Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerAkropolis Atina'da Eskiçağ dünyasının en ünlü mimarlık yapıtlarından birinin yükseldiği tepe Akropolis, Atina'nın tam ortasında yükselen, tepesi tabak gibi düz, sarp bir kayalığa verilen addır Eski Yunan dilinde bu sözcük yukarı kent anlamına gelir Çok eski çağlarda Akropolis, Eski Yunanlıların oturduğu ve buradan çevre köylere egemen olduğu gerçek bir kaleydi, aynı zamanda bir din merkeziydi Bir ara Persler tarafından yıkılmış, sonra Perikles'in öncülüğüyle, MÖ 450 yıllarına doğru yeniden yapılmıştı O çağların ünlü heykeltıraşı Pheidias ve başka güçlü sanatçılar bu işte çalıştılar Akropolis'in batı yamacında, anıtsal kapılarıyla ziyaretçileri karşılayan ilk yapı Proplyleia'dır Yapının, çok büyük boyutlarda olan kemerleri ince mermerden yapılmıştır Bunun az ötesinde, Athena Nike'rim küçük tapınağı vardır Daha sonra, mat altın rengindeki mermerleri ve kusursuz sütunlarıyla görkemli Parthenon Tapınağı gelir Yüzyıllara karşı koyabilmiş son anıt Erekhteion'dur Adını Eski Yunan'ın efsane krallarından ilki olan Erekhteios'tan almıştır Burada sütunların yerini kadın heykelleri alır Bunlar, kimi gülümseyen, kimi somurtan, hepsi mağrur altı Karyatid Kızı'nın heykelidir Parthenoıı Tapınağı, Akropolis'in doruğuna dikilmiş bir zafer anıtıydı; Atinalıların savaş başarılarını kutluyordu Vaktiyle bu tapınakta, kentin koruyucu tanrıçası olan Athena'nın dev bir heykeli yer alırdı |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerAmfiteatrlar ve Arenalar Daire biçiminde, seyirci yerleri basamaklı tiyatro Roma'da Coliseum veya Flavianus amfiteatrı Milattan sonra 1 yüzyılda yapılmıştır 100 000 kadar seyirci alırdı Amfiteatron veya amfiteatr denilen bu yapı Romalıların buluşudur, Eski Yunanlılara özgü değil Romalılar tarafından, gladyatör dövüşlerini mümkün olduğu kadar çok sayıda seyirciye sunma amacıyla yapılmıştır Taştan, çok büyük ve öylesine sağlam yapılardır ki, bunların birçoğu bugüne kadar kalabilmiştir Roma'da Coliseum, bunların en önemlisidir Fransa, İtalya, ispanya, Türkiye, Yunanistan'da da güzel örnekleri vardır Amfiteatrlarda, ortada, dövüşçülere ayrılan kumla kaplı arena bulunur Bunun çevresinde, sahanlıklarla bölünmüş kat kat basamaklar yükselir Aşağıda, dolaşmak için galeri haline getirilmiş, üzeri örtülü koridorlar bulunur Amfiteatrın tepesinde ise bir platform vardır; seyircileri güneşten ve yağmurdan koruyacak büyük bir örtü (velarium) buraya tutturulur Hemen her zaman yenik düşenin öldürülmesiyle sonuçlanan ve Etrüsk kökenli vahşi gösteriler olan gladyatör dövüşleri MÖ III yydan itibaren, Roma'da başladı Gladyatörler, bu iş için özellikle eğitilmiş köleler ve tutsaklardı Grup halinde veya ikişer ikişer dövüşürlerdi Biri yere düşecek olursa halk; eğer onun bağışlanmasını istiyorsa, başparmağını yukarı kaldırırdı; öldürülmesini isteyecek olursa da başparmağını aşağıya doğru çevirirdi İmparatorlar için, bu tür eğlenceler düzenlemek, halkın sevgisini sağlayacak ve halkın dikkatini devlet işlerinden başka konulara uzaklaştıracak birer fırsat sayılıyordu |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerBayezit Külliyesi Sultan Bayezit ll'nin Edirne'de yaptırdığı Bayezit Camii ile buna bağlı medrese, şifahane vb'den oluşan eserler topluluğu Sultan Bayezit Camii ve külliyesi 1484-1488 yıllarında Mimar Hayrettin tarafından yapıldı Külliyenin bütünü 100 kadar kubbe ile kaplıdır Caminin kubbesinin çapı 22,55 metredir, yanıbaşında küçük avlulu bir medrese ve biraz açığında geniş avlulu bir şifahane vardır Sultan Bayezit II bu külliyenin yönetimi için 167 görevli atamıştı Buradaki Tıp Medresesi'nde okuyan öğrenciler hastahanelerde staj görüp yetişirlerdi Ülkenin ünlü bilginleri Bayezit medreselerinde müderrislik (profesör) ederlerdi ŞİFAHANE Bayezit külliyesine bağlı şifahanede akıl ve ruh hastaları tedavi görürdü Tedavi aracı olarak müzik, çiçekler, çeşitli av etleri ve ilaçlar kullanılırdı Şifahanenin başlıca tedavi aracı müzikti Bilindiği gibi XIX yya kadar Avrupa'da akıl ve ruh hastalarına çok kötü muamele edilirdi Buna karşılık Osmanlı ülkesinde bu hastalara her zaman iyi davranılırdı Hastaları müzikle tedavi etmek için şifahanede hanende (şarkı söyleyen) ve sazende (çalgı çalan) olarak 10 görevli bulunuyordu Bunlardan üçü şarkı söyler, diğerleri çalgı çalarlardı (ney, keman, muskar, santur, cenk, cenk santur, ud) Tedavide çiçeklerden de yararlanılırdı Çiçeklerin yalnız rengi değil kokusu da hastalar üzerinde iyi etki bırakırdı En çok kullanılan çiçekler sümbül, lâle, reyhan, karanfil, şebboy, nesrin, yasemin, deveboynu, zerrindi Av etlerine gelince, her hasta için hekim öğüdüne göre özel tarzda pişirilen çeşitli yabani kuş etleri kullanılırdı: keklik, turaç, sülün, kaz, ördek vb Bu arada memeli hayvanlardan geyik etine de yer verilirdi Şifahanenin eczane kısmı da çok işlekti Haftanın iki gününde eczaneden her isteyene bedava ilaç verilirdi, ilaçlar burada hazırlanır, bunun için yüklü bir hammadde stoku bulundurulurdu Sultan Bayezit II eczanede herkesin görebileceği yere bir yazı astırmıştı Bu yazıda, muhtaç olmadığı halde her kim bu eczaneden ilaç alır da ticaret maksadı ile kullanırsa o kimsenin sakat kalıp fakir düşmesi dileği belirtiliyordu Padişah ilencinden çok korkulduğu için fakir olmayanlar bedava ilaç almaktan çekinirlerdi Tıp medresesinin tedavi merkezi olan dârüşşifa, kubbeli ve altı hücreli bir yapıdır Hücrelerdeki akıl hastalarının birbirini görmemesi sağlanmıştır Ortadaki havuzun çevresinde yer alan saz sanatçıları müzikle tedavi yapmış olurlardı Bayezit II külliyesi Tunca kıyısındaki tabhane, dârüşşifa, medrese ve imaret binalarından: oluşur Külliye, o sırada fethedilen Akkerman Kalesi hazinesinde bulunan altınlarla inşa ettirilmiştir |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerPaskalya Adasının Çözülmeyen Sırrı Denizciler tarafından keşfedilen Paskalya Adası'ndaki 974 dev heykelin sırrı çözülemiyor Tarih boyunca tüm uygarlıklar, varlıklarını kanıtlamak istercesine arkalarında çeşitli izler bıraktılar Çeşitli amaçlarla ve türlü biçimlerde inşa edilen dev heykeller de bugüne armağan edilen en ilginç eserler arasında Yeşilliğin bol, ağacın ise neredeyse hiç olmadığı Paskalya Adası, Şili'ye 3 bin 200 kilometre uzaklıktaki volkanik bir bölge 1722 yılında Hollandalı denizci Jacop Roggeveen tarafından, paskalya gününde keşfedildiği için bu isimle anılan adanın dev heykellerini Norveçli etnolog Thor Heyerdahl dünyaya duyurdu Heyerdahl, 1958'de yayımladığı "Aku Aku" adlı kitabını, 974 heykeli tek tek inceleyerek oluşturdu Araştırmalar, heykellerin kıyıya oldukça uzaktaki taş ocaklarında ve son derece ilkel ufak tefek araçlarla yapıldığını ortaya çıkardı Daha da ilginci, kimileri henüz yapım aşamasında, bilinmedik nedenle terk edilmişti Araştırmalara rağmen heykellerin taş ocaklarından kıyıya nasıl taşındığına dair bir veriye rastlanmadı Bu durumda heykellerin kimler tarafından yapıldığına ve neyi simgelediğine ait sorular, uzaya seyahatlerin yapıldığı günümüzde bile yanıtlanamadı Efsaneler adası Yüzlerindeki gururlu ifadeyle duran heykellerin boyu 10-20 metre arasında değişiyor Ağırlıkları ise ortalama 50 ton Hepsi deniz ufkuna, boşluğa doğru meraklı ve endişe dolu gözlerle bakan heykeller, görenlerde meçhul bir şeyi bekledikleri izlenimini yaratıyor Tarihçilerden doğa bilimcilerine, turistlere kadar tüm görenlerin ilgisini üstüne toplayan dev heykeller hakkında efsaneler de var Bir varsayıma göre, Polinezya kökenli bir kavim dördüncü yüzyılda buraya yerleşti ve büyük bir medeniyet kurdu; dev heykelleri yapanlar da onlardı Başka bir inanış ise yerliler arasında anlatılan bir efsaneye dayanıyor Buna göre adada biri uzun kulaklı, diğeri kısa kulaklı insanlardan oluşan iki ayrı kabile vardı Bunlar arasında amansız bir savaş başladı ve medeniyet çöktü Heykeller çöken medeniyeti simgelemesi için yapıldı Ada ve heykellerin geçmişiyle ilgili bilgilerin büyük bölümü rivayete dayanıyor ve bu nedenle de net bilgiye ulaşılamıyor Ancak net olan bir şey var ki, volkanik kayalardan yontulan 50 ton ağırlığındaki sır dolu heykellere sahip adanın popülaritesi gün geçtikçe artıyor 1960 yılına kadar yılda sadece bir geminin uğradığı Paskalya Adası günümüzde turistlerin ilgisini çekiyor ve uçaklar dolusu turist bu adaya akın ediyor |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerSelimiye Camii Edirne'deki ünlü Türk camii Kanunî Süleyman'ın oğlu Selim II tarafından Edirne'de ünlü mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, selâtin camilerinin en ünlülerinden biridir Yapımı 1569'dan 1675'e kadar 6 yıl sürmüş ve yaptıran padişahın adıyla anılması için de Selimiye adı verilmiştir Mimar Sinan bu camiyi yaparken o zamana kadar hiç bir mimarın başaramadığı bir işi başarmış, önceki büyük cami ve kiliselerde görülmemiş bir ustalıkla bütün camiyi tek bir kubbeyle örtebilmiştir Bu yüzden Mimar Sinan'ın şöyle dediği söylenir: «Şehzade Camii'ni çıraklığımda, Süleymaniye Camii'ni kalfalığımda, Selimiye'yi ustalığımda yaptım» Gerçekten de o zamana kadar bu gibi eserlerde ana kubbe kademeli olarak yarım kubbelerin üstünde yükselirdi Sinan, bu camide ana kubbeyi 8 filayağına dayanan sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturtmuştur Kasnak filayaklarına, filayakları da dış desteklere kemerlerle bağlanmıştır Kubbenin yüksekliği 15,86 m'dir (Ayasofya'nın kubbesinden l m daha yüksek) Caminin içi İznik çinileriyle süslenmiştir ÜÇ ŞEREFE ÜÇ MERDİVEN Caminin dört köşesinde yer alan dört minarenin dördü de üç şerefelidir Giriş kapısının iki yanındaki minarelerin üç şerefesine üç ayrı merdivenle çıkılır Öteki minareler birer merdivenlidir; her birinin yüksekliği 70,889 m'dir Minarelerin kubbeye yakınlığı camiye ayrı bir estetik güzellik vermektedir Selimiye bir külliye olarak yapılmıştır Taş duvarlarla sınırlı geniş avlunun içinde dârülsıbyan (çocuk okulu), dârülkurra (Kur'an kursu) ve medrese vardı Ortasında oymalarla süslü bir şadırvan bulunan revaklarla çevrili Selimiye Medresesi şimdi müze haline getirilmiştir Caminin cümle kapısı mermer sarkıtlarla süslenmiştir Avlunun dış kapısında bile ince bir işçilik göze çarpar |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerBeçin Kalesi Milas - Ören karayolunun 5 kilometresinde, Milas Ovası'na hakim yaklaşık 210 metrelik düz doruklu bir tepenin üzerindedir 14 yüzyılda bölgeye hakim olan Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır Beyliğin merkezinin buradan Balat'a taşındıktan sonra da yerleşim devam etmiştir Tapu kayıtlarına göre 18 yüzyıla kadar Milas'ında bağlı olduğu bir kaza merkeziydi Daha sonra önemini yitiren yerleşim 60'li yıllarda terkedilmiştir Antik Mylasa kentinin merkezinin burası olduğuna dair tezler de ileri sürülmektedir Bu görüşe göre Milas'ın bugünkü yerleşim alanı Mausolos zamanından beri kullanılmaktadır Beçin'de günümüzde de devam eden kazı çalışmaları Profesör Hüseyin Rahmi Ünal başkanlığında devam etmektedir İç Kale Menteşe döneminde bugünkü halini alan kale, kısmen bir tapınağın üzerine kurulmuştur Oldukça harap durumdaki surlarla çevrili alanda varlığı saptanabilen yapılar hamam, sarnıç ve tonozlu bir yapı kalıntısından ibarettir 80'li yıllarda terkedilen köyün kalıntıları da bu alan içerisindedir Büyük Hamam 14 yüzyılda yapılan yapı, kentteki hamamların en büyüğüdür Üç eyvanlı hamamın soyunma bölümü yıkık haldedir Ahmet Gazi Medresesi 1375 tarihli bu yapı, yeni denemeler getiren medreselerin ilk örneklerinden biridir Çift eyvanlı, bir kesimi iki katlı, açık avlulu bir yapıdır Gotik etkili silmeli taçkapısı, ana ve giriş eyvanıyla beraber revaksız oluşuyla da dikkat çeker Orhan Bey Cami Kareye yakın dikdörtgen planlıdır Girişi ve duvarlarının bir kısmı ayakta olan yapıda yapılan kazı çalışmalarından ahşap destekli bir cami olduğu anlaşılmaktadır Bey Konağı 14 yüzyılda yapıldığı zannedilmektedir Bey Hamamı Enine sıcaklıklı ve çift halvetli hamamın su deposu, külhanı ve soyunmalık mekanı kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır Kızılhan 14 yüzyıl sonu ya da 15 yüzyıl başına tarihlenen han iki katlıdır Alttaki ahır mekanı, kısmen yıkılmış bir tonazla örtülüdür Üst katta yer alan iki mekanınsa birer kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerEuromos Halk arasında Ayaklı olarak bilinen kalıntılar Milas - Söke karayolunun 13 kilometresinde, Selimiye Bucağı yakınlarındadır Bugünkü karayolu, antik kentin içinden geçmektedir Yörede Mylasa'dan sonra en önemli kent olmasına rağmen Helenistik dönemden önceki tarihi hakkında fazla bir bilgi yoktur Kıyıya uzak bir kent olmasına rağmen MÖ 5 yüzyılda Atina önderliğindeki Delos Birliği'ne katılan kent, MÖ 201 - 196 tarihleri arasında Büyük İskender'in egemenliği altında yaşadı Daha sonra bir dönem Mylasa'nın yönetimine giren kent, kısa süre sonra tekrar bağımsızlığına kavuştu Kente ait sikke basımı MS 2 yüzyıla kadar devam etmiştir Kentte 1969'dan itibaren birkaç yıl Profesör Ümit Serdaroğlu tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır Kent Surları Bölümler halinde günümüze ulaşan surların MÖ 4 yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır Nekropol Anayoldan tapınağa giden yolun her iki tarafında görülebilir Dikkat çekici özelliğe sahip herhangi bir kalıntıya rastlanmamaktadır Zeus Tapınağı MS 2 yüzyıldan kalma yapı Korint Düzeninde 6x11 sütunlu bir peripterostur Bugün ayakta kalan sütunların bir kısmının yivsiz olmasından yapının yarım kaldığı anlaşılmaktadır Kuzey ve batıya bakan yüzlerde bulunan sütunların tamamında adak yazıtları; güneye bakan yüzdeki kornişin bir parçası, üzerinde bulunan aslan başlı su oluğuyla birlikte görülebilmektedir Tiyatro Batıya bakan büyük ama oldukça kötü durumda olan yapının oturma sıralarından beşi görülebilmektedir Agora Kareye yakın planda olan agoranın dört yanı stoa ile çevrilmişti Günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır George Bean burada bulunan ve iyi okunamayan bir yazıtta Kallithenes adlı kişinin kente yaptığı parasal yardım ve İasos yandaşlığının anlatıldığından bahsetmektedir Hamam Geç Roma ya da erken Bizans döneminde yapılan bina, dere yatağına yakınlığından dolayı hamam olabileceği izlenimini vermektedir |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerKefren Piramidi Kefren Piramidi, grubun ortasında yer alan piramittir ve birçok yönden komşularından geri kalmaktadır Büyük Piramit'in güneybatısında bulunur ve orijinal yüksekliği 14351 metredir Temeldeki kenar uzunlukları ortalama olarak 21526 metredir Büyük Piramit gibi, pusulanın temel yönlerine oturtulmuştur ama aynı tutarlılığı göstermemekte ve maksimum 6 dakikalık bir sapma yapmaktadır Taş işçiliği de Büyük Piramit'in yanında zayıf kalmaktadır Ancak, yine de etkileyici bir yapıdır Biraz yüksek bir yerde inşa edildiği için, daha gösterişli komşularına denk gibi görünmektedir 5313 derecelik eğim açısıyla, aynı yükseklik oranına sadık kalınarak yapıldığı bellidir; bunun oranı 2:3'dür Bu oran, Pisagor'un ünlü 3:4:5 üçgenine uymaktadır Bazı otoriteler antik Mısırlılar'ın 3:4:5 dik açılı üçgeni bilmediklerini, bunun hiçbir matematik metininde görünmediğini söylemektedirler Öyle ya da böyle, Kefren Piramidi'nde bu görülmektedir Ayrıca, Keops ve Kefren piramitleri arasında sayısal bir oran da vardır Temeldeki ortalama kenar uzunluklarını birbirine böldüğümüzde (23036 - 21572 = 1068), yaklaşık 16:15 oranını yakalarız Bu, Giza platosundaki piramitlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve tutarlı bir plana dayanarak yapıldıklarını gösterir Bütün piramitlerin girişi kuzeye bakmaktadır Kefren Piramidi'nde ise iki koridor vardır Biri kazılar sonucunda bulunmuştur; diğeri ise onun yaklaşık 15 metreyle tam üzerinde, piramidin yan tarafında yer almaktadır Üst koridor 26 dereceyle aşağı inmekte, 14173 metreye 5029 metrelik bir odada son bulmaktadır Piramidin batı tarafında, morg tapınağından vadi tapınağına inen bir geçit bulunmaktadır; bu geçidin sütun ve duvarları hâlâ ayaktadır Bu Vadi Tapınağı'nın yakınında ünlü Sfenks bulunmaktadır; yüzünün Kefren'i temsil ettiği söylenmektedir Ama yüz orantılarına bakıldığında, Sfenks'in başka bir firavunu daha model aldığı söylenebilir Gerçekten de, bu anıtın dikim tarihi hakkında büyük çelişkiler vardır Bazı otoriteler Sfenks'in MÖ 5000 yıllarında yapıldığını söylemektedirler Çevredeki kayalara bakıldığında, rüzgarın kumları çarparak yapabileceğinden çok, yağmurla oluşmuş bir aşınma görülmektedir Bu durumda Mısır'da çok daha fazla yağmurun yağdığı zamanlarda yapıldığı düşünülmektedir Mısır'ın şu anki iklimi MÖ 3100 yıllarında oluşmuştur Bundan önce, bütün Sahra bölgesinde Mısır da dahil olmak üzere, hava daha nemliydi Aşınma biçimleri, Sfenks'in bu daha önceki nemli iklim döneminde yapıldığını göstermektedir Üç piramidin dış yüzeyindeki durum, böyle bir nemli iklim aşınması göstermemektedir Bu durumda piramitlerin daha sonraki tarihlerde, MÖ 2500 yıllarında yapıldığı düşüncesini güçlendirmektedir Bu yüzden, önce Sfenks yapıldıysa, piramitlerden çok daha önce kullanılan bir gözlem aracı olduğu sonucu da ortaya çıkmaktadır Yapım Yılı: MÖ 2558-2532 Toplam Blok Sayısı: Bilinmiyor Taban: Herbir köşesi 2145 metre, toplam 11 akre, 5,166,000 m2 Toplam Ağırlık: Belirsiz Herbir Taş Bloğun Ortalama Ağırlığı: 25 ton, dış bölümdeki bazı koruyucu taşların ağırlıkları 7 ton Yükseklik: Orijinal 1435 metre, şu anda 136 metre Eğim Açısı: 53 derece 7'48" Yapı Malzemesi: Kireçtaşı ve kırmızı granit |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerGizemli Maya Sarayı 2000 yıl önce Kuzey Guatemala'daki Cancuen Sarayı'nda oturan Maya kralları, ülkeyi buradan yönetirlerdi Ancak Maya Krallığı MS 840 yılında ekonomik çöküşe bağlı olarak yıkıldığı zaman, yağmur ormanları, krallığın bulunduğu bölgenin üzerini örterek yüzyıllarca uygar dünyanın açgözlü yağmacılarından gizledi Arkeologlar, bu bölgede orman dokusunun altında Maya Krallığı'nın bulunduğunu 1905 yılından beri biliyorlardı, ancak kazılarda çok önemli bir kalıntı bulacakları hiç akıllarına gelmiyordu Vanderbilt Üniversitesi'nden arkeolog Arthur Demarest'in liderliğinde bir grup bilim adamı, Guatemala'daki Universidad del Valle'nin yardımlarıyla üç katlı, 170 odalı, 11 avlulu bir sarayı ortaya çıkarttıklarını duyurdu Bu saray bugüne dek bulunan en iyi korunmuş Maya sarayı ''Saray, o kadar büyüktü ki herkesi bunun gerçek olduğuna inandırmakta zorluk çektik'' diye konuşan Demarest, aralarında törenlerde kullanılan pirit aynalar, obsidyen bıçaklar, yeşimden yapılmış tabakların olduğu Maya Uygarlığı'na ilişkin çok değerli eserler bulduğunu açıkladı |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerBabil'in Asma Bahçeleri MÖ 450'li yıllarda tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar" demiştir Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi Duvarların içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar vardı Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı Bu kule, Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu Babil, MÖ 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar tarafından yapılmıştır Daha zayıf bir rivayete göre ise MÖ 810 yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından yapılmıştır Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i neşelendirmek için yapılmıştıAmytis, Medes kralının kızıydı ve iki ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı Mezopotamya'nın bu dümdüz ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti Kral, karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi Yapay dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun MÖ birinci yüzyıldaki tanımlamasına göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi Nehirden dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre dönüyordu Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25 metre yüksekliğindeydi İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, MS 5 ve 6 yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir Bu şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20 yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi Eserlerİskenderiye Feneri Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine yapılmıştı Romalılar Mısır'ı ele geçirdikten sonra burada Ptolemaios (Batlamyus) olarak anılan bir devlet kurmuşlardı İnşaası MÖ 285-246 yılları arasında süren Fener, bu devletin ilk iki kralı Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştı Kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğinde olan fener, beyaz mermerden yapılmıştı Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna 70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyordu Üç bölümden oluşan fenerin mimarı Knidos'lu Sostratus'tur Alt bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi Orta bölüm, yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi Yaklaşık 27 metre yüksekliğindeydi Üst bölüm ise silindir şeklindeydi ve üzerinde alevin bulunduğu bir odası vardı İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam için kullanılan tek eserdir Ayrıca yedi harikanın ve gelmiş geçmiş deniz fenerlerinin en yüksek olanı da bu fenerdir Üst kısmı MS 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde yıkıldı 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar tamamen yokoldu Üzerinde inşaa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu kelime bir çok dile yerleşmiştir İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir Yıkılmadan önce yapılan resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek olmuştur |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerRodos Heykeli Rodos'un ilk sakinleri olan Dor'lar, Argos'tan gelen denizci bir kavimdi ve güneş ilahı olan Helios'a taparlardı Dor'lar Rodos'ta en parlak devrini MÖ 3 asırda yaşayan bir medeniyet kurdular Mısır ve Fenike'nin ürünlerini alıp satarak zengin oldular Adayı kültür-sanat merkezi, güzel konuşma ve felsefe okulu haline getirdiler Dor'lar, Makedonya Kralı Demetrios'la yaptıkları bir savaşı kazandıktan sonra, zafer anıtı olarak ve ilahları Helios'a şükran borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine büyük bir Helios heykeli yaptılar MÖ281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğindeki bu tunç heykel, elinde bir meşale tutuyordu Bu haliyle Newyork limanındaki Hürriyet Heykeli'ni andırıyordu Rodoslular bu heykelin kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı Bu nedenle her yıl "Helicia" denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir arabayı denize atarlardı İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve MÖ 223 yılında bir depremde yıkılmıştır Rodos Kolossosu da denilen bu anıtın heykeltıraşı Lindos'lu Khares'ti Lindos, Rodos adasının üç büyük kasabasından biridir |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerZeus Heykeli Eski zamanlarda Yunanlılar'ın en büyük festivali, "Tanrıların Kralı Zeus" onuruna düzenlenen Olimpiyat Oyunlarıydı Bugünkü Olimpiyat oyunlarına benzeyen bu müsabakalarda Anadolu, Suriye, Mısır, Yunanistan ve Sicilya'dan atletler yarışırlardı Olimpiyatlar ilk kez MÖ 776'da başladı Oyunlar 4 yılda bir düzenleniyordu ve Yunan şehir devletlerinin bütünlüğünü sağlamaya yardımcı oluyordu Yunanlılar, Yunanistan'ın batı kıyısında Peloponnesus denen bölgedeki Olimpos'ta Zeus adına bir tapınak yaptırmışlardı Kutsal oyunlar süresince, şehir devletleri arasındaki savaşlar kesiliyor ve oyunlar için Olimpos'a (Olympia) gidecekler için güvenli bir geçiş imkanı sağlanıyordu Oyunların yapıldığı yerde bir stadyum ve kutsal bir koruluk vardı Yunanlılar ilk zamanlarda basit bir yapısı olan tapınağın yerine, zaman içinde oyunların öneminin artmasıyla, yeni ve tanrıların kralının adına yaraşır bir tapınak yapmak istediler Bunun için Elis'li Libon yeni bir tapınak yapmaya başladı ve MÖ 456'da Zeus tapınağı bitirildi Tapınak dikdörtgen bir platform üzerine inşaa edilmişti Binanın yanlarında yeralan 13 adet büyük sütun, tavanı destekliyordu Her köşede 6 adet sütun vardı Üçgen şeklindeki tavan heykellerle doldurulmuştu Kolonların üzerindeki pedimentler, Heracles'in heykelleriyle süslüydü Tapınağın içerisinde tanrıların kralı Zeus'un görkemli bir heykeli yeralıyordu Heykeli, Atina'daki Parthenon tapınağı için Athena heykelini yapan Phidias yapmıştır Heykel tapınağın batı ucuna yerleştirilmişti 7 metre genişlikte ve yaklaşık 12 metre yüksekliğindeydi Zeus, özenle hazırlanmış tahtında oturur şekildeydi Başı neredeyse tavana değiyordu Sağ elinde zafer tanrıçası Nike'ı tutuyordu Sol elindeyse üzerinde çeşitli metallerden kakmalar olan ve üzerinde kartal olan bir hükümdar asası vardı Altın, abanoz, fildişinden yapılmış olan ve değerli taşlardan kakmaların bulunduğu Zeus'un oturduğu taht, heykelin kendisinden daha etkileyiciydi Üzerinde, Yunan tanrılarının ve sfenks gibi mistik hayvanların oyma figürleri yeralıyordu Heykelin derisi fildişinden, sakalı, saçları ve elbisesi altındandı Tasarım, bir ahşap çerçeveye altın ve fildişi levhaların tutturulmasıyla yapılmıştı Olimpos'un havası çok fazla nemliydi Bu yüzden fildişi levhaların çatlamaması için tapınağın altındaki özel bir havuzda bulundurulan bir yağ ile sürekli yağlanıyordu Roma imparatoru Theodosius I, MS255 yılında, bir dinsiz adeti olduğu gerekçesiyle olimpiyatları durdurdu Daha sonra zengin Yunanlılar, heykeli Bizans'a taşıdılar Heykel, MS462 yılında çıkan bir yangında yokoldu Olimpos'ta 1829'da Fransızlar tarafından burada bulunan bazı heykel parçaları Paris'te Louvre müzesinde sergilenmektedir Bugün, bölgedeki stadyum restore edilmiştir Zeus tapınağıyla ilgili birkaç sütun haricinde hiçbir şey kalmamıştır Heykel ise tamamen yokolmuştur Ancak, o döneme ait bulunan paralar üzerindeki resimlerden, mabedin şekli hakkında ipuçları elde edilebilmiştir |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerTopkapı Sarayı İstanbul'da Sarayburnu sırtları üzerinde bulunan saraydır Topkapı, Osmanlı padişahlarının Dolmabahçe Sarayı yapılıncaya kadar oturdukları saraydır Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmağa başlamış, giderek yeni bölümler eklenmiştir 1924'ten beri müze olarak kullanılan sarayda Fatih'ten Abdülmecit'e kadar bütün hükümdarlar oturmuştur Sarayın çevresi surlarla çevrilidir Kıyı kesimindeki surlar Bizans çağından kalmadır 1478'de yaptırılan iç kesimdeki surun ise uzunluğu 1,400 metredir Kara yönünden sarayı koruyan bu surun üzerinde 25'i dört köşeli, 2'si sekiz köşeli, l'i dokuz köşeli olmak üzere 28 kule vardır Surun ana kapısı Ayasofya arkasındaki Babı Hümayun'dur (Sultan Kapısı) Bundan başka beşi küçük, ikisi büyük yedi kapı daha vardır Saray Alanı Topkapı Sarayı 700,000 metrekarelik bir alanı kaplar İçinde kasırlar, köşkler, devlet daireleri, saray halkı için konutlar, koğuşlar, camiler, kütüphaneler ve büyük mutfaklar vardır Eskiden deniz kıyısında bulunan yazlık saray binaları (Balıkhane Kasrı, İncili Köşk, Bamyacılar Kasrı, Gülhane Kasrı, Hasanpaşa Köşkü vb) 1863'teki yangında ortadan kalktı ve sonra bu alandan tren yolu geçirildi Sarayın ilk avlusunun içindeki köşklerden yalnız ikisi bozulmadan bugüne kadar gelmiştir Bunlardan biri 1472'de yaptırılan Sırçasaray (Çinili Köşk), öteki ise Mahmut II tarafından 1810'da sur üzerinde yaptırılan Alay Köşkü'dür; geçit alaylarının seyri için yaptırılmıştı Birinci ve İkinci Avlular Sarayın Alay Meydanı denilen birinci avlusundan geçildikten sonra çift kuleli orta kapı gelir Babüsselâm adı verilen bu kapının temeli Fatih döneminden kalmadır Kanunî devrinde kuleler değiştirilmiştir Bu kapıdan sonra ikinci avlu ile asıl saray başlar İkinci avlunun sağ tarafında Marmara'ya bakan sınırı boyunca Mimar Sinan'ın eseri olan mutfaklar, aşçılar koğuşu, camii, hamamı, vekilharç dairesi ve yağhane yer alır Sol tarafta Kubbealtı denilen iki kubbeli bir daire vardır Burası, sadrazamın başkanlığında vezirlerin toplandığı ve devletin uzun süre yönetildiği yerdir Kubbealtı, Kanunî zamanında yapılmıştır Gene bu avlunun solunda bulunan bir yol Has Ahır'a (Baltacılar Koğuşu) gider İkinci avlunun sonunda bulunan büyük kapıya Akağalar Kapısı denir Buradan Enderun denen üçüncü avluya geçilir Selim III zamanında bugünkü biçimini alan bu kapının iki yanında Ağa Dairesi ve Akağalar Koğuşu vardır Üçüncü Avlu ve Arz Odası Üçüncü avlunun içinde ilk yapı Arz Odası'dır Padişahların sadrazamı Divanı Hümayun üyelerini ve yabancı elçileri kabul ettiği bu bina Fatih devrinde yapılmış, sonraları yapılan değişikliklerle iç süslemeleri ve kapıları yenilenmiştir Çevresi revaklı, saçakları geniş, duvarları çiniyle kaplıdır Bunun arkasındaki Enderun Kütüphanesi sarayın en büyük kütüphanesidir ve 1718'de Ahmet III tarafından yaptırılmıştır Üçüncü avluda bunlardan başka sağda Enderun Mektebi ve meşkhane'si, Seferli Koğuşu, şimdi Hazine Dairesi olan köşk, Kutsal Emanetler'in saklandığı dört kubbeli Hırkai Saadet Dairesi ve Ağalar Camii vardır Bu cami onarılarak öteki odalarda duran kitapların toplandığı merkezî bir kütüphane durumuna getirilmiştir Ağalar Camii'nin arkasında ve Ağalar Koğuşu'nun bitişiğinde bulunan küçük kârgir yapı, padişahların yemeğinin özel olarak hazırlandığı Kuşane'dir Dördüncü Avlu Sarayburnu'nun yüksekçe bir terasının son ucu olan dördüncü avlu geniş bir bahçedir Bu bahçeyi daha aşağıdaki başka bir bahçeden ayıran set duvarının kenarındaki siyah kuleye Başlala Kulesi veya Hekimbaşı Kulesi denir Saray için gerekli ilaçlar burada hazırlanır ve saklanırdı Biraz ileride set duvarı üzerinde bulunan Sofa Köşkü veya Mustafapaşa Köşkü, XVIII yy başlarında yapılmış, Avrupa etkisinin görüldüğü nakışlarla süslü, mimarîsi eski Türk geleneğine uygun bir yapıdır Dördüncü avlunun sol yanında merdivenle çıkılan büyük bir taşlık ve bir havuz vardır Merdivenin yanıbaşında bulunan ve Sarık Odası da denilen Revan Köşkü, 1635'te Murat IV tarafından yaptırılmıştır Sağ tarafta Boğaz'a ve Haliç'e bakan kısmında 1639'da Bağdat'ın Murat IV tarafından alınışının anısına yaptırılan Bağdat Kasrı bulunur Bu kasrın içini ve dışını süsleyen çiniler, kubbe ve tonoz nakışları, sedef kakmalı kapı kanatları katıksız Türk sanat eserleridir Dördüncü avlunun Marmara'ya bakan yüzünde, Anadolu yakasına ve denize bakan bir noktada Çadır Köşkü ve Abdülmecit'in yaptırdığı Mecidiye Kasrı vardır Yeni Köşk de denilen bu kasrın önünden aşağıda bir kapıya, oradan da Gülhane Parkı denilen Sarayburnu Bahçesi'ne çıkılır Harem Dairesi Haremi Hümayun denilen Harem Dairesi, Topkapı Sarayı'nın en ilginç köşelerinden biridir Burada padişahların kendileri, anneleri, eşleri, cariyeleri, çocukları ve hizmetçileri otururdu Saray alanının eğimli bir kısmında kurulan ve dört yüzyıl boyunca yapılan ekler ve değişikliklerle bugünkü durumunu alan Harem Dairesi 250 kadar oda ile bunlar arasında yer alan avlulardan ve hamamlardan oluşur Harem Dairesi'nin, sarayın diğer kısımlarıyla bağlantısını sağlayan birkaç kapı vardır Esas giriş Kubbealtı yanına açılan ve Araba Kapısı da denilen kapıdır Bundan başka ikinci ve üçüncü avluya açılan Kuşane Kapısı ve park içine açılan Şal Kapısı vardır Araba Kapısı'nın yanında padişahların hizmetine bakanların oturduğu Zülüflü Ağalar Koğuşu bulunur Müze Cumhuriyetin ilânından sonra Topkapı Sarayı'nın, eski saray kadrosuyla birlikte, başındaki hazine kethüdasının yönetiminde müze haline getirilmesi kararlaştırıldı Kısa bir süre sonra uzman bir müzecinin yönetimine verilen Topkapı Sarayı ve içindeki eşya elden geçirilip sayımı ve dökümü yapıldı Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafapaşa Köşkü, Bağdat Kasrı ve Harem Dairesi'nin bazı bölümleri onarıldıktan sonra 1927'de halkın ziyaretine açıldı İç Hazine'de silâh koleksiyonu, Seferli Koğuşu'nda Çin porselenleri Selim II Hamamı'nda gümüş ve kristal takımlar, Enderun Hazinesi'nde mücevherler Eski Hazine Koğuşu'nda da işlemeler ve padişah portreleri sergilendi Bağdat Köşkü Murat IV tarafından Bağdat'ın fethi anısına yaptırıldı (1639) Sarayın dördüncü avlusundadır Bütün İstanbul Boğazı'nı ve Eyüp'e kadar Haliç'i görür Mimarı bilinmeyen köşkün mermer sütunlar üstüne oturtulan ve çevresini saran geniş saçağı önemli bir özelliğidir Dış duvarların alt kısmı mermerle ve renkli taşlarla, üst kısmı çinilerle kaplıdır, içeride, yaşmağı ve çerçevesi yaldızlı bakır ocak dikkati çeker Pencere ve dolap kanatları fildişi, sedef ve bağa ile işlenmiştir, iç duvarlar ve kemerler kubbeye Kadar çinilerle süslüdür Köşkün 32 penceresinden üsttekiler renkli camlıdır Pencere arasındaki boşluklarda mavi üzerine beyaz ile Kur'an'dan ayetler yazılıdır Yaldızlı kubbe hafif kabartmalarla süslüdür, kubbeden aşağıya, zemini kırmızı, üzerinde altın yaldızlı kafes bulunan bir rop kandil sallanır Çevre sedirleri bütün bu göz kamaştırıcı süslemeyi tamamlayacak niteliktedir Çinili Köşk Sırçasaray da denir Topkapı Sarayı içindeki köşklerden, Fatih'in yaptırdığı (1472) ve Hazine Dairesi ile bir bütün meydana getiren yapı Çeşitli onarımlarla şekli bozulmuş olan bina son onarımıyla eski biçimine kondu Köşkün ön cephesinde on dört sütunlu bir galeri vardır Giriş cephesindeki mozaik çiniler Selçuklu dönemi çinilerinin özelliklerini gösterir Çini süslemeler yan cephelerde şeritler halinde uzanır, arkada sırlı tuğlalarla çok güzel bir kompozisyon oluşturur Bu çinilerde daha çok firuze, lâcivert, beyaz ve kahverengi kullanılmıştır Beş köşeli odanın kubbesi rumi motiflerle süslüdür Köşk 1875'te müze haline getirilmiş, sonradan bu müzede Fatih'e ait veya onunla ilgili eşya derlenmiştir Revan Köşkü Sarık Odası da denir Murat IV tarafından Revan Seferi anısına yaptırıldı (1635) Onun için de bu adla anıldı Genel görünüm bakımından Bağdat Köşkü'nün küçük bir modelidir Kubbesi altın yaldızla işlidir, kubbe kenarında, tavan nakışları deri üzerine yapılmıştır Kubbenin dört penceresi, yapının ışık alma özelliğini oluşturur: odanın çıkıntılarından ikisi kitaplık olarak yapılmıştır Bu yapıda, dergâh çilehanelerini andıran basık tavanlı birde oda vardır Tavanı işlemeli olan bu odanın ne için kullanıldığı tam olarak bilinmez Harem Dairesi'nden Akağalar Bölüğüne giden bu yola «Haremağaları Taşlığı» denir Harem Dairesi'nde 250 oda, çeşitli hamam, sofa ve avlular vardır: cariyeler dairesi ve hastahanesi, veliaht ve valide sultan daireleri şehzadeler dairesi, gözdeler dairesi ve nihayet hünkâr dairesi de buradadır Bağdat Köşkü'nün kapısı Murat IV devrinde Bağdat Seferi anısına yaptırılan (1639) köşk, Dördüncü Avlu'dadır Hazine Dairesi, Üçüncü Avlu'nun sağında yer alır; Fatih döneminden kalma bir köşktür Osmanlı İmparatorluğundan günümüze kalan bütün hazine eşyası burada sergilenir Kubbealtı İkinci Avlu'da yer alan bu bina, sadrazamın başkanlığında vezirlerin toplandığı yerdir Tavan süslemeleri Harem Dairesi'nin yapımı 400 yıl sürmüştür |
Tarihi Eserler |
06-27-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihi EserlerYerebatan Sarayı İstanbul'da eskiden kalma büyük sarnıçtır Yerebatan Sarayı adıyla anılan Bazilika Sarnıcı, İstanbul'da Ayasofya ile Cağaloğlu arasında bulunan büyük bir sarnıçtır Günümüzde de içinde su bulunan bu büyük kapalı sarnıç, kentin su ihtiyacını karşılamak üzere îlkçağ'da yapılmıştı İstanbul, tarihin bütün çağlarında güçlü devletlerce hep ele geçirilmek istendiği için Bizans imparatorları kentin birçok yerinde sarnıçlar yaptırarak kuşatma sırasında halkın su ihtiyacını karşılarlardı Yerebatan Sarnıcı, VI yüzyılda imparator İustinianos tarafından yaptırıldı Sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrat ormanından Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu Sarnıç, Osmanlı devrinde de uzun süre hizmet görmüştür 80,000 Metreküp Su Yerebatan, oldukça büyüktür: uzunluğu 140 m, genişliği 70 m, yüksekliği 8 m Bu boyutların içi yaklaşık olarak 80,000 metreküp demektir Sarnıcın üstü kapalı olduğu için tavanı tutmak üzere 12 sıra halinde 4'er metre aralıkla dizilmiş 336 sütun bulunmaktadır Sütunların boyu 8 metredir İstanbul'da, Yerebatan'dan başka iki önemli kapalı sarnıç daha vardır Bunlardan biri Sultanahmet'le Çemberlitaş arasındaki çocuk parkının altında bulunan Binbirdirek Sarnıcı, diğeri Büyük Postahane'nin arkasında Acımusluk Sokağı'ndaki İsa Sarnıcı'dır Her ikisi de bugün depo olarak kullanılmaktadır Açıkhava Sarnıçları Eskiden İstanbul'da açıkhava sarnıçları da çoktu Bunların en önemlileri Aetius, Mocius ve Aspar sarnıçlarıdır Aetius Sarnıcı Edirnekapı'dadır; boyutları 244x85x8 metredir Şimdi Çukurbostan denen Mocius Sarnıcı, Kocamustafapaşa'dadır; boyutları 170x147x10,5 metredir Aspar Sarnıcı, Sultanselim Camii'nin yanındadır (152x152x10,8 metre) Binbirdirek İstanbul'da Divanyolu'nun arkasındaki çocuk parkının altında bulunan eski bir sarnıçtır Ne zaman yapıldığı kesin olarak belli değildir Kullanılan tuğlalara bakılırsa İustinianos devrinde veya daha önce yapıldığı söylenebilir Uzunluğu 64 m, genişliği 56,4 m, yüksekliği 14,5 m'dir içinde 14x16 sıra halinde 224 sütun vardır Yüksekliğin fazla olması nedeniyle sütunlar iki kattır Sarnıcın su sığası 325,000 metreküptür Yol düzeyindeki 10 pencere sarnıca aydınlık verirdi Osmanlı döneminde burası ipekçilere verilmiş, içine ipek ve iplik tezgâhları kurulmuştu |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|