Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #31 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriKEŞİŞİN FATİH'E SÖYLEDİĞİ Kritovulos, 15 yüzyılda yaşamış Bizanslı bir tarihçidir İstanbul’un Fethi'ni ve diğer önemli olayları, savaşları yazıp Fatih Sultan Mehmed’e takdim etmiştir Ve Fatih’in takdirini kazanmıştır Tarih-i Sultan Mehmethan-ı Sani yazarı: kritovulos yıl: 1328 Fatih Sultan Mehmet bu tarihi yazan Kritovulos'u imroz adasına kral yaparak ödüllendirmiştir Kritovulos’un Fatih dönemindeki on yedi yıllık olayları yazdığı, İstanbul’un Fethi adlı kitabında İstanbul’un nasıl elden çıkacağını bir falcının gözünden anlatmakta ve sanki bu günlere nazire yapmakta Fatih, İstanbul’a girip Ayasofya önüne geldiği zaman, derinden derine bir inilti işitti Sesin geldiği yöne bir adam gönderdi Sakalları uzamış, perişan durumda bir keşiş bulup getirdiler Huzura çıkardılar Korktu, teskin ettiler Neden zindana atıldığını sordular Keşiş, Türklerin kuşatma hazırlıkları sırasında Kostantin’in kendisini çağırıp İstanbul’u Türklerin alıp alamayacağını bildirmek için remil açmasını söylediğini; remilde İstanbul’un Türklerin eline geçtiğini bildirmesi üzerine, Kostantin’in kızarak kendisini zindana attırdığını anlattı Keşiş sonra, “demek remilim doğru imiş” diye ekledi Bunun üzerine Fatih de İstanbul’un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil açmasını ve doğruyu söylerse armağanlar vereceğini bildirdi Keşiş yeniden, bu defa Fatih için remil açtı Ve remili şöyle yorumladı: – İstanbul, Türklerin elinden savaş ile çıkmayacak Lakin öyle bir zaman gelecek ki ellerindeki emlak ve toprak azalacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak Bu falın bildirdiği sonuçtan ileri derecede meteessir olan Fatih, ellerini gökyüzüne kaldırarak: “İstanbul’da edindiği yerleri yabancılara satanlar, Allah(cc)’ın gazabına uğrasınlar” diye beddua etti KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası Biz bugün devlet olarak vatan topraklarının jeopolitik olarak en kritik yerlerinde olanlarını satıyoruz buyrun bed-duayı haketmediğimizi söyleyebilenimiz varsa |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #32 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriBOLCA NİNE VE FATİH SULTAN MEHMET Babaeski’ye bağlı Mutlu Köyü’ne her yıl yüzlerce kişi Bolca Nine türbesini ziyaret için geliyor Rivayetlere göre Bolca Nine 15 yüzyıl içinde Fatih Sultan Mehmet Edirne’ye giderken askerleriyle birlikte burada konaklamış Bu konaklama esnasında bu kabirde yatan hatun kişi tarafından, bir yemek kazanından o kadar çok kişiyi doyurmayı başarması, askerleri hayrete düşürmüş Askerler yemeğin yetmeyeceğini söylemesi üzerine, nine: “Yeyin evlatlarım bolca bolca yeyin” demiş ve yemek hepsine yetmiş ve artmış bile Bu hikmetli olay padişaha anlatılınca Fatih Sultan Mehmet yaşlı ninenin elini öper ve derki “Senin adın Bolca Nine olsun” O zamandan beri bu kişinin adı Bolca Nine olarak kalmıştır Diğer bir rivayete göre, bu yaşlı nine padişaha derki “Atlarınızın kazıkları mola yerinde kalsın ve bu isteği kabul edilir Sabah olduğunda kazıkların yeşerdiği fark edilince Bolca Nine’nin ermiş olduğuna hükmedilmiştir KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfas |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #33 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriFATİH SULTAN MEHMET, MAHMUT PAŞA’YI NEDEN SADRAZAMLIK GÖREVİNDEN ALDI? Fatih Sultan Mehmet, Mahmut Paşa’yı Sadrazamlık görevinden alır Bir müddet sonra yine aynı göreve iade eder Paşa tekrar göreve iade edilince, daha önce neden görevden alındığını Padişaha sorar Fatih Sultan görevden alınma sebebi olarak ona şu ibret alınacak cevabı verir: “Arnavutluk’ta savaşta zülüm ve haksızlık yapan Nasuh Bey’in bu davranışından haberin yok ise gaflettesin Eğer haberin var da bunu önlememiş isen bu davranışa ortak olmuşsun demektir Gafletle, vezirlik olmaz Vezirlikte kemale ulaşmayınca imaret olmaz Vezir padişaha söylemeyince, halk refah bulup vilayet imaret ve imarat bulmaz” demiştir KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #34 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriDÜŞMANIN SİLAHINA AYNI SİLAHLA KARŞILIK VERİN Mısır'ın fethinden sonra esir Memluk kumandanlarından Kayıtbay Yavuz Sultan Selim'in huzuruna getirilmişti Aralarında şöyle bir konuşma geçti: “Söyle bakalım Kayıtbay, cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?" "- Cesaret ve kahramanlığım hâlâ var ey Sultan! Yalnız, bize ne yaptıysa ordunuzdaki toplar yaptı!"; "- Anlamadım!""- Berberilerden biri, Venedik'ten top getirerek bize satmak istemişti de, Peygamberimizin, "ok ve kılıç kullanın" şeklindeki emrine aykırıdır diye satın almamıştık O satıcı bize, "Yaşayan görecektir ki, memleketiniz top yüzünden elinizden çıkacaktır" demişti Meğer doğruyu söylemiş!" KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #35 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriYAVUZ SULTAN SELİM’İN KÜÇÜKLÜĞÜ Yavuz Sultan Selim henüz beş-altı yaşlarında bir çoçuktu Amasya'daki sarayın bahçesinde ok talimi yapıyordu Yay boyunu aşıyordu ama o bu yaşta attığını vurmaya başlamıştı Babası Sultan II Bayezit bir ağacın arkasında onu seyrediyordu Yavuz son okunu da tam hedefe saplayınca, dayanamadı; saklandığı yerden çıkıp, oğluna sarıldı: -Allah gücüne güç katsın oğlum Ama niçin yalnızsın? Küçük Selim hayretle: - Yalnız değilim ki Sultan babam; Allah her yerdedir! Aldığı cevap, Bayezit'i şaşırttı ama belli etmedi Sarayın bahçesi ulu ağaçlarla süslüylü Ormandan farkı yoktu - "Oğulcuğum," dedi Sultan Bayezit, " tek başına buralarda dolaşma Düşmanlarımız var Allah korusun; san bir kötülük etmek isteyebilirler!" Selim durakladı Sonra, iki yaşından beri yanından ayırmadığı küçücük kılıcını çekip: - Pederim! Bu kılıcı süs için bağlamadık İcap ederse kendimizi korumasını biliriz Hem pederimizin korkusundan dünyanın öbür ucundaki düşmanın yüreği titrerken sarayın bahçesine girmeye kim cesaret edebilir? II Bayezit, hayretten donakalmıştı Onda kimsede olmayan bir şeyler vardı Vaktinden önce gelişmiş, aklı boyunu aşmıştı Selim'i, elinden tutup, saraya götürürken; "Hiç şüphem yok Bu çocuk ilerde ne yapıp edip padişah olacak Şimdiden ona tahtın yolunu açmalıyım" Böyle düşündü ya, gün gelip Şehzade Selim, istediğini almasını bildi ve Osmanlı'nın Yavuz Sultan Selim'i oldu KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #36 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriKANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN’IN NÂŞI İLE BİRLİKTE GÖMÜLEN KUTU Kanunî Sultan Süleyman (ö1566) son seferi olan Zigetvar seferine çıkarken, ecel vakî olursa nâşı ile birlikte gömülmek üzere veziri Sokollu Mehmed Paşa’ya bir paket verir Kanunî vefat edince Sokollu bu emaneti Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye (ö1573) verir ve vasiyeti bildirir Şeyhülislam kabre, kefenli naaş dışında bir eşyanın gömülemeyeceğini bildirir Ceylan derisi bohçanın ibret için açıldığında içinden Kanunî’nin tahta çıktığı günden son seferine kadar icraatının, önemli savaş ve uygulamalarının meşru ve İslam’a uygun olduğunu bildiren fetvalar çıkmıştır fetvaların çoğunda kendi imzasını gören koca Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin ağlayarak: "Süleyman! Süleyman! Sen kendini bu fetvalara dayanarak kurtardın, fakat bizleri kim kurtaracak?" dediği nakledilmiştir Kaynak: Selanikli Mustafa Efendi Tarihi |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #37 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriCARİYENİN ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN AŞKI VE YAVUZ SULTAN SELİM HAN Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır İdareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir Bu sırada bir çadırda kalıyor Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur Lâkin umutsuz bir aşk Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır Notta sadece üç kelime yazılıdır: “Derdi olan neylesin?” Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar: “Derdi neyse söylesin” Kâğıdı aynı yere bırakır Sabah olunca da çıkıp gider Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler: “Korkuyorsa neylesin?” Akşam olur Halife çadıra döner Kâğıdı okur ve cevabı yazar: “Hiç korkmasın söylesin” Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek Ne olacaksa olsun artık Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: "Efendim” der “Cariyeniz Size" ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der: “Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür” KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #38 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriHEYBET KELİMESİNİN MÂNÂ BULDUĞU ŞAHSİYET: MOLLA GÜRÂNÎ HAZRETLERİ 1440’lar Hani II Murat Hân'ın hüküm sürdüğü yıllar Devrin âlimlerinden Molla Yegân hacca gider Dönüşünde Kâhire’de mola verir İlim meclislerine katılır Üç beş gün de olsa, dağarcığını doldurmaya çalışır İşte bu sohbetlerden birinde, genç ama heybetli bir âlim dikkatini çeker Az konuşur, öz konuşur İfâdeleri sâde, ama sağlamdır İnsanların zor kavrayacağı mevzûlardan konuşur, ama onu çocuklar bile anlar Tek cümleye ciltleri sığdırır sonra Söz ona geldiğinde cemaât taş kesilir, nefesini tutar Edeple hisse kapmaya bakarlar Molla Yegân bu vakara, bu heybete âşık olur Çıkışta cesâretini toplayıp yaklaşır, “Senin” der, “Buralarda zâyi olmana dayanamam Eğer ilminin kıtalar ötesinde yankılanmasını istiyorsan, hiç düşünme, gel benimle! ” Genç âlimin dünyâlıkta gözü yoktur Ancak “hizmet!” denilince akan sular durur Hem böylesine samîmi bir teklife nasıl “hayır” denir ki? Molla Yegân Edirne'ye varınca Sultân'ı ziyâret eder Murat Hân lâtifeyle takılır: “Bize oralardan ne getirdin? ” Molla Yegân “Öyle bir âlim getirdim ki Sultânım” der, “Târifi gayri kâbil, meğer ki tanışsanız gerek! ” Padişâh merâkla sorar: -Nerede? -Dışarıda efendim -Aman ha, bekletmek ne haddimize Ve buyur ederler Mübâreğin önce gölgesi düşer eşiğe Sonra dağ gibi bir adam girer Başı âdetâ tavana değer, esmerdir Sarığından taşan saçları heybet verir ona Sakalı simsiyahtır, hattâ siyah ötesi Ama dişleri inci incidir ve gözleri ateş gibi Mütebessimdir, lâkin düğme ilikletir insana O koca koca ağalar, vezirler toparlanma ihtiyâcı hissederler Sükûtu Molla Yegân bozar “İsmi Ahmed bin İsmâil efendim” der “Ama Araplar onu Molla Gürânî diye tanırlar Sûriyelidir” Murat Hân'ın içi ılıcık olur, bu âlime kanı kaynar Önce Hüdâvendigâr medresesine tâyin eder, ardından Yıldırım Medreselerini de ona bağlar Zaman Molla Yegân’ı haklı çıkarır Bu kutlu ocaklardan pırıl pırıl âlimler yetişir ve diğerlerine fark atarlar Öyle ya Molla Gürânî’de okumak bir ayrıcalıktır ("Net"ten) |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #39 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriBAĞDAT'IN KAPISINI AÇAN GENÇ; GENÇ OSMAN Adı kahramanlık türkülerine konu olan Genç Osman, 1630 yılında Padişah 4 Murad tarafından düzenlenen ikinci Bağdat seferinde yer alan 17 yaşında bir delikanlıydı Genç Osman’ın tavsiyesiyle dökülen toplarla Bağdat ele geçirilir Genç Osman savaşta iki eli kesilmesine rağmen sancağı düşürmez ve ordunun en önünde gider Bir adamın onu görüp hayret etmesi üzerine bayrak yere düşer ve Genç Osman şehit olur 1914 ile 1917 yılları arasında Bağdat uğruna canını veren 187 askerle, şehrin kapılarını ilk açan Genç Osman, Bağdat’taki şehitlikte yan yana yatıyor Mehteran takımlarının cenk öncesinde çaldığı, hemen her kulağın aşina olduğu şu sözler kazınmış Genç Osman Şehitliği’ndeki mozoleye: “İptida Bağdat’a sefer olanda, Atladı hendeği geçti Genç Osman Vuruldu sancaktar, kaptı sancağı; iletti burca, dikti Genç Osman Bağdat’ın kapısını Genç Osman açtı, Gören düşmanların tedbiri şaştı Allah Allah deyip geçti, Genç Osman” Irak’ta Bağdat Şehitliği, Osmanlı Şehitliği ve Kut–el Amare Şehitliği olmak üzere üç Türk şehitliği bulunuyor Buralarda binlerce şehit yatıyor Genç Osman, tarih sayfalarına 1630 yılında Padişah 4 Murad’ın Bağdat seferi öncesinde geçti Kahramanlığı dilden dile anlatılarak efsaneleşti Tarihçi Prof Dr Fuat Köprülü’nün ‘Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman’ adlı eserinde Genç Osman’ı özetle şöyle hikaye eder: “Bağdat seferine çıkacak olan Padişah, tellalları çağırtıp, bıyığına tarak batabilecek yaşta olgun kimselerin orduya katılmasını ister Ordudaki kumandanlardan birinin genç yaşta bir oğlu vardır Sultan’ın huzuruna çıkarılan bu çocuğa padişah, “Bıyığına tarak batmayanın orduya katılmamasını, aksini yapanların öldürüleceğini bilmiyor musun?” diye sorar Delikanlı sakalının, içinde olduğunu söyleyerek tarağı dudağına saplar Bu durum da sultanın hoşuna gider ama Genç Osman ilk Bağdat seferine götürülmez ve şehir ilk saldırıda alınamaz Abdulkadir Geylani Hazretleri, Genç Osman’ın rüyalarına girerek top konusunda öğütler verir Barut yerine toprak, gülle yerine taş koymalarını öğütler Genç Osman’ın Sultan’la beraber sefere çıkması ve Abdulkadir Geylani’nin tavsiyeleri üzerine hareket edilmesi sonucu kale surlarında gedik açılır Ve şehir ele geçirilir Genç Osman iki eli kesilmesine rağmen sancaktar olduğu için sancağı düşürmez, ordunun önünde gider Bir adamın onu görüp hayret etmesi üzerine ise bayrak yere düşer, Genç Osman şehit olur” KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #40 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriSULTAN BÂYEZÎD’İ AĞLATAN SÖZLER! Sultan İkinci Bâyezîd Han, Bâyezîd Câmii’ni yaptırınca, bir Cumâ günü câminin açılışı için geldi ve Baba Yûsuf Sivrihisârî’yi de dâvet etti Baba Yûsuf Sivrihisârî, namazdan sonra kürsüye çıkıp vaaz etmeye başladı Tesirli sözleriyle, Pâdişâh ve câmide bulunan cemâat ağlamaya başladı ve bu ağlama ile câmi inledi Câminin açılışını seyretmek için gelip, dışarıda bekleyen üç Hıristiyan, Baba Yûsuf hazretlerinin tesirli sözlerinden ve cemâatin topluca ağlamasından çok etkilenmişlerdi Bu üç Hıristiyan, Müslüman olmaya karar verdiler Hemen câmiye girip, Baba Yûsuf Sivrihisârî’nin huzûrunda Müslüman oldular Bu hâdiseyi gören Sultan İkinci Bâyezîd Han, yaptırdığı Bâyezîd Câmii’nin ilk açılışında böyle bir hâdisenin vukû bulmasından dolayı çok sevindi Sonra bunlara pek çok para ve mal hediye etti Ayrıca vezîrlerinin de vermelerini söyledi Böylece Müslüman olmakla şereflenen üç kişi, dünya ve âhiret saâdetine kavuştular Baba-oğul gibiydiler İkinci Bâyezîd Han, Baba Yûsuf Sivrihisârî’yi çok sever, sohbetinde bulunurdu O da Sultanı çok severdi Baba ve oğulluk sözleşmesi yapmışlardı Bir sohbetlerinde pâdişâh ona; “Hacca gideceğin zaman mutlaka bana gel görüşelim” demişti Bundan sonra Baba Yûsuf memleketine dönüp, orada bir müddet kaldı Memleketinde iken rüyâsında Kâbe’de Hacer-i esved yanında manzûm bir kitap yazması işâret edildi O zamana kadar hiç şiir yazmamıştı Bu rüyâdan sonra şiir yazma kâbiliyeti hâsıl oldu Sonra hacca gitmek üzere hazırlanıp, Pâdişâh İkinci Bâyezîd Hanı görmek üzere İstanbul’a gitti Pâdişâh ona bir mikdâr altın verip; “Bunlar helâldir Kendi elimle kazandım Bu altınları Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellemin türbe-i mutahherasının kandillerine harcarsın Mübârek türbesinin yanında, “Yâ Resûlallah! Ümmetinin koruyucusu, günahkâr kul Bâyezîd sana selâm söyledi ve bu helâl altınları türbenin kandillerine yağ almak için gönderdi” dersin Sonra; “Bu hediyenin kabûlü için yalvar, senin vâsıtanla kabûl olacağını ümid ediyorum” dedi O da bu isteğini yerine getirmek üzere altınları alıp, vedâlaştı ve yola çıktı KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #41 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriMISIR'IN FETHİNDEN YAVUZ' DÜŞEN HİSSE Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır fetholunup Emanet-i Mukaddese ve hilafet istanbul'a taşındığında, Yavuz, en emin adamlarından biri olan Kemal Paşa - zadeyi Mısır'ın emlâkinin yazılmasına memur etti Kemal Paşa - zade riyasetindeki memurlar yazıp - çizdikten sonra Mısır'da her şeyin vakıf olduğunu ve istanbul'a bir şey getirmenin mümkün olmadığını bildirerek: — Mısır'da uçan kuştan yerde gezen canlılara Kadar herşey vakıftır, dediler Bu haber kendisine ulaşan Osmanlı Sultanı Büyük Yavuz, kendisine hiç bir şey getirilemeyeceğini öğrenince: — Zararı yok! Bize Hadim-ül Haremeyn olmak şerefi yeter, buyurdular Osmanlıların bir emperyalist olduğunu ve kendi idaresinde bulunan milletleri sömürdüğünü iddia edenlerin kulakları çınlasın Osmanlılar kendi idaresindeki yerleri değil sömürmek, onlara hazineden yardım yaparak imar bile etmişlerdir Bugün yabancı diyarlarda kalan Osmanlı eserleri bunun bir nümûnesidir KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #42 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriSİN ŞIN'A GİRİNCE Yavuz Selim Han, Mısır'a açtığı sefer sırasında Halep'ten Şam'a doğru giderken, yolda, hayatına Şam'da son verilen Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'ni ve O'nun Yavuz'u işaret eden sözlerini hatırladı "Sin, Şın'a girdiğinde Muhyiddin'in kabri meydana çıkar" sözü Yavuz'un dikkatini çekmişti Bu işaret zaman zaman aklına takılıp duruyordu Şam'a vardığında oranın alim ve velileriyle görüşmelerde bulundu Söz dolaşıp Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'ne de geldi Şam'ın ileri gelenleri, Hazret'in kabrinin bulunduğu yerin halen çöplük olduğunu, hadiseden o güne kadar hazrete iyi gözle bakılmadığını anlattılar Yavuz Selim Han, derhal harekete geçip kabrin yerini tesbit ettirdi Oraya hemen bir türbe ve yanıbaşına büyük bir cami ve imaret inşaatı başlattı Zamanımıza kadar muhteşem bir şekilde gelen türbe, cami ve imaret, külliye olarak ortaya çıktı Ayrıca, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin vefatından önce ayağını yere vurarak: "Sizin taptığınız benim ayağım altındadır" buyurduğu yeri tesbit ettirip kazdırdı Oradan küp içinde altınlar çıktı Bundan Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin: "Siz Allah Teâla'ya değil de paraya tapıyorsunuz" Demek istediği anlaşıldı Gerçekten de idamına sebep, hazretin bu sözleri olmuştu Selim Han, çıkan altınları Şam'ın fakirlerine dağıttı "Sin"den maksadın Selim, "Şın"dan maksadın da Şam olduğu kesin olarak ortaya çıkmıştı KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #43 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriKILIÇLAR PARLADIĞI SÜRECE Bir Venedik elçisinin Yavuz Sultan Selim Han'ın huzuruna kabulünden sonra; "Kılıcı öyle parlıyordu ki yüzünü göremedim! Demesi Padişaha arz edilince, Cihan Padişah'ı şöyle demişti -Paşalarım, Osmanlı'nın kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima eğik olur Ama Allah korusun, bu kılıç kına girer ve paslanmaya başlarsa, o zaman bu kafalar yavaş yavaş dikleşir ve bir gün bize yukarıdan bakmaya başlarlar |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #44 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriMİMAR SİNAN VE SÜLEYMANİYE CAMİİ Büyük eserleri büyük devletler vücuda getirebilirler ve büyük sanatçıları da ancak büyük milletler ortaya çıkarırlar Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu'nun şanına uygun olarak eserler veren dünya çapında büyük bir sanatçıdır Avrupalılar tarafından "Muhteşem Süleyman" adıyla anılan Kanuni Sultan Süleyman İstanbul'a şanına uygun bir cami yaptırmak istedi ve bunun için Mimar Sinan'ı görevlendirdi Binlerce işçi seferber oldu Cami inşaatında kullanılan dört büyük sütundan biri Bizanslılardan kalmadır İkincisi Mısır'daki İskenderiye'den, üçüncüsü Baalbek'ten getirilirken dördüncüsü de Topkapı Sarayı'ndan söküldü Ak mermerler Marmara Adası'ndan, yeşil mermerler Arabistan'dan, somaki mermerler de başka diyarlardan getirildi Yapılıp ortaya konacak olan eser çok büyüktü ve büyüklüğüne uygun hummalı bir çalışmayı gerektiriyordu Mimar Sinan'ın organizesiyle bu çalışma en iyi şekliyle yapılıyor, inşaat ilerliyordu Ancak ne var ki, iş yapanı kıskanma ve yoluna taş koyma huyu o zamanlarda da vardır Zaman geçip iş uzadıkça çeşitli söylentiler ortaya atıldı ve Mimar Sinan Padişah'a şikayet edildi Bir gün Padişah çıkageldi ve Mimar Sinan'la aralarında şöyle bir konuşma geçti: "- Mimarbaşı, Mimarbaşı! Duydum ki, camiimle ilgilenmeyip başka işlerle vakit geçirirmişsin Şimdi bana söyle bakalım, bu bina ne zaman tamam olur?" "- Saadetlü padişahım, inşaallah iki ayda tamam olur!" Mimar Sinan'ın bu sözü Padişah'la birlikte yanındakileri de hayrete düşürdü Çünkü yapılacak iş çoktu ve belki yıllar alacaktı Onun için, Mimarbaşı'nın cinnet getirdiğini sandılar O'nu saraya davet edip tekrar sordular ama aldıkları cevap aynıydı Mimar Sinan, verdiği sözün altında kalmamak için şehirde ne kadar işe yarar sanatkâr varsa topladı ve gece-gündüz demeden çalıştı İki aylık süre tamamlandığında o muhteşem eser ortaya çıkmıştı Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman öteki devlet erkanı ve davetlilerle birlikte açılış için gelince, Mimar Sinan anahtarları O'na teslim etti Padişah, yanında bulunanlardan birine sordu: "- Camiin kapısını açmaya en lâyık olan kimdir?" "- Padişahım, camiyi açmağa, Mimar Ağa kulunuz herkesten daha lâyıktır!" Muhteşem Süleyman tebessüm ederek başını salladı ve Mimar Sinan'a şöyle seslendi: "- Yaptığın bu Allah evini yürek temizliği ve dualarla yine senin açman evlâdır!" Padişah anahtarları Mimar Sinan'a uzattı ve O, "Ya Fettah" diyerek, dualarla camiin kapısını açtı İşte, Türk-İslam Mimari'sinin en güzel örneklerinden biri olan bu ulu mâbed böylece yapıldı ve hizmete girdi KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #45 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriDÜRRIYE ANNEMIZ Osmanli devletinin son devirleriydi Savaslarin biri bitiyor, biri basliyordu Her ân gelebilecek bir sehadet haberine hazir gönüller, ellerini duaya kaldirarak devletin ve milletin felaha kavusmasi niyâzinda bulusuyordu Postacilar bazen cepheden mektup getiriyor, bazen ise aci haberler ile sehid olan erlerimizin geriye kalan esyalarini iade ediyorlardi Dürriye hanimin babasi da cepheden cepheye kosan bir kumandandi Zaman zaman iki satir mektup yaziyor ve maaslarini da bu mektuba sıkıştırarak, Istanbul'daki âilesine gönderiyordu Durumlari o devrin sartlarina göre oldukça iyiydi Bir ara gelen bir haberle âile bassiz kaliverdi Babalari vefat etmisti Dürriye hanim, daha küçük bir çocuktu Hayatinin bundan sonraki safhasini annesinin himayesinde ve devletten gelen maasla devam ettirdi * * * Aradan yillar geçti Dürriye hanim, yüksek rütbeli bir askerî hâkimle evlenmisti Zevci, kültürlü, varlikli fakat çok sinirli bir yapiya sahipti Kendisine üst bas alip giyinmesi için Dürriye hanima harçlik verir, o ise bununla çevresindeki ihtiyaç sahiplerini sevindirirdi Bilhassa Eminönü tarafina geçer ve Beyazit'a giderdi Çünkü o zamanlar Beyazit'tan Aksaray'a kadar âdetâ bir insan pazari kurulurdu Osmanli'nin bu zor zamaninda, ona yardim etmek üzere dünyanin her tarafindan gelen yüzlerce, bazen binlerce Müslüman, çogu kere harçliksiz kalir, memleketlerine dönemez ve burada kendilerine ihsan ve ikramda bulunacak cömert gönüllü Istanbullulari beklerlerdi Dürriye anne de eline para geçtikçe solugu Beyazit'ta alir, parasinin son kurusuna kadar buradaki insanlara infak ederdi * * * Askerî hâkim olan zevci, yillar sonra emekliye ayrilmis, fakat bir müddet sonra yatalak bir hasta hâline gelmisti Yedi yil boyunca felçli kalan ve mizaç olarak da sert tabiatli olan zevcine, sabir ve teslimiyetle en güzel sekilde bakmaya çalisan Dürriye anne, kimseye hâlini arz etmemis, kimseden herhangi bir yardim ve destek de kabul etmemisti O, kendisine "Bâr olma, yâr ol!", yani "yük olma, sevgili ol!" ifadesini düstur edinmisti Vefat edecegine yakin refîki: "-Dürriye hanim, ben senden râziyim, Allah da râzi olsun! Bana çok hakkin geçti; hakkini helâl et!" demis ve helâllesmislerdir * * * Iyi bir âile içinde yetismis olmak Dürriye anneye ayri bir asâlet ve olgunluk kazandirmisti Varlik ve yokluk hâllerinde de dâima onurlu ve vakur bir sahsiyet sergilerdi Kimseyi küçümsemez; her yastan ve her çevreden insanla geçimli olmayi bilirdi Insanlari sevdigi ve gönlünü herkese açtigi için, insanlar da kendisini severdi Dînî meclislere karsi müstesnâ bir muhabbeti vardi Gelene gidene hürmet ve ikramda bulunur, herkesin gönlünü almaya çalisirdi Kendi elleriyle salavat getirerek, duâlar ederek çok lezzetli yemekler ve börekler hazirlar, bunlari misafirlerine gönül hoslugu ile ikram ederdi Ziyaretine gelen hanimlara sık sık: "-Sokaklarda degil, evinizde şık giyinin Zevcinizin gönlünü kazanmaya bakin ki, âileniz huzurla devam etsin" derdi * * * Mahviyet ve tevâzû ehli idi Insana hürmet gösterirdi Gelen, çocuk bile olsa ayaga kalkar ve öyle karsilardi Nice sirlara mazhar oldugu hâlde, mânevî hâllerini gizlemeyi tercih ederdi Bir seferinde Mûsa Topbas Efendi'ye: "-Bu fakirin hâli nice olur? Içimden bir ses durmadan "Râziye" diye sesleniyor Acaba sasirdim mi efendim?" demisti Mûsa Topbas Efendi, onun bu hâlini hos görerek: "-Bizlere ve ümmet-i Muhammed'e duâ edin, Dürriye hanimefendi! Bu hâlinizi de muhafaza edin" buyurmuslardi * * * Pek çok mânevî hâline sahid oldugumuz hâlde, kendisine "Zavalli Dürriye" der ve "siradan" bir insan gibi görünmek hosuna giderdi Bir bayram günü ziyaretine gitmistik Evi çok güzel kokardi Çiçekleriyle ilgilenirken bir ara ayagi takilip yere düstü Bunun üzerine: "-Evlâdim çiçeklerle mesgul olurken herhâlde kalbim, Rabbimden ayri kaldi; fakiri oksadilar!" dedi * * * "El kârda, gönül yârda" düsturuyla, insanlarin arasinda hizmete devam ederken, Rabbi ile de bagini kopartmamaya çalisirdi Aksamlari isik yakmaz, karanligi çok severdi Genellikle yalnizligi tercih eder, ama yalniz olmadigini: "-Mevlâm var, elhamdülillâh!" diye ifade ederdi * * * Kul hakkina çok dikkat ederdi Hizmet eden yardimcisinin ücretini fazlaca öder, erkenden de gönderirdi Kendisini ziyarete gelenler arasinda ihtiyaç sahibi kimseler bulundugu gibi varlikli kimseler de yer alirdi Vefat edecegi gün, husûsî arabasiyla gelen bir ziyaretçisine: "-Soförünüzü kapida fuzûlî bekletmeyelim, kul hakki olur!" demis ve görüsmeyi çok kisa tutmustu Hâlbuki bazi durumlarda husûsî soförün beklemesi de vazifeleri arasindaydi O, buna ragmen hiç kimsenin hakkini almak istemezdi * * * Bir seferinde adeti olmadigi hâlde leziz bir yemek yapilmasini istemis, sonra da kendisi hiç yemeden bunu bahçedeki köpege yedirmisti Onun hâline hayretle bakan bize dönüp: "-Evlâdim, insan her zaman kendi sahsini düsünmemelidir Çevresindeki mahlûkâtin da hakki vardir" diyerek, durumu izah etmis ve kendisi ekmegini yogurda bandirarak yemisti 86 yasina kadar iki dizi üzerine oturur ve gözlerini kapatarak murâkabeye dalardi Son zamanlarina kadar gözlüksüz Kur'ân-i Kerim okumusdu Bütün ömrü, mahlûkâta duâ ile geçti Allah'in bu sâliha kulu, gecenin gizledigi nice güzellikler gibi, insanlar arasinda gizli kalmis ve nice sirlariyla birlikte Rabbinin "Irciî: Dön!" emrine uyarak âhiret yurduna irtihal etmistir Cenâb-i Hak rahmet eylesin Böyle sâliha annelerin; sabir, cömertlik, fedakarlik, mahviyet ve mâneviyat dolu hâllerinden bizlere de hisseler nasip etsin Âmin |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|