Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Yıldırım Bayezid (Beyazıt I) Osmanlı pâdişâhlarının dördüncüsü Babası Murâd-ı Hüdâvendigâr, annesi Gülçiçek Hâtundur 1360’ta doğdu Küçük yaştan îtibâren zamânın en mümtaz âlimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil etti Değerli kumandanlardan sevk ve idâre dersleri aldı 1381 yılında devlet idâresini öğrenmesi için Kütahya’ya vâli tâyin edildi 1389’da yapılan Birinci Kosova Savaşına katılarak büyük kahramanlık gösterdi Savaş sonunda babası Sultan Murâd’ın şehâdeti üzerine tahta çıktı Cesâret ve gözü pekliğiyle ün yaptığından kendisine “Yıldırım” lakabı verilmiştir Tahta geçtikten sonra ilk olarak Sırbistan işlerini düzene koydu Bu sırada saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Karamanoğulları ve diğer Anadolu beyliklerinin Osmanlılara âit yerleri tahribe başlamaları üzerine, Yıldırım Bayezid güçlü bir orduyla 1389 kışında harekete geçti Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları, Menteşe ve Hamid beylikleri topraklarını ülkesine kattı Bundan sonra adına yaraşır bir hızla Karaman ülkesine girdi ve Konya’yı muhâsara etti Karamanoğlu, Çarşamba Suyu sınır olmak şartıyla, anlaşmak zorunda kaldı Denizciliğe de önem veren Yıldırım Bayezid Han, 1390 sonbaharında Sakız ve Eğriboz adalarıyle Ege Denizindeki Venedik kıyılarına seferler düzenledi Yıldırım Bayezid Anadolu’dayken Eflak Kralı Mirça, Osmanlı sınırını geçerek Karinâbâd’a kadar olan bölgede yağmalama hareketinde bulunmuştu Sefer dönüşünde, hemen Rumeli’ye geçen Pâdişâh, Edirne’de kuvvetlerini toparladı ve Niğbolu ile Silistre’den Eflak içlerine akıncılar gönderdi Bu kuvvetler Mirça’yı yakalayarak Bursa’ya gönderdiler Mirça, her sene Osmanlı hazînesine 3000 duka altın vermek ve Macarlar üzerine yapılacak seferlerde Osmanlı ordusuna yardım etmek kaydıyla serbest bırakıldı Yıldırım Bayezid, bundan sonra Macarlarla ittifak kurmaya çalışan Bizanslılar üzerine yürüdü ve 1391’de İstanbul’u muhâsara altına aldı Yedi aylık bir kuşatmadan sonra şehirde bir Türk mahallesi kurulması, bir câmi yapılması ve yıllık verginin arttırılması şartlarıyla antlaşma imzâlandı Yıldırım Bayezid 1392’de yeniden Anadolu üzerine yürüdü Bu harekât sırasında Candaroğullarının Kastamonu şûbesi, 1392 ilkbaharında ele geçti Bu arada Bayezid’in oğullarından Şehzâde Çelebi Mehmed Amasya’yı; Süleymân Çelebi ise Tırnova, Silistre, Niğbolu ve Vidin’i zaptettiler 1394’te Selânik ve Yenişehir’i (Mora) de alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk’a kadar ilerlediler Bayezid Han, İstanbul’un birinci muhâsarasından sonra imparatorun şehirde bir Müslüman mahallesi tesisi, bir câmi inşâsı ve bir kadı bulundurulması husûsundaki vaadini yerine getirmemesi üzerine, şehri ikinci defâ kuşattı 1395 yılındaki bu kuşatma, yaz boyunca devâm etti Bu sırada Yunanistan’dan Tırhala, Domasia ve Patros şehirleri alındı İstanbul Muhâsarası, Balkanlarda büyük bir Haçlı ordusu hazırlandığı haberi üzerine kaldırıldı Macar kralının propagandası ve papanın tahrikleri netîcesinde bir Haçlı ordusu kuruldu Mevcûdu 100000’den fazla olan bu Haçlı ordusu, Tuna’yı geçerek Vidin, Orsova ve Rahova şehirlerini ele geçirerek, Doğan Beyin müdâfaa ettiği Niğbolu’yu muhâsara etti Ancak Edirne’den yola çıkarak süratle gelen Sultan Bayezid, Haçlı ordusunu,Niğbolu Kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396) Esir edilen ve fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra, Pâdişâh’a karşı bir daha savaşmamaya yemin eden Avrupalı asilzâdeler ve şövalyelere Yıldırım Bayezid Han, şöyle diyordu: “Ettiğiniz yeminleri size iâde ediyorum Gidiniz, ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz Bana bir kere daha zafer kazanma imkânı sağlamış olursunuz Zîrâ ben, Allahü teâlânın dînini yaymak ve O’nun rızâsına kavuşmak için dünyâya gelmişim” Niğbolu Zaferinden sonra, Bayezid, İstanbul Boğazının en dar yerinde Anadolu tarafında “Güzelcehisarı” (Anadolu Hisarı) inşâ ettirdi İstanbul 1397’de yeniden muhâsara edildi ve muhâsara sırasında Yunanistan ve Anadolu üzerine seferler yapıldı Teselya ve Yenişehir’i aldıktan sonra hiçbir mukâvemetle karşılaşmadan Orta Yunanistan’a giren Yıldırım Bayezid bölgedeki bâzı dükalıkları fethederek geri döndü Turhan Beyi Mora içlerine akınlar yapmakla görevlendirdi Bunun neticesinde Yunan Despotu Teodoros, eskisi gibi Osmanlı hâkimiyetini tanımayı ve vergi vermeyi kabul etti Diğer taraftan Niğbolu Savaşı esnâsında Karamanoğulları Ankara’yı basıp, Sarı Timurtaş’ı esir almışlardı Bu sebeple Bayezid Han, Yunan meselesini hallettikten sonra Karaman ülkesi üzerine sefere çıktı 1397’de Akçay Ovasında yapılan savaşta Karaman kuvvetleri büyük bir bozguna uğradı Konya ve Lârende (Karaman), Osmanlılar eline geçti Yıldırım Bayezid, 1398 ilkbaharında Samsun üzerine yürüdü ve Müslüman Samsun’u aldı Böylece Osmanlı sınırı Karadeniz havâlisinde Trabzon İmparatorluğu sınırına dayandı 1398 sonlarında Kadı Burhâneddîn, Akkoyunlu hükümdârı Karayülük Osman’a mağlup olmuştu Bunun üzerine Bayezid, şehzâdelerinden birini Sivas’a göndererek burayı zaptettirdi Böylece Tokat, Kayseri, Niksar, Şarkikarahisar, Kırşehir ve Aksaray şehirleri Osmanlı ülkesine katıldı Bayezid, Dulkadiroğullarından Elbistan’ı aldıktan sonra Memlûkların elindeki Malatya, Divriği ve Besni gibi şehirleri de sınırları içine kattı Böylece,Osmanlı sınırı, Fırat kıyılarına kadar dayandı Bu arada Bizanslılar, Hıristiyan devletlerden yardım istemişler ve Türklere baskı yapmaya başlamışlardı Boğaziçi ve İzmit Körfezi kıyılarını vurmaları üzerine Bayezid, 1400 baharında İstanbul’u dördüncü defâ kuşattı Bu kuşatma diğer kuşatmalardan daha şiddetliydi Ancak Doğu’da Timur tehlikesi ortaya çıkınca, kuşatmaya son verilmek zorunda kalındı (1402) Bayezid’in hükümdârlıklarına son verdiği beyler Timur’un yanına giderek, Bayezid aleyhine propaganda yapmaktaydılar Bu sırada Timur Han'dan kaçan Karakoyunlu ve Celâyir beyleri de Yıldırım Bayezid’i, Timur’a karşı tahrik ediyorlardı Bu tahrikler ve Timur’un, Osmanlılara âit Sivas’ı zaptetmesi, netîcede iki büyük Türk hâkânını Ankara’da karşı karşıya getirdi Çubuk Ovasında yapılan ve çok şiddetli geçen muhârebe sonunda, Osmanlı ordusu, mağlûbiyete uğrarken, Yıldırım Bayezid de esir düştü (28 Temmuz 1402) Esâret zilletini çekemeyen Yıldırım Bayezid Han, yedi ay kadar sonra kederinden ve nefes darlığından kırk dört yaşında vefât etti (1403) Timur Han, ölüm haberini alınca; “Yazık oldu, büyük bir mücâhidi kaybettik” demekten kendini alamadı Yıldırım Bayezid, çevik, atılgan, cesûr, zamânının hâdiselerini kavramış iyi bir kumandan ve iyi bir sultandı Âni olaylar karşısında soğukkanlılığını muhâfaza ederek karârını verir ve ordusunu süratle istediği yere sevk ederdi Bu yüzden düşmanları çok ihtiyatlı davranırlardı Ömrünü cepheden cepheye koşmakla geçirmiş, Türklüğün ve İslâmiyetin, Rumeli’de yerleşmesini sağlamıştır Adâleti çok meşhurdu Her gün belirli bir zamanda herkesin kendisini görebileceği bir yere gelir ve dört bir yandan gelen tebaasının şikâyet ve arzûlarını dinler, haksızlığa uğrayanların haklarını derhal iâde ederdi Kadıların hükümlerine kesinlikle karışmaz ve kimseyi de karıştırmazdı Âlimlerin sohbetlerinde bulunur, onların Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini canla başla kabul ederdi Evliyâya çok hürmette bulunurdu Osmanlı topraklarının her tarafında ilim yuvaları kurdu Memleketin her tarafında câmi, mescit, dârüşşifâ, medrese, imâret ve misâfirhâneler yaptırdı Bunlardan en meşhuru Bursa’da yaptırdığı Ulu Câmidir Ayrıca bütün bu imâretler için geniş vakıflar kurdu Yakup Han Bâdevlet Türkistan’ın Kâşgar emirlerinden Muhammed Yâkub Bey de denir 1826’da Taşkent’te doğdu İyi bir eğitim ve öğretim gördü Eniştesi Nur Muhammed’in himâye ve yardımlarıyla askerî makamlarda yükseldi Binbaşıyken 1849’da Akmescid hâkimliğine tâyin edildi1864 yılı sonunda, Cihangir Türe’nin oğlu Buzurk Han Töre başkanlığındaki heyetle Kâşgar’a gitti Buzurk Han Töre,Kaşgar’da idareyi ele alınca, Yâkub Bey, idârede önemli vazifeler aldı Yâkub Bey, Buzurk Han Töre’nin idâredeki alâkasızlığından faydalanarak, askerî ve mülkî kadrolara hâkim oldu Askerî faaliyetleri arttırıp, ordu kurdu 1866’da Yenihisar, Yarkend ve Hotan’ı zaptetti 1867’de Kaşgar’a bütünüyle hâkim oldu Çinliler ve Döngenlerle mücâdele etti Hudutlarını, doğuda Börköl, Urumçi ve Kumul’a, batıda Pamir ve Isıkgöl havâlisine, kuzeyde Balkaş Gölü ve Altay Dağlarına, güneyde Karanlık Dağ ve Karakurum Dağlarına kadar genişletti Buhara emiri Muzafferüddîn, Yâkub Beye “Atalık Gâzi” unvânını verdi Yâkub Han, Doğu Türkistan’da istiklâlini îlân ettikten sonra müttefik ve destek aradı 1872’de Osmanlı sultanı ve İslâm âleminin lideri Sultan Abdülaziz Hana, yeğeni Seyid Yâkub Han Töre başkanlığında bir heyet gönderdi Osmanlı Devletinden destek, yardım, harp levâzımatı ve askerî mütehassıslar istedi Talepleri kabul edildi Sultan Abdülazîz Han (1861-1876), beş askerî uzman ve çok miktarda silâh ve harp levâzımatını Kaşgar’a gönderdi Yâkub Hana “Emirü’l-müslimin” unvanı verildi Yâkub Han, Sultan Abdülaziz Han adına hutbe okutup, bastırdığı altın ve gümüş sikkelerde Osmanlı Sultanının ve halîfesinin adını yazdırdı Rus Çarlığı ile 8 Haziran 1872’de beş maddelik ticâret antlaşması imzâlandı Hindistan’daki İngiliz koloni idâresiyle de 2 Şubat 1874’te on iki maddelik antlaşma imzâlandı Yâkub Hanın içte ve dışta kuvvetlenmesi, doğu komşusu Çinlileri çok telaşlandırdı Tedbir almaya sevk etti Çin’in Mançu hükümeti, 1877 baharında General Tso Tsung-t’ang ve General Liu Chin-t’ang kumandalarında büyük bir ordu gönderdi Çinliler, doğuda Kumul ve Urumçi’yi 1877 Nisanında işgâl edip, Kâşgar’a doğru ilerlemeye başladılar Yâkub Han, Mançu hükümetiyle antlaşma yapmak istedi General Tso Tsung-t’ang’a elçilik heyeti gönderip, antlaşma isteğini bildirdi Fakat, teklifi kabul edilmeden, suikasta uğradı Hotan hâkimi Niyaz Hâkim Beyle yardımcısı Aşur Bey tarafından Yâkub Hana suikast tertiplendi Suikastçılar, Yâkub Hanın yâverine çok miktarda para vermek sûretiyle zehirlettiler Yâkub Beyin 1877’de şehit edilmesiyle Çinliler, Doğu Türkistan’a tekrar hâkim oldu Yâkub Han, zekî, çalışkan ve faal bir şahsiyete sâhipti Ülkesini ittifak sistemiyle kuvvetlendirip, kültür ve îmar faaliyetlerini de arttırdı Adına altın ve gümüş sikke bastırdı Devrin en büyük İslâm devleti ve halîfelik merkezine karşı dâimâ hürmetkâr ve dostâne hareket etti Kâşgar’da 1872’de İdgâh Camiini yaptırdı Yavuz Sultan Selim (Selim Han I) Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm halifelerinin yetmiş dördüncüsü Sultan İkinci Bayezid Hanın oğlu olup, annesi Dulkadirli âilesinden Âişe Hâtundur 1470 yılında Amasya’da doğdu Şehzâdeliğinde, devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi Askerî sevk ve idâre ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzâdeliğinde Trabzon Vâliliğine gönderildi Trabzon’da başlayan devlet idâreciliğinde, pehlivan yapılı vücûdu, devrin silâhlarını kullanmadaki mahâreti, Müslümanlara hayranlık ve rahatlık, düşmanlara korku ve dehşet verdi İdâreciliğini, Trabzon dışına da taşırarak, Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapan âsileri tâkip ettirdi Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine, üç sefer yaptı 1508 Kütayis Seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeriyle on beş mahalli fethederek Osmanlı topraklarına kattı Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldu Diğer taraftan Şah İsmâil’in Doğu Anadolu’da artan ve Akdeniz sâhilleriyle İç Anadolu içlerine ve Rumeli’ye kadar varan propagandasına karşı, gâyet şiddetli tedbirler aldı Şah İsmâil’in gâyesi ve propagandasının neticesini iyi tespit ettiğinden, daha köklü tedbirler alınması gerektiğini teşhis etti Vâlilik yetkisiyle bütün ülkede, Şâh İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçilemeyeceğini bildiğinden, şehzâdeler meselesinden faydalanarak, Osmanlı tahtına namzed oldu Babası İkinci Bayezid Han hayatta olmasına rağmen, Şehzâde Ahmed ve Korkut, Osmanlı Sultanı olmak için faaliyetlerde bulunduğundan, Şehzâde Selim de harekete geçti Uzun mücâdelelerden sonra, 24 Nisan 1512 târihinde, Osmanlı Sultanı olup, babası İkinci Bayezid Hanı, yılda iki milyon akçe tahsisatla Dimetoka’ya, büyük hürmet göstererek maiyetiyle berâber yolcu etti Babası 26 Mayıs 1512 târihinde yolda vefât edince, cenâzesini İstanbul’a getirtti Bayezid Câmii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi Sultan Selim Han, tahta geçtikten sonra 1512 ve 1513 yıllarında iç meseleleri halletti Ülke içinde hâdise çıkartan ve ilerisi için büyük tehlike olabilecek Râfizi faaliyetlerin teşvikçisi, doğudaki Sâfevî devletine karşı sefere çıkmadan batı, kuzeybatı ve güney hudutlarını emniyete aldı Eflâk, Boğdan, Macar, Venedik ve Mısır elçileriyle sulhun devâmını teyid eden antlaşmalar imzâladı Bu sırada Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Âzerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, Sünnî Özbekleri de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti Gönderdiği dâî ve halifeleri vâsıtasıyla Osmanlı hudutları içinde yaşayan Şiîleri kendisine bağlıyor ve fırsat buldukça da isyanlar çıkartıyordu Şah İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da Şiîliğin gelişmesini önlemek, hattâ kökünü kazımak olduğunu biliyordu Bunun için, İran’da kurulan Şiî devletlerin ikide bir Osmanlı Devletini tehdit etmesine ve batıya karşı açılan her seferde Osmanlıyı arkadan vurmasına son vermek emelindeydi Bu sebeple daha önceki Osmanlı sultanlarının Avrupa fütuhatını doğuya çevirdi Bu sâyede İslâm âlemini birleştirmek, Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’yı birbirine yaklaştırmakla, Asya ve Afrika’daki devletlerin Osmanlı hâkimiyetine girmesi mümkün olacaktı Yavuz Sultan Selim Han, topladığı olağanüstü dîvânda, Şah İsmail’in yaptığı saldırıları bir bir anlattı Dîvânda yapılan uzun müzâkerelerden sonra, İran’a sefere karar verildi Sefer hazırlığı esnâsında, şehzâdeliğinden beri tespit ettirdiği bozguncuları, memleket aleyhinde çalışanları sürgün, hapis ve gerekli olan cezâlarla cezâlandırdı Sultan Selim Hanın, âsi, hâin ve ahlaksızları Anadolu ve Rumeli’den temizlemesi, Türkiye’nin birlik ve berâberliği, ülke bütünlüğü için çok yerinde, isâbetli bir karar oldu Bu arada sefer hazırlıklarını tamamlayan Yavuz, 20 Nisan 1514’te Üsküdar’a geçerek, ordu-yu hümâyun ile İran Seferine çıktı Anadolu’dan takviye kuvvetler alınarak ilerlendi Şah İsmail, yiğitlik harcı olan er meydanına dâvet edildi Meydana çıkmayınca, Sâfevî topraklarına girildi Şahın, Sultan Selim Hana karşı ülkesini müdâfaa etmemesi üzerine, ikinci bir nâme gönderildi Bu nâmede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri muhârebe için ordu aramasına rağmen meydana çıkan olmadığı, pâdişâhların ellerindeki memleketlerin nikâhlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu nâmahreme dokundurtmayacağından bahsedilerek, miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giymesi tavsiye edildi Kadın elbiselerinden hırka, şal ve çarşaf gönderildi Osmanlı ordusunun aylardır yolda bulunması, sefer güzergâhını Sâfevîler çekilirken tahrip etmesi, Şah İsmâil’in ajanlarının faaliyetleri, Yeniçeriler arasında hoşnutsuzlukların çıkmasına sebep oldu Sultan Selim Han, sefer bozguncularına, meselenin gâyet hassas olduğu bu safhasında aldığı kesin ve kararlı tedbirle mâni oldu Çadırına ok atacak kadar ileri gidildiğinde, askere verdiği nutuk, harp psikolojisinin şaheserlerindendir Bu nutukla; hedefe daha varılmadığını, seferden aslâ dönülmeyeceğini, cihad için çıkılan bu seferden hâtunlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın gelmesini isteyip, tek başına da olsa gideceğini, bütün heybet ve azametini göstererek, gür sesiyle söyledi Sultan Selim Hanın nutku, asker arasında çok tesirli oldu ve ordu onu tâkip etti Bu arada, Sâfevî ordusunun, Çaldıran Ovasında olduğu haberi alındı Çaldıran’da mevzi alındı Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu ile İran Şahı İsmail-i Sâfevî kumandasındaki Sâfevî ordusu, 23 Temmuz 1514 târihinde Çaldıran Ovasında muhârebeye tutuştu Çaldıran Ovasında yapılan meydan muhârebesi, Osmanlı zaferiyle neticelendi Şah İsmâil-i Sâfevî tahtını, tacını ve hanımını muhârebe meydanında bırakarak, kaçtı (Bkz Çaldıran Muhârebesi) Sâfevî başşehri Tebriz’e kadar ilerlendi Şah İsmâil, İran içlerine kaçtı Sultan Selim Han, Tebriz’e girip, şehirde kaldı Tebriz’de Cumâ selâmlığı yapıp, hutbeyi aslına uygun olarak, dört halîfeyi zikrettirerek, adına okuttu Tebriz’deki âlim, sanat erbâbı, tüccar âilelerini İstanbul’a gönderdi Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Âzerbaycan’daki Karabağ’da geçirmek istedi Başşehirden çok uzakta bulunulması bâzı devlet adamları ve askerlerin hoşnutsuzluğuna sebep olunca, Amasya’ya hareket etti Amasya’da fesatçıları cezâlandırdı Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına alınması gerekiyordu Çaldıran’da gayret gösteren Bıyıklı Mehmed Ağaya Bayburt, Erzincan ile Kiğı’nın beylerbeyliği verilip, âsilerin elindeki Kemah Kalesini muhâsara etmekle vazifelendirdi Sultan Selim Han da, 1515 Mayıs ayında Kemah’a geldi Pâdişâhın da muhâsaraya katılmasıyla, Kemah muhâfızı 19 Mayıs 1515 târihinde, kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı Mısır Memlûkları ve İran Sâfevîleri ile Osmanlıya karşı münâsebetleri tespit edilen Dulkadiroğulları Beyliğinin de Anadolu’nun birlik ve berâberliği için Osmanlı ülkesine katılması gerekiyordu Sultan Selim Han, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşayı, 49000 kişilik kuvvetle Dulkadirli ülkesinin zaptına gönderdi Osmanlı kuvvetleri, Göksun Muhârebesi ve Turna (Nurhak) Dağı harekâtında Dulkadirli Alâüddevle ve ordusunu mağlup etti Alâüddevle ve oğulları öldürülerek, ordusu bozuldu Dulkadirli ülkesi, bütünüyle fethedildi Dulkadir memleketi, başta Maraş ve Elbistan olmak üzere bir sancak hâline getirilerek Şehsuvaroğlu Ali Beye verildi Bu savaşta büyük hizmetleri görülen Hadım Sinan Paşa da veziriâzamlığa tâyin edildi Dulkadirli topraklarının Osmanlıya katılmasıyla, Mısır Memlûkları ile hudut komşusu olması Osmanlı-Memlûk münâsebetlerini gerginleştirdi Doğu ve güneydeki fetihlere devam edilerek Çaldıran Zaferinden sonra Osmanlı hizmetine giren; Doğu Anadolu’da çok hürmet edilen meşhur âlim, târihçi ve yazarlardan İdris-i Bitlisî, Osmanlı nüfûzunu bölgede hâkim kılmak için çalışmaya başladı Bıyıklı Mehmed Paşa, Diyarbekir’i zapt etmekle vazifelendirildi Diyarbekir, bölgenin merkezi durumunda büyük bir şehir olup, müstahkem kalesi vardı Şehir ve suru ile muhâfazasında bulundurulan kuvvet miktarı, Sâfevîlerin batı hududunda set vazifesi görmekteydi Bıyıklı Mehmed Paşa, 1515’te Diyarbekir’e karşı harekete geçerek, şehri muhâsara altına aldı Sâfevîli muhâfız Karahan, Osmanlının şiddetli muhâsarasına dayanamayıp, şehri terk ederek, Mardin tarafına çekildi 19 eylül 1515 târihinde, Diyarbekir’in merkezi olan Âmid kalesi fethedildi Mardin’e sığınan Sâfevîli kuvvetler de, meşhur âlim İdris-i Bitlisi’nin nüfûzuyla bölgeden atıldı Safevîli Karahan, Ekim ayında Koçhisar mevkiinde yapılan muhârebede öldürüldü Osmanlının askerî kuvveti, İdris-i Bitlisî’nin mânevî tesiriyle, beylerinin çoğu Sünnî olan bölge, Osmanlı hâkimiyetini tanıdı Çaldıran Zaferi sonrasında, Doğu ve Güney harekâtıyla; Harput, Silvan, Bitlis, Hısnkeyfâ, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Cezîre’den Rakkâ’ya kadar olan Kuzeydoğu bölgeleri ile Musul havâlisi Osmanlı idâresine alındı Sultan Selim Han, 1514 baharında çıktığı İran Seferinden 1515 yazında döndü Sefer dönüşünde İstanbul’da devletin idârî, siyâsî, askerî, sosyal, iktisâdî ve ticârî meselelerinin halline başladı Sefer esnâsında meydana gelen hâdiseleri bütünüyle tetkik ve tahkik ettirdi Devlet adamlarını tek tek huzûruna çağırıp, hâdiselerin sebep ve suçlularını tespit etti Yeniçeriler, suçlarını anlayıp, “Hepimiz günâhkarız!” diyerek, pâdişâhtan af istediler Hâdiseleri kökünden hâlletmeye azimli olan pâdişâh, tahkikâtı derinleştirerek suçluları tespit etti Hâdiselerden, Kazasker Tâcizâde Câfer Çelebi, İkinci Vezir İskender Paşa ve Ocaktan Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa suçlu bulunarak, huzûra çağrıldı Bizzat Câfer Çelebi’ye: “İslâm askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezâsı nedir?” diye fetvâ istedi O da: “Eğer sâbit olursa cezâsı îdâmdır” deyince: “Senin fesadın, bence gerek lâhikan ve gerek sâbıkan sâbittir ve kendi hakkındaki fetvâyı kendin verdin” diyerek suçluları Dîvân-ı hümâyûn önünde îdâm ettirdi Pîrî Mehmed Paşayı, yeni bir donanma ve tersâne inşâ ettirmekle vazifelendirdi Sultan Selim Han, istikâmetini gizli tuttuğu sefer için ordu ve donanma hazırlattı Seferin tekrar İran’a olduğu tahmin edilmekteyse de, donanmanın hazırlanışından denizde kıyısı olan Mısır Memlûkları ihtimâlini kuvvetlendirmekteydi Osmanlı-Memlûk münâsebetleri Şah İsmail ve Dulkadirli meselesinden çıktı Sultan Selim Hanın, buna rağmen, ikinci Sünnî devletin, Haçlılara ve İran Sâfevîlerine karşı ortak mücâdele etmesi gerektiğini belirten temasları oluyordu Sultan Selim Han, 1516 baharında veziriâzam Sinan Paşayı, 40000 kişilik bir kuvvetle Maraş üzerinden Fırat tarafına sevk etti Veziriâzam Sinan Paşa, Fırat Nehrini geçip, Diyarbekir’e gitmeye memur olduğunu huduttaki Memlûk beylerine bildirdi Fırat Nehrini geçmek için izin istedi Memlûklar, Suriye hudûdunda kuvvet bulundurduklarından, Osmanlı talebini reddettiler Sultan Selim Hana durum bildirildi Sinan Paşanın, Memlûk hudûduna gelmesi üzerine, Mısır Sultanı Kansu Gûri (Gavri) de 50000 kişilik bir kuvvetle Şam’a geldi Mısır Sultanının durumu, Sultan Selim Hana arz edildi Kansu Gûri’nin, Şah İsmâil-i Sâfevî ile ittifakı ihtimâline karşı, güney hudûdundan ve gerisinden daha da emin olmak için, Mısır Seferine karar verildi Müslümanlara işkence ve eziyet edip, Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i sünnet âlimlerini kötüleyenlere karşı sefere giderken, buna mâni olmak isteyen bir İslâm hükümdarına karşı ne yapmak lâzım geldiğini âlimlere sordu Âlimler, sefer açılabileceğini bildirdiler Hilâfeti de himâye eden Memlûklara karşı sefer için fetvâ alınıp, harp etmek meşrulaşınca, kendi kumandasındaki kuvvetlerin Kayseri’de toplanmasını emretti Ayrıca, Rumeli Kazaskeri Zeyrekzâde Rükneddîn ile ümerâdan Karaca Paşayı, Kansu Gûri’ye elçi gönderdi Osmanlı elçisi, Mısır Memlûk Sultanından, İran üzerine hareketle oraları bozgunculardan temizleyeceğini ve kendisine hayır duâ edilmesini istiyordu Kansu Gûri, Osmanlıların Dulkadirli topraklarının zaptını uygun karşılamadığından, elçileri önce hapsettirdiyse de, sonra serbest bırakıp, Sultan Selim Hana yüz kantar şeker ve büyük kutularla helva gönderdi Sultan Selim Han, 1516 Haziranında Mısır Seferine çıkıp, Osmanlı Donanması da Suriye sâhillerine gönderildi Sultan Selim Han, Mısır elçisi Moğolbay’ı ülkesine geri gönderirken: “Efendine söyle, Mercidâbık’ta karşıma çıksın” dedi Memlûk Sultanı Kansu Gûri, yanında Abbâsî Halîfesi Üçüncü Mütevekkil olduğu halde Mercidâbık’a geldi Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu da, Mercidâbık’a gelip, Kansu Gûri kumandasındaki Memlûk ordusu ile, 24 Ağustos 1516 târihinde muhârebeye tutuştular (Bkz Mercidâbık Meydan Muhârebesi) Muhârebe Osmanlıların üstün harp gücü ve teknik imkânlarıyla zaferle sonuçlandı Son Abbâsî Halîfesi Üçüncü Mütevekkil Sultan Selim Hanın yanına getirilip, çok hürmet gösterildi Suriye, Osmanlı hâkimiyetine geçti Suriyeliler, Osmanlı adâlet ve Müsâmahalarını iyi takdir ettiklerinden halk ve kale muhâfızları şehirlerin anahtarlarını Sultan Selim Hana kolayca teslim ettiler Sultan Selim Han; Halep, Hama, Humus ve Şam şehirlerine girdi Üç ay kadar Şam’da kaldı Memlûk Sultanı Kansu Gûri, Mercidâbık Muhârebesi sonrasında vefât ettiğinden, Mısır Kölemenleri de Tomanbay’ı sultanlığa getirmişlerdi Sultan Selim Han, Tomanbay’a Osmanlı hâkimiyetini tanıması şartıyla, antlaşma teklifi için iki elçi gönderdi Osmanlı elçileri, Sultan Tomanbay’ın arzusu dışında, Kölemenlerce öldürüldü Sultan Selim Han, Osmanlı elçilerinin katledilmesini harp sebebi saydı 15 Aralık 1516 târihinde, Şam’dan Mısır Seferine çıktı Mısır’ın merkezi Kâhire’ye ulaşmak için Sina Çölünü geçmek gerekiyordu Eski fâtihlerin bütün teşebbüslerine rağmen, kurak ve çorak çölün geçilmesi imkânsız gibi olduğundan, vezir Hüseyin Paşa başta olmak üzere, Mısır Seferine îtiraz edildi Sultan Selim Han îtirazları susturmak, ordu bozanlığın önüne geçmek için, Vezir Hüseyin Paşayı, îdâm ettirdi Osmanlı ordusu, Sina Çölü'nü günde ortalama otuz kilometre yürüyüşle bir haftada geçerek, harp târihinde rekor yaptı Sina Çölünü geçerken olduğu rivayet edilen şu vaka o târihten beri menkıbe olarak anlatılır: Sina Çölünde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş çoraklık, ıssızlık ve kum fırtınası vardı Pâdişâh, devlet adamları ve süvâriler ata binmiş hâlde çölde ilerlerken Sultan Selim Han, bir ara atından iner Sultanın piyâde yürüyüşüne geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvâriler, attan inerler Başta Sultan Selim Han ve bütün ordu, kurak ve çorak Sina Çölünde piyâde yürüyüşü yaparlar Ordu harap ve bîtab bir hâle gelir Fakat, Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve hûşu içinde yürümektedir Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sâkin ve edeple buyurur ki: “Önümüzde, fahri kâinat Resûlullah efendimiz hazret-i Muhammed yürümükteyken, at üstünde gitmekten hayâ ederim” Sina Çölünü geçerken yağmur da yağıp, kolayca Mısır’a ulaşırlar 21 Ocak 1517 târihinde, Kahire’ye çok yakın Birk-ül-Hac mevkiinde konaklandı 22 Ocak 1517 günü Kâhire yakınlarındaki Ridâniye’de Osmanlı-Memlûk muhârebesi başladı Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu, Tomanbay kumandasındaki Memlûk ordusuna karşı Ridâniye’de zafer kazandı (Bkz Ridâniye Meydan Muhârebesi) Memlûk Sultanı Tomanbay, Kahire’den çekildi Sultan Selim Han, Kahire’ye 15 Şubat 1517 târihinde parlak bir merâsimle girdi 20 Şubat Cumâ günü Melik Müeyyed Câmiinde okunan hutbede kendisi için söylenen “Hâkim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn” unvânını kabul etmedi Mübârek makamlara hürmeten unvânındaki “Hâkim” kelimesi yerine hizmetçi mânâsındaki “Hâdim”i getirtip, “Hâdim-ül-Haremeyn-iş-Şerîfeyn” (Mekke ve Medîne’nin Hizmetçisi) unvânını aldı Bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde sorguç taktı Sultan Selim Han, 1516 Ağustosundan beri yanında bulunan son Abbâsî Halifesi, Üçüncü Abdülazîz el-Mütevekkil-al-Allah Muhammed’in rızâsı, Kâhire’den Osmanlı merkezine gönderilen Câmi’ül-Ezher Medresesi âlimleri ve İstanbul’daki âlimlerin meclisinde ittifakla varılan kararla, Osmanlı pâdişâhlarına Sultanlık unvânı ile berâber, İslâm âleminin etrâfında toplandığı “Hilâfet” makâmı da verildi Sultan Selim Hanın kazandığı Ridâniye Zaferi ile; Mısır, Arabistan Yarımadası Osmanlı hâkimiyetine geçti Kızıldeniz’e ve Hind Okyanusuna inilip, Kuzey Afrika hâkimiyet yolu açılarak, Osmanlı hududu, Atlas Okyanusuna dayandırıldı Venedikliler, Memlûklara verdikleri, Kıbrıs Adasının haracını, Osmanlılara göndermeye başladılar Hicaz ve Orta Doğudaki mübârek makamlar, Osmanlı hizmetine açıldı Mukaddes emânetler İstanbul’a getirtilerek, İstanbul şereflendi Buralar, nâdide eserlerle süslendi Sultan Selim Han, 4 Haziran 1516’da çıktığı Mısır Seferinden, 10 Eylül 1517’de Kahire’den hareket ederek, 25 Temmuz 1518’de İstanbul’a döndü İstanbul dönüşü Şam’a uğrayıp, kabrini yaptırdığı büyük İslâm âlimi, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbe ve câmiini merâsimle açtı Muhyiddîn-i Arabî’nin türbedarı, ferâsetle, Sultan Selim Hanın çok yaşamayacağını da söyledi Sultan Selim Han, Mısır Seferi dönüşü, İstanbul’dan Edirne’ye geldi Avrupa devletlerinden Macaristan ve Venedik, eski sulh antlaşmalarını yenilemek, İspanya da Osmanlı Devletiyle dostâne münâsebetlerde bulunmak istediler Sultan Selim Han, Osmanlı Devleti, bütün İslâm âlemi için büyük tehlike arz eden Sâfevîli Şah İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçmek için, Avrupa devletleriyle antlaşmaları yeniledi Safevîli Şah İsmâil’in kumandasındaki İran ordusu, Osmanlılar ile meydan muhârebesi yapmak cesâreti gösteremiyordu Böyle olmasına rağmen Sâfevîli propagandacılar, Osmanlı ülkesinde faaliyet göstererek, âsi taraftarlar bulup, bunları isyana hazırladılar Bunlardan Bozoklu Şeyh Celâl, Kalender kıyâfetinde Turhal’a gidip bir mağarada riyâkârca münzevî hayat yaşadı Çevresinde propaganda yapıp, câhil kimseleri etrâfında topladı Yakında Mehdî yâhut Mesih geleceğini söyleyip, kendini Mehdî îlân etti Mehdîliği îlânıyla berâber, etrâfında toplanan 20000 süvâri ve piyâdeden meydana gelen silâhlı kuvvet kurdu “Şâh Velî” unvânı alıp, saltanatını îlân ederek, çevrede istilâ hareketine başladı Bozoklu Celâl, Turhal’dan Ankara’ya yürüdü Sultan Selim Han, isyânın üzerinde hassâsiyetle durup, müdâhale ettirdi Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa ve Maraş Vâlisi Şehsuvar oğlu Ali Bey isyanı bastırmakla vazifelendirildi Şehsuvaroğlu, âcilen âsiler üzerine kuvvet sevk etti Âsi Celâl, üzerine kuvvet sevk edilmesi üzerine, Şah İsmâil tarafına kaçarken, Erzincan Akşehiri’nde yakalanıp, taraftarları ile birlikte öldürüldü Bundan sonra, Râfizî isyanlarına “Celâlî Vakası” denildi On altıncı yüzyılda Osmanlı kara ordusu, dünyânın en büyük ordusuydu Sultan Selim Han, kara askerine verdiği önemi donanmaya da verdi İstanbul’da ilk tersânenin yapımını 1515 yılında başlatıp, 1516’da bitirdi Gelibolu’daki büyük tersâne, Sultan Selim Han devrinde önemini korudu Mısır’dayken, Memlûklar zamânında Kızıldeniz’de donanma kumandanı olan Selman Reis, huzûra gelince, Osmanlı hizmetine alındı Cezayir hâkimi Barbaros Hayreddin de, Sultan Selim Hana elçi gönderip, yardım istedi Barbaros’un Osmanlı hizmetine girmesiyle, Akdeniz Türk Gölü olma yoluna girdi Donanma faaliyetini tamamlayan Yavuz, devrin büyük âlimi Kemâl Paşazâde’ye niyetinin feth-i Efrenciye, yâni Avrupa olduğunu bildirmişti Ancak, yüce Hakan’ın yine Eyüp Sultan Türbesini ziyâretle başladığı bu seferine, yakalandığı amansız şirpençe hastalığı mâni oldu Çorlu’da başhekim nezâretinde tedâvi gördü İki ay hasta yatıp, 22 Eylül 1520 târihinde Cumâ akşamı Osmanlı karargâhının bulunduğu Çorlu’nun Sırt Köyünde vefât etti Vefât etmeden bir müddet önce yanında bulunan Hasan Can; “Sultanım, Allah’ı hatırlamak zamânıdır” deyince, Yavuz Sultan Selim Han: “Lala, Lala bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümüzde bir kusur mu gördün?” buyurmuş ve Yâsin-i şerîf okumasını istemişti Kendisi de onunla birlikte okurken, rûhunu teslim etmiştir Cenâzesi, İstanbul’a getirilip inşaatını başlattığı Sultan Selim Câmii yanına defnedildi Yerine Osmanlı Sultanı olan oğlu Sultan Süleyman Han tarafından câmi tamamlanıp, kabri üstüne türbe de yapıldı Sultan Selim Hanın sandukasının üstünde, büyük âlim Ahmed ibni Kemâl Paşanın kaftanı örtülüdür Örtünün konması meşhur rivâyette şöyle anlatılır: Sultan Selim Han, Mısır Seferini tamamlayıp, Kahire’den Şam’a dönerken, yolda, o sırada Anadolu Kazaskerliği vazifesini yapan Ahmed ibni Kemâl Paşazâde'yi yanına çağırdı Sohbet ederek giderlerken, İbn-i Kemâl’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim Hanın üstü başı ıslanıp, kaftanı çamur oldu İbn-i Kemâl Paşa telâşa düşünce, azametiyle meşhur olan Sultan Selim Han; “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı Doğu Anadolu, Kuzey Irak, Lübnan, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz’ın fethiyle Osmanlı Hânedanına Halifelik makâmını ve mübârek emânetleri kazandıran Sultan Selim Han, sekiz buçuk yılda, devleti iki kat büyüttü Sultan Selim Han, devrin meşhur âlimlerinden, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ile ilmî sohbet edip, ona hürmet gösterirdi Sofiyye-i âliyyenin büyük âlimi Muhyiddîn-i Arabî’nin Şam’daki kabr-i şerîfini tespit ettirip yanına câmi, türbe, imâret yaptırdı Seferlerinde evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin türbesini ziyâret ederdi Ehl-i sünnete çok hizmet edip, İslâm âlemi için büyük tehlike olan Sâfevîli Şah İsmail’in ideolojisinin yayılmasını önleyerek İran’da mahsur bıraktı Çok heybetli olup, azametinden çevresindekiler titrediği hâlde, âlimlere, halkına karşı tevâzu sâhibiydi Devamlı; “Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş” buyururdu Çok mütevâzı olup, sâde giyinirdi Muhteşem Osmanlı Devletinin ve İslâm âleminin lideri olmasına rağmen, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığından, debdebe ve şaşaadan uzak hayat sürerdi Bir defâsında oğlu Şehzâde Süleyman, çok süslü bir elbiseyle huzûruna girince; “Süleyman, annen ne giysin!” diyerek sitem etmişti Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilip, edebiyat, târih ve coğrafyaya da meraklıydı Farsça ve Türkçe şiirleri olup, Farsça Dîvân’ı Almanya’da yayınlanmıştır |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Uluğ Bey On beşinci yüzyılda yetişmiş Müslüman-Türk astronomi âlimi, Semerkant sultânı İsmi, Muhammed Taragay bin Muinüddîn Şahruh Bahadır Mirza’dır Güney Âzerbaycan’daki Sultaniyye şehrinde 22 Mart 1394 târihinde doğdu Timur Hanın torunudur Sarayda iyi bir öğrenim gördü On bir yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi Arapça'yı mükemmel bir şekilde öğrendi Bursalı Kâdızâde-i Rûmî’den ders aldı Genç yaşında, önemli ve ağır sorumluluklar yüklendi 1413’te, on dokuz yaşında, Horasan ve Mâverâünnehir eyâletine hâkan nâibi gönderildi Kendisine başşehir seçtiği Semerkant’ta, idârî serbestliğe sâhip, müstakil bir hükümdâr gibi hareket etti Bu görevindeyken, babasının verdiği her emri itâatle yerine getirirdi Ona karşı olan saygı ve bağlılığını belirtmek için, Herat’a giderek ziyâret eder, yaptığı ve yapmayı düşündüğü devlet işleriyle ilgili bilgi verir, müşâverede bulunurdu Bu arada eline geçirdiği imkânlardan istifâdeyle astronomi ve matematik gibi fen bilimleri üzerinde çalıştı Dünyâ ilim târihinin, zamânına kadar yetiştirdiği en büyük astronomi âlimi olarak şöhret yaptı Âlimleri korudu Yumuşak huylu, dâimâ yeni şeyler araştıran ve öğrenen bir kimseydi Her zaman ciddî konularla ilgilenir, ilim için gerekli ortamı meydana getirmeye çalışırdı İlme merâkı kadar, devlet ve hükümet işlerine de ilgi duyan Uluğ Bey, Semerkant’ta 38 sene hükümdârlık yaptı İdârî hizmetlerinin yanında, ilmî çalışmalara büyük önem verdi ve sarayını bir akademi hâline getirdi Devrinin meşhur ilim adamlarını topladı ve ortaya attığı meseleleri tartışmalara açtı Sarayı; matematik ve astronomi âlimlerinin olduğu kadar, sanatkâr, şâir ve ediplerin de toplantı yeriydi Fen alanında araştırmalar yapmak üzere Çin’e heyetler gönderdi Zamânında başta Semerkant ve Buhârâ olmak üzere, bütün ülke, Türk mîmârisinin en seçkin eserleriyle donatıldı Birçok ilim ve hayır müesseselerini faâliyete geçirdi Ayrıca; tarım, ticâret ve ekonomiye büyük önem verdi Oğlu Abdüllatif tarafından tahttan indirildi 25 Ekim 1449 Cumartesi günü, eski düşmanlarından Abbâs tarafından, kılıçla, feci bir şekilde katledildi Dedesi Timur Hanın yanına defnedildi Hayâtını Türk-İslâm dünyâsı kültür ve medeniyetinin gelişmesi ve yükselmesine vakfeden Uluğ Bey, yalnız Türk-İslâm ilim târihinde değil, dünyâ târihinde de önemli yeri olan bir fen âlimiydi Bilhassa astronomi ve matematiğe karşı derin bir ilgi ve alâka göstererek, hayâtı boyunca bu ilimlerle meşgul oldu İlmî araştırma ve incelemeye çok meraklıydı Hocası Bursalı Kâdızâde Rûmî ve devrinin ünlü astronomi âlimi Gıyâseddîn Cemşid’in matematik ve bunun uygulama alanı olan astronomi ilminin tedkiki, geliştirilmesi ve bu ilme hizmet vermesi husûsunda kendisine çok tesirleri oldu Daha sonraları Ali Kuşçu da bu ilmî çalışmalara katıldı Uluğ Bey tarafından Semerkant’ta kurdurulan rasathânedeki astronomi çalışmaları, astronominin bugünkü ileri seviyesine gelmesinde şeref payına sâhiptir Astronomiyle ilgili çalışmalarının temelini, matematikteki trigonometrik esaslar teşkil etmektedir Bu sebepten Uluğ Bey, trigonometri ilmi üzerinde geniş çalışmalar yaptı Bir derecelik yayın sinüs değerini hesaplamak bu yolda yapılan çalışmaların ilkini teşkil eder Kendisinden önceki doğu ve batı dünyâsındaki tahmînî ve takribî bilgileri bırakıp, ilmî esasları tespit ederek trigonometride yeni bir araştırma yolu açtı Uluğ Beyi dünyâya tanıtan, astronomi alanında yaptırdığı eserler oldu Onun en meşhur eseri Semerkant’ta yaptırdığı büyük rasathânedir Günümüzden yaklaşık altı asır önce yapılan bu rasathânedeki çalışmalar, çağımızın astronomi çalışmalarına hâlâ ışık tutmaktadır O gün yapılan hesaplar, günümüzün astronomik hesaplarına tıpatıp uymaktadır 1420 senesinde tamamlanan rasathânenin ilk müdürü Gıyâseddîn Cemşid’dir Daha sonra Kâdızâde Rûmî, sonra da Ali Kuşçu, bu vazîfeye getirilmiştir Rasathâne’nin yer üstündeki kısmı, üç katlı idi Yıldızların yüksekliklerini bulmak için kullanılan rub’-ı dâire, Ayasofya Câmiinin kubbesi kadardı Uluğ Bey, İlhanlılar zamânında yapılan rasatları (gözlem) yeniden inceledi Kontrolden geçirdi ve yeni rasatlar yaptı On iki sene süren bu çalışmasının netîcesini, ancak 1437 senesinde alabildi ve kendi adıyla anılan büyük eseri Uluğ Bey Zîci’ni ortaya koydu Önceki zîclerin eksiklerini tamamlayan bu eser, devrin ilmî esaslara dayanan tek cetveli olup, eski zîclerin yanlışlarını düzeltiyor ve yıldızların hareketlerini daha mükemmel gösteriyordu Eser, bilim târihinde Batlemyüs ve Nasîrüddîn Tûsî’nin hazırladığı zîclerden sonra üçüncü büyük zîc olarak tanınmaktadır Eserde genellikle gökyüzünün güneyinde kalan kırk sekiz takımyıldız konu edilmiş ve bu takımyıldızlar içerisinde bulunan 1018 yıldızın koordinatlarını en doğru biçimde tespit etmiştir Eser dört bölümden meydana gelmiştir Birinci bölüm; farklı kimseler tarafından kullanılan değişik kronolojik sistemleri belirtir İkinci bölüm; pratik astronomi bilgilerini ihtivâ eder Üçüncü bölüm; dünyâ merkezli kâinât sistemine göre, gök cisimlerinde görülen hareketler ve yerleriyle ilgilidir Dördüncü bölüm astrolojiden bahseder Eser 1665 senesinde İngilizce'ye tercüme edilerek, Oxford’da basıldı Fransızca tercümesi, 1853’te Farsça metniyle birlikte basıldı Esere Ali Kuşçu ve torunu Mirim Çelebi tarafından şerhler yapılmıştır Uluğ Beyin ayrıca Dört Ulus Târihi adlı başka bir eseri olduğu söylenmektedir Bu eser, Moğol İmparatorluğunun parçalanmasından sonra kurulan, Çin ve Moğolistan, Altınordu, Hülâgu haleflerinin idâresinde olan İran ile Çağatay haleflerinin Orta Asya’daki devletlerinden bahseder Farsça olan eser, zamânımıza kadar intikâl etmemiştir Uluğ Beye, Batı dünyâsı ilim adamları, “15 asır astronomu” unvânını vermişlerdir Ayrıca Milletlerarası Astronomi Derneği tarafından Ay’ın görünen yüzünde bir bölgeye, Uluğ Bey Krateri adı verilmiştir Umur Bey Aydınoğulları Beyliği hükümdarlarından Babası Aydınoğlu Mehmed Beydir Lâkabı Bahâüddîn’dir Genç yaşında babası tarafından İzmir Emiri tâyin edildi Bu sırada deniz seferlerinde gösterdiği cesâreti, kumandanlık ve adâletiyle meşhur oldu 1328-1329’da Bozcaada’ya kardeşi İbrâhim’le birlikte bir akın harekâtında bulundu Sakız Adasına da bir sefer tertip etti 1332 yılında Gelibolu, Semendire; 1333 yılında Yunanistan ve Ege adalarına tertip ettiği sefer neticesinde, buraları haraca bağladı Umur Bey, bu deniz seferlerinden birçok ganîmet elde etti 1334 yılında babasının vefâtı üzerine, yirmi beş yaşında Aydınoğulları Beyi oldu 1334-1335’te Yunanistan ve Mora’ya sefer düzenledi 1335’te Alaşehir’i kuşatarak aldı Bu kuşatma sırasında üç yara aldığı rivâyet edilir 1336 yılında Bizans İmparatorunun Midilli ve Foça’daki Cenevizliler üzerine yaptığı sefere, Umur Bey de yardım etti Bu yardıma karşılık Sakız Adasını aldı 1338 yılında, Ege adalarına ve 1339 yılında da Yunanistan’a seferlerde bulundu Ayrıca Karadeniz seferine de çıkıp; Kili, Eflâk gibi sâhillere baskınlar yaptı Umur Bey, bu seferleriyle Lâtinleri, Rodos Şövalyelerini tesirsiz hâle getirdi 1341 yılında, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos’un ölümü ve tahta geçen İonnes’in yaşının küçük olması dolayısıyla, Bizansta saltanat mücâdeleleri başladı Umur Bey, bu mücâdeleler esnâsında kara orduları komutanı Kantakuzen'i destekledi Bu sırada Kantakuzen, Dimetoka’da krallığını ilân etmişti Umur Beyin deniz seferlerinden bunalan Lâtinler ve Bizans İmparatorunun annesi, Papa’ya mürâcaat edip, yardım istediler Papa’nın teşvikiyle bir Haçlı donanması kuruldu Bu donanmada Papalık, Kıbrıs, Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri yer alıyordu Haçlı taarruzu başladığında, Umur Bey, daha yeni Kantakuzen’e yardım etmekten dönmüştü İlk hücum başarıyla püskürtüldü Haçlılar, Aralık 1344’te yaptıkları ikinci hücumda, Sâhil İzmir’i almayı başardılar Bu durum karşısında Umur Bey, Yukarı İzmir’e çekilmek zorunda kaldı Umur Bey müsâit zaman ve şartlar kollamak gâyesiyle, anlaşma teklifinde bulundu Böylece geçici bir süre için harp durdu Umur Bey, bu fırsattan istifâdeyle, Rumeli’ye Kantakuzen’e yardım etmeye gitti İstanbul üzerine yapılan harekât sırasında, yanında bulunan Saruhan Beyin oğlu Süleyman vefât etti Umur Bey, bunun üzerine dönüp, Süleyman’ın cenâzesini babasına teslim etti Papa şiddetle, taarruzun devam etmesini istediğinden, tekrar çarpışmalar başladı Bütün bunlara rağmen, 1347 yılında anlaşma yapıldı Buna göre; İzmir, Aydınoğullarının olacak, buna mukâbil Haçlılara bâzı ticârî imtiyazlar verilecekti Haçlı rûhu kabarmış olan Papa, bu antlaşmaya da muhalefette bulunup, anlaşmayı tasdik etmedi Umur Bey, bu olumsuz tutum üzerine ordusunu toplayıp, karşı hücuma geçti 1348’deki hücum sırasında, alnından okla vurularak şehit düştü Umur Bey, Birgi’de babasının yanına defnedildi Yerine büyük ağabeyi, Ayasuluğ Emiri Hızır Bey geçti Umur Bey, bilhassa yaptığı deniz seferleriyle meşhur oldu Aydınoğulları Beyliğine yükselme devrini yaşattı Ege Adaları, Yunanistan ve civar yerlere yaptığı seferlerle bol ganimet ele geçirip, Haçlıların korkulu rüyâsı hâline geldi Bütün bu harp faaliyetleri yanında, beyliğin îmârına ve gelişmesine de önem verdi Zamânında birçok şehirde câmi, medrese, kervansaray, çeşme vs gibi hayır eserleri kuruldu Umur Bey, yazar, şâir ve âlimleri koruyup, teşvik ederdi Kendi adına 5568 beyitli Süheyl-ü Nevbahar manzumesiyle, Farsça'dan Türkçe'ye çevrilmiş olan Kelile ve Dimne ve Tabiatnâme adlı eserler vardır Umur Bey adına, üzerinde “Umur bin Mehmed” yazan bir sikke bastırılmıştır Uzun Hasan Akkoyunlu hükümdarlarından Oğuzların Bayındır boyundan, Akkoyunlu Hanedanının kurucusu Kara Yülük Osman’ın torunu olup, babası Celâleddîn Ali Beydir 1423 yılında Diyarbakır’da doğdu Uzun Hasan’ın gençliği, Akkoyunlu emirî Hamza Bey ile Cihangir arasında vukû bulan savaşlarla geçti Hamza Beyin vefâtından sonra, Akkoyunlu tahtına ağabeyi Cihangir geçti Kardeşi Hasan Beyin büyük gayret ve yardımları sonucu iktidarı ele geçiren Cihangir, Ergani ve çevresini ona ikta olarak verdi Cihangir Bey (1444-1463), 1455’te amcaları Şeyh Hasan ve Kasım’a karşı kardeşi Uzun Hasan’ı gönderdi Uzun Hasan amcalarını mağlup etti Erzincan valisi, Cihangir Beye isyan edince, Uzun Hasan onu da itaat altına aldı 1452’de Karakoyunlular karşısında bozguna uğrayan Cihangir, Şah Cihan’ın hâkimiyeti altına düşünce, Hasan Bey, kuvvetleriyle bizzat harekete geçti Erzincan ve Van Gölü çevresini yağmaladı Malazgirt Hâkimi Kasım Beyin kuvvetlerini bozguna uğrattı 1453’te ağabeyinin Diyarbakır’ı terk ettiğini haber alınca, süratle gelerek şehri ele geçirdi ve beyliğini îlân etti Uzun Hasan, Akkoyunlu tahtına sâhip olmasıyla, iktidarını kuvvetlendirme faaliyeti içine girdi Cesur, tedbirli ve cömert olduğundan ordunun kendisine itaati tamdı Akkoyunluların düşmanı Karakoyunlu Şah Cihan’ın, Erdebil’den hudut dışı ettiği Safevîlî Şeyh Cüneyd’i ülkesine dâvet etti 1456’da, Diyarbakır’a gelen Şeyh Cüneyd’e, kızkardeşi Hatice Begüm’ü verip, evlendirdi Uzun Hasan’ın, Şeyh Cüneyd ile münâsebeti ve hânedana akrabâ yapması Akkoyunluların, Türk ve İslâm âleminin aleyhine oldu Akkoyunlu-Safevî münâsebeti önce gizli, Şah İsmâil’den sonra da aşikâr pek çok hâdiselere sebep oldu (Bkz Safevîler) Anadolu çok zarar gördü Trabzon Rum İmparatoru Kalo İonnas, Osmanlılara karşı ittifak teklif edince, kızı Katerina Despina’yı isteyip karşılığında 1458’de antlaşma imzâlandı Katerina Despina, Akkoyunlulara gelin gelince, Uzun Hasan’ı, Osmanlılar aleyhine faaliyet içine soktu Trabzon Rum İmparatorluğu, Uzun Hasan’ı İstanbul’un fethinden sonra, sürekli, Osmanlılar aleyhine kışkırttı Trabzon Rum İmparatorluğunun, Osmanlılara ödeyecekleri otuz bin altından vazgeçilmesi için aracılık yaptı Uzun Hasan, yeğeni Murad’ı İstanbul’a gönderdi Osmanlı Sultanı Fâtih’ten, Trabzon Rum İmparatorluğu vergisinin affedilmesinden başka, Katerina Despina’ya çeyiz olarak verilmiş olan Kayseri bölgesini ve önceki hediyeleri istedi Fâtih, vergi işini bölgeye gelerek bizzat halledeceğini bildirdi Fâtih, Uzun Hasan ve müttefiki Trabzon Rum İmparatorluğu ile Gürcülere karşı 1461’de harekete geçti Uzun Hasan’ın, 1459’da zaptettiği Koyulhisar’ı aldı Akkoyunlu ordusu Erzincan’daki Munzur Dağlarında Osmanlılara yenildi Uzun Hasan, annesini Fâtih’e gönderip, antlaşma sağlandı Fâtih, 1461’de Trabzon’u fethedip, bölgedeki Rum hâkimiyetine son verdi Uzun Hasan, Akkoyunluların batısındaki devamlı genişleyen Osmanlılara karşı, bölgedeki hâkimiyetini kuvvetlendirme siyâsetini tâkip etti Mısır Memlûklarından Harput’u alıp, Gürcistan’a akın harekâtı yaptırdı Âzerbaycan ve Irak’a hâkim Karakoyunlular hükümdarı Cihan Şahı, 1467’de yenerek, öldürttü Karakoyunluların müttefiki Şeybânîlerden Ebû Saîd’in saldırısını, 1469 başında bertaraf etti Ebû Saîd’i öldürttü Karakoyunlu Devletine son verip, ülkelerine hâkim oldu Anadolu beyliklerinden Karamanlıları, Osmanlılara karşı kışkırttı Avrupa devletlerinden Venediklilerden, Osmanlılara karşı kullanılmak üzere malzeme ve yardımcı kuvvet istedi Venedik, Papalık, Cenova ve Karamanlılarla ittifak yaptı Fâtih, Uzun Hasan’ın faaliyetlerini dikkatle tâkip ediyordu Uzun Hasan’a karşı harekete geçip, hazırlıklarını tamamladı Uzun Hasan ve Papa, Fâtih’in hazırlıkları üzerine, Venediklilerden top, teknik malzeme ve cephâne yardımıyla Almanya, Fransa ve İspanya’yı, Osmanlılara karşı harekete geçirdiler Hıristiyan donanması, Uzun Hasan’a yardım için Akdeniz sâhiline çıkarma yaptı 1473 Mart ayında sefere çıkan Osmanlı ordusu, Ağustos ayında Akkoyunlu topraklarına girdi Bayburt’tan Tercan’a geldi Uzun Hasan ordusuyla, Fâtih’in ordusu, 11 Ağustos 1473 târihinde, Otlukbeli’nde karşılaştı Uzun Hasan, zekî, cesur bir kumandan olmasına rağmen, Fâtih ve Osmanlı ordusunun ateşli silâhlardaki teknik üstünlük ve stratejisine karşı duramadı Akkoyunlu ordusu bozulunca, Uzun Hasan, muhârebe meydanından kaçtı (Bkz Otlukbeli Meydan Muhârebesi) Uzun Hasan Tebriz’e gelip, ordusunu tekrar toparlamaya başladı Osmanlıların devamlı genişleyip, bölgede hâkimiyetini artırması üzerine başşehrini Diyarbakır’dan Tebriz’e naklettirdi Otlukbeli yenilgisinden sonra, Gürcistan vâlileri, Uzun Hasan’a itaatsız olmaya başladılar 1477 sonbaharında, âsi vâlileri itaat altına almak için Gürcistan Seferine çıktı Tiflis’e harpsiz girdi Bölgedeki prenslikleri tekrar itâat altına aldı 1477 yılı sonunda Gürcistan’da hastalanıp, Tebriz’e geldi 1478 yılı başında hastalığı artıp, 7 Ocak gecesi, Tebriz’de vefât etti Kendi yaptırdığı Nasriyye Medresesi avlusuna defnedildi Uzun Hasan’dan sonra oğlu Halil, Akkoyunlu hükümdarı oldu Uzun Hasan, büyük bir devlet adamı ve kumandan olmasına rağmen, Osmanlı Sultanı Fâtih ile mücâdeleye kalkışması tâlihsizliğidir Lakâbı Nusreddîn Ebû Nasr’dır İlmî, dînî, sosyal ve devlet teşkilâtıyla alâkalı mîmârî eserler yaptırdı Tebriz’de Nasriyye Medresesini yaptırıp, bakımı için vakıflar kurdu Nasriyye Medresesinin yanında câmi, bir de hastâne yaptırdı Hastâne çok geniş olup, binden fazla hastaya hizmet verirdi Hastânenin bitişiğindeki mutfakta, fakir ve kimsesizlere yemek verilirdi Tebriz’de meşhur Heşt-Behişt Sarayının inşâsını başlattı Fırat’ın kolu üzerinde Taşköprü’yü yaptırdı Uzun Hasan, ilim ve âlimleri sevdiğinden, Akkoyunlu ülkesinde pek çok meşhur âlim bulunurdu Meşhur astronom Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın sarayında olup, büyük itibâr görürdü Fâtih’e elçi olarak gönderilen Ali Kuşçu, daha sonra tekrar gelerek İstanbul’da ilim öğretmeye, talebe yetiştirmeye devam etmiştir Uzun Hasan’ın sarayında Ali Kuşçu’dan başka, Mevlânâ Mahmûd Şârihi, Şirâzi Mehmed Münşî ve fıkıh âlimi İmâm Ali de bulunurdu Uzun Hasan’ın hükümdarlığı zamânında, büyük İslâm âlimi, edib ve Kadı Celâleddîn-i Muhammed Devânî, çok kitap yazıp, bunlardan Ahlak-ı Celâli pek meşhurdur Uzun Hasan’ın târihçisi Mevlânâ Ebû Bekr-i Zihrani, Kitab-ı Diyarbekriyye de denen Târih-i Selâtin-i Türkmen adlı eserini yazdı Fazlullah Ruzbehan, Târih-i Alemârâyı Emînî’yi, Uzun Hasan’ın oğlu Yâkub için yazdı Uzun Hasan, Akkoyunlu Devlet teşkilâtını Osmanlılar usûlünde tertipleyip, kuvvetlendirdi Akkoyunlu Devletini, İslâm, Oğuz boy töresi ve Osmanlı-Timurlu-Fars karakterinde teşkilâtlandırdı |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Timur Han Türk-İslâm dünyâsının büyük hükümdarlarından Târihin en büyük cihangirlerinden biridir Babası Moğol Barlas Aşireti reislerinden Emir Turgaya, annesi Tigin Hatundur 1336 senesinde Mâverâünnehir’de Semerkand’la Belh arasında Keş kasabasında doğdu Âlimleri ve Allah dostlarını çok seven babası Emir Turagay, Timur’a aklî ve naklî ilimleriyle kumandanlık bilgilerini ehil hocaların elinden öğretti Timur, babasının vefâtından sonra emirler arasında geçimsizlikler yüzünden memlekette anarşinin hâkim olması üzerine siyâsete karıştı Mâveraünnehir Hâkimi Emir Hüseyin ile birlikte Doğu Türkistan Hükümdarı Tuğluk, Timur’a karşı mücâdele verdiler 1370’te, Emir Hüseyin ile arası açılan Timur, onun ölümünden sonra Mâverâünneh,r’e tek başına hâkim oldu ve Semerkand’a gelerek tahta çıktı Büyük askerlik vasıflarını üzerinde taşıyan Timur Han, yedi senede İran’ı hâkimiyeti altına aldı Âzerbaycan, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab’ı ele geçirdi Yine 1371 ve 1379 yıllarında yaptığı seferlerle Harezm’i kendine bağladı Ömrü harp meydanlarında geçen Timur Han, 1389’a kadar beş sefer yaparak Uygurları itaat altına aldı Mülteci Moğol Prensi Toktamış’a yardım edip, destekleyerek Altınordu hükümdarı yaptı Toktamış Han, Timur Hana ihânet edince, 1390 ve 1391’de onu iki kere mağlup etti İtil Irmağı doğusuna hâkim oldu Daha sonra Hindistan üzerine de sefer açıp, 1399’da Kuzey Hindistan’ı zaptederek büyük başarılar kazandı Yaptığı bütün savaşları kazanan Timur Han 1401-1402’de Suriye’yi, 1402 Ankara Savaşı sonunda bâzı Osmanlı topraklarını hâkimiyeti altına aldı Böylece Çin’e ve Delhi’ye kadar bütün Asya’yı, Irak, Suriye ve İzmir’e kadar Anadolu’yu aldı 200000 kişilik bir ordunun başında Çin’e sefere giderken 1405’te vefât etti Timur Han ilim sâhibi, âlim, büyük bir hükümdardı Âlimleri severdi Pek çok medrese ve kütüphâne yaptırdı Bilhassa Semerkant şehrini îmâr etti Burada pek çok sanat eserleri yaptırarak, örnek ve zengin bir şehir hâline getirdi Tüzükât-ı Tîmûr adıyla kânunlar çıkardı ve kendi târihini kendi yazdı Çağatay dilinde yazdığı bu kitaplar Farsça ve Avrupa dillerine de tercüme edildi Avrupa edebiyatında kendisine geniş yer verilmiş, 16 yüzyıldan îtibâren hakkında pek çok eser neşredilmiştir Bu eserlerin pek çoğunda Timur Han'dan iyi kalpli ve büyük hükümdar olarak bahsedilmektedir Osmanlı hükümdarı Sultan Birinci Bayezid Han (1389-1402) ile harp ettiği için bâzı Osmanlı târihçileri bunu kötülemektedir Ancak, Timur Hanın Ankara Savaşından sonra İzmir’i Hıristiyan şövalyelerden temizlemesi, Anadolu’daki sapık fırka mensuplarını cezâlandırması, bu seferin hayırlı netîcelerindendir Timur öncesinde Orta Asya Türklüğü, doğudan Moğol putperestliği, güneyden Hind Budizmi, batıdan Fars zerdüştlüğünün baskısı ve etkisi altındaydı Timur Han, devletinin mânevî temellerini dayadığı din adamlarıyla, Türkleri yeniden İslâmlaştırdı Timur öncesinde Orta Asya Türklüğü göçebeydi Timur, Mâverâünnehr’i şehirleştirdi Obaları iskan etti Su kanalları inşâsıyla toplumu tarıma geçirdi Büyük şehirleri ticâret yollarına bağladı Fetihleriyle âlimleri, sanatkarları Orta Asya’ya topladı İlim adamlarına saygı gösteren, onları koruyan Timur Han, Teftâzânî gibi büyük âlimleri meclisinde bulundurur, nasihatlerini dinlerdi Âlimlere karşı o kadar saygısı vardı ki; Buhara caddesinden geçerken Muhammed Behâeddîn Buhârî (kuddise sirruh) hânekâhının halılarının silkildiğini öğrenince, İslâmiyete olan sevgi ve saygısının çokluğundan oraya yaklaşıp, tozları yüzüne sürerek bu bağlılığı belirttiği rivâyet edilmektedir Devrinde yaşayan İslâm âlimlerinin yanında, daha önce yaşamış olanlara karşı da hürmette kusur etmez, onların türbelerini yaptırırdı Ahmed Yesevî hazretleri bunlardan biridir Zamânında Fadlullah-ı Hurûfî tarafından kurulan ve “Hurûfîlik” adı verilen sapık fırka mensupları yayılmaya başladı Kendisini tanrı îlân ederek bütün dinleri reddeden, kitaplarında dinsizlik ve ahlâksızlıkları anlatan Fadlullah’ı, Timur Han, oğlu Miranşah’a emir vererek 1393’te öldürttü Tekkelerini dağıttı İslâm ülkelerindeki bu dinsizlerin çoğunu temizledi Timur Han, Hurûfî adındaki din ve ırz düşmanlarının yayılmasını önleyerek, İslâmiyete çok büyük hizmet etti Bunun için sahte (Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin gösterdiği yoldan çıkan) Bektâşî, yâni Hurûfî tarikatının müritleri, Timur Hanı sevmez, onu hep kötülerler Yirmi yedi ülkenin hâkanı olan Timur Han, başarılarının sırrını 12 maddede toplamış ve bunlara, oğullarının da uyması vasiyetiyle eserinde şöyle belirtmiştir: 1 Allahü teâlânın dînini ve hazret-i Muhammed’in şerîatini dünyâya yaymayı esas edindim Her zaman her yerde İslâmiyeti tuttum 2 Etrâfımda olan adamları 12’ye ayırdım Gerek ülkeler fethi ve gerekse fethettiğim ülkeleri idârede bunların bâzısı bana kolları, bâzıları meşveretleriyle yardım ettiler Bunların ikbâlinin artması için istihdam ettim Bunlar sarayımın süsüydüler 3 Düşman ordularını mağlup ve eyâletler feth etmekte âlimler ve emirlerle istişâre ettim Hükümet idâresinde yumuşaklık, insâniyet ve sabırla hareket ettim Hiç meşgul olmuyor gibi görünürken her şeyi basîretim altında bulundurdum 4 Hükümet idâresinde kânunlara riâyet ve intizam o dereceydi ki vezirler, emirler, askerler ve halk bir üst sınıfa çıkmak için can atar halde değildi Her biri bulunduğu sınıftan memnun olarak vazifesini yapardı 5 Zâbit ve askerlerime cesâret vermek için altın ve cevâhir sarfından çekinmedim Onları soframa oturttum Böyle kıymetli bâzûların ve cengaverlerimin yardımıyla yirmi yedi imparatorluğun hükümdârı oldum 6 Adâlet ve tarafsızlıkla Allah kullarının hep iyiliğini istedim ve onların teveccühünü kazandım 7 Seyyidlere, ulemâya, fukahâya ve târihçilere mümtaz muâmele ettim İyi ve cesur adamlar (Çünkü Allah böylelerini sever) benim dostlarımdı Ulemâyla sıkı münâsebette bulundum Bunlarla istişare ettim Bunların hayır duâları bana zaferler temin etti Derviş ve fakihleri himâye ettim Bunlara zerre kadar fenâlık etmemeye uğraştım ve hiçbir taleplerini reddetmedim Başkası aleyhinde söyleyenleri sarayımdan kovdum Bunların sözlerine ve iftiralarına hiç ehemmiyet vermedim 8 Her teşebbüsümü başarmakta sebatkâr idim Bir projeyi bir kere kabul ettim mi artık bütün zihnim onunla meşgul olurdu Onu muvaffakiyetle başarmadıkça aslâ terk etmedim Hiçbir vakit hâlim (davranışlarım), kâlime (söylediğim sözlere) aykırı olmadı 9 Halkın hâline vâkıf idim Büyüklere kardeşim, küçüklere çocuklarım gibi muâmele ettim Her eyâlet ve her şehrin ahâlisinin durumuna ve seciyesine göre âdetler edindim 10 Bir kabîle veya bir Arap, bir Acem göçebesi bayrağım altına girmeği dileyince beylerini şerefle, diğer adamlarını mevkilerine göre îtibârla kabul ettim İyilere iyilikle muâmele ettim ve kötülere fenâlıklarını iâde eyledim 11 Oğul, torun, dost, müttefik benimle bağlantısı olan herkes iyiliğimden nasibdâr oldu İkbal ve saâdetimin parlaklığı ve yüksekliği hiç kimseyi unutmaya sebep olmadı 12 Gerek leh, gerek aleyhte hareket etsinler, her zaman askerlere hürmet ettim Sürekli bir saâdeti, çabucak kayboluveren şeye üstün tutan adamlara teşekkür etmek borçtur Onlar cihâda koşuyor ve hayatlarını fedâ ediyorlar Timur Han, kânunlaştırdığı bu düsturlar yanında, savaş tekniklerinin de tam bir ustasıydı Düşmanlarının siyâsî, iktisâdî ve askerî zayıflıklarını iyi bilir ve bunlardan istifâde ederdi Bir sefere girişmeden önce, düşman ülkeye câsuslar göndererek, onları içten zayıflatmaya çalışırdı Savaş esnâsında başarıya ulaşmak için hareketlilik ve şaşırtmaca gibi pek çok harp hilesine başvururdu Böylece her türlü maddî ve mânevî hasletlere sâhip olan Timur Han, Türk târihinin ender yetiştirdiği devlet adamlarından biridir Bugün bâzı yazarlar devrin sosyal, kültürel ve siyâsî cephesi üzerinde hiç durmadan, onun Altınordu ve Anadolu seferlerini bahâne ederek, bu büyük hâkana akıl almaz iftirâ ve karalamalarda bulunmaktadırlar Bilhassa İslâmiyetten ayrı bir Türkçülük düşünenler, bu tarz hissî yorumlara girmektedirler Oysa; “Biz ki, Mülûk-ı Tûrân, Emîr-i Türkistânız!”, “Biz ki Türkoğlu Türküz!”, “‘Biz ki milletlerin en kadîmi ve en ulusu Türkün başbuğuyuz!” diyen Timur Han, Türk için, İslâmiyetin ne demek olduğunu da, bugünkü Türkçülere bundan 600 yıl önce şöyle söylemektedir: “Tecrübe bana gösterdi ki, din ve yasalar üzerine kurulmayan bir devlet, uzun zaman yaşayamaz Böyle devlet, çırılçıplak olup kendisini gören herkese karşı gözlerini yere dikmiş ve herkesin yanında saygı ve değerini yitirmiş adama benzer Bu durumda böyle devlet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içine daldığı eve benzetilebilir Bunun içindir ki, ben devletimin çatısını, İslâmiyet üzerine kurdum Devletimi idâre için yasalar düzenledim Bu yasalar uygulandığı sürece, onlara aykırı hareket etmekten sakındım” Toktamış Han Altınordu hanlarından Babası Mangışlak Hâkimi Tuli Hoca olup, annesi Künçek Hâtundur 1341’de doğdu Babasının, Akordu Hanı Urus Han tarafından öldürülmesiyle, 1375’te Timur Hanın yanına sığındı Timur Han'dan iyi muâmele ve yakın alâka gördü Otrar ve Savran şehirleriyle, hâkimiyet alâmetlerinden bayrak, asker, at ve davul verildi Toktamış, bu târihten îtibâren yaptığı seferlerle, 1378’de Sığnak’ı, 1379’da Temür Melik’i mağlup ederek, Doğu Deşt-i Kıpçak’ı; 1380’de Kıyat Mama’yı yenerek Batı Deşt-i Kıpçak’ı zaptetti Altınordu birliğini yeniden kurdu Rus knezlerinden Dimitri Donskoy’un merkezi Moskova’ya elçi göndererek, itaat etmesini bildirdi Dimitri’nin bu isteği reddetmesi üzerine, ordusunun başında harekete geçen Toktamış Han, birkaç günlük bir muhârebeden sonra Moskova’ya girdi 24000 Rus askeri öldürüldü ve pek çok ganimet ele geçirildi Büyük oğlu Vasil’i rehin olarak Altınordu merkezine gönderen ve beş yıllık haracını ödeyen Dimitri, yeniden antlaşmaya muvaffak oldu Böylece Toktamış Han, Altınordu Devletini, Rusya’da tekrar en büyük devlet hâline getirdi Toktamış Han, Timur Han İran’dayken, Timurlulara âit Harezm’de adına para kestirdi Âzerbaycan ve Kafkasya’yı almak için faaliyete geçti 1384-1385 kışında, Tebriz’i yağmalattı Mısır Memlûklarıyla iyi münâsebetlerde bulundu Toktamış Hanın bu faâliyetlerini, Timur Han kendisine ihânet kabul etti Toktamış Han, 14 Nisan 1395’te Terek Nehri boyunda Timurlulara yenildi Altınordu başşehri Saray’dan Timur Han tarafından çıkarılınca kaçtı Toktamış Han, Timur Han tarafından, İtil boyundaki Ükok şehrine kadar tâkip edildiyse de yakalanmadı Timur Hanın Âzerbaycan’a çekilmesiyle, tekrar toparlanmaya çalıştı Terek yenilgisinden sonra, Altınordu Hanı îlân edilen Temür Melik ve onun destekçisi Emir Edigü ile mücâdele etmek zorunda kaldı 1397’de yenilerek, Litvanya Prensi Vitovt’un mültecisi oldu Litvanyalıların, Temür Melik’le mücâdelesine katıldıysa da tekrar yenildi 1399’dan 1405 yılına kadar kaçak yaşadı Emir Edigü’nün adamları tarafından dâimâ arandı Timur Han'dan özür dileyip, affedildiği de rivâyet edilir Toktamış Hanın, Sibirya’da, 1405’teki ölümünün, Emir Edigü’nün fedâilerince gerçekleştirildiği kabul edilir Toktamış Han, Altınordu Hânedanının bilinen ilk çalışkan, güçlü hükümdarıdır Cesur olup, bitmek tükenmek bilmeyen bir azme sâhipti Toktamış Han, dünyânın en büyük hükümdârlarından Timur Han ve devrinde, çok kudretli, zekî Emir Edigü ile mücâdele etmesine rağmen, Altınordu Devletini, Rusya’da en güçlü devlet hâline getirdi Rus knezliklerinin büyümesini, güçlenmesini engelledi Tuğrul Bey Selçuklu Devletinin kurucusu Oğuzların Kınık boyundan Selçuk Beyin torunudur Babasının adı Mikail’dir Muhtemelen 993 yılında doğdu Babası Mikail, gazâ akınında şehit düşünce, dedesi Selçuk’un yanında büyüdü Çocukluğu Cend’de geçti Büyük bir îtinâ ile yetiştirildi Âilesinden dînî ve millî terbiye alıp, mükemmel silâh kullanmasını öğrendi Selçuk Beyin vefâtıyla amcası Arslan Yabgu’nun Selçuklu âilesinin reisliğini almasına, kardeşi Çağrı Bey ile itiraz etmedi Ancak, dedelerinin vefâtından sonra iki kardeş Cend şehrini terk ederek batıya göç ettiler Burada Mâverâünnehir hükümdarı İlek Nasr’ın kendilerine karşı düşmanca siyâseti üzerine, Çağrı Bey ile Karahanlı hükümdarı Buğra Hanın ülkesine gittiler Tuğrul Bey, Karahanlılar ülkesinde hapsedildiyse de, Çağrı Bey, Buğra Han ordusunu yenip pek çok esir aldı Alınan esirler karşılığı, Tuğrul Bey serbest bırakıldı Tekrar Mâverâünnehir’e döndüler Buhara hâkimi Karahanlı Ali Tegin’in aleyhlerine faaliyeti ve yeni durum üzerine Tuğrul Bey çöle çekildi Çağrı Bey de, yeni vatan keşfi için Rum Gazâsına çıktı İki kardeş, Rum Gazâsından alınan ganîmetlerle çok zenginleştiler Arslan Yabgu, 1205’te Gaznelilerce esir alınıp, Hindistan’da hapsedilince, iki kardeş ortak iktidar sistemiyle Selçuklu âilesinin lideri oldu Liderliği, Karahanlı Ali Tegin tarafından şüpheyle karşılanınca, ikili liderlik sistemi yerine amcaları Musa’yı Yabgu yapıp, üçlü iktidar sistemine geçtiler 1034 sonbaharında, Gaznelilerin müttefiki Oğuzlardan Şah Melik, Selçuklulara âni bir baskın yapınca, zayıfladılarsa da, tekrar toplandılar On bin kişilik kuvvet toplayarak, Gaznelilere âit Horasan’a girdiler Gazneli Mesud’un ordusunu 20 Haziran 1035’te Mesâ’da yendiler Gaznelilerle antlaşma yapıp; Nesâ, Ferâve ve Dihistan’ı aldılar Ayrıca, Tuğrul Beye, Gazneli Mesud tarafından hâkimiyet alâmetlerinden olan hil’at, at, menşur ve sancak gönderildi Tuğrul Bey, antlaşmayla, Nesâ’da Gaznelilere tâbi federal bir devlet kurmuş olmasına rağmen, resmî îlânı yoktur Tuğrul Bey ve diğer Selçuklu hânedan mensupları, toprak sâhibi olunca, Oğuz boyları ve kabile reisleri yanlarına akın edip, toplandılar Tuğrul Bey, çok güçlenip, bölgenin nüfûsu artınca; Gazneli Mesud’a önceki üç şehrin dar geldiğini bildirip, 1037’de Merv, Serahs ve Bâverdi'yi de istedi Bu şehirlere karşılık da Gaznelilerin maaşlı askeri olma ve Horasan’daki asâyişi temin etme taahhüdünde bulundular Teklifleri oyalamaya alınınca, Tuğrul Bey, küçük gruplar hâlinde akın harekâtı yaptırdı Çağrı Beyin idâre ettiği akınlarda Selçuklular Cüzcan, Tâlekan ve Faryâb’dan Rey’e kadar harekâtta bulundular Selçuklu akınlarını durdurmak için Gazneli Mesud’un gönderdiği ordu, Serahs yakınında, 1038 Haziranında yenildi Zafer sonrasında toplanan kurultayda Tuğrul Bey, hükümdar îlân edildi Bu kurultay kararı ve 1038 târihi Selçuklu Devletinin kuruluşu olarak kabul edilir Tuğrul Bey Nişapur’da kalıp, Çağrı Bey, Merv’de melikler meliki olarak, askerî harekâtları idâre ederek ordu kumandanlığı yaptı Tuğrul Beyin Nişapur’da istiklâlini îlân etmesi, Gazne’de hoş karşılanmadı Çağrı Bey, 1039 yılında Gaznelilerle iki kere muhârebe yapıp, yenildi Tuğrul Bey ve diğer Selçuklu hânedanları, Gazneli Mesud’un düzenli ordusuna karşı gerilla harpleri yapıp, onları yıprattılar Gazneli Mesud, antlaşma istedi Tuğrul Bey, Gaznelilerin türlü metodlarla Selçukluları Horasan’dan çıkarabileceklerini tahmin ederek, zaman kazanmak ve hazırlıkları tamamlamak için çöle çekildi Sultan Gazneli Mesud’un, 1040 Baharındaki Tûs ve Serahs istikâmetindeki harekâtı üzerine Selçuklular, Tuğrul Beye başvurup, harekete geçmesini istediler Tuğrul Bey, 1040 Mayısında çölden çıkıp, Serhas’ta Gazneli ordusuyla karşılaştı Gazneliler, ot ve yiyecek sıkıntısı çektiğinden Merv’e hareket edince, Tuğrul Beyin kumandasındaki Selçuklular, sağdan ve soldan taarruzla Gaznelileri tâciz ettiler Dandanakan Kalesi önünde yapılan asıl muhârebede Gazneliler bozuldular 23 Mayıs 1040 târihinde kazanılan Dandanakan Zaferiyle, Tuğrul Bey tekrar tahta oturdu Tuğrul Bey zafer sonrasında ele geçen ganimetle zenginleşip, kumandanlara pek çok ihsanlarda bulundu Kurultay toplandı Kurultayda devletin temel stratejisi tespit edilip, plânlar yapıldı Bağdat’taki Abbasî Halifeliğine bağlılık ve hürmet ifâde eden mektup gönderildi Çağrı Beyin, 1060’ta vefâtına kadar, ortak iktidar sistemine göre hareket edilmesine rağmen, devleti temsil yetkisi Tuğrul Beye âitti Tuğrul Bey hükümdarlığını ve Selçukluları maddî güçlerle kuvvetlendirdiği gibi mânevî olarak da Halîfe, âlim ve tasavvuf ehlinden destek alıyordu Tebaasının refah seviyesini yükseltip, orduyu askerî sisteme göre teşkilâtlandırıyordu 1040 Dandanakan Zaferi ve 1043’te devlet merkezini Rey’e taşıması sebebiyle, Bağdat’taki Abbâsi Halîfesi El-Kaim’e tekrar bağlılığını arz etti Tuğrul Beyin Abbasî Halîfesiyle münâsebeti, Sünnî İslâm dünyasında büyük îtibâr kazanmasına sebep oldu Halîfe El-Kaim, Tuğrul Beyin yanına; büyük İslâm âlimlerinden olup, sosyal ve devlet idâresi hakkında Ahkâm-üs-Sultâniye isimli eserin sâhibi olan Maverdî’yi gönderdi Tuğrul Bey, ülkesinde hutbeyi, Abbasî Halîfesi adına okuttu; halîfenin zâlim Büveyhîler ve âsîlere karşı yardım talebini kabul etti Halîfeye bildirdiği arz; samimiyetinin ve temiz itikadının ifâdesi olup, şunları ihtivâ ediyordu: Halîfeye hizmet etmek şerefine kavuşmak, Mekke’de Hac yapmak ve Hac yollarını Bedevîlerin taarruzundan korumak, Suriye ve Mısır’da Fâtimîlerle harp etmektir 1055’te Bağdat’a gelip, hutbede adı okundu Selçuklu Hânedanı ile Abbasîler arasında evlenmeler münâsebetiyle akrabalık kuruldu Halîfe, Çağrı Beyin kızı Hatice Arslan Hatun ile 1056’da evlendi Tuğrul Bey de, Halîfe’nin kızı ile 1062’de muhteşem bir düğün merâsimiyle evlendi Bağdat’tayken zâlim Büveyhîler ve sapık Fâtimîlere karşı mücâdele edip, Musul ve bölgede Selçuklu hâkimiyetini tesis etti Büveyhli hükümdarını öldürerek, Bağdat ve Sünnî âlemini katliam ve tahripten korudu Selçukluların batısındaki Bizans ülkelerine, fetih harekâtı ve akınlarında bulundu Erzurum Hasankale’ye gelip, Malazgirt’i fethetmek istediyse de kışın yaklaşması üzerine, baharda gelmek üzere kuşatmayı kaldırdı Tuğrul Bey, hâkimiyet ve tahrik sebebiyle kendine âsî olan üvey kardeşi İbrâhim Yınal’ın isyânını 1058’de bastırıp, onu cezâlandırdı Tuğrul Bey, devâmlı mücâdeleyle geçen uzun yıllar sonunda çok büyük işler başardı Dünyânın en büyük devletlerinden birini kurup, Türk İslâm âlemine çok hizmeti geçti Mâverâünnehr’den Anadolu’ya, Irak’tan Âzerbaycan ve Kafkasya’ya kadar olan ülkede huzur ve emniyet tesis etti Yirmi sekiz ülkeye kendi hâkimiyetini kabul ettirdi Zirâî, ticârî faaliyet neticesinde, iktisâdî hayat gelişip, refah seviyesi yükseltildi Bizans akınlarında çok ganimet alınıp, büyük gelir elde edildi Devlet teşkilâtı, muazzam şekilde tesis edilip, kuvvetli temeller üzerine oturtuldu Selçuklu Devlet Teşkilâtı, devrinde ve sonra kurulan Türk ve İslâm devletlerine örnek oldu Tuğrul Bey, yirmi beş yıl adâlet, ihsan ve gazâlarla geçen hükümdârlıktan sonra, hastalandı Yetmiş yaşlarında, Rey yakınlarındaki yazlığında, 5 Eylül 1063 târihinde vefât etti Tuğrul Beyden sonra Selçuklu tahtına, yeğeni Alparslan geçti Tuğrul Bey âdil, vakur, cömert, samimi, iyi ve yumuşak huylu bir şahsiyetti Halkı tarafından sevilen bir hükümdar ve ordusunca tam bağlanılan kuvvetli bir kumandandı “Kendime bir saray yapıp da yanında bir câmi inşâ etmezsem, Allahü teâlâdan utanırım” sözü, Tuğrul Beyin duygularını çok güzel ifâde etmektedir |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Şah Abbas Safevî (I Abbas) Safevî şahlarının beşincisi Muhammed Hüdâbende’nin oğlu olup, 1571’de doğdu Safevî şahı olan babası Muhammed Hüdâbende’ye, Herat’ta isyan etti Kazvin’i ele geçirdi 1587’de Safevî şahı olarak tanındı 1588 yılı ortalarında Özbek Hanı Abdullah Han, Safevîlere âit Herat’ı zaptedip Meşhed üzerine yürüdü Şah Abbas, onu durdurmak için Horasan’a hareket edince Osmanlılar, Gence ve Nihavend’i ele geçirdiler Böylece doğuda Özbek, batıda da Osmanlı kuvvetlerinin tehdidi altında kalan Safevî Devletinde, iç isyanlar da görülmeye başladı Ülke içindeki emirler, bağımsız hareket ediyor ve isyan hareketlerinde bulunuyorlardı Şah Abbas, iç isyanları bastırabilmek için, Osmanlılarla anlaşmak istedi Yapılan görüşmelerden sonra, İran’da hazret-i Peygamberin Eshâbına ve halîfelerine hakâretten vazgeçilmesi, Sünnîlere karşı zulüm ve eziyette bulunulmaması ve tarafların ellerindeki yerlerin aynen muhâfazası şartlarıyla bir antlaşma imzâlandı Böylece, Azerbaycan’ın bir kısmı, Şirvan, Gürcistan, Karabağ ve Luristan’ın bir bölümü, Osmanlıların elinde kalıyordu Osmanlılarla yapılan bu barış antlaşmasından sonra Şah Abbas, İran’da başkaldırmış olan emirlerle mücâdeleye girişti Devletin merkezî otoritesini kuvvetlendirince, doğuda Mâverâünnehir Seferine çıktı 1597’de Özbek Sultanı Abdullah Hanı, Herat’ta yendi ve Horasan’dan uzaklaştırdı Böylece, ülkesini huzura kavuşturdu Osmanlılara karşı koyabilmek için devlet merkezini Kazvin’den İsfahan’a nakletti Osmanlıları taklit ederek maaşlı, tüfenkli yeni bir ordu kurdu Şahsevenler adı verilen bu ordunun kaynağını daha çok Gürcü ve Ermeniler meydana getiriyordu Bu hazırlıklardan sonra Şah Abbas, 26 Eylül 1603’te, Basra Körfezi’nde Bahreyn Adalarını alıp, batıda Osmanlı topraklarına göz koydu Safevîlerin, tek başlarına, Osmanlılarla mücâdelesinin imkânsız olduğunu anlayınca, ittifak aradı Doğudaki Özbekler ve Gürcüler, Tebriz’i âni bir baskınla işgal etti Tebriz’deki Osmanlı askeri, iç kaleye çekilip, şehir, Safevîlerin eline geçti Lala Ali Paşa, sefer dönüşü Tebriz’in kuzeybatısındaki Sofyan mevkiinde Safevî baskınına uğradı Şah Abbas, 1500 ile 2500 kadar olan az miktardaki Osmanlı kuvvetleri üzerine süvari kıtalarını gönderip, 15000 kişilik kuvvetiyle, Lala Ali Paşayı yendi Lala Ali Paşa'nın; esir edilmesine rağmen kahramanca müdafaası, Şah Abbas’ın dikkatini çektiğinden, hayâtını kahramanlığına bağışladı Nahcivan ve Erivan da Safevî hâkimiyetine geçti Osmanlılar, devamlı Avrupa cephesinde harplerle meşgul olduğundan, İran cephesiyle bütünüyle ilgilemediler 1671’de, Vezir-i âzam Halil Paşa, Erdebîl Seferi denilen İran Seferine çıkınca, 26 Eylül 1618’de Osmanlı-Safevî Antlaşması yapıldı Şah Birinci Abbas zamânında yapılan bu antlaşmayla; Kars ve Ahıska ile batısı Osmanlılara kalacak; Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Dağıstan beylerine taarruz edilmeyecek; esirler iâde edilecek; İran şâhı her yıl Osmanlıya haraç olarak yüz yük ipek kumaş ve diğer kıymetli eşyâlar gönderecekti Buna rağmen, Şah Abbas, 1624’te Kerbela Haccı bahânesiyle 11/12 Ocak gecesi Bağdat’ı işgâl ettirdi Bağdat’taki Osmanlı devlet adamları, askerleri, âlimleri ve Müslümanlardan binlercesini insanlık dışı fiillerle katlettirdi Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i beytin türbelerini tahrip ettiler Bu katliam ve tahribat üzerine Osmanlılar, Bağdat Seferi hazırlıklarına başladı Serdar-ı Ekrem Hâfız Ahmed Paşa, 11 Kasım 1625 târihinde Bağdat’a gelip, Azamiye Kalesini zaptetti Bağdat, Osmanlı ordusunca kuşatılınca, Şah Abbas, otuz bin kişilik bir imdat ordusuyla bölgeye geldi Bağdat’ta, Osmanlılarla üç defâ neticesiz muhârebe oldu Şah Abbas’tan sonra, Sultan Dördüncü Murad Han (1623-1640) zamânında, bölgedeki üstünlük tekrar Osmanlılara geçti Sultan Dördüncü Murad Han, 1638’de bizzat Bağdat Seferine çıkınca, şehir, 24 Aralık 1638’de teslim alındı Bölgede tekrar adâlet tesis edilip, tâmirat ve îmâr faaliyetleri yapıldı Zâlimliğiyle ün yapan Birinci Şah Abbas-ı Safevî, kırk üç yıl hükümdarlık yaptıktan sonra, 19 Ocak 1629 târihinde Mazenderan’da öldü Yerine torunu Sam Mirza, Birinci Şah Safi adıyla Safevî Şahı oldu Şah Cihan Hindistan’da, Bâbürlüler Devleti hükümdarlarından Cihangir Selim Şahın oğludur 1592’de Lahor’da doğdu Sarayda iyi bir tahsil gördü Şehzâdeliği, önemli devlet hizmetleriyle geçti Ağabeyi Hüsrev Han meselesinden dolayı babasına karşı geldi Askerinin çokluğuna ve babası tarafındaki kumandanların, kalpten kendisine bağlı olmalarına rağmen zafer kazanamadı O zamanın büyük âlimi İmâm-ı Rabbânî’ye giderek, muvaffak olmasına duâ etmesi için yalvardı Büyük İmâm (kuddise sirruh) babasına karşı gelmesine mâni olup, nasihat etti: “Babana git, elini öp, gönlünü al! Yakında vefât edecek, saltanat sana kalacaktır” diye müjde verdi Şah Cihan, emirlerini dinledi ve arzusundan vazgeçti Az zaman sonra, 1637’de, babası vefât edince, Agra’da “Ebü’l-Muzaffer Şihabüddîn” unvanı ile Bâbürlü tahtına çıktı 1630 senesinde Nizamşahları itaat altına aldı ve Darur şehrini ele geçirdi Ertesi sene Devletabad’ı da alarak Nizamşahları ortadan kaldırdı Şiî Kutubşahlar üzerine yürüyerek, hutbede dört halifeyi zikretmeleri ve vergi ödemeleri şartıyla anlaşma yaptı Ahmednagar’ı ele geçirdi Golkonda ve Brezpur gibi Güney Hind Sultanları, Bâbürlü hâkimiyetini tanıdılar Böylece, devletin otoritesini Hindistan’da tamâmen sağladı Bayındırlık işlerine ehemmiyet vererek, tarımın gelişmesini temin etti İngiliz, Portekiz ve Hollandalılara karşı ülkenin menfaatlerini korudu Delhi şehrini îmâr etti ve genişletti Kale, saray, câmi, mescit ve türbeler yaptırdı Hanımlarından birinin Agra şehrindeki mezarı üstüne yaptırdığı Tac Mahal denilen, sanat değeri çok fazla ve süslü türbe, Türk mîmarlık târihinin önemli eserleri arasındadır Şah Cihan, 1657’de hastalanınca, oğulları arasında taht kavgası başladı Evrengzib Âlemgir Şah adındaki oğlu, kardeşlerine karşı üstünlük sağladı ve babasını tahtından indirerek, 1658 senesi Temmuz ayında, Agra’da sultanlığını îlân etti Şah Cihan, Agra şehrinde sekiz yıl daha yaşadı 75 yaşında vefât etti Tac Mahal’de, eşinin yanında toprağa verildi (1666) Şah İsmail I Safevî Devletinin kurucusu Erdebilli Şeyh Safiyyüddin’in torunudur Babası Râfizî Şeyh Haydar, annesi Akkoyunlu Uzun Hasan’ın Katerina Despina adlı hanımından olan kızı Halime Begüm’dür 1487’de doğdu İsmâil-i Safevî diye de bilinir Türklerin Hatay kabilesindendir 1493’te babası Haydar, Şirvan Hükümdârı Sultan Yâkub’un kuvvetleriyle yaptığı muhârebede öldürüldü İsmâil Safevî ve kardeşleri, dayısı Sultan Yâkub tarafından ölümden kurtarılıp, Şiraz Vâlisi Mansûr Bey Purnak’ın yanına gönderildi Şiraz Vâlisi, İsmâil Safevî ve kardeşlerini hapsettirdi Akkoyunlu Rüstem Bey tarafından kurtarılan Şah İsmâil Safevî ve kardeşleri, Erdebil’e gittiler İsmâil, babası Şeyh Haydar’ın müridleri tarafından saklanarak gizlendi Geylan, Gaskar, Rast ve Lâhicân’a gidip, gizlice faaliyette bulundu Babasının müridleri ve dostları, etrafında toplandı 1500’de harekete geçen İsmâil Safevî, Şirvan’a varıp babasının kâtili olan Ferruh Yesâr’ı katletti ve Şirvan’ı aldı 1501’de Âzerbaycan’ı ele geçirdi Akkoyunlulardan Arran ve Diyarbekir Hükümdarı Elvend Beyi, 1502’de mağlup edince Tebriz’e geldi Tebriz’i merkez yaptı ve merasimle taç giyerek “Şah” unvanını aldı Şah İsmâil’in kurduğu devlete ve hanedana, dedesi Safiyeddin Erdebilî’den dolayı Safevîler denildi (Bkz Safevîler) Şah İsmâil, kurduğu devleti, bozuk Râfizî inancıyla teşkilâtlandırıp, yayılma siyâseti tâkip etti Bütün İslâm ülkelerine halife, mürid ve fedâilerini gönderip, alenî ve gizli Safevî propagandası yaptırdı 1503’te Irak-ı Acem, Fars ve Kirman’ı, Kâzaran’ı büyük katliam ve tahriple zaptetti Kâzaran’ı alınca oradaki Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsini kılıçtan geçirdi Bu katliamları, Osmanlı Devletinin tepkisine sebep oldu 1504’te Yezd’i alıp, kışın İsfahan’a geldiyse de Osmanlı-Safevî münasebetleri düzelmedi 1505’te Kazvin’e gelip, Eshâb-ı kirâmdan, büyük mücâhid, Seyfullah lakaplı, Irak Fâtihi Hâlid bin Velid soyundan gelen Hâlidiyyeleri imhâ etti 1507’de Dulkadirli Alâüddevle Beyi mağlup etti Erciş, Ahlat ve Bitlis’i ele geçirip, Elbistan’a kadar ilerledi Diyarbekir Hâkimi Emir Bey, Şah İsmâil’e bağlılığını arz ettiyse de, ekserisi Sünnî olan şehir ahalisi, Safevîler’i kabul etmedi Diyarbekir, uzun mücâdelelerden sonra, Safevî tahakkümü altına girdi 1508’de Bağdat’ı aldı Şehirde büyük tahribat ve katliamlarda bulundu Başta İmâm-ı A’zam Ebû Hanife hazretlerinin Azamiye’deki türbesini ve Ehl-i Beyt’ten, büyük âlim Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin ve daha pekçok Ehl-i beyt, Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kabir ve türbelerini tahriple, Müslümanları katlettirdi Bağdat’a vâli tâyin edip, Abbasî halifeliğini küçültmek için ona “Halifet-ül-hülefâ”, yâni halifelerin halifesi unvanını verdi 1509’da Bakü’yü zaptetti Safevîlerin doğusundaki Sünnî Özbekler, Horasan’ı ele geçirince, Özbek Hanı Muhammed Şeybânî Hana haber gönderip, bölgeden çıkmalarını istedi İsteği kabul edilmedi 1510’da vukû bulan savaşı Safevîler kazandı Esir edilen Muhammed Şeybânî Hanın kafasını kestirip, kafatasını şarap kadehi yaptırdı; derisine de saman doldurarak, zafer alâmeti olarak Osmanlı Sultanı Bayezid Hana gönderdi 1511’de Mâverâünnehir Seferine çıktı Belh dâhil Mâverâünnehir’deki birkaç şehri antlaşmayla alıp, Irak’a döndü Şah İsmâil, bizzat katıldığı seferlerle hâkimiyetini genişletirken, İslâm ülkelerine gönderdiği dâî denilen halifelerine de Safevî ideolojisini propaganda ettirip taraftarlarını çoğaltarak, Râfiziliği yaydırıyordu Anadolu’daki dâîlerinden Şeytan Kulu da denilen Şah Kulu Baba Tekeli de Güney Anadolu’da faaliyet gösterip, Safevî propagandası yapıyordu Şah Kulu, on beş bin kişilik silâhlı kuvvet toplayıp Sultan İkinci Bayezid Han (1481-1512) zamânında, 1511’de isyân etti Konya ve Kütahya civârında pek çok tahribatta bulundu Üzerine gönderilen kuvvetleri bozdu Sivas yakınındaki Gedik Hanı mevkiinde, Vezir-i âzam Hadım Ali Paşa tarafından öldürüldü Taraftarları İran’a sığındı Şah Kulu’nun taraftarları, yolda kervan soygununa katılınca, Şah İsmâil bunları cezâlandırdı 1512’de, Emir Ahmed İsfehanî’yi, Mâverâünnehir Seferine gönderdi Safevî ordusu, Özbeklere yenildi Özbekler, Horasan’ı tekrar ele geçirdiler Şah İsmâil, bizzat Horasan’a gidip, bölgeyi tekrar Safevî hâkimiyetine aldı Safevîler, Osmanlı Devletinin aleyhine Mısır Memlûkları ve Hıristiyan âlemiyle iyi münâsebette bulundular Sünnî Özbek Hanı Ubeyd Han, babası Muhammed Şeybânî Hanı katledip, kafasını şarap kadehi yapan Şah İsmâil’e karşı Osmanlı Sultanı Selim Handan yardım isteyip, ittifak teklif etti Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520), bu talep ve teklifle Râfizi meselesini halletmek için, Şah İsmâil’e, ağır ithamlar bulunan arka arkaya üç mektup gönderdiyse de, Şah bunlara hiç cevap vermedi Osmanlılar, 1514’te İran Seferine çıkınca, Sultan Selim Han, İstanbul’dan Doğu Anadolu’ya kadar gelmesine rağmen, Şah İsmâil meydana çıkmadı Şah İsmâil’e gönderilen son mektupta, Sultan Selim Han, Safevî Şahı için ağır ifâdeler kullanınca, Çaldıran Meydan Muhârebesine çıkmak zorunda kaldı Bu nâmede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri muhârebe için düşman ordusu aramasına rağmen meydana çıkan olmadığı, pâdişâhların ellerindeki memleketlerin nikâhlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu nâmahreme (yabancıya) çiğnetmeyeceğinden bahsedilerek; Şah İsmâil’e miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giymesi tavsiye edilerek, ayrıca kadın elbiselerinden hırka, şal ve çarşaf gönderildi Şah İsmâil bu ağır ifâdeli nâme ve elbiseler üzerine, devrin en büyük devleti Osmanlılarla muhârebeyi kabul etmek zorunda kaldı 23 Ağustos 1514 târihinde meydana gelen Çaldıran Meydan Muhârebesinde, Şah İsmâil ve Safevî ordusu, Osmanlı ordusu ve Sultan Selim Hana bir gün bile mukâvemet edemedi Çaldıran’da, Safevî ordusu, Osmanlı teknik üstünlüğü ve kuvvetli îmânı karşısında eriyip gitti Şah İsmâil; tahtını, tacını ve hatununu muharebe meydanında bırakıp, kaçtı (Bkz Çaldıran Muhârebesi) Tebriz’e çekildi Mağlubiyet üzerine, teselliyi içkide aradı Kendini bütünüyle içkiye verip, zevk ve eğlenceye düşkün, sefih bir hayat yaşadı Özbekler, Horasan’a tekrar sâhip oldular Şah İsmâil, içki ve zevk âleminde günlerini geçirirken, Safevî devlet adamları harekete geçti Bebek yaştaki oğlu Tahmasb Safevî, atabeg îlân edildi ve Emir Sultan Han da yardımcı tâyin edildi Şah İsmâil, sefâhat âlemindeyken, Osmanlıya karşı kini azalmadı Alman İmparatoru Şarlken’e mektup gönderip, Osmanlı Devletine karşı yardım ve ittifak talebinde bulundu Fakat Şah İsmâil Safevî; tahriki sonucunda Osmanlı Devletine karşı Hıristiyan âleminin çıkardığı ordunun, 1526’da Mohaç’ta mağlubiyetini göremedi Şah İsmâil, 23 Mayıs 1524’te Âzerbaycan’ın Serâb şehrinde öldü Cenâzesi Erdebil’e getirilip, Şeyh Safi’nin yanına gömüldü Cesur, intikamcı ve zevkine düşkün olan Şah İsmâil’in, aynı zamanda Türkçe, Farsça ve Arapça şiirleri mevcuttu Hece ve aruz vezninde şiirlerin toplandığı Dîvân’ından başka, Deknâme’si de vardır Şah İsmail II Safevî şahlarının üçüncüsü Şah Tahmasb’ın oğludur Gençliğinde, babası Şah Tahmasb (1524-1576) zamânında uzun yıllar hapis yattı Kahkaha Kalesindeki mahkûmiyeti sırasında, Safevî şahı babası Tahmasb 1576’da ölünce, kızkardeşi Perihan vâsıtasıyla hapisten kurtarıldı İktidar yolu açıldı Rumlu (Anadolulu) Avşar ve Tekeli gibi Türk oymaklarının desteğiyle kardeşi Haydar Mirza’yı öldürüp, İkinci Şah İsmâil-i Safevî adıyla 22 Ağustos 1576’da Safevî tahtına geçti Sünnî olup, Şâfiî mezhebindeydi İkinci Şah İsmâil, Safevî Şahı olmasıyla iktidarını kuvvetlendirme faaliyetini başlattı Safevî devlet kadrosunu sarmış sapıklara karşı temizlik hareketine başladı Kendi adamlarını devlet kadrolarına tâyin etti Râfizîliği yasaklayıp, Sünnîliğini ilân etti Devlet kadrosundan uzaklaştırdığı memurlar ve sapıklar, aleyhine propaganda başlatıp, devlete isyan ettiler Bunlardan, tespit ettiği, Şah Tahmasb’ın adamlarından ve askerlerden otuz binini cezâlandırdı Ehl-i beyt, Eshâb-ı kirâm ve İslâm âlimlerine küfür ve kötülemeleri ortadan kaldırdı Câmilerde halîfe hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osman’ın kötülenmesini yasakladı Müslümanlara hürriyet tanıdı Âdil unvanını aldı Doğu Anadolu’daki, Osmanlı Devletine tâbi emîrlerin teveccühünü kazandı İkinci Şah İsmâil Safevî, ülkesinde, kısa zamanda büyük hizmetler ve icraatlar yaptıysa da, doğru yoldan ayrılmış Safevîlerin düşmanlığını kazandı 24 Kasım 1577’de zehirletilerek, bir rivâyete göre de Safevî askerlerinin isyânı üzerine şehit edildi Safevî tahtına, kardeşi Muhammed Hüdâbende geçti Şahruh Mirza Timurlu hükümdarlarının ikincisi Timur Hanın oğludur 20 Ağustos 1377 târihinde Semerkant’ta doğdu Küçüklüğünden îtibâren dînî, siyâsî ve askerî tahsil, terbiye ve eğitim görerek yetiştirildi Timur Hanın Kıpçak Seferinde merkezde kalıp, on üç yaşında devleti idâre etti 1392’de Kal’a-i Sefid Muhâsarasına katılıp düşman reisini öldürerek üstün muvaffakiyet gösterdi 1393’te Semerkant’la havâlisinin vâliliğine tâyin edildi Horasan, Sistan, Mazenderan vâlisi sıfatıyla 1396’da İran, Suriye ve Anadolu Seferine, 1402’de Ankara Muhârebesine katıldı Timur Hanın 1405’te vefât etmesinden 1409’a kadar Horasan vâlisi kaldı 1409’da, Timurlu hükümdârı oldu Hânedan mensuplarıyla uzun süren saltanat mücâdelesinde bulundu (Bkz Timur İmparatorluğu) 1415’te, bütün Timurlu ülkesine hâkim oldu Hindistan, Şahruh’un yüksek hâkimiyetini tanıdı 1420’de, Âzerbaycan Seferine çıkarak, Karakoyunluları bozguna uğrattı Sultaniye ve Tebriz ele geçirildi Bu sırada Deşt-i Kıpçak’ta, Moğolların baş kaldırmaları üzerine oğlu Uluğ Bey, sefere çıktı Moğollara üst üste ağır darbeler indirdikten sonra Semerkand’a girdi Şahruh, 1428’de Karakoyunlu İskender’in Sultaniye’yi ele geçirmesi üzerine, İkinci Âzerbaycan Seferine çıktı Urmiye Gölünün batısındaki Selman Ovasında, İskender komutasındaki Karakoyunluları bir kere daha bozguna uğrattı Bu zafer neticesinde, Anadolu ve Mısır yolları Çağataylara açılmış oluyordu Nitekim bu îtibârla Venedikliler, Osmanlılara cephe almışlar ve Şahruh’u, Osmanlılar üzerine çekmeye çalışmışlardır Ancak, dindar pâdişâh, Hıristiyanlarla cihad içinde bulunan Osmanlılarla, bir harbe girmeyi uygun görmeyerek Herat’a döndü Şahruh’un saltanatının son yılları, huzur içinde geçti 12 Mart 1447 târihinde, Rey eyâletinde bulunan Peşâver’de vefât etti İslâm âlimi ve astronom olan oğlu Uluğ Bey, Timurlu hükümdarı oldu Şahruh, üstün kumandanlık, hükümdarlık yanında güzel ahlâk sahibiydi Vakarlı, iyi ve yumuşak huyluydu Affetmeyi severdi Ülkesinin îmârına çalışıp, iktisâdî refah seviyesini yükseltti Mâverâünnehir’in îmârını başlattı Merv şehrini yeniden inşâ ettirdi Murgab Suyunun eski yatağı ve bendlerini yeniden tanzim edip, zirâî mahsulün artmasını sağladı Âlim ve sanatkârları koruyup, himâye etti Muhteşem bir kütüphâne yaptırıp, âlimleri Herat’ta toplamaya çalıştı Kendisi de ilme meraklı olup, şâir ve sanatkârdı Devrinde Molla Câmî, oğlu Uluğ Bey, Seyyid Nimetullah Kirmanî, Enverî gibi âlim ve şâirlerle Nizameddin Şâmî, Şerefeddîn Ali Yezdî, Fasihî ve Abdürrezzak Semerkandî gibi târihçiler ve coğrafyacı Hâfız-ı Ebru yaşayıp, kıymetli eserler verdiler |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Selahaddin Eyyubî Eyyûbîler Devletinin kurucusu Künyesi, Melik Nâsır Ebû Muzaffer Yûsuf bin Eyyûb bin Şâdî’dir 1137’de Tekrit’te doğdu Babası Necmeddîn Eyyûb; Âzerbaycan’da Erivan’ın Devin kasabasındaki Hazbânî kabîlesine mensup olup, Büyük Selçuklu Sultânı Mesud Şâhın Tekrit muhâfızıydı Selâhaddîn Eyyûbî’nin çocukluğu, babasının muhâfızlığını yaptığı Tekrit ve Baalbek’te geçti Tekrit, Baalbek ve Şam’da yetişip, iyi bir tahsil ve terbiye gördü Baalbek ve Şam’dayken, babasıyla berâber, Selçuklu atabeklerinden Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin yanında Haçlılara karşı yapılan muhârebelere katıldı Muhârebelerde cesâret ve yiğitliğiyle dikkat çekti On yedi yaşındayken, Atabek Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin sarayına alındı Böylece devlet teşkilâtı ve idâresini de mükemmel bir şekilde öğrendi Bu sırada, babası Necmeddîn, Şam, amcası Şirkûh da Humus vâliliğine getirilmişti Nûreddîn Zengî, 1162’de Mısır’la ilgilenmeye başladı Komutanı Şirkûh’u Haçlılara karşı savaşması için Fâtımî halifesi El-Adid’in hizmetine verdi Selâhaddîn’i de yardımcısı olarak onun yanına kattı Sirkûh emrindeki askerler ve yeğeni Selâhaddîn’in yardımıyla Mısır’da kısa sürede sükûneti sağladı, isyan eden birlikleri bastırdı ve idâreyi eline geçirdi 18 Ocak 1169 târihinde îdâm edilen vezir Şaver’in yerine Şirkûh Mısır-Fâtimî vezîri oldu Ancak Şirkûh’un da çok geçmeden vefât etmesi üzerine Selâhaddîn Eyyûbî, 26 Mart 1169’da, Halîfe El-Adid tarafından amcasının yerine vezîr tâyin edildi Böylece Selâhaddîn Eyyûbî, bir taraftan Nûreddîn Zengî’nin ordu kumandanı, diğer taraftan Fâtımî vezîri oluyordu Onun gerçekte emir aldığı makam ise Nûreddîn’di ve Fâtımî halifesine sâdece şeklen bağlıydı Selâhaddîn Eyyûbî, bundan sonra icrâatlarında gâyet siyâsî hareket edip, devlet kadrolarına iş bilir ve kâbiliyetli memurlar tâyin etti Saray, halk, kumandanlar, komşu ve İslâm devletleriyle münâsebetlerini gâyet iyi tutmaya çalıştı Selâhaddîn Eyyûbî’nin icrâatları Mısırlı ve Sûdanlı Şiî askerlerin isyânına sebep olduysa da bastırıldı Böylece Fâtımî sarayında idâreye tam mânâsıyla hâkim oldu Selâhaddîn Eyyûbî’nin Mısır’daki icrâatları, başta Papalık olmak üzere, Haçlıları telaşlandırdı Selâhaddîn Eyyûbî’nin Fâtımî veziri olmasıyla, Müslümanlara karşı ittifâk sistemi bozulan Kudüs’teki Frank Haçlıları, Ortadoğu hâkimiyetlerini tehlikede gördüler Selâhaddîn Eyyûbî’yi ortadan kaldırmak üzere Kudüs’teki Haçlılara Avrupa’dan ve Bizans’tan takviye kuvvetler geldi Selâhaddîn Eyyûbî ise, Frank ve Haçlılarla âsî Mısırlılara karşı Selçuklu Atabeği Nûreddîn Mahmûd Zengî’den yardım istedi 1170 yılında Mısır’a saldıran Haçlılara şiddetle karşı koyup, geri çekilmeye mecbur bıraktı 1171’de, Kızıldeniz sâhilindeki liman şehri Eyle’yi fethetti Atabeg Nûreddîn Zengî’nin isteğiyle 1171’de, Cumâ Hutbesini, hasta Şiî Fâtımî Halîfesi Âbid adına değil de Bağdat’taki Abbâsî Halîfesi adına okuttu Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Mısır’da Abbâsî Halîfesi adına hutbe okutması, Müslümanları çok sevindirdi 1171’de, Fâtımî Halîfesi Âbid öldü Bundan sonra Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır’da idâreyi bütünüyle ele aldı Abbâsî halîfesi, Atabeg Nûreddîn Zengî’ye kumandanlarından Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin muzafferiyetleri üzerine kıymetli hil’atler gönderdi Nûreddîn Zengî de, hil’atleri halîfenin elçilik heyetiyle berâber, Selâhaddîn Eyyûbî’ye gönderdi Mısır’daki iktidâr değişikliği, Haçlıların tekrar harekete geçmesine sebep oldu 1173’te Sicilyalı Normanlar, kuvvetli bir donanmayla, İskenderiyye’ye çıkarma yaptılar Selâhaddîn Eyyûbî, Norman çıkarmasına karşı, üç gün devâm eden şiddetli kara muhârebesi yaptı Sâhile çıkan bütün Normanlar, öldürülüp, pek çok ganîmet alındı 1174 yılında, Sultan Nûreddîn vefât etti ve Suriye’de iç karışıklıklar başladı Bu durumdan istifâde etmek isteyen Kudüs Kralı, Humus’u kuşattı Selâhaddîn, derhâl Humus önlerine geldiyse de, Haçlılar şehri zaptetmişlerdi Selâhaddîn Eyyûbî’nin başarılarını gören Abbâsî Halîfesi, 1175’te saltanatını tasdik etti Böylece, 1169’da Fâtımî vezîri, 1171’de Mısır Hâkimi, 1175’te de istiklâlini îlân ederek, Sultan unvânını alan Selâhaddîn Eyyûbî, 1176’da Şiî Fâtımîlerin bölgedeki son izlerini de ortadan kaldırdı Fâtımîlerin hâkim oldukları topraklarda, kuvvetli bir idâre kurdu Devlet teşkilâtı, memleket îmârı, mektep ve medrese tahsilinin üzerinde durarak, teşvik ve tatbikâtını yaptırdı Sapık fikirleri kaldırıp, hak ve orta yol olan Sünnîliği yaymaya başladı İcraatlarında muvaffak oldu Fâtımîlerin, bölgeye yaydığı fikirlerin önüne geçip, Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasına hizmet etti Kâhire Kalesinin inşâsını başlattı 1177 Kasımında, Haçlılara karşı, Filistin Seferine çıktı Gazze ve Askalan’ın askerî mevkilerini tahrip etti Eyyûbî askerleri, ganîmet için dağılınca, Haçlılar fırsatı değerlendirdiler Kerek Kontu Renaud kumandasında toplanıp, Eyyûbî ordusuna büyük bir darbe vurup, Selâhaddîn Eyyûbî’yi öldürmek istediler Selâhaddîn Eyyûbî, Haçlıların niyetini anlayıp, ordusunu topladı 25 Ekim 1177 târihinde Remle’de, Haçlılara kesin darbeyi indirdi Ancak, çok istediği hâlde Kudüs’ü alamadı 1178 ve 1179’da, Haçlılar üzerine harekâtını şiddetlendirdi Eyyûbî kumandanları, pek çok Haçlı reisini esir aldılar Selâhaddîn Eyyûbî, 1179 yazında Şeria Nehri kıyısında, Yâkub Köprüsü yanındaki, Haçlıların Yâkub Geçidi Kalesini fethetti 1180’de Haçlılar, iki yıllığına mütâreke istedi Kabul etti Haçlılar mütârekeye uymadılar Mısır’a giden kervanlara saldırdılar Mısır’ın İslâm ülkeleriyle olan ticâretini engelleyip, Eyyûbîleri iktisâdî yönden çökertmek istediler Selâhaddîn Eyyûbî, Suriye’de de hâkimiyet kurmak için, 1183 yazında Halep’i zaptetti Elcezire’yi aldı Eyyûbîlerin Suriye harekâtı, Haçlıları telâşlandırdı Eyyûbî hâkimiyeti sâhasında sıkışıp kalmak tehlikesinin önüne geçmek istediler Trablus Kontu III Raymond’un dört yıllık antlaşma isteğiyle mütâreke yapıldı Haçlılar, antlaşmaya yine uymadılar Kerek Kalesi yakınından geçen büyük bir ticâret kervanına saldırdılar Selâhaddîn Eyyûbî, Haçlılardan bu tecâvüzün ziyânını karşılamalarını ve tazminat vermelerini istedi Kabûl etmemeleri üzerine, sefere çıkıp, 1180 Şubatında Kerek bölgesini zaptetti Ticârî kervan tecâvüzünü, Haçlılara fazlasıyla ödettirdi Selâhaddîn Eyyûbî, Ortadoğu’da çıbanbaşı olan Haçlıları bölgeden atmak için, 1180’de büyük bir faaliyet içine girdi Mısır’dan kuvvet topladı Suriye’den de asker toplanmasını istedi Haçlılar, meselenin ciddiyetini anlayıp, büyük ordu topladılar Kudüs Kralı Guy, yirmi bin kişilik, diğer Haçlı kral, prens, kont ve kumandanları, toplayabildikleri kuvvetleriyle, Sefûriye’de mevzi aldılar Selâhaddîn Eyyûbî, 1187 yazında Taberiye Gölü sâhiline geldi 1187 Temmuz başında, Taberiye şehrini fethetti Kale’deki Haçlı kuvvetleri, karşı koyup Eyyûbîleri susuz bırakarak, güç duruma düşürmek istediler Trablus Kralı Raymond’un, kalede müdâfaa isteği, diğer Haçlılar tarafından Eyyûbîlerle ittifak etmekle suçlanmasına sebep oldu Haçlılar, Selâhaddîn Eyyûbî’ye hücum etme kararı aldılar Selâhaddîn Eyyûbî, Hattin’e gelen Haçlıları, büyük bir bozguna uğrattı Haçlı kral ve ileri gelen reislerinin çoğunu esir aldı Yıllardan beri Müslümanlara çok zulüm eden Haçlı kumandanlarını cezâlandırdı Hattin Zaferi sonunda Akka, Nâsıra, Nablus, Hayfa, Cinin ve Arsuf şehirleri ele geçirildi Bunları Tıbnîn, Sayda Cübeyl ve Beyrut’un fetihleri tâkip etti Selâhaddîn Eyyûbî, 1187 Temmuzunda kazandığı Hattin zaferi sonunda, Filistin’deki fetihlere rağmen durmadı İleri harekâta devam etti Birinci Haçlı Seferinden (1096-1099) beri Haçlıların işgâlindeki Kudüs şehrini hedef tâyin ederek, yola çıktı 1187 Eylülünde Beytullah, Asariya ve Zeytindağı’nı zaptetti Kudüs’e gelip, şehrin batısında karargâh kurdu Haçlılar, müdâfaayı bu istikâmette kuvvetlendirince, Kudüs’ün kuzeyinden de muhâsarayı başlattı Mancınık kullandı Eyyûbîlerin muhâsarasına dayanamayan Haçlılar, 1187 Eylül ayı sonunda teslim oldu Selâhaddîn Eyyûbî, Kudüs şehrini teslim alınca; Birinci Haçlı Seferi sonunda, Haçlıların, Müslümanları câmilerde genç, ihtiyar, çocuk, kadın, erkek ayırt etmeksizin öldürüp, sokaklardan akan kan, atların karnına yükseldiği gibi, hunharca katliam yaptırmadı Zengin Haçlıları ve Hıristiyanları, kurtuluş akçesiyle serbest bırakıp, fakirlerini affetti Kudüs’te kalmak isteyenlere de, cizye ödemek şartıyla müsâade etti Kudüs’ün, 89 yıl sonra tekrar Müslümanların eline geçmesi, İslâm âlemini çok sevindirdi Selâhaddîn Eyyûbî’nin, zaferine İslâm memleketlerinde şükran ifâdesi olarak dînî merâsimler yapıldı Bütün Müslümanların gönlünde taht kurdu Haçlıların tahrip ettiği şehri, yeniden îmâr etmeye başladı Kudüs’ün mübârek makamları, evler ve Mescid-i Aksâ ile Kubbetü’s-Sahra’yı tâmir ettirdi Şehirde hastane, mektep ve medreseyle sosyal tesisler yaptırdı Eyyûbî emirleri de Kudüs’te pek çok sosyal tesisler ve nâdide binâlar inşâ ettirip, şehri îmâr ettiler Haçlı katliam ve tahribatının izlerini silmeye çalıştılar 1188 yazında Lâzkiye, Cebele ve Busra’yı zaptetti Antakya’yı kuşattıysa da, kralı mütâreke istedi Mütârekeyi kabul ederek, 1189 yılının Ocak ayı ortasına kadar Safed, Kevkeb, Kerek ve Şevbek’i fethetti Selâhaddîn Eyyûbî’nin Haçlılara karşı mücâdelesi sonunda, Kudüs elden çıkınca, Papalığın propagandasıyla Avrupa kıtası ve Hıristiyan âleminde, Müslümanlar üzerine sefer hazırlığı başlandı Papa III Clemens’in teşvikiyle Fransa, İngiltere kralları ile Almanya imparatoru kumandasında Eyyûbîler üzerine Üçüncü Haçlı Seferi (1189-1192) yapıldı Fransa Kralı Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar, deniz yoluyla Filistin’e sâhilden gelip, Sur’da karaya çıktılar Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs fethinden sonra, serbest bıraktığı Haçlı kumandanları ihânet etti Fransa ve İngiliz kralının kumandasındaki Haçlı kuvvetlerine kılavuzluk ederek, devrin en meşhur askerî harekâtlarından olan Akka Muhâsarasını başlattılar Akka Muhâsarası, karadan ve denizden devam etti Eyyûbîler, karadan Haçlıları çok zor durumlara düşürüyorlarsa da, deniz yoluyla Avrupa’dan devamlı yardım almaları onların dayanmalarını uzatıyordu Akka Muhâsarası, 1191 yazına kadar devam etti Antlaşma müzakereleri devam ederken, Haçlılar, üç bin kişi katlettiler Kudüs’ün teslimini istediler Selâhaddîn Eyyûbî’nin cesurâne ve kahramanca mücâdelesi, Haçlıları akıl almaz icraatların içine düşürdü İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar, kızını Kudüs Hâkimi Âdil’e, onun oğlu Melik Kâmil’e de şövalyelik pâyesi verdi Selâhaddîn Eyyûbî, bütün Avrupa’nın ve Hıristiyan âlemin seferber edilerek toplandığı orduya, 1192 Kasımına kadar devam eden uzun muhârebelerle karşı koydu İngiliz Kralı Arslan Yürekli Rişar, Eyyûbîlere esir düştü Selâhaddîn Eyyûbî, Hıristiyanlara karşı büyük bir âlicenaplık gösterdi Arslan Yürekli Rişar’ı serbest bıraktı Hıristiyanların mübârek makamları ziyâretine müsâade etti Hıristiyan âlemin bütün imkânlarını seferber ederek hazırladığı Üçüncü Haçlı Seferi, dördüncü yılın sonunda, hezimetle neticelenip, geri döndüler Selâhaddîn Eyyûbî, Üçüncü Haçlı Seferi sonunda, Filistin’deki hâkimiyetini kuvvetlendirdi Kudüs’ü tahkim ettirip, Suriye’ye gitti Selâhaddîn Eyyûbî, 1193 kışı Şubatında hastalandı On dört gün hasta yattı 4 Mart 1193 târihinde, 56 yaşında- Şam’da vefât etti Kabri Şam’da Medresetü’l-Aziziye’dedir Yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayâtı, hep İslâmiyete hizmetle geçmiştir Târihte pek nâdir yetişen şahsiyetlerden biriydi Sultan Selâhaddîn, ilme çok değer verir, âlimleri himâye ederdi Yüksek insânî meziyetlere sâhip, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsâmahakâr bir hükümdârdı Ülkesine her taraftan, ilim sâhipleri gelir, verdikleri derslerle insanlara hizmet ederlerdi Onun zamânında, Şam medreselerinde ders veren altı yüzden fazla fakih (fıkıh, din, ilimleri üstâdı) vardı Tabipler, edebiyâtçılar, şâirler, matematikçiler, kimyâgerler, mîmârlar ve diğer ilim sâhipleri memleketin gelişmesi için canla başla çalışırlardı Selâhaddîn Eyyûbî, komutan ve memurlarıyla bir arkadaş gibi samîmî olarak konuşur, yumuşaklıkla muâmele ederdi Bundan dolayı herkes, fikrini ve arzusunu çekinmeden söylerdi Zamânında yetişen âlimlerden İmâdüddîn el-Kâtib onun hakkında şöyle demektedir: “Sultan ile oturan bir kimse, onunla oturduğunun farkına varmaz, bir arkadaşıyla oturuyor zannederdi Anlayışlı, dînine bağlı, temiz, hatâları affeder, kusûrları görmezlikten gelir ve kızmazdı Asık suratlı durmaz, dâimâ tebessüm eder vaziyette olurdu Bir şey isteyeni, boş çevirdiği görülmezdi Herkese çok nâzik davranır, kimseye kaba hareketlerde bulunmazdı Söz verdiği zaman yerine getirirdi” Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin de onun hakkındaki sözleri şöyledir: “Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi heybetli bir kimse olarak gördüm Sözleri, kalplere tesir ediciydi Yanına ilk girdiğim gece, meclisini âlimlerle dolu gördüm Her biri çeşitli ilimlerden konuşuyorlardı Sultan’ın yakınları, onu kendilerine örnek alıyorlar, iyilikte yarış ediyorlardı Müslüman olsun, kafir olsun herkes Sultan’ı çok seviyordu Onun ölümüyle, insanlar hakîkî bir babayı kaybettiler, ölümüne üzülmeyen kimse kalmadı” Selâhaddîn-i Eyyûbî, düşmana karşı da, İslâmiyetin adâlet ve ihsân kurallarından hiçbir zaman ayrılmazdı Haçlılar, esir Müslümanları kılıçtan geçirdiği zaman, elindeki Hıristiyan esirlere, İslâmiyetin emrettiği şekilde güzel muâmelede bulundu Hiçbir zaman onlar gibi yapmadı Ilık su istediği hizmetçisinin önce kaynar, sonra da buz gibi soğuk su getirmesi karşısında bile onu azarlamayıp; “Sübhânallah! İstediğimiz gibi bir su dahi içemeyeceğiz” demekle yetindi Mısır ve Kudüs’ü fethedip, hazînelere sâhip olduğu hâlde, ömrü boyunca bir asker gibi yaşadı Lüzumsuz hiçbir şeye harcama yapmayıp, parayı zarûrî ihtiyaçlara ve askerî malzemelere sarf etti Öldüğü zaman, cebinden bir altın ile birkaç gümüş para çıktı Çok cömertti Akka Muhâsarası için geldiğinde, on binden ziyâde atını askerlerine dağıttı ve binecek bir ata muhtâç kaldı Çok cesûrdu Baştan başa çelik zırhlarla kaplı olan Haçlıları, göğsü açık, îmânlı bir grup askeriyle perişan ederdi Hattâ bir defâsında da; “Et iken demirle çarpışıyoruz, yüz olursak, karşımıza bin düşman çıkıyor, kaleler ateş saçıyor, denizler düşman kusuyor” demekten kendini alamadı Yaptığı bütün harplerde, askerlerinin sayısı, düşmandan dâimâ azdı Bütün muhârebelerini, İslâmiyeti yüceltmek ve Müslümanları, Haçlıların zulmünden korumak, devletini düşman çizmesinden muhâfaza etmek için yaptı İlme ve ilim sâhiplerine çok ehemmiyet veren Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır Sultânı olunca, Şâfiî, Mâlikî, Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre tedrisat yapan medreseler yaptırdı Kâhire, Şam, İskenderiye gibi şehirler, birer ilim merkezi oldu Kendisinden önce yapılan pek çok câmiyi tâmir ettirdi Haçlılar tarafından saray hâline getirilen Mescid-i Aksâ’yı yeniden câmi hâline getirdi Mihrâbını ve birçok kısımlarını, mermer ve mozaiklerle kaplattı Sultan Nûreddîn’in Halep’te inşâ ettirdiği, meşhur Âgah Minberini de getirtip, câmiye yerleştirdi Selim Han II Osmanlı pâdişâhlarının on birincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş altıncısı Kânûnî Sultan Süleyman Hanın oğlu olup, 28 Mayıs 1524 senesinde, Hürrem Haseki Sultandan doğdu Şehzâdeliğinde, mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü Devlet idâresi ve teşkilâtını iyice öğrenmesi için, Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde sancak beyliği yaptı Vâlilik yıllarında tahsile devâm edip, bilgi ve kültürünü arttırdı Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip oldu İlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu Sultan Süleyman Han (1520-1566), Macaristan seferine çıkıp, Zigetvar Kalesinin fethi öncesinde vefât edince, Pâdişâhın ölümünü gizli tutan Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa, veliaht Selim’e haber göndererek saltanata dâvet etti Bu sırada Kütahya Sancakbeyliğinde bulunan Selim Han, süratle İstanbul’a gelerek, 30 Eylül 1566 târihinde tahta çıktı Sultan Selim Han, Osmanlı pâdişâhı olmasıyla, devlet idâresine ve orduya ehil devlet adamları ve kumandanlar tâyin edip, eskilerden bir kısmını da yerinde bıraktı Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşayı vazîfesinde bırakması, devlet idâresi ve îmâr faâliyetlerinin devâmında isâbetli oldu 22 Haziran 1567’de Edirne’ye geçen Selim Han, burada çeşitli devletlerin elçilerini kabul etti Bu elçilerden özellikle zamânın kudretli devletleri sayılan ve çok değerli hediyelerle gelen Avusturya ve Almanya elçileri, dikkat çekiyordu Çünkü Osmanlı Devleti, Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücâdele hâlinde bulunmuş ve her iki devlet de, Osmanlı Devletinin askerî kuvvet ve kudreti karşısında kaybolup ezilmişti Şimdiyse yeni bir hükümdar tahta geçiyordu İki devletin en büyük endişesi ve merâkı, yeni hükümdârın güdeceği siyâsetti Dedesi Yavuz Selim Han gibi, bir doğu siyâseti tâkip ederek İran üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa yakasına mı yüklenecekti? Her iki devlet de, en azından yeni Sultanın siyâseti belli oluncaya kadar, Türk ordularını kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için, Osmanlı Devletiyle derhâl bir sulh akdine, büyük ehemmiyet vermekteydi Selim Han, uzun görüşmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yıllığına antlaşma imzâladı (17 Şubat 1567) Buna göre, Kânûnî’nin Zigetvar Seferinde fethettiği yerler, Osmanlı Devletinde kalacak, Avusturya İmparatoru her sene,Osmanlı Devletine 30000 Macar altını vergi verecekti Ayrıca, iki devlet de birbirlerinin haklarına riâyet edecekler ve sınır boylarına saldırılarda bulunmayacaklardı Bu arada iki devlet arasında çıkması muhtemel hudut anlaşmazlıkları, Osmanlı Devletinin Budin, Avusturya’nın da Macaristan vâlisi arasında görüşülüp hâlledilecekti Avusturya ile antlaşma imzâlayan Selim Han, birkaç gün sonra da İran elçisi Şahkulu Hanın, Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde imzâlanan Amasya Sulhünün yenilenmesi ricâlarını kabul etti Bu sırada Yemen’de, Zeydî İmâmı Topal Mutahhar’ın ayaklanması ortaya çıktı Kısa zamanda bu ülkenin hemen tamâmı isyâncıların eline geçti Topal Mutahhar, sâhile kadar inip Muhâ’yı aldı Osmanlı kuvvetleri Zebîd’de zorlukla tutundular İmâm Mutahhar, Zebîd’i de sıkıştırmaya başlayınca, Osmanlı birlikleri, çok kötü bir vaziyete düştüler Bu durum üzerine, Yemen’e önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve ordudan Koca Sinân Paşayı serdâr olarak gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden devlete bağlılığını sağladı Yemen meselesi çıktığı yıllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu arasında bulunan Sumatra adası, Malaka Yarımadası ve bir takım küçük adalara hâkim olan Müslüman Açe Sultanlığından bir elçi gelmişti Uzun yıllardan beri Hind Denizinde faaliyette bulunan Portekizliler, çok zengin tabiî kaynaklara sâhip olan bu adalara göz dikmişler ve Açe Müslüman Sultanlığının istiklâlini tehdit etmeye başlamışlardı Açe Sultanı Alâeddîn Şâh, devrin cihân devleti ve bütün Müslümanların hâmisi durumunda olan Osmanlı Devletinden top, topçu, silâh ve askerî mütehassıslar ve bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu Fakat, bu sırada Yemen İsyânı çıktığından, yardım geciktirilmişti Selim Han, 1569’da bu uzak sefer için, Kızıldeniz Kaptanı Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis’i memur etti Bu değerli amirâl, Zeydîlerin eline geçen Aden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir filoyla hareket etti Berâberinde muhtelif usta, birçok top, asker, silâh, mühimmat ve yüzlerce gönüllü levend ve topçuyu Açe Sultânına teslim etti Gelen Türkler buraya yerleştiler Bunların kurduğu donanma ile Açeliler, mühim fütuhatta bulundular Açeliler, Türk toplarını ve bayraklarını zamânımıza kadar kutsal bir hâtıra olarak sakladılar Bu sûretle Osmanlı Devletinin tesir alanı, Uzakdoğu’ya, Güneydoğu Asya ve Endonezya’ya dayandı 1569’da, Rusya’nın, Hazar kıyılarındaki ilerlemelerinin önünü almak, Astırhan’ı kurtarmak, ayrıca İran üzerine yapılacak seferlerde Hazar Denizi vâsıtasıyla askere kısa zamanda zahîre ve harp malzemesi yetiştirebilmeyi sağlamak gâyesiyle, Volga Nehri ile Don Nehirlerinin birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açma teşebbüsüne girişildi Ancak kış mevsiminin gelmesi üzerine çalışmalar tamamlanamadı Ertesi yıl da İran ile Rusya’nın Kırım Hânını kandırmaları yüzünden, tekrar işbaşı yapılamadığından, bu büyük teşebbüs gerçekleştirilemedi 1569 Haziran ayında, İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu kesen Venedik korsanlarının, Müslümanları esir alıp, Kıbrıs’ta satmaları olayına çok hiddetlenen Selim Han, derhâl Venedik’e bir elçi göndererek Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini istedi Bu isteğin Venedik tarafından reddi üzerine, sefer hazırlıklarına başlandı Aslında, Kıbrıs’ın Osmanlı Devletince fethini mecbûrî kılan birçok sebep vardı Osmanlı Devletini, hâkimiyeti altındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine ulaştıran kara yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz olmasına karşılık, Kıbrıs üzerinden, bu ülkelere, her türlü lojistik destekler daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi Ancak, Kıbrıs’ın, büyük deniz gücüne sâhip Venedik Cumhûriyetinin elinde bulunması, bu imkânı ortadan kaldırmaktaydı Ayrıca, Kıbrıs veya yakınlarından geçen Osmanlı ticâret ve hacıları taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hıristiyan korsanları tarafından vurularak soyuluyor, Venedik de bu korsanları himâye ediyordu İkinci Selim Han, hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa Paşayı tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan ayrıldı Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda, 8 Eylül 1570’te Lefkoşe’yi, 1 Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak, Kıbrıs’ın fethini tamamladı Osmanlı askerinin Kıbrıs’a çıkması sırasında, Venedik, bütün Avrupa devletlerinden yardım istedi Bunun üzerine Papa V Piyer’in yoğun faaliyetleri netîcesinde, İspanya Kralı II Filip ve Malta Şövalyeleriyle Venedik arasında bir ittifak kuruldu Bu ittifaka, Toskana, Ceneviz, Savoia ve Ferrara gibi küçük Hıristiyan devletçikleri de katıldı İspanyol Kralı Filip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemiden meydana gelen Haçlı donanması, 6 Ekim 1571’de İnebahtı önlerinde görüldü Osmanlı harp meclisinde Kılıç Ali Paşanın şiddetli muhâlefetine rağmen, Kapdân-ı deryâ Müezzinzâde Ali Paşa, donanmada cenkçi ve kürekçi noksanlığını göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırılması yönünde karar aldı 7 Ekim’de başlayan muhârebe sonunda, Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı Sâdece sağ kanada komuta eden Kılıç Ali Paşa, Düşmanın sol kanadındaki Malta donanmasını yok edip, kayıp vermeden bölgeden çekildi Bu başarı, Hıristiyanlara hiçbir kâr getirmedi Hıristiyanlar, kazandıkları bu zaferin şerefine heykeller dikmekle meşgûlken, bizzat Selim Hanın emriyle hummalı bir çalışma içine giren Osmanlı tersâneleri, 1571-72 kışı içinde İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir donanma vücûda getirdi Müezzinzâde’nin eliyle kaptan-ı deryâlığa getirilen Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran 1572’de, büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı İnebahtı’da gâlip gelmelerine rağmen, donanmaları çok yıpranmış ve bir hayli de asker kaybetmiş olan müttefikler, kendilerini toparlayıp galibiyetin meyvelerini toplamak niyetindeyken, bu müthiş Osmanlı donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla karşılandı Müttefik donanması, Osmanlı donanmasının karşısına çıkmaya cesâret edemedi İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış istedi 7 Mart 1573’te imzâladığı antlaşma ile, Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine âit olduğunu kabul etti Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka haraç, 1500 dukaya çıkarıldı Ayrıca Kıbrıs Seferinin tazminâtı olarak, üç senede ödenmek üzere, üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti Kıbrıs’ın fethinden sonra, Kırım Hanına bir miktar asker ve top gönderen Selim Han, 1569’da Astrahan Seferi başarısızlığını telâfi etmek ve daha fazla genişlememeleri için gözdağı vermek üzere, Rusya içlerine bir sefer düzenlenmesini emretti Nitekim, 1571 baharında harekete geçen Devlet Giray Han, 120000 kişilik süvârîden meydana gelen ordusu ile Rusya üzerine yürüdü Çok süratli hareket eden Devlet Giray, yaptığı muhârebelerde Rus ordularını on binlerce zâyiât verdirerek dağıttı ve Moskova’ya girdi 150000 esirle Kırım’a dönen Devlet Giray Han, bu zaferi üzerine, Taht-alan lakabıyla anıldı Ertesi yıl tekrar sefere çıkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandı Bu başarıları üzerine İkinci Selim Han, murassâ kılıç, hil’at ve nâme-i hümâyûn göndererek Devlet Giray’ı tebrik etti Çar, Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlığıyla, yılda 60000 altın vergi vermeyi kabûl ederek barış yaptı 1574 yılında, Boğdan Voyvodası Loan cel Cumplit isyân ederek, Lehistan’ın da yardımıyla Tuna’nın batı kıyısındaki İbrâil, Dinyester’in güney kıyısındaki Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim kaleleri ele geçirdi Üzerine gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle desteklenmiş olan Eflak Voyvodasını yendi Bunun üzerine Selim Han, Üçüncü Vezir Ahmed Paşa ve Kırım Hanı Âdil Giray’ı, isyânı bastırmakla görevlendirdi Kısa zamanda bölgeye giden Ahmed Paşa ve Âdil Giray Han, Tuna’nın güneyinde üç gün süren kanlı muhârebeler sonunda, âsîleri ve onlara yardım eden Lehistan kuvvetlerini imhâ ettiler (9 Haziran 1574) Âsi Voyvoda da yakalanarak cezâlandırıldı ve yerine Petru Şiopul tâyin edildi İkinci Selim Hanın ilgilendiği işlerden biri de, Tunus meselesiydi İspanya’nın Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi, bu devletle harp hâlinin devâm etmesine sebep oluyordu Osmanlı donanması, Kıbrıs Seferine çıktığı sırada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç (Kılıç) Ali Paşa da Tunus üzerine yürümüş ve 30000 kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsî Sultânı Mevlây Hamîd’i yenip, ikinci defâ fethetmişti Fakat, kendi yanında fazla bir kuvvet bulunmadığı gibi, bu arada Kıbrıs Seferine katılma emri de aldığından, Tunus’a Ramazan Beyi bırakarak, donanmasıyla birlikte Kıbrıs Seferine katılmıştı Kaptan-ı deryânın bölgeden uzaklaşmasından sonra, İspanya Kralı Don Juan büyük bir donanmayla Tunus üzerine yürüdü Direndiği takdirde, İspanyolların sivil halka karşı katliâma girişeceklerini anlayan Ramazan Bey, Kayrevân’a çekildi ve bu sûretle Tunus bir kere daha İspanyolların eline geçmiş oldu (Ekim 1573) Don Juan, Tunus hükümdârlığını kendi taraftârı Mevlây Muhammed’e verip, bir miktar da asker bırakıp İspanya’ya döndü Cezâyir ve Trablusgarb Osmanlı Devletinin elinde olduğu hâlde, ikisinin ortasında bulunan ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, İspanyol hâkimiyeti altında, halka zulüm eden kukla bir hükümet elinde olması, Akdeniz’de hâkimiyeti elinde bulunduran Türk donanması için tehlikeydi Bu sebeple, İkinci Selim Han, Tunus işinin, kökünden hâlledilmesi için emir verdi Kapdân-ı deryâ Kılıç Ali Paşa, yanında kara ordusu serdârı Koca Sinan Paşa olduğu halde Tunus’a hareket etti (15 Mayıs 1574) Navarin üzerinden Sicilya sularına geçen donanma, Messina havâlisini de vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü İki yüz ellinin üzerinde harp gemisi ve kırk-elli bin civârında askerden meydana gelen muhteşem Osmanlı donanması, Tunus önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi yakınına çıkarma yaptı Koca Sinân Paşa, kendisi Halk-ul-Vâd’ı kuşatırken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paşa ile eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paşayı, Tunus Gölü ile şehir arasında bulunan Bastion Kalesini fethe memur etti Tunus’un yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiçbir sûretle zaptedilemez diye öğündükleri Halk-ul-Vâd, Osmanlı ordusuna ancak otuz üç gün mukâvemet etti 24 Ağustosta kale fethedilip Mevlây Muhammed’le kale komutanı Don Pietro Cerrera, esir edilerek İstanbul’a gönderildi 13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamâmen ele geçti Tunus, aynen Cezâyir ve Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirildi ve beylerbeyliğine Ramazan Paşa tâyin edildi Böylece Tunus’ta üç asırdan fazla sürecek olan Osmanlı idâresi başladı Tunus meselesinin halledilmesinden yaklaşık bir ay sonra; Osmanlı Devletiyle Almanya arasında Zigetvar Seferinden sonra, 17 Şubat 1568’de yapılan antlaşma, 4 Aralık 1574’te yenilenerek, sekiz sene uzatıldı Bu antlaşmadan hemen sonra rahatsızlanan İkinci Selim Han, 15 Aralık 1574’te vefât etti Mîmar Sinân’a, Ayasofya Câmii avlusunda yaptırdığı türbeye defnedildi İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve sarışındı Avcılık ve yay çekmede fevkalâde mahâretli olup, zamânında ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu Babası Kânûnî Sultan Süleymân devrinde birçok savaşa katılmakla berâber, tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı Çünkü, devrindeki seferler, umûmiyetle büyük deniz seferleri olup, bu seferlere de pâdişâhın kumanda etmesi âdet değildi Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed Paşayı, hükümet işlerinde tamâmen serbest bırakmakla berâber, lüzumlu gördüğü birkaç meselede duruma müdâhale etmiştir Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği büyük âlim Ebüssuud Efendiyi, vefâtına kadar meşîhat (şeyhülislâmlık) makâmında tutmuştur Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defâ İkinci Selim Han çıkarmıştır İkinci Selim, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bütün şehzâdeleri gibi, çok iyi tahsil görmüştü Dîvân sâhibi değerli bir şâirdi Selim ve Selîmî mahlaslarıyla yazdığı şiirler çok beğenilmektedir Yahyâ Kemâl’in; “Bir beyti, bir de câmi-i mâmûru var” diye övdüğü; Biz bülbül-i muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden beyti, bütün Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biri sayılmaktadır İkinci Selim, aynı zamanda îmârcı bir pâdişâhtır Kısa süren saltanat döneminde, Türk ve dünyâ sanatının şâheseri sayılan Edirne Selimiye Câmii’ni inşâ ettirmiştir Tâmire muhtaç olan Ayasofya Câmiini, yaptırdığı istinat duvarlarıyla tahkim ettirerek, günümüze kadar gelmesini sağladığı gibi, iki minâre eklemiş, yanına iki de medrese yaptırarak külliye hâline getirmiştir Bunlardan başka, Mekke-i mükerremenin su yollarının tâmiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşe Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanına hâkim bir mevkie yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır Selim Han III Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi, İslâm halifelerinin doksan üçüncüsü Sultan Üçüncü Mustafa Hanın oğlu olup, annesi Mihrişah Sultandır İstanbul’da, 24 Aralık 1761 târihinde, Topkapı Sarayında doğdu Şehzâde Selim’in doğumunda yedi gün, yedi gece “Şehrâyîn”, üç gece de Deniz Donanmasında tertiplenen merâsimlerle büyük şenlikler yapıldı Şehzâdeliğinde, sarayda mükemmel bir eğitim, öğretim gösterilip, terbiye edilerek yetiştirildi Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öğrendi Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlı-Avusturya-Rus Harbinde, cephelerden gelen acı haberlere dayanamayan amcası Birinci Abdülhamid Hanın vefâtıyla, 7 Nisan 1789 târihinde Osmanlı Sultanı oldu İçte ve dıştaki meseleleri halletmek için, 16 Mayıs 1789 târihinde, yüksek devlet memurlarının katıldığı, büyük bir dîvân toplantısı yaptı Dîvânda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi Dîvândan sonra idârî, mâlî, siyâsî ve askerî meselelerin halli için tâlimat verdi Avusturya ve Rusya ile harplerin devâmına karar verildi Mâliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altın ve gümüş eşyânın büyük bir kısmı paraya çevrilmek üzere, darphâneye gönderildi Merkez ve eyâletlerdeki halk da, Sultan Selim Hana yardımcı olmak ve saraya uymak için, altın ve gümüşlerini devlete teslim etti Saray ve halkın yardımlarıyla cepheler takviye edildi Fransa ve İspanya sefirleri sulh; Prusya, Kırım’ın kurtarılması için antlaşma; İsveç ise Rusya’ya karşı, yardım talebiyle harp teklif ettiler Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devâmını istedi İsveç ile, Rusya’ya karşı, 11 Temmuz 1789 târihinde Beykoz İttifak Antlaşması imzâlandı 1788 yılından beri devam eden Osmanlı-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaş’tan Rus ordusuna karşı sefere giderken, Foksan’da Avusturya ordusunun âni taarruzuna uğradı Arnavutların ihânetiyle Osmanlı ordusu, 1 Ağustos 1789 târihinde Foksan’da bozuldu Avusturyalılar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü 31 Ocak 1790’da, Prusya ile Avusturya ve Rusya’ya karşı ittifak anlaşması imzâlandı Prusya’nın arabuluculuğuyla, Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı Fransız İhtilâlinin Avrupa’da sebep olduğu hâdiseler üzerine, İngiltere ve Prusya’nın müdâhalesiyle, Rusya da antlaşmaya taraftar hâle getirildi Avusturya ile 4 Ağustos 1791 târihinde Ziştovi Antlaşması imzâlandı Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı Devletine geri verecekti Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp, 9 Aralık 1792 târihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupa’da Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi Osmanlı Devleti, Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuştur Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız İhtilâli’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini geçici bir sulh devrine soktu Sultan Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü ıslâhatların icraatına geçti Osmanlı Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî ve sosyal ıslâhatları Nizâm-ı Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu (Bkz Nizâm-ı Cedid) Son sefer ve harplerdeki mağlûbiyet ve kesin netîce alınamaması, askeriyenin ıslâhını daha fazla gerektiriyordu Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı lâyihalarla, 24 Şubat 1793 târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ı Cedid adıyla kurdu Nizâm-ı Cedid ordusunun masraflarının karşılanabilmesi için İrâd-ı Cedîd Defterdarlığı kurulup, eski sadâret kethüdâlarından Mustafa Reşîd Efendi de bu işle vazifelendirildi Levent çiftliğinde kışla kurulup, yeni ordu hemen tâlime başlatıldı Nizam-ı Cedîd ordusuna getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi Ancak Yeniçeriler, yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kânunlar yapıldı 1794’te, Teknik Üniversite mâhiyetinde, Sütlüce’de, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu Okulun öğretim üyesi, kitap, ders âlet ve edevatı, yurtiçi ve dışından bütünüyle karşılandı Nizâm-ı Cedîd ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teşkilât kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı Mülkî ıslâhat da yapılıp, Anadolu ve Rumeli toprakları, yirmi sekiz eyâlete ayrıldı Âyanların eskiden olduğu gibi halk tarafından seçilmesi, kânun hâline getirildi Resmî dâirelere tâlimat gönderilerek, yazışmalara, kullanılan dile, tâbirlere dikkat edilmesi ve halkın işlerinin süratle tâkibi ve yerine getirilmesi istendi İlmiye ricâli (ileri gelen devlet adamları) için, yeni nizâmnâme yayınlandı İlmî eserler yazılıp, pek çok kitap tercüme edilerek, yayınlandı Ticârî ve iktisâdî sahada yenilik yapılıp, Zahire Nazırlığı kuruldu Tecdid-i Kânun-i Tımar ve Zeamet kânunuyla, harbe katılmayan tımar ve zeâmet sâhiplerinden, topraklarının geri alınması esâsı getirildi Gayrimüslim esnaf ve tüccardan bâzıları, vergi ve yurt dışına para kaçırıyor ve Osmanlı ülkesinde oturduğu halde, yabancı devlet tebaasına giriyorlardı Bu durum ve paranın dışarıya çıkarılmasına karşı tedbir alındı Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1793’te ilk tâyinler yapıldı Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya merkezlerine gönderilen elçiler; bulundukları memleketlerin yalnız siyâseti ve diğer devletlerle olan münâsebetleri hakkında bilgiler toplamakla kalmadılar Aynı zamanda, oraların kültürleri, her türlü ilerleme ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayıp, rapor hâlinde İstanbul’a gönderdiler Avrupalılar ve Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan kavimleri, İngilizlerin teşvikleriyle Arabistan’da Vehhâbi Bedevîler, Ortadoğu’da Dürzî ve Marunîler, Kölemen Beyleri, Rumeli’de kânun kaçaklarından meydana gelen eşkıyânın koruyucusu Kırcalılar da denilen Dağlı Eşkıyası, devlete âsi olup, isyan çıkardılar Bu meselelerin halli için teşebbüs edildiyse de, Fransa’nın Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye’deki faaliyetleri ardından Napolyon Bonapart’ın, 1798’de âni harekâtla Mısır’a asker çıkarması sebebiyle, bütünüyle tam bir hal çâresi bulunamadı Sultan Selim Hanın hükümdarlığının üçüncü ayında çıkan Fransız İhtilali’yle, Avrupa devletleri, Fransa’ya cephe almasına rağmen, Osmanlı Devleti, meseleye karışmadığı gibi münâsebetlerini de dostâne devam ettirdi Nizam-ı Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetişmiş eleman getirildi Fransa’nın müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde görevden alınınca, Sultan Selim Hanın dâveti üzerine, Nizâm-ı Cedid Ordusunda vazife kabul etmişti Osmanlı Devleti; ihtilâlle değişen yeni Fransız idâresini tanıyan ilk devletlerdendi Fakat, Fransa’nın 1795 Basel Antlaşmasıyla, Venediklilerden Dalmaçya kıyılarını almasıyla, Balkanlarda başlattığı istiklâl (bağımsızlık) fikri propagandası, tâkip edilen siyâsetin değişmesine sebep oldu Adâlet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan Fransız İhtilâli, çıkış gâyesinden uzaklaşarak, Fransa’nın yayılma siyâsetine döndü Hırvat, Rum ve Sırplar arasında, ihtilâl fikirlerini yaydılar; Yahûdîleri Filistin’de istiklale dâvet ettiler Fransa, bununla da kalmayarak, sömürgecilik zihniyetiyle; İngiltere’yi Akdeniz’den çıkarıp, Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hind’e giden yolların en kısası olan Mısır’a sâhip olmak idealiyle, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü bozmaya çalıştı Napolyon Bonapart, beş yüze yakın gemiye aldığı Fransız ordusuyla Akdeniz’e açılıp, Malta’yı işgâl ettikten sonra, 2 Temmuz 1798 târihinde İskenderiye’den, Mısır’a çıkarma yaptı Fransa’nın beklenmedik harp îlânı ve Mısır’a çıkarma yapması, İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğünden, Akdeniz’deki İngiliz Amirali Nelson harekete geçti Amiral Nelson, 1 Ağustos 1798 târihinde, Fransız Donanmasını Ebûkîr’de mağlup etti Fransız donanmasının Ebûkîr’de imhâsıyla, Napolyon’un ve Mısır’daki Fransız ordusunun, anavatanla irtibatı kesildi Rusya, ihtilâlin tesirinden çarlığı korumak için Fransa’ya karşı Osmanlı Devletiyle ittifak kurdu Karadeniz’den Akdeniz’e geçirilen Rus filosu, Osmanlı donanmasıyla birlikte hareket etti Arnavut sâhillerinin muhâfazası ve Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alınmasıyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paşa, Preveze’de Fransızları mağlup etti Osmanlı-Rus donanması Zenta ve Kefalonya adaları sâhilindeki Fransız gemilerini mağlup edip, bir kısmını da zaptetti Bu muvaffakiyetler üzerine, İngiltere ve Rusya ile antlaşma imzâlanarak, ittifaklar resmîlik kazandı Fransız donanması imhâ edildiğinden, Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de Osmanlı-İngiliz-Rus donanmasınca kapatıldığından, Osmanlı ülkesinde mahsur kalmıştı Sultan Selim Han, Fransa’ya karşı ordu sevk etmek için tâyinlerde bulundu Sayda Vâlisi Cezzâr Ahmed Paşa, Mısır Seraskerliğine tâyin edildi Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa da, deniz yoluyla Mısır’a gönderildi Napolyon Bonapart, Mısır’dan çıkış yolu bulmak ve Suriye’ye hâkim olmak için, Akka’yı kuşattı Akka Kalesi, Mısır Seraskeri Cezzar Ahmed Paşa kumandasındaki Nizâm-ı Cedid askerince, Fransızlara karşı kahramanca müdâfaa edildi Napolyon Bonapart’ın inatla taarruzu, Fransızların çeşitli hîle ve vaatleri Akka’da neticesiz kaldı Cezzar Ahmed Paşa ve Nizam-ı Cedid askerlerinin destânî müdâfaası karşısında, kuşatmanın altmış dördüncü günü, Napolyon Bonapart; “Akka olmasaydı, Doğu İmparatoru olurdum” diyerek, büyük hayallerle kendisine bağlanan Fransız ordusunu, vebâ salgını, sefâlet ve mağlubiyetle önce Kahire'ye çekip, sonra da yüzüstü bırakarak, 1799 yazında gizlice Fransa’ya kaçtı Mısır’da kalan Fransızlar, Osmanlılara mukâvemet ettilerse de, üst üste mağlubiyete uğradılar 27 Haziran 1801 târihinde imzâlanan tahliye mukâvelesiyle Fransızlar, Mısır’ı boşalttı 25 Haziran 1802 târihli Osmanlı-Fransız anlaşması, Fransa ile harp hâline son verdi Mısır Vâliliğine, 1805’te Kavalalı Mehmed Ali Paşa tâyin edildi Napolyon Bonapart’ın İstanbul şehri ve Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlı-Rus ittifâkı yenilendi Napolyon Bonapart tehlikesine karşı, İngiltere ve diğer Avrupa devletleri, Osmanlılara yardım talebinde bulundular Fakat, Rusya ile ittifak ve İngiltere ile dostluk uzun sürmedi Arabistan Yarımadasındaki Vehhâbiler, Avrupalılardan gördükleri yardımlarla, çeşitli batı dillerinde birçok yayınlarda da bulunup, 18 Şubat 1803’te Tâif’i muhâsara ettiler Sultan Selim Han, Arabistan’daki hâdiselere esaslı tedbirler almayı planladıysa da; İngiltere ve Rusya, Balkanlar meselesinden Bâbıâli’ye baskı yapmak istemeleri, muvaffak olamayınca, Rusya’nın harp îlân dahi etmeden Osmanlı hududunu ihlâli sebebiyle gerçekleştiremedi Sâdece, Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, sultandan aldığı emirle Vehhâbi isyanını bastırıp, Arabistan ve Mısır’da kısmen huzur ve asayişi temin etti Sultan Üçüncü Selim Han zamânında, İngiltere’nin Ortadoğu’da; Rusya ve Avusturya’nın Balkanlarda, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıp, müdâhaleci bir siyâset tâkip etmeleri, bu devletlerle harp hâlinde bulunan Fransa’ya yakınlaşmaya sebep oldu Osmanlı Devletine tâbi Eflâk Beyi Konstantin İpsilanti ile Boğdan beyi Aleksandr Moruzzi, Rus yanlısı olduklarından azledilince, İngiltere ve Rusya’nın müdâhalesiyle karşılaşıldı Rusya, harp îlân etmeden, General Michelson komutasındaki altmış bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflâk ve Boğdan’ı işgâle başladı Vezir-i âzam İbrâhim Hilmi Paşa, sefer için Serdar-ı ekrem tâyin edildi Rusya’nın Balkanlara girmesiyle, İngiltere’de on altı gemiden meydana gelen bir İngiliz filosunu İstanbul önlerine gönderdi İstanbul önlerine kadar gelen İngiliz donanması, Fransa ile münâsebetlerin kesilmesini, Osmanlı-İngiliz ittifakının yenilenmesini teklif ettiler Kabul edilmeyince, teklifi daha da ağırlaştırdılar Eflâk ve Boğdan’ın Rusya’ya, Çanakkale Boğazının da İngiltere’ye teslimini teklif ettiler İngiltere’nin teklifleri, kabullenilmenin ötesinde, akıl ve hayâle sığmayacak derecede olduğundan, İngilizler, müzâkerelerle oyalanılarak, boğaz sâhillerinin iki yakası, askerlerin ve ahâlinin gayretleriyle, kısa zamanda tahkim edildi Boğaz sâhillerine birkaç gün içinde bin iki yüzden fazla top yerleştirildi İngiliz donanması, Osmanlı Devletinin ve ahâlinin kuvvetli tepkisini görünce, çekildi Bunun üzerine İngiltere hükümeti, Akdeniz’deki İngiliz donanmasını Mısır’ın zaptıyla vazifelendirdi İngilizler, Osmanlıya âsi Kölemenlerle anlaşıp, 20 Mart 1807 târihinde İskenderiye’ye çıkarma yaparak teslim aldılar Balkanlarda; İbrâhim Hilmi Paşa, Rus Cephesine sefere çıkınca, İstanbul’da türeyen âsiler harekete geçti Sultan Selim Hanın, Osmanlı Devleti lehine icraatlarına karşı, iç ve dış düşmanların aleyhine propagandasıyla muhâlefet başladı 1806 Edirne Vakasına sebep olan, Nizâm-ı Cedid aleyhtarlığıyla başlayan muhâlefet, âsilerden Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde büyük hâdiselere sebep oldu (Bkz Kabakçı Mustafa İsyanı) Yeniçeri zorbaları, 25 Mayıs 1807 Kabakçı Vakasından sonra; asıl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayısta Sultan Üçüncü Selim Hanı hal' edip, tahttan indirdiler Âsiler, Sultan Selim Hanın amcasının oğlu Veliaht Mustafa’yı, Osmanlı tahtına geçirdiler Sultan Selim Han, on dört ay Topkapı Sarayında nezâret altında yaşadı Kendisine sâdık devlet adamları ve âsilerin hükümetteki icraatlarını beğenmeyen taraftarları, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler Sultan Selim Han taraftarları, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanıp, harekete geçtiler Alemdar Mustafa Paşa, Sultan Selim Hanı tekrar tahta geçirmek için, Rumeli’deki maiyetiyle İstanbul’a geldi 28 temmuz 1807’de Bâbıâli ve Topkapı Sarayını basıp, Sultan Selim Hanı tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadı Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808 târihinde Harem Dairesinde şehit edildi 29 Temmuzda, kalabalık bir cenâze merâsimiyle, Lâleli Câmii yanında babası Üçüncü Mustafa Hanın türbesine defnedildi Sultan Selim Han, yaratılışında halim, selîm ve çok zekîydi Hayırsever olup, pek çok hayır müessesesi ve eserler yaptırdı Üsküdar’da Selimiye Câmiini ve Çiçekçi Câmiini yaptı Eyüp Câmiini büyüterek yeniden yaptırdı Karaca Ahmed’de, Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidini yaptırıp, Küçükmustafapaşa’da Gül Câmiini kiliseden çevirdi Üsküdar’da hâlâ kullanılan meşhur Selimiye Kışlasını, Heybeliada’da Deniz Harp Okulu olan Bahriye Mektebini, Halıcıoğlu’nda, Teknik Üniversite mâhiyetindeki Mühendis ve Topçu mekteplerini yaptırıp yeni bölükler kurdu Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarla mücâdele etmesine rağmen, ülke îmâr edilip, fazla toprak kaybı olmadı Tam ıslâhata başlayacağı zaman şehit edilmesi, düşündüğü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine engel oldu Selçuk Bey Selçuklu Devleti'ne adını veren Selçuk Bey, Aral Gölü ile Hazar Denizi arasına hakim olan Oğuz Devleti'nin komutanlarından Dukak Subaşı'nın oğludur Babası ölünce, yerine, 18 yaşındaki Selçuk Bey, subaşı oldu Genç yaşına rağmen, yüksek mevkilere ulaşan Selçuk Bey'in giderek artan itibarı, Oğuz Devleti'nin Yabgusu ve eşini rahatsız edince; Selçuk Bey, kendisine bağlı aşiretiyle birlikte Oğuz Yabgu Devleti topraklarını terk etti Selçuk Bey ve maiyetindekiler, 985 ve takip eden yıllarda güneye giderek, Seyhun Irmağı kenarındaki Cend şehrine geldi Yerleştikleri bölge, dönemin İslam ülkeleriyle sınır durumundaydı Selçuk Bey yönetimindeki Oğuz Türkleri, kısa zamanda İslamiyeti kabul etti Bu durum, Selçuk Bey ile Yabgu'nun arasını iyice açtı Selçuk Bey, "Müslümanlar, gayrimüslimlere haraç vermez' diyerek, Yabgu'nun haraç memurlarını kovdu ve bağımsızlığını ilan etti Ardından, çevresindeki gayrimüslimlere karşı cihada başladı Selçuk Bey'in istiklalini ilan etmesi, Yabgu'ya karşı direnmesi ve cihada girişmesi, bölgede itibarını giderek artırdı ve Yabgu'ya karşı olan Türk beyleri, kendisinin etrafında toplanmaya başladı Böylece, Maveraünnehir'de üstünlük sağlayan Selçuk Bey, Müslüman olan Samanilerle anlaşarak, Buhara yakınlarındaki Nur kasabasına yerleşti Mikâil, Arslan, İsrail, Yusuf ve Musa adındaki oğullarıyla birlikte, Büyük Selçuklu Devleti'nin temellerini atan Selçuk Bey, yüz yaşında vefat etti Sultan Sencer Büyük Selçuklu Sultânı Melikşah’ın oğludur Babasının bir seferi sırasında, 1086 yılında Sincar’da doğdu Küçük yaşından îtibâren ilim öğrenmiş, devlet idâresinde tecrübe kazanmış ve ağabeyi Sultan Berkyaruk’a devlet işlerinde yardımcı olmuştur Sencer, gerek ağabeyi Berkyaruk’un, gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar’ın saltanatları zamânında, devlet hizmetinde bulunarak millî birliğin temini için elinden gelen yardımı yaptı Doğuda ortaya çıkan isyânları bastırdı Bu esnâda gösterdiği başarılar sebebiyle Horasan melikliğine tâyin edilen Sencer, taht mücâdeleleri dolayısıyla Selçuklu Devletinin içinde bulunduğu durumdan istifâde ederek, Selçuklu topraklarına saldıran Şarkî Karahanlı Hükümdârı Kadir Hanın saldırılarını bertaraf etti (Haziran 1102) Gazneliler Devletini tâbi duruma soktu Gazne’de hutbe, sıra ile; halîfe, sultan, sonra Melik Sencer ve nihâyet Gazne sultânı Behramşah adına okundu (1118) Sencer, ağabeyi Berkyaruk’un vefâtından sonra sultan olan diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile de samîmî ve gösterişsiz münâsebetlerini devam ettirdi O, doğu bölgelerinde siyâsetini icrâ ederken, Sultan Muhammed batı ile ilgileniyordu Yâni Sultanla müstakbel sultan birbirini tamamlıyorlardı Babası Melikşâh’ın siyâsetini tâkip eden Sencer, Horasan’dan îtibâren, devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurdu Böylece Selçuklu Devleti, doğudan emin olarak batıda mücâdelelerine devâm etti Muhammed Tapar’ın ölümü üzerine (18 Nisan 1118), henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmud, devlet erkânı tarafından, Büyük Selçuklu Devleti tahtına çıkarıldı Diğer taraftan Sencer de Horasan’da kendisini sultan îlân etti (14 Haziran 1118) ve sultanlığını halîfeye tasdik ettirdi Sencer’in tek başına Büyük Selçuklu Sultânı olabilmesi için, tahta çıkarılan Mahmud’un bertaraf edilmesi lâzımdı 14 Ağustos 1119’da Save’de amca-yeğen arasında yapılan savaş, Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelenince Sencer, Büyük Selçuklu sultânı oldu Devletin merkezi, Irak-ı Acem’den Horasan’a nakledildi Mahmud’la yapılan anlaşmaya göre, Rey, Sencer’de kalmak üzere, imparatorluğun batı tarafları Mahmud’a verilecekti Ancak Mahmud, hem sultan unvânını koruyacak, hem de Sencer’e tâbi olacaktı Böylece Irak Selçukluları Devleti kurulmuş oldu (Bkz Irak Selçukluları) Sencer, 1113’te Semerkant’a, 1114’te Gazne ve Gurlular üzerine sefer yaparak, bölgede hâkimiyetini kurdu Ayrıca Irak, Âzerbaycan, Taberistan, İran, Sistan, Kirman, Harezm, Afganistan, Kaşgar ve Mâverâünnehir’de hakimiyet kurdu Uzun zaman saltanat mücâdeleleri geçiren devleti, yeniden tanzim etti Âdeta, devleti yeniden kuran Sencer, idâreci kadroyu da yeniden tâyin etti Irak-ı Acem’in yarısı ile Gilân bölgesini Şehzâde Tuğrul’a; Fars eyâletiyle, İsfehan ve Huzistan’ın yarısını ise Selçuk Şâha verdi Kendisi de Sultan-ül-a’zam unvânını aldı Diğerleri ona tâbi oldular Bu birlik bir müddet böyle devâm etti Fakat Halife Müsterşît ile bir ittifak kuran Mahmud, amcasına isyân hazırlıklarına başladı Bunu haber alan Sencer, Mahmud’un üzerine yürüdü 26 Mayıs 1132’de yapılan Dînever Savaşı, Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelendi Sencer, yanında getirdiği diğer yeğeni (Mahmud’un küçük kardeşi) Tuğrul’u, Irak Selçukluları tahtına çıkardı ve ona bâzı tenbihlerde bulunarak geri döndü Daha sonra Karahanlıların isyânını bastıran Sencer, 1136’da Gazneliler ve 1141’de Harezm’in isyânını bastırdı 1141’de gayrimüslim Karahitayların, Karahanlılara hücûmuna mâni olmak isterken, Semerkant yakınlarındaki Katavan sahrasında Karahitaylara mağlup olması, uzun süren saltanatının dönüm noktası oldu ve onu son derece telâşa düşürdü Belh’i kaybetti Sencer’in bu mağlûbiyeti, gerek Müslüman, gerekse Hıristiyan dünyâsında büyük akisler yaptı Mağlûbiyeti fırsat bilen Harezmşâh Atsız, Horasan ve Sencer’in pâyitahtı Merv’i istilâ etti ve hazîneleri alıp götürdü Sencer’in, Harezm’e sefer yapacağını öğrenen Atsız, ona karşı meydan muhârebesi vermeyi göze alamadı, tekrar itâatini arz edince affedilerek hazîneleri iâde etti Bu uzlaşma, hiçbir şeyi halletmedi ve Sencer, Atsız’ı iknâ etmek üzere meşhûr şâir Edib Sâbir’i elçi gönderdi Atsız, tertip ettiği bir suikastla Edib Sâbir’i öldürtünce, Sencer, üçüncü defâ Harezm’e sefer yapmaya mecbur oldu (1147) Sencer, pâyitaht kapılarına dayanınca, Atsız af dilemek üzere elçi gönderdi Sultan yine affetti Bu esnâda, Sencer’in kumandanlarından Kumac, bağımsızlık îlân eden Gur Sultânı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz’a yenilmişti Sultan Sencer, Gurlulara karşı sefer hazırlıkları yaparken, Gurlular, Gaznelilerle savaşa tutuştu Netîcede Gazneliler, kesin yenilgiye uğradı ve Behramşâh Hindistan’a kaçtı Gaznelilerin başkenti, Gur hükümdârı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz tarafından yerle bir edildiği sırada, Sultan Sencer de, Gurlulara haddini bildirmek için yola çıkmıştı Haziran 1152’de yapılan savaşta Gurlular mağlup ve hükümdârları da esir edildi Gur idâresi, tekrar Alâeddîn Cihansuz’a verildi Sencer, Katavan sahrasındaki yenilgiden beri, ilk defâ büyük bir zafer kazanmış ve tekrar îtibârını yükseltmişti Fakat, bu defa Oğuzlarla, Selçuklu emirleri arasındaki ayrılık büyüdü ve bir kısım emîrlerin ısrârı üzerine, Oğuzlarla Belh vilâyeti içinde savaşa mecbur oldu (Mart ve Nisan 1153) Savaş, Selçuklu ordusunun mağlup olmasıyla sonuçlandı Sultan esir düştü Tâbi bulundukları Selçuklu Devletinin büyük sultânını esir alan Oğuzlar, beklemedikleri bu netîceden sonra, birden bire kendilerini devletin başında buldular Esir Sultan’ı Tahta oturtuyor, gereken saygıyı gösteriyor; fakat gece de demir bir kafese koyuyorlardı Her ne kadar Sencer, aralarında esir sıfatıyla bulunmuşsa da, kendilerinden birini sultan yapmayarak, esir hükümdârı tahta oturtup saygı göstermeleri; Oğuzların, Büyük Selçuklu Devletini devam ettirmek istediklerini gösteriyordu Fakat Büyük Sultan, Oğuzların elinde esâret altında hükümdâr olmaktansa, tahtı terk etmeyi tercih etti Merv hânkâhına kapandı Yine esâret devâm ediyordu Üç yıl süren esirlik hayâtında çok sıkıntılar çekti Kumandanlarından Kumac’ın torunu Mueyyed Ayaba tarafından, Oğuz muhâfızları kandırılarak, Nisan 1156’da kurtarıldı Ancak kurtuluşundan bir yıl sonra, 29 Nisan 1157 senesinde vefât ederek, Merv’de kendi yaptırdığı türbesine defnedildi Vefâtında, 91 yaşındaydı Kırk yıl süren saltanatı boyunca Sencer, doğu ve batı olmak üzere iki cepheli bir siyâset tâkip etmiştir Fakat siyâsetinin ağırlık noktasını hep doğu teşkil etmiştir Önce batıyı tanzime uğraşan Sencer, burada bir türlü istediğini yapamamıştır Çünkü hâdiseler onu doğuya çekerken, batı tamâmen ihmâl edilmiştir En ufak bir bahâneyle hep doğuya hareket eden Sultan’ın, bunda ne kadar haklı olduğunu, Katavan Savaşı ve Oğuz isyânının doğuda patlak vermesi göstermiştir Sencer zamânında halk refah içindeydi Mevcut nizamı bozmak için ortaya çıkan Bâtınîlik ve İsmâilîlik cereyânı, devlet tarafından alınan bütün tedbirlere rağmen, câhiller arasında yayılmaya devâm etmiş, kaleden kaleye sıçrayarak, bir taraftan Sûriye’ye, diğer taraftan devletin belkemiği olan Horasan’a doğru yayılmıştı Her tarafta bir tedhiş hareketi almış başını gidiyordu Fakat Sultan, saltanat mücâdeleleri, iç karışıklıklar ve doğudan gelen saldırılar sebebiyle, onlarla yeteri kadar ilgilenemedi Sencer devrinin en büyük âlimi, İmâm-ı Gazâlî hazretleridir Babası Melikşâh devrinde de bulunmuş olan İmam-ı Gazâlî hazretleriyle Sencer’in münâsebetleri meşhurdur Ahmed Nâmık-i Câmî ile de münâsebeti olan Sencer, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi Bunun netîcesi olarak, uzun süren saltanatı zamânında Sultanın teveccühüne mazhar olan pek çok âlim, sanatkâr, tabip yetişmiştir Allah adamlarının yanında bulunmaktan hoşlanan Sultan Sencer, onların nasîhatlerini can kulağıyla dinler, hatâ yaptığında îkâz etmelerini ricâ ederdi Kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler, adâleti yerine getirirdi Sultan Sencer’in teşvikleriyle Horasan, bütün İslâm dünyâsına ve bu arada Anadolu’ya devamlı şekilde din ve ilim adamı sevk eden bir merkez olmuştu Sencer zamânında Selçuklu devlet teşkilâtı da en sağlam hâlini almıştı Sencer, daha sağlığında, babası Melikşâh kadar büyük bir hükümdâr sayılmıştır Ölümünden sonra da kaynaklarda yine Melikşâh ile birlikte, örnek hükümdâr olarak gösterilmiştir Hadîs-i şerîf rivâyet edebilecek kadar ileri derecede ilim sâhibi olup, hadis âlimleri arasında sayılmıştır Farsça şiirler yazdığı da bilinmektedir Daha hayattayken Merv’de yaptırdığı türbesi, büyük bir sanat eseri olup, devrinin medeniyeti hakkında fikir vermeye yeter Sökmen Bey II Ahlatşahlar da denilen Sökmenliler Devleti hükümdârı Babası İbrâhim Beydir Amcası Ahmed’in devlet idâresinde yetersizliği sebebiyle tahttan indirilmesi üzerine 1128’de başa geçti Ahlatşahlar Beyliği, çocukluk dönemi hâriç, İkinci Sökmen Bey zamânında en iyi devresini yaşadı İkinci Sökmen bir ara Sasunlulara esir düştü ise de Artuklu Beyi Timurtaş’ın yardımıyla esâretten kurtuldu Musul Atabegi İmâdeddîn Zengi’nin ölümünden sonra, İkinci Sökmen, ona âit olan Hızan ve Mâden’i ele geçirdi Bu sırada Artuklu Beyi Kara Arslan, Malazgirt ve Tûtab şehirlerini Ahlatşâhlardan aldı Artuklulardan Necmeddîn Alp’in aracı olmasıyla, Kara Arslan ele geçirdiği yerleri geri verdi 1161 senesinde Gürcüler, Ani’yi ele geçirince, İkinci Sökmen, diğer Türk beyleriyle Gürcistan Seferine çıktı Bu seferde İkinci Sökmen, büyük bir hezîmete uğradı İki yıl sonra tekrar birleşen Türk beyleri, Gürcistan’a yeni bir sefer düzenlediler ve Gürcüleri yenilgiye uğrattılar İkinci Sökmen, Ahlat’ta parlak törenle karşılandı On iki yıl sonra Âzerbaycan Atabegi Şemseddîn İldeniz, İkinci Sökmen’i Gürcülere karşı yardıma çağırdı Nahcıvan’da toplanan Türk orduları Taryalis Ovasına kadar ilerledi Gürcü Kralı savaşmaya cesâret edemedi ve ormanlık bir bölgeye kaçtı Türk ordusu, pek çok ganîmet elde ederek geri döndü Bu sırada Selâhaddîn-i Eyyûbî, 1174 senesinde bağımsızlığını îlân ederek, Eyyûbî Devletini kurdu Ülkesini genişleten Selâhaddîn Eyyûbî, Doğu Anadolu’yu da topraklarına katmak istiyordu Selâhaddîn Eyyûbî, Musul’u kuşatınca, Atabeg İzzeddîn Mes’ûd, diğer Türk beylerinden yardım istedi Halîfe Nâsır, İkinci Sökmen ve Atabeg Kızıl Arslan’ın aracı olmasıyla, Selâhaddîn Eyyûbî, Musul kuşatmasını kaldırdı İkinci Sökmen, uzun yıllar hüküm sürdükten sonra, 1185 yılında yaklaşık 80 yaşlarındayken vefât etti Çevredeki bütün hükümdârlar, ona saygı gösterirlerdi Akıllı, ileri görüşlü ve güzel ahlâklı bir hükümdârdı Cesâreti ve Gürcülere karşı mücadelesi, halkın gönlünde taht kurmasına sebep olmuştu Ahlat, en parlak dönemine onun devrinde ulaştı Süleyman Han II Osmanlı sultanlarının yirmincisi, İslâm halîfelerinin seksen beşincisi Sultan İbrâhim Hanın oğlu olup, 15 Nisan 1624 târihinde İstanbul’da, Sâlihâ Dilâşub Sultandan doğdu Şehzâdeliğinde mükemmel tahsil ve terbiye gördü Kardeşi Sultan Dördüncü Mehmed Han (1648-1687) zamânında, sarayda, husûsî hocalardan ders aldı Hattât Tokatlı Ahmed Efendiden, sülüs ve nesîh hattını öğrendi Sultan Dördüncü Mehmed Handan sonra, 8 Kasım 1687’de Osmanlı sultanı oldu Sultan İkinci Süleymân Han tahta çıktığı zaman, Osmanlı ordularında Viyana bozgunuyla başlayan çözülme ve toprak kaybı devâm ediyordu Venedik, Mora Yarımadasını işgâl etti Avusturya; Vişegrad, Uyvar ve Estergon’un ardından 160 yıllık Türk yurdu Budin’e girdi Macaristan’da ise Türk hâkimiyeti sona ermek üzere bulunuyordu Ayrıca bu mağlubiyetler, hazîne gelirleri üzerinde olumsuz tesirler yaptığı gibi, Anadolu’daki eşkıyâlık hareketlerini de körüklüyordu Avusturya cephesi serdârı Yeğen Osman Paşanın kendisi, bir âsi lideri gibi, Rumeli’de yolsuzluk yapıyor, zorla usulsüz vergiler topluyordu Bu sırada 8 Eylül 1688’de, Belgrad da düştü Devlet içindeki karışıklıklar ve Macaristan’ın elden çıkarak, Belgrad’ın düşmesi, Sultan İkinci Süleymân Hanı çok üzdü Emir dinlemeyip, pek çok kalenin düşmesine sebep olan Osman Paşanın katline fetvâ verildi Avusturya cephesi serdârlığına Receb Paşa tâyin edildi Pâdişâh, sağlığının elvermemesine rağmen, askeri teşvik için ordunun başında Edirne’den Sofya’ya kadar geldi ve harekâtı bizzat buradan idâre etmeye başladı 1689’da Kırım’a saldıran Rus kuvvetlerini, Selim Giray Han, az bir kuvvetle dağıtarak perişan etti ve ağır kayıplar verdirdi Vidin Muhâfızı Sarı Hüseyin Paşa, Tuna kenarındaki Gladova ve Orsova kalelerini düşmandan geri aldı Vişegrad’ı muhâsara eden on iki bin kişilik Avusturya kuvveti, bozguna uğratıldı 1689 yılında Fâzıl Mustafa Paşanın sadârete getirilmesinin, ordu üzerindeki tesiri çok müspet oldu Mustafa Paşa, ilk iş olarak bir adâletnâme neşrederek, memleketin umûmî ahvâlini yoluna koydu Aldığı âcil tedbirlerle, hazineye yıllık 4000 kese fazla para sağladı Yeniçeri ocağı yoklanıp ulûfeye müstehak olmayanların isimlerini sildirdi Orduyu disiplinli ve intizamlı bir hâle getirdi Fâzıl Mustafa Paşa, 1690 yılında Edirne’den hareketle çıktığı Avusturya Seferinde düşman kuvvetlerini mağlup ederek, Şehirköy, Mûsâ palangası ve Niş şehrini aldı Osmanlı Devletinin batıda en önemli serhad kalesi olan Belgrad’ı, altı günlük bir kuşatmadan sonra fethetti Bu zaferler, Osmanlı ülkesinde büyük sevince vesîle oldu Hastalığı sebebiyle Davudpaşa Kışlasına kadar arabayla gelen Süleymân Han, burada Fâzıl Mustafa Paşayı huzûruna kabul edip; “Hoş geldin Berhudâr ol, yüzün ak, kılıcın berrak, ekmeğin sana helâl olsun, arzûm üzere hizmet eyledin Seleflerinden birine böyle bir ulu gazâ müyesser olmadı” dedikten sonra, ordu erkânının önünde samur erkân kürkünü sadrâzama giydirdi Belinden çıkardığı hançeri beline ve bir kıt’a murassa pençe sorgucu da başına taktıktan sonra; “Ben mükâfat vermeye kadir değilim Allahü teâlâ iki cihânda yüzünü ak etsin” diye duâda bulundu Bu sırada Mora Serdârı Koca Halil Paşa da Venediklilerin elinde bulunan Avlonya’yı otuz bir günlük bir muhâsaradan sonra ele geçirmişti 13 Mayıs 1691’de Sancak-ı şerîfi, tekrar Fâzıl Mustafa Paşaya vererek, Avusturya Seferine duâ ile yolcu eden İkinci Süleymân Han, bir müddet sonra İstanbul’a yakın Yoncaçeşme mevkiinde vefât etti (22 Haziran 1691) İki gün sonra Süleymâniye’ye getirilip, Kanunî Sultan Süleymân Hana âit kabrin sağ tarafına defnedildi İkinci Süleymân Han; kadirşinas, halîm, cömert ve temkinli bir pâdişâhtı Fakir, muhtaç ve ihtiyâç sâhiplerine pek çok ihsânlarda bulunurdu Saltanat müddeti iç ve dış gâilelerle geçti Bilhassa, Avusturya karşısında alınan mağlubiyetler dolayısıyla, herkesin Rumeli elden çıkıyor, diye Anadolu’ya kaçtığı sırada, muktedir devlet adamı Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşayı iş başına getirerek, kaybedilen yerleri devlete tekrar kazandırdı Memleket içerisinde îmâr faâliyetleriyle de ilgilenen Süleymân Han, kendisi de Fener Kulesi ile İzmir’de bir câmi inşâ ettirdi |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Orhan Gazi Osmanlı sultanlarının ikincisi 1281 yılında Söğüt’te doğdu Babası Osmanlı Devleti ve hânedânının kurucusu Osman Gâzi, annesi Şeyh Edebâli’nin kızı Mal Hâtundur İslâm terbiyesiyle yetiştirildi İyi bir eğitim ve öğretim gösterilerek büyütüldü Gâzilerin gazâlarını ve meşhur İslâm mücâhidlerinin, âlimlerinin, evliyâların menkıbelerini dinleyerek şuurlandı Osman Gâzinin kumandanları ve arkadaşlarından silah tâlimi gördü Devrin silahlarını mahâretle kullanmasını ve muhârebe taktiklerini öğrendi Osmanlı Devletinin kuruluşunda hizmet aldı Küçük yaştan îtibâren devletin teşkilâtlanıp müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhip oldu Orhan Gâzi, gençliğinden îtibâren Bizans tekfurlarıyla yapılan gazâlara katıldı Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babasının ve gâzilerin takdirini kazandı 1298’de Bizanslıların tertiplediği Osman Gâzinin de dâvet edildiği sûikast plânlı düğüne katıldı Tedbirli hareket eden Osman Bey, Yarhisar ve Bilecik’i fethederken Bilecik tekfurunun oğluna gelin gitmekte olan Yarhisar tekfurunun kızı Holofira’yı da esir aldı Holofira, İslâmiyeti kabul edip, Müslüman oldu Nilüfer adını aldı Orhan Bey, Nilüfer Hâtunla evlendi Babası Osman Gâzi, 1299 târihinde istiklâlini îlân edince, devleti idârî bölgelere ayırdı Orhan Gâzi 1301’de Sultanönü bölgesinin beyliğine tâyin edildi 1302’de Yenişehir ile İznik arasındaki Köprühisar’ın fethine gönderildi Köprühisar’ı fethedip, Çavdarlı aşiretinin Osmanlı hudûduna tecâvüzlerinin önüne geçti 1315’te Çavdar beyini esir alıp, Çavdarlı aşîretinin suçlularını cezâlandırdı 1317’de Karatekin, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerinin fetih harekâtına katıldı Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babası ve gâzilerin kendisine olan güvenini daha da arttırdı Osman Gâzi, 1320 yılından îtibâren, yaşının ilerlemesi ve romatizmasının şiddetlenmesiyle, oğlunun idâresini görmek istedi Orhan Gâziyi seferlerde kumandan tâyin etti 1321 Mudanya-Gemlik Seferinde, Mudanya’yı fethetti Bursa’nın denizle irtibâtını kesti 1325’te Bursa’nın güneyindeki Atranos’u fethedince, şehrin ablukasını daha da şiddetlendirdi 1326 yılında Bursa’nın Pınarbaşı mevkiine gelerek, karargâhını kurdu Şehrin kalesini kuşattı 1314 yılından beri abluka altındaki Bursa Kalesini kurtarmaktan ve yardımdan ümîdini kesmiş olan kale kumandanı, teslim şartlarını görüşmeye mecbur kaldı Orhan Bey, 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’yı teslim aldı Osman Gâzi Bursa’nın fethini işitince memnun olup, Orhan Beyi yerine vâris tâyin etti Diğer evlatlarının ve kumandanlarının Orhan Beye bîat edip, ona karşı itâatli olmalarını bildirdi Osman Beyin Bursa’nın fethinden önce, fetih sırasında veya fetihten sonra öldüğüne dâir kaynaklarda muhtelif rivâyetler mevcuttur Ancak bu kaynakların çoğuna göre Osman Bey, Bursa’nın fethinden hemen sonra vefât etmiş ve Gümüşlü Kümbete defnedilmiştir Osmanlı Devletinin ikinci sultânı olarak tahta geçen Orhan Gâzi, Alâeddin Paşayı vezir tâyin etti Devlet Merkezi Yenişehir’den Bursa’ya nakledildi Askerî, idârî faâliyetlere ağırlık verilip, iktisâdî müesseseler kuruldu Aşîret kuvvetlerine ilâveten “yaya” denilen piyâde sınıfı orduya dâhil edildi Orhan Gâzi, 1327’de Bursa’da gümüş akçesini bastırdı Tâyinlerde bulunup, Akçakoca’ya Kandıra, Kara Mürsel’e İzmit Körfezinin güneyi ve Abdurrahmân Gâziye de yeni fethedilen Aydos ve Samandra’nın idâresi verildi Bu kumandanlar, bulundukları mevkilerde fetihlerle de vazîfeliydiler Osmanlıların Boğaz sâhillerine kadar genişlemeleri Bizans’ı telâşlandırdı Türklerin Sakarya Irmağı sâhilinden Karadeniz istikâmetinde ilerlemesini durdurmak ve İznik kuşatmasını kaldırtmak için, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos ordu hazırladı 1329 yılında İstanbul’un Anadolu yakasına geçti Floken’de karargâhını kurdu Orhan Gâzi, İznik kuşatmasına bir miktar asker bırakarak, sekiz bin kişilik kuvvetle Bizanslılara karşı harekete geçti Maltepe (Pelekanon) mevkiinde düşmanla karşılaştı 1329 Mayısında meydana gelen Osmanlı-Bizans muhârebesi, sabahtan akşama kadar sürdü Bizans İmparatoru bir günlük muhârebenin sonunda, büyük ümitlerle Rumeli’nden Anadolu’ya geçirdiği ordusunun, Osmanlılar karşısında dayanamayacağını anladı Gece karanlığından istifâde etmeyi düşünen İmparator, muhârebe meydanından karargâhına dönmek isterken Orhan Gâzi, fırsatı kaçırmadı Gece muhârebe şartlarını iyi bilen ordusuyla Bizanslıları tâkibe geçti Bizans ordusu gece taarruzuna uğrayınca, paniğe kapılarak, birbirine girdi İmparator yaralı vaziyette canını kurtarabildiyse de, ordusu imhâ edildi Savaşı kazanan Orhan Gâzi, İznik şehrinin kuşatmasını şiddetlendirdi Bizanslıların İznik kumandanı, Pelekanon Muhârebesinin netîcesini öğrenince, artık kendisine yardım edilemeyeceğini kestirdiğinden, Osmanlıların adâletine sığınarak teslim oldu Kaleyi teslim alan Orhan Gâzi, ahâliden arzu edenlerin eşyâlarıyla birlikte gitmesine müsâade etti Ayrıca Osmanlı Devletinin tebaası olarak kalıp, yalnız cizye vermek şartıyla, âdet ve ananelerini muhâfaza edebileceklerini de îlân etti Halkın büyük çoğunluğu Osmanlı idâresini tercih etti Muhârebe ve kuşatmada eşleri ölen kadınlar, Orhan Gâziye mürâcaat edip, sâhipsiz kaldıklarını, Müslüman olup, Osmanlılardan isteyenlerle evlenebileceklerini bildirdiler Orhan Gâzi, İznik’in yerli kadınlarının arzularını îlân edip, isteyenlerin bunlarla evlenebileceklerini ve bunlarla evlenenlerin İznik muhâfazasında vazîfelendirileceğini açıkladı Ayrıca halktan İznik’te kalıp Müslüman olmayanlara, İslâmiyetin gayrimüslimlere olan hukûku tatbik edilip, vergilendirildi Osmanlı Devletinin merkezi, geçici olarak İznik’e taşındı Şehir îmâr edilip, İslâmî eserlerle süslendi Orhan Gâzi, İznik’in en büyük kilisesini câmiye çevirtip burada Cumâ namazını kıldı Manastırını da medreseye çevirtti İmâret yaptırdı Orhan Gâzinin hayırsever hanımı Nilüfer Hâtun, imâret; oğlu Süleymân Paşa medrese ve diğer hayır sâhipleri de şehirde pek çok sosyal tesis kurdular Bundan sonra, bölgenin ticârî bakımdan meşhur şehirlerinden olan İzmit’in kuşatılması şiddetlendirildi Bizans İmparatoru, deniz yoluyla İzmit’in yardımına geldi Orhan Gâzi Osmanlı Devletinin ilk sulh antlaşmasını, İzmit’in muhâsarası esnâsında, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos ile yaparak kuşatmayı kaldırdı 1331’de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabaları Osmanlı ülkesine katıldı 1333’te Gemlik, 1336’da Kirmasti, Mihaliç ve Ulubad kasabaları fethedildi 1337’de şiddetli bir şekilde tekrar kuşatılan İzmit teslim olmak zorunda kaldı İzmit’in fethiyle Kocaeli Yarımadasının tamâmı Osmanlıların eline geçti Daha sonra Hereke, Yalova ve Armutlu’nun da fethedilmesiyle Osmanlı Devletinin hudûdu Boğaz sâhiline dayandı Bizans’ın Anadolu ile irtibatı sâdece Şile ve Boğaziçi’nde kaldı Orhan Gâzinin Bizans’ı iyice sıkıştırması, Üçüncü Andronikos’u antlaşmaya mecbur etti 1341 Osmanlı-Bizans Antlaşmasına göre Anadolu’daki Şile ve Üsküdar Orhan Gâzinin akıncılarından emin olmak şartı ile diğer yerler Osmanlı Devletine kaldı Diğer taraftan Karesi beyinin ölümü üzerine, babasının yerine geçen Demirhan’a muhâlefet eden kardeşi Dursun Bey ölüm korkusu yüzünden Orhan Gâziye sığındı Dursun Bey, birâderlerinin yerine hükümdâr olmak için Orhan Gâziden yardım istedi Dursun Bey yardım edildiği takdirde Balıkesir ile berâber bâzı şehirleri Osmanlılara vermeyi vaad etmesi üzerine Orhan Gâzi, Karesi üzerine sefere çıktı Demirhan Bey, Orhan Gâzinin üzerine geldiğini duyunca, Balıkesir’den Bergama’ya kaçtı Bergama’nın muhâsarası sırasında Dursun Bey kaleden atılan okla öldü Teslim olmaya mecbur kalan Demirhan Bey, Bursa’ya getirildi Balıkesir, Manyas, Edincik, Kapıdağı ve havâlisi Osmanlı topraklarına katıldı Bu arada Bizans’taki saltanat mücâdelesinde taht iddiâcıları Orhan Gâzinin desteğini sağlamak istediler Altıncı Yuannis Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye verdi Orhan Gâzi, 5000 Osmanlı askerini Avrupa kıtasına geçirip Kantakuzen’e yardımcı gönderdi Yardım için Trakya’ya geçen Osmanlı askeri, bölgede keşif yaparak çevreyi tanıdı Orhan Gâzinin desteğiyle Bizans tahtına sâhip olan Altıncı Yuannis Kantakuzen, 1347’de damadını Üsküdar’a dâvet ederek görüştü Orhan Gâzi, Üsküdar’da üç gün misâfir kaldı Kantakuzen, Bizans tahtındaki yerini sağlamlaştırınca Papa’yla gizli irtibat kurdu ve Akdeniz, Ege, İstanbul ve Karadeniz’de koloni rekâbetindeki Venediklileri destekledi Buna karşılık Orhan Gâzi de Cenevizlilere yardım etti Ayrıca 1352’de Üsküdar ve Kadıköy ile Marmara adalarını fethettirdi Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar batıdan harekete geçince Osmanlılara karşı Papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâziden yardım istedi Orhan Gâzi, Bizanslılardan Gelibolu Yarımadasındaki kalelerden birinin verileceğine âit söz alınca, oğlu Vezir Süleymân Paşa kumandasında on bin kişilik bir Osmanlı kuvveti gönderdi Kantakuzen, Osmanlı askerinin yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler yaptı Orhan Gâzinin oğlu Süleymân Paşa Anadolu’ya dönerken Bizans İmparatorunun Gelibolu Yarımadasında Osmanlılara verdiği Çimpe Kalesinde asker bıraktı Osmanlıların 1353’te Çimpe Kalesine yerleşmeleriyle Rumeli’deki fetihler için üsse sâhip olmaları, bölgenin kontrolünü sağladı 1354’te Gelibolu’nun fethi ile Avrupa kıtasındaki Osmanlı toprakları devamlı genişledi Süleymân Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Bolayır ve Tekirdağ’ına kadar, bütün Marmara kıyılarına hâkim olmaları, Kantakuzen’i telaşlandırdı Osmanlıları bölgeden atma faâliyeti içine girdi Orhan Gâzi ile İzmit’te görüşüp, Çimpe Kalesini on bin altın karşılığı satın alabileceğini söyledi ve Osmanlı kuvvetlerinin Gelibolu’dan çıkmalarını istedi Orhan Gâzi, teklifleri kabul etmedi Kantakuzen, Balkan ve Hıristiyan devletleriyle ittifak kurmak istediyse de müttefik bulamadı Kantakuzen, 1355’te Bizans tahtından indirilince, yerine Yuannis Paleolog getirildi Yuannis, Osmanlıların Avrupa kıtasındaki hâkimiyetine karşı koyulamayacağını bildiğinden Orhan Gâzi ile iyi geçinme yolunu seçti Orhan Gâzinin oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, on yaşındaki kızını Osmanlı şehzâdesine vermeyi kararlaştırdı Ancak daha sonra Papalık ile münâsebetlerde bulundu Hattâ Bizans’ın Ortodoksluğu bırakarak Katolikliğe geçmesini plânladı Böylece Lâtin devletlerinden daha çok yardım alacağını ümit ediyordu Buna karşılık Orhan Gâzi fetih hareketini hızlandırdı Süleymân Paşa, 1356 senesinde Doğu Trakya’ya geçerek Malkara ile Keşan ve Çorlu’yu aldı Bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini kuvvetlendirmek için Anadolu’dan Türk-İslâm nüfûsu getirilerek iskân edildi Rumeli fütûhatında, Osmanlıların yerli ahâliye iyi muâmelesi, din, mezhep, dil hoşgörüsü; can, mal, ırz, emniyeti sağlaması, bölgeye sulh, sükûn, huzur ve refâh getirdi Trakya’da bu son fetihlere kardeşi Murâd Beyle devâm eden Süleymân Paşa, 1359 senesinde bir avı tâkibi sırasında düşerek kırk üç yaşında vefât etti Rumeli fethine, Gâzi Murâd Bey devam etti Oğlunun vefâtına ziyâdesiyle üzülen Orhan Gâzi rahatsızlandı Veliahtlığa getirdiği Murâd Beye şu nasîhatlarda bulundu: “Oğul, saltanatına mağrûr olma Unutma ki, dünyâ, hazret-i Süleymân’a kalmamıştır Unutma ki, dünyâ saltanatı geçicidir, lâkin büyük bir fırsattır Allah yolunda hizmet ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şefâatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir Dünyâya âhiret ölçüsüyle bakarsan ebedî saâdeti fedâ etmeye değmediğini göreceksin Oğul! Rumeli Hıristiyanları rahat durmayacaktır, sen o cânibe yürü Rumeli fethini tamamla Konstantiniye’yi ya fethet, yâhut fethe hazırla, civardaki Türk beyleriyle mesele çıkarmamaya çalış Ahâli her ne kadar bizi istese de başlarında bulunan beyler, beyliklerinden geçme taraftârı gözükmez Daha bir zaman idâre edecekler, lâkin sonunda olmuş meyve gibi avucuna düşecekler Anadolu’da gâile çıkmazsa Rumeli işini rahat halledersin Bu yüzden Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et Cennetmekân babam Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibâret bir avuç toprağı beylik yaptı Biz Allah’ın izniyle beyliği hanlığa çevirip sultanlığı ikmal ettik Sen daha da büyüğünü yapacaksın Osmanlıya iki kıta üstünde hükmetmek yetmez Zîrâ i’lâ-yı kelimetullah azmi dünyâya sığmayacak kadar yüce bir azimdir Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın vârisi de biziz Oğul, Kur’ân-ı kerîm’in hükmünden ayrılma Adâletle hükmet Gâzileri gözet Dîne hizmet edenlere hizmeti şeref say Fakirleri doyur Zâlimleri ise cezâlandırmakta tereddüt gösterme En kötü adâlet, geç tecellî eden adâlettir Sonunda hüküm isâbetli dahi olsa, geciken adâlet zulümdür Oğul, biz yolun sonuna geldik, sen daha başındasın Cenâb-ı Mevlâ saltanatını mübârek kılsın” 1360’ta rahatsızlığı artarak vefât etti Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi Şahsiyeti nesillere örnek mâhiyette olan Orhan Gâzi, halîm selîm olup, son derece merhametliydi Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi Askerlerini ve tebaasını kendisinden fazla korurdu Muhârebelerde zâyiât durumuna dikkat ederdi Zâyiâta sebep olacak yerlerin fethini kuşatmayla kolaylaştırıp, teslimini beklerdi Çok âdildi Dîni bütün bir Müslüman olup, ülkede İslâm hukûkunu tereddütsüz tatbik ettirirdi Orhan Gâzinin İslâm ahlâkına hayrân olup adâletine gıpta eden Hıristiyanlar, kendi soyundan ve dîninden hânedânların yerine, Osmanlı idâresini tercih ederlerdi İyi bir teşkilâtçı, cesur bir kumandan olduğu gibi mükemmel bir idâreciydi İlme, âlimlere ve gönül sultanı mânevî şahsiyetlere hürmetkârdı Âlimlerin sohbetinde bulunup, onlarla istişâre ederdi Îmâr ve iskân siyâsetine önem verip, devrinde fethedilen beldelere Türk-İslâm nüfûsu yerleştirirdi Osmanlı ülkesinin nüfûzunu arttırıp, devleti müesseseleştirdi Devletin topraklarını altı misli büyüten Orhan Gâzinin vefâtı sırasında Osmanlı Devleti Bilecik, Bursa, Balıkesir, Bolu ve civârı, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Çanakkale, İstanbul’un birkaç kalesi hâriç Anadolu yakası, Ankara, Ayaş, Beypazarı, Nallıhan, Kızılcahamam, Haymana, Polatlı, Soma, Kırkağaç, Domaniç, Bergama, Dikili, Kınık, Marmara Adaları, Trakya’da Tekirdağ, Lüleburgaz, İpsala, Keşan gibi şehir ve kalelere hâkim bulunuyordu Orhan Gâzi, Sultan olunca, devlet teşekküllerini kuvvetlendirdi ve yenilerini kurdu Saltanatının üçüncü yılında hükümdârlık alâmetinden olarak Bursa’da gümüşten akçe kestirdi Akçenin bir tarafında Kelime-i şehâdet ile Hulefâ-i Râşidîn’in (radıyallahü anhüm) isimleri yâni; Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Ali yazılı idi Diğer tarafında; Orhan bin Osman, basıldığı târih olan H727 ve Osmanlıların mensup olduğu Kayı boyunun damgası vardı Osmanlı Devletinde ilk fütûhatı yapanlar aşîret kuvvetleri olup, hepsi atlı idi Bu kuvvetler uzun süre muhâsara hizmetlerinde bulanamadıkları için muvaffakiyetler gecikiyordu Orhan Gâzi, bu yüzden Bursa’nın fethinden sonra, askerî teşkilâtta yenilikler yaptı Türk gençlerinden dâimî ve esaslı bir yaya ordusu kuruldu Askerî birliklerde onluk sistem tatbik edildi Piyâde askerler, onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldı On kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zâbitler tâyin edildi Bin mevcutlu kuvvetlerin başındakilere de binbaşı rütbesinde subaylar tâyin edildi Müsellem denilen süvârî kuvvetinin otuz askeri, bir ocak kabûl edildi İlk plânda biner kişilik birlikler hâlinde kurulan yaya ve müsellem askerlerinin sayıları zamanla arttırıldı Günlük birer akçe olan ücretleri, iki akçeye çıkartıldı Ayrıca muhârebe dışında işleyebilecekleri arâziler de verildi Timar sisteminin tatbikiyle askerî hizmete tâyin edilenlerin miktârı, tertip edilen kadroyu çok geçtiğinden, bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere, gitmeyenlerin yardımcı olmaları kânun hâline getirildi Sefere gitmeyenlere “yamak” denildi Yamaklara yardım karşılığı ücret verilirdi Osmanlı devlet teşkilâtı, ilk defâ Orhan Gâzi zamânında teşkil olundu İlk devlet teşkilâtında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıların teşkilâtları örnek alınarak bir hükümet mekanizması kuruldu Bunun esâsı Beylik merkezindeki dîvândı Bu dîvâna devlet reisi olan pâdişâh başkanlık ettiği gibi îcâbında pâdişâh adına vezir de başkanlık yapabilirdi Osmanlı Devletinin ilk veziri Orhan Gâzinin tâyin ettiği Hacı Kemâleddîn oğlu Alâeddîn Paşa idi Vezirler “paşa” unvânını taşırlardı Devletin askerî ve idârî bütün işlerinde pâdişâha yardımcı olurlardı Şehir ve kazâlar kâdı ve subaşıların idâresindeydi Kadı, idârî ve adlî; subaşı da âsâyişle askerî işlere bakardı Orhan Gâzi devrinde en yüksek kadılık makâmı Bursa kadılığı olup, tâyinlere de bakardı Orhan Gâzi devrinde fethedilen beldeler, ilmî, mîmârî ve sosyal tesislerle süslendi İznik fethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu Yine İznik’te yaptırmış olduğu imâretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gâzilere aş dağıttı Ahâlisinden Müslim ve gayrimüslim hiç kimsenin aç ve açıkta kalmamasına gayret etti Bursa’da, câmi, imâret, tabhâne, yol, köprü ve hamamlar yaptırdı Hanımı Nilüfer Hâtun da; İznik’te bir imâret, Nilüfer Çayı üzerinde köprü ve çeşme gibi pek çok hayrât inşâ ettirdi İlk Osmanlı medresesi olan İznik Medresesinin müderrisliğine zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim Dâvûd-i Kayserî tâyin edildi Dâvûd-i Kayserî, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Füsûs-ül-Hikem adlı eserini Matla-ı Husûs-il-Kelim fî Şerh-i Füsûs-ül-Hikem adıyla şerh edip, talebelerine okuttu Bu eser, güzel İslâm ahlâkının Osmanlı topraklarında yayılmasında rol oynadı Orhan Gâzi, gâzilerin yetişmesinde, yeni fethedilen yerlerin İslâm beldesi olmasında, fetih öncesi hazırlıkların yapılmasında, gazâ esnâsında askerin şevke getirilmesinde büyük emekleri geçen âlimler ve dervişlere de hürmet edip onların barınmaları ve hizmetlerini kolayca îfâ edebilmeleri için, tekke ve zâviyeler yaptırdı Bu dervişlerden Geyikli Baba ve Derviş Murâd meşhurdur Orhan Gâzi, vefât ettiği zaman; Murâd, İbrâhim ve Halil ismindeki üç oğlu hayatta idi Süleymân Paşa ve Kâsım isimlerindeki oğulları kendisinden önce vefât etmişlerdi Süleymân Paşa ile Murâd Bey, Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hâtun’dan, Halil Bey ve Kâsım Bey, Bizans kayseri Kantakuzen’in kızı Teodora’dan; İbrahim Bey ile Fatma Sultan, Rum prensesi olan Aspurça’dan doğmuştur Kendisinden sonra oğlu Sultan Birinci Murâd Han, Osmanlı sultânı oldu Osman Gazi Osmanlı sultanlarının ilki Dünyânın en uzun ömürlü hânedanının ve en büyük devletlerinden Osmanlı Devletinin kurucusu 1258 tarihinde Söğüt’te doğdu Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzinin oğludur Türk ve İslâm terbiyesiyle yetiştirildi İslâmî ilimler öğretildi Devrin örf ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiyeyle yetişti Ertuğrul Gâzinin silâh arkadaşı ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi Onların gazâlarını dinledi Yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren gazalara katılıp, zaferler kazandı, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi Bizans’ın hâkimiyetindeki Batı Anadolu gazâ memleketi olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pek çok kumandan mücâhid, derviş ve her biri birer gönül sultanı şeyh ve âlim bulunuyordu Osman Gâzi; Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından, ahîlerden, Şeyh Edebâli’nin sohbetlerine katılıp, mâneviyâtını yükseltti 1277 yılında, on dokuz yaşındayken bir gece rüyâsında; Şeyh Edebâli’nin böğründen bir ay çıkıp, göğsüne girdiğini, sonra göbeğinden, bütün âfâkı, gökyüzünü kaplayan bir ağacın çıktığını, yüksek dağ ve pınarlara gölge saldığını ve insanların ondan çok faydalandıklarını gördü Rüyâsını Şeyh Edebâlî hazretlerine anlattı Hocası; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi Bütün dünyâ, evlâdının himâyesinde olacak, kızım Mâl Hâtun da sana eş olacak” diyerek rüyâsını tâbir etti On dokuz yaşındayken Şeyh Edebâli’nin kızı Mal Hâtun ile evlendi Edebâlî’nin kızının Bâlâ Hâtun olduğu da rivâyet edilmiştir Osman Gâzi cesâreti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve tatbikatı herkesçe takdir edildiğinden babası tarafından Kayı boyu beyliğine aday gösterildi Ertuğrul Gâzi, 1281 yılında vefât edince Kayı beyi oldu Anadolu Selçuklu Devletinin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arâzisine hâkimdiler Osman Gâzi, Kayı beyi olunca, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı Bunlar arasında en çok Bilecik Tekfuru ile anlaşıyordu Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyâları Bilecik Tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler sunmak geleneği vardı Emânetin teslimi ve alınması, silahsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı Aşîretlerin yaylaya çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl Tekfuru yollarını keserek, onlara zarar veriyor, bu yüzden sık sık çarpışmalar oluyordu Osman Beyin kuvvet ve nüfûzunun devamlı arttığını gören İnegöl Tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını istedi İnegöl Tekfurunun Bizanslılara ittifak teklifi, Bilecik Tekfuru tarafından Osman Gâziye haber verildi Tekfur Nikola’nın, Pazarköy (Ermenibeli)de kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâzi, Kayı ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahman Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp ve Turgut Alp ile görüşme yaparak, İnegöl’ün fethine karar verdi 1284’te Pazarköy’de meydana gelen muhârebede, Osman Gâzinin yeğeni Bay Hoca şehit düştü Muhârebe ardından Kulaca Kalesi fethedildi Mağlubiyet üzerine İnegöl Tekfuru ile Karacahisar Tekfuru birleştiler 1288 yılında Domaniç yakınında Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar tekrar mağlup edildiler Bu muhârebede de Osman Gâzinin kardeşi Sarı Yatu (Sarı Batı) şehit oldu Osman Gâzinin Ekizce muvaffakiyeti, Anadolu Selçuklu Sultânı Gıyâseddîn Mesud Şah tarafından mükâfatlandırıldı Gönderilen bir fermanla, Söğüt, Osman Gâziye yurt olarak verildi Sultandan aldığı duâ sonrasında gazâ akınlarını daha da hızlandıran Osman Gâzi, bir baskınla İnegöl Tekfurunu ve pek çok askerini öldürdü İnegöl’den pek çok ganîmet aldı İnegöl Tekfurunun öldürülmesi ve Osman Gâzinin devamlı genişlemesi, Bursa ve İznik tekfurlarını telâşlandırdı Osman Gâzinin, Bizans tekfurlarına karşı tâkip ettiği siyâset; Anadolu Selçuklu Sultanlığınca takdir edilip, tekrar mükâfatlandırıldı 1289’da bir fermanla, Söğüt’e ilâveten Eskişehir ve İnönü tarafları verilip, mîrî vergiden muaf tutuldukları gibi, Beylik alâmetlerinden alem, tuğ, kılıç ile gümüş takımlı at da gönderildi Selçuklu sultanının hediyeleri alınıp, fermanı okununca Osman Gâzinin gazâ akınları iyice hızlandı İznik’e akın tertiplendiyse de kale alınamadı, pek çok ganîmetle dönüldü Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular 1291’de Karacahisar fethedilince, alınan ganimetlerin beşte biri, Anadolu Selçuklu Devleti başşehri Konya’ya gönderilip, kalanlar muhârebeye katılan gâzilere dağıtıldı 1292’de Sakarya Irmağının kuzeyine akın yapıldı Bu akınlarda Sorgan Köyü, Göynük, Taraklı Yenicesi ve Mudurnu taraflarının askerî mevkileri tahrip edilip, pek çok ganîmet alındı Osman Gâzi, gazâlarda alınan ganîmetleri, hâlen kuruluş safhasında olan devletin ihtiyaçlarını tamamlamakta kullanıyor, kalanlarını muhârebelere katılan gâzilere dağıtıyordu Osman Gâzinin teşkilâtlanmaya verdiği ağırlık, 1298 yılına kadar devâm etti Osman Gâzinin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı Bilecik Tekfuru da Osman Gâzi aleyhine ittifak içine girdi Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâziyi muhârebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, entrikaya başvurdular Yarhisar Tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik Tekfurunun düğününe dâvet edip, öldürmeyi plânladılar Osman Gâziye suikast tertibi, dostu Harmankaya Tekfuru Köse Mihal tarafından haber verildi Gerekli tedbirleri alan Osman Gâzi, Bizans tekfurları ile berâber dâvet edildiği düğüne, hediye olarak kuzu sürüsü gönderdi Düğün sonrası yaylaya çıkacağını bildirerek, eskiden olduğu gibi değerli eşyâlarının kadınlar vâsıtasıyla kaleye alınmasını istedi Bilecik Tekfuru, Bizans tekfurlarıyla ittifak hâlinde olduğundan, Osman Gâzinin teklifini kabul edip, düğün yeri olan Çakırpınarı’na gitti Osman Gâzi, aşîretin eşyâsı yerine atlara silâh yükletip, harp hîlesiyle, kırk kadar gâziyi kadın kılığında Bilecik’e gönderdi Aşîret kâfilesi, Bilecik’e gidip, şehri ele geçirdi Osman Gâzi de düğünden dönen tekfurları, kurduğu pusuyla yenilgiye uğratıp, düğüne katılanların ve askerlerinin çoğunu öldürttü Osman Gâziye karşı tertiplenen Bizans entrikası lehe çevrilip, gelin dâhil, düğüne katılanların bir kısmı esir alındı Geline Nilüfer adı verilip, Osman Gâzinin oğlu Orhan Gâziye nikâhlandı Fethe devam edilip, ertesi gün Yarhisar Kalesi kuşatıldı ve ele geçirildi Osman Gâzinin kumandanlarından Turgut Alp ve gâziler de İnegöl’ü fethettiler Osman Gâzi, Batı Anadolu’da Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, Moğol İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler İlhanlı Hükümdârı Gazan Han, Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddîn Şahı İran’a götürdü Bütün Türkiye Selçuklu Devletinin toprakları, İlhanlıların eline geçti İlhanlı zulmünden hicret eden birçok Anadolu Selçuklu emiri ve mâiyeti, Osman Gâzinin gazâlarına katılmak için hizmete geldi Böylece Osman Gâzi 1281 yılından beri arâzisini devamlı genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçlendi Anadolu Selçuklu Sultanlığının fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanan Türk beyleri istiklâllerini îlân ettiler Osman Gâzi de iyice kuvvetlenmişti 1299’da istiklâlini îlân edip, tâbîlikten kurtuldu Osman Gâziye istiklâl âlâmetleri olan ferman, sancak, alem, tuğ, kılıç ve at ile takımı önceden verildiğinden, istiklâlini îlân etmesiyle, devlet teşkilâtının müesseselerini kurup, her kaleye subaşı, dizdar, kadı tâyin etti Köyler, timar olarak sipâhilere dağıtıldı Bu arada Yundhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi Osman Gâzi, yeni fethedilen Yenişehir’i merkez hâline getirdi Burada idârî, iktisâdî ve sosyal müesseseler inşâ ettirip, evler, dükkanlar, çarşı ve hamam yaptırdı Devleti beş idârî bölgeye ayırdı Her bölgenin idâresine güvendiği, kâbiliyetli ve âdil kumandanlar tâyin etti Oğlu Orhan Beye Sultanönü, Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e İnönü, Hasan Alp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idâresini verdi Netîcede, dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen Kayı Aşîreti, 1299’da Osman Gâzinin adına izâfeten Osmanlı hânedanı ve devletini kurmuş oldu Osman Gâzi, İslâm dîninin esaslarını, Türk örfünü, teşkilât ve müesseselerini safha safha yerleştirip, mükemmelleştiriyordu Teşkilât ve müessesesini kurarken, İslâm dîninin farzlarından cihat emrini de yapıyorlardı Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı tehlikesini, huduttaki tekfurlarla halledemeyeceğini anlayan Bizans Kayseri İkinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzi üzerine sefere gönderdi Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleriyle Osman Gâzi, 1301’de İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar Kalesi mevkiinde karşılaştılar 27 Temmuz 1301 târihinde yapılan Koyunhisar Muhârebesinde, Osman Gâzi muzaffer oldu 1302 yılında Köprühisar Kalesi fethedildi 1303’te Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık Kalesi fethedilip, İznik’in kuzeyindeki Katırlı Dağı eteğine kale yapıldı Kaleye Taz Ali kumandasındaki yüz asker bırakılarak İznik ablukaya alındı 1306’da Bursa Tekfurunun idâresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer yapıldı Osman Gâzi, müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlup etti Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri, Osmanlıların eline geçti 1306’da Osmanlılar, ilk defa Ulubat tekfuruyla askerî antlaşma imzâladılar Antlaşmaya göre; mülteci Kite Tekfuru Osmanlılara iâde edilecek, Türkler Ulubat Nehrini geçmeyecekti Osman Gâzinin Osmanlı arâzisini devamlı genişletmesi, Bizanslıları telaşa düşürdü Bizanslılar, İlhanlılarla akrabâlık kurarak, Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istediler Bizans Kayseri, kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gazan Hana nişanladı Onun ölümüyle de Olcaytu Hana nişanlayarak, kalelerini Osman Gâzinin taarruzlarından kurtarıp, Osmanlı hakimiyetindeki arâzilerin geri alınmasını ümit etti Osman Gâzi, Bizans Kayserinin ittifak arayışı içinde olduğu zamanda da gazâlarını sürdürdü 1307’de İznik kuşatılıp, Yalova’ya akın düzenlendi Böylece Osmanlılar, denize ulaştı 1308’de Marmara Denizindeki İmralı Adası fethedilip, deniz üssüne sâhip olundu Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibatı kontrol altına alındı İznik civârındaki Koçhisar fethedildi Osmanlıların Bizans hududunda tesis ettiği âdil idâre; tekfurların zulmünden, vergilerin ağırlığından bıkan Hıristiyan ahâliden başka, kumandanların da takdirini kazanmıştı Rumlar, Osman Gâzinin idâresine sığınmaya başladı 1313’te Harmankaya Tekfuru Mihal de Osman Gâzinin maiyetine girip, Müslüman oldu Köse Mihal Gâzi adını alarak, pek çok muhârebeye katıldı Osmanlı Devletine çok hizmeti geçti Marmara sâhilinden Karadeniz istikâmetinde gazâ akınlarına devâm eden Osmanlılar, 1313’te Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke, Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini fethettiler Bursa, Osmanlı arâzisi ortasında bırakıldı Bursa ablukaya alınıp, Kaplıca ve Uludağ istikâmetlerine iki kale yapıldı Kaplıca istikâmetindekinin kumandanlığına Osman Gâzinin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine Balaban tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi 1313 yılından îtibâren Bursa kuşatmaya alındı Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı Aşîretinin Osmanlıya karşı yaptığı düşmanca hareketler, Osman Gâzinin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu Oymahisar’da yapılan muhârebede Çavdaroğlu esir edilip, aşîretin saldırganları cezalandırıldı 1317 yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikâmetindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldılar Akça Koca Sakarya Nehrinin batısından İznik Kalesine kadar olan mevkii fethetti Buralara, adına izafeten, Koca-eli denildi Osman Gâzinin, gençliğinden beri Rum ve düşman tecâvüzlerine karşı sürdürdüğü askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken gerçekleştirdiği idârî ve siyâsî faaliyetler, onu altmış yaşından itibâren iyice yormaya başladı Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti Gazâ akınlarıyla yetişip, yiğitliği, cesâreti, bilgisi ve dînine sadâkatiyle düşmanların korkusunu, Müslümanların takdirini kazanan oğlunun idâre tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde ve siyâsî hâdiselerde Orhan Gâziyi vazifelendirdi 1321’de Orhan Gâziyi Mudanya, Kara Timurtaş Beyi de Gemlik seferine gönderdi Mudanya fethedilip, Bursa ablukası daha da kuvvetlendi Akınlara devam edilerek 1323’te Akyazı, Ayanköy, 1324’te Karamürsel, 1325’te Orhaneli denilen Atranos fethedildi Osman Gâzi, 1314 yılından beri çevresini ablukaya alıp, kuşatma hâlinde tuttuğu Bursa’nın fethini görmek istiyordu Orhan Gâzi, 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’yı fethedip, Osman Gâzinin ve Müslümanların arzusunu yerine getirdi Gâzilerin akınları netîcesinde, Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisarı fethedildi Bursa dâhil bütün fethedilen bölgeler îmar olunarak, sâhipsiz evler gâzilere dağıtıldı Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlar, İslâm dîninin gayrimüslimlerle alâkalı hukûku tatbik edilerek vergilendirildiler Osman Gâzinin hastalığı Bursa’nın fethinden sonra arttı Hocası Şeyh Edebâlî ve hanımı Mâl Hâtunun vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Beye vasiyetnâmesi, İslâmiyete olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir Vasiyetnâmenin özü şöyledir: “Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemiyesin! Bilmediğini âlimlerden sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmiyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmiyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, şerîat ehlinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik davâsı değildir Sana da bunlar yaraşır Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum” Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarılmış, devletin 600 sene hiç değişmeyen anayasası olmuştur Osman Gâzinin misâfir kaldığı evde Kur’ân-ı kerîm’e hürmeti, kurduğu Osmanlı Devletinin 623 yıl dîn-i İslâm ile idâre edilip, 620 yıllık iktidarıyla yorumlanır Osman Gâzi vasiyetini yaptıktan sonra 1 Ağustos 1326 târihinde Söğüt’te vefât etti Kabri, Bursa’daki Gümüşlü Kümbet'tedir Osman Gâzinin, Orhan Beyden başka Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hâmid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adında oğulları, Fatma Hâtun adında bir kızı vardı Ölümünden sonra, devletin başına oğlu Orhan Bey geçti Osman Gâzi, sâlih bir Müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sâhipti Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı Dünyânın en uzun ömürlü hânedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu Osman Gâzi kurduğu hânedanla; üç kıta, yedi iklim, her çeşit ırk, dil, din, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı, bünyesinde Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerif ve İslâm âlimlerince övülen mânevî hizmetlerin mirasçısı ve idârecilik vasfının 13 yüzyıldan 20 yüzyıla kadar nesillere intikalcisidir Osmanlı Devleti şer’î meselelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince hâlletti Kazâ merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kadılar, Hanefî mezhebine göre karar verirlerdi Osman Gâzi zamânında askerî teşkilât, Oğuz töresine göre olup, aşîret kuvvetlerine dayanıyordu Târihçilerin, Osman Gâzi ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir: Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir Onlar, millî ve İslâmî mefkûrelerinin dâhiyâne terkibi, siyâsî istikrar ve sosyal adâletleri sâyesinde üç kıtanın ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem dâvâsının en kudretli temsilcileri olmuşlardır Osmanlı hânedanı, dünyâda hiçbir âileye nasip olmayan büyük ve dâhî pâdişâhları bir biri ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayâtiyeti bahşetmedi Onu millî, İslâmî ve insânî idealler çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihân hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam teşkilâtı hâline getirdi İslâm dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için îlân ettiği yüksek esaslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâb-ı kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmanlı devrinde ulaşmıştır Osmanlı sultanları ilmi ve ilim adamlarını, memleketlere sâhip olmaktan üstün tuttular Kemâl sâhibi ilim erbâbını dâimâ takdir edip onlara rağbet gösterdiler Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler İşlerinde âlimlerle istişâre eylediler Devlet nizamlarının hazırlanıp, düzenlenmesini ve teftişini onlara havâle edip, idârî mesûliyetlere onları da dâhil ettiler Bunun için Osmanlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkideydi Bu yüzden korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânunlar yapıldı Osmanlı Devleti, kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir âhenk, halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezâda müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletlerarası en kudretli ve cihânşümûl bir siyâsî varlık teşkil etti Osmanlı Devleti ve sultanlarının dâvâları da kendi tâbirleriyle “Nizâm-ı âlem” üzerinde toplanıyor, koca devletin hikmet-i vücûdu ve cihâdı da, bu millî, İslâmî ve insânî esaslara bağlı bulunan bir cihân hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesnâ bir kudret kazanmıştı Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı olarak, ne dışta istilâ tehditlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezhep mensupları ve grupların huzursuzluk endişelerine mâruz bulunuyordu Osmanlı cihân hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideâli, şüphesiz millî şuur ve uyanış yanında asıl kaynağını İslâm dîninden alıyordu Şeyh ve evliyânın himmetleriyle yükselen gazâ rûhu, küçük Söğüt kasabasından Bursa’ya ve bu medeniyet merkezinden de Rumeli’ne yayılıyordu Bu arada Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde, tasavvuf da büyük kudret kaynağı idi Gerçekten de Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde tasavvuf tarîkatleri, şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır Osman Gâzi ve haleflerinin etrâfı, din adamları ve evliyâ ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almıştır Nitekim Osman Gâzi, damadı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî’ye intisap ederek, her hususta onunla istişârede bulunurdu Kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti Bu vasiyete lâyıkıyla uyan Osmanlı sultanları, fethettikleri yerleri medrese, zâviye, imâret, dârülkurrâ ve türbelerle kutsîleştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle dünyâya İslâmiyeti yaymışlar, asırlarca maddî ve mânevî güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır Osman Han II (Genç Osman) Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve İslâm halîfelerinin seksen birincisi Babası Sultan Birinci Ahmed Han, annesi Mahfiruz Hadîce Sultandır 1604 senesinde İstanbul’da doğdu İyi bir eğitimle yetiştirildi Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi Kuvvetli bir edebiyât, târih, coğrafya ve matematik tahsili gördü 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa’nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine, Osmanlı sultânı oldu İkinci Osman’ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi 1620 yazında Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini kuzeye doğru geçerek Otranto Boğazında Adriyatik’e geldi Dıraz üssünde iki İtalya gemisini ele geçirdi Daha sonra batıdan doğuya doğru Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi ve İtalya’ya asker çıkardı Kısa sürede Manfredonia liman ve şehrini fethetti Halil Paşa, bu zaferini Pâdişâha ve husûsî bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Azîz Mahmûd Hüdâi hazretlerine bildirdi ve çok hayır duâ aldı Bu sırada Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya karşı cephe almıştı İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla Nehrini geçerken imhâ etti Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet olarak alındı Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, hem Akdeniz hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gâyesiyle 21 Mayıs 1621’de Cumâ namazını kıldıktan sonra sefere çıktı 1 Eylül 1621’de Hotin önüne varıldı ve kale derhâl kuşatma altına alındı 35 gün devâm eden muhârebelerde kale birkaç defâ düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itâatsizliği ve devlet adamlarının arasındaki geçimsizlikler, kesin netîcenin elde edilmesine mâni oldu Ancak Nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirzâ ile Kırım Hânının oğlu Nûreddîn, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganîmetle döndüler Netîcede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü Lehistan Seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bâzı ıslâhâtlar yapmak istiyordu Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişâhın emirlerine itâat eden bir ordu kurmak istiyordu Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu Ancak onun bu ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çok çekimser davranıyordu Nitekim, Osman Hanın hacca gitme arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandılar Öncelikle Osman Hanın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, daha sonra bâzı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü Netîcede, isyan, Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren câniler, revâ gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Câmiye götürerek orada hapsettiler Genç pâdişâhın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan bir hâle koymuştu İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; “Dün sabah pâdişâh-ı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size dahi kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına bu ihâneti ettiler” diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin câniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı Orta Câmide Genç Osman’ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi Yeniçeriler, Sultan İkinci Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı Nitekim, çok hâin bir kimse olan yeni Sadrâzam Dâvûd Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldular Osman Han, hayâtına kasteden Dâvûd Paşaya; “Behey zâlim, ben sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, mansıp verdim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı Buna rağmen, Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, Sultan Osman’ı Yedikule’ye götürerek boğmalarını emretti Eski sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o târihe kadar görülmemiş kalabalığı teşkil ediyordu Yedikule’ye gelindiği zaman, vakit akşama yaklaşıyordu Dâvûd Paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker dağıldı Daha sonra Dâvûd Paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin Yarına kalmasın” dedi Sultan Osman, günlerden beri perişân vaziyette, aç ve uykusuz olduğu hâlde, kendisini son nefesine kadar müdâfaa etmeye karar vermişti On cellâdın ilk hücûmu netîce vermedi Bire on nispet olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemeyeceklerini anladılar Kementten başka silâh da kullanmak istemiyorlardı Çünkü hânedândan olanın kanı akıtılamazdı Buna rağmen, dışarıdan balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu Fakat arkasından gelen bir cellat, baltası ile omzuna vurarak fenâ şekilde yaraladı Bu durumu fırsat bilen cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü Diğer câniler de üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622) Şehit Sultanın cenâzesi, o gece Topkapı Sarayına götürüldü Ertesi gün yapılacak cenâze törenine hazırlandı Öğle namazından sonra kılınan cenâze namazını müteâkip, Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi Genç Osman’ın şehit edilmesi, târihimizin en acıklı olaylarındandır Genç Osman’ın öldürülmesi, Anadolu’da bâzı isyânların çıkmasına sebep oldu Millet, pâdişâhın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun kâtillerini nefretle andı Sultan İkinci Osman Han, güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı Fevkalâde iyi bir binici, silâh ve harp âletlerini kullanmakta pek mâhirdi Şecâat ve binicilikte akranı pek az olup, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştı Yazmış olduğu şu beyt, onun ıslâhat ve düşünceleri ile muhâliflerinin durumunu çok güzel ifâde etmektedir Niyyetim hidmet idi saltanat ü devletime Çalışır hâsid ü bedhâh ecel nekbetime Sultan Genç Osman dînî ve fennî ilimlerde âlimdi Fârisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı vardır Osman Han III Osmanlı sultanlarının yirmi beşincisi ve İslâm halîfelerinin doksanıncısı Sultan İkinci Mustafa Hanın oğlu olup, 2 Ocak 1699’da Şehsüvar Sultandan doğdu Şehzâdeliğinde mükemmel bir eğitim görerek büyüdü Zamânını, din, edebiyât ve tıp kitaplarını okuyarak kendisini yetiştirmekle geçiren Üçüncü Osman, 13 Aralık 1754 târihinde ağabeyi Birinci Mahmûd Hanın vefâtı üzerine sultan oldu Sultan Üçüncü Osman, 2 Ocak 1755’te Eyüp Câmiinde kılıç kuşandı O devre kadar, yeni pâdişâh tahta çıktığı zaman mukâtaa, timar ve zeâmet sâhiplerinin beratları yenilenerek bir cülûsiye vergisi alınırdı Hazîne dolu olduğu için, Sultan Osman bu vergiyi affetti Ayrıca emeklilere de cülûs bahşişi dağıttı Sultan Üçüncü Osman’ın tahta çıktığı 1755 kışı çok şiddetli geçti Haliç dondu ve deniz yol oldu Osman Hanın saltanatı huzur ve sükûnla başladı Belgrad Muâhedeleriyle başlayan sulh dönemi devâm etti Rus sınırındaki bâzı olaylar, Rusya ile bir ihtilâfa yol açacak gibi göründü ise de, iki tarafta da sulh bozulmadı Hudutlarda bâzı ayaklanmalar oldu Mısır’da Memlûklar başkaldırdılarsa da olaylar kısa sürede bastırıldı Üçüncü Osman Han bu olaylarda ihmâli görülen Vezîriâzam Bahir Mustafa Paşayı azlederek yerine Birinci Mahmûd zamânında iki defâ sadrâzamlık yapmış olan Hekimoğlu Ali Paşayı getirdi (15 Şubat 1755) Fakat Hekimoğlu, kısa bir süre sonra sadâretten alınarak, yerine başdefterdâr Nâilî Abdullah Paşa getirildi Nâilî Abdullah Paşa da üç ay gibi kısa bir süre sonra azledilerek yerine Silâhtar Bıyıklı Ali Paşa tâyin edildi Bu sırada İstanbul târihinin en büyük yangını oldu 28 Eylül 1755’te Hocapaşa semtinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak büyük bir âfet hâline geldi Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda Paşakapısı da yandığından, sadâret dâiresi bir müddet Kadırga Limanındaki Esmâ Sultan Sarayına nakledildi Sadrâzam Silâhtar Ali Paşanın rüşvet aldığını anlayan Sultan Üçüncü Osman, Ali Paşayı 25 Ekim 1755’te görevden azlederek cezâlandırdı ve yerine Yirmisekiz Çelebizâde Saîd Mehmed Efendiyi getirdi 6 Temmuz 1756’da, Sultan Üçüncü Osman devrinin ikinci büyük yangını oldu Bu yangın, İstanbul’un dörtte üçünü kül hâline getirdi Cibâli taraflarında başlayan yangın, on üç kola ayrıldı Unkapanı, Süleymâniye tarafları, Vefâ’dan itibâren Şehzâdebaşı, eski yeniçeri odaları, Langa tarafları, Zeyrek, Saraçhâne, Etmeydanı, Aksaray, Dâvutpaşa İskelesi, Fâtih, Sultanselim, Ali Paşa Çarşısı, Ayakapısı semtleri harâbe hâline geldi Yangının ardından, İstanbul’un yeniden inşâsı için büyük bir îmâr faaliyeti başladı Sultan Üçüncü Osman Han, pâdişâhlığının üçüncü senesinde, 29 Ekim 1757’de vefât etti Yeni Câmi yanındaki kardeşi Birinci Mahmûd Hanın türbesine defnedildi Sultan Üçüncü Osman, fakirlere, düşkünlere çok acıyıp, onlara karşı dâimâ cömert ve şefkatli davranırdı Tebdil-i kıyâfetle İstanbul’da dolaşıp, halkın dertleriyle bizzat alâkadar olurdu Haksızlıkların önüne geçip, tâmiri mümkün olanları tâmir ederdi Müslim ve gayrimüslimlerin kıyâfet ve nizâmını ve davranışlarını dikkatle tâkip etti Yalan ve rüşvetle amansız bir şekilde mücâdele etti Kim olursa olsun rüşvetçiyle yalancıyı aslâ affetmedi Kadınların dikkat çekici kıyâfetlerle sokağa çıkmalarını yasakladı Îmâr faaliyetlerine önem vererek Üsküdar’da İhsâniye Câmii ve İhsâniye Mescidini yaptırdı Ağabeyi Birinci Mahmûd Hanın başlattığı câmi inşâsını bitirerek Nûru Osmâniye adı ile ibâdete açtı Câminin yanına medrese, kütüphâne, imâret, sebil ve çeşme de yaptırıp tâmirâtı ve masraflarının karşılanması için vakıflar tesis ettirdi Midilli Adası Siğrî Limanında, Malta korsanlarına karşı bir kale inşâ edilerek tahkim edildi Bâbıâlînin inşâsı tamamlandı Ahırkapı Feneri de Sultan Üçüncü Osman devrinde yapıldı Raziye Begüm Sultan Dehli sultanı Babası Şemseddin İltutmuş, annesi Terken Hâtundur Sultan Şemseddin İltutmuş tarafından, 1232 yılında Dehli tahtına veliaht tâyin edildi ve devlet adamları da bîat etti İltutmuş’un iki oğlu varken, kızı Râziye Sultanı Dehli tahtına veliaht tâyin etmesi; aklı, zekâsı, halkın sevmesi ve saraydaki idârî hareketlerindendir Fakat babasının 1236’da vefâtıyla, kardeşi Rükneddîn Fîrûz Şâh, Dehli Sultanı îlân edildi Fîrûz Şâhın devlet idâresiyle alâkadar olmaması üzerine, tahttan indirilip, Râziye Begüm, Dehli Sultanı oldu Râziye Begüm Sultan, 1236’da Dehli tahtına sâhip olunca, babasının hastalığı ve kardeşi devrinde ihmâle uğramış ve ortadan kakmış an’ane ve âdetleri tekrar canlandırdı Ülkede âdil bir îdare kurup, ihtiyâç sâhiplerine cömertçe ihsânlarda bulundu Râziye Sultanın saltanatı devrinde, Hindistan’daki Râfizîlerden Karmatîler ve Mülhidler zümresi faaliyetlerini arttırdı Bozuk din mensubu Karmatî ve Mülhidler, Nur-Türk liderliğinde isyân edip, Sind bölgesinden, Con ve Ganj nehirleri kıyılarından gelerek, Dehli’de toplandılar Nur-Türk’ün, Ebû Hanîfe ve İmâm-ı Şâfiî hazretleri ile mezhep mensuplarının aleyhinde bulunmaları, sapıkların Cumâ günü Dehli’deki Câmi-i Mescid’e, Muizzi Medresesine silâhla girmeleri ve katliam yapmaları üzerine, tedbir alındı Âsî Karmatîler, ordunun ve halkın desteğiyle Nur-Türk ve pek çok taraftarı öldürüldü Dehli, âsîlerden ve bozuk din mensuplarından temizlenerek, emniyet ve huzur sağlandı Râziye Sultan, 1238 yılında Gvalyar Seferine çıktı Gvalyar’da ordu ve ihtiyâç sâhiplerine bol bahşiş ve ihsânlarda bulunup, hediyeler dağıttı Görev vermede hassâsiyetle hareket edip, kıymetli âlimleri Dehli’deki Nâsıriyye Medresesine tâyin etti Râziye Begüm Sultanın hükümdârlığını, Türk asıllı kumandan ve beyler çekemeyerek, 1240’ta tahttan indirip, kardeşi Behrâm Şâhı Dehli Türk Sultanlığına getirdi Râziye Begüm Sultan ise, hapsedilmek üzere Taberhinde Kalesine gönderildi Buradayken, Melik İhtiyârüddîn Altuniyye ile evlenen Râziye Begüm, büyük bir kuvvetin başına geçti Nitekim Melik Altuniyye’nin birlikleri yanında Gakhar, Catvan ve diğer yerlilerden topladığı askerlerle, 1240’ta harekete geçerek, Dehli tahtını tekrar ele geçirmek üzere hareket etti Dehli’den Melik İzzeddîn Muhammed Sâlari ve Melik Karakuş da Râziye Begüm Sultanın kuvvetlerine katıldı Behrâm Şâhın ve Râziye Begüm Sultanın orduları Kaytal’da karşılaştı Mağlup olan Begüm Sultan, esir olmamak için savaş meydanından uzaklaştı Hindû bir rençber, Râziye Sultanı, zîneti için öldürüp, tarlaya gömdü Hindû rençber, mücevherlerle işlenmiş elbiseleri satarken, çarşıda yakalandı Soruşturmalar netîcesinde Râziye Begüm Sultanın mezarı bulundu Râziye Begüm Sultan, bozuk din mensuplarına karşı mücâdele ettiğinden ve âdil, cömert ve cesur olduğundan, âlimler ve Dehlililer tarafından kendisine çok hürmet edilirdi Cesedi tarladan çıkarılarak, muhteşem bir dînî merâsimle defnedilip, Con Nehri kenarındaki mezarının üstüne türbe yapıldı Râziye Begüm Sultan, Türk İslâm târihinde ender rastlanan, ilk kadın sultandır Batıdaki nümûnelerinin dışında, ahlâksızlığa ve saray entrikasına düşmeden hükümdârlık yapıp, devlete ve millete çok hizmet etti Adâleti, cömertliği, ilme, âlimlere ihsânı ile meşhurdur Dehli’de kestirdiği paralarda “Umdetü’n-Nisvân Melike-i Sultan Râziye binti Şemseddîn İltutmuş” diye yazılıp, “Râziyetü’d Dünyâ ve’d-Dîn” ve “Belkıs-i Cihân” unvânlarını taşıyordu Râziye Begüm Sultan giyimine çok dikkat eder, erkek elbisesi hiçbir zaman giymez ve yüzüne de nikap takardı Reşad Han (Mehmed V, Sultan Reşat) Osmanlı pâdişâhlarının otuz beşincisi ve İslâm halîfelerinin yüzüncüsü Çocukluğundan îtibâren husûsî olarak iyi bir tahsil ve terbiye ile büyüdü Yüksek din ve fen bilgilerini okudu Arapça ve Fransızca'yı mükemmel bir şekilde öğrendi Uzun şehzâdelik devrinin çoğunu okumakla geçirdi 1890 senesinde İngilizlerin yardımıyla kurulan ve pâdişâh aleyhtârı Türk, Rum, Ermeni, Arnavut ve Yahûdîlerle Bulgar, Sırp ve Yunan çeteleri tarafından desteklenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1909 yılında Sultan Abdülhamid Hanı tahttan indirdi ve yerine kukla bir vaziyette Mehmed Reşâd Hanı geçirdi Devlet idâresine tamâmen hâkim olan İttihatçılar, istedikleri kabîneyi iş başına getiriyorlar, istemediklerini ise baskı ve tehditle görevden uzaklaştırıyorlardı Sultan Abdülhamid taraftârı diyerek pek çok kişiyi îdâm ettirdiler Herkes ölüm ve hapis korkusu içine düştü Memlekette can, mal ve nâmus emniyeti kalmadı Devlet düşmanlığı ve dinden dönme moda oldu Her vilâyette zâlimler, âsiler ve zorbalar türedi Bunun netîcesi olarak Arnavutluk’ta isyân hareketleri başladı Arnavutluk bölgesi mebusları, hükümete mürâcaat ederek şiddet hareketlerine başvurulmadan bölgeye bir nasîhat heyeti gönderilmesini istediler Ancak, şiddet taraftârı olan İttihat ve Terakki mensupları, Mahmud Şevket Paşa komutasında büyük bir orduyu Arnavutluk’a göndermelerine rağmen ve pek çok kan dökülmesine sebep oldukları halde isyânı önleyemediler Sultan Reşâd, 16 Haziran 1911’de Kosova’ya gitti 522 sene önce dedesi Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın zafer kazandığı yerde, yüz bin Arnavut ile Cumâ namazı kıldı Balkan Müslümanları ve Arnavutlar, asırlar öncesi Osmanlı hâkimiyetine girişlerindeki adâlet hissini, Sultan Reşâd Hanın “Baba” davranışıyla tekrar ve daha ziyâdesiyle yaşadılar Arnavutluk’taki yüzbinlerce Müslüman, Halîfe-i Müslimîn ve Osmanlı Sultanı Reşâd Hanı görebilmek için, bütün sıkıntılara katlanarak yollara düştü Sultan, din ve millet farkı gözetmeden bütün halka bol ihsânlarda bulundu Huzûru sağladı Mahmud Şevket Paşanın, yirmi iki taburla yapamadığını, Sultan Mehmed Reşâd bir gövde gösterisiyle temin etti Ancak, İttihatçıların ihânet derecesine varan gafletleri devâm ediyordu Sultan Abdülhamid Hanın bizzat körüklediği kiliseler ihtilâfını, 3 Temmuz 1910’da neşrettikleri bir kânunla hallettiler Böylece, Balkan milletleri arasında ihtilâf kalmadığından, Osmanlı Devleti aleyhine kolayca birleştiler Bu birleşme, bir süre sonra (8 Ekim 1912) Balkan Harbinin başlamasına sebep oldu Siyâset yapmaktan memleket savunmasına vakit bulamayan komutanların elinde kalan Osmanlı orduları, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan karşısında bozguna uğradılar 30 Mayıs 1913’e kadar devâm eden savaş sonunda, Osmanlı Devleti, Yenipazar, Libya, Girit, Rodos, on iki ada, Arnavutluk, Epir ve Trakya’yı kaybetti Edirne’de Balkan devletleri eline düştü ise de daha sonra müttefikler arasında çıkan anlaşmazlıktan faydalanılarak tekrar kazanıldı Son fâcialarla Afrika kıtası ile ilişiğimiz kesilirken, Avrupa’da çok küçük bir topağımız kaldı Afrika’da 1200000, Rumeli’de ise 250000 km2'lik yerimiz elden gitti İttihat ve Terakki’nin gâfil, câhil, fırkacı, bölücü idâresi netîcesinde, Osmanlı Devleti, pâdişâhın haberi bile olmadan bu defâ da dünyânın süper güçlerine karşı, Almanya safında, Birinci Dünyâ Harbine katıldı (11 Kasım 1914) Dört sene süren savaş sonunda, koca Osmanlı İmparatorluğu yağma olundu Bir milyon km2'den fazla toprak kaybedildi Asker zâyiâtının yekûnu ise 550000’i şehit, diğerleri yaralı, kayıp ve esir olmak üzere, bir milyonun üzerindeydi Sultan Mehmed Reşâd, memleketin içinde bulunduğu durumun ıstırabı içerisinde, 3 Temmuz 1918’de vefât etti Cenâzesi, kendisi tarafından hazırlanmış olan, Eyüp’teki türbesine defnedildi Mehmed Reşâd Han, halîm, selîm ve merhâmetli bir şahsiyet olup, terbiye ve nezâketi, her türlü ölçünün üstünde bulunuyordu Maiyetine karşı çok şefkatli davranır, biri rahatsızlanınca, iyileşinceye kadar defâlarca hatırını sorardı Hâfızası çok kuvvetliydi Dînî vecibelerini geciktirmeden yapar, boş zamanlarında kitap okurdu Meşrûtiyet anayasası çerçevesinde devleti idâre etmek istedi Ancak, İttihatçıların Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyet ve icrâatlarının önüne geçecek kudrette değildi Hükümeti ele geçiren İttihatçıların çoğu, hattâ din işleri başkanı olan Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım dahi masondu Bu sebeple Sultan Reşâd Hanın saltanat devri, İttihatçıların keyfî ve mesuliyetsiz icrâatları netîcesinde, büyük hâdiselerle geçti Netîcede, üç kıta, yedi denize hâkim olan Osmanlı Devleti, dünyâ çapında faaliyet gösteren yıkıcı ve bölücü teşkilâtların, plânlı, sinsi çalışmaları sonucu yok olma noktasına getirildi |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Nadir Şah İran’daki Afşarlılar Hânedanının kurucusu 22 Ekim 1688’de Kübhân’da doğdu İmâm Kulu bin Nezr Kulu’nun oğludur Türklerin Afşar boyundandır Cesâreti ve yiğitliği dikkati çekerek, etrâfında toplanıldı 1726’da beş bin kadar askeriyle Sâfevî tahtını ele geçirme mücâdelesi veren İkinci Tahmasb’ın hizmetine girdi Tahmasb Kulu Han unvânını aldı Afganlıları, 1727’de İran’dan uzaklaştırdı Aynı yıl Horasan, Kirman, Sîstân ve Mâzenderân bölgelerinin vâliliğiyle mükâfâtlandırıldı Vâliliğinde bağımsız bir hükümdâr gibi hareket etti Adına para bastırdı İç isyânları bastırdı 1730’da Âzerbaycan ve Hemedan hareketine katıldı Osmanlıların Patrona Halil İsyânı ile meşgul bulundukları sırada fırsattan istifâde ile bu devletin hudûdunda bâzı muvaffakiyetler kazandı Birinci Mahmûd Hanın Osmanlı Sultanı olmasıyla, İran hudûdu emniyete alındı 1732’de, Osmanlı-Safevî Antlaşmasıyla Nâdir Han, İran’ın batısından çekildi Sâfevî İkinci Tahmâsb’ı tahttan indirip, Üçüncü Abbâs’ı geçirdi 1732’de Şahvekili olunca, Osmanlı-Safevî Antlaşmasını bozdu Irak’a girdi 1733’te Osmanlılara yenildi Bağdat kuşatmasını kaldırdı ve İran’a çekildi 1734’te Kafkasya Seferine çıktı Gence’yi kuşattı Muvaffak olamayıp, Kars’a geldi Osmanlıların Doğu Seferindeki başkumandanı Köprülüzâde Abdullah Paşaya yenildiyse de, 1735’te Arpaçay Savaşında Türk ordusunu yenerek Gence, Tiflis ve Revan kalelerini ele geçirdi Osmanlıların Gence Muhâfızı Genç Ali Paşa vâsıtasıyla anlaşma istedi Bu sırada Rusya Seferine hazırlanan Osmanlılar, anlaşma isteğini kabul etti Osmanlı Devletiyle anlaşma yaptıktan sonra, İran’da siyâsî nüfûzu daha da artan Nâdir Han, Üçüncü Abbâs’ı tahttan indirerek kendisini şâh îlân etti Afşarlı Nâdir Şahın, İran’da hâkimiyet kurmasıyla Şiî Safevî hânedânı son buldu Hânedânını kurduğunu ve şahlığını arz etmek üzere, İran’daki Osmanlı heyetine, kendi adamlarını da katarak o devirde dünyânın en büyük devleti ve İslâm âleminin liderlik makâmı olan Hilâfet müessesesine sâhip Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul’a gönderdi İran’daki Şiîlerin Sahâbe-i kirâma küfretmelerini önlemek, bozuk inançlarından vazgeçirmek ve onlara ilim yoluyla inançlarının yanlışlığını ispat etmeleri için, Osmanlı Devletinden yardım istedi Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşa Osmanlı âlimlerinden Bağdatlı Ebülberekât Abdullah Süveydî’yi göndererek, Nâdir Şâhın isteğini yerine getirdi Nâdir Şah, Şiî Mollaları Necef’e çağırttı Yetmiş kadarı toplandı Osmanlı âlimlerinden Süveydî ile Efgan müftisi ve altı Buharalı Sünnî âlim de Necef’e geldi Nâdir Şâh, Süveydî’yi vekil tâyin edip, hak yolun iki tarafça da tasdikini istedi Şiî Mollalara, Süveydî hazretleri tarafından sıra ile dört halîfenin üstünlükleri, Eshâb-ı kirâmın hepsine hürmet edilmesi lâzım olduğu, gayr-i meşrû yaşama tarzı olan mut’a nikâhının İslâmiyette yasak edildiği ve İran’daki bu çirkin işleri Şâh İsmâil Safevî ile onun yolunda giden çocuklarının çıkardığı ispatlandı Sünnî âlimlerin, mollaların ve Nâdir Şahın tasdîkinden geçen antlaşma imzâlanıp, Ferman-ı Şâhî îlân edildi Bu ferman şöyledir: "Önce Allahü teâlâya sığınırım Biliniz ki, Şâh İsmâil-i Safevî 1502 yılında ortaya çıktı Câhil halktan bir kısmını yanında topladı Bu alçak dünyayı ve nefsinin isteklerini ele geçirmek için, Müslümanlar arasına fitne ve fesat soktu Eshâb-ı kirâma sövmeyi, Râfızîliği ortaya çıkardı Böylece Müslümanlar arasına büyük bir düşmanlık soktu Münâfıklığa ve düşmanlığa sebep oldu Öyle oldu ki, kâfirler, rahat ve korkusuz yaşıyor Müslümanlar ise, birbirlerini yiyor Birbirlerinin kanlarını, nâmuslarını telef ediyor İşte bunun için Megan Meydanındaki toplantıda; büyük, küçük hepimiz, beni şah yapmak istediğiniz zaman, bu isteğinizi kabûl etmeme karşılık; siz de Şah İsmâil zamânından beri, İran’da yerleşmiş olan bozuk inançlardan ve boş sözlerden vazgeçeceğinizi bildirmiştiniz Kıymetli dedelerinizin mezhebi olan mübârek âdetlerimiz olan, dört halîfenin hak ve doğru olduğuna kalp ile inanacağınıza ve dil ile de söyleyeceğinize, bunları sövmekten, kötülemekten sakınacağınıza ve dördünü de seveceğinize söz vermiştiniz İşte bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, seçilmiş âlimlerden, dînine bağlı yüksek zatlardan soruşturdum Hepsi dedi ki, Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hak yoluna çağırdığı günden beri, Sahâbe-i râşidîn olan dört halîfenin (radıyallahü anhüm) herbiri, dîn-i mübînin yayılması için canlarını ve mallarını fedâ ettiler ve bu uğurda, çoluk çocuklarından amca ve dayılarından ayrıldılar ve her söze, iftirâya, oka katlandılar Bundan dolayı, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, husûsî sohbetleriyle şereflendiler Böylece “Muhâcirlerden ve Ensârdan, ileri olanlar” âyet-i kerimesiyle medh ve senâya kavuştular İyilerin efendisi vefât ettikten sonra, ümmetin işlerini gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin sözbirliğiyle, hilâfete, birinci halîfe, mağara arkadaşı Ebû Bekr-i Sıddık radıyallahü anh getirildi Bundan sonra, halîfenin tâyin ve Eshâb-ı kirâmın kabul etmesiyle hazret-i Ömer Fâruk radıyallahü anh ve ondan sonra, altı kişi arasından ve sözbirliğiyle Zinnûreyn Osman bin Affân radıyallahü anh ve bundan sonra Allah’ın arslanı, arayanların aranılanı, şaşılacak şeylerin hazînesi, emîr-ül-müminîn Ali ibni Ebî Tâlib radıyallahü anh halîfe oldu Bu dört halîfeden, herbiri, kendi hilâfetleri zamanında, birbirleriyle uygun her türlü ayrılık lekesinden temiz idi Kardeşlik ve birlik üzere idiler Herbiri, İslâm memleketlerini şirkten ve müşriklerin kininden korudular Bu dört halîfeden sonra, Müslümanlar îmân ve îtikâdda birlik idi Her ne kadar, zaman ve asırlar geçmesiyle, İslâm âlimlerinin oruç, hac, zekât ve başka yapılacak işlerde ayrılıkları oldu ise de, inanılacak şeylerde ve Resûlullah’ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O’nun Eshâbını sevmekte ve hepsini hâlis olarak tanımakta hiçbir kusur ve noksan, bozukluk ve gevşeklik olmadı Şah İsmâil’in ortaya çıkmasına kadar bütün İslâm memleketleri, böyle saf ve temiz idi Sizler selîm aklınızla ve temiz kalplerinizin irşâdı ile, sonradan çıkarılan Eshâb-ı kirâmı sövmek ve Râfızî olmak yolunu, çok şükür bıraktınız Dîn-i İslâm sarayının dört temel direği olan dört halîfenin sevgisiyle kalplerinizi süslediniz Bunun için ben de, bu söz verdiğimiz beş kararımızı, gökler gibi yüksek, karaların ve denizlerin hâkânı, haremeyn-i şerîfeynin hizmetçisi, yeryüzünün ikinci Zülkârneyn’i, büyük İslâm Pâdişâhı, kardeşimiz, Rum memleketlerinin sultanına bildirmeyi söz veriyorum Bu işi arzumuza uygun olarak bitirelim Bu yazdıklarımız, Allahü teâlânın yardımı ile, çabuk meydana çıksın! Şimdi bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, allâme-i ulemâ (Molla Ali Ekber) molla başı ve başka yüksek âlimlerimiz bir tezkire yazdılar Böylece, bütün şüphe perdelerini yırttılar İyice anlaşıldı ki, bütün bu Râfızîlik ve bid’atlar ve ayrılıklar, Şâh İsmâil’in çıkardığı fitnelerden doğmuştur Yoksa ondan önceki zamanların hiçbirinde ve İslâmın başlangıcında, bütün Müslümanların îmânları, düşünceleri tek bir yolda idi Bunun için, Allahü teâlânın yardımı ile ve O’nun kalplerimize sunması ile, bu şerefli ve yüksek kararı almış bulunuyoruz İslâmiyetin başlangıcından, tâ Şah İsmâil’in çıkmasına kadar bütün Müslümanlar, Hulefâ-i râşidîni hak bilirlerdi Bunları sövmekten, kötülemekten çekinirlerdi Hatîb efendiler ve büyük vâizler, minberlerde ve derslerde, bu halîfelerin iyiliklerini, güzel hallerini, üstünlüklerini söylerlerdi Mübârek isimlerini söylerken ve yazarlarken radıyallahü anhüm derlerdi Derin âlim ve üstünlerin özü Mirzâ Muhammed Ali hazretlerine emreyledim ki, bu; “Fermân-ı hümâyûnumuzu, bütün İran şehirlerine yaysın Milletim de işitsin ve kabul eylesin! Buna uymamak, karşı gelmek Allahü teâlânın azâbına ve Şâhenşâhın gazâbına sebep olacaktır Böyle bileler” Nâdir Şâh, Afşarlılar Hânedânının hâkimiyetini genişletmek için 1737’de Afganistan’ın Kandehar bölgesine gitti Kandehar’da Nâdirâbâd şehrini kurdu 1738’de Hindistan Seferine çıktı Gazne, Kâbil, Celâlâbâd şehirlerini zabtederek, Peşaver’den Lahor’a girdi 1739’da Gürgâniyye Devletinin başşehri Dehli’yi aldı Gürgâniyye Devleti Sultanlığına Muhammed Şâhı getirtti Hindistan’ın İndüs Nehri kuzeyindeki eyâletler Afşarlılar Hânedanlığına ilhak edilip, hazînesini doldurdu İran halkı üç yıl vergi dışı bırakıldı Afşar askerine fazlasıyla ihsânlar dağıtıldı 1739 yılı sonunda Kabil’e geldi Âniden Hindistan Seferine geri dönüp, Hind Hükümdârı Hudâ Yar Han Abbâsî’yi esir alıp, 1740 baharında Kâbil’e döndü 1740 yazında Türkistan’a girdi Buhara Hanlığı ile Ceyhun Nehri hudut kesildi Karışıklıklar üzerine 1741’de Kafkasya Seferine çıktı Yolda, Mazenderân yakınlarında suikasta uğrayarak, yaralandı Suikastla alâkalı görülen, Veliahd Rızâ Kulu cezâlandırıldı Dağıstan’a girdi Ruslarla münâsebeti gerginleşti İran’da Afşarlı Hânedânına karşı cephe alındı İsyanlar başladı 1743’te Osmanlı hâkimiyetindeki Musul’dan Irak’a girdi Bağdat’a kadar geldi Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşayla dostça münâsebetler kurup, geri çekildi 1743’te Kars’a geldi Kars başkumandanı Yeğen Mehmed Paşanın hastalanıp vefâtıyla, Nâdir Şâh, Kâğâverd’de muvaffakiyet kazandı ise de Osmanlılardan anlaşma istedi 4 Eylül 1746’da Osmanlı - Afşar Antlaşması imzâlandı Hudut değişikliği olmadı Nâdir Şahın, Sünnîlere tanıdığı haklar, Eshâb-ı kirâma, mübârek makamlara ve âlimlere hürmeti, Râfızîlerin çirkin âdetlerini yasaklaması, halkının çoğunluğu Şiî olan İran’da büyük isyan ve karışıklıkların çıkmasına sebep oldu Temmuz 1747’de, Sîstân İsyanını bastırmak üzere sefere çıktığında, Fethâbâd civârında âsîler tarafından şehit edildi Âilesi ve yakınları kılıçtan geçirildi Hazînesi yağma edildi Nâdir Şâhın şehit edilmesiyle, İran’da başlattığı ıslahatlar durdu Çok kan döküldü Kurduğu Afşarlılar Hânedânı 1795 yılına kadar İran’a hâkim oldu Nureddin Mahmud Zengî Selçuklu atabeglerinden Künyesi Ebü’l-Kâsım Mahmûd bin İmâdeddîn Zengi’dir 1118’de Musul’da doğdu Musul ve Haleb Atabegi İmâmeddîn Zengi’nin oğludur İyi bir eğitim ve öğretim görerek, İslâm terbiyesiyle yetiştirildi Gençliğinden îtibâren babasının seferlerine katılarak kumandanlık vasıflarını geliştirdi Babası İmâmeddîn Zengi’nin 1146’da öldürülmesinden sonra Musul Atabegliği oğullarından Seyfeddîn Gâzi ile Nûreddîn Mahmûd arasında paylaşıldı Seyfeddîn Gâzi Musul merkez olmak üzere Fırat Nehrinin doğusunda kalan yerleri alırken, Nûreddîn, Halep merkez olmak üzere Fırat Nehrinin batısında kalan yerleri aldı Bu sırada Zengi’nin ölümünü fırsat bilen Haçlı liderlerinden İkinci Joscelin, bir kısım Hıristiyan halkla anlaşarak Urfa’yı ele geçirmeye muvaffak oldu Nûreddîn Mahmûd, bu haberi duyunca süratle gelerek kaleyi tekrar ele geçirdi İhânet eden Hıristiyanları cezâlandırdı Halep bölgesine hâkim olup, Hıristiyanların elindeki Keferlâsa ve Artak’ı aldı 1148’de Seyfeddîn Gâzi Musul’da vefât edince bâzı komutanlar Nûreddîn’in atabeg olmasını istediler Fakat, Kutbeddin Mevdûd, atabeg oldu Sincar Vâlisi, Nûreddîn’i dâvet ederek şehri teslim edince, Mevdûd ordusuyla harekete geçti Fakat iki kardeş arasındaki anlaşmazlık barış ile netîcelendi Nûreddîn, Humus ve Rakka’yı alıp Sincar’ı kardeşine verdi (1149) Bu târihten itibâren iki kardeş, Haçlılara karşı Müslümanları birleştirmek için çalıştı Nûreddîn, Antakya topraklarını zapt etti Harim civârını yağmalatıp, İnnib Kalesini kuşattı Sıra ile Harim’i ve Fâmiye Kalesini aldı Mevdûd da Nûreddîn’in bu muhârebesine katıldı 1153’de Hıristiyanlardan Askalan’ı aldı Askalan’ı kaybeden Hıristiyanların Şam’a yönelmeleri üzerine Şam’ı Emir Mucirüddîn’den alarak kendi toprakları arasına kattı (1154) Esediddîn Şirkûh’u Şam vâlisi yaptı ve Haçlıların saldırılarını bertaraf etti Sonra Mısır işleriyle alâkadar olmaya başlayan Nûreddîn Zengi, Şirkûh ve yeğeni Selâhaddîn Eyyûbî’yi Mısır’a gönderdi 1164 yılında Harim’i yeniden Haçlılardan aldı 1169 yılında Şirkûh, Mısır’da hâkimiyeti ele geçirdi Selâhaddîn Eyyûbî, Nûreddîn Zengi’nin emriyle 1171 yılında Fâtımîleri tamâmen ortadan kaldırdı 1173 yılında Anadolu’ya giren Nûreddîn Zengi, İkinci Kılıç Arslan’a âit bâzı kasabaları ele geçirdi Bu esnâda Bağdat Abbâsî halîfesi kendisine Musul, Elcezire, İrbil, Hilât, Sûriye, Mısır ve Konya hükümdârlığını tasdik ettiğini belirten bir menşûr verdi Fakat çok geçmeden Sultan Nûreddîn Zengi, Şam’da vefât etti (1174) Kendi yaptırdığı Nûriye Medresesine defnedildi 1147-1149 yılları arasında gerçekleşen İkinci Haçlı Seferlerini netîcesiz bırakan İslâm kahramanlarından biri olan Nûreddîn Zengi, kurduğu eğitim kurumları, sosyal tesisler ve yaptığı îmâr faaliyetlerinin yanında, güçlü bir devlet kurucusu olan Selâhaddin Eyyûbi’yi yetiştirmesiyle de tanınmaktadır Halep, Şam, Hama, Humus, Baalbek, Menbic ve diğer şehirlerde büyük medreseler, câmiler, imâretler, kervansaraylar, hastâne ve dâr-ül-hadîsler yaptırdı Masrafların karşılanması, tâmirâtı ve yaşatılması için büyük vakıflar bıraktı Şam’da yaptırdığı büyük hastâne, devrin en meşhur mütehassıs doktorlarının hizmet verdiği bir sağlık müessesesiydi Hadis üniversitesi mâhiyetindeki ilk Dâr-ül-hadîsi o kurdu ve pek çok kitap vakfetti Rasadhâne kurdurarak, güneş saati yaptırdı Dindâr olup, ilim adamlarının hâmisiydi Karargâhında dahi Kur’ân-ı kerîm okutup, hürmetle dinlerdi Ülkesini adâletle idâre ettiği için“Melik-ül-âdil” lakabıyla tanındı Haftada iki gün halkın huzûruna çıkarak şikâyetleri dinlerdi Haksızlıkların önüne geçmek ve devletin menfaatlerini korumak için, hassas bir haber alma teşkilâtı kurdu Haberleşmede güvercinlerden de faydalandı Kendisinin ve âile çevresinin ihtiyaçlarını, ihsanlarını, şahsî malından karşılardı Ganîmetten, âlimlerin helâl dediklerinden başkasını almaz, altın, gümüş kullanmaz ve ipek giymezdi |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Mustafa Han IV Yirmi dokuzuncu Osmanlı Sultanı İslâm halîfelerinin doksan dördüncüsüdür Babası Birinci Abdülhamid Han, annesi Âişe Sîneperver Vâlide Sultandır İstanbul’da 8 Eylül 1779’da doğdu Şehzâdeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi Amcası Sultan Selim Hanın ıslahat fikirlerine karşı çıkan bâzı devlet adamları, yeniçerileri tahrik ettiler Netîcede Kabakçı Mustafa’nın sevk ve idâresinde ayaklanan yamaklar, Selim Hanı tahttan indirerek Şehzâde Mustafa’yı sultan îlân ettiler (29 Mayıs 1807) Devlet idâresini ele geçiren âsiler, Nizâm-ı Cedîd kuvvetlerini dağıttılar İsyânın teşvikçisi Köse Mûsâ Paşa, Sultan Selim taraftarlarını birer birer ortadan kaldırdı İstanbul’daki isyan, Rus cephesindeki ordunun disiplinini de bozdu Orduda bulunan Selim Han taraftarları, Rusçuk âyânı Alemdâr Mustafa Paşanın yanına sığındılar Bu hâdiseler üzerine Mustafa Han, Sadrâzam Hilmi Paşayı azlederek yerine Çelebi Mustafa Paşayı sadârete getirdi Osmanlı ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan Ruslar, Eflak ve Boğdan’da bâzı kaleleri ele geçirdiler Ancak, bu sırada Fransa İmparatoru Napoleon karşısında zor durumda kalmaları, barış istemelerine sebep oldu Rusya’nın Eflak, Boğdan ve diğer zaptettiği yerleri tahliye ederek çekilmesi şartıyla, 20 Ağustos 1807’de mütâreke imzâlandı Dördüncü Mustafa Han, Rusya ile yapılan mütârekeden sonra İstanbul’da âsâyişi sağlayabilmek için harekete geçti Bu sırada âsiler işi çığırından çıkararak, halkın mallarını yağmalamaya, yeniçeriler de her işe karışmaya başlamışlardı Mustafa Han, öncelikle âsilerin bir kısmını çeşitli bahâne ve vazîfelerle saraydan uzaklaştırdı Ancak, zorbaları tamâmen sindirebilmek için büyük bir güce ihtiyâcı vardı Bunun için Alemdâr Mustafa Paşanın İstanbul’a gelmesini istedi Kendisine sâdık, 16 bin kişilik kuvvetle harekete geçen Alemdâr, öncelikle Boğaz nâzırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa’yı öldürttü Kabakçı’nın öldürülmesi, saray erkânı ve yeniçeriler arasında büyük telâşa sebep oldu Daha sonra İstanbul’a giren Alemdâr, zorbaları ortadan kaldırmaya ve fesatçıları sürmeye başladı Bu sırada Alemdâr’ın taraftarları Sultan Selim Hanı tekrar tahta çıkarmaları için tahrike başladılar Onun bu niyetini sezen Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa, kendisinden İstanbul’u terk etmesini istedi Alemdâr Mustafa Paşa da bunun üzerine, 28 Temmuz günü on beş bin kişiden fazla askeriyle Bâb-ı âliyi bastı Sadrâzamdan mührünü aldı Ancak, Üçüncü Selim’in yeniden tahta çıkması hâlinde kendilerini öldürteceğinden korkan âsiler ve bâzı devlet adamları, pâdişâhtan Üçüncü Selim ve Şehzâde Mahmûd’un öldürülmeleri için ferman çıkarttırdılar Nitekim, zorla saraya giren Alemdâr, Selim Hanın hançer darbeleriyle şehit edilmiş cesediyle karşılaştı Hizmetkârlarının yardımı ile hayâtını kurtaran Şehzâde Mahmûd’u pâdişâh îlân etti (28 Temmuz 1808) Mustafa Han ise, Topkapı Sarayına yerleştirildi Dördüncü Mustafa Han, 14/15 Kasım gecesi meydana gelen Alemdâr Mustafa Paşa Vakası sırasında yeniçerilerin saraya saldırmaları ve kendisini tekrar başa geçirmeye teşebbüs etmeleri üzerine, İkinci Mahmûd Han taraftarlarınca öldürüldü (1808) Mustafa Han, zekî ve tedbirli olmasına rağmen Üçüncü Selim Hanın tahttan indirilmesi netîcesinde tahta çıkarılmış olmasından dolayı, isyancıların elinde kaldı Yeniçerilerin tamâmının zorba bir güruh hâline gelmeleri sebebiyle, eşkıyâyı bertaraf edecek bir kuvveti yanında bulamadı Bu sebeple, onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı Daha sonra, âsileri sindirmek üzere çağırdığı Alemdâr Mustafa Paşanın, Selim Hanı tekrar tahta geçirme teşebbüsü, Mustafa Hanın aleyhte hareketine yol açtı İkinci Mahmûd Hanın saltanatı döneminden ve ıslâhâtlarından memnun olmayan bâzı devlet adamları, yeniçerileri tahrik etmek sûretiyle kendilerine yakın gördükleri Dördüncü Mustafa’yı tekrar tahta geçirmek üzere harekete geçtiler Bu durum, netîcede Mustafa Hanın öldürülmesine yol açtı Mustafa Hanın cenâzesi merâsimle kaldırılarak, Bahçe Kapısında babası Birinci Abdülhamid’in türbesine defnedildi Saltanat müddeti bir sene iki ay olup, vefât ettiğinde otuz yaşında idi Mustafa Han III Yirmi altıncı Osmanlı sultanı İslâm halîfelerinin doksan birincisidir 28 Şubat 1717’de İstanbul’da doğdu Babası Üçüncü Ahmed Han, annesi Mihrişâh Sultandır Şehzâdeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü Yüksek din ilimleri, edebiyât, târih, coğrafya, askerî bilgileri devrin meşhur âlimlerinden tahsil etti Üçüncü Mustafa Han, Üçüncü Osman Hanın vefâtıyla, 30 Ekim 1757’de hükümdâr oldu Çalışkan ve azim sâhibiydi Devlet işlerini iyi tâkip ederek, mâlî ve askerî sâhalarda ıslâhatlar yapmak istedi Saltanatının ilk yılları, sulh ve sükûn içinde geçti İlk sadrâzamı Koca Râgıb Paşayı, tahta çıkışından vefâtına kadar vazîfesinde tuttu Avrupa devletleri arasında cereyân eden (1756-1763) "Yedi Yıl Savaşları'nda" müttefiklerden her biri, Osmanlı Devletinin kendi safına katılmasını teklif etti Prusya ve Fransa, ittifaklarına katılmaları hâlinde, siyâsî, askerî ve mâlî vaadlerde bulundular Teklifleri dikkatle tâkip eden Mustafa Han ve devlet adamları, ittifak sâhiplerinin çıkarcı ve plânlı hareketlerini yerinde teşhis edip, onları ustalıkla oyaladılar Süratle ordunun, donanmanın teçhizine ve yenilenmesine, mâliyenin iyice düzeltilip, takviyesine başlanıldı Huduttaki Hotin, Bender ve Özü kaleleri, ihtiyaten takviye kuvvetlerle tahkim edildi İstanbul’da bulunan Baron de Tott, Tophâneyi tanzim etmekle vazifelendirildi Baron de Tott, Tophâneyi ıslah ederek yeni toplar döktürdü İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tahkim ve müdâfaası için, Boğaz içindeki kalelerin plânlarının tanzimiyle Hasköy’de yeni bir top dökümhânesi yapılması, orduda kullanılan kayık köprü sisteminin tâdili ve top arabalarının yeni tertip üzere düzenlenmesi gibi yenilikler yapıldı Üçüncü Mustafa Han, yapılan işleri bizzat kontrol eder ve görürdü Avrupa’da Yedi Yıl Savaşları bitip, iki ayrı ittifaktan olmalarına rağmen, Prusya ve Rusya’nın anlaşmasıyla, Lehistan paylaşıldı Rus işgâl ve zulmüne karşı, hürriyet ve istiklâlin vazgeçilmez savunucusu Osmanlı Devletinden yardım isteyen Leh milliyetçileri (Polonezk), Osmanlı hudûdundan geçerek Balta’ya sığındılar Bunları, Rus ordusunun tâkip etmesi ve tecâvüz ettikleri topraklarda Lehlilerle berâber Osmanlı ahâlisini de kılıçtan geçirip, kasabayı yakıp yıkmaları, 18 Eylül 1739’da Belgrad’da kabul edilen süresiz Osmanlı-Avusturya-Rusya Antlaşmasının bozulmasına sebep oldu Osmanlı Devletinin hükümranlık hakkını korumak, Rusya’nın Lehistan’a yerleşmesine engel olmak ve sahte beyânatlarla Lehistan işgâlini dünyâ kamu oyunda geçiştirmeye çalışıp dostu Kont Stanislaw Doniatowski vâsıtasıyla Balta'da zulüm yaptıran Rus Çariçesi İkinci Katerina’ya haddini bildirmek için toplanan dîvanda, Rusya’ya sefer için karar verildi 8 Ekim 1768’de Rusya’ya savaş açıldı Rusya’da bulunan Osmanlı ticâret heyetinin iâdesi için İstanbul’daki Rus sefiri Obreskoff Yedikule’de hapsedildi Osmanlı Devletine tâbi Kırım Hanı Kırım-Giray’ın orduları 1769 Şubatında Güney Rusya’ya girerek Rusları yendi ve yüz binden çok esir alarak, döndü Târihte ahlâksızlığı ile meşhur olan Çariçe Katerina, Kırım-Giray Hanı, Bahçesaray şehrinde saray hekimi olan bir Rum doktoru vâsıtası ile zehirleterek öldürttü 27 Mart 1769’da Serdar-ı ekrem vazîfesiyle Rus Seferine çıkan Sadrâzam Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa, 1 Mayıs 1769’da ilk Hotin Zaferini kazandı Lehistan’ı himâye için girişilen savaşta, Birinci Hotin Zaferinin ardından tekrar saldıran Ruslara karşı 12 Ağustos 1769’da Hotin’de ikinci bir zafer daha kazanıldı Yağlıkçızâde’den sonra sadrâzamlığa getirilen Moldovanlı Ali Paşa, Rus Seferine serdar tâyin edildi Ali Paşa, Turla Nehrinden orduyu geçirirken köprünün yıkılmasıyla büyük bir fâcia meydana geldi Ayrıca, Yeniçerilerin artan itâatsizliği ve muhârebelerden kaçması, ateşli silahların gereği gibi kullanılmamasından, Rus orduları, Kırım Hanlığı topraklarına ve Romanya’ya girdi 21 Eylül 1769’da Hotin, Rusların işgâline uğradı İngiltere ve Fransa’nın askerî yardım ve siyâsî desteğiyle, Baltık Denizinden gönderilen Rus Donanması Cebelitârık Boğazını geçerek Akdeniz’e girdi Bununla, Çar Deli Petro (1682-1725) tarafından sistemleştirilen sıcak denizlere inme projesi Batıdan da destek ve yardım görmüş oldu Bir Osmanlı Ülkesi olan Mora Yarımadasında Ortodoksluğun hâmisi rolüyle Slavlık propagandası yapan Rus donanmasındaki subaylar, Koron, Modon, Navarin, Patras, Anabolu, Tripoliçe, Kalamota ve Isparta’da âsi Rumlar ile işbirliğine girerek, buradaki Müslüman ahâliye, müttefikleri Avrupa devletlerinden de tepki gören vahşîce katliamlar yaptırdılar Bunun üzerine Mora Serdarlığına tâyin edilen Kaptan-ı Deryâ Mandalzâde Hüsâmeddîn Paşanın Mora Çıkartmasıyla Rumlar geri çekilip, yetmiş bin kişilik Maynot-Rum ordusu, Tripoliçe’de 9 Nisan 1770’te bozuldu Hüsâmeddîn Paşaya “Mora Fâtihi” unvânı verilip, bölgedeki âsiler temizlendi Ruslar geri çekildi Akdeniz’deki Rus donanması, Osmanlılar tarafından devamlı tâciz edildiyse de fırsatlardan istifâde eden Ruslar, İngiliz subaylarının da yardımı ile Çeşme limanındaki Osmanlı donanmasını yaktılar Osmanlı donanması yanarak imhâ olunca, İngiliz amirali ve Rus donanma komutanı, Boğazları tehdit etmek istediler Fakat tahkim ve müdâfaadan ürküp, cesâret edemediler Çeşme fâciasından sonra, Tuna boyundaki Kartal Ovasında bulunan Osmanlı ordusu, Yeniçerilerin itaatsizliği yüzünden, 1 Ağustos 1770’te bozguna uğradı 1771 yazında Kırım’ın işgâlinden başka, General Tatloben idâresindeki Rus ordusu, Ahıska bölgesinde bozguna uğrayıp, geri çekildi 2 Ağustos 1771’de Özü (Kırım), 12 Eylül 1771’de Yerköyü (Romanya), 29 Haziran 1773’te Silistre (Romanya), 20 Ekim 1773’te Varna (Bulgaristan) zaferleri kazanıldı Sultan Üçüncü Mustafa Han, beş yıldan beri devâm eden Rus Seferini netîcelendirmek için hazırlanırken, 21 Ocak 1774’te vefât etti 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi, Birinci Abdülhamid Han devrinde, zafer kazanılmasına bakılmaksızın, 21 Temmuz 1774’te imzâlanan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla aleyhte netîcelendi (Bkz Küçük Kaynarca Antlaşması) Üçüncü Mustafa Han devrinde, Osmanlı ülkesi, içeride sulh ve sükûn içindeydi 22 Mayıs 1766 İstanbul zelzelesinden başka tabiî âfet olmadı Osmanlı Rus Harbi esnâsında, Mısır’da Kölemenli Cin Ali Beyin Suriye, Filistin ve Arabistan’daki isyânı, 1 Mayıs 1773’te Sâlihiyye’de mağlûbiyetiyle bastırıldı Balkanlarda Rus yayılma siyâsetinde Ortodoksluğun hâmisi rolüyle Mora’da Slavlık propagandası yapılıp, isyân çıkarıldı Kısa zamanda bastırılıp, Osmanlı ordusunun 9 Nisan 1770 zaferiyle netîcelendirilerek, bölgede sulh ve sükûn sağlandı Dış politikada, devletlerin büyük menfaatleri karşılığı teklif ettikleri siyâsî ve askerî ittifaklar kabûl edilmedi Osmanlı-Rus Harbinde de görüldüğü gibi ittifak tekliflerinin samîmiyetsizce olduğu meydana çıktı Lehistan (Polonya) milliyetçilerinin “Türk atları Vistül’de sulanmadıkça Polonyalılara hürriyet yok” sözü Osmanlılardan yardım istemelerinden kalmıştır Bütün Osmanlı sultanları gibi yüksek din ve fen ilimlerinde devrin en iyi hocalarından ders görerek yetiştirilen Üçüncü Mustafa Han, dindâr, âdil, çalışkan, azimli, hamiyetli, metin, hassas ve ilme, âlimlere hürmetkârdı Devrin âlimleri seviyesinde ilmi vardı Güzel konuşur ve yazardı “Cihângir” mahlasıyla yazdığı şiirleri vardır Çok kitap okurdu Dış ülkelerden yazılmış kitapları da getirtir, incelerdi Doğu ve Batı kültürüne vâkıftı Yapılan icraatları bizzât yerinde kontrol ederdi Askeri ve donanmayı teftiş etmeyi, tebdil gezmek, ata binmek, avlanmak ve gezi yapmayı severdi Askerî, idarî ve mâlî birçok ıslahatlarda bulundu Çok hayırseverdi Âlimlere ve ahâliye cömertçe ihsânlarda bulunurdu Süveyş’te kanal açmak, Sakarya Nehrini, Sapanca Gölü üzerinden İzmit Körfezine bağlamak gibi düşünceleri vardı Birçok hayır müessesesi, askerî ve sivil eser yaptırdı Lâleli Câmii ve yanındaki türbesi, Çakmakçılar’da kendi adıyla bir câmi, Kadıköy’de İskele Câmii Paşabahçe’de İncirliköy Câmii, Üsküdar’da Ayazma Câmii ve zelzelelerde hasara uğraması üzerine yenilediği Fâtih Câmii, yaptırdığı eserlerden bâzılarıdır 1773’te Deniz Harb Okulunun temelini teşkil eden Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn ve teknik üniversite mâhiyetindeki Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn açıldı Zamânında Tüfeklere süngü takıldı Islahatçı bir hükümdâr olan Üçüncü Mustafa Hanın icraatlarını, oğlu Üçüncü Selim Han (1789-1807) devâm ettirdi Mustafa Han II Osmanlı pâdişâhlarının yirmi ikincisi ve İslâm halîfelerinin seksen yedincisi Sultan Dördüncü Mehmed’in Râbia Gülnûş Sultandan oğlu olup 5 Haziran 1664’te İstanbul’da doğdu Devrin âlimlerinden iyi bir tahsil gördü Devlet idâresi ve harp oyunlarını öğrendi Mahâretli bir okçu ve silahşordu İkinci Ahmed Hanın 6 Şubat 1695’te vefâtıyla tahta çıktı Pâdişâh olduğunda, Osmanlı Devleti, on iki yıldan beri Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venediklilerle harp ediyordu Gayretli ve kahraman ruhlu bir hükümdar olan Sultan Mustafa Hân, tahta çıkışının üçüncü günü sadrâzama gönderdiği fermânda; “Cenâb-ı Hak, bu âciz, bu günahkâr kuluna bir cihân pâdişâhlığı ihsân etti Pâdişâhların hangisi zevk ve sefâya; kendi nefsinin râhatına düşmüş ise, eli altındaki memleketlerinin ve tebaasının huzûru ve râhatı kaçmıştır Biz, bugünden zevki ve sefâyı kendimize haram kıldık Düşmana karşı ceddim (Kânûnî) Sultan Süleymân gibi kendim sefere çıkmaya kat’î niyet ettim Sizler ki vezîriâzamım, vüzerâ, ulemâ, vükelâ ve ocak ağalarısınız, cümleniz bir yere gelip, bu hatt-ı hümâyûnumu okuyup düşününüz, gazâya gitmem mi makbul, yoksa Edirne’de oturup, kalmamız mı münâsip? Din ve devlet ve halka hangisi faydalı, Allah için söyleşüp, doğruyu bana bildiriniz vesselâm” buyurarak vazîfeye başladı Bu Hatt-ı Hümâyûn devlet adamlarını, âlimleri, kumandanları, askerleri ve ahâliyi çok memnun edip coşturdu Hocası Seyyid Feyzullah Efendiyi yanından ayırmayıp, sultanlığında da çok istifâde etti Ordunun başında sefere karar verip, saltanatının ilk günlerinde sevindirici zaferler kazanıldı 18 Şubat 1695’te Sakız Adasının Venedik İşgâlinden kurtarılmasını temin eden Koyun Adaları Zaferi kazanıldı Venediklilerin sekiz harp gemisini ve bir çok cephânesini zapt eden Koyun Adaları Zaferi kumandanlarından kalyonlar kaptanı Mezomorta Hüseyin Paşa, Kaptan-ı deryâlığa yükseltildi Venediklilerin Sakız’a tekrar saldırmasıyla Mezomorta Hüseyin Paşa, 15 Eylül 1695’te düşmanı çekilmeye mecbûr etti Venedik donanmasını tâkip eden Hüseyin Paşa, 18 Eylül 1695’te Midilli’nin Zeytinburnu açıklarındaki deniz muhârebesinde de parlak bir zafer kazanarak düşmanın on üç gemisini tahrip etti Sultan İkinci Mustafa Han, 30 Haziran 1695 târihinde, Avusturyalıların işgâlindeki Macaristan’ı kurtarmak için, ilk Avusturya seferine çıktı Belgrad’da 9 Ağustos’ta topladığı Harp Divanında Janova-Lippa, Lugos ve havâlisinin işgalden kurtarılmasına karar verildi 9 Eylül’de Lippa Kalesi fethedildi 22 Eylül 1695’te Kırım Hanı Selim Giray’ın da iştirâk ettiği Lugos Muhârebesinde, Osmanlı ordusu gâlip geldi Lugos Zaferinden sonra Sultan Mustafa Han, sefer mevsimi geçtiğinden, 18 Kasım 1695’te İstanbul’a döndü Rus Çarı Deli Petro, Karadeniz’e inmek için Azak Kalesini üç aydan fazla kuşatmışsa da, muvaffak olamamıştı 13 Ekim 1695’te elli bin ölü vererek Azak’tan çekilen Deli Petro, Kefe Beylerbeyi Mustafa Paşa ve Kırım Kalgayı Kaplan Giray’ın tâkibi sonucu daha da kayıp verdirilerek ateşli silahları zapt edildi Azak yenilgisinin öcünü almak isteyen Deli Petro, Venedik, Avusturya, Hollanda ve Prusya’dan teknik eleman ve yardım olarak 1696’da kaleyi tekrar kuşattı Azak Kalesini müdâfaa için bırakılan beş yüz kadar asker, Deli Petro’nun yüz binlik ordusuna karşı altmış dört gün dayanabildi Yardıma gönderilen kuvvetlerin zamânında yetişememesi üzerine Azak Kalesi, 6 Ağustos 1696’da vire ile teslime mecbur oldu Bu hal, Sultan Mustafa Hanın ve bütün ülkenin büyük üzüntüsüne sebep oldu Azak Kalesinin ikmâlini ihmâl eden ve yardıma memur edilip, zamânında yetişmeyen kumandanlar cezâlandırıldı Kuban Nehri ağzına Açu’ya kale yaptırılarak, Moskof yayılmasını durdurma çâresi düşünüldü İkinci Avusturya Seferine 1696 baharında çıkan Sultan Mustafa Hân kumandasındaki Osmanlı ordusu, Saksonya Kralı Nalkıran Friedric ile General Heisler kumandasındaki düşman kuvvetleriyle 1696 yazında karşılaştı 27 Ağustos 1696’da Olasch yakınlarında meydana gelen muhârebede şiddetli taarruzlar oldu Düşman ordusu fazla dayanamayarak, yenildi Tameşvar tekrar zaptolundu Muzaffer pâdişâh, Avusturya’ya son ve kesin bir darbenin vurulması için yeni bir seferin lüzumuna inanıyordu Ancak, 17 Haziran 1697’de bu maksatla çıkılan sefer, sadrâzam Elmas Mehmed Paşa ile Tameşvar Muhâfızı Koca Câfer Paşanın Pâdişâh’ı yanlış yola sevk etmeleri sonucu Zenta bozgununa sebep oldu Savaşta, Sadrâzam Elmas Mehmed Paşa ile on üç beylerbeyi ve binlerce asker şehit oldu Sultan Mustafa Han, süvâri kuvvetleriyle Tameşvar’a çekildi Sadrazamlığa Amcazâde Hüseyin Paşayı getirdi Zenta bozgununun tesiriyle Osmanlı ordusunda disiplin kalmamıştı Bundan faydalanan Avusturya kuvvetleri, Sava Nehrini geçerek Bosna eyâletine kadar girdiler Saray Bosna şehrine kadar olan sahalar tahrip edildi Ancak Bosna beylerbeyliğine getirilen Daltaban Mustafa Paşa, Bosna’da bulunan Avusturyalılara taarruz ederek onları memleketlerine kadar sürmeye muvaffak oldu Zenta Vakası, Osmanlı devlet adamlarını, sulha taraftar hâle getirdi Avusturya da harbe taraftar olmadığı için, İngiliz ve Felemenk (Hollanda) elçilerinin tavassut teklifi her iki devletçe de kabul edildi Karlofça’da, antlaşma görüşmeleri devâm ederken, Sultan Mustafa Han, hudut tecâvüzlerine karşı serdar tâyin edilen Sadrâzam Amcazâde Hüseyin Paşa kumandasındaki yüz bin Osmanlı ve otuz bin Kırım askerini Belgrad’a gönderdi Akdeniz, Karadeniz ve Tuna donanmaları, yeni gemilerle takviye edilerek, harekete hazır hâle getirildi Semendire ve Belgrad önlerinde bekleyen Osmanlı ordusu, uzun süren görüşmeler üzerine, Kasım 1698’de geri döndü Uzun görüşmelerden sona Avusturya, Venedik ve Lehistan, 26 Aralık 1699’da Karlofça Antlaşmasını imzâladı (Bkz Karlofça Antlaşması) Buna göre; Macaristan’la Erdel Avusturya’ya terk edilerek, Sava ve Unna nehirleri hudut kesildi Mora, Dalmaçya ve Aya Mavri Adası Venediklilere, Ukrayna ve Podolya Lehistan’a verildi Rusya ile antlaşma 14 Temmuz 1700’de yapıldı Azak Kalesi, Ruslara bırakıldı Sultan Mustafa Han, Karlofça Antlaşmasından sonra askerî ve mâlî teşkilâtlarda ıslâhat hareketlerine girişti Donanmada, çektiri usûlünün kullanılması terk edilerek kalyon sistemine geçildi Bahriyenin ıslahı ve ihtiyaçlarının giderilmesi için bir kânunnâme îlân edildi Ancak, bilhassa kapıkulu ocakları arasında yapılan ıslâhâtlar, yeniçeri ve sipâhilerin hoşuna gitmedi Bâzı devlet adamlarının tahrikiyle başlayan ayaklanma sonunda, Sultan Mustafa Han, 22 Ağustos 1703’te tahttan indirildi Saraya geldiğinde kapıda kendisini feryâd ederek karşılayan Vâlide Sultanın elini öptükten sonra; “Kul beni tahttan indirmişler, yerime karındaşım Sultan Ahmed’i pâdişâh eylemişler Allah mübârek eyleye, evlâtlarım kendisine Allah emâneti olsun” sözleriyle kendisine ayrılan özel dâireye çekildi Mustafa Han, hizmetleri ortadayken karşılaştığı bu durumdan dolayı çok müteessir oldu İstiskâ hastalığından da muzdarip bulunan Sultan, nihâyet 20 Aralık 1703’te vefât etti Yeni Câmi yanında Vâlide Sultan Türbesine defnedildi Babası Dördüncü Mehmed Han da bu türbededir Dokuz yıla yakın Osmanlı sultanlığı yapan İkinci Mustafa Han, muktedir ve değerli bir pâdişâhtı Orduların başında sefere giden, son Osmanlı sultanıdır Âlimlere ve hocasına karşı hürmeti çok fazlaydı Edebiyâta meraklı olup Meftûnî ve İkbâli mahlasıyla şiirler yazardı İkinci Mustafa Han devrinde, devlet adamları ve âlimler, kıymetli ilmî ve sosyal müesseseler yaptırmışlardır Hocası Seyyid Feyzullah Efendi, Fâtih’te yaptırdığı medrese ile değerli ve nâdide kitapların toplandığı bir kütüphâne; Sadrâzam Amcazâde Hüseyin Paşa, Saraçhâne’de bir medrese, kütüphâne ve çeşme; Sadrâzam Rami Mehmed Paşa Eyüp’te bir mektep ile çeşme; Dâmâd Ali Paşa bir kütüphâne yaptırmışlardır Sultan Mustafa Hânın silâhtârı olan Çorlulu Ali Paşa tarafından tersâne içinde iki katlı câmi yapılmıştır İkinci Mustafa Hanın hanımı Sâliha Sultan, oğlu birinci Mahmûd Han zamânında Azapkapısı’nda sebil, çeşme, hamam ve mektep yaptırıp Arap Câmiini tâmir ettirerek genişletti Mustafa Han I Osmanlı pâdişâhlarının on beşincisi ve İslâm halîfelerinin seksenincisi 1591 senesinde Manisa’da doğdu Her şehzâde gibi iyi bir eğitim gördü Ağabeyi Birinci Ahmed Hanın vefâtı üzerine, 22 Kasım 1617’de, ilk defâ ekberiyet kâidesine göre, yâni hânedânın en yaşlı mensûbu olarak zorla tahta çıkarıldı Sultan Mustafa Han, devlet meseleleriyle ilgilenmediğini ifâde ederek, saltanatı kabul etmediyse de bu hâl devlet erkânınca göz önüne alınmadı Ancak, çok geçmeden devlet işlerinde Sultânın yabancı kalması ve işlerin karışması üzerine, durumun böyle devâm edemeyeceğini anlayan devlet adamları, hal’ine fetvâ aldılar ve 26 Şubat 1618 günü Sultan Mustafa’yı tahttan indirerek, yerine Genç Osman’ı çıkardılar Ancak, yenilik taraftarı olmayanların tahrikleri netîcesinde isyân eden yeniçeriler, 19 Mayıs 1622’de Genç Osman’ı tahttan indirdiler Bu durum Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesine yol açtı Bu sırada Sultan Osman Hanın vezîriâzam Kara Dâvûd Paşa tarafından şehit ettirilmesi büyük karışıklıklara sebep oldu Sultan Mustafa Han, Dâvûd Paşayı azlederek yerine Mere Hüseyin Paşayı getirdiyse de, isyanlar son bulmadı Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa başkaldırarak, bölgesindeki yeniçerilerin bir kısmını öldürttü “Genç Osman’ın intikâmını alacağım” diye and içen Abaza, İstanbul’a gelmek için yola çıktı Bursa’yı muhâsara ettiyse de alamadı Kış geldiği için Niğde’ye çekildi Anadolu’daki isyanlar ve Genç Osman’ın şehit edilmesi olayına adı karışan sipâhiler, halk nezdinde kazandıkları nefreti silmek için, bir dîvân toplantısı sırasında ayaklanarak Sultan Osman Hanın kâtillerinin bulunmasını istediler Bunun üzerine Kara Dâvûd Paşa ve Kalenderoğlu denilen kişiler, yakalanarak îdâm edildiler Diğer taraftan Osmanlı Devletinin iç karışıklıklarından istifâde etmek isteyen Lehistan kazakları, daha önce imzâlanan antlaşma şartlarına uymayarak, şayka adı verilen yüz elli civârında küçük gemiyle Osmanlı kıyılarına saldırdılar Kazakların üzerine gönderilen Karadeniz serdârı Damad Recep Paşa, kazakları tâkip ederek Kilgra önünde bir çok gemilerini batırdı ve 21 gemiyi zaptederek beş bin esirle İstanbul’a döndü İstanbul’da vukû bulan karışıklıklar ve Anadolu’da meydana gelen isyanlar, Osmanlı Devletinin başında daha kudretli, azimkâr ve zekî bir pâdişâhın bulunmasını gerekli kılıyordu Bu sebeple, 1623’te sadârete getirilen Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi ve diğer devlet erkânı toplanarak Sultan Mustafa’nın, artık, makâm-ı saltanatta kalmaması gerektiği husûsunda karara vardılar Nitekim, verilen fetvâ ile 10 Eylül 1623 günü Sultan Mustafa, ikinci defâ tahttan indirildi ve yerine Dördüncü Murâd Han geçti Sultan Mustafa Han, zayıf ve nârin vücutlu idi Yüzü her zaman solgun olup, üzüntülü bir görünüşü vardı Son derece dindârdı Sık sık türbeleri ziyâret eder ve çokça sadaka dağıtırdı Saraydaki hayâtını ibâdet içinde, dînî eserler ve Kur’ân-ı kerîm okuyarak geçirirdi Saltanatta gözü olmadığı için, her iki hal’inde de en küçük bir memnûniyetsizlik göstermemiş, tahttan sevinçle inmiştir 20 Ocak 1639 günü Topkapı Sarayında vefât eden Sultan Mustafa Han, Ayasofya Câmii karşısındaki türbesinde medfundur |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Murad Han V Otuz üçüncü Osmanlı sultanı İslâm hâlîfelerinin doksan sekizincisidir Babası, Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Han, annesi Şevkefzâ Kadınefendidir 21 Eylül 1840 târihinde İstanbul’da doğdu İyi bir eğitim ve öğretim gördü Devrin büyük âlimlerinden ders görerek yetiştirildi Devlet idâresi, fen ilimleri ve Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi Okumayı çok sevdiğinden veliahtlığı devrinde yabancı ülkelerden de kitap getirtirdi Babasının 25 Haziran 1861’de vefâtından sonra Abdülazîz Han pâdişâh olunca, veliaht oldu Nezâketi, kibârlığı, çağına göre bilgisi ve yumuşak huyluluğu ile sevildi Amcası Abdülazîz Hanın 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyâhatlerine katıldı Bu gezilerde davranışları ile Osmanlı hânedânının asâletini temsil ederek takdir topladı Veliaht Murâd, 30 Mayıs 1876 târihinde Sultan Abdülazîz Hanın hal’ edilmesiyle Osmanlı Sultanı îlân edildi 4 Haziran 1876’da Abdülazîz Hanın fecî şekilde şehit edildiğini ve annesi Pertevniyâl Sultana çok çirkin işkenceler yapıldığını işiten Sultan Murâd Hanın üzüntüden ve bu felâket yolunun sonunu düşünmekten aklı bozuldu Üzüntüden hastalığının artmasında, doktor Capoleone’nin câhilâne ve yanlış teşhis ve tedâvisinin mühim rolü oldu Beşinci Murâd Han, bu hasta hâliyle ihtilâlcilerin kuklası hâline getirilip, Avrupa’da belirli odakların devleti ve İslâmiyeti yok etmek için hazırladıkları yıkıcı plânları tatbik edilmek istendiyse de kardeşi İkinci Abdülhamid Han, bunların önüne geçti 31 Ağustos 1876’da hal’ edilen ve doksan üç gün saltanat süren Beşinci Murâd Han, Osmanlı sultanlarının en az pâdişâhlık yapanıdır Saltanattan hal’inden sonra, âilesiyle Çırağan Sarayına yerleştirilen Beşinci Murâd Hanın hastalığı sonradan iyileşti Vaktini, okumak ve torunlarını okutmakla geçiren Murâd Han, kardeşi Sultan Abdülhamid Hanın nâzikâne hatır sormasını, dâimâ teşekkürle cevaplandırırdı 29 Ağustos 1904 târihinde vefât eden Beşinci Murâd Han, İstanbul’da Yeni Câmideki türbeye defnedildi Murad Han IV Osmanlı pâdişâhlarının on yedincisi ve İslâm halîfelerinin seksen ikincisi Babası Birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultandır 27 Temmuz 1612’de İstanbul’da doğdu Tam bir Türk ve İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi Enderun mektebindeki hocalarından husûsî dersler aldı Genç Osman’ın başına gelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623’te Osmanlı tahtına çıktı Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde, hocası Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin elinden kılıç kuşandı Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idâre edemeyeceği görüşü hâkim olarak, annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat nâibesi tâyin edildi Tahta geçtiğinde, iç ve dış işlerdeki karışıklıklar devam ediyordu İdârî işler karışık olduğundan, Yeniçeri ve Sipâhi askerleri zorbalığa baş vuruyorlardı Vasî durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem Sultanın yardımı ile iş başına kıymetli devlet adamları ve kumandanlar getirerek, ortalığı düzeltti İran Şâhı Birinci Abbâs (1588-1629), Osmanlı hudûdunu geçip, Bağdat’ı işgâl ederek, otuz bin Sünnî Müslümânı, kadın, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdi Rus Kazakları ise kayıklarla Karadeniz sâhilindeki bâzı köyleri yaktılar 1625’te sadrâzamlığa getirilen Hâfız Ahmed Paşa, Kazak korsanlarına ve Safevîlere karşı harekete geçti 1625’te Köstence’de, Kazakların iki yüz elli kayığı batırılarak, dört bin kadarı öldürüldü Şah Abbâs’ın Bağdat’taki zulmünün önüne geçmek için, 1625’te ordu sevk edildi 11 Kasım 1625’te Bağdat yakınlarındaki Azamiyye kurtarılarak, Bağdat kuşatıldı Ancak, yeniçerilerin isyânıyla Bağdat kuşatmasını kaldıran Sadrâzam Hâfız Paşa, Irak’ın kuzey ve güneyini işgalden kurtardı 1 Aralık 1626’da Sadrâzamlığa getirilen Kayserili Halil Paşa, tekrar başlayan Safevî saldırılarının önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paşanın isyanlarını bastırmak için 4 Aralık 1626’da sefere çıktı Serdar Halil Paşanın muvaffakiyetsizliği üzerine 6 Nisan 1628’de Sadrâzamlığa Hüsrev Paşa getirildi 22 Eylül 1628’de Abaza Mehmed Paşayı yola getiren yeni sadrâzam, Safevîlere karşı 5 Mayıs 1630’da Mihribân’da, 14 Temmuz 1630’da Cemhâl’da zafer kazandı İranlılar mağlup olunca, Anadolu’da asâyiş temin edildi Dördüncü Murâd Hanın yaşının küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul’da zorbalıklarını ve ahâliye kötü muâmeleyi artırdılar Sadrâzam Hüsrev Paşanın azlini bahâne eden yeniçeriler ve sipâhiler, ayaklanarak saraya yürüdüler Yeni sadrâzam Müezzinzâde Hâfız Ahmed Paşayı öldürdüler (1632) Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazâm olan Recep Paşa döneminde İstanbul’da karışıklıklar günlerce sürdü En küçük bir olayda, Recep Paşanın tahrîkiyle harekete geçen zorbalar, yeni kelleler istiyorlardı Diğer taraftan, tahta geçtiği günden itibâren bütün hâdiseleri dikkatle tâkip ederek, eşkıyanın elebaşlarını tespit eden Sultan Murâd Han, 8 Haziran 1632’de devlet idâresini bizzât eline aldı İsyancıların elebaşı olan Topal Recep Paşayı öldürttü Yeniçeri ve sipâhî ocaklarını sindirerek, zorbalıkların önüne geçti Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak, tütünü ve alkollü içkileri yasakladı Emri dinlemeyenlere şiddetli cezâlar verileceğini îlân edip, sıkı kontroller yaptı ve yaptırdı Lehistan Kazaklarının Karadeniz’de Osmanlı sâhillerine ve Rumeli’de Tuna yalılarına yaptıkları saldırının önüne geçmek için 1633 Nisanında Lehistan Seferine çıktı Osmanlı ordusu Edirne’ye geldiğinde, Lehistan hükümeti sulh istedi 1634’te imzâlanan Osmanlı-Lehistan Antlaşmasına göre; Kazak akınlarına son verilmesi, Leh krallarının Kırım hanlarına ve Osmanlı sultanına vergi vermesi, esirlerin karşılıklı değiştirilmesi kabul edildi Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevî saldırılarının önüne geçmek için ordunun başında sefere karar verip, hazırlıkları tamamladı 18 Mart 1635’te Revan Seferine çıkan Dördüncü Murâd Han, önceden tespit ettirdiği zorbalardan yolu üzerindekileri cezâlandırdı 27 Temmuz 1635’te Revan önlerine ulaştı Sefer boyunca ordunun başında bulunup, askerlerle alâkadar olan, kuvvet, heybet ve dehşetinden ürkülen Sultan Murâd Hana, ordu içinde büyük bir emniyet ve hürmet hissi uyandı 28 Temmuz 1635 gecesi başlatılan Revan kuşatmasında, bütün muhârebe plânları tatbik edildi Sultan Murâd Hanın kuşatmanın ilk gecesi yaralanan askerleri ateş hattından geriye çektirerek hastane çadırlarında, cerrahlara tedâvi ettirip, ilâçlarının verilmesini emretmesi ve top atışlarında bulunması askerleri coşturdu Revan kalesini düşürmek için yapılacak umûmî taarruz öncesinde Safevîler, vire ile teslim olmak istediklerini bildirdiler 8 Ağustos 1635’te Revan kale muhâfızı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han, Sultan Murâd Hana kaleyi teslim etti Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin asker ve yeteri kadar cephâne konularak muhâfızlığına Vezir Murtaza Paşa bırakıldı 11 Eylül 1635’te Tebriz şehri tekrar zaptedildi Safevî ordusu, Osmanlılarla meydan muhârebesine cesâret edemediğinden karşılaşılmadı Aras Nehri taraflarındaki Zeynelli aşîretinden bin kadar nüfûsun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan taraflarındaki boş arâzilere iskân edilmesi emrolundu Van ve Diyarbakır’da kalan Sultan Murâd Han, Revan Seferine çıkışından on ay sonra 27 Aralık 1635’te İstanbul’a döndü Osmanlı ordusunun doğudan ayrılmasıyla; Safevîler, hududa tecâvüz ederek 1 Nisan 1636’da Revan’ı işgâl ettiler 2 Şubat 1637’de sadrâzamlığa getirdiği Bayram Paşayı Doğu Seferi serdarlığına tâyin eden Sultan Murâd Hanın kendisi de hazırlıklara başladı ve 8 Mayıs 1637’de Bağdat Seferine çıktı 16 Kasım 1638’de kuşatmanın başladığı sırada Pâdişâhtan, daha önce ele geçirilmiş bulunan İmâm-ı A’zam türbesini ziyâret etmesi istendi Ancak, Sultan; “Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce İmâmı ziyâretten hayâ ederim” cevâbını verdi Derhâl tertibât alarak muhâsaraya başladı Şehirde Bektaş Han Türkmen’in kumandasında 40000 kişilik bir Safevî garnizonu bulunuyordu Şâh Sâfî ise, atlı kuvvetleriyle Kasr-ı Şîrîn’de olup Osmanlı muhâsarasını gün gün tâkip etmesine rağmen, müdâhaleye cesâret edemiyordu Sultan Murâd Han, 12000 sipâhiyi İran içlerine sokup Şehriban bölgesini çiğnettiği hâlde, Şâhı savaş meydanına çekemedi Şâh, Bağdat’taki büyük kuvvetlerine güveniyor, Pâdişâhın muhâsaradan bıkınca çekilip gideceğini zannediyordu Pâdişâhın ve seksen altı yaşındaki şeyhülislâm Yahyâ Efendinin de ön safta olduğu bu kuşatmada, dehşetli vuruşmalar oldu Muhâsaranın otuz yedinci gününde ön saflarda yalın kılıç kahramanca çarpışarak askeri coşturan Sadrâzam Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele geçirdiği sırada alnından vurularak şehit oldu Yerine sadârete getirilen Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi Bu muvaffakiyetler üzerine muhâsaranın otuz dokuzuncu günü umûmî taarruza karar verildi Sabah erkenden başlayan şiddetli hücum karşısında kale teslim oldu Böylece, on dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevîlerin eline düşen Bağdat, artık kesin olarak Osmanlı idâresine geçti Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk iş olarak İmâm-ı A’zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabr-i şerîflerini ziyâret etti Bu büyük zâtların türbeleri, sapık düşünceli Safevîler tarafından tahrip edilmiş ve eşyâları yağmalanmıştı Pâdişâh emir verip bütün kabirlerin ve eserlerin tâmirini bildirdi Şeyhülislâm Yahyâ Efendiyi de, bu işlere nezâret etmekle vazîfelendirdi Bu zaferden sonra Bağdat fâtihi diye anılan Dördüncü Murâd Han, ordu ile Sadrâzam Mustafa Paşayı Bağdat’ta bırakarak İstanbul’a döndü Sadrâzam Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir kuvvetle İran içlerine doğru harekete geçtiği sırada Şâhın barış isteği ile gönderdiği elçiler geldi Sadrâzam Kemankeş Mustafa Paşayla İran murahhasları Saru Han ve Muhammed Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında, aşağı yukarı bugünkü Türk-İran sınırının tespit edildiği Kasr-ı Şîrîn Antlaşması imzâlandı (17 Mayıs 1639) Bu antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehr-i zûr havâlisinden mürekkep Irak-ı Arap Osmanlılarda, Erivan Safevîlerde kaldı Ayrıca Safevîlerin gerek Irak, gerekse Kars, Ahıska ve Van taraflarına saldırmayacakları, Eshâb-ı kirâmı kötülemeyecekleri de antlaşma şartları içinde yer almıştı (Bkz Kasr-ı Şîrin Antlaşması) Sultan Murâd Han, doğuda İran’la meşgulken, batıdaki hâdiselerden de günü gününe haber alıyordu Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karşı bu Cumhûriyetle bütün ticârî münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını emretti Ancak, bu sırada damla (Nikris) hastalığından muzdarip bulunan Sultanın durumu ağırlaştı Bunun üzerine Dîvân, emri çeşitli bahânelerle on üç gün geciktirdi Bu arada Venedik elçisi gelip, dîvânın bütün şartlarını kabûl etti ve savaş durduruldu Nitekim, çok geçmeden pâdişahın hastalığı daha da artarak 8/9 Şubat 1640 günü, güneş battıktan sonra İmâm Yûsuf Efendi, Yâsîn-i şerîf okurken vefât etti Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlığında müezzinlerin “Er kişi niyyetine!” nidâları ve Müslümanların gözyaşları arasında kılınan cenâze namazından sonra, babası Birinci Ahmed Hanın türbesine defnedildi Dördüncü Murâd Han, Arapça ve batı dillerine hâkim olup her türlü memleket meselesine vâkıftı İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi Evliyâ Çelebi ve Kâtib Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında idi Kur’ân-ı kerîm okumayı ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saâdet dâiresinde Kur’ân-ı kerîm okurdu Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatle geçiren bu Türk Hakânı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pek çok iftirâlarına mârûz kaldı Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük pâdişâha da bulaştırmaya kalkıştılar İnsanlara zulmettiğini ve içki içtiğini söylediler Halbuki devrin kaynaklarında Murâd Hanın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi yoktur Birçok târihçinin Kânûnî sonrası en büyük Osmanlı pâdişâhı olarak kabûl ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu Fakat, Yavuz’un sâhip olduğu kıymetli devlet adamlarına ve tecrübeye mâlik değildi Tahta geçtiğinde hazine bomboştu Vefâtında ise, on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesâbı belli değildi Avrupa, baştan başa istihbârat ağı ile örülmüştü Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı Sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet alınıyordu Tahta çıktığında, neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefâtında itâat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu Dördüncü Murâd Han, bozulmuş devlet nizâmını yoluna koymak için mülâzimlikleri kaldırdı Timar sistemini yeniden düzene koydu İsrâfın önüne geçmek için kânunlar çıkarttı Sipâhilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkâf idâresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı Sipâhileri intizam ve itâat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyişi temin etti Yeniçerilik tahsisâtının şuna buna yemlik olması suiistimâlini kaldırarak, yeniçeriliği ıslah etti Vefâtında içte ve dışta huzurlu ve îtibârlı bir devlet bıraktı Sultan Murâd Hanın cesâreti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin zekâsı, hünerleri, askerî dehâsı, atıcılık, binicilik, silâhşorluktaki başarısı, askerleri ve tebaası tarafından çok takdir ediliyordu İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi Devrinin bütün silâhlarını en iyi şekilde kullanırdı En küçük suçları bile memleketin selâmeti için cezâlandırmaktan çekinmeyen Sultan Dördüncü Murâd Hanın merhameti de çoktu Savaş esnâsında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastanelerdeki yaralı ve hastaları ziyâret eder, onlarla yakından ilgilenirdi Memleketin her tarafındaki imârethânelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterirdi Din ve devlet menfaatine iş yapanı hemen mükâfatlandıran Sultan Murâd Han, pek çok hayırlı işin yanında, Topkapı Sarayında Revan ve Bağdat köşkü gibi nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri de inşâ ettirdi Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu Muhammed’in doğumunda yedi gece kandiller astırıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi Kavaklar’daki kaleleri yaptırdığı gibi, pek çok şehrin de surlarını tâmir ettirdi Bağdat’ı feth edince, İmâm-ı A’zam ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin türbelerinin tâmirini yaptırdı Kâbe-i muazzamayı su basması üzerine; Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i muazzamayı tâmirle vazîfelendirdi Sultan Dördüncü Murâd Han devrinde kazanılan zaferlerin yanında pek çok âlim, şâir, târihçi ve sanatkâr yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişlerdir Bunlardan bibliyografya, târih, coğrafya sâhasında Kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülazîz, Târih-i Gılmânî sâhibi Mehmed Halîfe, teşkilât ve idâre sahasında Koçi Bey vardır Yine Erzurumlu Ömer, Nef’i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibî, Yahya, Bahâî, Cevrî ve Fehim-i Kadîm, devrinde önde gelen şâirlerdir Yine süslü nesrin on yedinci yüzyıldaki temsilcilerinden Nergîsî de Dördüncü Murâd devrinin meşhûrlarındandır Bundan başka, şâir olan bu pâdişâhın devrinde halk edebiyâtı sarayca desteklenmiş, zaferlerine destanlar, ölümüne halk şâirlerince şiirler yazılmıştır Bu şâirlerden bâzıları saraya intisap etmişlerdir Bunların belli başlıları Kuloğlu, Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa gibi halk şâirleridir Yine devrin tekke edebiyatındaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâyî de, bu devrin sahasında önde gelen şâirlerindendir Murad Han III Osmanlı sultanlarının on ikincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş yedincisi Babası on birinci Osmanlı sultanı İkinci Selim Han, annesi Nûr Bânû Sultandır 4 Temmuz 1546’da Manisa’nın Bozdağ Yaylağı’nda doğdu 1558 târihine kadar Saruhan’da (Manisa) kaldı Babasının Saruhan Sancakbeyliğinden Karaman Beylerbeyliğine tâyiniyle, Şehzâde Murâd’a da Alaşehir Sancakbeyliği verildi 1526’da Manisa Sancakbeyliğine tâyin edildi 22 Aralık 1574 târihinde tahta çıkıncaya kadar bu vazîfede kaldı Sancağa çıkarılan son Osmanlı hükümdârıdır Osmanlı Devletinin zirvede olduğu bir devirde sultan olan Üçüncü Murâd Han, dünyâ siyâsetinde faal bir rol oynadı Osmanlı hâkimiyeti en geniş sahasına ulaştırıldı Akdeniz’de denizci bir kavim olan Venedikliler ve kara Avrupa’sında Avusturya ile antlaşmalar yenilendi Lehistan (Polonya) ile Osmanlı Devletinin kuzey siyâsetini belirleyen antlaşma, 30 Temmuz 1577’de imzâlandı Rus Çarlığının yayılma siyâsetine karşı, Lehistan ile Kırım Hanlığının münâsebetleri tanzim edildi Şiî ideolojisinin temsilcisi İran Safevî Devletinin, Osmanlı ülkesindeki yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine karşı 1578’den itibâren her türlü tedbire başvuruldu Ahâlisi sünnî olan Şirvan ve Dağıstanlıları, Safevî taarruzlarına karşı korumak ve hudûdu emniyet altına almak için 5 Nisan 1578’de başlatılan harekât, 21 Mart 1590 târihinde imzâlanan İstanbul Antlaşması ile tamamlandı Antlaşmaya göre; 1 Tebriz şehri ile Âzerbaycan’ın Tebriz mıntıkası, Karabağ, Gence, Kars, Tiflis, Şehrizûr, Nihâvend, Lûristan tarafları Osmanlılara kalacaktı 2 Şiîler, hazret-i Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahü anhüm) ile hazret-i Âişe’ye iftirâ ve küfür etmeyeceklerdi İran’daki Ehl-i sünnet Müslümanlara kötü muâmele yapılması, Şah tarafından yasaklanacaktı Üçüncü Murâd Han devrinde on iki yıl süren Şark seferleri sonunda, Kafkasya ve Âzerbaycan Osmanlı Devletine bağlandı Hazar Denizine hâkim olan Osmanlı donanması, Safevîlere karşı, Sünnî Özbek Hanlarına topçu ve yeniçeri askeri yardımı götürdü Avrupa kıtasında Osmanlı Devletine tâbi Erdel (Transilvanya) Beyi İstefan Batori, 1577’de Lehistan (Polonya) Kralı seçtirildi Böylece Baltık’taki bu ülke de Osmanlı himâyesine alınarak, yıllık haraca bağlandı İşgal ve tecâvüzlerden muhâfaza altına alınıp, Rus yayılmasının önüne geçildi Avusturya ile münâsebetler hudut tecâvüzleri sebebiyle, 1592’de bozuldu Yıllık otuz bin duka altın haracın gönderilmemesi üzerine, Vezîriâzam Koca Sinan Paşa, Avusturya seferi için vazifelendirildi 1592’de başlayan Avusturya harbi, 1606 yılına kadar devâm etti Fas’taki Sâdi Şerîfleri, Osmanlı sultanından, İspanyollara karşı yardım istediler Fas Şerîflerine yardım etmek için Cezâyir Beylerbeyi Ramazan Paşa vazîfelendirildi Osmanlı kuvvetleriyle Fas Şerîfleri, İspanyollarla Portekizlileri bölgeden attılar Fas’tan Hıristiyanların atılması, başta Papalık olmak üzere Güney ve Batı Avrupa devletlerini harekete geçirdi Osmanlı taraftarı Fas Şerîfi Abdülmelik aleyhine tertiplenen Akdeniz Hıristiyanlığının son Haçlı seferine Papalık, Fransa, Portekiz ve İspanya katıldılar 4 Ağustos 1578’de Tanca yakınlarındaki Vâdi-yüs-Seyl'de (el-Kasr-ul-Kebir, Alkazar) yapılan muhârebede, Haçlılar, büyük bir hezîmete uğradı Portekiz Kralı öldürülüp, ordusu imhâ edildi Fas, Osmanlı hâkimiyetini tanıyarak, Şerîf Ahmed Mansur, emir tâyin edildi Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Kuzey Afrika Osmanlı hâkimiyetine girdiği gibi, Orta Afrika ülkesi olan Bornu da Osmanlı sultanına itâatini arz etti Bu devirde bütün Kuzey Afrika’nın ve Bornu’nun tâbiiyete girmesiyle, Osmanlı Devleti en geniş ve tabiî hudutlarına kavuştu Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde, ordunun seferde olmasından istifâde eden Dürzîler Lübnan’da, Zeydîler Yemen’de, Hâricîler Trablusgarp’ta, Şah İsmâil Safevî taraftarı âsiler Kığı’da isyân etmişlerse de, hepsi de itaate getirilmişlerdir Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde, Osmanlı ülkesinde pek çok ilim, kültür ve sanat eserleri inşâ edilmiştir Bu hususta ilk icrâat, Kâbe-i şerîf duvarlarının mermerden yaptırılıp, Harem-i şerîfin su yollarının temizletilmesi oldu Medîne’de bir medrese, mektep, zâviye ve büyük bir imâret yaptırıldı Üçüncü Murâd Han, bununla da kalmayarak, Harem-i şerîfi tâmir ettirip, kubbelerini kârgir yaptırdı Manisa’da, daha şehzâdelik devrinde câmi, medrese, imâret, tabhâneden meydana gelen Murâdiye Külliyesini, İstanbul’da Toptaşı Tımarhânesini yaptırdı İyi bir tahsil gördüğünden ilme meraklı olan İkinci Murâd, âlimleri çok severdi Nakşibendî meşâyihinden Hâce Ahmed Sadık Kâbilî’den feyz alarak kemâle geldi Tasavvufa âit Fütûhât-ı Sıyâm adlı kitabı yazdı “Murâdî” mahlasıyla tasavvufa âit kıymetli şiirleri vardır Dîvânında, Türkçe gazellerinin yanında Arapça ve Farsça gazelleri de vardır Türkçe dîvânını Şemseddîn Sivâsî açıklamıştır Ayrıca Gelibolulu Ali, hoş görünmek maksadıyla, bâzı gazellerini şerh etmiştir Ocak 1595’te İstanbul’da vefât eden Sultan Üçüncü Murâd Han, babası İkinci Selim Hanın Ayasofya Câmii yanındaki türbesine defnedildi Murad Han II Altıncı Osmanlı sultanı Babası Çelebi Sultan Mehmed, annesi Dulkadır âilesinden Emine Hâtun olup, 1404’te Amasya’da doğdu Çocukluğu Amasya, Bursa ve Edirne’de geçti Küçüklüğünden itibâren devrin büyük âlimlerinden okuyarak yetişti 1415’te on iki yaşındayken idârî ve askerî bilgileri öğrenip, tecrübe sâhibi olması için, lalası Yörgüç Paşanın yanında Amasya Vâliliğine tâyin edildi Şehzâde Murâd, ilk vazîfe yeri Amasya’dayken, 1416’da âsi Börklüce Mustafa isyânını bastırdı 1421’de Anadolu Beylerbeyi Hamza Bey ile İsfendiyaroğullarından Samsun’u aldı Babasının vefâtıyla 25 Haziran 1421’de Bursa’da tahta çıktı Sultan İkinci Murâd Han, 1422’de Osmanlı Devleti için büyük tehlike arz eden Bizans’ın entrikalarına son vermek ve hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem tarafından vaad edilen mânevî müjdelere kavuşmak için İstanbul’u kuşattı Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Anadolu Beyliklerini, Osmanlı Devleti aleyhine kışkırttı Sultan İkinci Murâd Hanın kardeşi Küçük Mustafa, isyan ederek Karaman ve Germiyan beylik kuvvetleriyle Bursa’yı kuşatınca, İstanbul’da kâfi miktarda kuvvet bırakıp, Edirne’ye gitti Edirne’den Bursa’ya geçti Küçük Mustafa yakalanıp, cezâlandırıldı Karaman, Eflak beyleri ve Venedikliler ile antlaşma yapıldı Candarlı İsfendiyar Bey itâat altına alındı İstanbul kuşatmasını hızlandıran Murâd Han, İmparatorun şehri Venedik hâkimiyetine teslim edebileceği ihtimâliyle 22 Şubat 1424’te Bizanslılarla antlaşma yaptı Bu antlaşma ile, Ege ve Karadeniz kıyılarını Osmanlılara terk eden Bizanslılar, yıllık otuz bin düka altın haraç vermeyi kabûl ettiler Anadolu’da İzmir, Menteşe ve Teke beylikleri, Osmanlı hâkimiyetine geçti Germiyan Beyliği, Osmanlı Devletine katıldı 1425’te Selânik’i ele geçiren Venedikliler, Osmanlılara karşı Macarlar ile ittifâk kurdular 1426’da Batı Anadolu’dan hareket eden Türk denizcileri, Venediklilere âit Eğriboz, Modon ve Koron’a sefer yaptılar Osmanlı-Venedik Harbi 1425-1430 yılları arasında devâm etti Venediklilerin batı ve doğu devletleriyle ittifâk kurmasına rağmen, Sultan İkinci Murâd Han, Şubat 1430’da Selânik’i fethetti Venedik donanması, Gelibolu’da Türk donanmasına taarruz ettiyse de müthiş bir bozguna uğradı Temmuz 1430’da, Osmanlı-Venedik Harbine son veren Lapseki Antlaşması imzâlandı Selânik Osmanlılarda kaldı Venedikliler yıllık vergiye bağlandı İtalyanların hâkimiyetindeki Yanya’da, ahâli, despot kavgalarından bıkmıştı Yanyalılar, Selânik’te bulunan Osmanlı Sultanı İkinci Murâd Hana mürâcaat edip, Türk adâletine sığınarak hürriyet istediler Rumeli Beylerbeyi Sinân Paşa, ahâlinin hürriyetine dâir Sultan Murâd Hanın fermânını getirince, şehrin anahtarı Osmanlılara teslim edildi Böylece 1431’de Yanya ve çevresi de Osmanlı hâkimiyetine girmiş oldu Balkanlarda ahâlinin Osmanlı adâletini, kendi ırk, din, dil ve kültüründen olan idâreye tercihi, başta Papalık olmak üzere Hıristiyan kral, despot ve prenslerini telaşâ düşürdü Balkan milletlerinin Osmanlı idâresini tercih etmelerinin önüne geçmek için, içeride ahâliye zulüm, dışarıda da diğer devletlerle ittifak kurdular Türk'ü Türk'e düşürmek için, hâkimiyet mücâdelesindeki Anadolu beyliklerini Osmanlılar üzerine saldırtırken, Papanın da teşvikiyle büyük bir Haçlı ordusu kurmak için hazırlıklara başladılar 1435’te Karamanoğlu İbrâhim Bey yola getirildikten sonra, İkinci Murâd Han, Rumeli’ye geçti Akıncı Beyi Ali Bey’e Macaristan’ı vurma emri verildi 1437’de Ali Bey’in kırk beş gün süren Macaristan akınında, Demirkapı geçilerek Erdel’e girildi Akıncılar Macar şehirlerinin askerî mevkilerini tahrip edip, yetmiş bin esir alarak, pek çok ganîmetle döndüler Osmanlılara karşı düşmanca tavır alan Sırp Kralı Brankoviç’ten, 1439’da ülkesinin başşehri Semendire’nin anahtarı istendi Brankoviç, Osmanlı teklifini kabul etmediği gibi ayrıca ordu hazırlattı Osmanlıların taarruz harekâtını haber alan Brankoviç, Semendire’nin müdâfaasını oğluna bırakıp, Macar Kralına sığındı Üç ay kuşatmadan sonra Semendire kalesi 27 Ağustos 1439’da fethedildi Almanya İmparatoru ve Macaristan Kralı İkinci Albert, Semendire’yi kurtarmak için sefere çıktı Macaristan Seferi kumandanlarından İshak Bey ve Osman Çelebi kumandasındaki Osmanlı ordusuyla karşılaşan İkinci Albert, muhârebe başlamadan ordusuyla kaçmaya başladı Macar ordusunun müthiş bir bozgun havasıyla kaçışı, İkinci Albert’i de korkuttu Albert, bu telaş içinde canını zor kurtardı Bu seferden ürken Bosna Kralı Tvartko yıllık yirmi bin duka altın vergisini, yirmi beş bin duka altına çıkardı 1441’de Belgrad Kuşatmasının netîcesiz kalışı, Avrupalıları ümitlendirip, yeni bir ittifaka heveslenmelerine sebep oldu Macarların millî kahramanı Hunyadi Yanoş’un, Bosna’ya girişi, Balkan hükümdârlarının ve Anadolu beyliklerinin Osmanlılara karşı birleşmesine yol açtı Bu sırada İkinci Murâd Hanın, Karamanoğulları meselesiyle meşgul olmasından istifâde eden Haçlı ordusu, 1443’te Tuna’yı aşarak Sofya ve Niş’i aldı 1444’te Yalvaç Muhârebesinde, iki taraf da kesin bir üstünlük kuramadı Haçlılar, geri çekildiler Neticede, 12 Temmuz 1444’te Macarlarla on yıl süreli Segedin Sulh Antlaşması imzâlandı Sultan İkinci Murâd Han, Segedin Antlaşmasından sonra; Hacı Bayram-ı Velî’nin İstanbul’u fethedeceğini işâret buyurduğu oğlu Mehmed (Fâtih) lehine; “Sağlığımda oğlumun pâdişâhlığını göreyim” diyerek saltanattan çekildi Osmanlı tahtına on iki yaşındaki İkinci Mehmed Hanın geçirilmesi on yıllık Segedin Sulh Antlaşmasına rağmen, başta Papalık ve Macarlar olmak üzere Avrupa devletlerini ümitlendirdi Osmanlılara karşı birleşerek hazırlıklarını süratle tamamladılar Hunyadi Yanoş, Segedin Antlaşmasını bozarak, yanında Papalık kuvvetleri de olduğu hâlde, büyük bir Haçlı ordusuyla hareket etti On iki yaşındaki Sultan Mehmed Han, ömrünün yirmi sekiz yılını muhârebe meydanlarında geçiren babası İkinci Murâd Hanı, yaşından umulmayacak ifâdelerin bulunduğu târihî dâvet mektubu ile, tahta geçmeye çağırdı İkinci Murâd Han, Manisa’dan Edirne’ye geldi Murâd Hanın kumandayı ele almasından sonra, tecrübe, dirâyet ve askerlerin içten bağlılığının da verdiği kuvvetle, Varna’da Haçlılara karşı Türk târihinin en muhteşem zaferlerinden biri daha kazanıldı (Bkz Varna Muhârebesi) Tekrar tahta çıkan Murâd Han, ilk seferini Bizans İmparatorunun kardeşi, Mora despotu Konstantin’in tecâvüzkârâne faâliyeti üzerine yaptı Despot Konstantin’den, Mora’da tecâvüzleri durdurması ve işgâl ettiği arâziden çekilmesi istendiyse de reddedildi Elde edilen bilgiler neticesinde Turahan Bey kumandasında öncü akıncı kuvvetleri gönderildi Sultan Murâd kumandasındaki asıl Osmanlı ordusu, 1446’da Korent ve Balyabadra’yı zaptetti 1447’de Arnavutluk isyânı bastırıldı Macarların millî kahramanı Hunyadi Yanoş, Varna Muhârebesi mağlûbiyetinin lekesini silmek için Macarlardan başka Eflak, Bohemya ve Almanya’dan kuvvet toplamıştı Âsi Arnavutluk Beyi dönme İskender ile de ittifak kuran Hunyadi Yanoş, kendisiyle berâber olmayan Sırbistan’ı işgâl edip, Tuna’yı geçti Osmanlı Sultanı Murâd Han, Haçlı ittifakına karşı lüzumlu hazırlıkları tamamlayıp, Anadolu Beyliklerinden de yardımcı kuvvetler aldı Kosova’da düşmana karşı cephe alan Murâd Han, Türk-İslâm an'anesince, Muhârebeden önce antlaşma teklif ettiyse de Haçlılar kabul etmedi 17 Ekim 1448’de başlayan ve üç gün devam eden meydan muhârebesi, Haçlıların bozgunu ile neticelendi (Bkz Kosova Meydan Muhârebesi) Hunyadi Yanoş, canını güçlükle kurtarabildi Murâd Han, 1450’de Arnavutluk Seferine çıktıysa da tamamlayamadı 3 Şubat 1451 târihinde vefât etti Vasiyetnâmesini tanzim edip vezirlere şâhitlik ettirdi Bursa’ya defnedildi Türbesi, Bursa’da Murâdiye mahallesinde yaptırmış olduğu câmi yanındadır Sultan Murâd, büyük bir sarsıntıdan yeni çıkmış olan devletin hükümdârı olduğu zaman, çok gençti Anadolu’da Timur Han'la yeniden ortaya çıkan Türk Beyliklerinin; Rumeli’de ise devletin zaafından istifâde etmek için fırsat gözleyen Balkan ve Avrupa devletlerinin korkunç ihtiraslarıyla karşı karşıya idi Bizans, devletin başına her gün yeni bir gâile, bir iç buhran açmak için sinsi sinsi çalışıyordu Böyle buhranlı bir devirde devlet idâresini eline alan Sultan Murâd Han, hayâtı boyunca, Anadolu’da Türk birliğinin kökleşmesi için çalıştı Rumeli’de tabiî hudutlar içinde yaşamayı tercih etmesine rağmen, memleket menfaati îcâb ettirdiği vakit aslâ vazîfeden kaçmayacak ve hayâtını bu uğurda fedâdan çekinmeyecek kadar cesur, metin, irâdeli, azimkâr idi İç ve dış gâilelerle geçen hükümdârlık hayâtı sonunda, sâdece siyâsî ve askerî bakımdan değil, medeniyet bakımından da yeni çağı açacak olan oğlu Sultan Mehmed’e, mâmur ve her türlü ilmî gelişmeye hazır bir ülke bıraktı Murâd Han, ince rûhlu, hassas, lütûfkâr, âdil, merhametli olup sözüne sâdık, cesur ve tedbir sâhibi, kumanda kâbiliyeti yüksek bir devlet adamıydı On iki yaşında şehzâde iken başlayan muhârebe hayâtı, vefâtına kadar devâm etti İlmî sohbetleri sever, âlimleri himâye eder ve onların ihtiyâçlarını karşılardı Haftanın iki gününü ilim meclisinde sohbetle geçirirdi Kendisinin de ilmi ve ibâdeti çok; zühd, verâ ve takvâsı pek fazlaydı Oğlunu ve kızlarını evlendirdikten sonra, bir gün vezîri Çandarlı İbrâhim Paşaya dönmüş; “Koca Çandarlı! Bu dünyâda arzûlanan nedir ki? Oğul evermek, kız çıkarmak Bunları Allahü teâlânın izniyle yerine getirdik Geriye îmân ile gitmek kaldı” demişti Hemen bütün ömrünü gazâ meydanlarında geçirdiği hâlde, îmar işlerine ehemmiyet verip çok eser bıraktığı için Ebü’l-Hayrât diye anıldı Bursa, Edirne ve başka şehirlerde, yoksullar için imâret ve ulemâ için medrese yaptırdı Edirne’de dârülhadîs ve buna gelir olarak Tahtakale Hamamı, Alacahamam ve Üç Şerefli Câmiini yaptırıp, bunları bir çok vakıflarla destekledi Bursa’da Murâdiye semtinde câmi, medrese ve imâret yaptırdı Edirne’de Ergene civârında bir köprü yaptırıp, Uzunköprü kasabasını kurdu Selânik ve İpsala’da da câmiler inşâ ettirdi Her yıl Kudüs, Halîl-ür-Rahmân, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere yoksulları için otuz beş bin altın gönderirdi Ankara bölgesinde Balıkhisarı adlı büyük bir subaşılığın köylerini Mekke yoksullarına vakfetmişti Bulunduğu şehirde, her yıl on bin altını kendi eliyle seyyidlere paylaştırırdı Tebaasının hakkına ziyâdesiyle riâyet eder, kul hakkından pek sakınırdı Babası Çelebi Sultan Mehmed Handan kalma, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere fakîrlerine, Resûl-i ekrem efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) komşularına hediye gönderme âdetini devâm ettirdi Tezkirelerin, şiir söyleyen ilk Osmanlı sultânı olarak zikrettikleri İkinci Murâd Han; Gerçi-kim haddim değüldür bûseni kılmak dilek, Ârif olan çün bilür ânı ne lâzım söylemek gibi ustaca şiirler yazabilecek kadar kuvvetli bir şâirdi İlme ve âlimlere çok hürmet edip evliyâya izzet ve ikrâmda kusur etmediği için, memleketi âlim ve evliyâ yurdu oldu Herkesin duâsını aldı, pek kıymetli eserlerin yazılmasına, tercüme edilip Türkçe'ye kazandırılmasına ve kıymetli ilim müesseselerinin inşâsına vesîle oldu Yazılan eserlerde açık bir dil kullanılmasını emrederek, Türkçe yazmak husûsunda titizlik gösterdi Devrinde Osmanlı sarayı, âlim ve şâirlerin buluştuğu bir yer oldu Büyük âlim Molla Yegân bile ona hac dönüşünde hediye olarak, Fâtih’in hocası âlim Molla Gürânî’yi getirmişti Bu husus hiç bir milletin kültür târihinde rastlanılmayan eşsiz bir hâdise olup, İkinci Murâd Hanın ilme verdiği değeri de gösterir Osmanlı Devletinde, devrinde en çok eser yazılan pâdişâh olması bakımından dikkat çeker Gerçekten onun devrinde manzûm, mensur pek çok eser yazılmış ve Osmanlı sarayı, eserler hazînesi durumuna gelmiştir Yine tezkirelerin kaydettiğine göre, Osmanlı pâdişâhları içinde, şiirleri ilk defâ kaydedilen pâdişâhtır Devrinde şuarâ (şairler) tezkirelerinde temel teşkil eden bâzı nazîre mecmûaları da onun adına ithâf edilmiştir Ayrıca adına ithâf edilen pek çok eser vardır ve hemen hepsinde İrşâdü’l-Murâd ile’l-Murâd, Mesnevî-i Murâdiyye ve Murâdnâme gibi bu pâdişâhın ismi geçer Devrinde görülen geniş tabanlı bu kültür faaliyeti, sonraki asırlara da temel teşkil etmiştir Murad Han I (Hüdavendigâr) Üçüncü Osmanlı sultânı Birinci Murâd adıyla târihe geçti 1326’da Bursa’nın fethinden sonra doğdu Babası, Orhan Gâzi, annesi Nilüfer Hâtundur İyi bir eğitim ve öğretim görüp, terbiye edilerek, yetiştirildi Lalası Şâhin Paşanın yanında dînî, millî, idârî ve askerî kültürünü arttırdı Ağabeyi Süleymân Şahın, Rumeli fetihleri sırasında vefât etmesi üzerine Osmanlı tahtına veliahd tâyin edildi (1359) Kısa bir müddet sonra da babasının vefâtı üzerine Bursa’ya davet edilip Osmanlı tahtına geçti (1360) Sultan Murâd Han, ilk iş olarak devletin başşehri Bursa’da lüzumlu tâyin ve icrâatlarda bulundu Şehzâdeler meselesini halletti Önce, Karadeniz Ereğlisi ve Ankara fethedildi Lala Şâhin Paşayı, ilk serdar ve sadrazam yaptı Bursa kâdısı Çandarlı Halil Paşayı da kazasker tâyin etti Devletin içişlerini hallettikten sonra, Anadolu’dan Rumeli’ye yöneldi 1361’de Çorlu, Keşan, Dimetoka, Pınarhisar, Babaeski, Lüleburgaz ve 1362’de Edirne fethedildi Bizans Devletinin İstanbul’dan sonra ikinci önemli şehri olan Edirne’nin fethi, Türkler’in Avrupa’ya kesin olarak yerleşmelerini temin etti Trakya’da stratejik bir mevkide bulunan Edirne, Osmanlı Devletinin Rumeli’ndeki fetihlerinde bir askerî harekât noktası oldu Her geçen gün şehrin îmar faâliyetleri artarak, genişledi Ardından sıra ile; Gümülcine, Zağra, Yenice ve Filibe fethedildi Rumeli’nde fethedilen Avrupa topraklarına, Osmanlı iskân siyâsetince, Türk-İslâm ahâlisi yerleştirildi Bu arada Osmanlının âdil idâresinden memnun kalan Hıristiyan ahâli de seve seve Türklerin hâkimiyeti altına girdiler Ancak, Haçlılar papalığın teşviki ile Osmanlılar aleyhine ittifâk kurdular Haçlı ittifakını haber alan Sultan Murâd Han da yerinde ve zamânında tedbirler alarak, hazırlıklarını tamamladı Fetihlerin genişlemesiyle asker ihtiyâcı arttığından, yaya ve müsellem teşkilâtlarına ilâveten, devrin âlimlerinden Karamanlı Molla Rüstem’in teklifi ve Kazasker Çandarlı Kara Halil’in fetvâsı ile, harpte esir alınan gayrimüslim çocuklarından beşte birinden istifâde edilmek sûretiyle “Yeniçeri” adıyla bir asker ocağı kuruldu (Bkz Yeniçeri Ocağı) Alınan esirler, Anadolu’da Türk çiftçi âilelerinin yanında Türk-İslâm terbiyesiyle yetiştirilerek, Yeniçeri Ocağına kaynak temin edildi Ayrıca mâlî teşkilâtta düzenlemelere gidilip, gelirler arttırıldı Bu durum, Bizans İmparatorunu Osmanlılarla antlaşma yapmaya mecbur bıraktı Yapılan antlaşmaya göre İmparator Yuannis, Rumeli’ndeki Osmanlı fütuhâtını kabul ve tasdik etti Bunları almak için hiçbir zaman Türk düşmanlarıyla birleşmeyeceğini ve Anadolu Beyliklerinden gelebilecek taarruzlara karşı Birinci Murâd Han, yardımcı kuvvet isterse asker vereceğini bildirdi Bu antlaşmanın, Bizans’ın Osmanlı Devletine tâbiliğini arz etmesi mâhiyetinde olduğu kabûl edilir Öte yandan Filibe’nin fethi üzerine Osmanlıların Balkanlarda ilerlemesini durdurmak için, Papa Urban’ın çabaları ile meydana getirilen, Sırp, Macar, Bulgar, Ulah ve Bosnalılardan meydana gelen Haçlı ordusu, Edirne’ye doğru yürüdü (1364) Ancak, Hacı İlbeyi komutasındaki Osmanlı öncü kuvvetleri, Haçlıları büyük bir bozguna uğrattılar Düşmanın büyük kısmı Meriç sularında boğuldu (Bkz Sırpsındığı Muhârebesi) Sultan Murâd Han, Rumeli’ne geçmeden önce Katalanların elindeki Biga’yı fethetti Sırpsındığı Muhârebesinden sonra, Osmanlı başşehrini Bursa’dan Edirne’ye naklettirdi Şehri kısa zamanda mescitler, câmiler, medreseler, saray dâhil bütün kültür ve sosyal müesseselerle îmâr etti Türk-İslâm ilim ve sanat eserleriyle süslenen Edirne, İstanbul’un fethi sonrasına kadar Osmanlıya başşehirlik yaptı Balkanlarda Osmanlı idâresi ve müesseseleri tesis edilerek, ticâret canlandırıldı Adriyatik kıyısında küçük bir devlet olan Raguza Cumhûriyetiyle ticâret antlaşması yapılarak Osmanlı himâyesi altına alındı 1366 târihinde Gelibolu, Bizans İmparatorunun dayısı Savua Kontu İtalyan Amedeo tarafından işgâl edilmişse de, bir yıl sonra tekrar Osmanlıların eline geçti 1366’da Sultan Birinci Murâd Han, başlattığı Balkan fütuhâtıyla; Kırkkilise (Kırklareli) Vize, Aydos, Burgaz ve Tirebolu mevkilerini zaptedip, Karadeniz’e dayanmak istiyordu Bu gâyesini gerçekleştirmek için, çok muntazam bir plân tatbik etti Batı cephesi kumandanlığına Evrenos Paşayı tâyin ederek, Makedonya’nın fütuhâtıyla vazîfelendirdi Kuzey cephesi kumandanlığını Kara Timurtaş Paşaya vererek, Tunca boyunun fethiyle vazîfelendirdi Kuzeybatı cephesi kumandanlığını da Rumeli Beylerbeyi Lala Şâhin Paşaya verdi Kara Timurtaş Paşa, 1366’da Bizanslılardan Kızılağaç Yenicesi’ni, Bulgarlardan Yanbolu ve İslimye’yi aldı Lala Şâhin Paşa, Samaku ve İhtiman’a akın tertip etti Sultan Murâd Han, 1367’de başlattığı harekâtla Bulgarlardan Aydos, Karinâbad ve Tirebolu’yu, 1368’de de Bizanslılardan Hayrabolu, Pınarhisar ve Vize’yi alıp, elden çıkmış olan Kırkkilise’yi tekrar fethetti Bulgaristan Kralı Yuvan Şişman, Osmanlılara karşı duramayacağını anladığından, sulh yaparak, kızkardeşi Prenses Marya’yı Sultan Murâd’a verdi Buna rağmen, daha sonra Bizans İmparatoru Beşinci Yuannis Paleologos’un teşvikiyle Sırp Kralı ile Osmanlılara karşı birleşti 26 Eylül 1371 Cumâ günü, Çirmen’de yapılan muhârebede müttefikler büyük bir bozguna uğradı Bu savaşla, Balkanlardaki mukâvemet kırılarak, Osmanlılara Makedonya kapıları açıldı Çirmen Zaferi sonunda,, ilk Makedonya fütuhâtı başlatılarak, Vezîriâzam Çandarlı Kara Hayreddin Halil Paşa, Rumeli Beylerbeyi Lala Şâhin Paşa, Gâzi Evrenos ve Deli Balaban Beyler komutasındaki Osmanlı ordusu, İskeçe, Drama, Kavala, Zihne, Serez, Avrethisar-Vardar Yenicesi ve Karaferye mevkilerini fethetti Osmanlıların Makedonya’yı zaptederek Köstendil’e gelmeleri üzerine, Yukarı Sırbistan Hükümdârı Lazar Grebliyanoviç, Sultan Murâd Han ile anlaşmak istedi Vergi vermek ve gerektiğinde Osmanlı Devletine asker göndermek şartı ile antlaşma sağlandı Rumeli ve Anadolu’da fetihler devâm ederken bâzı mâlî, idârî ve askerî ihtiyaçları karşılamak için teşkilât yapılmıştı Kara Timurtaş Paşanın tavsiyesiyle, tımarlı teşkilât, tâdil ve ihtiyâca göre ıslâh edildi Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilâveten Kara Timurtaş Paşanın tavsiyesiyle kapıkulu askerlerinden olarak maaşlı Süvâri ocağı kurulduğu gibi, seferlerde levâzımın muhâfazası ve süvârilerin hayvanlarına bakmak üzere Voynuk sınıfı teşkil olundu Sultan Murâd Han 1378’de oğlu Şehzâde Bâyezîd’i Germiyan Beyi Süleymân Şahın kızı Devletşah Hâtun ile muhteşem bir düğün yaparak evlendirdi Süleymân Şah, Kütahya, Tavşanlı, Emet ve Simav’ı, kızının çeyizi olarak verdi Hamidoğlu Hüseyin Beyden seksen bin altın karşılığı; Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir ve Karaağaç alındı Birinci Murâd Han, 1380’de Makedonya’da harekâta geçilmesini emretti Rumeli Beylerbeyliğine tâyin edilen Kara Timurtaş Paşa, Vardar Nehri sâhilindeki İştip’i fethetti 1382’de Vardar’ı geçerek Manastır ve Pirlepe’yi aldı Manastır, Arnavutluk ve Kuzey Epir mıntıkalarına yapılacak harekât için üs oldu 1384 bahârında, Osmanlı akıncıları Bosna-Hersek akınını gerçekleştirerek, pek çok esir ve ganimet aldılar 1385’te Vezîriâzam Çandarlı Hayreddin Paşanın Ohri’yi fethi ile Osmanlılar, Arnavutluk hududuna yerleştiler Kuzey Arnavutluk Prensi Balşa ile Drac ve Orta Arnavutluk Dükası Şarl Topia arasında meydana gelen muhârebede Drac Dükası, Hayreddin Paşadan yardım istedi Çağrı üzerine Hayreddin Paşa, Drac Prensine yardım ederek, Savra’da onun gâlibiyetini temin ettiği gibi bu muhârebede Prens Balşa da öldürüldü Osmanlı ordusunun Rumeli’nde bulunmasından istifâde eden Karamanlı Alâeddin Bey, 1386’da Osmanlı hududuna taarruz ederek, Beyşehir ve havalisini zaptetti Hudut tecâvüzünü haber alan Sultan Murâd Han, Rumeli’de Vezîriâzam Çandarlı Hayreddin Paşayı bırakarak, Karaman hududunu aştı Karaman Ovasına gelen Osmanlı ordusu, Alaeddin Beyin kuvvetlerini mağlup ederek, sulh istemeye mecbur bıraktı Sultan Murâd Hanın damadı olan Alaeddin Bey, zaptettiği toprakları geri vermesi ve Osmanlı sultanının elini öperek özür dilemesiyle affedildi Karamanoğullarının da Osmanlı hâkimiyetini tanıması, batıda olduğu gibi doğuda da, Sultan Murâd Hanın nüfûz ve itibârını arttırdı Sultan Murâd Hanın ve Osmanlı ordusunun Anadolu’da bulunmasından istifâde eden Balkan kral ve prensleri Türklere karşı ittifak kurup, taarruz planlıyorlardı Bosna hududunda Lala Şâhin Paşa kumandasındaki akıncıların harekâtı, Bosna Kralı ve Sırp Despotu Lazar’ın otuz bin kişilik müttefik kuvvetlerle yaptığı karşı taarruzla karşılandı 1378’de Ploşnik mevkiinde meydana gelen muhârebede, Lala Şâhin Paşanın yirmi bin kişilik kuvveti bozularak, çoğu şehit oldu Ploşnik bozgunu, gizlice hazırlanmakta olan Hırvat, Leh, Macar ve bütün Balkan kral ve prenslerini Osmanlılar aleyhine harekete sevk etti Denizci bir kavim ve devlet olan Venedikliler, Osmanlıları iyi tanıyıp, menfaatlendiklerinden, Haçlı ittifakına katılacaklarını beyan ettilerse de, tarafsız kaldılar Lazar, Tvartko ve Arnavut Prensi Kastriyota’nın öncülüğünde, Hırvat, Leh, Macar, Bulgar, Sırp ve Arnavutların ittifakını haber alan Sultan Murad Han, vakârını muhafaza ederek, muvâzeneli ve plânlı bir şekilde hazırlıklarını tamamlamaya başladı Balkan ittifâkına karşı Anadolu beylerinden yardım istendi İttifâka dâhil olan Bulgarları büyük harpten önce saf dışı etmek gâyesiyle, Vezîriâzam Çandarlı Ali Paşayı vazifelendirdi Osmanlı ordusu, Balkan dağlarını aşarak Pravadi, Şumnu ve Bulgar Krallığının merkezi Tırnova’yı aldı Ali Paşa, Tuna boyu istikâmetinde harekâtı devam ettirerek, Ulah hâkimiyetindeki Silistre ve Niğbolu’yu zaptetti Bulgar Kralı Şişman, Osmanlılar ile antlaşmaya mecbur oldu Böylece Haçlı ittifakına katılmasına mâni olundu Osmanlı beylerinin Balkanlardaki ileri harekâtı muhtemel büyük harp öncesi durdurularak, bütün kuvvetler Sultan Murâd Hânın kumandasında toplandı Bulgaristan harekâtını muvaffakiyetle tamamlayan Vezîriâzam Ali Paşa, Yanbolu’ya gelen Sultan Murâd Han ile görüşerek, durumu arz etti Durum değerlendirmesi yapılıp ordu süratle Priştine’ye doğru harekete geçti Yollarda yerli ahâlinin mal, mülk, can ve ırzına karşı hiç bir tecâvüz yapılmadan Kosova’ya gelindi Yağma ve tahribâtın yapılmaması, Balkan milletlerini Osmanlının güzel ahlâkına ve adâletine hayran bıraktı Üsküp ile Priştine arasındaki Kosova’da müttefik Haçlı ordusuyla karşılaşılıp muhârebe nizâmı alındı 8 Ağustos 1389 muhârebe öncesi Kosova’da şiddetli fırtına vardı ve o gün Berât Gecesiydi Akşam çadırına çekilen Sultan Murâd Han, Berât Gecesini ihyâ edip namaz kıldı Kur’ân-ı kerîm kıraât ettikten sonra, seccâdesinin üzerinden kalkmadan târihe geçen şu duâyı okudu: “Ey Rabbim! Bu fırtına, şu âciz Murâd kulunun günahları yüzünden çıktıysa, mâsum askerlerimi cezâlandırma Onları bağışla Allahım Onlar ki, buraya kadar, sâdece senin adını yüceltmek, İslâm dînini kâfirlere duyurmak için geldiler Bu fırtına âfetini, onların üzerinden def eyle Senin şânına lâyık bir zafer kazanmalarını nasip eyle Onlara öyle bir zafer kazandır ki, bütün Müslümanlar bayram ede Müslümanları mansûr ve muzaffer eyle Ve dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun sana kurbân olsun Önce beni gâzi kıldın, sonra şehit et” Fırtına dinip, 9 Ağustos 1389 günü yapılan Kosova Meydan Muhârebesinde Birinci Murâd Han büyük bir zafer kazandı (Bkz Kosova Meydan Muhârebeleri) Sırp Devletinin yıkılıp, Balkanların Türk hâkimiyetine geçişini sağlayan Kosova Zaferinden sonra, Sultan Murâd Han, devrin an'anesince muhârebe meydanını dolaşmaya başladı Bu sırada Miloş Obiliç adında yaralı bir Sırp âsilzadesi tarafından hançerlenerek şehit edildi Kaçan düşmanı tâkip etmekte olan oğlu Şehzâde Yıldırım Bayezid, devlet adamlarının da ittifakıyla hükümdâr seçildi Sultan Murâd Hanın cenâzesi Bursa Çekirge’de yaptırdığı türbesine gönderilip, defnedildi Şehit edildiği yere de türbe yapılıp, “Meşhed-i Hüdâvendigâr” denildi Osmanlı Sultanı Murâd-ı Hüdâvendigâr Han, zaferden zafere koşmuş, Anadolu’da ve bilhassa Avrupa’da devletin hudutlarını çok genişletmiş ve babasından bir beylik olarak aldığı ülkeyi büyük bir devlet hâlinde oğluna bırakmıştır İslâmın cihâd emrini yerine getirmek ve Osmanlının şânını yükseltmek için, târihî kaynaklarda otuz yedi gâza yaptığı yazılıdır Sultan Murâd Han; dindâr, âdil, merhametli, fazîletliydi Azim ve irâde kudreti, vakar ve ciddiyeti, ahâlisine karşı şefkatli oluşu, açık ve samîmi siyâsetiyle içte ve dışta istikrârıyla ve mühim askerî, adlî, mâlî ve idârî teşkilâtıyla Osmanlı Devletini sağlam temeller üzerine oturtmuştur Güneydoğu Avrupa’ya, Anadolu’dan Türk nüfûsunun naklinde tatbik ettiği şuurlu sistem, Sultan Murâd Hanın dâhiyâne bir siyâsetidir Fütuhâtla alınan Rumeli topraklarına iskân edilen Türk ve İslâm nüfûsu, Avrupa’da kalıcı bir hâkimiyetin ve emniyetin başlangıcı olmuştur Anadolu’da, Rumeli’nde pek çok hayır müesseseleri, dînî, askerî ve idârî teşkilâtları kuran Sultan Murâd Han, târihte kazandığı zaferlerle olduğu gibi, yaptırdığı eserlerle de milletin kalbinde taht kurmuştur Sultan Murâd Han, ihtiyaç ve lüzumunda eserler yaptırdığı gibi zaferlerin ardından da şükran ifâdesi olarak, mescit, câmi, medrese, mektep, imâret, han ve sosyal müesseseler inşâ ettirmiştir 1364 Sırpsındığı Zaferi sonunda şükrân olarak; Bursa ve Bilecik’te birer câmi, Yenişehir’de bir imâret, Çekirge’de bir imâret, medrese ile kaplıca ve han yaptırmıştır |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Mahmud Han I Yirmi dördüncü Osmanlı sultânı İslâm halîfelerinin seksen dokuzuncusudur Babası İkinci Mustafa Han, annesi Sâlihâ Vâlide Sultandır İstanbul’da, 2 Ağustos 1696 târihinde doğdu Şehzâdeliğinde, yüksek fen ve din ilimleri öğretilerek yetiştirildi Aklı, zekâsı, kâbiliyeti ve anlayışı kuvvetliydi Üçüncü Ahmed Han, Patrona Halil ayaklanması sonunda tahttan çekilince, Şehzâde Mahmud, 2 Ekim 1730 günü Osmanlı sultânı oldu Üçüncü Ahmed Hanın tecrübe ve tavsiyelerinden istifade etti İlk icrâatı, Lâle Devrinde yapılan ilim, kültür ve sanat eserlerinin tahrîbini durdurmak oldu Âsî Patrona Halil’i ve zorbaları imhâ ettirdi İstanbul’da emniyet ve asâyişi sağladı Ülkede huzur dolu, mesut günler başladı İçişlerini düzelten Sultan Birinci Mahmud Han, doğuda hududa saldıran İran Safevîleri ile, batıda Avusturya ve Rusya’ya karşı tedbir aldı Doğuda İran ile Üçüncü Ahmed Han devrinden beri devam eden hâdiselere son vermek istedi Ancak, İran Şâhı bir taraftan anlaşmak üzere heyetler gönderirken, diğer taraftan büyük kuvvetlerle Revan üzerine yürüdü Şah’ın elçi göndermekteki maksadının Osmanlı hükümetini yanıltmak ve oyalamak olduğu anlaşıldığından, elçi ve maiyeti Mardin Kalesine hapsedildi Osmanlı kuvvetleri, İran Seraskeri Ahmed Paşa ile Erzurum Vâlisi ve Revan Seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa kumandası altında iki koldan harekete geçti 30 Temmuz 1731’de Kirmanşah alındı 15 Eylülde Kûrican Sahrasında İran kuvvetleri bozguna uğratıldı Urmiye ve Tebriz ele geçirildi İran Şahının sulh istemesi üzerine, Ocak 1732’de Ahmed Paşa Antlaşması imzalandı Buna göre Aras Nehri iki devlet arasında hudut olarak kabul edilirken Revan, Gence, Nahçıvan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan Osmanlılara; Tebriz, Kirmanşah, Hemedan, Luristan ve Erdelan eyaletleri ise İran’a bırakıldı Ancak, 1733’te İran’da iktidarı ele geçiren Nâdir Şah, Osmanlıların fethettiği bölgeleri almak için tekrar savaş açtı 1735’te Arpaçay’da yapılan muhârebeyi Osmanlılar kaybetti Gence, Tiflis ve Revan İran’ın eline geçti Osmanlı Devletinin doğuda İran ile mücâdelesinden istifâde eden Avusturya ve Rusya da iki cepheden harekete geçmişti Azak Kalesini ele geçiren Ruslar, Osmanlı kuvvetlerinin toparlanmasına meydan vermeden Gözleve, Kılburun ve Urkapı’yı da işgal ettiler 12 Temmuz 1737’de harekete geçen Avusturya ordusu ise Bosna, Sırbistan ve Eflak’a girdi Bu mağlubiyetler ve düşmanın girdiği yerlerde büyük tahribat ve mezâlim yapması Sultan Mahmûd Hanı son derece üzdü Sadarete getirdiği Muhsinzâde Abdullah Paşayı Rusya üzerine, Hekimoğlu Ali Paşayı da Avusturya üzerine sefere memur etti Muhsinzâde, süratli bir hareketle Özi ve Kılburun kalelerini ele geçirirken, Hekimoğlu Ali Paşa ise Banyaluka’yı kuşatan Avusturya kuvvetlerine büyük bir darbe indirdi Yapılan savaşta Avusturya kuvvetlerinin asker zayiatı 60 bin idi Hekimoğlu Ali Paşanın bu zaferi İstanbul’da büyük bir sevince sebep oldu Bu zaferler üzerine Avusturya ve Rusya barış istemek zorunda kaldı Nihayet, 18 Eylül 1739 târihinde, Avusturya ve Rusya ile Belgrad Antlaşması imzâlandı Avusturya Devleti ile yirmi yedi yıllık, Rusya ile süresiz olan antlaşmaya göre, Belgrad, Osmanlı Devletine kaldı Avusturya ile Tuna ve Sava nehirleri tabiî hudut kesildi Ruslar, Azak Denizi ve Karadeniz’de donanma bulundurmayacaktı Kazaklar Osmanlı topraklarına, Kırım Hanlığı da Rusya’ya akın etmeyeceklerdi Rusya ve Avusturya devletleriyle antlaşmalar sağlayan Birinci Mahmûd Han, yeniden İran üzerine döndü Nadir Şah ise bu vaziyet karşısında Osmanlılarla baş edemeyeceğini anlayınca, Kasr-ı Şirin Antlaşması maddeleri üzerinden yeniden antlaşma teklifinde bulundu ve bu istek kabul edildi (1746) Böylece 1739 Belgrad Antlaşmasıyla batı ve kuzey, 1746 Osmanlı-Avşar Antlaşmasıyla da doğu hudutlarını emniyet altına alan Birinci Mahmûd Hana, muhârebelerdeki muzafferiyet üzerine Gâzi unvanı verildi Mahmûd Han bundan sonra ülkede pek çok îmâr faâliyetlerinde bulunup, ilim, kültür, sanat sâhalarında çok kıymetli eserler yaptırdı Kâğıthâne civârındaki Bahçeköy ile Balaban köyleri arasında geçen iki çayın sularını toplayan Topuzlu Bendini yaptırdı Burada toplanan sular, Taksim’deki depodan, Tophâne’deki Meydan Çeşmesi ile Azapkapı’da Sâlihâ Sultan Çeşmesi ve Beşiktaş, Galata, Kasımpaşa, Tepebaşı semtlerinin çeşitli yerlerindeki kırk kadar çeşmeye su verildi Ahâli bol ve tatlı suya kavuşturuldu Pek çok saray, kasır inşâ ve tâmir ettirildi Beşiktaş Sarayının bir çok kısımlarını ve Bayıldım Kasrını yeniden yaptırdı Yûşâ Tepesi civârındaki Tokat Köşkünü donatıp, Hümâyûn-âbâd, Kandilli Sarayını îmâr ettirerek Nevâbâd isimleri verildi Kanlıca’da Mihr-âbâd Kasrını yaptırdı İstanbul’da Ayasofya Câmii içine, Fâtih Câmii yakınında ve Galatasaray’da olmak üzere üç, Belgrad’da bir kütüphâne yaptırdı Ayasofya Câmii Kütüphanesine sarayın hazîne odasından pek nefis, kıymetli, nâdide kitaplar gönderdiği gibi, devrin devlet adamları da hediyelerde bulunarak dört bin cilt nâdide kitap toplandı Ayasofya Kütüphânesine İslâm âleminin en meşhûr hattatlarından Ya’kût-ı Musta’sımî, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman hatlarıyla Mushaflar ve hazret-i Osman ve hazret-i Ali’ye âit olduğu söylenen iki Kur’ân-ı kerîm de kondu Kütüphânenin masrafını karşılamak için de Cağaloğlu’nda çifte hamamı yaptırıp, gelirini vakfetti Ayasofya’ya bitişik aşevi yaptırıp, huzûrunda tertiplenen merâsimle açıldı Galatasaray ocağında yaptırmış olduğu kütüphâneye, saraydan kitaplar gönderip, açılış merâsiminde, kütüphânenin iki tarafına yaptırılmış olan çeşmelerin hazînelerine şekerli şerbet doldurulup, halka ikrâm edildi Nûruosmâniye Câmiinin yapımını başlattıysa da, vefâtından bir yıl sonra tamamlanabildi Beşiktaş’da Arap İskelesi Câmii, Rumeli Hisarı’nda İskele Câmii, Üsküdar’da Sultan Mahmûd Câmii ve Kandilli, Defterdârkapısı, Tulumbacılar odası, Yalıköşkü, Yıldıztepe mescidlerini yaptırdı Birinci Mahmûd Han devrinde, ilim kültür ve sanat faaliyetleri arttı İkinci defâ matbaa açıldı Matbaa ve hattâtların artan kâğıt ihtiyâçlarının karşılanması için Yalova’da kâğıt fabrikası kuruldu Ülke içinde ve dışında Osmanlı Devletine azamet devri yaşatan Birinci Mahmud Han, 13 Aralık 1754 târihinde Cumâ selâmlığı yapıp, Cumâ namazını kıldıktan sonra vefât etti İstanbul’da Yeni Câmii yanındaki Turhân Sultan türbesine defnedildi Çok zekî, anlayışlı, hamiyetli, lütufkâr ve merhâmetli idi Askerî ıslâhât taraftarıydı Askerî kitaplar yayınlattı Lütuf ve merhâmeti çok olduğundan, devrindeki İstanbul yangın ve zelzelesinde zarar görenlerin ıstırâbına samîmiyetle ortak olup, yanan, yıkılan yerlerin yeniden yapılması için çok yardım etti Devlet adamları ile memurları kontrol ettirdi Faaliyetleri ciddiyetle tâkip ettirip, zamanın ve memleketin durumuna göre icrâatlarda bulunurdu İlim, sanat, edebiyât meclislerindeki sohbetlere katılır ve Sebkâti mahlâsıyla şiirler yazardı Mahmud Han II Otuzuncu Osmanlı sultanı ve İslâm halîfelerinin doksan beşincisidir Osmanlı sultanlarından Birinci Abdülhamid Hanın, Nakş-i Dil Sultandan olan oğlu olup, İstanbul’da 20 temmuz 1786 târihinde doğdu Şehzâdeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli âlimlerinden öğrendi Amcası Üçüncü Selim Han, onun yetişmesine çok itinâ göstererek, modern askerî ve teknik bilgileri ve devlet idâresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı Selim Han tahttan indirildikten sonra da, yeğeni Mahmud’la sık sık görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları bildirdi 28 Temmuz 1808’de Alemdâr Mustafa Paşanın, Selim Hanı tekrar başa geçirmek üzere saraya girdiği sırada, sâbık hâkânın âsîler tarafından şehit edilmesi üzerine, Sultan Mahmûd, Osmanlı tahtına çıktı İkinci Mahmûd Han, Alemdâr Mustafa Paşayı, vezîriâzam tâyin edip, Kabakçı isyânından sonra ülkede pek çok hâdise çıkaran zorbaları yola getirmekle vazifelendirdi Kabakçı Mustafa isyânında rol oynamış bulunan âsîler cezâlandırıldı Fesat çıkaranlar İstanbul dışında ikâmete mecbur tutuldu İstanbul’da otorite sağlamaya çalışılırken, Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde ve bilhassa Halep ve Bağdât’ta vâlilerin çıkardığı karışıklıklar devâm ediyordu Cezâyir’in idâresini "dayılar" ele geçirmişti Vehhâbîler, Haremeyn’i zaptederek, hutbelerden pâdişâhın adını kaldırmışlardı Bu kötü gidişe dur demek isteyen Sultan Mahmûd, Anadolu ve Rumeli vâlilerini İstanbul’a dâvet etti Bu vâlilerin yeni Sultan’a bağlılıklarını bildirmeleri istendi Vâliler İstanbul’a gelip, Sultan Mahmûd Hana bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel âsîlere karşı ittifak senedi imzâladılar (Bkz Sened-i İttifak) Diğer taraftan, isyânlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocağını yola getirmek için, tâlim ve terbiye usûllerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icraattan memnun olmadılar 14 Ekim 1808’de Sekbân-ı Cedîd adıyla modern bir ordu kurulmaya başlandı Sekbân-ı Cedîd askeri, yeniçeriler ve taraftarları tarafından Nizâm-ı Cedîd’in ihyâsı olarak kabûl edildi Vezîriâzam Alemdâr Mustafa Paşanın, devlet adamlarına ve askerlere karşı tâvizsiz icraatları, yeniçerileri harekete sevk etti 14-15 Kasım gecesi meydana gelen büyük isyan sırasında, Alemdâr Mustafa Paşa öldürüldü Mahmûd Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı İstanbul’daki hâdiselerin yatıştırılmasından sonra, diğer iç ve dış meselelerin halline bakıldı Arabistan’daki Vehhâbîler, Osmanlı Devletine ve Ehl-i sünnet Müslümanlara karşı, siyâsî faâliyetlerden katliamlara varan tecâvüzlerde bulunuyorlardı Bu arada Vehhabîlerin reisi Sü’ûd bin Abdülazîz, Hicaz’ı istilâya teşebbüs etti Hac mevsiminde hacıların yollarını kesip, Müslümanlara işkenceleri ve İslâm dînine olan hakâretleri, dayanılmaz bir hâl aldığından, Halîfe İkinci Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşaya ferman gönderip, Vehhâbîleri cezâlandırmasını emretti Mehmed Ali Paşa bir dizi harpten sonra mübârek beldeleri Vehhâbîlerden temizledi Zafer haberine çok sevinen Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşaya ihsanlarda bulundu Öte yandan Balkanlarda, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin birlik ve bütünlüğünü parçalamak gâyesiyle yaptırdıkları bölücü ve yıkıcı faaliyetler çok artmıştı Sırplar, Bükreş Antlaşması ile (28 Mayıs 1812) muhtâriyet kazanmalarına rağmen rahat durmuyorlardı Osmanlı Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler Tam istiklal propagandaları ile kalelerdeki Osmanlı askerlerine saldırmaya başladılar 1813 yılında, Sırplıları yola getirmek için Hurşid Paşa seraskerliğinde sefer açıldı Hurşid Paşa, Belgrad’a gelip, âsîleri yola getirdi Âsî Sırp lideri Kara Yorgi, esir düşmekten kurtulmak için, Avusturya’ya kaçtı Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tâbi oldu Serasker Hurşid Paşanın umûmî af îlân etmesiyle, Sırpların silahları toplatıldı Kara Yorgi’den sonra Sırplıların başına Miloş Obrenoviç geçti Osmanlı Devletine sadâkatle hizmete devâm eden Miloş Obrenoviç, 1818’de Avusturya’dan dönen rakibi Kara Yorgi’yi öldürdü 1829 yılında Sırbistan’a muhtâriyet verilmesine rağmen, yıllık vergi vermeyi ve dış işlerinde Osmanlılara bağlılığını devâm ettirdi Arnavutluk’ta ise Tepedelenli Ali Paşanın nüfuzu sebebiyle Rumlar, Rusya’nın bütün teşvik ve yardımlarına rağmen isyana cesâret edemiyorlardı Ancak, Fenerli Rumlarla eskiden beri sıkı münâsebetlerde ve İngilizlerle gizli muhâberelerde bulunan Hâlet Efendinin hâince faâliyetleri ve özellikle Tepedelenli Ali Paşayı bertaraf etmesi, Yunanlılara ayaklanma fırsatı verdi Etniki Eterya ve Fener’deki Rum Patrikhânesinin hedef tâyin ettiği isyan, 1820 yılında başlatıldı 12 Şubat 1821’de Mora Yarımadasına yayıldı Rum âsîler, komşuluk hakkını dahi çiğneyerek, Müslüman ahâliye karşı katliamlara giriştiler İsyan, Atina, Teselya ve Adalara da yayıldı Katliamlarda 1500 Müslüman şehit edildi Rus Çarının yâveri ve Etniki Eterya lideri Aleksandra İpsilanti, 6 Mart 1821’de Eflak’ta isyan çıkardı İsyan bastırıldı İkinci Mahmûd Han, âsîlere karşı yerinde ve zamanında tedbir aldı Bölge ahâlisine silâh dağıttırdı Bölgede isyanlarla alâkası görülenler cezâlandırıldı İstanbul’daki Rum Patriği ve birkaç metropolit, isyanla alâkası görülerek asıldılar Osmanlı Devletinin iç durumu ve Avrupa devletlerinin âsîlere devamlı yardım ve müdâhaleleri, isyânın bütünüyle bastırılamamasına sebep oldu Mora’daki isyan büyüyerek Adalara ve Selanik’e kadar yayıldı Bu durum üzerine Sultan Mahmûd, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşayı isyanı bastırmaya memur etti Nitekim, Kavalalı Mehmed Ali Paşanın, oğlu İbrahim Paşa kumandasında gönderdiği küçük, fakat disiplinli ve modern ordu, isyânı kısa sürede bastırmaya muvaffak oldu (1825) Yunan isyânı sırasında yeniçeri ve sipâhîlerin daha fazla bozulduğunu gören Sultan Mahmûd Han, bu fesât yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi Yeniçerilerin artan tecâvüz ve zorbalıkları kamuoyunu da aleyhlerine çevirmişti Pâdişâh, Yunan isyânının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde önce, orduyu ıslâha girişti Ancak askerî tâlim ve terbiyeye karşı çıkan yeniçeriler, isyân mânâsında kazan kaldırdılar Buna karşılık Sultan Mahmûd Han da sadrâzam, şeyhülislâm ve devlet erkânını toplayarak yeniçerilerin artık hıyânette bulunduklarını, bu sebeple tedbir alınmasını belirtti Âlimler, din ve devletin bekâsı için bu fesat yuvasının ortadan kaldırılması gerektiğini bildirdiler Şeyhülislâmın fetvâsı ile sancak-ı şerîf çıkarılarak, dînine ve pâdişâhına bağlı olanların onun altına gelmesi ve mücâdeleye girişmesi istendi Böylece eşine ilk defâ rastlanan bir olayla pâdişâha bağlı birlikler halkla bütünleşerek fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipâhî ocaklarını ortadan kaldırdılar İstanbul’da âsî, ahlâksız, serseri temizliği yapılarak, yirmi binden ziyâdesi cezâlandırıldı Yeniçeri ocağının kaldırılması, hayırlı bir hâdise kabûl edilerek "Vaka-i Hayriye" denildi Kendilerini Bektâşî kabûl eden yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, Hurûfî olan sahte Bektâşî tekkeleri kapatılıp, babaları başka yerlere gönderildi Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı asker ocağı kurularak, devrin ihtiyâçlarına göre tâlim ve terbiye edilmesi, silâh verilmesi ve özel kıyâfet giydirilmesi kararlaştırıldı Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları ıslâh edildi Mekteb-i Bahriye açıldı Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar getirildi Osmanlı Devletindeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid Paşa gibi adamlarını yardım vâdiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşayı da devletine karşı kışkırttılar Mısır’da Mehmed Ali Paşanın hâkim olacağı bir devleti tanıyacağını bildiren İngiliz ve Fransızlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini Osmanlılara karşı çevirmeyi başardılar Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrâhim Paşa kumandasında, daha ordusu bütünüyle yeniden teşekkül etmemiş Osmanlı Devletinin Suriye eyâleti üzerine asker sevk etti 1831-1832 yılındaki muhârebelerde, Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı olması sebebi ile gâlip gelince, Osmanlılar Rusya’dan yardım istediler Bu durum, İngiltere ve Fransa’yı telâşa düşürdü Fransa’nın aracılığıyla 8 Nisan 1833 Kütahya Antlaşması imzâlandı Antlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşaya Mısır vâliliğine ilâveten Suriye, oğlu İbrâhim Paşaya da Adana eyâleti muhassıllık olarak verildi 8 Temmuz 1833’te Rusya ile savunma ve yardım esâsına dayanan Hünkâr İskelesi Antlaşması imzâlandı 1839’da Mısır üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden İkinci Mahmûd Han, İstanbul’da vefât etti ve Çemberlitaş’daki türbesine defnedildi Sultan İkinci Mahmûd Han, Osmanlı Devletinin ilerlemesini, teknik ve sanâyide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir pâdişâhtı Devrindeki büyük hâdiseler karşısında aslâ ümitsizlik ve gevşeklik göstermedi Gayreti sâyesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli orduya sâhip oldu Avrupa’ya askerlik ve yeni silâhların kullanılmasını öğrenmek için, talebe gönderdi Askerî Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini kurdu Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar ve mütehassıslar getirdi Askerî Tıbbiye, Harbiye ve sivil yüksek okulların öğrenci ihtiyâcını karşılamak için medrese ve mekteplere ilâveten sıbyan mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul), devlet memurlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i Maârif-i Adlî kuruldu Ülkenin ihtiyâçlarını karşılamak, çeşitli sâhalarda mütehassıs eleman yetiştirmek için Avrupa’ya çok sayıda öğrenci gönderildi Eğitim ve öğretim parasız olup, ilk tahsil mecbûrî hâle getirildi Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik kitapların tercümesi için batı dillerinde tercüme bürosu kuruldu Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye başlandı 1 Ekim 1831 târihinde Takvim-i Vekâyi adlı gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı Fransızcası da dış ülkelere gönderildi Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye’nin propagandası yapılarak hâdiseler ve ıslâhâtlar dünyâ kamuoyunda değerlendirmeye tâbi tutuldu Avrupa basınında, Türkiye ve Sultan Mahmûd Hakkında neşredilen yayınlar tâkip edildi İkinci Mahmûd Han, hükümet teşkilâtı usulleri, kıyâfet nizamında yenilikler yaptı Osmanlı Devlet teşkilâtındaki önceki müesseselerin yerine, Sadrazama Baş Vekil (Başbakan); Defterdara Mâliye Nâzırı (Mâliye Bakanı); Reisü’l-küttâba Hâriciye Nâzırı (Dışişleri Bakanı); Sadrâzam Kethüdâsına Dâhiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) denilmeye başlanıldı Osmanlı Devletinde büyük bir yekûn tutan vakıflar için Evkaf Nezâreti kuruldu Hükümet ve ahâlinin önemli meselelerinin görüşüldüğü Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye; askerî işlerin görülüp, kararlaştırıldığı Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî müessesesi kuruldu Memurlar iç ve dış işlerde olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları, rütbe ve derecelerine göre bağlanarak, verilmeye başlanıldı 1827’de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu 1838’de Karantina usûlünü vücûda getirdi Posta müessesesini kurdu Posta yollarının kurulmasına çalıştı Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir posta yolu yaptırdı 1831 yılında kısmî nüfus sayımı yapıldı Arabistan’dan asker alınmadığı için sayımdan hâriç tutuldu Nüfus sayımında insan ve servet durumu ölçülmüş oldu Dört milyon Hıristiyana karşılık sekiz milyon Müslüman ahâlinin sayımı yapıldı Bölgelerdeki Hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye miktârını da ortaya çıkarmış oldu İkinci Mahmûd Hanın ilmi fazla olup, dînî, fennî, teknik, askerî, idârî ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti Dindar, akıllı, zekî, çalışkan olup, gayret ve azim sâhibiydi Şâirdi Adlî mahlasıyla şiir yazardı İlim, sanat adamlarına ve eserlerine çok alâka gösterirdi Onlara kıymet verip, himâye ederdi Ülkenin îmârına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müesseselerine önem veren İkinci Mahmûd Han, pek çok eser yaptırdı Bâyezîd Yangın Kulesini; Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı Köprüsü denilen Mahmûdiye Köprüsünü; Beylerbeyi ve Çırağan saraylarını; Tophâne’de Nusratiye, Bahçekapı’da Hidâyet, Üsküdar’da Adliye, Arnavutköy sâhilinde Tevfikiye câmilerini yaptırdı Hazret-i Hâlid’in türbesini mükemmel tâmir ettirip, iyi bir hattat olduğundan sandukası pûşîdesi üzerindeki yazıyı kendi el yazıları ile yazdı Tophâne’de Kâdirî Câmii ve tekkesini tâmir ettirdi İkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i saâdete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı Sultanlarının Resûlullah’a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır: Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah! Murâdım der-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah! Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim, Kabûlünle kıl ihsân u inâyet, yâ Resûlallah! Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lam, Cenâbındandır ihsân u mürüvvet, yâ Resûlallah! Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düşdüm, Terahhüm kıl, bana eyle şefâ’at yâ Resûlallah! Dü-âlemde kıl istishâb bu Han Mahmûd-i Adlîyi, Senindir evvel ü âhırda devlet yâ Resûlallah! Mısır, Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları, yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultan Mahmûd Han, Mekke ve Medîne’yi ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecîd Han, bunları tezyîn için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir Mehmed Han III Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü, İslâm halifelerinin yetmiş sekizincisi 1566 târihinde Manisa’da doğdu Babası Üçüncü Murad Han, annesi Sâfiye Vâlide Sultandır Şehzâdeliğinde; yüksek din, fen, idarî ve askerî ilimleri, kıymetli âlimlerden öğrenerek yetiştirildi İlk hocası İbrahim Cafer Efendidir Haydar Efendi, Pir Mehmed Azmi Efendi, Sultan Selim Medresesi Müderrisi Nasûh Nevâli Efendiden ders aldı Târihe geçen muhteşem bir merasimle sünnet edildi 1583’te Manisa sancağı Vâliliğine tâyin edildi Kumandanlık ve devlet idâresi siyâsetini iyice öğrenmek için Manisa’ya gönderildiğinde yanına müderrisi Nasûh Nevâli Efendi, lalası Sipahi Bey ile Defterdar Baş ruznâmecisi Hasan Beyzâde, Nişancı Lala Mehmed Paşa, Reisülküttâb olarak da Abdurrahman Çelebi ve diğer vazifeliler verildi 1595’in Ocak ayına kadar Manisa’da vâlilik yaptı Babası Üçüncü Murâd Hanın vefatından on bir gün sonra 17 Ocak 1595 târihinde Manisa’dan İstanbul’a gelip, sultan îlân edildi İlk icraatı, devlet ve saltanatın emniyetini kuvvetlendirip, tâyinlerde bulunmak oldu Ulemâdan Sadeddin Efendiyi hocalığına, Ferhad Paşayı Sadrâzamlığa, Halil Paşayı da Kaptan-ı deryalığa tâyin etti 1593’ten beri devam eden Avusturya harpleri esnasında, papa Sekizinci Clément’in teşvik ve propagandalarıyla, ahâlisi Hıristiyan olan Osmanlı Devletine tâbi Erdel, Eflâk ve Boğdan Voyvodalıkları Türklere karşı isyân ettiler Sadrâzam Ferhâd Paşa, Eflak Seferi için Serdâr-ı ekrem tâyin edildi 14 Mayıs 1595’te Eflak ve Boğdan’ın imtiyazlı prenslik statüsü kaldırılıp vilâyet hâline getirilerek, vâliler tâyin edildi Papa’nın çağrısıyla Almanya, Avusturya, Belçika, Bohemya, İtalya, Macaristan’dan toplanan elli bin piyâde ve yirmi bin süvâriden meydana gelen Hıristiyan ordusu, Avusturyalı Prens Mansfeld emrinde yardıma geldiğini haber alan Eflak Voyvodası Mihail, binlerce Müslümanı kılıçtan geçirip, her yeri harap etti Prens Mansfeld, 1 Temmuz 1595’te Osmanlı idâresindeki Macaristan’ın Estergon Kalesini kuşattı Serdâr-ı ekrem Ferhâd Paşanın ve eski Vezir-i âzam Koca Sinan Paşanın taraftarları seferde bozgunculuk yaptılar Ferhâd Paşa vazifesinden alınarak, Koca Sinan Paşa tekrar Vezir-i âzam ve serdarlığa getirildi birbiri ardına gelen felaketler ve ölümler sebebiyle düşman karşısında kesin zafere gidilemedi Sadrazamlardan Ferhâd Paşanın îdâmı, Lala Mehmed ve Koca Sinan Paşaların vefatları ve 27 Ekim 1595 Köprü Faciasıyla Akıncı Ocağının çok zarar görmesi neticesinde, Estergon, Vişegrad, Tegovişte, Yergöğü düşman eline geçti Hıristiyanlar yerli ahaliye ve esir kumandanlara insanlık dışı fiillerde bulundular Önemli devlet adamları ile 3500 asker, Voyvoda Mihail tarafından kazığa vuruldu Eflâk ve Macaristan cephelerinde, Osmanlı şehirlerinin düşman ordularınca yıkılıp yakılması, ahâlinin kılıçtan geçirilmesine son vermek için Üçüncü Mehmed Han, Vezir-i âzam Damad İbrahim Paşanın da tavsiyesiyle 20 Haziran 1596 târihinde Eğri Seferine çıktı Üçüncü Mehmed Hanın, ordusunun başında bizzât sefere çıkması askerleri coşturdu Müslümanları zulümden kurtarmak aşkı ve şevkiyle Edirne, Filibe, Niş, Belgrad yolundan Sirem’e gelindi 26 Ağustos 1596 târihinde Sirem’deki Salankamen Kalesindeki harp meclisinde, isyân hâlindeki Erdel üzerine mi yoksa Avusturya işgalindeki Macaristan topraklarına mı sefer edilmesi müzakeresi yapıldı Eğri’nin askerî strateji bakımından daha fazla kıymet arz etmesinden, Avusturya Cephesi hedef tâyin edildi 21 Eylül 1596 târihinde Macaristan topraklarındaki Eğri Ovasına gelen Sultan Mehmed Han, Otağ-ı Hümâyuna yerleşti 24 Eylül 1596 târihinde başlatılan Eğri Kalesi kuşatmasında, 4 Ekim’de dış kalenin fethinden sonra iç kale de 12 Ekimde vire ile teslim oldu Eğri’deki Avusturya askeri cezalandırıldı Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek, 18 Ekim Cumâ günü Türk-İslâm an’anesince Sultan Mehmed Han, Cumâ namazını burada kıldı Eğri fâtihi Sultan Üçüncü Mehmed Han, 23 Ekim 1596 târihi Harp meclisi kararınca ileri harekâta devam etti 24 Ekim 1596 târihinde, Haçova’da Alman, Avusturya, Çek, Fransız, İspanya, İtalyan, Leh, Macar, Papalık askerlerinden meydana gelen 300000 mevcutlu Hıristiyan ordusuyla karşılaşıldı 100-110000 mevcutlu Osmanlı ordusu, 25 Ekim günü başlayan Haçova Meydan Muhârebesinde 26 Ekimde düşman ordusunu mağlup etti (Bkz Haçova Meydan Muhârebesi) Haçova’da büyük bir zafer kazanılmasının ardından, 22 Aralık 1596 târihinde İstanbul’a dönüldü İstanbul’da Eğri ve Haçova zaferleri sevinciyle, üç gün üç gece merâsim ve şenlikler yapıldı Şâir Bâkî dâhil birçok divan şâirleri Sultan’a kasideler, manzum târihler ve zafernâmeler sundular Avusturya cephesine Satırcı Mehmed Paşa Serdar-ı ekremliğe tâyin edildi Osmanlı Devletinin Avrupa cephesinde harplerle uğraşmasını fırsat bilen İran Safevî Devleti Anadolu’da, önce propaganda faaliyetlerini başlatıp, isyanlar çıkarttı (Bkz Celâlîler) Celâlî isyanları denilen bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin ardından, Safevîler, Osmanlı Devleti hududuna saldırdılar Avusturya ve İran cephelerini halletmek çârelerini araştıran Üçüncü Mehmed Han, 1603 yılında 21/22 Aralık gecesi vefât etti Ayasofya Câmii bahçesindeki türbesine defnedildi Sultan Üçüncü Mehmed Han çok nâzik, halîm selîm, vakûr, kerîm bir şahsiyete sâhipti Sancakbeyliğinden saltanata gelen son Osmanlı pâdişahıdır Bütün Osmanlı pâdişahları gibi iyi bir şâir olup şiirlerinde Adlî mahlasını kullanırdı Beş vakit namazını dâimâ cemâatle kılardı Devrin kaynakları dindârlığını, hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Dört Halife, Eshâb-ı kirâm ve âlimlere hürmetini yazar Bunların adı bahsedildiği an hürmeten ayağa kalkardı Mehmed Han IV (Avcı) Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu, İslâm halifelerinin seksen dördüncüsü Babası Sultan İbrahim Han olup, annesi Hadice Turhan Sultandır 1642’de 1/2 Ocak gecesi, İstanbul’da doğdu Doğumuna çok sevinilip donanma şenlikleri yapıldı Şehzâdeliğinde, İmâm-ı Şâmi Yûsuf Efendi, Şâmi Hüseyin Efendi ve diğer kıymetli hocalardan ders alarak yetiştirilmeye başlandı Tahsil, terbiye ve talimini, 7 yaşındayken (8 Ağustos 1648) sultan olduktan sonra da devam ettirdi Sultan Dördüncü Mehmed Hanın çocukluğundan, devlet kademelerindeki nüfuz sâhipleri istifâde etti Bunlardan bâzılarının kötü idâreleri ve ehil olmayanların işbaşına getirilmeleri neticesi devletin mâlî, mülkî ve askerî durumu sarsıldı Saltanatının ilk yıllarındaki iç ve dış hâdiseler, 15 Haziran 1656 târihinde Köprülü âilesinden Mehmed Paşanın sadrâzamlığa tâyinine kadar devam etti Köprülü Mehmed Paşanın sadârete (başbakanlığa) gelmesiyle, Dördüncü Mehmed Han devrinde esaslı ıslâhâtlar yapılıp, İstanbul’da ve ülke içinde asâyiş sağlandı Ordu ve donanma kuvvetlendirildi Çanakkale Boğazı girişine kadar gelen Venedik ve diğer Hıristiyan devletlerin gemileri, 19 Temmuz 1657’de kaçırıldı Bozcaada ve Limni düşman işgalinden kurtarıldı Âsi Erdel prensi üzerine sefere çıkılarak, 1 Eylül 1658’de Yanova Kalesi ele geçirildi Erdel, harp tazminâtı vermeyi ve on beş bin altınlık haracı, kırk bin altına çıkarmayı kabul etti Kırım Hanı Mehmed Giray, Rusları 12 Temmuz 1659’da Konotop’ta mağlup ederek, elli bin esir alıp, yüz yirmi bin Rus'u imhâ etti Dördüncü Mehmed Han, Köprülü Mehmed Paşanın iç ve dış işlerindeki başarılı icraatlarını takdir ederek, onun vefâtından sonra oğlu Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşayı, 30 Ekim 1661’de Sadrazamlığa tâyin etti Osmanlı hududunu ihlal eden Avusturyalılar üzerine 12 Nisan 1663’te sefer açılarak, Serdar-ı ekremliğine Fâzıl Ahmed Paşa getirildi 1663’te başlayan Avusturya harpleri, 10 Ağustos 1664 Vasvar Antlaşmasıyla neticelendi Arâzi bakımından olduğu gibi askerî ve siyâsî yönden de kârlı çıkılan Avusturya Seferinden sonra, 1666 yılında Girit Seferine çıkıldı Fâzıl Ahmed Paşa, Girit Adasının Kandiye Kalesini kuşatırken, fethin gecikmesi üzerine, Sultan Dördüncü Mehmed Han, 18 Ağustos 1668’de sefere çıktı Sultan Mehmed Han Girit’e geçmek üzere Eğriboz’a giderken, Kandiye’nin fethi haberi verilince geriye döndü Lehistan Kralının, Osmanlı himâyesini kabul eden Ukrayna Kazaklarına saldırması üzerine, Lehistan’a sefer açıldı 4 Haziran 1672 târihinde Birinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, 27 Ağustos’da Kamaniçe’nin teslim alınması neticesinde Osmanlı ordusuyla birlikte süratle Podolya’ya girdi Lehistan Kralı anlaşma istedi 18 Ekim 1672 Bucaş Antlaşmasına göre; Podolya Osmanlı Devletine, Ukrayna Türk himâyesini kabul eden Kazak Beyine verilecekti Lehistan, yıllık 220000 altın haraç vermeyi kabul etti Papa ile Almanya’nın yardım teklifi üzerine tesir altında kalan Lehistanlılar, Bucaş Antlaşmasını ihlâl ettiler 7 Ağustos 1673’te İkinci Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Hanın Ukrayna’ya girmesiyle Lehliler, tekrar anlaşma istediler 27 Ekim 1676 Zorawno Antlaşmasıyla Podolya ile Ukrayna, Osmanlı Devletine bırakıldı Sultan Dördüncü Mehmed Han, Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşanın 1676 Kasım ayı başında vefâtıyla Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı sadrâzamlığa getirdi 1677’de Ukrayna’nın Rus istilâsına uğramasıyla, Lehistan serdârı İbrahim Paşa ile Kırım Hanı Selim Giray, Kazakların merkezi olan Çehrin Kalesini kuşattılar 1678 baharında Rusya Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, yol üzerindeki Silistre’den sonra yerine sadrâzam Mustafa Paşayı gönderdi İki yüz bin Rus, Alman, Kazak ve diğer milletlerden meydana gelen müttefik düşman kuvvetlerinin müdâfaa ettiği Çehrin Kalesi, Osmanlı ordusunun yaptığı şiddetli taarruzlara dayanamayarak, 1677 yılı Ağustos ayının 20/21 günü gecesi düştü Şiddetli topçu ateşi sebebiyle kalede çıkan yangında düşman ordusu, yanarak veya can havliyle atıldıkları, nehirde boğularak yok oldu 1680 yılında Rusların harp hazırlıkları haberi alındığında Dördüncü Mehmed Han, 29 Ekim 1680’de İkinci Rus Seferine çıktı Osmanlı seferinden çok korkan Ruslar, Sultân’ın Edirne’ye gelmesiyle, Kırım Hanı Murâd Giray vâsıtasıyla anlaşma istediler 11 Şubat 1681’de imzâlanan Osmanlı-Rus Antlaşmasına göre; iki devlet arasında Özi Nehri hudut kesildi Avusturya Kralının Macar milliyetçilerini imhâ hareketine karşı, Macarlar, Osmanlılardan yardım istedi Sultan Mehmed Han, 9 Ocak 1682’de Macar milliyetçilerinin lideri Tökeli İmre’yi Orta Macaristan Kralı tanıdı Mehmed Han, Tökeli İmre’ye mücevher bir topuz, Budin Beylerbeyliğine de Hatt-ı Hümâyun göndererek yardım edilmesini ve yeni krallığın Avusturyalılardan kurtarılmasını emretti Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa, Tökeli İmre’nin yardım istemesiyle, 27 Temmuz 1682’de, Orta Macar Seferine çıktı 15 Ağustos 1682’de Orta Macaristan’ın merkezi olan Kaşa Kalesi fethedilerek, Tökeli İmre, Macar milliyetçilerinden on iki bin gönüllü askeriyle krallık tahtına oturtuldu Yabancı devletlere karşı tavizsiz bir siyâset tâkip eden Vezir-i âzam Kara Mustafa Paşa, Fransız gemilerinin Sakız Adasında küstahça davranmasını protesto ederek, Fransa Kralından tazminât aldı Avusturya’nın tekrar tekrar antlaşma istemesine rağmen, devamlı tecavüzkâr bir siyaset takip etmesi üzerine, Dördüncü Mehmed Han, 12 Ekim 1682’de sefere çıktı Avusturya Seferinde Sultan’ın Belgrad’da kalmasıyla, Sadrâzam Kara Mustafa Paşaya Serdar-ı ekremlik vazifesi verildi Papalığın Avusturya’ya yardım ederek Lehistan’la ittifak kurması üzerine, 27 Haziran 1683 târihindeki Harp meclisinde Viyana’nın fethine karar verildi 14 Temmuz 1683’te Avusturya’nın merkezi Viyana Osmanlılarca ikinci defa kuşatıldı (Bkz Viyana Kuşatmaları) Serdar-ı ekrem Kara Mustafa Paşanın Viyana kuşatmasını kaldırıp, geri çekilmesiyle, 15 Aralık 1683’te sadrâzamlığa Kara İbrahim Paşa tâyin edildi Dördüncü Mehmed Han, Osmanlı Devletini en geniş hudutlara kavuşturmasından sonra, 1683 geri çekilişiyle mevziî harpler kazanılmasına rağmen Macaristan elden çıktı Dalmaçya kıyıları ve Yunanistan, Venediklilerin tecâvüzüne uğradı Avrupa devletleriyle muhârebeler, 26 Ocak 1699 târihinde imzâlanan Karlofça Antlaşmasına kadar devam etti Antlaşmadan on iki yıl önce 8 Kasım 1687 târihinde Dördüncü Mehmed Han, tahttan indirilmişti Otuz dokuz yıl Osmanlı sultanlığı yapan Dördüncü Mehmed Han, 6 Ocak 1693 târihinde, vefâtına kadar Edirne’de oturdu Vefât edince İstanbul’a getirildi ve Yeni Câmi yanındaki annesi Turhan Vâlide Sultanın türbesine defnedildi Osmanlı Devletinde, Kânûnî Sultan Süleyman Handan sonra en fazla tahtta kalan pâdişah, Dördüncü Mehmed Handır Yaratılışı icâbı mutedil, kadirşinas, vefâkâr olup, verdiği söze sâdık bir şahsiyete sâhipti Ava, edebiyata, târihe merakı olup, sohbet dinlemeyi severdi Dindardı, beş vakit namazını cemaatle kılardı İçkiyi ve imâlatını yasakladı Dîne sonradan karıştırılan bütün hususların kaldırılması için uğraştı Kahvehâneleri kapattırıp, oyuncu ve çalgıcıları İstanbul’dan uzaklaştırdı Sadrâzamlığı, Köprülü âilesine verip, idârede serbest bıraktı Kendisi de, savaşlardan zaman kaldıkça çok sevdiği sürek avlarına devam etti Ava merakından dolayı “Avcı” lakabı verildi Zamanında Osmanlı Devleti en geniş hudutlarına kavuşarak, dünyâ siyâsetinde faal rol oynadı Dördüncü Mehmed Han devrinde, kıymetli ilim adamları ve sanatkârlar yetişti Her sâhada kıymetli eserler yazıldı Mehmed Bahaî, Abdülaziz, Tulumcuzâde Abdurrahman, Memikzâde Mustafa, Hocazâde Mes’ud, Hanefî, Balizâde Mustafa, Bolevî Mustafa, Mehmed Esirî, Sunizâde Mehmed Emin, Minkarîzâde Yahya, Çatalcalı Ali, Ankaralı Mehmed Emin, Debbağzâde Mehmed Efendiler şeyhülislâmlık yaptılar İçlerinde kıymetli eserler yazıp, talebeler yetiştiren şahsiyetler vardır Seyyid Feyzullah, Ayşî Mehmed, Hıbrî Ali efendiler, fıkıh, edebiyat, lügat ve diğer ilimlere âit eserler yazdılar Peçevî İbrahim, Kâtib Çelebi, Karaçelebizâde Abdülaziz, Vecihî, Hezarfen Hüseyin, Ebû Bekr bin Behram Dımışkî, Ömer Avni, Rodosizâde Abdullah efendiler: Târih, teşkilât, coğrafya ve seyahatnâme sahasında; Kavalalı Abdulhalim bin Abdullah, Cerrah Mehmed bin Murâd, Mehmed bin Ali, Talatî Çelebi, Sâlih bin Nasrullah, Ebî Bekr-i Rasî, Hayâtizâde Mustafa Feyzi, Abdullah Ahmed bin Beşir efendiler tıbba dâir; Molla Mehmed, Mustafa bin Yusuf, Kâtibzâde Mustafa bin Mehmed matematik sâhasında; Cevrî İbrahim, Nâilî-i Kadim, Neşatî Ahmed Dede, Fasih Ahmed, Mezakî Süleyman efendiler edebiyata dâir; Derviş Ali, Tenekecizâde İbrahim, Hâfız Osman, Beyazizâde Ahmed, Dukakinzâde Derviş Mehmed, Şeyh Sun'ullah, Nefeszâde Seyyid İbrahim ve Tokatlı Ahmed efendiler hattatlıkta kıymetli eserler meydana getirdiler Dördüncü Mehmed devrinde inşası tamamlanıp, ibâdete açılan Yeni Câmi, Osmanlı mîmârîsinin şaheserlerindendir Yeni Câmi yanındaki Mısır Çarşısı, bu câmiye vakıf olarak yapılmıştı |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Melikşah Büyük Selçuklu Devleti hükümdârı Babası Sultan Alparslan’dır 1055’te doğdu Büyük Selçuklu Devletinin topraklarını en geniş hâle getirdiği için kendisi, “Ebu’l-Feth” (fetihlerin babası veya pek çok fetih yapan) lakabıyla anıldı Sâhip olduğu bâzı üstün husûsiyetler sebebiyle, özel bir eğitim ve öğretim gösterilerek yetiştirildi 1064-1065 Gürcistan Seferinde bulundu Böylece küçük yaştan îtibâren devlet idâresi ve orduyu sevk etme husûsunda tecrübe kazandı Kendisinden büyük erkek kardeşleri olmasına rağmen cesâreti, idârecilik vasfı gibi meziyetleri, Sultan Alparslan tarafından veliaht seçilmesinde rol oynadı Hânedânın kurucusu olan Selçuk Beyin mezarını ziyâretten dönüşte, Horasan yakınındaki Radyan’da veliaht îlân edildi Melikşah’ın veliahtlığı, Halife Kaim bi Emrillah’ın tasdikiyle tamâmen resmiyet kazandı Veliahtlığı sırasında devletin çeşitli cephelerinde vazife yapan Melikşah, Mâverâünnehir Seferinde şehit olan Sultan Alparslan’ın yerine, Devletin ileri gelenleri tarafından on sekiz yaşında sultan îlân edildi Melikşah, babasının veziri olan kıymetli devlet adamı Nizamülmülk’ü vazifesinde bıraktı Saltanatının ilk yılları, iç karışıklıkları bastırmakla geçti 1072’de Mâverâünnehir Seferinin intikamını almak isteyen Karahanlı Şemsülmülk Nâsır bin İbrahim, Tirmiz’i yağma etti ve Belh şehrinde kendi adına hutbe okuttu Diğer taraftan Gazneliler de Çigil-kend’de Selçuklu kumandanı Ayaz’ı esir aldılar Bu dış tehlikeler esnâsında, Melikşah’ın amcası olan Kirman Meliki Kavurd’un, Sultan Alparslan zamanında olduğu gibi saltanat iddiasında bulunarak isyan etmesi, bu meselenin tamâmen halledilmesinin zamanının geldiğini iyice belli etti Devletin parçalanmasına sebebiyet verecek bu hareketin bir an önce çözümlenmesi için harekete geçen Sultan Melikşah, Mayıs 1073’te Kerec’de yapılan meydan muhârebesinde amcası Kavurd’u mağlup ve esir etti Birkaç gün sonra Kavurd’un ölümüyle devlet içinde âsayiş yeniden temin edildi Abbasî Halîfesi Kaim bin Kadir (1031-1075) tarafından hâkimiyet alâmetlerinin gönderilmesi ve devlet adamlarının bağlılıklarını arz etmeleriyle Melikşah, sultanlığını iyice kuvvetlendirdi Halife tarafından Muizzeddin ve Celâlüddevle lakaplarının lâyık görülmesinin yanısıra, o zamana kadar hiç bir hükümdâra verilmeyen ve “hilâfet makam ve hâkimiyetinin ortağı” mânâsına gelen “Kâsım emirü’l-mü’minîn” lakabı da verildi İçişlerini halleden Sultan Melikşah, Tirmiz’i kurtarmak için harekete geçti Sefere başladığı sırada Karahanlı Şemsülmülk Nâsır’ın mektubunu aldı ve elçisini kabul ettiyse de kararlı hareketinden vazgeçmedi Tirmiz’i muhâsaraya başladı Emir Savtegin’in ikmâl yollarını kesmesi, sultanın başarıya ulaşmasına ve şehrin düşmesine ve Şemsülmülk’ün sulhu kabul etmesine sebep oldu Şemsülmülk özür dileyerek bir daha düşmanca harekete girişmeyeceğine dâir söz vermesiyle yerinde bırakıldı Gaznelilere karşı, Emir Gümüştegin ve Anuştegin’i gönderdi Ancak Gazneli hükümdârı İbrahim bin Mesud, Melikşah’ın başarılarının artması üzerine itâate mecbûr oldu Gönderdiği elçilik heyeti ve hediyelerle iyi münasebetler tesis edildi Sultanın kızı Gevher Hatunun, Gazneli veliahdı Mesud bin İbrahim ile evlendirilmesi, iki devlet arasında çıkması muhtemel anlaşmazlığı önlemiş oldu Doğu sınırlarını böylelikle garanti altına alan Sultan Melikşah, kendi zamanında en geniş hâle getirdiği devletinin fetih hareketlerini yapan askerî teşkilatında yeni düzenlemeler yaptı Malazgirt Zaferinden sonra, batıya yönelen Selçuklular; buraların fethi için Kutalmışoğulları, Mansur, Süleyman Şah, Alp-ilig, Tutak gibi kıymetli komutanlar vazifelendirmişlerdi Ayrıca Artuk Bey ve Tutak Bey gibi Türkmen reislerinin harekâtı da Melikşah tarafından desteklendi Selçuklular Anadolu’ya doğru harekete geçtikleri sırada, tam bir keşmekeş içinde bulunan bu ülkenin vaziyeti, fetihleri kolaylaştırdı Baskı altında bulunan Hıristiyan halk, merkezle irtibatını kesen Bizans derebeylerinin baskısıyla her yönden eziliyordu Ayrıca paralı askerlerden meydana gelen Frank birliklerinin halka yapmadığı zulüm kalmamıştı Bizans sarayında dönen entrikalar ve kendini kuvvetli hisseden her komutanın imparatorluğunu îlân etmeye kalkışması, Anadolu’yu dağınık bir hâle getirmişti Bu durum, Anadolu’nun fethine memur olan Selçuklu komutanlarının işine oldukça kolaylık sağladı Böylelikle Selçuklu akıncılarının Anadolu’yu fetih hareketi, Bizans başşehrinin karşısına, yâni Boğaziçi’ne kadar dayandı Güneybatıda ise Milet’e kadar uzandı Neticede Anadolu’da hareket hâlinde Bizans askerî gücü kalmadı Hattâ general Botaniates’in Türkmen askerinin ve Selçukluların himâyesinde Bizans tahtına oturması da Anadolu’da Türk gücünün tamâmen yerleştiğini gösteriyordu Anadolu’nun fethine memur Süleyman Şâh, İznik’i de ele geçirerek Boğaziçi’ni kontrol altına aldı Bu fetih, batıda büyük bir heyecan doğurdu Hattâ Avrupalılar Çin’e elçilik heyeti göndererek, Selçukluların doğudan tazyik edilmesini bile istediler Ancak bu müracaatları neticesiz kaldı 1084’te Selçuklu kuvvetleri Fahrüddevle Muhammed bin Cüheyr’in komutasında Diyarbekir bölgesinin fethi için harekete geçtiler Fahrüddevle yanında Artuk Bey olduğu halde uzun bir muhasaradan sonra 4 Mayıs 1085’te şehre girdiler Diyarbekir’in düşmesiyle Mervânîler Devleti ortadan kalktı Ayrıca bölgede bulunan bozuk îtikatlı Karmatîlerin nüfûzuna son verildi Musul’un fethine memur edilen Aksungur ve diğer büyük Türkmen emirleri şehre harpsiz girdiler Fethi müteakip Musul’a gelen Melikşah, büyük bir merâsimle karşılandı Ancak Belh’te çıkan bir isyanı bastırmak üzere geriye döndü ve liyakatini ispat eden Şerefüddevle’ye Musul emirliğini verdi Sultan Alparslan (1063-1072) zamanından beri Suriye ve daha güneylere doğru seferlerine devâm eden meşhur Selçuklu kumandanlarından Atsız, Melikşah zamanında da seferlerine devam etti Uzun süre muhâsara ettiği Dımaşk (Şam) şehrini Mart 1076’da Selçuklu Devletine kattı Dımaşk’ın alınmasından sonra, câmilerde okunan Şiî-Fatimî ezânının okunmasını yasaklayarak Cumâ hutbesini Halife El-Muktedi (1075-1094) ve Sultan Melikşah adına okuttu Daha sonra Selçuklu Devletinin temel politikası olan Şiî-Fâtımî Devletinin ortadan kaldırılmasına uygun olarak, Mısır’a doğru sefere devam etti Fakat bu hareket Fâtimîlerin şiddetli mukâvemeti sonucu başarısız kaldı Başarısızlık, Atsız’ın Suriye emirliğinden alınmasına sebep oldu Emirliğe getirilen Melikşah’ın kardeşi Tâcüddevle Tutuş ile Antakya’ya gelen Süleyman Şahın arasının açılması, burada bir buhranın doğmasına yol açtı Süleyman Şâh Halep’e doğru harekete geçmiş ve muhâsara neticesi dış kaleyi ele geçirmişti Ancak Melikşah’ın yaklaştığı haberi muhasarayı kaldırmasına sebep oldu Süleyman Şâhın ölmesiyle Tutuş, Halep’i muhâsara etti Melikşah’ın meşhur Selçuklu Kumandanları yanında olduğu halde Suriye’ye gelmesiyle çekildi Melikşah, bölgede âsayişi yeniden tesis etti Akdeniz kıyısına kadar gelen sultan Melikşah, dönüşte hilafet merkezi olan Bağdat’ı ziyâret etti Halife El-Muktedi tarafından iki kılıç kuşatıldı Suriye bölgesinde âsâyiş yeniden tesis edildi Sultan Alparslan zamanında hâkimiyet altına alınan Kafkasya, Melikşah’ın tahta geçmesinden kısa bir süre sonra karışıklıklara sahne oldu 1078-79’da Kafkasya Seferine çıkan Sultan Melikşah, bölgeyi tamâmen hâkimiyeti altına aldı Buradaki Hıristiyan halkın mükellefiyetlerini azaltarak, devlete bağlılıklarını arttırdı Bölgenin idâresini de Kutbeddin İsmail’e verdi Doğuya yaptığı seferlerle de Mâveraünnehir bölgesini Selçuklu topraklarına kattı Semerkand Hanı Ahmed bin Hizr’in halka zulmetmesi ve devrin âlimlerinin bu durumu düzeltmesini istemeleri, üzerine çıktığı sefer neticesinde Buhara, Semerkand, Kaşgar gibi mühim şehirleri ele geçirdi Anadolu’dan Asya içlerine kadar genişleyen Selçuklu Devletinin esas gâyelerinden birisi de Mekke ve Medine şehirlerini alıp burada hutbenin hilâfet makamı adına okunması ve bir Şiî devleti olan Fâtimîlerin yıkılmasıydı Hicaz bölgesinin alınması ve hutbenin hâlife adına okunması, halledilmesi mühim meselelerden biriydi Meselenin halli için, emirlerden Tutuş, Aksungur Bozan ve Gevherayin vazifelendirildi Gevherayin’in kumandasında yola çıkan ve Törsek, Çubuk Yarınkuş gibi emirlerin de içinde bulunduğu muazzam kuvvetler, Hicaz’dan başka Yemen ve Aden’in de Selçuklu Devletine katılmasını tamamladılar Sultan Melikşah’ın üzerinde ciddiyetle durduğu meselelerden birisi de Hasan Sabbâh’ın Bâtınî faaliyetleriydi Hasan Sabbâh, Sultan Alparslan’ın hâcibliğine kadar yükselmiş fakat onun ölümünden sonra Nizamülmülk’le arasının açılması üzerine Mısır’a kaçmıştı Burada sapık İsmailiye fırkasının yolunu tuttu Rey’e döndükten sonra kandırdığı câhilleri etrâfına toplayarak eşkıyalığa başladı Sonradan Doğu İsmailiye Devleti olarak anılacak devletin temellerini attı İlk olarak Taberistan’da sapık propagandasına başladı Sünnîlik aleyhindeki çalışmaları, bilhassa Nizâmülmülk tarafından dikkatle tâkip ediliyordu Taraftarlarıyla, Alamut Kalesini ele geçirmesi ciddî tedbirler alınmasına yol açtı Üzerine Emir Yoruntaş gönderildi ve yola getirilmesi istendi Ancak, Yoruntaş’ın âni olarak vefâtı Bâtınî propagandasının artmasına yol açtı İkinci bir harekâtın başladığı sırada Sultan Melikşah’ın vefâtı (1092), seferi yarıda bıraktı Melikşah, bir insanın en verimli olabileceği bir yaşta, otuz sekiz yaşında vefât etti Yirmi senelik saltanatı esnasında devleti Kaşgar’dan Batı Anadolu’ya, Kafkasya’dan Yemen’e kadar genişletti Bağdat’ta vefât eden Sultan’ın nâşı İsfahan’a nakledilerek kendisi için yaptırdığı medresedeki türbesine defnedildi Orta boylu, geniş omuzlu ve güzel yüzlüydü Büyük bir devletin hükümdarı olmasına rağmen yumuşak tabiatlı bir zât idi Sarayında dâimâ devrin âlimleriyle sohbet ederek onların kıymetli fikirlerini alırdı Her cins silahı mükemmel kullanır ve iyi ata binerdi Sultan Melikşâh’ın sâhip olduğu unvanlara, kendisinden önce hiçbir sultan kavuşamamıştı Yaptığı fetihlerde hiç mağlup olmadığı için “Ebü’l-feth”; sâhip olduğu ülkelerin genişliğini belirtmek için “Es-Sultânü’l-âzam, Sultânü’l- âlem, Şehinşâh-i âzam”; emrindekilere ve halkına âdil davranışından dolayı “Es-Sultânü’l-âdil” gibi lakapları dâimâ ismiyle beraber söylenmiştir Nizâmülmülk, onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu: “Melikşah, Alp-Er-Tunga neslinden olup dindâr, âlimlere hürmet, zâhidlere iyilik, fakirlere şefkat ve halka adâlet gibi dünyada kimsenin hâiz olmadığı yüksek vasıflara sâhip bir cihân hâkimidir” Devrinde bütün Selçuklu ülkelerini îmar ettirmiş, halkı refaha kavuşturmuştur Tertip ettirdiği takvim, Takvim-i Celâlî ismiyle bilinmektedir Melikşah, yarım milyondan fazla askeri olan bir orduya, mükemmelen idâre edebilecek askerî bir dehâya da sâhipti Melikşah’ın, veziri Nizâmülmülk ile tesis ettiği, idârî, askerî, toprak sistemi ve teşkilâtı, devrindeki ve sonraki Türk-İslâm devletlerinde de tatbik edildi Mesud (Gazneli) Gazne Sultanlarından Sultan Gazneli Mahmud’un oğlu olup, 998’de Gazne’de doğdu Gazneli Mahmud’un büyük oğlu olduğundan, veliaht tâyin edildi İyi bir eğitim ve öğretim gördü Devlet idâresinde tecrübe sâhibi olması için, 1017’de Herat Vâliliğine tâyin edildi Sultan oluncaya kadar vâliliklerde bulunup, seferlere katıldı 1030’da Rey Vâlisiyken, Şiî-Büveyhîlerden Hemedan ve İsfahan’ı aldı Bu seferde babası vefât edince, kardeşi Celâlü’d-Devle Muhammed’in tahta çıktığını öğrendi Gazne’ye dönüp, adına hutbe okutarak, Ekim 1030’da sultan îlân edildi Babası devrinde başlayan Hindistan seferlerini devâm ettirdi Hindistan’daki Gazneli hâkimiyetini kuvvetlendirdi Gazneli topraklarına girmek isteyen Mâverâünnehir’deki Selçuklularla mücâdele etti 1035’te Nesâ, Ferâva ve Dihistân vilâyetlerini Selçuklulara yurt olarak verdi 1039’da Horasan Seferine çıktı Selçukluları kesin bir mağlûbiyete uğratmak için, 23 Mayıs 1040’ta Dandanakan Meydan Muhârebesini yaptıysa da yenildi Sultan Mes’ûd, Dandanakan’da cesâretle muhârebe etmesine rağmen, kumandanları ihânet ederek, kendisini terk etti Vakit kazanıp, durumunu tekrar düzeltmek için Hindistan’a çekildi Köleleri isyân ederek, hazînesini yağmalayıp sonra hapsettiler 28 Ocak 1041 târihinde de öldürdüler Gazneliler Devletine on yıl hükümdarlık yapan Sultan Ebû Saîd Mes’ûd, iyi bir devlet adamı ve kumandandı Âlimleri ve sanatkârları himâye edip, onlara çok yardımda bulunurdu Sarayına ilim adamlarını toplayıp, meclislerine iştirâk ederdi Gazne şehrini, sanat değeri yüksek eserlerle süsledi Gazne’de yaptırdığı Yeni Saray ve tahtı, devrin muhteşem eserlerindendir Mete Büyük Hun İmparatorluğu hâkanı Orta Asya’da yaşayan Hunların, bilinen ilk Yabgusu Tuman’ın (Teoman) oğludur Mîlâddan önce üçüncü yüzyılın ortalarında doğdu Çocukluğundan itibâren iyi bir komutan ve savaşçı olarak yetiştirildi Adı sonradan konuldu Adı, Çin kaynaklarında yazıldığı gibi olup, Çin dil bilimcileri (sinologlar), “Motun, Maoton, Modok, Mado, Mode, Mete” olarak okumuşlardır Umûmî Türk târihi bilginleri; bu bakımdan adının; Çinlilerin Türkçe adları kaydetmek usûlünden, “Batur, Bağatur, Bahadır” olması gerektiği îzâhatını yaparlar Mete, Tuman Yabgu’nun büyük oğlu olduğu için, Hun veliahtı idi Ancak, Mete’nin üvey annesi, kendi oğlunu Hun hükümdârı yapmak için Tuman Yabgu’yu kandırdı O çağlarda Orta Asya’da güçlü kavimler, karşılıklı olarak birbirlerine, zayıf kavimler de güçlü kavimlere rehineler gönderirlerdi Bu bir nevi saldırmazlık antlaşmasıydı Tuman da oğlu Mete’yi batı komşusu Yüeçiler’e rehine olarak gönderdi Sonra misilleme yoluyla oğlunun Yüeçiler tarafından öldürülmesi düşüncesiyle, âniden bu güçlü komşularına savaş îlân etti Fakat, Mete, Yüeçilerin elinden kurtulmayı ve babasının yanına dönmeyi başardı Tuman, ona on bin kişilik bir birlik verdi Mete, demir disiplin altında eğittiği bu tümene, bir sürek avı sırasında babasını öldürterek tahta geçti (MÖ 209) Mete, kendisine râkip olabilecek kişilerden kurtulduktan ve devlet içerisinde âsâyişi sağladıktan sonra, tahta çıkış törenini icrâ ettirerek “Şanyu” unvânını aldı Hun tahtına genç ve tecrübesiz bir hakanın çıktığını gören Moğol Tung-hu’lar, bu fırsattan istifâde etmek istediler Mete’den, önce hızlı koşan atını ve sonra da hanımlarından birini istediler Mete, devlet adamlarının karşı çıkmasına rağmen, bu istekleri yerine getirdi Tung-hu hükümdârı, bu defâ da iki devlet arasında boş bulunan toprak parçasının kendisine verilmesini istedi Mete, bu talebi de Devlet Meclisinde müşâhede ettirdi Bâzı üyeler, at ve kadın verilmişken böyle bir toprak parçasının önemi olmayacağını söyleyerek, vermeye râzı oldular Fakat Mete, toprağın devletin esâsı olduğunu, topraksız devlet olamayacağını söyleyerek, verelim, diyenlerin başlarını vurdurdu Kararlı bir şekilde ordusunu alarak doğuya doğru sefere çıktı Tung-hu’ları müthiş bir yenilgiye uğrattı Reislerini öldürdü Moğol Tung-hu’ların bir daha kendilerine gelemediği bu zaferden sonra, Hun sınırları doğuda Moğolistan’ın doğusuna kadar genişledi Mete, ikinci seferini, Hunluları iktisâdî yönden güçlendirmek için; Doğu’yu Batı’ya bağlayan İpek Yolu’nu elde etme gâyesiyle Yüeçiler üzerine yaptı ve onları yendi Hâkimiyetini kuvvetlendirmek için Türk kabîlelerini tek bayrak altında birleştirmeye teşebbüs edip, muvaffak oldu MÖ 201’de Hun Devletini iyice kuvvetlendirince, üç yüz bin atlı ile Doğu komşusu Çin’e sefer açtı Çin İmparatorunu Bağ Teng Dağında kuşattı Atları, Türklerin dört renk, dört yön usûlünce cepheye alıp; yağızları (kara) kuzeye, doruları (al, kırmızı) güneye, bozları batıya, kırları doğuya yerleştirdi Çinliler, sayıca Hunlardan çok fazla olduklarından kesin netice alınamadı Hâtununun “Çin alınamaz, alınsa bile idâre edilemez” sözü üzerine, diplomatik münâsebetlerde bulundu Çin İmparatoru ile anlaşıp, kuşatmayı kaldırdı MÖ 198 yılındaki Türk-Çin Antlaşması süresiz olup, Çin Seddi hudut kesilerek, Çin haraca bağlandı Mete, düşmanları olan Moğollar ile Çinlileri mağlup ederek, hudutları emniyet altına aldıktan sonra, Türkleri iktisâdî yönden güçlendirmek istedi Türkistan’daki büyük ticâret ve tarım merkezlerine hâkim oldu Türkleri, siyâsî yönden birleştirip, bir bayrak altında topladı Hun Devletini teşkilâtlandırdı Türk ordusunu onlu sisteme göre, onlu, yüzlü, binli, on binli bölümlere ayırarak, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı, rütbelerinde kumandanlar tâyin etti Hudutların emniyetini sağlayıp, fetihlerinin yanında devleti de teşkilâtlandırdıktan sonra; Mîlâttan önce 174 yılında öldü Yerine, Çin kaynaklarında adı “Ki-yo” olarak bilinen oğlu, Gökhan geçti Muhammed Tapar Büyük Selçuklu Devleti sultanı Sultan Melikşah’ın oğlu olup, 1082 yılında doğdu Babasının 1092’de vefâtıyla, Selçuklu sultanı olan ağabeyi Berkyaruk’un yanında yetişti Sultan Berkyaruk, ona, Gence havâlisinin idâresini verdi Muhammed Tapar, Gence’ye gelerek Arran’ı da hâkimiyeti altına aldı Kumandanlarının kışkırtmaları ile ağabeyine karşı zaman zaman isyân etti Yapılan andlaşmayla Âzerbaycan, Diyar-ı Bekir ve el-Cezîre kendisine verildi Sultan Berkyaruk’un vefâtından (1104) sonra, Bağdat’a gelerek Selçuklu tahtına geçti (1105) Muhammed Tapar önce amcasının oğlu Mengü Bars’ın isyânını bastırdı Daha sonra, ülkede uzun zamandır karışıklık çıkaran, anarşiyi tahrik eden Bâtınîlere karşı mücâdele etti 1107’de Bâtınîlerin merkezi olan Alamut Kalesi kuşatıldı ve çok sayıda Bâtınî öldürüldü Birinci Haçlı Seferinden sonra, Haçlı ordularının tam hâkimiyeti altına giren Suriye’de Haçlı devletleri kurulmaya başlanmıştı Sultan Muhammed Tapar, Haçlılar üzerine ordular gönderdi Ancak, kumandanlar arasında irtibat sağlanamadığından kesin sonuca gidilemedi Sefer kumandanı Emir Mevdûd, Şam Câmiinde bir Bâtınî tarafından öldürüldü Sultan, Haçlılara karşı Aksungur Porsuki’yi kumandanlığa getirdi Bu arada ikinci bir orduyu yeniden Alamut üzerine gönderdi Kalenin kuşatıldığı sırada âniden rahatsızlanarak vefât etti (1118) Sultanın beklenmedik ölümü, Haçlılara ve Bâtınîlere karşı açılan savaşların duraklamasına sebep oldu Ondan sonra Büyük Selçuklu Devleti, dağılmaya yüz tuttu Sultan Muhammed Tapar, Selçuklu Devletinin son büyük hükümdârı sayılmaktadır Ebû Şücâ, Gıyâsüddünyâ ved-dîn, Kerîmü Emirü’l-müminîn unvanlarıyla tanınırdı |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Kök Böri Erbil Atabeyi Begtiginliler Sülâlesinin Türkmen boyundan Zeyneddîn Ali’nin oğludur 1154 yılında doğdu Babası Zeyneddîn Ali Küçük Begtigin, Musul Atabeylerinden İmâdeddîn Zengî’nin kumandanlarındandı İmâdeddîn Zengî tarafından Musul vâlisi tâyin edildi İmâdeddîn Zengî’nin ölümünden sonra, Zeyneddîn Ali, sınırlarını Şehrizor, Hakkâri, Tekrit, İmâdiye, Sincar Sahrâsı ile Harran Kalesini içine alacak şekilde genişletti Zeyneddîn Ali, son zamanlarında yaşlılığı ve hastalığı sebebiyle iktâlarını Musul Atabeyi Kutbeddîn Mevdûd’a bırakarak Erbil’e çekildi Kök Böri o zaman on dört yaşında idi O yıl babası ölen Kök Böri, Erbil atabeyi oldu Fakat Erbil’i idâre ile vazîfeli Mücâhidüddîn Kaymaz ile arası açıldı Kaymaz, Kök Böri’nin idârecilik için yetersiz olduğunu, halîfeye bildirdi Halîfenin muvâfakatını alarak, Kök Böri’yi tevkif etti Bir müddet sonra hapisten çıkarılan Kök Böri, giderek Erbil hâkimiyetini yeniden temin için teşebbüslerde bulundu ise de, başarılı olamadı Bağdat’tan Musul’a gelen Kök Böri, Musul Atabeyi İkinci Seyfeddîn Gâzinin hizmetine girdi Seyfeddîn Gâzi de, Kök Böri’ye Harran şehrinin idâresini verdi Bu sıralarda Hama, Humus ve Baalbek’i alıp, Sincar Sahrâsına kadar gelen Selâhaddîn Eyyûbî, Seyfeddîn Gâziyi mağlup etti İkinci karşılaşmalarında Seyfeddîn Gâzi, Selâhaddîn Eyyûbi’ye yine yenildi Kök Böri bu ikinci karşılaşmada çok kahramanlık gösterdi Eyyûbî ordusunun sol kanadını bozguna uğrattı fakat hezîmeti önleyemedi Öteden beri kendisine hasım olan Kaymaz’ın, Musul idâresinin başına gelmesini istemeyen Kök Böri, Selâhaddîn Eyyûbî’ye haber göndererek, kendisine tâbi olacağını ve Harran’a gelmesini, kendisine yardım edeceğini bildirdi Bunun üzerine Urfa’yı zapteden Selâhaddîn Eyyûbî, Urfa’yı Harran’a bağlayarak idâresini Kök Böri’ye verdi Selâhaddîn Eyyûbî’nin hemşiresi Râbia Hâtun ile evlenen Kök Böri, birkaç sene Selâhaddîn Eyyûbî’nin yanında kaldı Haçlılara karşı olan mücâdelesinde çok kahramanlık gösterdi Asıl şöhretine bu savaşlarda kavuştu Saffâriye’de Haçlıları bozguna uğrattı Kudüs kapılarının açılmasını ve Frenk Krallığının ortadan kaldırılmasını sağlayan Hattin Savaşında Kök Böri’nin mühim rolü oldu Bu zaferlerden sonra tekrar Erbil’e döndü Kırk dört yıl Erbil Atabeyi sıfatı ile bölgeye hâkim oldu Cengiz’in Moğol sürülerinin yağma ve çapulculuklarından, idâresi altındaki yerleri kahramanca korudu Ömrü mücâdele ile geçen Kök Böri, dînine bağlı olan, âlimleri ve fakîhleri, himâye eden yardım müesseseleri kurmakta da devrinin seçkin devlet adamlarından idi Câmi, medrese, han, misâfirhâne, hastâne; dul ve yaşlı kadınlar, süt emen yetim çocuklar için bakım evleri ve çocuk yuvaları yaptırdı Çocuklara süt anneleri tuttu Körler için dört tâne alilhâne kurdurdu ve bütün bunların masraflarını karşılamak üzere zengin vakıflar tesis etti Fakirlere, ihtiyar ve muhtaçlara her gün ekmek, mevsimlere göre de elbise ve diğer ihtiyaçlarını dağıtırdı Erbil misafirhanelerinde yedirilip yatırılan herkese giderken de yol paraları verilirdi Her yıl hac seferleri tertip ederdi Hacıların yoldaki emniyetini sağlamak için yanlarına muhâfız verirdi Ayrıca memurlar tâyin edip, ellerine bol miktarda para vererek Mekke ve Medîne’deki fakir ve muhtaçlara dağıttırırdı Mekke’de çok hayrâtı vardı Arafat’a ilk olarak su getirtti En büyük zevki, sofilerin, âlimlerin sohbetinde bulunmak, onların münâzaralarını dinlemek idi Bunun için çok zaman medrese ve hânekâhlarda sabahlardı Erbil, zamanında ilim, irfan ve medeniyet merkezi olmuştu Şehrin kalesini iyice tâmir ettirdi Yeni binâlar yaptırdı Peygamberimizi (sallalahü aleyhi ve sellem) çok sevdiğinin işâreti olarak İslâm âleminde ilk, büyük, muhteşem mevlit törenleri düzenledi Zamanla törenler bütün İslâm ülkelerine yayıldı Mezarı Küfe’de hazret-i Ali’nin kabri yanındadır Kutalmışoğlu Süleyman Şah Selçuk Beyin oğlu Arslan Yabgu'nun torunu ve Selçuklu Beylerinden Melik Şihabeddin Kutalmış Beyin oğlu Gazi Süleyman Şah, Anadolu'yu baştan başa fetheden ve bir Türk yurdu haline getiren Türk yiğididir Alparslan'la birlikte Malazgirt muharebesine iştirak eden Gazi Süleyman Bey, muharebede büyük kahramanlık göstermiştir Zaferin kazanılmasından sonra, Sultan Alparslan, bu namlı kumandanını Anadolu'nun fethiyle görevlendirdi Gazi Süleyman Bey, kahraman fedâileriyle birlikte Anadolu içlerine dalarak, süratle fetih hareketine girişti ve birkaç sene içerisinde muazzam fetihler yaparak Anadolu'nun büyük kısmını ele geçirdi Gazi Süleyman Bey, Artuk, Tutuş, Dânişmend, Saltuk Beyler gibi büyük kumandanları, akıncı bölükleriyle çeşitli bölgelere göndermişti Bu kumandanlar zaferler kazanarak Anadolunun bir Türk ülkesi olmasını temin etmişlerdir Anadolu'daki fetih ordusu, Kayseri civarında Bizans ordusuyla yaptığı savaşı kazandı ve hiçbir engelle karşılaşmadan Marmara sahillerine, İzmit'e kadar ilerledi Süleyman Bey, Konya ile birlikte bütün orta Anadolu'yu fethetti 1075'te de mühim bir Bizans şehri olan İznik ve havalisini ele geçirerek İznik'e yerleşti Gazi Süleyman Beyin Anadolu'daki fetihleri bütün İslam beldelerinde sevinçle karşılanmaktaydı Sultan Melikşah da çok sevdiği Süleyman Beyin muvaffakiyetlerinden dolayı, her vesileyle sevincini belli ediyordu Sultan Melikşah, 1077'de, Gazi Süleyman Bey'i, Anadolu sultanı olarak ilan etti Böylece, payitaht İznik olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti, tarih sahnesine çıkmış oluyordu Süleyman Şah, Bizans'ın içişlerine de karışıyor, desteklediği şahsı kral yaptırıyordu Nitekim, krallığını ilan eden Bizans kumandanı Botaniates'i desteklemiş ve bu kumandanın yanına iki bin asker vererek, tahtı ele geçirmesine yardımcı olmuştu Askerlerine ve halka son derece iyi davranan ve adaletle iş ören Süleyman Şah, gayrimüslim yerli halkın da takdirini kazanmıştı İç isyanlar ve kötü idare yüzünden perişan olan yerli halk, Süleyman Şah idaresinde huzur ve sükûna kavuşmuşlardı Bir yandan fetihler devam ederken, diğer yandan fethedilen topraklara, atalar yurdundan Türkler getirilip yerleştiriliyordu Azerbaycan, Türkistan ve Horasan'dan onbinlerce Türk Anadolu'ya göç etmeye başlamıştı Süleyman Şah, Kapıdağı yarımadası ile Çanakkale Boğazı'nın Asya sahillerini de ele geçirdi İstanbul Boğazına kadar olan kısımlar, daha önce ele geçirilmişti Öyle ki, Selçuklu orduları Üsküdar'a kadar gelmiş ve hasretle İstanbul'u temaşa etmişlerdi 1081'de yapılan anlaşmaya göre, Selçukluların Marmara sahillerine kadar bütün Anadolu'ya sahip oldukları Bizanslılarca da kabul edilmiştir Süleyman Şah, 1082 yılında Çukurova'ya girdi ve ilk önce Tarsus'u fethetti 1083'te ise Adana, başta olmak üzere bütün Kilikya (Adana civarları) beldelerini, hakimiyeti altına aldı Süleyman Şah'ın en büyük arzusu, Antakya'yı ele geçirmekti Bu maksatla yola çıktı Harekâtını gizli tuttu 12 gün boyunca, gündüzleri konaklamak ve geceleri yol almak suretiyle ordusunu ilerletti 13 Aralık 1084 günü, Antakya önlerine geldi ve ani bir hücumla şehri ele geçirdi Şehrin büyük kilisesini, camiye çevirdi İlk cuma namazında 120 müezzin bir ağızdan Ezan-ı Muhammedi'yi okudu Süleyman Şah, şehrin ahalisine çok iyi davrandı ve şehri baştan başa imar ettirdi Daha sonra, Anadolu'daki fetih harekâtını devam ettirdi Kumandanlarını çeşitli bölgelere gönderdi Bunlardan Buldacı Bey, 1085 başlarında Maraş, Elbistan, Göksun ve Besni kalelerini fethederek, bu bölgeleri ele geçirdi Bu esnada Çaka Bey, İzmir'i fethetmiş, İzmir Körfezinde büyük bir donanma kurdurarak, Selçuklu Devletinin ilk deniz kuvvetlerinin kurucusu olmuştu Gümüştekin Bey ise, Urfa ve Antep çevresini fethetmişti 1085'e doğru, bütün beylikler bir araya getirilmiş ve Anadolu'da kuvvetli bir devlet doğmuştu Süleyman Şah, Kurucusu olduğu devletin birliğini temin etmişti 1105'e doğru, bütün Anadolu, Türklerin eline geçmişti Anadolu fâtihi Süleyman Şah, devlet idaresinde de maharetini göstermiş, ele geçirdiği topraklara kök salmak için Müslüman ahalinin Anadolu'ya yerleşmesini temin etmişti Süleyman Şah, zaferden zafere koşarken, Sultan Melikşah'ın kardeşi Sultan Tutuş da saltanat hevesine kapılmış, Suriye'de bir devlet kurmak maksadıyla, sağa sola saldırmaya başlamıştı Süleyman Şah, Sultan Tutuş'un bu hareketlerine dur demek maksadıyla, ordusuyla birlikte Tutuş'un üzerine yürüdü İki ordu, 5 Haziran 1086'da, Halep yakınlarında karşı karşıya geldi Muharebenin en şiddetli safhasında, bir kısım askerler, Süleyman Şah'ın safını terk ederek karşı tarafa geçtiler Bunun üzerine, Süleyman Şah'ın ordusu bozuldu Kendisi de muharebe meydanında vuruşurken şehid düştü Kılıç Arslan IV Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı İkinci Gıyâseddîn Keyhüsrev'in (1237-1246) oğludur Kılıç Arslan, 1246’da Türkiye Selçuklu Sultânı İkinci İzzeddîn Keykâvus (1246-1257) tarafından, Büyük Moğol Hanı Güyük'ün (1246-1249) tahta çıkışında hazır bulunmak üzere, Moğolistan Kurultayına gönderildi Moğolistan’da ağabeyi Keykâvus’un yerine Selçuklu Sultanı tanındı 1248’de Sivas’ta istiklâlini îlân etti Anadolu emir ve kumandanları Moğolların tahrikiyle kardeş kanı dökülmesinin önüne geçmek için, Selçuklu Devletinde üç kardeşin ortak saltanat sürmesini tavsiye ettiler Dördüncü Kılıç Arslan, İkinci İzzeddîn Keykâvus ve İkinci Alâeddîn Keykubâd, 1249-1257 yılları arasında, birlikte Türkiye Selçukluları hükümdârlığı yaptılar 1261 yılında Konya’yı ele geçiren Dördüncü Kılıç Arslan devrinde, Silifke Ermenilerden, Sinop ise Muinüddîn Pervâne tarafından Trabzon Rumlarından alındı Dördüncü Kılıç Arslan, Mevlâna Celâleddîn Rûmî hazretleri dâhil birçok İslâm âliminin sohbetinde bulunup, hürmet gösterdi 1265’te bir ziyâfet esnâsında Moğollar tarafından kendi yayının kirişiyle boğdurulup, öldürüldü Onun ölümünden Moğollarla iyi ilişkiler içinde bulunan Muînüddîn Pervâne’nin sorumlu olduğu belirtilmektedir Konya’da Sultanlar Türbesine defnedildi Yerine oğlu Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev, Türkiye Selçuklu Sultanı îlân edildi Kılıç Arslan III İzzeddîn unvânlı Türkiye Selçuklu sultanı İkinci Rükneddîn Süleymân Şah'ın (1196-1204) oğludur Babasının Temmuz 1204 yılında vefâtı üzerine Nuh Alp ile diğer emirler ve devlet adamları tarafından çocuk yaştaki Kılıç Arslan, Konya tahtında sultan îlân edildi Türkmenlerin desteğindeki amcası Gıyâseddîn Keyhüsrev’e karşı tahtı koruma mücâdelesine girişti Zamânında Danişmendli Türkmenleri, Isparta Kalesini fethetti Saltanatı 1205 yılı başına kadar süren Üçüncü Kılıç Arslan, Konya ahâlisinin dâveti ve Türkmen kuvvetlerinin desteğinde Türkiye Selçuklu Devleti başşehrine taarruz eden Gıyâseddîn Keyhüsrev’i yendi Geri çekilen amcası Gıyâseddîn Keyhüsrev, daha sonra Konya ahâlisinin yardımıyla Kılıç Arslan’ın yerine tahta çıkarıldı Kılıç Arslan ve mâiyeti Gevele Kalesinde ikamete mecbur edilip orada vefât etti Üçüncü Kılıç Arslan’ın saltanatı, sekiz ay kadar devâm etti Kılıç Arslan II Türkiye Selçuklu Devletinin beşinci sultânı Birinci Kılıç Arslan’ın torunu ve Birinci Mesud’un oğludur İkinci Kılıç Arslan, babasının sağlığında, 1144 senesinde Elbistan meliki oldu İkinci Haçlı seferinden sonraki savaşlara katıldı Elbistan melikiyken hâkimiyetini genişleterek, Maraş, Göksun ve Anteb’i idâresine aldı Birinci Mes’ûd vefât etmeden önce, oğullarını, töreye göre, ülkesinin değişik bölgelerinin idâresine tâyin etti İkinci Kılıç Arslan’a Konya düştü Sultan Mes’ûd, daha sağlığında Kılıç Arslan’ı muhteşem bir merâsimle taç giydirip, 1155 senesinde tahta geçirdi Bütün oğullarına ve komutanlarına da bî’at ettirdi Sultan Mes’ûd’un 1156 senesinde vefâtıyla, Kılıç Arslan Türkiye Selçuklu Devleti sultânı oldu Kılıç Arslan, ülke içinde sükûneti ve komşu Türk beyleriyle anlaşma sağladıktan sonra, güney sınırını tehdit eden Ermeni Prensi Stepher’e karşı 1156 yılında sefere çıktı Hâkimiyeti altındaki yerlerde İslâmiyetin adâletini tesis ettirip, yerli gayrimüslim ahâlinin bile teveccühünü kazandı Daha sonra batıya yönelen Kılıç Arslan, 1159 senesinde Eskişehir yakınlarında Bizans İmparatoru Manuel’in kuvvetlerini yenip, bölgeden uzaklaştırdı Meşhur Bizans oyunları ile Türkleri birbirine düşürme siyâseti tâkip eden Bizans İmparatoru Manuel ile görüşmek için İstanbul’a giden Kılıç Arslan’a, bu ziyâreti sırasında çok îtibâr edildi Bizanslılarla yapılan anlaşma gereğince batı sınırlarını emniyete alan Kılıç Arslan, Anadolu birliğini kurmak için teşebbüse geçti Elbistan, Dârende ve çevresini, Kayseri ile Zamantı bölgesini ve Malatya’yı Danişmendlilerden; Ankara ve Çankırı’yı da kardeşi Şahinşâh’tan aldı Sivas, Niksar ve Tokat’ı zaptedip, Danişmendli Beyliğini 1178’de ortadan kaldırarak, Anadolu’da birliği sağlayıp, batıya rahatça dönebilecek duruma geldi Kılıç Arslan, doğudaki faaliyetlerini tamamladıktan sonra, Bizans sınırına yerleştirdiği Türkmenlere gazâ akınları yapmalarını emretti Akıncılar; Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e kadar yıldırma ve yıpratma faaliyetlerinde bulundular Bütün bunlar Bizans İmparatoru Manuel’in dikkatinden kaçmıyordu Danişmendlilerin Sivas şûbesi hükümdârı Melik Zünnûn, Amasya taraflarından Kılıç Arslan’a karşı yardım edeceği vâdiyle Manuel’i Türkiye Selçuklu Sultânı ile savaşa teşvik etti Bizans İmparatoru Manuel, Bizanslılardan başka Frank, Macar ve Peçeneklerden kurulu yüz bin kişilik ordusuyla, her ne pahasına olursa olsun, Türkiye Selçuklu Devletini ortadan kaldırmak için harekete geçti Bizanslıları yakından tâkip edip, orduyu her zaman teyakkuz hâlinde bulunduran Kılıç Arslan buna dâimâ hazırdı İki ordu göller bölgesinde karşılaştı Kılıç Arslan az sayıdaki kuvvetleriyle sahte ric'at taktiğini tatbik etti ve Miryokefalon Vâdisinde Bizans ordusunu Türk akıncıları çevirme harekâtıyla sardı Eylül 1176 senesinde yapılan bu savaşta Bizans ordusu imhâ edilerek beş bin araba dolusu silâh, malzeme, erzak ve mücevherâtı ganîmet aldılar (Bkz Karamukbeli Meydan Muhârebesi) Bu savaş sonunda, Türklerin Anadolu’dan atılamayacağı Bizanslılara iyice öğretilip, Türk vatanı muhâfaza edildi Sınırdaki statüyü korumayı ve yıllık vergiyi vermeyi kabûl eden Manuel, İstanbul’a dönünce anlaşmaya uymadı Kılıç Arslan, anlaşmanın kuvvet yoluyla tatbikine teşebbüs etti Türk akıncıları, zafer sonrasında Uluborlu, Eskişehir, Kütahya ve havâlisini 1182’de zaptettiler 1183’te Denizli dâhil Ermeni hâkimiyetini ortadan kaldırarak Silifke’yi fethettiler Mücâdeleli, uzun ve başarılı bir saltanat hayâtından sonra yaşlanıp yorulan Sultan İkinci Kılıç Arslan, on bir oğlunu ülkesinin değişik bölgelerinin idâresine tâyin etti Kılıç Arslan, Konya’da oturuyor, ülkeyi veziri İhtiyârüddîn Hasan idâre ediyordu Kardeşler arasında hâkimiyet mücâdeleleri başladı Kardeş mücâdelelerinin silâhlı kavgaya dönüştüğü esnâda, Eyyûbîler Devletinin kurucusu Selâhaddîn Eyyûbî, 1187 senesinde Haçlıların elinden Kudüs’ü alınca, Avrupa’da tekrâr Müslümanlar üzerine sefer hazırlıkları başladı Almanya imparatoru ile İngiltere ve Fransa krallarının idâresindeki Üçüncü Haçlı Seferinde, Alman ordusu karadan Anadolu üzerinden Kudüs’e ulaşmak istiyordu Kılıç Arslan, devletin buhranlı ânında Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa ile, Anadolu’yu tahrip etmeden Sûriye’ye inmelerini şart koşarak, anlaşma yaptı Fakat, Alman ordusunun Akşehir’de Türklere saldırıp yenilmesi, Almanların Konya’ya girip şehri tahrip etmelerine sebep oldu Konya’da beş gün kalan Almanlar, Sûriye’ye gitmek için hareket ettiler (Bkz Haçlı Seferleri) Kılıç Arslan, oğlu Gıyâseddîn Keyhüsrev’in yanında seksen yaşındayken 1192 senesinde vefât etti Anadolu Selçuklu Devletinin en büyük hükümdârlarından olan İkinci Kılıç Arslan, Anadolu’da millî birliği tesis için çalıştı Miryokefalon Meydan Muhârebesini kazanarak, Türkiye’nin Türk yurdu olarak kalmasında mühim rol oynadı Tâkip ettiği iskân siyâseti ile Türkmenlerin yerleşik hayâta geçmelerini sağladı Kılıç Arslan I Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymân Şâhın oğlu ve ikinci Türkiye Selçuklu sultanı Doğum târihi ve yeri kesin bilinmemektedir Babası Süleymân Şahın (1077-1086) 1086 senesinde Suriye seferinde Melik Tutuş’a yenilmesiyle, Antakya’da bulunan Kılıç Arslan, Büyük Selçuklu Devleti (1038-1194) Sultanı Melikşah'ın (1072-1092) emriyle İsfahan’a gönderildi İsfahan sarayında Selçuklu hükümdârının nezâretinde iyi bir eğitim ve öğretim görerek, Türk-İslâm terbiyesiyle yetiştirildi Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın 1092’de vefâtıyla Anadolu’ya dönen Birinci Kılıç Arslan; 1086’dan beri devâm eden Anadolu Selçuklu Devletindeki fetret devrine son verip, İznik tahtına sâhip oldu İznik şehrini îmâr ettirip, savunmasını güçlendirdi Bizans İmparatorluğu (395-1453) saldırılarına karşı beylerbeylik unvânıyla İlhan Muhammed’i vazîfelendirdi İznik saldırıları bertaraf edilerek, Balıkesir ve Kapıdağ bölgelerinden Bizanslılar atıldı Kılıç Arslan, İskân siyâseti tâkip ederek, Anadolu’nun Türkleşip İslâmlaşması için doğudan Türk-İslâm âileleri getirtip, Batı Anadolu’ya yerleştirdi İslâm âlimleri, ilim adamları, sanatkârlar ve değerli kumandanlar Türkiye Selçuklu Sultânının himâyesinde çalışmalara başlayıp kıymetli eserler meydana getirdiler Kılıç Arslan’ın halka karşı güzel davranışları askerî ve îmâr faaliyetleri Bizans İmparatorluğunu rahatsız ediyordu Bizanslılar Türk beylerine karşı târihî entrikalarını faaliyete geçirip İzmir havâlisinin hâkimi, meşhur Türk denizcisi Çaka Bey ile Kılıç Arslan’ın arasını açmaya çalıştılar Bu sırada Kılıç Arslan, fetret devrinde Türkiye Selçuklu Devletinden ayrılan şehirleri tekrar bir bayrak altında toplayıp, birlik kurmak için harekete geçmişti 1096 senesinde Malatya şehrini kuşattı Malatya Kalesi düşmek üzereyken, Haçlı ordusunun batıdan Türkiye topraklarına girdiği öğrenilince, kuşatma kaldırıldı Süratle, İzmit’e doğru harekete geçen Türk ordusu Haçlıları karşılamaya yöneldi (Bkz Haçlı Seferleri) Müslüman-Hıristiyan ayırt etmeksizin büyük katliâm yapan Haçlı ordusunun sayısının çok fazla olması yüzünden, Kılıç Arslan Türk mücâhidlerinin ağır kayıplar vermesine râzı olmadı ve geri çekilerek yıpratma savaşı uyguladı Kayseri ve Toroslar üzerinden Kudüs’e doğru yol alan Haçlı ordusu, Kılıç Arslan’ın ve kumandanlarının yıpratma savaşları netîcesinde, 600000’den 100000’e düştü 40000 kişiyle Kudüs’e ulaşan Haçlılar, Antakya, Urfa ve Kudüs’te Hıristiyan idâreler kurdular Haçlı saldırıları sonucu, Türkiye Selçuklu Devletinin başşehri İznik’ten Konya’ya taşındı (1097) Batı Anadolu tekrar Bizanslıların hâkimiyetine geçti Kılıç Arslan, Haçlıların saldırılarını durdurmak için uğraşırken, yerlerinden ayrılan Türkleri iskâna çalıştı 1106 senesinde Malatya’yı Danişmendlilerden aldı Harran ve Meyyâfârikîn’i zaptedip, Diyarbakır’ı tâbiiyetine geçirdi Musul civârına hâkim oldu Büyük Selçukluların Musul Emiri Çavlı, Artukoğlu İlgâzi ve Sûriye Melîki Rıdvan ile 1107 senesi Temmuz ayında Habur Irmağı kıyısında yaptığı savaşı kaybetti Yaralı olarak Habur Irmağını geçerken boğularak şehid oldu Türkiye Selçuklu Devletinin buhranlı devrelerinde hükümdâr olan Birinci Kılıç Arslan, teşkilâtçı bir devlet adamıydı Üstün kumandanlık kâbiliyetine sâhip, hayâtı mücâdele içinde geçen büyük bir kahraman ve gâzidir Mutaassıp Haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirerek, Türklerin, Anadolu topraklarından atılamayacağını ispat etti Çok hayır işleyip, ahâlinin sevgisini kazandı Hıristiyan halka da adâlet ve şefkâtle davrandı Bu yüzden vefâtı Hıristiyan halk için de mâtem oldu Kılıç Arslan’ın Anadolu’ya gelişi nasıl Türkler arasında bir bayram havası estirmişse, destan olan hayâtından sonra genç yaşta ölümü de o derece mâteme sebep olmuştur Kılıç Arslan, on beş senelik saltanat devresinde çok büyük hâdiselerle karşılaşmış, Haçlı seferleri ve Bizans karşısında varlığı tehlikeye düşen Anadolu, Türklüğün bu yeni vatanında yaşamasına vesîle olmak kudretini göstermiştir |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Kalavun Mısır Memlûk Devletinin yedinci hükümdârı Eyyûbî Sultanı Melik Sâlih Necmüddîn Eyyûb’ün kölelerinden olup, bin altına satın alındığı için “Elifi” de denir Sultan kendisini 1247 yılında, serbest bırakınca askerlik hizmetine girdi Sultan Baybars ve oğlu Baraka Hanın hükümdârlığı zamânında Ermenilerle yaptığı savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti Baraka Han tahttan indirilip yedi yaşındaki kardeşi Salamış hükümdâr olunca, Kalavun, atabeg tâyin edildi Altı ay süren bu atabeglikten sonra bir darbe ile hükümdârlığı ele aldı Halîfenin de hükümdârlığını tanımasıyla durumu sağlamlaşan Kalavun, Suriye’deki Şam Sultanı Sungur, Moğollar ve onlara yardım eden Ermenilerle mücâdele ederek yaptığı savaşları kazandı Bütün Suriye’yi elde etmek için St Jean şövalyelerinin Morkab’daki kalelerini 1285’te ele geçirdi Trablus’u ve yakınındaki Batrun Kalesini ele geçirdikten sonra Akkâ’yı almak için yola çıktığı sırada, Kahire yakınlarında öldü Yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi Cesur, tedbirli, âdil, ilmi ve terakkiyi seven bir hükümdâr olup, Kahire’de iki kasr arasında büyük bir medrese yaptırdı O zamâna kadar bir benzeri yapılmamış olan Kahire Hastânesi, en önemli eseridir Bu hastânenin çeşitli hastalıklar için laboratuarları, ilâçlar ve diğer erzaklar için ayrı ayrı depoları, tertipli, güzel hasta koğuşları bulunmaktaydı Ayrıca bu hastânenin yanına câmi ve diğer eserler de yaptırdı Memlûk sultanları arasında, kurduğu hükümrânlık devâm eden yalnız budur Bu sülâlenin başına Kalavun’dan sonra beş hükümdâr daha geçti 1382 yılında Çerkes Sultanları ortaya çıkınca sülalenin hükümrânlığı sona erdi Kanunî Sultan Süleyman Osmanlı Devleti'nin onuncu sultânı ve İslâm halîfelerinin yetmiş beşincisi Babası Yavuz Sultan Selim Han, annesi Âişe Hafsa Sultan olup, Kânûnî lâkabıyla meşhur oldu Avrupalılar Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman lâkaplarını verdiler On beş yaşına kadar Trabzon’da kalarak, Yavuz Selim’in vazîfelendirdiği devrin âlimlerinden ders aldı 6 Ağustos 1509’da dedesi İkinci Bâyezîd Han (1481-1512) tarafından Kırım Yarımadasındaki Kefe Sancağı Beyliğine gönderildi Yavuz Sultan Selim Han, 1512’de Osmanlı tahtına geçince Kırım’dan İstanbul’a çağrıldı 1513’te Saruhan (Manisa) Sancak Beyliği verildi Yavuz Sultan Selim Hanın 1514 İran ve 1516 Mısır seferlerinde Rumeli’nin muhâfazasıyla vazîfelendirilerek, Edirne’de oturdu Yavuz Sultan Selim Hanın vefâtında, Manisa’da bulunan Şehzâde Süleyman, Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa vâsıtasıyla İstanbul’a dâvet edilip, 30 Eylül 1520’de tahta çıkarak, onuncu Osmanlı Sultanı ve yetmiş beşinci İslâm Halîfesi oldu Pîrî Mehmed Paşayı vezîriâzamlık makâmında bırakarak, Dîvân-ı Hümâyûna ilk defâ dördüncü bir vezir olarak Kâsım Paşayı tâyin etti Memleketin iç işlerini düzeltip, Osmanlı ülkesinde huzur ve sükûn temin ettikten sonra, Avrupa seferlerine başladı Avrupa Seferleri Belgrad Seferi: Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) devrinde Osmanlı Devleti doğu siyâsetini tâkip ederek, hudutlarını emniyete almıştı Bu sebeple Sultan Süleyman Han, doğudan emin olarak ilk seferlerini Avrupa üzerine yaptı Macar Kralı II Layoş’un, Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken’e güvenerek, Osmanlı elçisine düşmanca davranması üzerine, Orta Avrupa’nın kilidi sayılan ve önceki devirlerde üç defâ kuşatılıp alınamayan, Belgrat üzerine sefere çıktı 18 Mayıs 1521’de İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleymân Han, 29 Ağustosa kadar şehrin çevresindeki kaleleri fethettirdi 29 Ağustos 1521’de Belgrat Kalesi de teslim alınarak, 30 ağustos Cumâ günü, şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilip, Cumâ namazı kılındı Belgrat’ın îmârı için hazîneden büyük yardımlar yapıldı Mohaç Seferi: Macar Kralı II Layoş’un; Şarlken ile akrabâlık kurup, Osmanlı Devletine karşı İran Safevî Devleti ve Sultan Süleyman Hanın hâkimiyetindeki Eflâk ve Boğdan beylikleriyle ittifak kurması, Papalığın Haçlı rûhu ile Hıristiyanları kışkırtması ve esir Fransız Kralı için annesinin, Osmanlı Sultânından yardım istemesi üzerine bu sefer tertip edildi 23 Nisan 1526’da İstanbul’dan hareket eden Kânûnî, 29 Ağustos 1526’da Macaristan ve Haçlı ordusunu Mohaç Meydan Muhârebesinde büyük bir mağlûbiyete uğratarak, zafer kazandı (Bkz Mohaç Meydan Muhârebesi) Macaristan Krallığının başşehri Budin (Budapeşte) dâhil Macaristan, Erdel (Transilvanya) Türklerin hâkimiyetine geçti Avusturya Seferi: Mohaç Meydan Muhârebesinden sonra, Macaristan’da askerî harekât bitti Fakat siyâsî faaliyetler başladı Osmanlı pâdişâhının, Budin muhâfazasına ahâlinin de arzusuyla tâyin ettiği, Erdel Voyvodası Zapolya’ya karşı, Viyana Arşidükü Ferdinand, Macar kralı olmak için harekete geçti Ferdinand 1527’de Macaristan’a girip Zapolya’yı mağlûp ederek, Budin’i işgâl etti Macaristan’daki hudut hâdiseleri ve Zapolya’ya yardımda bulunmak üzere Sultan Süleyman Han, 10 Mayıs 1529’da Avusturya Seferine çıktı Ferdinand’ın işgâlindeki Budin 8 Eylül 1529’da teslim alındı Zapolya 14 Eylülde Osmanlıya sâdık kalmak şartıyla Kral Yanoş ünvânıyla Macar tahtına geçirildi Osmanlı Ordusu 22 Eylülde Avusturya’ya girdi ve 25 Eylülde Viyana önlerine geldi Viyana’nın teslimini isteyen Sultan Süleyman Han, teklifin kabul edilmemesi üzerine; 27 Eylül 1529’da şehri kuşattı (Bkz Viyana Kuşatmaları) 1529 Avusturya Seferinde Türk akıncıları, Osmanlı Târihinin en büyük akın hareketini yaptılar Avusturya, Güney Almanya toprakları Türk akıncılarınca çiğnenerek, bütün Avrupa Osmanlıların azametini, şâşaasını gördü Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken korktuğundan, meydan muhârebesi için ortaya çıkamadı Mevsim ve şartların elverişsiz olması üzerine Osmanlı pâdişâhı, ordusuyla 16 Ekim 1529’da Viyana’dan Budin’e hareket etti 1530’da Arşidük Ferdinand’ın elçi heyeti İstanbul’da sultanla görüştü İsteklerinde samîmî olmayan Ferdinand, sulh görüşmeleri yapılırken tekrar Budin’i kuşattırdı Şehir, Türk kuvvetleri ve Macarlar tarafından müdâfaa edilerek, kuşatma kaldırtıldı Alman Seferi: Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ve kardeşi Avusturya ve Bohemya Kralı Ferdinand’ın Macaristan’ın içişlerine karışması üzerine Kral Yanoş, Sultan Süleyman Handan yardım istedi Pâdişah, 25 Nisan 1532’de Alman seferine çıkıp, yüz yirmi bin mevcutlu ordusuyla Avusturya’yı zaptetti Şarlken, 250000 kişiden fazla Hıristiyan ordusuyla Osmanlıların karşısına çıkmaya cesâret edemedi Osmanlı Sultanının Alman Seferi de, düşman ülkesinin ezilmesi ve Avusturyalılardan birçok kaleyi almasıyla netîcelendi Sultan Süleyman Hanın, Alman Seferi münâsebetiyle Orta Avrupa’da bulunmasından korkup, meydan muhârebesinden kaçan Şarlken, 22 Haziran 1533 târihli İstanbul Antlaşmasıyla Osmanlı Devletinin ve Sultânın üstünlüğünü kabûl etti İstanbul Antlaşmasına göre: 1) Kral Ferdinand, Sultan Süleyman Hanı baba ve metbû (kendisine tâbi olunan, uyulan) bilecek ve ancak “kardeş” diye hitâp ettiği vezîriâzamla eşit sayılacaktır 2) Kral Ferdinand, Osmanlı ülkesine tecâvüz etmeyecek ve Sultan da Avusturya ülkesiyle ahâlisini kendi tebaası bilecektir 3) Kral Ferdinand, Macaristan üzerindeki verâset iddialarından vazgeçecek; Macaristan’ın batısı ve kuzey batısındaki arâzisinin hâkimi olacaktır 4) Macar Kralı Yanoş ile Kral Ferdinand arasında, Osmanlıların uygun göreceği hudut geçerli olacaktır 5) Eski Kraliçe ve Ferdinand’ın kızkardeşi Maria’nın kocasından mîras kalan mâlikhâne, geçimi için ihsân edilecektir 6) Bu antlaşma geçici değil, devamlıdır Avrupa’da, Fransa’dan başka Avusturya’nın da Osmanlı Sultanının himâyesini kabul etmesiyle Şarlken’in “Avrupa İmparatorluğu” kurma projesi gerçekleşemedi Türklerin tâkip ettiği cihânşümûl dünyâ hâkimiyeti siyâseti gereğince, Kânûnî Sultan Süleyman Han ve Osmanlı Devleti, Avrupa’da tek başına söz sâhibi oldu Boğdan Seferi: Osmanlı Devletinin düşmanlarıyla işbirliği yapan Boğdan Voyvodalığının bâzı hareketleri üzerine sefere karar verildi 8 Temmuz 1538’de İstanbul’dan hareket eden pâdişahın, Avrupa içlerine ilerlerken düşman ülkesinde bile ahâlinin canına, ırzına, malına, mülküne ve hattâ tarlasındaki ekili mahsûlüne zarar verdirtmeden hareketi güzel bir adâlet örneği oluyordu Mîmar Sinan bu seferde, kenarı bataklık bir arâziye sâhip, Prut Nehri üzerine büyük ve sağlam bir köprü yaparak Osmanlı ordusunun yoluna devâm etmesini temin etti 15 Eylül 1538’de Boğdan Voyvodalığının merkezi Suçava’ya girildi Ahâli İslâm dîninin adâletini temsil eden ve Avrupa’ya medeniyet götüren Osmanlıyı istediğinden, Voyvoda kaçmak mecbûriyetinde kaldı Boğdan meselesini halleden Sultan Süleyman Han, büyük ganîmetlerle 27 Kasım’da İstanbul’a döndü Budin Seferi: Osmanlı Devletine tâbi Macaristan Kralı Yanoş ölünce, Kral Ferdinand fırsattan istifâdeyle Budin’e büyük bir Avusturya-Alman ordusu sevk etti Macar Kraliçesi İsabelle, Sultan Süleyman Handan ve ordusundan yardım istedi 20 Haziran 1541’de İstanbul’dan hareket eden pâdişahın yaklaşmakta olduğunu haber alan düşman, Tuna Nehrini geçmeye çalışırken, Osmanlı ordusunun mâhirâne hareketiyle 21/22 Ağustos gecesi imhâ edildi İstabur Zaferiyle Budin ve Macaristan, antlaşmaya sâdık kalmayan Avusturya-Alman Kralı Ferdinand’ın istilâsından kurtarıldı Macaristan Osmanlı Devletine katılarak, 30 Ağustos 1541’de Budin Beylerbeyliği ve idâre teşkilâtı kuruldu Kral Yanoş’un ve Kraliçe İsabelle’nin bir yaşındaki oğlu Sigusmund Yanoş, Erdel Banlığına tâyin edildi Budin’in en büyük kilisesi câmiye çevrilip, “Fethiye” adı verildi Kânûnî bu câmide, Ebüssü’ûd Efendinin imâmetinde 2 Eylül 1541’de ilk Cumâ namazını kıldı Budin’de adâleti tesis ettirdi Defâlarca verdiği sözü tutmayarak, tekrar riyâkârca Macar Krallığına tâlib olduğunu iddiâ eden Kral Ferdinand’ın isteği Osmanlı Devletince reddedildi Kral Ferdinand, 1542 yazında, yıllık haraç karşılığında Macar Krallığının kendisine verilmesini tekrar teklif ettiyse de bu teklif dikkate alınmadı Ferdinand, Budin’in bir Türk eyâleti olmasından ürkerek, telâşa kapıldı Avrupa’da Türk-İslâm tehlikesinden bahsederek, propagandaya başladı Avusturya, Alman ve diğer Avrupa milletlerinden 100000 mevcutlu büyük bir Hıristiyan ordusu topladı Peşte Kalesini kuşatan müttefik Avrupa ordusuna karşı, Budin Beylerbeyi Yahyâ Paşazâde Bâli Bey, sekiz bin askerle müdâfaada bulundu 17 kasım 1542’de Osmanlı ordusunun başında istanbul’dan hareket eden Sultan Süleyman Han, henüz yoldayken, 24 Kasım’da düşmana karşı gece taarruzuyla Peşte Zaferi kazanıldı Müttefik Avrupa orduları perişan bir hâlde kaçarken imhâ edildi Düşmanlardan pek çok esir ve ganîmet alındı Zafer haberi pâdişâha ulaşınca Edirne’de kaldı Avusturya Seferi: Estergon Seferi de denilen bu sefere, Osmanlı eyâleti hâline gelen Budin’in emniyet ve teşkilâtını pekiştirmek için çıkıldı Pâdişahın emriyle Budin Kalesine İslâm ahâli iskân edilip, dînî müesseselerin yapımına başlandı Âlimler tâyin edilerek Avrupa’ya İslâm dîninin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi 23 Nisan 1543’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî yol boyunca alınması lüzumlu mevkileri fethettirerek 29 Temmuz 1543’te Tuna Nehri sâhilinde ve Budin yakınlarındaki başpiskoposluk merkezi Estergon önüne vararak şehri kuşattı Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve İspanyol muhâfız askerleri teslim teklifini kabul etmeyince, devrin en büyük ve tesirli ateşli silâhlarına sâhip Osmanlı ordusu, 315 topla kaleyi dövmeye başladı Kânûnî’nin en muhteşem seferlerinden biri olan Estergon Seferine gâyet plânlı ve tedârikli çıkılmıştı Anadolu ve Rumeli orduları pâdişahın maiyetinde, çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmâtı ve erzakı mükemmeldi Estergon, Osmanlı kuşatmasına on iki gün mukâvemet edebildi 10 Ağustosta müdâfilerin çekilip, gitmesine müsâade edildi Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek Kânûnî Sultan Süleyman Han, Cumâ namazını burada kıldı Osmanlı fütuhâtı, Avrupa’da devâm ederek eski Macar krallarının taht merkezi İstolni-Belgrat 20 Ağustosta kuşatıldı 4 Eylülde fethedilen İstolni-Belgrat’ta büyük kilise câmiye çevrildi Mevsim ilerlediğinden Pâdişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti Avrupa’daki fetihler durmayıp, Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekâtı devâm ettirdi On altıncı yüzyılın ortalarında Avrupa’da Osmanlı askerî kuvvetlerinin bu muhteşem başarıları yanında Akdeniz’de ve Atlas Okyanusunda hepsi birer deniz kurdu olan Türk leventleri de Osmanlı bayrağını şan ve şerefle dalgalandırıyorlardı Bu kara ve deniz harekâtlarından Fransa da faydalanıyordu Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru unvânı taşımak arzusuyla Avrupa siyâsetinde hâkim rol oynamak isteyen Şarlken’in elinde esir olan Fransa Kralı I Fransuva, annesi vâsıtasıyla Kânûnî’den yardım talep ediyordu Fransızlara yardım eden Osmanlılardan korkan Şarlken, Kanûnî’yle antlaşmak için elçilik heyeti gönderdi Osmanlı devlet adamları tarafından kabul edilen Şarlken ve kardeşi Ferdinand’ın elçilik heyetleri ile uzun süren müzâkereler oldu 13 Haziran 1547 Antlaşması’na göre, Almanya ve Avusturya Osmanlılara yıllık otuz bin Duka haraç vermeyi kabul ettiler İmparator unvânını kullanmamayı kabul eden Şarlken İstanbul Antlaşması’nı 1 Ağustos’ta imzâlayınca, Osmanlı pâdişâhı da bu antlaşmayı 8 Ekim 1547’de tasdik etti Zigetvar Seferi: Osmanlı ordusunun İran seferlerinde, Safevî Devleti ile Papalık ve Hıristiyan devletler bir olup aralarında anlaşarak Avusturya ve Macaristan’da çeşitli hâdiseler çıkartıyorlardı 1562 Osmanlı-Avusturya Antlaşması’nda kabul ettikleri vergiyi ödemedikleri gibi yeni Kral II Maksimilyan’ın olumsuz tutumu ve Zigatvar Kalesindeki düşman kuvvetlerin ahâliyi tâciz etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu başlarında Sultan olduğu hâlde 1 Mart 1566’da İstanbul’dan hareket etti Sultan Süleyman Han, on üçüncü olarak çıktığı bu seferinde yetmiş üç yaşındaydı Hayâtı, seferden sefere koşarak insanlığı, Hakka kavuşturacak yola dâvetle geçmişti Bir takım hastalıklarla durumu iyi olmayan, ayaklarında nikris hastalığı bulunan Pâdişah, zulmün önüne geçmek, ahâlinin huzur ve güveni için, hasta hâliyle Osmanlı târihinin en muhteşem askerî harekâtı kabul edilen sefere bâzen araba, bâzı yerde tahtırevân ile gidiyor ve yerleşim merkezlerine girileceği zaman, ata binerek en mûteber psikolojik metodları tatbik ederek ilerliyordu 1566 Ağustos başında kuşatılan Zigetvar Kalesini, Zerniski Makloş müdâfaa etmekteydi Günlerce süren kuşatmada birçok defâ umûmî hücumlar yapıldı Zigetvar Kuşatmasından iyice bunalan Kont Zerniski, Eylül başındaki huruc harekâtında öldürülünce 7 Eylülde kale fethedildi Kânûnî 6-7 Eylül gecesi vefât ettiyse de, askerin moralinde bozukluk meydana gelmemesi için, ordudan gizli tutuldu Bu sefer ile Zigetvar’dan başka; Güle, Lügos ve diğer bâzı kaleler de fethedildi Doğu Seferleri Kânûnî, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücâdele ederken, İran’daki Şiî Safevî Devleti de, Mukaddes Roma-Cermen Devletiyle Osmanlılara karşı ittifak kurup, Doğu Anadolu’da hududa tecâvüz ettikleri gibi, Sünnî ahâliye de zulmediyorlardı Safevîlerin ajanları Osmanlı ülkesinde faaliyet gösterip, Celâliler vâsıtasıyla iç isyânlar çıkarmak istiyorlardı Şâh Tahmasb’ın bu düşmanca davranışları yüzünden Sultan Süleyman Han, harekete geçti 27 Ekim 1533’te Vezir-i âzam Makbul İbrâhim Paşa'yı İstanbul’dan doğuya gönderen Sultan’ın kendisi de, baharda sefere çıktı Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, 20 Temmuzda Konya’ya geldi Konya’da Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin türbesini ziyâret edip, Kayseri-Sivas-Erzincan yoluyla 27 Eylülde Tebriz’e girdi Safevîlerin zulmünden bunalan şehir halkı, Kânûnî’yi ve Osmanlı ordusunu sevinçle bir kurtarıcı olarak karşıladılar Yavuz Sultan Selim Hana karşı 1514 Çaldıran mağlûbiyetinin hâlâ tesirinde olan Safevîler, devamlı Osmanlılardan kaçıp, meydan muhârebesi için ortaya çıkamıyorlardı Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye gelmesinden memnun olan ahâli, âlimler, kale ve şehir hâkimleri pâdişâha bağlılıklarını arz ettiler Hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarının bulunduğu Kerbelâ ve Hanefî mezhebinin kurucusu İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe’nin kabrinin bulunduğu Bağdat Vâlisi Zülfikâr Han ve büyük İslâm âlimi ve büyük velî Abdülkâdir-i Geylânî’nin memleketi Geylân Hâkimi Mâlik Muzaffer, Sultan Süleyman Hana bağlılıklarını bildirdiler 24 Kasım 1534’te Bağdat’a giren Osmanlı ordusunun ardından, Azamiyye’de İmâm-ı Azam’ın kabrini ziyâret edip, büyük bir türbe yapılmasını emrettikten sonra, Kânûnî Sultan Süleyman Han, 30 Kasımda şehre girdi Bağdât’ta ahâlinin, âlimlerin, kumandanların ve devlet adamlarının bulunduğu bir sırada şükür ifâdesi olan dînî merâsim yapılarak, ihsânlarda bulunuldu 1534-1535 kışını Bağdât’ta geçiren Sultan, burada Osmanlı devlet teşkilâtını tesis ettirdi Bağdat’ın mübârek beldelerini, Kerbelâ’da hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarını ziyâret etti Geylân’da Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imâret, İmâm-ı A’zam’ın kabrine türbe yaptırdı Safevî tehlikesini kesin olarak bertaraf etmek isteyen Kânûnî, Şah Tahmasb’ın Van istikâmetinde olduğu haberi üzerine, harekete geçti 1 Temmuz 1535’te Tebriz’e gelen Osmanlı Sultânı, devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevî’yi tâkib için İran içerisine girildiyse de karşı çıkan olmadı Avrupa devletlerinde ve Safevîlerden elçi heyetlerini kabul eden, Sultan Süleymân Han, dönüşünde de Mevlânâ Muhammed Şems-i Tebrizî’nin makâmı dâhil mübârek beldeleri ziyâret ederek Tebriz-Diyarbekir-Antakya-Adana-Konya yoluyla 8 Ocak 1536’da İstanbul’a geldi Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği için “İki Irak seferi” mânâsında Irakeyn Seferi adı verilen bu hareketin netîcesinde, bölgedeki Şiî Safevî hâkimiyeti sona erdirilip, Bağdat dâhil Basra, Osmanlı ülkesine katıldı Tebriz Seferi: Osmanlı Devletinin batı cephesindeki muhârebeler ile meşgûliyetini fırsat bilen, Irakeyn Seferinde Sultan Süleyman Handan devamlı kaçan Şah Tahmasb ve Safevî ordusu, Doğu Anadolu’da tecâvüzkârâne hareket ederek, Anadolu’da Şiîlik propagandası yaptırıyorlardı Şah Tahmasb’ın, huduttaki bâzı Osmanlı kale ve mevkilerini ele geçirmesi, Safevîlere, isyân eden, Şah İsmâil’in oğlu Şirvan Vâlisi Elkas Mirzâ’nın Sultan Süleyman Handan yardım istemek gâyesiyle İstanbul’a gelmesi ve Şiî propagandasına karşı âlimler ile Osmanlı umûm-i efkârının (halkının) tepkisi üzerine sefere çıkıldı 29 Mart 1548’de İstanbul’dan hareket eden Sultan, Konya-Kayseri-Sivas yoluyla 28 Temmuz 1548’de Tebriz’e gelinceye kadar, Doğu Anadolu’da fütûhâta devâm edildi Osmanlı ordusundan devamlı kaçan Safevîlerden 25 Ağustosta Van teslim alındı Van ve Diyarbekir’den Halep’e gelen Pâdişah, 1548-1549 kışını burada geçirdi Kânûnî Halep’teyken Osmanlı fütuhâtı devâm edip, Doğu Anadolu’da Safevî propagandasına aldanarak âsi olanlar yola getirildi Gürcistan Seferine çıkılarak; Berakân, Gömge, Penak, Germek, Samagar, Ahadır kaleleri ve mevkileri fethedildi 6 Haziran 1549’da Halep’ten hareket eden Sultan, 21 Aralıkta İstanbul’a döndü Nahcıvan Seferi: Osmanlı ordusunun Macaristan’da, Sultan Süleyman Hanın Edirne’de bulunmasından istifâde eden Safevîler ve Şâh Tahmasb, Doğu Anadolu’ya saldırdı Van civârında Osmanlı ülkesi ve ahâlisine karşı düşmanca davranıp, zulmettiren Şâh Tahmasb, Adilcevaz, Ahlât kalelerini Hıristiyanların da teşvikleriyle tahrip ettirip Erciş Kalesini de kuşattırmıştı Osmanlıların içişlerine karışarak, devlet adamlarına türlü iftirâ kampanyası başlatılınca, Sultan Süleyman Han, İran Seferine karar verdi 28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan hareket eden Pâdişâh, Konya yoluyla Halep’e gitti 8 Kasımda Halep’e gelen Sultan, 1553-1554 kışını burada geçirdi 15 Mayıs 1554’te Diyarbekir’de toplanan Harp Dîvânı’nda Osmanlı devlet adamları ve kumandanları Sultan Süleyman Handan İslâma hizmet beklediklerini arz edip, emirlerinde Hind’e ve Sind’e dahi gidebileceklerini ifâde ettiler 20 Mayıs’ta Diyarbekir’den Nahcivan ve Revan üzerine sefer niyetiyle hareket edildi 5 Temmuzda Şah Tahmasb’a, Kars önlerinde harp dâveti çıkarıldı Ancak Osmanlının yokluğunda Doğu Anadolu’yu kana bulayıp, Müslümanlara her türlü insanlık dışı fiilleri işleyen İran Safevîleri, muhârebe meydanında görünmeyince, İran’a tâbi Şüregil, Şaraphâne, Nilfirâk alınıp, 18 Temmuzda Revan’a girilip, Arpaçay, Karabağ’dan sonra pâdişah 30 Temmuz 1554’te Nahcivan’a geldi Osmanlı ordusuna büyük ganîmetler düşen bu seferde, Kerkük de fetholundu Doğu’da Osmanlı hâkimiyeti kesinleşince, 28 Eylül 1554’te Erzurum’dan hareket eden Sultan, 1554-1555 kışını geçirmek için 30 Ekimde Amasya’ya geldi Şâh Tahmasb’ın sulh isteği üzerine 29 Mayıs 1555’te Osmanlı-Safevî Antlaşması imzâlandı 1555 Antlaşmasına göre: Toprak bakımından Ardahan, Göle, Arpaçay ve çevresi Osmanlılara verildi; inanç bakımından Şiî İranlıların hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman, Âişe dâhil sahâbîlere küfür ve iftira etmemeleri ile mukaddes makamlara hürmet göstermeleri için ahit alındı Kânûnî Sultan Süleyman Hanın doğu seferleri netîcesinde, Safevîlerin almış oldukları Doğu Anadolu toprakları bugünkü şekliyle Türkiye’ye dâhil edildi Batı İran ve Gürcistan ile Irak fethedildi Deniz Seferleri Rodos Seferi: Kânûnî tahta geçtiğinde Karadeniz, Marmara ve Ege denizleri Türk gölüydü Böyle olmasına rağmen, Akdeniz bütünüyle Osmanlı hâkimiyetinde değildi Batı Anadolu sâhillerine çok yakın Rodos Adası, coğrafî, stratejik mevkii, korsanlık ve Osmanlı düşmanlarıyla müttefik olarak hareket etmesi, devletin hâkimiyeti ile Akdeniz’in emniyeti için tehlike gösterdiğinden sefere karar verildi Rodos Adası, Haçlı şövalyelerinin idâresinde olup, korsan yatağıydı Rodos şövalye idâresi; Osmanlı Devletine karşı Papalık başta olmak üzere, Hıristiyan devletler ve âsilerle devamlı münâsebette bulunup, Osmanlı deniz ticâretiyle, Müslümanların hacca gitmelerini engelliyorlardı Ayrıca Anadolu sâhillerine baskın düzenlemek sûretiyle, ahâliyi tâciz ettikleri gibi, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın tahta geçişinde, küstahça hareketlerde bulunmuşlardı Bütün bu sebepler üzerine 700 gemiden meydana gelen Osmanlı donanması, önce İkinci Vezir Çoban Mustafa Paşa kumandasında Rodos’a gönderildi 16 Haziran 1522 târihinde pâdişâh, İstanbul’dan Kapıkulu ve Tımarlı sipâhileriyle karadan yola çıktı 28 Temmuzda Marmaris’ten Rodos’a geçen Sultan, kalenin teslimini şövalyelerden istedi Antlaşma ile Rodos’un teslimi kabûl edilmeyince 29 Temmuzda muhârebe başladı Yeniçağın en sağlam (müstahkem) kalesine sâhip Rodos’un, devrin bütün teknik ve ateşli silâhlarını elinde bulunduran Osmanlı ordusu karşısında, Avrupalılar’dan çok yardım almasına rağmen, fazla dayanamayacağı meydandaydı Rodos başşövalyesi Viye dö Lil Adam, Fâtih Sultan Mehmed Han'ın oğlu Cem Sultan meselesi ve oğlunu ileri sürerek yine küstahlık gösterdiyse de Sultan Süleyman Han, tâviz vermeyerek, kalenin teslimini istedi Osmanlı topçu ve lağımcısının çalışmalarıyla Rodos’un bütün istihkamları, Türklerin eline geçince, başşövalye antlaşma ile adayı Osmanlılara teslim etti Aralık 1522 sonunda bütünüyle Türk hâkimiyetine dâhil edilen Rodos adasındaki üç bin kadar Müslüman esir kurtarıldı Korsanlar adayı terk edince, Kânûnî Sultan Süleymân Han Ada’nın imârını emretti Papalığın doğudaki son temsilcisi olan Saint-Jean Haçlı Devleti yıkılarak, Batı Anadolu korsanlığı bertaraf edildi İstanbul-Suriye-Mısır deniz ticâreti ve Hac yolu emniyete alındı Korfu Seferi: Venedik Cumhûriyetinin Papa’nın da teşvikiyle Osmanlı Devletine riyâkârca davranması ve Hıristiyan ittifâka dâhil olması üzerine harekete geçildi Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddin Paşa'nın emrindeki Osmanlı donanmasındaki kara ordusuna da, İkinci Vezir Lütfi Paşa kumanda ediyordu 17 Mayıs 1537’de İstanbul’dan yola çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bu seferinde hedef Adriyatik ve İtalya’dır 13 Temmuzda Avlonya’ya gelen pâdişâh; Adriyatik’teki askerlere yardım edip, Venediklilerin tahriki ile Delvine ile havâlisinde çıkan isyânları bastırttı Osmanlı donanması İtalya sâhillerini abluka altına aldı Haçlıların büyük amirali ve Akdeniz kıyısındaki Müslüman ahâli ile denizcileri tâciz eden Andrea Doria bütün aramalara rağmen Osmanlı kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddîn Paşanın karşısına çıkamadı Korfu Adasını fethettiren ve kalesini kuşattıran Sultan, Avlonya’da bulunuyordu Kânûnî, mevsim şartları ve dört Osmanlı askerinin top güllesiyle şehîd olması üzerine, 6 Eylül 1537’de kuşatmayı kaldırttı 15 Eylülde İstanbul’a hareket eden pâdişah, kara ve deniz harekâtının devâmını emretti Kaptan-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa, Venediklilere âit Şira, Patmos, Naksos adalarını fethetti Kânûnî Devrinde Osmanlı Fütûhâtı Devamlı fetihler netîcesinde devletin hudutları genişledi Batıda Almanya içlerine kadar akın yapan akıncı beyleri, doğuda Hazar Denizine ulaşarak, Türkiye-Orta Asya birleşmesi siyâseti yanında, bütün Arabistan, Ortadoğu dâhil, Hint Okyanusundan Umman Denizi, Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Kuzey Afrika’dan Atlas Okyanusuna dayanıldı Akdeniz fütuhâtı netîcesinde Atlas Okyanusunda her biri birer deniz kurdu olan, Osmanlı leventleri ve reisleri dolaşmaktaydı Afrika sâhilleri ile Batı Akdeniz’de Oruç ve Hayreddin Hızır Reisler, Akdeniz’de Turgut Reis, Piyâle Paşa, Sinan Paşa, Sâlih Reis, Hint Okyanusunda Hadım Süleyman Paşa, Selman Reis, Süveyş’te Seydi Ali Reis, Murad Reis Osmanlı sancağını dalgalandırıp, fetihler yapıyorlardı Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddîn Paşa Preveze’de, Turgut Reis Cerbe’de Haçlı donanmalarını bozguna uğratarak Türk-İslâm târihinin en muhteşem zaferlerini kazandılar Diğer Devlet ve Beyliklerle Münâsebet “Türk Asrı” denilen 16 yüzyılda Osmanlı Devletinin sultanı Süleymân Hanın dünyânın bütün kralları ve beylerine karşı yüksek otoritesi vardı Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Portekiz, İspanya, Fransa, Milano, Napoli, Papalık, Venedik, Ceneviz, Macaristan, Avusturya, Lehistan, Rus Knezleri, Safevî, Gürganiyye, Özbek; devlet, krallık, dükalık ve sultanlığı ile münâsebetlerde bulunuldu Kırım Hanlığı, Mekke-i mükerreme Emirliği, Eflâk, Boğdan, Erdel voyvodalıkları, Ragusa cumhûriyetleri Osmanlı Devletine tâbi ve imtiyazlı hükümetlerdir Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ülkesinde esâret hayâtında yaşayan Fransa Kralı I Fransuva kurtarılarak, dünyâ ticâret ve hâkimiyet siyâseti gereğince imtiyaz verildi Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Safevî devletleri ile sulh antlaşmaları imzâlandı Gürgâniyye, Özbek devletleri ile dostluk tesis edildi İç Hâdiseler Kânûnî Sultan Süleymân Hanın tahta geçtiği esnâda, 1520’de Canberdi Gazâlî İsyânı çıktı Bu hareket bastırılarak, âsiler cezâlandırıldı 1526 Mohaç Seferinde fırsattan istifâde eden Celâli âsileri türemişse de, hâdiselerin önüne geçildi İran’dan gelen Şiî Molla Kâbiz, İstanbul’da fısk ve fücûr ile Müslümanlar arasına fesat tohumları ektiği, yüce Peygamberimiz hazret-i Muhammed’e Eshâb-ı kirâm ile âlimlere iftirâ ettiği pâdişâha bildirilince, dîvâne çağrılıp, iftirâlarının doğruluğunu ispat etmesi istendi Sultan Süleymân Han'ın huzûrunda da aynı iftirâları tekrarladı; Müftî Kemâl Paşazâde ve İstanbul Kâdısı Sâdi Çelebi’nin iknâ edici telkinleri karşısında cevap veremediği hâlde, bâtıl îtikâdından dönmediği gibi bölücülük de yapınca îdâm edildi 1553’te Şehzâde Mustafa, 1559-1562’de Şehzâde Bâyezîd hâdiseleri, Osmanlı Devleti aleyhinde plânlı şekilde kullanılmak istenmişse de büyümelerine fırsat verilmemiştir Sultan Süleyman Hanın Kânunnâmesi Sultan Süleyman Hanın asıl adından daha fazla bilinip, şöhretli olan “Kânûnî” unvânı, önceki Osmanlı Kânunnâmeleri’ni ve devri îcâbı lüzumlu hükümleri, İslâm Hukûku esaslarında toplattırıp, tanzim ettirmesinden gelir Kânunnâme-i Âl-i Osman’ın hazırlanmasında Sultan Süleymân Hana devrin büyük âlimlerinden olan Ahmed İbn-i Kemâl Paşazâde ve Ebüssuud Efendiler yardımcı oldular Kânunnâme; hukûkî, idârî, malî, askerî ve diğer lüzumlu mevzuları içine alan başlıklar altında cezâ, vergi ve ahâli ile askerlerin kânunlarını ihtivâ ediyordu Yüzyıllarca tatbik edilen Kânunnâme’de tımâr ve zeâmet sâhipleri ile ahâlinin hukûkî ve mâlî durumlarını tespit eden, toprakları, öşri, haracî ve mîrî olarak birbirinden ayıran hükümlerin tatbik şekilleri açıklanmıştır Devleti idâre etme, hilâfet müessesesinin gerekleri ve sosyal adâlet hususları tatbik edildi Sultan Süleyman Han, Atlas Okyanusundan Umman Denizine; Macaristan, Kırım ve Kazan’dan Habeşistan’a kadar geniş yerleri Allahü teâlânın kelâmı Kur’ân-ı kerîm’in emirleri ile adâletle idâre etmeye muvaffak oldu Kânunnâme’yi hazırlarken ve tatbik ederken, İslâm âlimlerine danışmadan bir iş ve kânun yapmadı Şahsiyeti Zigetvar’da on üçüncü seferi esnâsında 6-7 Eylül gecesi 1566 târihinde vefât eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, iyi bir komutan, teşkilâtçı devlet adamı, halîfe ve ediptir Vakur, azim ve irâde sâhibiydi Adam seçmesini ve yetiştirmesini gâyet iyi bildiğinden, devlet kadrosunda kıymetli şahsiyetleri vazîfelendirdi Müsâmaha sahibi olmasına rağmen, din ve devlet aleyhine hareketleri affetmezdi İleri görüşlü olup, anlayışı kuvvetliydi Milletin ve askerin psikolojisini iyi bildiğinden çok sevilirdi Hayâtı seferden sefere koşmakla ve muhârebe meydanlarında geçen Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde Osmanlı Devleti çok zenginleşti Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince İslâmiyeti yaymaktan başka birşey düşünmedi Bu düşüncesini halazâdesi, Gâzi Bâli Beye yazdığı mektup çok güzel ifâde etmektedir Kânûnî Sultan Süleyman’ın gençlik çağında, 1526 senesinde kazanmış olduğu Mohaç Meydan Muhârebesi'nde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamâmen mahveden Semendire Sancak Beyi Gâzi Bâli Bey, Mohaç Harbinden yıllar sonra, kendinde mevcut olan ve sancak beylerinin alâmeti bulunan iki tuğun üçe çıkarılmasını ricâ ederek, pâdişâhtan bir tuğ daha istemişti Terfi ve terakkinin muayyen yaş, kıdem ve hizmet mukâbilinde olduğunu bilen Kânûnî, Gâzi Bâli Beye şu cevâbı vermiştir: “Yâdigarım ve Muhterem Lalam Gâzi Bâli Bey! Berhudar olasın, yüzün ak olsun Bizden bir tuğ dahî arzu eylemişsin Henüz bir tuğ zamânı değildir Sana hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellemin fetih tuğunu verdik Bu ihsân üzerine iyilik olmaz Bunun şükrünü bilip, yerine getiresin Bilesin ki bey olmak iki kefeli terâzidir Bir kefesi Cennet ve bir kefesi Cehennem’dir Bir an adâletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibâdetten efdaldir Âhireti hatırdan çıkarmayasın Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde, zulüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın Âhirette bize hitâb olunursa, senin yakana yapışırım “Ol vilâyetleri kılıcımla fetheyledim” demiyesin Memleket, Allahü teâlâ hazretlerinindir Sakınıp, nefsine gurur getirmeyesin Fetholunan kalenin mal ve erzâkını hep Beytülmâl için almışsın Buna rızâ-yi hümâyunum yoktur Beşte birini alıp, geri kalanını İslâm askerine dağıtasın İslâm askerinin ihtiyarlarını baba, orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin Babalara hürmet edesin, oğullara şefkat gösteresin İslâm askerine hiçbir veçhile zorluk çektirmeyesin Nîmeti bol veresin Eğer hazînen tükenirse buraya bildiresin ki, sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur Halkın fakirlerini, büyük vazîfelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın ki, bizim halkımızı rahat görüp, küffar halkı imrensinler Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun Bir kimseyi hizmetinde kullandığın zaman da, sakın evvelki hâline îtimat etmeyesin Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zâhidlik ve iyilik yüzü gösterip, eline fırsat geçtiği zaman Firavun ve Nemrud olur Ol kimseleri tecrübe edip göresin Eğer evvelki hâli son hâline uygunsa hizmetinde kullanasın İmdi, ey Gâzi Bâli Bey! Sana dahî nasîhatim odur ki; atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve beyin bahâdırını saklayasın Allahü teâlâ hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni küffâr-ı hâksâr üzerine mansur ve muzaffer eyleye” Fransa Kralı I Fransuva, 1525 Pavye Muhârebesinde Almanlara esir düşünce, annesi Düşes Dangolem vâsıtasıyla Osmanlılardan yardım istedi Bunun üzerine Kânûnî’nin krala gönderdiği mektup, onun Avrupa devletlerine bakış açısını çok güzel ifâde etmektedir Ocak 1526 târihli mektup şöyledir: “Sen ki Françe vilâyetinin kralı olan Françesko’sun Hükümdârların sığındığı kapımın eşiğine uzattığın tezkereden mâlûmum oldu ki, memleketinin toprakları düşman tarafından zaptolunup, sen dahî şu anda onlar elinde esir bulunmaktasın ve kurtulmaklığın için bizden yardım dilemektesin Bütün dünyânın sığındığı, pâdişahlığıma yakışan ayağımın toprağına mârûzatın ulaşmakla her türlü hâlini öğrenip, olan bitenden haberdâr oldum Yüce seleflerimiz, Allah onların kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanlarını kahretmek ve sayısız fetihlere ermek maksadiyle her vakit cihâd için kılıç çekmek fırsatını kaçırmayıp, ben dahi onların açtığı çığırda harekete geçip, her günüm zorlu kaleler ve girilmesinde engeller bulunan şehirler fethetmiş bulunmaktayım O sebepten gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır” Kânûnî Sultan Süleymân Han, tâkip ettiği cihanşümûl siyâsetle, Almanya içinde de aslı değiştirilmiş olan Hıristiyanlıktan yeni bir mezhep kuran Martin Luther taraftarları olan Protestanları desteklemiştir Avrupalılar, Kânûnî’yi “Muhteşem Süleymân”, Müslümanlar da “Şanlı Süleymân” lakaplarıyla yâd ettiler Edip olduğundan “Muhibbî” mahlasıyla şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı vardır Sultan Süleyman Han devrinde, Osmanlı Devletinin kara, deniz ordusu dünyâda birinciydi Kültür ve sanat faaliyetleri doruk noktasındaydı İlk Osmanlı tezkireleri bu sultâna sunuldu İlim, kültür ve sanat müesseselerinde Kânûnî’nin himâyesinde, kıymetli şahsiyetler yetişip, her biri eşsiz eserler verdiler Devrinde yetişen tefsir, hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde; Ahmed İbni Kemâl Paşazâde, Ebüssü’ûd Efendi, Zenbilli Ali Cemâli Efendi, Taşköprülüzâde, Kınalızâde Ali Efendi, Celâlzâde Mustafa Bey, Halebî İbrâhim Efendi, Coğrafya’da Pîrî Reis ve Seydi Ali Reis ile minyatürde ve târih yazıcılığında Matrakçı Nasuh, hattatlıkta Şeyh Hamdullah’ın oğulları ve talebeleri meşhurdu Mustafa Dede, Şükrullah, Ahmed Karahisârî, Abdullah Çelebi, Kırımî Abdullah, Küssem, Hasan Çelebi, Nakkaşlıkta Şahkulu, tezhipte Kara Mehmed, Kıncı Mahmûd, Mısırlı Hasan ve Üstad İbrâhim, Galatalı Mehmed, Üstad Osman, Ali ve Hasan Kefeli gibi ustalar yetişti Ciltçilik, alçı, çini, ayna, hakkâklık, dokuma ve halı sanatları çok ileri seviyedeydi Bu devirde yetişen Mîmar Koca Sinan, Türk-İslâm sanatının birer şâheseri olan eserler yaptı Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kânûnî Sultan Süleymân Han, çok eser yaptırdı Süleymâniye Câmii ve külliyesi, Sultan Selim, Şehzâdebaşı, Cihangir câmilerini; İstanbul’da, Rodos’ta kendi adıyla anılan bir câmi; yine Anadolu, Rumeli ve Adalar’da muhteşem câmiler; medreseler, hastaneler, yollar ve köprüler Büyük Sultan’dan günümüze kalan yâdigârlardır Kapagan Han (Kağan) Göktürk Devleti hakanlarından Kapagan Kağan, 22 Temmuz 716'da öldü Doğum tarihi bilinmiyor Çinlilerle ve Kırgızlarla yaptığı savaşları kazandı, ülkesinin topraklarını genişletti Veziri Tonyukuk, oğlu Bilge Kağanın döneminde de vezirlik ve danışmanlık yaptı Oğuz Boylarından Bayırkuların tuzağına düştükten sonra öldürüldü Göktürk Devletini, 682 yılında yeniden kuran ağabeyi Kutluk Kağanın ölümü üzerine, 692 yılında Göktürk Hâkanı olmuştu 24 yıl hüküm sürdü Onun önderliğinde Göktürk Devleti batıda, Mâverâünnehir olarak anılan Batı Türkistan'ı, doğuda Çin topraklarının bir bölümünü aldı Onun asıl hedefi Tang hânedânının hâkimiyeti altındaki eski Türk topraklarını ve Türklerin oturduğu Çin eyâletlerini almak, Çin'in, Göktürk Devletine uzak bölgelerinde oturan Türklerin de kendi ülkesine yerleşmesini sağlamaktı Kapagan Kağan, Çin kaynaklarında kendisinden korku ile söz edilen bir kişidir Dış siyasette ve askerî komuta konularında başarılı olmakla birlikte, iç yönetimde aşırı sertliği sebebiyle hoşnutsuzluklara ve isyanlara sebebiyet verdi İç karışıklıklarda, Çin entrikalarının da rolü olmuştu 716 yılında, Göktürk boylarından Bayırkular yeniden isyan etmişlerdi Kapagan Kağan, bu isyânı da çok sert bir şekilde bastırdı Zafer sarhoşluğu içerisinde ihtiyatsız bir şekilde savaş alanından ayrılırken, sağ kalan Bayırkuların saldırısına uğradı ve öldürüldü Kapagan Kağanın kesik başının, Çin sarayına götürülmesinden anlaşıldığına göre, bu olayda da Çin entrikası vardı Karamanoğlu Mehmed Bey Karamanoğulları'nın ikinci beyi Kerimüddin Karaman'ın oğludur Doğum tarihi belli olmayıp, ölümü 1280'dir Mehmet Bey, askerî ve İdarî yönden bilgili bir devlet adamı idi Bilim adamlarını etrafına toplayıp, onlara büyük önem vermiştir 13yüzyıl ortalarında, Selçuklular, edebî dil olarak Farsça'yı, ilim dili olarak Arapça'yı kullanırlardı Halk ise, öz dilleri olan Türkçe'yi kullanıyorlardı Mehmet Bey, halk olarak birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin gerekliliğine inanıyordu Bu birliği gerçekleştirmek için, Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını, çevresinde toplayarak bir ordu oluşturdu Üzerine gönderilen Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini, büyük bir yenilgiye uğratarak Konya'ya girdi Burada yaşayan Selçuklu Türkleri, Karamanoğulları ile birlik oldular Kısa zamanda, Konya vilayeti ve bazı çevre iller, Karamanoğullarının hakimiyeti altına girdi Daha sonra, Selçuklu sultanı İzzettin Keykâvus'un oğlu Gıyaseddin Siyavuş'u başa geçiren Mehmet Bey'in kendisi de vezir oldu İlk önceleri, Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına bir çok kere galip gelmesine rağmen, daha sonraki çarpışmaların birinde iki kardeşi ile beraber şehit düşmüştür İdareciliği sırasında, Türkçe'yi resmî dil olarak ilan eden fermanını yayınlamıştır Bu fermanda "bu günden sonra dîvanda, dergâhda ve bârgâhda, meclisde ve meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmayacaktır" diyerek, Türk diline büyük bir hizmette bulunmuştur Kara Yusuf Bey Karakoyunlu Devleti hükümdarlarından Kara Mehmed Beyin oğlu olup 1357’de doğdu Babasının 1389’da vefâtıyla Karakoyunlu hükümdârı oldu Teşkilâtçı, azimli ve irâdeli bir şahsiyete sâhip olduğundan, Türk boy birliği hâlindeki Karakoyunlu Beyliğine büyük devlet mâhiyeti kazandırdı Âzerbaycan, Doğu Anadolu ve Mezepotamya’ya hâkim oldu Osmanlı ve Memlûk devletleriyle iyi geçinmesine rağmen Celâyirliler, Akkoyunlular ve Timurlular ile hâkimiyet meselesinden mücâdele etti Timurlu hükümdârı Şahruh ile muhârebeye hazırlanırken hasta yatağında, 13 Kasım 1420’de Ucan’ın Saidâbâd mevkiinde vefât etti Kabri Erciş’tedir Karakoyunluların en büyük hükümdârı olan Kara Yusuf Beyin hayâtı büyük mücâdelelerle geçmiştir Büyük bir devlet adamı, kumandan ve birçok iyi meziyetlerin sâhibidir |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)İbrahim Han Osmanlı pâdişâhlarının on sekizincisi ve İslâm halîfelerinin seksen üçüncüsü Birinci Ahmed Han ile Mahpeyker Kösem Sultanın oğlu olup, 1615 yılında doğdu Bu adı taşıyan tek Osmanlı hükümdârıdır Ağabeyi Dördüncü Murâd’ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı şehzâdesiydi Ağabeyinin genç yaşta ölümüne bir türlü inanamadı Sultan olduğunu bildiren annesine ve paşalara; “Allahü teâlâ, pâdişâh kardeşimin ömrünü uzun etsin Bize sultanlık lâzım değildir Pâdişâh kardeşimin ömrüne duâcıyız” dedi Ancak, annesi ve devlet adamlarının ısrarı ile ağabeyi Sultan Dördüncü Murâd’ın nâşını gördükten sonra taht odasına geçti, Hırka-i Saâdet Dâiresinden getirilen hazret-i Ömer’in sarığı besmele ile başına sarıldıktan sonra ellerini açtı, ve; “Elhamdülillah, yâ Rab! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makâma lâyık gördün Saltanat günlerimde milletimi hoş-hâl eyle ve birbirimizden hoşnûd kıl” diye duâ ederek tahta oturdu (9 Şubat 1640) Sultan İbrâhim Hanın tahta geçtiğinin ilk senesinde Mirgünoğlu hâdisesi vukû buldu Dördüncü Murâd’ın İran Seferi sırasında Revân Kalesi kumandanı olan Emir Mirgünoğlu, kalenin fethinden sonra affedilerek Emirgân’da oturmasına müsâade edilmişti (Bugün Emirgân adı bu zâtın isminden dolayıdır) Sefih, ayyaş ve ahlâksız bir kimse olan Mirgünoğlu, Sultan Dördüncü Murâd’ın ölümünü fırsat bilerek bölücü ve yıkıcı propagandalarla Müslümanları aldatmaya başladı Bu faâliyetleri üzerine Sultan İbrâhim Han, yerinde bir kararla onu îdâm ettirdi Hurûfîler ve mülhidler, bundan dolayı İbrâhim Hana da düşman oldular Çeşitli iftirâlarda bulundular Öldürülen Mirgünoğlu’nu “Kesikbaş Evliyâ” diye propaganda âleti yaptılar Böylece yalan ve uydurma hikâyelere inananlar, bu Müslüman Türk sultânına bilmeyerek iftirâ etmektedirler İbrâhim Han, bundan sonra dış meseleler ile ilgilenmeye başladı 1637 yılında, Ruslar tarafından işgâl olunan Azak Kalesi üzerine bir ordu gönderdi Kırım kuvvetlerinin de gelmesi üzerine Ruslar kaleyi teslim ettiler Almanya sınırında ise, akıncılar, dâimî olarak Avusturya’ya akınlar düzenliyorlardı 1641 yılında düzenlenen akında, Osmanlı akıncıları, Bavyera içlerine kadar ilerledi Kuzey Bavyera’daki bazı kasabalar, Osmanlı hâkimiyetini kabul ettiler Bu akınlardan büyük zarâra uğramaları üzerine İmparator Ferdinand, Osmanlı fetihlerini kabul ederek Zitvatorok Antlaşmasını yeniletmeye muvaffak oldu Diğer taraftan, Malta Saint-Jean Şövalyelerinin fırsat buldukça Türk ticâret gemilerine saldırmaları yüzünden, Sultan İbrâhim Han, onların en büyük sığınağı olan Girit Adasının fethini emretti 20 Haziran 1645’te Sakız Adasından denize açılan Osmanlı donanması, 17 Temmuz’da Girit’in Hanya limanını fethetti Hanya’nın Osmanlılar tarafından fethi, Avrupa’da büyük akisler uyandırdı Almanya ve İtalya, asker göndererek Venedik’e yardım kararı aldılar Bu sırada Hanya muhâfazasına getirilen Deli Hüseyin Paşa, harekâta devâmla Resmo Kalesini ele geçirdi Osmanlı donanması muhârebeye devâm ederken, Sultan İbrâhim’in hal’i olayı meydana geldi 1647’de Kara Mûsâ Paşanın ölümüyle sadâret makâmına getirilen Hezarpâre Ahmed Paşanın dikkatsiz ve adâletsiz davranışları, aleyhte büyük bir propaganda ve isyânı berâberinde getirdi Bu arada Hurûfilerin Sultan İbrâhim Han aleyhine yaptıkları iftirâlar da hedefine ulaşmıştı Nitekim, Hezarpâre Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyân, Sultan İbrâhim Hanın da tahttan indirilmesiyle sonuçlandı Tahta, oğlu Dördüncü Mehmed Han çıkarıldı İsyâncılar ve bunların önderi olan Sofu Mehmed Paşa, Sultan İbrâhim hayatta durdukça rahat edemeyeceklerini bildiğinden, kendisini şehid ettirdiler (18 Ağustos 1648) Sultan İbrâhim, çok cömert ve lütufkâr olup, fakirlere, âcizlere ihsânlarda bulunurdu Devrinde mâliye düzeltilip, milletin kıtlık çekmemesi ve isrâfın önlenmesi için fermanlar çıkarıldı Beylerin zâlim olmaması ve halka zulüm yapmaması için çok dikkat ederdi Halka zulüm yapan ister idâreci, ister halktan bir kişi olsun onunla mücâdele eder ve cezâsını şiddetle verirdi Halkın râhat ve huzurunu her şeyin üzerinde tutardı Bir gün tebdîl-i kıyâfetle gezerken fırın önünde ekmek almak için uzun kuyruklar meydana geldiğini gördü Saraya döner dönmez sadrâzama; “Tebaa-i şâhânemden hiç birisinin ekmek almak için bir dakika dahi beklemesine rızâm yoktur Bir hoşça mukayyed olasın” diye emretmiştir Bundan sonra da kuyruklar olmamıştır İbrâhim Han devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarının bir tânesi hâriç, bu Sultân’ın aklî dengesinde bozukluk olduğuna dâir hiçbir bilgi yoktur Karaçelebizâde’nin Ravdat-ül-Ebrâr kitâbında yer alan Sultan’ın aleyhindeki bu yazı, onun, Sultan’ın tahttan indirilmesinde ve öldürülmesinde rolü bulunduğu, kindârlığı ile tanındığındandır Bu târih, muteber kabul edilmemektedir Târih, Sultan’ın deli olmadığını, iftirâlara uğradığını bildirmektedir İlteriş Kutlug Kağan Göktürk hükümdârı 630 yılında Çin hâkimiyetine girerek istiklâlini kaybetmiş olan Göktürk devletini, 682 yılında tekrar kurdu İki ülkeyi derleyip topladığı için Kutlug adına ilave olarak, İlteriş unvânı verildi Çin’de doğup büyüyen İlteriş Kutlug Kağan, bir süre devlet memuru olarak çalıştı Orta Asya hududunda görev yaptığı sırada, 681 yılında on yedi arkadaşı ile birlikte Türk devletini kurmak için teşebbüse geçti Bilge Tonyukuk da yardımcı oldu Kendisini destekleyenlerin sayısı yedi yüzü bulunca, istiklâlini ilân etti Orta Asya Türkleri, Çin’deki Türk Hanedan mensupları ve kumandanları etrafında toplandı Büyük bir kuvvet ortaya çıktı 682 yılında, Göktürk Devletini ikinci defa kurup hükümdarlığını îlân etti Bilge Tonyukuk’u kendisine vezir yaptı İkinci Göktürk Devleti adıyla anılan bu devlete kurucusuna nispetle Kutlug Devleti de denildi Göktürk Devletini millî şuurla teşkilâtlandırıp Türk töresini ülkede hâkim kıldı 682 yılından sonra, on yıl içinde, on yedisi Çin’e olmak üzere kırk yedi sefer tertip eden İlteriş Kutlug Kağan, yirmisine bizzât katıldı Hepsinde muvaffak olup, hiç yenilmedi 692’de ölünce kardeşi Kapagan (692-716), kağan oldu Bilge Kağan (716-734) ile Kül Tigin, İlteriş Kutlug Kağan’ın oğullarıdır (Bkz Göktürkler) İltutmuş Delhi Türk Sultanlığının kurucusu ve ilk hükümdârı Aslen Türkistanlı olup, İlbârı kabîlesinden Aylam Hanın oğludur Baba yurdundan kaçırılıp, köle olarak satıldı Buhâra’da ilim sâhibi bir zât, zekâ ve kâbiliyetini keşfedip, satın aldı ve onu en iyi şekilde yetiştirdi Lahor Sultânı Kutbeddîn Aybeg, nâmını duyduğu İltutmuş’u Hindistan’a getirtip satın aldı İltutmuş, kâbiliyet, ilim ve zekâsıyla kısa zamanda Aybeg’in özel muhâfız alayı komutanlığına yükseldi Gwalyar’ın fethi üzerine buranın, daha sonra da Bedaun bölgesinin vâliliğine tâyin edildi Bilâhare Emîrü’l-ümerâlığa getirildi Sultan Aybeg’e damat oldu Kutbeddîn Aybeg’in 1210’da ölümü üzerine, evlatlığı Aram Şah başa geçti ise de birliği sağlayamadı Devlet adamları, Şemseddin İltutmuş’u başa geçirdiler (1211) Aram Şah, îdâm edildi Muhâliflerini bertaraf eden İltutmuş, Celâleddîn Harezmşah’ın Hindistan topraklarını bölme çalışmalarını bertaraf etti (1222) Orta Asya’da Moğol zulmünden kaçan Müslüman Türkleri memnûniyetle kabul edip, bunlarla ordusunu güçlendirdi Lahravti (1225), Sind (1228), Gwalyar (1232), Malvo (1234) seferlerini yaptı Vindhya Dağlarının kuzeyindeki bütün Hindistan topraklarını Delhi Sultanlığı sınırları içine aldı Onun fetihleri ve Hindistan’da İslâmiyeti yayma çalışmaları, Bağdat’taki Abbâsî Halîfesi Mustansır-billah (1226-1242) tarafından takdirle karşılandı Halîfe, İltutmuş’a hil’at gönderip “Nâsır-ı Emîrü’l-Mü’minîn” unvânını verdi Bu sâyede Abbâsî halîfesince tanınan Hindistân’ın ilk Müslüman hükümdârı oldu 1229 yılından sonra, Nâsır-ı Emîrü’l-Mü’minîn unvânı ile paralar bastırdı 1236 yılında vefât eden İltutmuş’un yerine önce oğlu Fîrûz Şah, sonra da kızı Râziye Begüm Sultan (1236-1240) geçti Sonra sıra ile, İltutmuş’un diğer oğulları; Behram, Mes’ûd ve peşinden de Mahmûd Şah (1241-1266) tahta geçtiler (Bkz Delhi Türk Sultanlığı) İltutmuş, ilim sâhibi bir kimseydi İlme ve ilim sâhiplerine hürmet ederdi Devrinde yaşayan Muînüddîn Çeştî, Kutbeddîn Bahtiyâr Kâkî, Bahâüddîn Zekeriyyâ, Ferîdüddîn Genc-i Şeker, Hâce Ahmed Buhârî, Kâdı Hamîdeddîn Nâgurî gibi âlimlerin duâlarını alıp, nasîhatlerinden istifâde etti Dînî ve sosyal eserleri tâmir ve yenilerini inşâ ettiren İltutmuş, Kutbeddîn Aybeg’in Delhi’de başlattığı Kutb Câmii ve Kutb minâreyi ve Ecmir’deki câmiyi tamamlattı Bedaun’da da bir câmi yaptırdı İmadeddin Zengî Musul Atabegliğinin kurucusu Babası Büyük Selçuklu Devletinin Halep Vâlisi Aksungur’dur Babasının ölümünde yedi yaşında bir çocuk olan Zengî, Kür-Boğa, Mûsâ et-Türkmânî, Çökürmüş, Çavlı, Mevdûd ve Aksungur Porsukî gibi emirler tarafından eğitilip yetiştirildi 1111 ve 1113 senelerinde Emîr Mevdûd’un Haçlılar üzerine tertip ettiği seferlere katıldı Taberiye Muhâsarasında büyük bir kahramanlık göstererek Mevdûd’un itimâdını kazandı Mevdûd’un ölümünden sonra Musul’a tâyin olunan Aksungur Porsukî tarafından, Aşağı Irak bölgesinde Selçuklu hâkimiyetini tesis için Vâsıt’a gönderildi Abbâsî Halîfesi El-Müsterşid-billah’a karşı isyân eden Hille Emîri Dübeys bin Sadaka’nın kuvvetlerini bozguna uğrattı Bu başarısı üzerine Vâsıt ve Basra kendisine ıktâ olarak verildi Irak Selçuklu Sultânı Mahmûd 1118-1131 yılında İmâdeddîn Zengî’yi oğlu Alparslan’ın atabegliği vazîfesi ile berâber Musul vâliliğine tâyin etti (1127) Atabeg Zengî, aynı yıl Halep’i aldı Bu sırada Haçlılar, Akdeniz’in Sûriye sâhilini tamâmen ele geçirmişlerdi Şam’dan, Rakka ve Rahbe’ye uzanan yoldan başka bütün ticârî yollar kesilmişti Haçlılar ile uzun yıllar mücâdele eden Dımaşk Atabeği Tuğtegin’in ölümü, Müslümanları büyük bir liderden mahrum bırakmıştı Bu boşluğu doldurmak isteyen Atabeg İmâdeddîn Zengî, Haçlıların elindeki Barin Kalesi üzerine yürüdü Yardıma gelen Kudüs Kralı Fulk’u ağır bir yenilgiye uğrattı Trablus Kontu Raymond ve birçok şövalyeyi esir aldı Durumun ümitsizliğini gören Barin Kalesi müdâfîleri kaleyi teslim ettiler Zengî’nin bu faaliyetleri üzerine Bizans İmparatoru İkinci Yohannes, Antakya önlerine kadar geldi Bölgedeki Haçlı kuvvetleriyle birleşerek Buzaa, Kefertab ve Esarib kalelerini zaptetti Ancak Halep ve Şeyzer kalelerini kuşatmalarından bir netîce elde edemediler Bu sırada Haçlı komutanlarıyla anlaşmazlığa düşen Bizans İmparatoru, Suriye’den çekildi Bu fırsatı kaçırmayan Atabeg Zengî, Antakya kontluğu topraklarına girerek kaybettiği yerleri tekrar kazandı Kuzey Irak, Sûriye ve El-Cezîre bölgelerini fetheden Musul Atabegi, 1140 yılında Irak Selçuklu Sultânı Mes’ûd’un emri üzerine Haçlıların elindeki Urfa üzerine yürüdü Üç piskopos tarafından korunan ve Haçlılar için fevkalâde önemli olan bu kaleyi kısa bir sürede fethettikten sonra, komutanlarından Ali Küçük’ü buraya vâli tâyin etti Ondan şehri îmâr etmesini ve herkese adâletli davranmasını emretti 1146 yılında Caber Kalesini kuşatan İmâdeddîn Zengî, 14 Eylül gecesi kendi hizmetkârları tarafından uyurken öldürüldü Rakka’da, Sıffin şehitleri yanına defnedildi İmâdeddîn Zengî, idârî işlerde titiz, siyâsî ve askerî kâbiliyeti yüksek bir zâttı Haçlılarla yılmak bilmeyen mücâdelesi, Barin ve Urfa’yı fethetmesi ile Müslümanların büyük bir kahramanı oldu Bu, Haçlıların bölgede ilk mağlubiyetiydi Musul ve Halep’te kurduğu hânedânın, Halep’teki kolu Eyyûbîlerin hâkimiyetini kabul etmesine, Musul’daki kolu da Moğolların istilâsına kadar devam etti İstemi Kağan Göktürk Devleti hükümdârı Göktürk Devletinin (552-745) kurucusu olan Bumin (Bumın) Kağan’ın kardeşidir Bumin Kağan (552-553), Avarlara isyân ettiğinde İstemi, on boyun başında olarak ona yardım etti Göktürk Devleti kurulunca Bumin, Doğu Göktürk Hakanı, İstemi de Batı Göktürk Yabgusu oldu Bumin’in 553 yılında ölümüyle İstemi Büyük Göktürk Kağanı seçildi 576 târihinde ölümüne kadar kağanlık yaptı İstemi Kağan, Göktürk Devletinin batısındaki Akhunlar Devleti ile 563-567 yılları arasında savaşıp onları yendi Bütün Mâverâünnehir’i ele geçirip Sâsânî Devleti (224-651) ile komşu oldu Batı Göktürkler, İli Irmağı boyu merkez olmak üzere; Kâşgar, Kulca, Cu Irmağı boyu, Isıg Gölü ve Aral Gölü çevresinden Hazar Denizine kadar genişlediler İlk önce Sâsânî hükümdârı Hüsrev Nûşirevân (531-579), sonra da Bizans İmparatoru İkinci Justinianus (556-578) ile diplomatik münâsebetler kurup, siyâsî ve ticârî münâsebette bulundular Akhunlara karşı Nûşirevân’la dost geçinen İstemi Kağan, ona kızını verdi Sâsânîlerin batıya ipek taşımacılığını durdurması üzerine, aralarında anlaşmazlık çıktı Bu yüzden Sâsânîlere karşı Bizanslılarla ticarî ve siyâsî ittifak tesis edildi İranlılardan ya ipek yolunu açması veya Göktürk Devletine haraç vermesi istendi Haraç isteği reddedilen İstemi Kağan, elçilerinin de zehirlenmesi üzerine, İran’a karşı sefer hazırlıklarına başladı Bu durumu haber alan Sâsânîler, ticâret yolunu açmayı ve haraç vermeyi kabul ettiler Bilâhare ortaya çıkan Sâsânî-Bizans çatışması (571-590) sırasında, Sâsânîlerin zayıf düşmesinden de istifade eden İstemi Kağan, Âzerbaycan taraflarını ele geçirdi İstemi Kağan’ın 576 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Tardu geçti (Bkz Göktürkler) |
Türk Hükümdarları (A-Z) |
06-27-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Hükümdarları (A-Z)Hacı Giray I Kırım Hanlığının kurucusu Cengiz’in oğlu Cuci’nin küçük oğlu Tokay Timur’un neslinden olup Litvanya’da Troki’de doğdu Babası Gıyâseddîn Han, Altınordu devleti içindeki taht mücâdeleleri sebebiyle Litvanya’ya gitmişti Gıyâseddîn Han taraftarı olan Şirin, Kongurat ve Berin kabileleri de Kırım’a göç etmişlerdi Hacı Giray, babasının başlattığı mücâdeleyi devam ettirerek, 1426 yılında hanlığını îlân etti Adına para bastırdı Kırım limanlarına hâkim olan Cenevizlilerle savaştı Osmanlılarla anlaşıp, Cenevizlileri sıkıştırdı Moskova prensliği ve Lehistan’la da, dostane ilişkiler kurdu Altınordu hanları ile mücâdele etti Topraklarını Kıpçak bozkırlarına doğru genişletti Devlet teşkilâtlarında Altınordu devletini örnek aldı Kırım limanlarında ticâret faaliyetlerinin yoğun olması sebebiyle geniş bir gümrük teşkilâtı kurdu 1466 yılında başşehri Bahçesaray’da vefât etti (Bkz Kırım Hanlığı) Hacı Giray II Kırım hanı 1648 yılında Kırım’da doğdu Kalgay Kırım Giray’ın oğludur İkinci Viyana kuşatmasına katıldı (1683) Bu sırada Kırım hanı olan Murat Giray’ın ihaneti üzerine, muhâsara bozgunla neticelendi Sancak-ı şerîfi düşman eline geçmekten Hacı Giray kurtardı Savaş sonunda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kırım Hanı Murat Giray’ı vazifesinden alıp, yerine Hacı Giray’ı tâyin etti (1683) Hacı Giray’ın hanlığına karşı çıkan Şirin Kabilesi ve bâzı Kırım beyleri, ayaklandılarsa da duruma hâkim oldu (1684) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana bozgunu sebebiyle idamı üzerine, İstanbul’daki en büyük desteğini kaybetti Kırım’da kendisine karşı tekrar isyan başlaması üzerine hanlıktan alınan Hacı Giray Rodos’a gönderildi (1684) Yerine Selim Giray Han tâyin edildi 1689 yılında Rodos’ta vefât etti Hümayun Şah Hindistan’daki Büyük Gürgâniyye Devleti (Babürlüler) hükümdarı Lakabı Mîrzâ Nâsırüddîn Muhammed’dir 6 Mart 1508 yılında Kâbil’de doğdu Gürgâniyye Devleti'nin (1526-1858) kurucusu Bâbür Şahın Mâhım Begüm’den doğan büyük oğludur Hümâyûn Şah, âilesinden aldığı mükemmel terbiye sâyesinde iyi bir asker, âlim ve şâir olarak yetişti Gençliğinden îtibâren, babasının bütün askerî harekâtına katıldı Eyâlet vâliliği yaptı Bâbür Şah'ın (1526-1530) 21 Mayıs 1526 târihinde Hindistan’ın Lûdî Sülâlesine son veren Pânipüt Savaşında, Hümâyun Şah, en ön safta çarpışıp büyük kahramanlıklar gösterdi Lûdîlerin yenilip, Gürgâniyye Devletinin kurulmasını sağlayan Pânipüt Zaferi sonrasında, Agra şehrini kuşatıp aldı Gürgâniyye veliahdı oldu Babasının sağlığında meydana gelen iç ayaklanmaları bastırdı 1530 yılında Bâbür Şâhın vefâtıyla Gürgâniyye sultanlığına getirildi Hümâyûn Şâh Kâbil, Kandehâr, Gazne, Pencâb taraflarına kardeşi Mîrzâ Kâmrân’ı gönderip, kendisi de Hindistan’ın fethine başladı Fakat büyük güçlüklerle karşılaştı Afganistan’da Şîr Han Sûrî’nin idâre ettiği Afgan Beyleri isyânı, aleyhine genişledi Gucerât Seferine çıkıp, Sultan Bahâdır’ı 24 Nisan 1535’te Manhasar Meydan Savaşında yenip, Gücerât’ı fethederek idâresini kardeşi Askari’ye verdi 1535 târihinden îtibâren Hümâyûn Şahın kardeşleri arasında iç mücâdeleler başladı Afgan Beylerinden Şîr Han, Sûrî Bihâr ve Bengâl’e saldırdıysa da alamadı Fakat, Hümâyûn Şah, 1539 ve 1540 yıllarında iki defâ Şîr Hana yenildi 17 Mayıs 1540 Kaneviç Savaşı yenilgisinden sonra İran’a sığındı Gürgâniyye Devleti saltanatı, 1540-1554 yılları arasında Delhi Surî Sultanlığına geçti Hümâyûn Şâh, 1554 yılına kadar İran’da Şah Birinci Tahmasb Safevî’nin (1524-1576) yanında kaldı Şâh Tahmasb, Hümâyûn Şahı, Osmanlılara karşı kullanmak ve Şiî îtikâdını kabul ettirmek için çok iyi davrandı Fakat düşündüklerini yapmada muvaffak olamadı Hümâyûn Şah, İran’dan aldığı askerle 1554’te Hindistan’a dönüp, Dehli Sûrî Sultanlığının beşinci hükümdârı İskender Şâhı yenip, Dehli ve Agra’yı tekrar ele geçirerek Afgan hâkimiyetine son verdi (1555) Hümâyûn Şahın ikinci hükümdârlığı fazla sürmedi Sarayında geçirdiği kaza sonucu 26 Ocak 1556 yılında vefat etti Yerine oğlu Birinci Celâleddîn Ekber Şâh, Gürgâniyye sultanı oldu Hümâyûn Şahın Dehli’deki türbesi pek büyük ve muhteşemdir İyi komutanlık ve hükümdarlığının yanında Türkçe ve Farsça şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır İran dönüşünde “Râfizî olmuş!” dedikodusuna çok hiddetlenip verdiği; “Büyük babamın adı Ömer Şeyh idi, başka şey bilmem!” cevâbı, îtikâdının temizliğinin ve dînî bütünlüğünün ispâtıdır Hüseyin Baykara Timur Hanın torunu olup babası Muizzüddin Ömer Şeyhtir 1438 yılında Herat’ta doğdu 1470 (H 874) yılında Şahruh’un oğlu Baysungur’un torunu Mirzâ Yâdigâr Muhammed’i bertaraf ederek; Horasan, Sîstân, Belh ve Harezm bölgelerine hâkim oldu Böylece Tîmûr torunları arasındaki taht mücâdelelerine son verdi Herat’ı başşehir yaptı Devri, hâkim olduğu yerlerde sulh ve sükûn devri olduğu gibi, Herat da kültür merkezi durumuna geldi ve şöhreti dünyâya yayıldı Hattâ Uluğ Beyin ölümü üzerine sönmeye yüz tutmuş olan Semerkand medeniyeti, yerini Herat Medeniyetine bıraktı Zamânında Herat’ta ilim tahsil eden talebe sayısı 12 bin kişiyi buldu İlim ve sanata çok fazla değer veren Hüseyin Baykara, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi Böylece târihte “Baykara Meclisleri” olarak zikredilen zevkli, eğlenceli, ilmî toplantılara yer verirdi Onun meclislerinde Molla Câmî, Hâtıfî, Alî Şîr Nevâî gibi önde gelen İran ve Türk şâirleri ile meşhur ressam Bihzâd, tezkire sâhibi Devletşah ve hat üstâdı Sultan Ali de bulunurlardı Osmanlı tezkirelerinde “İran pâdişâhı, cihân şahlarının şâhı, fâzılların görüp gözeticisi, beliğlerin koruyucusu, Acemin Hüsrev’i” şeklinde zikredilen Sultan Hüseyin Baykara’nın, Osmanlı hükümdârı ve muâsırı Sultan İkinci Bâyezîd tarafından hatırının sayıldığı da bir gerçektir Hattâ şâir Behiştî’nin, Hüseyin Baykara’nın ricâsı üzerine İkinci Bâyezîd Han tarafından affedildiğini yine Osmanlı şuarâ tezkireleri kaydetmektedir En büyük hizmeti Türk dilini ve kültürünü himâye etmesidir Zamânında Çağatay Türk Edebiyâtı altın devrini yaşamış ve Türkçe'ye olan itibâr artmıştır Çağatay Türk Edebiyâtının gelişme ve olgunlaşmasında Hüseyin Baykara’nın hizmeti büyüktür Türkçe bir dîvânın sâhibi olan Şâir Hükümdâr, şiirlerinde Hüseynî mahlasını kullanmış, küçüklükten beri birlikte büyüdükleri çocukluk ve mektep arkadaşı Alî Şîr Nevâi ile Türkçe'nin devlet ve edebiyât dili olması için çalışmış, Türkçe yazmayı emreden ferman çıkarmıştır Hattâ bununla da kalmayarak, devrinin ağır ve karışık hayâtına rağmen, çeşitli Türk şîve ve ağızlarına, halkiyâtına âşina olarak, kendi milletinin edebî zevkini de tatmıştır Ali Şîr Nevâî, onu Türk şîvelerini en iyi bilenler arasında göstermekten zevk duymuştur Şiirlerinde lirizm (akıcılık ve coşturuculuk) hâkimdir Dîvân’ındaki gazellerin hepsini remel vezniyle yazmış, böylece Türk Edebiyâtı içinde ayrı bir husûsiyet taşımıştır Heyecânlı, çekici ifâdeler, tasvîr güzelliği, canlı bir üslubu vardır Türkçe'nin âşığı olan bu Hükümdâr Şâir, yalnız fermanda kalmamış, Dîvân’ı ile de Türkçe'ye hizmetini bilfiil ortaya koymuş, dili çok güzel kullanmış ve şiirlerinde yabancı kelimelere oldukça az yer vermiştir Hüseyin Baykara'nın saltanatının yükselişine büyük emeği geçen, ilim ve sanat adamı olduğu kadar, müşâvirlik de yapan, hattâ devlet hizmetinde yer alan, devrin Türkçe savunucusu olan Mîr Alî Şîr Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuarâ tezkiresinin bir bölümünü ona tahsis ederek, bu hizmetini takdirle yâd etmiştir Türkçe Dîvân’ından başka Mecâlisü’l-Uşşâk adlı Farsça biyografik bir eserin yazarı olduğu söyleniyorsa da bu durum şüphelidir Kendisini ilim ve kültüre veren, Farsça şiirler de yazan Sultan Hüseyin Baykara, 36 yılı aşkın saltanat sürmüş ve 1506 (H 911) yılında vefat etmiştir Sağlığında Herat’ta hazırlattığı Kubbe-i Âliyye’de yatmaktadır |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|