünün son gününe kadar mesleğinin tutkusu içerisinde yaş***** sürdüren ilk hemşiremiz Safiye Hüseyin, 1964 Temmuz’unda 83 yaşında, yetiştirdiği hemşirelerin kucağında gözlerini kapadı [6]

Safiye Elbi Çanakkale Savaşı'nda

Çanakkale Savaşı başladığında Safiye Hüseyin gönüllü hastabakıcı olarak yazılmış; Balkan Muharebelerinde de hastabakıcı olarak görev aldığı için Reşit Paşa Hastane gemisine baş hastabakıcısı olarak verilmişti

Çanakkale Savaşları başladığında birçok vapur hastane gemisine dönüştürülmüştü Reşit Paşa da bu vapurlardandı Hastane gemileri Akbaş veya Kilya iskelesinden yaralıları alıp İstanbul hastanelerine, Hilal-i Ahmer ve Vatan hastanelerine yaralı sevk ediyorlardı

Reşit Paşa vapuru, Akbaş İskelesi'nde, gelen yaralılara ilk müdahalelerin yapılması için demirli vaziyette tutuluyordu Gemiye sürekli yaralı taşınmakta, yüzlerce yaralı Mehmetçik deniz üzerinde günlerce acılar içinde kıvranmaktaydı Gemi dolunca da bu alınan yaralılar Hilal-i Ahmer hastanelerine taşınmaktaydı İstanbul’dan dönerken asker ve mühimmat taşıma görevini de üstlenen Reşit Paşa vapuru, bu nedenle yaralı taşıma işlemini yaparken de birçok defa rahatsız edilmişti

Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grup Komutanı Binbaşı Nazmi Bey, günlüğünde Reşit Paşa vapuru hakkında şöyle diyordu:

"27 Nisan 1915

Reşit Paşa vapuru İstanbul’dan asker yüklü olarak geldi Nara Burnu'nda durduğu sırada düşman ateşine maruz kalmış ve yanındaki Üsküdar vapuru beş dakika içinde batmıştır Bir çarkçı ve iki er şehit olmuştur Diğerlerinde hamdolsun bir zarar olmamıştır

Çanakkale Savaşları'nı Safiye Hüseyin şöyle anlatmıştı:

"Evet savaşa da iştirak ettim Çanakkale’de uzun müddet kaldım Çanakkale’de savaş başladığında Alman Salibiahmer (Alman Kızılhaçı) ile bizim Hilal-i Ahmer Cemiyeti birleşmiş, Reşit Paşa vapurunu hastane gemisi yapmıştık Ben bu geminin hasta bakıcısı olmuştum Reşit Paşa Çanakkale’ye gidecek, orada yaralıları tedavi edecek, yarası ağır olanları alıp İstanbul’a getirecekti

Vaziyet tehlikeli dediler… Ne vapuru olursa olsun… İster hastane vapuru ister Kızılay ister Salibiahmer, İngilizler ---- tutuyorlar Ben aldırış etmedim Zaten umumi harp başladığı zaman ben hastabakıcılık için gönüllü yazılmıştım Gönüllü olarak gidiyordum… Peşinen şunu söyleyeyim ki hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim

Reşit Paşa’ya bindik Çanakkale’ye geldik, Akbaş Mevkii'nde demirledik Hastaları, yaralıları toplamaya başladık Ne yaralılar, ne yaralılar Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım Kaç delikanlının…"



"Yaralıkları aldık, dönüyorduk… Birdenbire tepemizde bir uçak belirdi, güverteye çıktık Süvari müthiş bir haber verdi:

- İngiliz uçağı

Mamafih zerre kadar korkmuyorduk Reşit Paşa gemisinin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafına da kızıl bir salip (haç) vardı Belli ki hastane vapuru… İçimizden “dünyada bize ateş edemezler” diyorduk Uçaktan kırmızı bir ışık yükseldi, ve üstümüze dehşetli gürlemeler oldu…

Yine bir gün yaralıları aldık dönüyorduk Etrafımızda müthiş gürlemeler oldu dehşetli gülle yağmurunun altında kaldık Reşit Paşa ’nın sağına soluna gülleler yağıyordu, o zaman anladık ki bize ateş ediyorlar Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki tasavvur edemezsiniz

Yaralı gaziler vapurlara taşınırken…

Fakat bütün bu tehlikelere rağmen korkmak için vaktimiz olmadı Çünkü hastalar bizi bekliyorlardı Ameliyat edecek, yaraları sarılacak yüzlerce hasta vardı Bunlardan biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk

Bundan sonra düşman adet edinmişti Ne zaman Reşit Paşa vapurunu görseler tepemize İngiliz işaretli bir tayyare dikiliyor, düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor Bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu Her defasında ölüm tehlikesi geçiriyorduk

Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk İstanbul’a “Reşit Paşa vapuru battı” diye haberler gitmiş İstanbul’a döndük ki, herkes vapur batmış zannediyordu Akrabam matem içinde, İstanbul’a adeta ahretten döner gibi döndüm Hayatımda işte böyle bir ahretten döner gibi döndüm Hayatımda işte böyle bir ahretten dönüş faslı vardır"

En tesirli kelime: Su, su

"Bir gün bir İngiliz yaralısı bulduk, gemiye getirdik Zavallı çiçek gibi bir delikanlıydı Başından aldığı bir yara ile gözlerini kaybetmişti Gözlerinin üstüne siyah uzun bir sargı sarmıştık Ağzına damla damla su akıttık Yaralıların sayıkladıkları en tesirli kelimelerden biri de budur Su…

Hiçbir ağır yaralının susuz ölmemesine son derce dikkat ederdik Bir İngiliz yaralısının da ağzına su akıttık Çok üzgündü, İngilizce mütemadiyen “öleceğim” diyor, arkasından nişanlısının ismini söylüyordu Ölüm halinde bulunan adama son vazifemi düşündüm… Ve onun düşman askeri olduğunu bir an için aklıma getirmeyerek kendisini İngilizce, kendi ana dili ile teselli ettim:

- Katiyen ölmeyeceksin, yaşayacaksın… Bütün bu korkulu günler geçecek İyi olup memleketine gideceksin, nişanlına kavuşacaksın…

Bu İngilizce teselli onun öyle hoşuna gitti ki, bir müddet sonra yüzünde müsterih, hatta memnun çizgiler peydahlandı ve öldü…

Biz öleceğini bildiğimiz bütün umutsuz hastaları böyle teselli ederdik

Ölmeyeceksin daha çok yaşayacaksın diye diye kendilerini bazen buna inandırırdık Adeta yaşayacaklarına inanmış oldukları halde ölürlerdi

Gördüğüm en müthiş yaralılar gözlerini kaybedenler Bunların halleri pek feci oluyor İçin için eriyorlar Günden güne sönüyorlar

Gözlerinin yarası iyi olmak ihtimali bile olsa kendilerini kurtulamıyorlar… Ölüyorlar Gözlerini kaybedenlerin hali kadar feci bir şey yoktur

Biz bu Reşit Paşa hastane gemisinin ne kahırlarını çektik Bazen haftalarca savaş boylarında kalıyorduk Hele bir keresinde aç kaldık, bite boğulduk Kömürümüz bitti Soğukta kaldık"

Son sözleri: Anne !!!

"Yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm hemen hemen hepsi de aynı kelimeyi, bu sözü sayıklayarak, “Anne ” diyerek öldüler

Vapurda muhtelif milletlere mensup yaralılar vardı Almanlar, Avustralyalılar, cepheden topladığımız İngiliz yaralılar ve bizim yaralılarımız… Hepsi kendi dilleri ile ekseriya tek bir kelime sayıklardı,

— Anne !"

Bir hastabakıcı arkadaşım

"Bir Alman doktor vardı Genç karısı Avusturyalı iyi bir hastabakıcı kadın Bir gün Reşit Paşa vapurunun üstüne gülle yağmuru yağarken:

— Beni deniz tutuyor, dedi Hastanede çalışmak istiyorum

Kendisini cepheden biraz gerideki hastaneye tayin ettirdi Bu küçük bir cephe hastaneydi Bir müddet sonra haber aldık ki, hastane büyük bir uçak bombardımanına tutulmuş, tahrip edilmişti Arkadaşım bombaların altında can vermişti Bizden de 8 şehit vardı

İşte bu benim en acı hatırlarımdan biridir Bu hastaneye ben de gitmek istemiştim Hatta gönderiyorlardı da… Gitseydim muhakkak ki bugün bulunamayacaktım"

Bekir Çavuş: Kumandanım emrinizi yapamadım!

"Reşit Paşa vapuruna bir gün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik Onun cephenin ön saflarında bulmuştuk Bir ayağı kangren olmuştu Hemen Reşit Paşa vapurunda ameliyat masasına yatırdık

Ayağını kestik Bir tek ayağı ile kalmıştı ama vaziyeti çok tehlikeli idi Kangren çok ilerlemişti Aynı zamanda pek fazla kan kaybetmişti Adeta ölmesini bekliyorduk

O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu Kalktım dışarıda bir ses:

Çanakkale Menzil Hastanesi'ndeki Türk yarılaları

— Başhemşire… Başhemşire… diye bağırıyordu…

Hemen giyinip fırladım, genç bir Alman hastabakıcısı:

— Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?

— Bekir Çavuş mu?

— Evet

— Ne oldu peki?

— Kendisine bir hal geldi hemşire, tek bacağıyla ayağa kalktı Odanın içinde dolaşmak istiyor

Hemen koştum Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı Yanına koştum Bileğinden tuttum, müthiş ateşi vardı

— Aman Bekir Çavuş dedim, Ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?

Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi

— Aman dedi, Ne diyorsun? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım Tabii kalkacağım

Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı Bu adamcağız son dakikasına kadar kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu

Kansız beyaz dudaklarından çıkan en son cümle:

— Emri yapamadım, oldu

Fakat ben ona kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini son derece yapmıştı"

Safiye Hüseyin Anafartalar'da

"… Maydos’a (Eceabat) gittim Sonra Anafartalar’a doğru ilerledik Tepemize iki düşman tayyaresi peydahlandı Bize adım attırmıyorlar, mütemadiyen bombaları yağdırıyorlardı Üç saat yürümüş, fena halde yorulmuştuk

Ölüm muhakkaktı Tayyareler adamakıllı alçalıp bizi bombardıman etmeye başlayınca gözümün iliştiği bir sıçan deliğine girdik Üzerimizde epey dolaştıktan sonra gittiler Biz de karargâha geldik Tepeden düşman donanması çanak gibi görünüyor O zaman geçirdiğim bütün tehlikeleri unuttum Bir kadın için işte bu görülebilmesine ihtimal olmayan bir manzara idi…"



KAYNAKLAR

[1] YrdDoçDr Huriye VURAL- Hemşireliğin Tarihsel Gelişimi gataedutr
[2] age
[3] age
[4] Sevcan BALAN - Dünden Günümüze Hemşireliğin Tarihçesi
M Güven Karahan - Bandırma Devlet Hastanesi (bandevhastanecom)
[5] Emel ARMUTÇU - Semahat Arsel ile röportaj 15 Mayıs 2000 (hurriyetimcom)
[6] Yakın Tarihimiz - Fasikül 25, Milliyet Gazetesi Kültür Eki s395
[7] Binbaşı Nazmi Bey - Çanakkale Deniz Savaşları Günlüğü s 61-62
[8] Safiye Hüseyin, Çanakkale savaşları hatıralarını 12 Haziran 1935 tarihinde gazeteci Hikmet Feridun Es’e anlatmıştır Bu Röportaj Aziz Kaylan'ın "Çanakkale İçinde Vurdular Beni" adlı eserinde de yer almaktadır Hatıralar hazırlanırken o eserden yararlanılmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.