Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #16 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerUlubatli Hasan 29 Mayıs 1453 günü Konstantiniyye önlerindeki İslâm ordusunda büyük bir hazırlık göze çarpıyordu İslâm askerleri sabah namazından önce en temiz elbiselerini giymişler, birbirleriyle helalleşmişler, cemaatle namazı kıldıktan sonra ordudaki yerlerini almışlardı Kâinatın Efendisinin müjdelediği "Mesud askerler"den olmak ve Cenab-ı Hakkın huzuruna şehid olarak gitmek için yanıp tutuşuyorlardı Hele içlerinden birisi vardı ki, heyecandan yerinde duramıyordu Bir gün önceden komutanlarına yalvarmış en ön saflarda vuruşan birlikte yer almak için çok dil dökmüştü Ulubatlı Hasan adlı bu yiğit Bursa Karacabey'deki Ulubat gölünün kuzeybatı kıyısının yakınında bulunan Ulubat köyünde dünyaya gelmişti Yiğitler yiğidiydi At yarışlarında, ok atmada, güreşte birinciydi Daha sırtını yere getiren çıkmamıştı Öyle ki çoğu defa iki kişiyle birden güreşir, ikisini de yenerdi Ulubatlı Hasan'ın gönlü Allah için cihad etme aşkıyla yanıp kavrulmaktaydı "İla'yi kelimetullah" uğruna can vermek en büyük emeliydi Büyük hücum'un yapılacağı gün en ön safta vuruşacağı için çocuklar gibi seviniyordu Otuz tane gözüpek yeniçeri seçmişti Hep birlikte aynı noktaya hücum edeceklerdi Nihayet beklenilen an gelip çatmıştı Mehter "hücum" havası çalınca Ulubatlı Hasan ve arkadaşları "Allah Allah" sesleriyle ileri atılmışlardı Ulubatlı'nın bir elinde sancak, diğer elinde kalkan vardı Sura dayanan merdivenlerden süratle tırmanıyordu Atılan oklara, taşlara, üzerlerine dökülen kızgın yağlara kalkanını siper ediyordu Nihayet surların üzerine varmayı başarmıştı O anda kalkanını fırlatıp atmış, uzun palasını çekmiş, arslanlar gibi vuruşmaya başlamıştı Önüne çıkan düşman askerlerine vuruyor, vuruyordu Yahya Kemal'in tasvir ettiği gibiydi manzara Şöyle demektedir şair: Vur pençe-i Alî'deki şemşîr aşkına Gülbangi asmanı tutan pir aşkına Ey leşker-i müfettihü'l-ebvâb vur bugün Feth-î mübîni zâmin o tebşir aşkına Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-î hilâl içün Gelmiş bu şehsüvâr-ı cihangir aşkına Düşsün çelengi Rûm'un eğilsün ser-î Firenk Vur Türk'ü gönderen yed-i takdir aşkına Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar Fecr-i hücum içindeki Tekbîr aşkına Ulubatlı'nın şimşek gibi çakan kılıcından ürken düşman askerleri uzaktan ok yağdırmaya başlamışlardı Oklar peş peşe Hasan'ın vücuduna saplanıyordu Ayakta duramayacağını anlayan Ulubatlı sancağı Topkapı'daki surlann üzerine dikivermişti Sancağın surların üzerinde dalgalandığını gören askerler coşmuştu Tekbir getirerek büyük bir gayretle surlara hücum ediyorlardı Ulubatlı Hasan da vücudunun oklarla delik deşik olmasına rağmen yaralı ars-lan gibi sancağın yanına düşman askerlerini yaklaştırmıyordu Nihayet diğer arkadaşlan yanına gelmiş, Hasan'ın etrafına halka olmuşlardı Sancağın artık emin ellerde olduğunu gören Hasan yüzünde mes'ud bir tebessümle ruhunu Rahman'a teslim etmişti Kendisiyle birlikte surlara tırmanan arkadaşlarından 18'i de şehid olmuş, kalan 12'si sancağı düşürmemişti Çok genç yaşta şehitlik rütbesini kazanan Ulubatlı Hasan'ın vücuduna 27 ok saplanmıştı Arkadaşlan bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Fatih'in huzuruna götürdüler Fatih, İslâmın bu bahadır evladına dua ettikten sonra şöyle demiştir: "Ulubatlı Hasan'ım! Ne kadar şanlısın Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!" |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #17 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerYavuz Sultan Selim Hayatını; İslama, Müslümanların birliğine ve dirliğine vakfeden Yavuz Sultan Selim, tarihimizin şanına şan katmış büyüklerimizdendir Yavuz Selim, Şehzadeliğinden itibaren Devlet meselelerine el atmış, bütün mevcudiyetiyle İttihad-ı İslâm (İslam birliği) için çalışmıştır Tarihlerin kaydettiği büyük cihangirlerden olan Yavuz Selim, aynı zamanda san'atkârdı Hayatının gayesini manzum olarak şöyle dile getiriyordu: "Milletimde ihtilâf ü tefrika endişesi Kûşe-i kabrimde hatta bî karar eyler beni; İttihadken savlet-i a'dayı defa çaremiz, İttihad etmezse millet, dağdâr eyler beni" Milletinin ihtilafı karşısında mezarında bile rahat edemiyeceğini söyleyen Yavuz, bütün hayatı boyunca İslam Âleminin İttihadı için "İla-yı kelimetullah" için çalışmıştır Bu gayeleri içindir ki Yavuz, Şehzadeliği esnasında ferasetiyle, Devletin arasına ayrılık sokmak isteyenleri keşfetmiş, baştaki idarecilerin Şah İsmail fitnesine karşı kayıtsız kalmasına dayanamayarak idareye talip olmuştur 1470'te babası IIBayezid'in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya'da dünyaya gelen Yavuz Selim, Annesi Dulkadıroğlu Ala'üddevle'nin kızı Ayşe hatun'un nezaretinde devrin meşhur âlimlerinden ders alarak yetişmiştir Babası padişah olunca Şehzade Selim'i Trabzon sancak beyliğine atadı Şehzade Selim sancakbeyi iken Anadolu'da Şah İsmail fitnesinin gittikçe yayıldığını ve Devletin istikbali için büyük tehlike oluşturduğunu görmüş ve başta pederi Sultan IIBayezid olmak üzere, idarecilerin bu tehlikeye dikkatlerini çekmiştir İdarecilerde bu tehlikeyi farkedecek feraseti göremeyince, kardeşleri Şehzade Ahmed'le Korkutun da Devletin düşmanlarından ziyade taht ile meşgul olduklarını görünce idareyi fiilen ele almaya karar vermiş ve bu kararını icra safhasına koymak için çalışmalara başlamıştı Askerler, mertliğini, kahramanlığını yakinen bildikleri bu cihangir Şehzadenin idareyi ele almasını arzulamaktaydı Çetin mücadeler neticesinde Şehzade Selim, 24 Nisan 1512'de tahta çıkmış ve 9 Padişah olarak Osmanlı tahtına oturmuştur Birlik yolunda Tahta oturuşundan 22 Eylül 1520'de vefatına kadar, 8 yıl içerisinde zaferden zafere koşan bu şanlı padişah, Devlet sınırları dahilindeki ve haricindeki ayrılığın kökünü kazıyarak "İTTİHAD"ı sağlamaya muvaffak olmuştur İlk olarak Devlet sınırları dahilindeki kargaşalığı halleden Yavuz Selim daha sonra devletin doğu hududundaki, fitne kaynağı İran üzerine yürümüş, 23 Ağustos 1514'te Şah İsmail'i Çaldıran'da perişan ederek, bu hile kaynağına kuvvetli bir şamar vurmuştur Daha sonra İslâm âlemi ve İslâm âleminin bayraktarlığını yapan Osmanlı devletine karşı düşmanca tavır izleyen Memlüklüler üzerine yürüyen Yavuz, 24 Ağustos 1516'da Mercidabık ve 22 Ocak 1517'de Ridaniye zaferiyle bu devlete son vererek Müslümanlar arasındaki bir sınırı daha ortadan kaldırmıştır 29 Ocak 1516'da son Abbasi halifesi IIIMütevek-kil'alallah'dan halifeliği devralan Yavuz Selim, böylece, "Hâlife-i Müslimin" olarak Devleti namına İslam âleminin mânevi reisliğini de yüklenmiştir Mukaddes Beldeler; Mekke, Medine ve Kudüs'ü Devletin sınırlarına dahil eden Yavuz Selim kendi tabiriyle "Hâdimü'l Haremeyni'ş-şerîfeyn" sıfatını da almıştır İçerisinde Peygamber Efendimizin Hırka-i şerifi, kılıcı ve diğer eşyalan bulunan "Mukaddes Emanetleri" de, "Halife-i Müslimîn" sıfatıyla alarak İstanbul'a getirmiştir "Emânat-ı Mukaddese"nin nakli ve daha sonra Topkapı sarayında hususi yerine yerleştirilmesi esnasında gösterdiği hassasiyet dikkate şayandır Yavuz Sultan Selim, "Emanât-ı Mukaddese" nin Mısırdan İstanbul'a nakli esnasında yol boyu durmaksızın Kur'an-ı Kerim okutmuş, daha sonra Topkapı sarayında, bu mukaddes emanetler için "Hırka-i Saadet" dairesini yaptırmıştır Dairenin inşası esnasında geceli gündüzlü bizzat inşaatla ilgilenmiştir Daha sonra "Hırka-i Şerif dairesinde 24 saat aralıksız Kur'an-ı Kerim okutmuş, bu vazife için 40 hafız tayin etmiştir Kırkıncı hafız olarak ta bizzat kendisi Kur'an-ı Kerim okumuştur Yavuz Selim; Hususu hayatındaki sade giyimi ve yaşayışıyle, âlimlere gösterdiği hürmet ve onlara verdiği değerle, İslama bağlılığıyla, Vatanının bekası, milletinin saadeti için çalışmasıyla, harp meydanlarındaki cihangirce davranışlarıyla, usta kumandanlığıyla, ilmiyle, faziletiyle kendinden sonraki nesillere örnek olmuş şanlı büyüğümüzdür O'nu harp meydanlannda en ön saflarda, yalınnılıç harbederken görür gibi olur, heyecandan titreriz Şah İsmail üzerine yürürken askerlerin sabatsızlığı karşısında; "Ehl-ü ıyâl" kaydünde olanlara desturdur, gerü karularunun yanıma getsünler! Biz buraya gerü dönmek içün gelmedük! Rahat isteyen bu yola yaraşmaz! Bizi isteyüp yolumuzda can ve baş fidâ idecek yiğitler ölümden havfitmez Ölümden korkanlar geri dönsün! Düşmanla çarpuşacak merdler benümle gelsün! Eğer içünüzde er yoğ ise ben yalunuz gidenim!" dediğini hatırlayarak sarsılmaz azmi karşısında hayranlık duyarız Âlime hürmet ederdi Cenk meydanlarının bu namlı cengâverini âlimler yanında halim selim görmekteyiz Mısır seferinden dönüşte çamurlu bir yolda İbn-i Kemal'in atının ayağından sıçrayan çamurun Padişah'ın kaftanına bulaşması üzerine telaşa kapılan değerli âlime, "Efendim telaş etme Âlimlerin atlarının ayaklarından sıçrayan çamurlar bizim için şereftir Padişahlar her zaman âlimlere muhtaçtırlar" dediğini ve daha sonra bu çamurlu kaftanın vefatında sandukası üzerine örtülmesini vasiyyet ettiğini hatırlayıp âlime hürmetin derecesini takdirden âciz kalırız İlme âşık Yavuz Selim, âlimlere de son derece kıymet vermiştir Devlet işlerinden arta kalan vaktini âlimlerle sohbet ederek geçirmiştir Edebiyata meraklı, aynı zamanda "Farsça" divan sahibi bir şairdir Herhangi bir hususta karar vermeden önce iyice düşünen, ehil kişilere danışan karar verdikten sonra ne pahasına olursa olsun karan tahakkuk ettirmek için çalışan azim sahibi bir padişahtır Sefere çıkmadan önce, sefere çıkacağı ülkeler hakkında geniş çapta araştırma yaptırması kendisine büyük zaferler kazandırmıştır Mısır'ın fethinden evvel Müverrih İbn Tağribirdi'nin "Al-Nucûm a-zâhira" adlı eserini Türkçeye tercüme ettirmiştir Yavuz Sultan Selim 8 yıllık idaresi esnasında devletin hudutlarını Asya, Avrupa ve Afrika'da binlerce kilometrekare genişletmiştir Vefatı anında Devletin üç kıtada yüz ölçümü; Avrupa'da 1702000 km2, Asya'da 1905000 km2 Afrika'da 2950000 km2 olmak üzere toplam 6577000 km2'ye ulaşmıştı İslâm âleminde birliği temin ettikten sonra, Batıya yönelen Yavuz'un Avrupa üzerine çıktığı sefer-i Hümayun esnasında sırtından çıkan "Şirpençe" çıbanı yüzünden hastalanmış ve Çorlu ile Uğraş nahiyesi arasındaki Sırt köyünde Beka âlemine göçmüştür Son ânı Vefatından önceki hali, bu şanlı padişahın şahsiyyetini gösteren canlı bir misaldir Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkma anının geldiğini hisseden Yavuz, nedimi Hasan Can'dan Yasin suresini okumasını istemiştir İlk okuyuşa kendisi de iştirak etmiş, ikinci okuyuşta "Selâmım kavlen min Rabbirrahîm" âyeti okunurken ruhunu Rahmana teslim etmiştir Son nefesinden önce Hasan Can'ın "Cenab-ı Hakk'la birlikte olmak anının geldiğini" söylemesi üzerine: "Bizi kiminle bilürdün" sözü Yavuz'u fazla tafsilata lüzum kalmadan tanıtan veciz bir cümledir Vefatını müteakip, şimdiki Yavuz Selim semtinde, Yavuz Selim Camii bahçesinde Kanûnî'nin yaptırdığı türbeye defnedilmiştir Bu şanlı büyüğümüzü hürmetle yâdedip Cenab-ı Hak'tan rahmet dilerken mevzuu Yahya Kemal'in 16Asır Türkçesiyle, Yavuz Sultan Selim'in vefatı hakkında yazdığı "RIHLET" şiiriyle noktalayalım Şöyle diyor Yahya Kemal "Rıhlet" şiirinde: Bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete Ukbâda yol göründü Huda'dan bu davete Doldukça doldu gözleri eşk-î firak ile Kudretlü pâdişâh veda etti millete Tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü Refetti ermegaanını dergâh-ı vahdete Ray âtı gölgesinde fedâ-yı hayât eden Ervaha pişdar olarak girdi cennete Yekser riyâz-ı huld-i berin oldu cilvegâh Her cenkten getirdiği binlerce râyete Dîdâr-ı Fahr-ı Âlem'i görmekti gaayesi Gark-ı huşu' çıktı huzûr-ı Risâlete Alnında öptü fahrederek Fahr-ı Kâinat Şâbâş sundu sarfedilen bunca himmete Dîvân-ı Hak'da mağfiret-i Kirdigâr'dan Şâyeste gördü cürm ü günâhın şefaate Dür olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan Garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gaayete Yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tuğlar Sultan Selim'e girye-künân oldu tuğlar |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #18 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerBarbaros Hayreddin Paşa Barbaros Hayreddin Paşa; 16 Asırda ihtişamın zirvesine erişen Osmanlı Devletinin sancağını denizlerde şerefle dolaştıran kahraman kaptanımızdır Akdenizi bir Müslüman gölü haline getiren, Haçlı Avrupayı titreten bu şanlı kumandanın hayatı zaferlerle doludur «İlayi kelimetullah» uğruna çıktığı seferlerde kazandığı zaferlerle Hak ismini yüceltmiş, ehl-i İslâmı mutlu edip, İslâm düşmanlarını üzmüştür Bu bakımdan kendisine «Dinin hayırlı evladı» mânasına «Hayreddin» denilmiştir Asıl adı Hızır olan Barbaros Hayreddin Paşa, Fatih'in ordusunda tımarlı sipahi olan Nurullah Yakup Ağa'nın oğludur Barbaros Hayreddin Paşa'nın dedesi Abdullah Ağa da tanınmış tımarlı sipahilerdendir Bu aile, Anadoludan Rümeliye geçmiş, Çanakkale Boğazı üzerindeki Eceabat liman kasabasına yerleşmişlerdi Dört cengaver kardeş Barbaros'un babası Nurullah Yakup Ağa, Fatih'in kumanda ettiği orduyla birlikte 1462'deki Midilli'nin fethine iştirak etmiş, fetihten sonra gösterdiği fedakârlıktan dolayı adanın Bonova köyü kendisine tımar olarak verilmiştir Endülüslü bir Müslüman kızıyla evlenen Nurullah Yakup Ağanın, İshak, Oruç, Hızır ve İlyas ismindeki, tarihe «Barbaros Kardeşler» olarak geçen kahraman evladları bu köyde dünyaya gelmiştir Nurullah Yakup Ağa, evladlarının tahsiline büyük ehemmiyet vermiştir Barbaros kardeşler, dinî ilimler tahsilinin yanı sıra, birçok dil de öğrenmişlerdir Barbaros kardeşler ana lisanları Türkçeden başka; Arapça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, Latince de öğrenerek yetişmişlerdir Bu dört cengaver kardeşten üçü, İlyas, Oruç, İshak Reisler şehâdet şerbetini içmişlerdir İlyas Reis, ağabeyi Oruç Reisle birlikte Trablus Şam'a gitmek üzere Midilliden ayrıldığında Rodos'un Saint - Jean şövalyelerinin büyük harp gemileri tarafından yolları kesilmiştir, çarpışmada İlyas reis şehid, Oruç reis esir düşmüştür İshak Reis; Cezayir'de Kalelerin Kalesi mânasına gelen Kal'atü'l Kılâ'yı İspanyollara karşı kahramanca müdafaa etmiş, son nefesine kadar kılıcını elinden bırakmamış, vuruşa vuruşa şehid olmuştur (31 Ocak 1518'de) Oruç Reis; (10 Ekim 1518'de) İspanyollar tarafından şehid edilmiştir Binlerce İspanyol askerinin saldırısına karşı 6 ay Tlemsen'i kahramanca koruyan deniz kurdu da dillere destan bir mücadele vererek 40 bini bulan düşman askerinin saldırısı sonucu, askerleriyle birlikte şehid edilmiştir Barbaros kardeşlerin bu şehâdetlerinden sonra kardeşleri Hızır, şehitlerin gözlerini arkada koymamıştır Etrafına topladığı gözü pek reisler ve Leventlerle Haçlıları perişan etmiştir Hızır Reis'in leventleri: Deniz üstünde yürürüz, Düşmanı arar buluruz, Öcümüz komaz alırız, Bize Hayreddinli derler diyerek Akdeniz'i bir uçtan bir uca geçip önlerine çıkan düşmanı perişan etmişlerdir Oruç'un şehadetine kadar Ağabeyi ile birlikte küffara karşı mücadele veren Barbaros Hayreddin Paşa, daha sonra tek başına Akdeniz'de dolaşmaya başlamıştır Hayatı zaferlerle geçti 1473'te dünyaya gelen Hayreddin Paşa'nın hayatı zaferlerle doludur demiştik Bu zafer dolu hayata kısaca göz gezdirelim 1512'de ağabeyi Oruç'la birlikte Cenevizliler'in elindeki Cecel'i fethetmişlerdir Tunus'un «Halku'l vâd» kalesini üs edindiler 1516'da Cezayir şehrini fethettiler Barbaros karedşler Kuzey Afrika'daki müslümanlar üzerindeki Haçlı baskısını kırmaya azmetmişlerdi Bu azimle çalışmışlar muvaffak olmuşlardır Cezayir'i fetheden Barbaros kardeşler, bütün Kuzey Afrika'yı fethetmeyi gaye edinmişlerdi Yalnız daha önce bir düşünceleri vardı Yavuz gibi bir cihangirin idaresindeki, İslâm âleminin hâmisi Osmanlı Devletinin maiyyetine girmek istiyorlardı Bu düşünceleriyle Barbaroslann şan, şeref peşinde olmadıkları, sırf «İTTİHAD» için «İLA-Yİ KELİMETULLAH» için cihad ettikleri açıkça görülmektedir Çünkü Kuzey Afrika'nın büyük kesiminde onlar Sultan olarak tanınmaktaydılar Hutbeler önce Oruç, daha sonra Hayreddin adına okunmaktaydı Fakat onlar dünyevî saltanat peşinde değillerdi «Hadimü'l Haremeyni şerifeyn» olduğunu ilan edecek olan Yavuz gibi, onlar da dinlerinin, milletlerinin ve Ulvi gayeleri gerçekleştirmek için çalışan Devletin hizmetinde bulunmayı Hâkimliğe tercih etmişlerdir Bunun için Yavuz Sultan Selim'e çeşitli zamanlarda defalarca elçi gönderirler İlk önce Mayıs 1516'da Piri Reis İstanbul'a gönderilir Yavuz Barbarosların teklifleri karşısında memnuniyetini belli eder Bunun nişanesi olmak üzere iki elmaslı kılıç verir Biri Oruç, biri Hızır Reisler için Barbaros Hayreddin reis daha sonra 1517'de Hacı Hüseyin Reis'i Yavuz'a gönderir Kahire'de bulunan Yavuz'la görüşen Hüseyin Reis daha sonraları 15 Mayıs 1519'da Yavuz'la İstanbul'da da bir görüşme yapmıştır Yavuz Barbaros Hayreddin Reisin isteklerini kabul etmiş, Yeniçeri kuvveti ile toplar göndermiş ve Anadolu'dan dilediği kadar asker toplaması izninin yanı sıra «Cezayir Beylerbeyi» unvanını vermiştir Artık Barbaros Hayreddin Paşa, Akdeniz'de Osmanlı devletini temsil etmektedir Bu sıfatla İslâm düşmanlarının karşısına çıkacak, cihad edecektir Devamlı kazandığı zaferlerle, aldığı ganimetlerle maddî cihetten de güçlenen Barbaros, kazandığı bu zaferleri iman gücü ve azmi yanında «Deniz Harp sanatındaki maharetine» ve yine mahir reislere sahip oluşuna borçludur Barbros'un maiyyetindeki her biri Denizcilikte mahir, gözüpek reislerinden bir kısmı şunlardır: Coğrafya âlimi Piri Reis, Yahya Reis, Sinan Reis, Mehmet Reis, Aydın Reis, Kurtoğlu Müslihuddin Reis, Salih Reis, Turgut Reis, Barbaros'un oğlu Hasan Reis ve manevîoğlu Hasan Reis Barbaros'un oğulları Bunlardan, Barbaros'un oğlu ile manevî oğlu Hasan Reisler Cezayir Beylerbeyliği yapmışlardır Salih Reis de Cezayir Beylerbeyliği yanısıra Fas Fatihi olarak ta tanınır Aydın Reis, Endülüslü Müslümanların İspanyol zulmünden kurtarılmalarında büyük vazife yapmıştır Mücadeleleriyle düşmanın belini kırmıştır Bu bakımdan Avrupalılar Ona «Şeytan Döven» demekteydiler Müslümanlar ise, Aydın Reis'e'"Kâfir Döven" diyorlardı 23 Ağustos 1519 ile 1520 baharında üst üste Cezayir'i ele geçirmek için saldıran İspanyollar, Hayreddin Paşa kumandasındaki kuvvetler tarafından bozguna uğratılmıştır (1520-1525) tarihleri arasındayerli ahalinin ihaneti üzerine geçici bir süre elden çıkan Cezayir, 1525'te tekrar fethedilmiştir Bu parlak zaferlerden sonra Kanunî Barbaros'u İstanbul'a davet eder Barbaros, 18 Amirali ile birlikte İstanbul'a hareket eder Yol boyunca düşman limanlarına hücum eder Önüne çıkan düşman donanmalarını perişan eder 27 Aralık 1533'te binlerce İstanbullunun karşılamasıyla İstanbul'a ulaşır Kanuniyle görüşür Kanuni Barbaros'a iltifat eder Barbaros'a Kaptan-ı Derya'lık verilecektir Fakat bunun için, protokola göre bu unvanı Sadrazam İbrahim Paşanın vermesi gerekmektedir Padişah, devlet işinde yetkisi dahilinde olsa bile nizama halel vermekten şiddetle kaçınmaktadır Bunun için Barbaros bizzat kendisi İbrahim Paşayla görüşmek üzere Halep'e gitmiştir İstanbul - Halep arasını at sırtında 10 gün gibi kısa bir zamanda kateden Barbaros, dönüşte de 10 günde gelmiştir İstanbul'a döndükten sonra 6 Nisan 1534'te tertip edilen merasimle Barbaros'a Kaptan'ı Deryalığa tayin fermanı bildirilir Artık Barbaros Hayreddin Paşa, Osmanlı Devletinin Kaptan-ı Deryasıdır ve muazzam Osmanlı donanması emrindedir "Muazzam donanma" diyoruz Çünkü o devirde Osmanlı donanması Dünyanın donanma bakımından ilk sıralarındaydı Askeriyenin diğer sahalarında olduğu gibi Öyle ki birkaç senede bir bu gemiler değiştirilmekte, yenilenmekteydi Donanmaya çok ehemmiyet verdi Barbaros'un birkaç ay içerisinde, sadece İstanbul'daki tersanelerde 61 Harp gemisi inşa ettirmesi, donanmanın gücünü gösteren müşahhas bir örnektir Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa kumandasındaki Osmanlı Donanması denize açılır Yeni Fetihlere doğru yelkenler fora edilir 22 Ağustos 1534'te Tunus fethedilir Bu fetih üzerine Barbaros, Kaptan-ı Deryalık ve Cezayir Beylerbeyliği makamlarına ek olarak Divan-ı Hümayun tarafından yeni bir Beylerbeyi tayinine kadar Tunus Beylerbeyi vekilliğini de üzerine almıştır Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, İtalya (Venedik) üzerine sefer-i Hümâyûna iştirak etmiştir Orduyu Hümâyûn'un karadan hareketi ile birlikte 280 parçadan müteşekkil Donanmayı Hümâyûn 11 Mayıs 1537 günü hareket etmiştir 1537'de Kiklad Adalannı fetheden Barbaros, Akdeniz'in yanı sıra Ege'yi de düşmandan temizlemiş ve Venediklileri Ege'den kovmuştur Barbaros'un kumandanlığında kazanılan Preveze Zaferi, Dünya Deniz Harp tarihine geçmiş, bütün Dünyaya Osmanlı hakimiyetini bir kez daha duyurmuş ve Akdeniz'in tamamen bir Müslüman gölü olduğunu düşmanlara da kabul ettirmiştir İspanya, Almanya, Venedik, Portekiz, Ceneviz, Papalık, Floransa, Malta donanmalarından kurulu 600'den fazla gemiden müteşekkil Haçlı donanmasını 28 Eylül 1538'de Preveze'de bozguna uğratan Donanmayı Hümâyûna kumandanlık eden Kaptan-ı Derya Hayreddin Paşa, bu mücadelesiyle şanlı tarihimize parlak bir sayfa daha ilave etmiştir Zaferler birbirini takip eder Barbaros'un evladlığı Hasan Bey, Almanya İmparatoru ve İspanya Kralı Charles Quint (Şarlken)in bizzat kumanda ettiği haçlı donanmasını ve ordusunu Cezayir önlerinde bozguna uğratmış, yok etmiştir (24 Ekim 1541) Bu bozgun üzerine mağrur kral öfkeyle tacını denize fırlatmış ve perişan bir halde geri dönmüştür Ve Barbaros vefat ediyor Dünyanın en büyük devleti, kendilerinden yardım isteyenlerin yardımına koşmaktan geri durmamıştır Fransa Kralı IFrançais'in İspanya ile yaptıkları savaşta kendilerine yardımda bulunmaları için Kanûni'ye rica etmiş Kanunî de bu ricayı kabul etmişti Fransa'ya yardım için Barbaros vazifelendirilmiştir Barbaros Mayıs 1543'te Donanma ile İstanbul'dan ayrılır 20 Ağustos 1543'te Nice'yi fetheden Barbaros şehrin anahtarını Kanunî Sultan Süleyman adına kabul etmiştir Barbaros Nice'de fazla kalmaz ve Nice'i Fransızlara teslim eder Fransızlar burada Avrupa'nın durumunu ortaya koyan davranışlarda bulunurlar ve Nice'i yağmalarlar Barbaros, 1543 - 44 kışını Toulon'da geçirir Barbaros Toulon'da kaldığı müddetçe şehre Osmanlı sancağı çekilmiştir Barbaros Hayreddin Paşa daha sonra İstanbul'a dönmüştür 4 Temmuz 1546'da İstanbul'da fani dünyaya veda eden bu namlı reis, Beşiktaştaki türbesine defnedilmiştir Ömrünü Hakka adayan Barbaros, hayatının her safhasında Rıza-i İlâhî için çalıştığını ısbat etmiştir O yardımı Allah'tan beklemekteydi Bunun içindir ki Bayrağında; «Nasr'un minallahi ve fethun kariybun ve beşşiril mü'mi-niyne» (Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır -Ey Resulüm!- Mü'minlere müjde ver) -Es-saf Sûresi a 13- âyet-i kerimesi yazılıydı Asırlar boyu, sefere çıkan donanmalar Barbaros'un türbesi önünden hareket etmiş ve türbe önünden geçerken top atışlarıyla O'nu selâmlamışlardır Halen de deniz kuvvetleri top atışlarıyla bu denizlerin Pirî'ni hatırlamaktadırlar Bu şanlı büyüğümüzü tekrar hatırlarken ruhu şad olsun diyor ve yazımızı Beşiktaş önünden atılan her top sesleriyle hatırladığımız Yahya Kemal'in beyitleriyle noktalıyoruz Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor! Adalardan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi? Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor; O mübarek gemiler hangi seferden geliyor? |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #19 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerKanuni Sultan Süleyman On altınca asır, tarihimizin en parlak devresi Bu devreye 46 yıllık saltanatı ile mührünü basan şanlı hünkâr Avrupalıların, "Muhteşem" sıfatını kullandıkları Sultan Süleyman Karadeniz'in şirin vilayetlerinden ve Osmanlı Devleti sancaklarından Trabzon'da 6 Kasım 1494'te dünyaya gelen küçük yavruya isim düşünülmektedir Bu erkek çocuğun babası, geleceğin "Yavuz"u olacak olan Şehzade Selim'dir Sancak Beyi olarak Trabzon'da bulunmaktadır İsim için eskiden beri devam edegelen bir an'aneye başvurulur ve Kur'an-ı Kerim'den tefe'ül edilir Açılan sahifedeki "İnnehu min Süleyman" âyetinden alınarak yavruya Süleyman ismi verilir Şehzade Süleyman henüz küçük yaşlanndan itibaren şanlı pederinin bırakacağı muazzam Devletin becerikli idarecisi olacak şekilde yetiştirilir Mükemmel dinî kültürün yanında san'at da öğretilir istikbalin Kanunisi'ne Hocası Mevlânâ Hayreddin O'na dinî ilimleri öğretmiştir Ayrıca devrin meşhur âlimlerinden müsbet ilimleri tahsil etmiştir San'at olarak ta kuyumculukta karar kılınmıştır Bu san'attaki ustasıyla Şehzade Süleyman arasında cereyan eden bir hadise hayli enteresandır Şehzade Süleyman, ustasının verdiği vazifeyi yapmayınca ustası, "Sana bin sopa vuracağım" der Bunu duyan Şehzade Süleyman'ın annesi Hafza Hatun ustadan evladının affını rica eder ve ustaya bin altın verir Fakat usta yemin etmiştir Yemini yerine getirmek için bir formül bulur ve çırağı Şehzade Süleyman'dan altınları yüz ince tel haline getirmesini ister Ustanın isteği yerine getirilince, usta bu yüz altın telle Şehzadeye on kere vurur Şehzade Süleyman dedesi IIIBayezıd'ın sağlığında Devlet idareciliğine ilk adımı atmıştır Evvela Şebinkarahisar, ardından Bolu sancak beyliğine tayin edilir Bu iki tayine de amcası Şehzade Ahmet itiraz etmiştir Tahta oturmayı ümid eden Şehzade Ahmed, yeğeninin, Yavuz Selim hesabına ümidini engelleyeceğini hesaplamaktadır Ve şehzade Süleyman Kefe sancakbeyliğine tayin edilir Henüz çocukluk çağındaki Şehzade Süleyman sancak beyliğinden önce yine henüz Şehzade olan pederi Şehzade Selimin Şah İsmail ordusunu Erzincan'da darmadağın ederken de yanıbaşındadır Yavuz Sultan Selim'in padişahlığı esnasında; Şehzade Süleyman padişah'ın payitahtta bulunmadığı sıralar babasına vekalet etmiş, daha sonra Saruhan sancak beyliği vazifesi ile Manisa'ya gönderilmiştir Tahta oturuşu ve sonrası Yavuz'un 22 Eylül 1520'de vefatı üzerine Şehzade Süleyman 30 Eylül 1520'de Osmanlı tahtına oturmuştur İlk icraat olarak adalet işlerini yoluna koymuş ve iç huzuru sağlamak için uğraşmıştır 6 Şubat 1521 de Canbirdi Gazali isyanının bastırılmasından sonra üç kıtada 46 yıl boyunca devam edecek seferlere başlamıştır Kanunî, 7 Eylül 1566'da vefatına kadar 13 "Sefer-i Hümâyûn'a" çıkmıştır Bu seferlerin neticesinde dört bir yanda kazanılan zaferler ve yapılan fetihlerle Devlet ihtişamın zirvesine ulaşmıştır Garpta Belgrad'ın, Rodos'un fethedilmesi, Mohaç zaferinin kazanılması, Estergon seferi neticesinde alınan topraklar ve Viyana kapılarına dayanış Doğuda ve Güneyde; İran üzerine yapılan seferlerle doğu hududunun sağlamlaştırılması Akdenizdeki fetihler Afrika kıtasındaki fetihler Bütün bu fetihlerle Kanuni pederinden devraldığı topraklara; Trablusgarb'ı, İrak'ı, Cezayir'i Anadolu'da Van'dan Ardahan'a kadar kuzey ile kuzeydoğu topraklarını, Batı'da; Macaristan, Erdel, Belgrad havalisini, Rodos'u, Adalar denizinde en mühimmi Sakız olmak üzere çeşitli Venedik ve Ceneviz sömürgelerini Akdeniz'de büyük ehemmiyeti olan Cerbe adasını ilave etmiş; Akdeniz'le Kızıldeniz'i ve Basra Körfezini birer Müslüman Türk gölü haline getirmiş; Osmanlı sancağını Umman ve Hint denizlerinde dalgalandırmıştır Doğu sınırında çıbanbaşı olan Safevileri büsbütün sindirmiş ve İspanya krallığı ile Almanya imparatorluğuna ve Avusturya devletine, Osmanlı Devletinin hakimiyetini kabul ettiren anlaşmalar imzalatıp haraca bağlamıştır Geriye hudutlarında güneş batmayan muhteşem bir Devlet bırakan bu idarecilerin devresinde Osmanlı Devleti "süpergüç" olmuştur Osmanlı Devleti Kanuni devrinde adaletiyle, idaresiyle, iktisadi faaliyetleriyle, ilim, kültür, san'at faaliyetleriyle bütün dünyaya örnek olmuştur Kanuni rahat döşeğinde ölümü hazmedememiş, Hakkın emanetini harp meydanında teslim etmek istemiş ve öyle de olmuştur Son "Sefer-i Hümayun'da" ordu Zigetvar kalesi önlerindeyken top, tüfek sesleri, kılıç şakırtıları arasında teslim-i ruh etmiştir Vefatının akabinde de kale fethedilmiştir Kanuni harp sanatındaki mahareti yanında, san'atkarlığıyla da tanınır Aynı zamanda usta bir şairdir "Muhibbi" mahlasıyla (takma ad) yazdığı şiirlerde san'atının ve fikrinin pırıltılarını görmekteyiz Bütün hayatı boyunca adımlarını, Allah rızası için atmaya çalışmış olan bu cihangir padişah Tevhid uğruna her fedakârlığı göze almaktan çekinmemiştir Bir şiirinde şöyle der: "Halk içinde mü'teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi Saltanat dedikleri ancak cihan gavgaasıdır Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi" Hak için, "İla-yi kelimetullah" için çalıştığını hareketleriyle gösterdiği gibi, fikrini "Muhibbi" mahlasıyla yazdığı şiirlerinde sık sık işlediğini görmekteyiz Kanuni, şu meşhur şiirinde niyetini açıkça belirtmektedir: "Allah Allah diyelim, sancak-ı şahı çekelim, Yürüyüp her yandan Şark'a sipahi çekelim İki yerden kuşanalım yine gayret kuşağın, Bulaşıp toz ile toprağa bu rahı çekelim, Payimal eyliyelim kişverini sürhserin, Gözüne sürme deyu dûd-ı siyahı çekelim Bize farz olmuş iken olmamız İslâm'a zahir Nice bir oturalım bunca günahı çekelim! Umarım rehber ola bize Ebübekr ü Ömer Ey Muhibbi, yürüyüp Şark'a sipahi çekelim!" Bu büyük hükümdarın devrinde yüzlerce büyük şahsiyetler yetişmiştir Edebiyyata; Fuzulî, Bakî İlim'de; Zenbilli Ali Efendi, İbni Kemal ve Ebussuud Efendi Mimaride; Koca Sinan Tarih'te; Selanikî Mustafa, Âli, Celâlzâde Mustafa, Nişancı Mehmet Coğrafyada; Pîri Reis Denizcilikte; Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis Önde gelen isimlerdendir Şair Padişahlardan Kanûnî'nin meşhur Beyti: Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi İlme ve buna bağlı olarak âlimlere ve san'atkarlara büyük değer veren Kanuni Devrinde Osmanlı sınırları yüzlerce san'at eserleriyle süslenmiş, yüzlerce eser yazılmıştır Mimari sahasındaki başlıca eserler; Süleymaniye Külliyesi, Babasının namına yaptırdığı Sultan Selim Camii, oğullan Şehzade Mehmed ve Cihangir namına yaptırdığı camiler Kızı Mihrimah Sultan namına yaptırdığı Edirnekapı ve Üsküdar'daki camiler, Haseki Sultan Camii ve medresesi ve her tarafa dağılmış, köprüler, medreseler, tekkeler Şan ve şerefle dolu bir devri ve Hak âşığı şanlı hünkan anlatmaya ciltler dolusu yazılar yetmez Biz Kanuni hakkındaki yazımızı taşıdığı mânâ itibariyle vasiyyeti ve bir şiirle noktalayalım Kanuni hastalığı esnasıda Ebussuud efendiye bir sandık teslim ederek vefatında bu sandıkla gömülmesini vasiyyet etmiştir Vefatı takiben ulemâ arasında yapılan tartışmalar neticesinde, dinimizde eşya ile gömülmek caiz görülmediğinden sandık kabre konulmaz Fakat merak üzere açılır İçindekileri gören Ebussuud efendi göz yaşlarını tutamaz Sandıkta Kanuni'nin verdiği hükümler için aldığı fetvalar vardır Ebussuud efendi ağlayarak "-Süleyman sen kendini kurtardın biz ne yapacağız" der Kanuni için ağlayanlardan birisi de şair Baki'dir "Kanuni Sultan Süleyman Mersiyyesi" ile hislerini dile getirmiştir Bu meşhur manzumenin altıncı bendininin son beyitleriyle yazımızı noktalayalım: Şöyle diyor Baki şanlı hünkar için: "Dest-i fenada merg-i hevâ durmayıp döner Tiğın Huda yolunda sebil etti canları Şemşîr gibi rûy-ı zemine taraf taraf Saldın demir kuşaklı cihan pehlivanları Aldın hezâr bütkedeyi mescid eğledin Nâkus yerlerinde okuttun ezanları Âhir çalındı kûs-ı rahîl ettin irtihâl Evvel konağın oldu cinân büstanları Minnet Hudâya iki cihanda kılup saîd Nâm-ı şerifin eyliye hem gazi hem şehid" |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #20 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerMimar Sinan Mimar Sinan deyince, ihtişamlı bir devre haşmetli eserlerle mühür basan, mimarî sahasında en mükemmel eserleri bizlere hediye eden koca ustayı hatırlarız hemen Hatırlarız ve bir anda gözlerimizin önüne Şehzadebaşı gelir, Süleymaniye gelir, bütün haşmetiyle Selimiye gelir Bereketli bir ömürde meydana getirdiği mimari değerleri büyük 366 eserle; aynı zamanda azim ve gayretle çalışmanın karşılıksız kalmayacağını, böyle yüzlerce eserle neticeleneceğini fiilen göstermiş, gelecek nesle örnek olmuş bir büyüğümüzdür 1490 yılında Kayseri'nin Ağırnas köyünde dünyaya gelen Sinan'ı, Osmanlı devletinin dört kıtada at oynattığı bir devirde ve cihangir iki padişahın maiyyetinde görmekteyiz »Dünya bir padişaha çok iki padişaha azdır» diyen Yavuz'un ve devrinde, Osmanlı'nın cihanda en büyük devlet olduğu Kanunî'nin maiyyetinde Devamlı ilimle meşgul oldu Sinan henüz yirmi iki yaşındayken, 1512 yılında Kayseri'den devşirme olarak İstanbul'a getirilmiştir Bu tarihten itibaren Sinan'ı devamlı ilimle, araştırmayla meşgul görüyoruz Azimle çalışmanın semeresini devamlı terfi alarak görür Yavuz ve Kanunî devrinde, doğudaki ve batıdaki medeniyet ve kültür merkezlerini gören, oradaki eserleri yakından araştırma fırsatını bulan Sinan, »İlim mü'min'in yitik malıdır, nerede bulursa almalıdır» hadisi şerifi gereğince ilim namına, kültür namına her gördüğünü araştırmış, işine yarayacak olanları hafızasına nakşetmiştir Sonradan bu görüp incelediklerini taklide sapmadan, tamamen kendisine has bir üslupla eserlerinde kullanmıştır Doğudan batıya, kuzeyden güneye binlerce kilometrelik mesafeleri fetih ordularıyla birlikte kateden Sinan, her defasında değişik yerler görmüş, aktif hizmetlerde bulunmuş, padişahların takdirini kazanmıştır Sinan'ı sırasıyla şu seferlerde ve vazifelerde görüyoruz; Yavuz Sultan Selim devrinde, 1514'te İran ve 1517'de Mısır seferine iştirak etmiş, İran'da Büyük Selçuklular devrinde başlayan kubbe mimarisini, Mısır'da Memlükler'den kalma eserlerdeki renkli taş kaplama ve kakmaları yakından görmüştür Kanunî Sultan Süleyman devrinde Belgrad (1521) ve Rodos (1522) seferlerine katılarak atlı sekban, 1526'da Mohaç savaşına girdikten sonra acemioğlanlar yayabaşılığına, daha sonra da kapı yayabaşılığına yükselmiştir Alman seferine (1532) zemberekçibaşı rütbesiyle katılmıştır 1534'te Irakeyn seferine katılmıştır Yine Batıya yapılan seferlerden, Korfu, Pulya (1537) ve Kara Boğdan (1538) seferlerine iştirak etmiştir Bu seferlerde Avrupa mimarisini yakından tanıyan Mimar Sinan, Tebriz ve Bağdad'da meydana getirilmiş olan «İslam mimarisinin» örneklerini de yakından tanıma fırsatını bulmuştu Ordunun geçtiği yollarda, köprü, yol, kanal gibi çeşitli yapı işlerinde gösterdiği muvaffakiyet Padişahın dikkatini çekmiştir Kara Boğdan seferinde, Prut ırmağı üzerinde 13 günde bir köprü kurması onun maharetini bir kez daha ispatlayan örnek olmuştu Göstermiş olduğu bu muvaffakiyetlerle 1536'da «reis-i mimarân-ı dergâh-ı âli» rütbesini almış, vefatına kadar mimarbaşı olarak vazife yapmıştır Eserleri üç kıtaya yayıldı Üç kıtaya yayılan devletin hemen her köşesinde onun eserlerine rastlanır Budin ve Kırım'dan Mekke'ye kadar dört bir yan'da onun eserleri görülür Mimari sahasının en olgun örnekleri olan 84 cami, 52 mescid, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 5 su yollan, su kemerleri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 saray 8 mahzen, 48 hamam Bunlar göze çarpacak derecede olanlar Bunların yanında şimdi Avrupa'da Osmanlı'nın sefer hatırası olarak bulunan köprüler, yollar, kanallar, mescidler Bu san'at değeri yüksek ve eşsiz eserler içerisinde üç tanesi en çok dikkatleri çekmiştir Koca ustanın da san'at hayatının üç devresine izafe ettiği üç eser Çıraklık devri eseri Şehzadebaşı, Kalfalık devri eseri Süleymaniye ve ustalık devri eseri Selimiye camileri İstanbul'un görkemli yapılarından Süleymaniye için Yahya Kemal hislerini şu şekilde manzumeleştirmiş: Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı Adamış sevdiği Allahına bir böyle yapı En güzel mabedi olsun diye en son dinin Budur öz şekli hayâl ettiği mimarînin Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi, Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsi tepeyi Taşımış harcını gazileri, serdarıyle, Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimariyle Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne, Uhrevi bir kapı açmış buradan gökyüzüne Tâ ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları Mimar Sinan'ın eserlerinde her şey yerli yerindedir Sadelik içerisinde mükemmellik, ahenk, haşmet Çok geniş kubbeleri, zarif minareleri, geniş ve ferah yapı tarzıyla, herşey yerli yerindedir Sinan'ın eserlerinde Dine hücum edenlere sed oldu Mimar Sinan eserlerinde dış görünüş yanında içi de ihmal etmemiş, bilhassa camileri; çinilerle hat sanatının en güzel örnekleri ile donatmıştır Eserlerinde, işçilerle birlikte çalışan, taş taşıyan, harç karan Sinan, mütevâzi, cömert bir insan ve Rabbinin gösterdiği yolda yürüyen bir mü'mindi O, gelecekteki iddiaları görmüşçesine, eserleriyle, «Dinin terakkiye mani olduğu» safsatasını çürütmüştü İlme talib olmuş, aramış, azimle çalışmış ve bütün dünyanın takdirle alkışladığı eserler meydana getirmiştir Mimar Sinan'ın eserleri, ilmi teşvik eden son dine hücum eden iftiracıların önünde bir sed, bir kaledir Bütün hücumlar Süleymaniye'nin eteklerinde güneş önündeki kar gibi erimiştir Erimeye mahkum bırakmıştır Koca Usta 9 Nisan 1588'de İstanbul'da fâni hayata gözlerini yuman Mimar Sinan geride dünya malı olarak tek çöp dahi bırakmamıştı Süleymaniye gibi muhteşem âbidenin kuzey doğusunda, bir mimarın pergelini andıran şekli ile mütevâzi bir türbeye defnedilmiştir |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #21 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerFuzûli Kültür ve Medeniyet hazinemize eşsiz eserler armağan eden sanatkârlarımızdan birisi de Fuzulî'dir Edebiyat sahasında dünya çapında şöhrete sahiptir O'nun meydana getirdiği eserler asırlar boyu dillerden düşmemiştir Şiir dalında meydana getirdiği eserlerin dünya klasikleri arasında mümtaz bir yeri vardır Fuzûlî'nin Şiir san'atına kabiliyeti küçük yaşlarından itibaren belli olmuştur O çok küçük yaştan itibaren diz çöktüğü ilim ve irfan rahle-i tedrisinden aldığı geniş malumatı, ruhundaki İlâhî aşkla yoğurup, san'at potasına dökerek mükemmel bir şekil halinde nesillere cömertçe armağan etmesini bilmiştir Bu yolda gösterdiği gayret ve Hak âşıklığındaki ihlasıdır ki O'nu unutulmayanlar listesine kaydettirmiştir Kısaca hayatına göz atalım: Fuzûlî'nin doğum tarihi hakkında kesin bir rakam söylenememekle birlikte 1480 tarihi civarında Kerbelâ'da dünyaya gelmiştir Babası Süleyman Efendi Hille Müftülüğü yapmıştır Asıl adı Mehmed olan Fuzûlî ilk tahsilini babasının eğitim halkasında yapmıştır Daha sonra çevrenin meşhur âlimlerinden de dersler almıştır Kayınpederi Hoca Rahmetullah da ders aldığı âlimler arasındadır Kısa zamanda ilim, irfan vadisinde hayli mesafe olan Fuzulî şiire olan kabiliyetiyle, tahsil ettiği ilimleri edebiyatın bu zorlu dalında işlemeye başladığında, devrinin bütün mühim ilimlerini kazanmış hüviyete sahip bulunmaktaydı Ana lisanı Türkçe'den başka Arapça ve Farsça lisanını da elde etmiş ve lisan bilgisini mükemmel eserler verebilecek derecede ileri seviyeye ulaştırmıştır Fuzûlî'nin verdiği eserlerle şöhreti Irak ve İran'dan taşarak Osmanlı topraklarına kadar yayılmıştır Kanunî Sultan Süleyman'ın 1534'te Bağdat'ı fethetmesi üzerine, bu şanlı padişaha herbiri parlak birer eser olan 5 ayrı kaside takdim etmiş, bu cihangir Osmanlı padişahını methederek fethini alkışlamıştır "Geldi burc-ı evliyaya Pâdişâh-ı nâmdâr" diyen Fuzulî, "Kasîde-i der tavsîf-i Bağdad ve medhi Sultan Süleyman" eserinin bu mısrayla aynı zamanda Bağdad'ın fethi olan H941 senesine tarih düşürmüştür Bağdad'ın fethinden sonra Osmanlı tâbiiyetine giren Fuzûlî'ye Kanunî Sultan Süleyman yakın alâka göstermiş ve maddî bakımdan oldukça fakir olan Fuzûli'ye vakıf gelirlerinden günde 9 akçalık bir tahsilat bağlatmıştır 1556 yılında Kerbelâ'da vefat ettiğinde ismi 3 kıtaya yayılmış bir şöhrete sahip bulunmaktaydı Fikirleri-şahsiyeti Aklî ve naklî bütün İslâm ilimlerinde geniş malumata sahip Fuzulî, istikrarlı bir İslâmî fikrî yapısı yanında, daha ziyade hissiyatıyla şöhret bulmuştur O, Cenab-ı Hakkın Kâinatta görünen İlahî san'atı karşısında coşmuş, İlâhî aşkla şekil ve ifade bakımından mükemmel şiirler söylemiştir Hak âşığı Fuzulî, cismanî aşktan İlahî aşka yönelen Mecnun gibi kâinattaki bütün mahlukata karşı, Cenab-ı Hakk'ın kudretinin birer tecellileri olması sebebiyle, san'atların san'atkâr-ı hakikisine olan aşkını dile getirmiştir Sahada Mecnun'u geçtiğini söyleyen Fuzulî şöyle demektedir Mende Mecnun'dan füzûn (fazla) âşıklık isti'dadı var Âşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var Fuzulî İlahî aşkın hasretlisidir Aşk belasıyla tanışmak ve onunla arkadaş olmak istemekte ve bunun için Cenab-ı Hakka yalvarmaktadır "Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl aşna beni Bir dem belâ-yı âşkdan etme cüda beni" der Gönlü aşk ateşiyle tutuşan Fuzûlî bu aşkı gizlemeye tahammül gösterememekte, güç yetirememekte ve bülbül gibi feryâd etmektedir "Şeb-i hicran yanar canım döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efganım kara bahtım uyanmaz mı Fuzûli rind-i şeydâdır hemîşe (dâima) halka rüsvâdır Sorun kim bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı" Fuzûlî İlâhî aşkı açıklamasından kendisi de hoşnud değildir Şöyle der: Ah ü feryadın Fuzûli incidübdür âlemi Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedür" der Fuzulî Münacaatlarıyla Cenab-ı Hakka yalvarırken, Na'tlarıyla da "Hatemü'l Enbiya'ya" karşı muhabbetini dile getirmektedir En meşhur Naatlarından biri olan "Su Kasidesi"ndeki, Yâ Habib-Allah Yâ Hayrel-beşer müştâkınem Eyle kim leb-i teşneler yanub diled, hemvâre su Sensin ol bahr-i keramet kim şeb-i mi'râcda Şebnem-i feyzin yitürmüş sabit ü seyyare sû beyitlerinde olduğu gibi yanık bir ifadeyle hislerini terennüm eder Su kasidesinden birkaç beyit daha görelim dilerseniz: Dest bûs-ı arzusuyla ölürsem dostlar Göze ilk toprağım sunun ânınla yâre su Serv-i serkeşlik kılur kamer-i niyazından meğer Dâmenin duta ayağına düşe yalvâre su Tıynet-i pâkine rûşen kılmış ehl-i âleme İktida kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtara su Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nur Dönmez ol dergâhdan ger olsa pare pare su Zikr-i nâ'tın virdini derman bilür ehl-i hata Eyle kim def-i humar içün içer miyhvare su Çeşme-i hurşidden her dem zilâl-ifeyz iner Hacet olsa meraktan tecdid eden mîmâre su Fuzulî san'atının kıymetini müdriktir "Yümn-i nd'tından güher olmuş Fuzûlî sözleri Ebr-i nisandan dönen tek lü'lü-i şehvâre su" demektedir Kasidenin sonunda maksadını ifade etmektedir: Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrum olmıyam Çeşme-i vasim verüben teşne-i didâre sû Fuzulî düzgün ve muntazam şiirden hoşlanmakta ve san'atta mükemmelliği aramaktadır Gençlik devrinde aradığı mükemmelliği yakaladığı andan itibaren Fuzûlî mahlasını kullanmağa başlamıştır O, titiz bir emeğin mahsulü eserlerinin diğer şairlerin-kinden ayırt edilmesi için hiç kimsenin kullanmaya cesaret edemeyeceği bir mahlas seçmiştir Fuzulî bu mahlası alırken aynı zamanda "fazl"ın çokluk şeklini de kastetmiştir Yani, faziletlere sahip kimse mânasına Fuzulî'yi de kastetmiştir Ciddiyetli bir şahsiyete sahip olan Fuzulî aynı zamanda son derece tevazu sahibiydi Eserlerindeki mükemmelliği anlayıp bunu açıklaması, övünmeden çok divan edebiyatı geleneğindendir Gazel, kaside ve mesnevilerinde fikirlerini mahir bir kuyumcu hassasiyetiyle beyitlere nakşeden Fuzulî, güzel söz ipliğine inci gibi kelimeler dizerek san'at pazarına çıkarmıştır O'nun şikayet ve tenkitleri bile san'atlıdır Yazılış ve mâna yakınlığı olan kelimeleri ustalıkla kullanır Yanlışlık yapmayı alışkanlık haline getirmiş katipleri, şöyle tenkit eder: Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrirün Ki fesâd-i rakamı, sûr'umuzı (şenlik) sûr (şamata) eyler Gah bir harf sükutiyle kılur nâdir'i nâr Gah bir nokta kusûrıyle göz'ü kör eyler İslamî yazı göz önüne alındığında bu beyitlerde ifade edilmek istenen mâna daha iyi anlaşılacaktır Eserleri Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzulinin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz Türkçe manzum eserleri: Divan, Beng ü Bade, Leylî vü Mecnûn, Kırk Hadis Türkçe mensur eserleri: Hadîkatü's-Suadâ, Mektuplar Arapça eserleri: Dîvan (manzum), Matlau'1-itikad (mensur) Farsça manzum eserleri: Dîvan, Heft-câm (sâkinâme), Enîsü'1-kalb, Muammeyât Farsça mensur eserleri: Rind ü zâhid, Hüsn ü Aşk |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #22 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerBakî Bâki Osmanlı medeniyetinin bütün dünyayı ihtişam güneşiyle aydınlattığı 16asırda yükselen Dâvudî bir sestir Öyle bir ses ki, aradan dört asır geçmesine rağmen âhenginden ve gürlüğünden hiçbirşey kaybetmeden günümüze kadar ulaşmıştır O bu kubbede hoş şada bırakarak ebediyete göçmüş büyüklerimizdendir Şöyle der Bakî: "Âvâzeyi bu âleme Dâvud gibi sal Baki kalan bu kubbede bir hoş şada imiş" Bakî, hayatı boyunca gösterdiği gayretlerle gelecek nesillere örnek olmuştur 1526 yılında İstanbul'da fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bakî, fakirliğin çalışmaya ve yükselmeye mani bir hal olmadığını hayatıyla isbat etmiştir Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendidir Babası küçük Mahmud Abdülbâki'yi ailedeki geçim sıkıntısı yüzünden saraç çıraklığına vermiştir Fakat geleceğin Bâki'si ilim tahsili aşkını bir türlü kalbinden söküp atamamıştır Bir müddet ailesinden gizli olarak Fatih medresesine devam etmiş ve hocalarının güzide talebesi olma başarısını göstermiştir Daha sonra mesele anlaşılınca ailesi okumasına izin vermiş, Abdülbaki de yeni bir şevkle tahsiline devam etmiştir Devrin meşhur müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed Efendilerin ilminden istifade eden Baki, 1552'den itibaren de Süleymaniye Müderrisi Kadızâde Şemseddin Ahmed Efendi'nin derslerine başlamıştır Bir taraftan ilim tahsil ederken diğer taraftan da şiirle uğraşan Bakî, henüz 19 yaşındayken İstanbul'da genç şairler arasında şöhret kazanmış bulunmaktaydı Öyle ki devrin ve edebiyatımızın meşhur şairlerinden Zatî, her fırsatta bu genç şairi övmektedir Hatta Baki'nin bir şiirini genişleterek gazel haline getirmiş ve divanına almıştır Bunu kınayanlara karşı şöyle diyordu Zatî: "Bakî gibi bir şâirin şiirini almak ayıp değildir" Kanunî Sultan Süleyman'ın hususi iltifatını da gören Bakî, Padişanla sık sık sohbet etme imkanını da bulmuş ve "Muhibbi" mahlasıyla şiirler yazan padişahın gazel ve kasidelerine nazireler yazmıştır Henüz hayattayken "Sultanüş'şuâra" sıfatına layık görülen Bakî, IISelim ve IIIMurad devirlerinde de büyük alâka görmüş ilim ve san'at adamıdır Tahsilini tamamladıktan sonra Devlet hizmetinde çeşitli kademelerde vazife yapmış olan Baki'nin, hayatının iniş ve çıkışlarla dolu bu safhasına kısaca göz atalım: 1555'te Halep kadılığına tayin olunan hocası Şemseddin Ahmed efendiyle birlikte Halep'e gitti ve 1559'da hocasıyla birlikte İstanbul'a döndü 1561'de danişmend oldu Daha sonra Silivri Pîri Paşa medresesine, oradan da Murad Paşa medresesine tayin oldu 1569'da Mahmud Paşa, 1571'de Eyyub, 1573'de Sahn, 1575'de Süleymaniye müderrisliği yaptı Baki'nin müderrislikten sonra kadılık hayatı başlar Sırasıyla Mekke, Medine, İstanbul kadılığına tayin edildi 1585'te Anadolu, 1591'de de Rumeli Kazaskeri oldu 1600 yılında İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşan Baki memuriyet hayatı boyunca da başarılı bir şekilde hizmet vermiştir San'atı ve şahsiyeti Baki, sadece 16Asrın değil bütün asırların mümtaz san'atkârları arasında yer almıştır Geniş bir ilme ve ebedî kültüre sahip olan Bakî ince bir zevkle, hassasiyetle seçtiği kelimelerle nazmı mücevher gibi işlemiş ve nazım diline yeni bir ahenk, yeni bir akıcılık getirmiş, nazım tekniğini mükemmelleştirmiştir Kusursuz bir şekil güzelliği taşıyan şiirleri aynı zamanda kulakta hoş tesirler bırakan cazip musikisiyle de edebiyatımızda ayrı bir yer tutmaktadır Bakî çok yazmaktan ziyade "iyi" yazmaya dikkat etmiş, san'ata saygı göstererek söylediğini mükemmel söylemek istemiştir Şöyle diyordu Bakî: "Çoğ olmaz bu tarza gazel Bâkiyâ Güzel söz güherdür güher az olur" Kibar, zarif tabiatlı Bakî, devrinde dilden dile dolaşan şiirleriyle, sadece İstanbul'da değil Anadolu'nun pek çok yerlerinde tanınıp seviliyordu Fakat o "sultanu'ş-şuâra" tacı başına konulmasına rağmen asla tevazuu elden bırakmıyordu O gururun insanları perişan eden nefis aldatması olduğunu biliyor ve bunu şöyle ifade ediyordu: "Saltanat tacın giyen âlemde mağrur olmasun Nice sultan börkin almışdur begüm bâd-ı hazan" (Beyim! Bu dünyada saltanat tacı giyenler asla mağrur olmasın! Çünkü hazan rüzgarı nice sultan başlığını ve başını alıp götürmüştür) Tevazuu yanında ciddiyetin de insana mükemmellik kazandıran değerlerden olduğunu bilir ve bunu hayatına tatbik der Bakî şöyle demektedir: Boş eğmezüz edâniye dünyâyı dûn içün Allahadır tevekkülümüz itimâdımız Biz müttekâyı zerkeş-i câhe dayanmazız Hakkın kemâl-i lutfunadır istinadımız Zühd ü salâha eylemezüz iltica hele Tutdu eğerçi âlem-i kevn'i fesadımız Minnet Hudâya devlet-i dünya fena bulur Baki kalur sahife-i âlemde adımız" Hakkın lutfuna dayanan ve sadece Hakka minnet etmeyi prensip edinen Baki bu prensibi yüzündendir ki hayatta muvaffak olmuştur Şair Baki'nin sanatının en güzel örneklerinden birisi de, Padişah'ın vefatı üzerine kaleme aldığı "Kanuni Sultan Süleyman Mersiyesi'dir Mersiyenin en güzel kısımlarından olan altıncı bendinde şöyle demektedir Bakî: Tiğın içürdi düşmene zahm-i zebanları Bahs etmez oldı kimse kesildi lisanları Gördi nihâl-i serv-i serefrâz-ı nîzeni Serkeşlik adın anmadı bir dahi banları Her kande bassa pâyı semendün nisâr içün Hanlar yolunda cümle revân etdi kanlan Deşt-i fenada mürg-i hevâ durmayub döner Tigın Huda yolunda sebil etdi canları Şemşir gibi rûyı zemine taraf taraf Saldun demir kuşaklı cihan pehlivanları Aldun hezâr bütgedeyi mescid eyledün Nâkûs yerlerinde okutdun ezanları" Eserleri Baki'nin başlıca eserleri şunlardır: Divan: Devrinde çok miktarda istinsah edilip Osmanlı topraklarına yayılmış olan divanında 4508 beyit bulunmaktadır Faza'il-cihad: Müslümanları cihada teşvik eden bu eseri, Ahmed bİbrahim'in eserinden tercüme etmiştir Hadîs-i erbain tercümesi: Şihâbeddin Ahmet bHatib el Kastalani'nin eserini esas tutarak yazmış olduğu siyer-i nebi Fazâ'il-i Mekke: 16Asır müelliflerinden Kutbeddin Muhammed bAhmed'in eserinin tercümesidir Vefatında cenaze namazı Fatih'te, şeyhülislam Sun'ullah Efendi tarafından kıldırılan Baki, sanki mümtaz insanların başına gelen akıbeti görür gibi söylediği şu beyt, yine şeyhülislam tarafından tabutunun başında okunmuştur: "Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî Durup el bağlayalar kurşuna yaran saf saf Kalabalık bir cemaatın iştirakiyle kılınan cenaze namazından sonra, Edirnekapı dışında, Eyüpsultana giden yol üstünde Lâliefendi çeşmesi yakınında bulunan mezarlığa defnedilmiştir |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #23 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerTurgut Reis Avrupalılar 16 Asırda Dragut ismini duyduklarında korkudan titriyorlardı Onlar, Trablusgarb fâtihi, Preveze ve Cerbe deniz muharebelerinin muzaffer amirali, Akdeniz'in hâkimi şanlı denizcimiz Turgut Reis'e Dragut ismini vermişlerdi Donanmasının başında Akdeniz'de görülmeye başladığında bütün Avrupalıları bir telaştır alıyordu Gelen Turgut Reis'ti Osmanlı Devleti'nin şanlı amirali, yenilmez denizci, Haçlı donanmalarının korkulu rüyası Osmanlı Devletine harp ilan eden İspanya'nın harp ve ticaret gemileri Akdeniz'de seyredemiyorlardı Çünkü Turgut Ris, donanması ve şehadet kuşağını kuşatmış serdengeçti leventleriyle her an karşılarına çıkabilirdi Turgut Reis, Katalonya, Balear, Sardunya, Sicilya, Korsika, Güneybatı İtalya kıyılarını vuruyor, İslam düşmanlarının yüreklerine korku salıyordu Turgut Reis Akdeniz'i bir göl haline getiren şanlı bir devletin kahraman bir kaptanıydı Mevki, makam, şöhret ve dünyalığa beş para ehemmiyet vermeyen, din için, devlet için, halkın huzuru için canla başla çalışan mütevazi, vakur bir yiğitti Cihadla dolu hayatı Turgut Reis 1485 yılında Muğla'nın bir köyünde dünyaya gelmiştir Babası Veli isminde çobanlık yapan bir zattı Turgut'un gözü daha küçük yaşından beri denizlerdeydi O, hikayelerini dinlediği, küffâra denizlerde de aman vermemek için canlarını ortaya koyan leventlerin arasına karışmak istiyordu Henüz çocukluk çağlanndaki Turgut, levent olarak Osmanlıya ait kadırgalarda çalışmaya başlamıştır Az zamanda gözü pekliği, zekası ve mahareti ile dikkatleri çekmiştir Oruç, daha sonra Barbaros Hayreddin Paşa Turgut Reis'i yanlarına aldılar Hayreddin Paşa'nın yanında kaptan olarak bulunan Turgut Reis oldukça maceralı bu hayati da kendi açısından sıradan bulmuştur Zaptettiği Avrupa ülkelerine ait gemilerle güçlenen filosunu Batı ve Orta Akdeniz'de dolaştırıp İslam düşmanı devletlerin gemilerini avlamaya başlamıştır Ancak, ihtiyaç halinde Cezayir'e gelerek Barbaros'un donanmasına katılmaktadır Bütün Akdeniz sahilleri Turgut Reis'in korkusuyla titremektedir Hayreddin Paşa İstanbul'a gittiğinde Turgut Reis'i de beraberinde götürmüş, on dokuz amiralinden biri olarak Kanuni'ye takdim etmiş, Kanuni de kendisine Bahriye sancakbeyliği unvanıın vermiştir Turgut Reis mevki ve makam sevdalısı değildi Riya'dan, gösterişten, yapmacık hareketlerden nefret ederdi Hakkı olsa bile istemek mizacına aykırıydı Protokolden hoşlanmıyordu O sedece hizmeti düşünüyordu, dinine, devletine, milletine hizmeti Denizcilik tarihimizin bu şanlı kaptanı hayatı boyunca uğradığı haksızlıklara bu yüzden ehemmiyet vermemişti Barbaros'un vefatından sonra herkes onun Kaptan-ı Derya olacağını ümit ediyordu Çünkü ondan daha layık bir kimse görülmüyordu Fakat olmadı Kendisi de istemedi Turgut Reis'in macera dolu hayatından bazı bölümlere göz gezdirelim: Turgut Reis'in hayatında üç yıllık bir esaret devresi vardır 1531 yıllarında Korsika'nın kuzey kıyısındaki Jiralana koyunda Salih Reis'le birlikte bulunurlarken Gianetino Doria kumandasında 80 parçalık donanma tarafından sarılır Dövüşürler, fakat neticede Salih Reis'le birlikte esir düşerler Üç yıl forsa olarak esir kalır En değerli arkadaşlarını düşman elinden kurtarmak için Cenova şehri önlerine gelen Barbaros, arkadaşları teslim edilmediği takdirde şehirde taş üstünde taş, omuz üstünde baş koymayacağını söyler Neticede Barbaros'un dediğini yapacağını ören Cenovalılar Turgut ve Salih Reisleri Barbaros'a teslim ederler Turgut Reis 28 Eylül 1538'de kazanılan Preveze Zaferinde mühim rol oynamıştır Bu meşhur deniz muharebesinde Turgut Reis ihtiyat filosuna kumanda etmiştir Kesin darbe vurulacağı zaman, düşmanın geri hatlarına sızarak kaçmak isteyen Haçlı gemilerini top ateşiyle batırmıştır Turgut Reis'in hücumları kesin neticenin alınmasını sağlamıştır Turgut Reis, Düşman gemilerini gece de takip etmiş ve yaralı düşman gemilerini zaptetmiştir Tarihimizin mühim zaferlerinden olan 5 Ağustos 1552'de kazanılan Fonza ve 14 Mayıs 1560'ta kazanılan Cerbe zaferi Turgut Reis'in ustaca kumandası ve kahramanlığıyla kazanılmıştır Turgut Reis'in üssü Tunus'un güneyindeki Cerbe adasıydı Zamanla bütün Güney Tunus'u ele geçirmiştir Sefere çıkan Turgut Reis İspanya ve İtalya'ya ait sahillerdeki yerleşim merkezlerini teker teker ele geçirmektedir Perişan olan Haçlı dünyası bütün imkânlarını kullanarak Turgut Reis'i ele geçirmeye çalışmışlardır Güney İtalya ve Sicilya kıyılarını yakarak Cerbe adasına dönen Turgut Reis'i ele geçirmek isteyen Andrea Doria 150 Parçalık gemi ile yola çıkar Turgut Reis'in adada 12 parçalık harp gemileri vardır Diğer gemileri seferdedir Doria adayı kat kat çembere alarak kuşatır Kendisine göre Tugut Reis'in kaçması imkânsızdır Bu Cenevizli kumandan etrafa haber salarak İtalyan Asilzadelerinin gelmelerini, Turgut Reis'i ele geçirmesini seyretmelerini ister Çepeçevre kuşatılan Turgut Reis, Fatih'in İstanbul kuşatmasında yaptığını yapmak ister Düşmanın aklının ucundan bile geçiremeyeceği bir harekete girişir El-Kantara deresinin sonu ile Cerbe adasının arka kıyısı arasına, ormandan kestirttiği kerestelerle kızak döşetir Bilahare üzerine bol yağ döktürdükten sonra yerli halkın da yardımıyla gemileri kızaklar üzerinden çektirerek Adanın güney kıyısına indirir Doria İtalya'dan gelecek seyirci asilzadeleri bekleyedursun Turgut Reis Akdeniz'e açılır ve yakalanışını seyretmeye gelen İtalyan ve İspanyol asilzadeleriyle dolu bir gemiyi esir alır Durumu öğrenen Doria müthiş şaşınr Bu hadiseden sonra Turgut Reis'in Avrupa'daki şöhreti daha da artmaya başlar Trablusgarb'ın fethi Osmanlı hakimiyetinde bulunan Libya'nın iç kısımlara ile Bingazi'nin emniyeti için Trablusgarb kıyılarının ele geçirilmesi lüzumlu hale gelmişti Trablusgarb kıyılan Saint-Jean şövalyelerinin elindeydi Ve bu kısım Osmanlı donanmaları için de bir tehlike teşkil ediyordu Trablusgarb'ın ele geçirilmesine karar veren Kanuni, Donanmayı Hümâyûnun bu sefer için yola çıkmasını ister Donanmaya Turgut Reis kumanda edecektir Kaptan-ı Derya Sinan Paşa da donanmada bulunmaktadır Bahsettiğimiz gibi Turgut Reis mevki, makam peşinde değildi Onun için hizmet esastı Nitekim en layık kendisi olduğu halde Kaptan-ı Deryalık önce Sinan Paşa'ya ardından Piyale Paşa'ya verilmişti Protokolden hoşlanmayan Turgut Reis'ten ürken bazı devlet adamları onun Kaptan-ı Derya olmaması için çalışmışlar ve bu hususta padişahı ikna etmişlerdi Fakat Kanuni, gerek Sinan Paşa'ya gerekse Piyale Paşa'ya talimat vererek Turgut Reis'in dediklerine harfiyyen uymalarını istemiştir Yanında yetişen kaptanların yüksek makamlar alması, kendisine hâlâ bir makam verilmeyişi Turgut Reis'in umurunda değildi Fakat Kanunî Trablusgarb fethedildiği takdirde Turgut Reis'i Beylerbeyi yapacağını söylemişti Trablusgarb Turgut Reis'in donanmayı maharetle idare etmesi sayesinde 15 Ağustos 1551'de fethedilir Kaptan-ı Derya Sinan Paşa, Murad Ağa'yı Trablusgarb Beylerbeyi ilan eder Devletine ve Devlet nizamı içerisinde işleyen hiyerarşiye bağlı olan Turgut Reis tek kelimeyle dahi olsun itiraz etmez Filosunu alarak Trablusgarb'tan ayrılır Bir de bakar ki bütün Donanmayı Hümayun peşinde Amiraller, Kaptan-ı Derya Sinan Paşa'yı karada bırakarak Turgut Reis'in peşine takılmışlardır Turgut Reis amirallere bu hareketlerinin isyan demek olduğunu, geri dönmelerini söylediğinde onlar geri dönmeyeceklerini ve kendisinden başka Kaptan-ı Derya tanımayacaklarını söylerler Sinan Paşa da Turgut Reis'e yalvararak gitmemesini rica etmektedir Devletin menfaatini düşünen Turgut Reis gitmekten vazgeçer, amiraller de Turgut Reis'in kumandası altında İstanbul'a dönmeye razı olur Hayatında kendisi için Padişah'a bir defa bile müracaat etmemiş olan Turgut Reis sadece Padişah'ın sözünü yere düşürmemek için müracat ederek Kanuni'ye verdiği sözü hatırlatır Kanunî Turgut Reis'i çok sevmektedir 1556'da kendisini Trablusgarb Beylerbeyi olarak tayin eder Turgut Reis şehadetine kadar bu vazifede kalır Beylerbeyi olduktan sonra Trablusgarb şehrini baştan başa imar ettirir, pek çok eserler yaptırır, camiler inşa ettirir Turgut Reis ilerlemiş yaşına rağmen seferden sefere koşmaktadır 17 Ağustos 1553'te Korsika'yı fetheder 1555 yılında da İtalyanlara ait Reggio şehrini zapteder Piyale paşa ile birlikte Fransa'yı İspanya'ya karşı koruma seferlerine çıkar İspanya'nın tehdidi altında bulunan Fransa, Kanuni'ye elçi göndererek yalvarıp yakarmış, İspanya'ya karşı korunmalarını istemiştir İspanya'nın nüfuzunun genişlemesini istemeyen Kanuni de Fransa'nın imdadına donanmayı göndermiştir Turgut Reis ve Piyale Paşa, 1557'de Bizerte limanını, 1558'de Balear adalarım fethederler Yine birlikte Cerbe zaferini kazanırlar Malta Seferi ve Turgut Reis'in şehadeti Saint-Jean şövalyelerinin elindeki Malta Akdeniz üzerinde Haçlı dünyasının bir kalesi olarak durmaktadır Turgut Reis burası ele geçirilmedikçe Akdeniz'de rahatsız edilmeye devam edileceklerini görerek Divan-ı Hümayun'u Malta fethine zorlamaktadır Kendisi de, 1540, 41, 44, 46, 47 ve 1551'de olmak üzere adaya altı sefer yapmış fakat çok muhkem olan kaleleri ve yalçın kayalıklar yüzünden adayı ele geçirememişti Divan-ı Hümayun netice'de Malta seferine karar vermişti Mustafa Paşa kara ordularının, Piyale Paşa donanmanın başına getirilmiş ve l Nisan 1565'te İstanbul'dan uğurlanmıştır Divan her iki Paşa'ya kesin talimatını vermiştir: "Zinhar Turgutça Paşa'nın reyine muhalefet etmeyiniz!" 19 Mayıs 1565'te Malta önlerine gelen Donanmayı Hümayun derhal adayı kuşatır Mustafa Paşa, Piyale Paşa'nın muhalefetine ve Turgut Reis gelinceye kadar hiçbir harekette bulunmama teklifini ileri sürmesine rağmen karaya asker çıkartır ve muharebeye başlar 2 Haziran 1565'te Malta önlerine gelen Turgut Reis Mustafa Paşa'nın hareketine kızar Çünkü kendisi yıllardır bu adayı taş taş incelemiştir Zayıf tarafın neresi olduğunu bilmektedir Fakat yine de harp taktiği açısından başlanılan muhasaranın kaldırılmasını uygun görmez Çünkü böyle bir hareket düşmana moral verecektir Turgut Reis 80 yaşında olmasına rağmen en ön saflarda hücum etmekte, getirdiği tekbirlerle, naralarla askerlere şevk vermektedir 17 Haziran 1565 günü yine şiddetli bir muharebede en ön saflarda vuruşurken başına isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralanır Ak sakalı kana bulanan Bilahare de son nefesini vererek şehadet şerbetini içer Yalnız bizim tarihimizin değil, bütün dünya tarihinin şahit olduğu eşsiz amirallerden olan Turgut Reis, Trablusgarb'a götürülerek oraya defnedilmiştir Şimdi aynı yerde türbesinde yatmaktadır Malta'da Turgut Reis'in şehit düştüğü yere hâlâ Pointe Dragut, yani Turgut Burnu denilmektedir |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #24 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerPîrî Reis Pîri Reis, Devletin bayrağını denizlerde şerefle dalgalandırmış denizci olması yanında, denizcilik ilmiyle bütün dünyanın takdirini kazanmış değerli bir âlimimizdir Yaptığı Dünya ve Amerika haritasıyla, yazdığı eserleriyle, asırlar boyu ilim alemince takdirle yâdedilmiştir Asıl ismi Ahmed Muhiddin olan Pîrî Reis, 1465'te Gelibolu'da doğmuştur Babası Hacı Mehmed Efendi'nin nezaretinde tanınmış hocalardan ders gören Ahmed Muhiddin 11 yaşında dayısı Kemal Reis'in yanında çırak denizci olarak denizlere açılmıştır Pîri Reis'in ölünceye kadar devam edecek denizcilik hayatı böylece çocukluk çağında başlamıştır O hem denizlerde harp edecek, hem de ilim tahsil ederek kendisini yetiştirecektir Kemal Reisle Birlikte Akdeniz ve Ege'de dolaşarak düşmana aman vermeyen Piri Reis, Osmanlı Devleti'nin hizmetine girerek bu şanlı Devletin bayrağını denizlerde şerefle dalgalandırmıştır Pîrî Reis, Endülüs'teki Müslümanların İspanyollarca katledilmesi üzerine Kemal Reisle birlikte Endülüs Müslümanlarının yardımına koşmuş, 1486'da İspanya sahillerinden gemilerine bindirdikleri müslümanları Afrika'ya taşımıştır Bu hizmetleri altı sene devam etmiştir IIBayezit'ın daveti üzerine dayısıyla birlikte İstanbul'a giden Pîrî Reis'e padişah, Amirallik rütbesi vermiştir Pîri Reis dayısıyla birlikte 1498'de başlayıp 1502'ye kadar devam eden Osmanlı-Venedik harbine de katılmıştır Pîrî Reis, dayısıyla birlikte Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara iştirak etmiştir 1500'de Modon kalesinin denizden kuşatılmasında "Reis" unvanıyla harp gemisine kumandanlık etmiştir Kemal Reis'in 1511'de vefatı üzerine Barbaros'un idaresi altındaki donanmada vazife olan Pîri Reis, bu namlı denizcinin pek çok seferine iştirak etmiştir Pîrî Reis 1516 ve 1517'de Suriye ve Mısır'ın Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilişi harekatına donanmasıyla katılarak değerli hizmetlerde bulunmuştur Pîri Reis haritalarını Yavuz Kahire'de iken padişah'a takdim etmiş ve çok takdir görmüştür Mısır seferinden sonra Gelibolu'ya dönerek hayatını ilme veren Pîrî Ris, Kanuni devrinde Rodos seferine katılmıştır Tamamladığı değerli eseri "Kitab-ı Bahriye"yi 1527'de Sadrazam İbrahim Paşa vasıtasıyla Kanuni'ye takdim eden Pîrî Reis, ilme âşık padişah tarafından mükafatlandırılmış ve teşvik görmüştür Kanunî tarafından 1547'de Hind (Mısır) kaptanı Deryalığına atanan Pîri Reis bu vazifesinde devlete büyük hizmetlerde bulunmuştur Bu vazifede iken 1551'de Aden'i fethetmiş, Maskat kalesini ele geçirmiştir Basra'da iken Portekiz donanmalarının Basra Körfezine gireceğini haber alınca üç kadırga ile denize açılmış fakat gemilerinden birisi Bahreyn adaları yakınında parçalanarak batmıştır Pîri Reis'in bu geri çekilişi ve Basra'daki donanmayı amiralsiz bırakılişi onu çekemeyenlerin elinde iyi bir koz olmuştur Mısır Valisi tarafından aleyhine bir raporla Kanuni'ye şikayet edilmiş ve bu şikayet üzerine, donanmayı düşman tecavüzü karşısında müdafaasız bırakıp vazifeyi yerine getiremeyerek devlet otoritesine gölge düşmesine yol açmaktan dolayı Kanuni'nin emriyle Mısır Divanında 1554'te boynu vurulmuştur Hayatını devlet hizmetine ve ilme adayan Pîrî Reis 16Asrın en büyük coğrafya âlimidir İtalyanca, İspanyolca, Rumca ve Portekizce bilen Piri Reis bu dillerdeki coğrafyaya dair eserleri araştırmıştır Başlıca eserleri şunlardır: Kitab-ı Bahriye: 858 büyük sayfa tutan denizciliğe ait bu değerli eserinde 223 harita bulunmaktadır Piri Reis bu eserinde Akdeniz'i kayalarına ve akıntılarına varıncaya kadar en ufak ayrıntıları haritalar vasıtasıyla göstermiştir Kitabın 78 sayfası da nazım şeklinde kaleme alınmıştır 1513'te yaptığı Amerika ve Dünya haritası dünyadaki ilim adamlarınca hayretle ve takdirle karşılanmıştır Çünkü Pîri Reis asırlar öncesinin sınırlı imkanlarına rağmen haritayı hayret verici doğrulukta çizmiştir Bu haritasıyla Pîri Reis coğrafya ilminde Avrupalılardan çok üstün olduğunu isbat etmiştir 1528'de yaptığı, Atlas Denizinin kuzeyini, Amerika'nın kuzey sahilini ve Grönland'dan Florida yarımadasına kadarki sahili gösteren haritası da çok değerlidir Pîrî Reis, Avrupalılar henüz Ortaçağın karanlıklarında yuvarlanırken, Galilei'yi "Dünya Dönüyor" dediği için 1633 tarihinde Engizisyon Mahkemesine çıkarıp başını uçurmak isterlerken, dünyanın yuvarlak olduğunu söylüyor, dünya haritası yapıyordu Amerika kıtasının keşfinin üzerinden çeyrek asır geçmeden Amerika'nın haritasını yapıyordu Piri Reis'in dünyanın yuvarlık olduğunu söylediği yıllarda Macellan'ın henüz dünya turuna çıkmadığı (dünya turu 20 Eylül 1519'da başlamış ve Macellan'ın kaptanları tarafından 6 Eylül 1522'de tamamlanmıştır) hatırlanırsa, Pîrî Reis'in coğrafya ilmi bakımından Avrupalılardan ne kadar ileride olduğu açıkça görülür Kendi değerlerimize sahip çıktığımızda ilimde ve fende Avrupalıları fersah fersah geçeceğimizin delillerinden birisi de Pîrî Reis'dir |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #25 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerTiryaki Hasan Paşa Tiryaki Hasan Paşa, bereketli ömründe kazandığı zaferlerle, idare ettiği savaşlarda gösterdiği orijinal harp taktikleri ve ordusunu sevk ve idare edişiyle dünya askerlik tarihinin en şanlı kumandanları arasında yer alan büyüğümüzdür Hayatını "İ'la-yı kelimetullah"a adamış olan Hasan Paşa, bu mukaddes ideal uğruna katıldığı mücadelelerden her zaman galib ayrılmıştır Düşman kuvvetleriyle mücadelede, maddî kuvvetten ziyade manevî kuvvetin ehemmiyetini ve inanç yönünden kuvvetli kişilerin koca ordulara karşı çıkıp onları perişan edebileceklerini bizzat göstermiş ve bu hakikati gelecek nesillerin nazarlarına sunmuştur Yaklaşık olarak 1521 yıllarında dünyaya gelen Hasan Paşa, genç yaşta Enderun'a girmiş ve saray okulunda iken kabiliyeti ve zekası ile dikkati çekmiştir Enderun'daki tahsilini ikmal eden Hasan Paşa 1574'ten itibaren bir müddet sarayda Sultan III Murad'ın yanında hizmet vermiştir Ardından Macaristan'da bir hudut sancağı olan Zigetvar'da yirmi sene beylik yapmıştır Harikulade cesareti, mertliği, kahramanlığı ve dindarlığı ile tanınmış ve devrin idarecilerince her zaman takdirle hatırlanmıştır 1594'te Bosna Beylerbeyi olan Hasan Paşa buradan da kendi arzusu üzerine Kanije Kalesi komutanlığına getirilmiştir Bu vazifede iken, kale, büyük düşman kuvvetlerince kuşatılmış ve bu muhasara esnasında gösterdiği kahramanlıkla tarihimize şan vermiştir Hasan Paşa'yı yakından tanımak için Kanije kuşatmasına ve bu kuşatma esnasında yapılan müdafaaya göz atmak lazımdır Kanije müdafaası Müstakbel Almanya imparatoru Arşidük Ferdinand yüz bin kişilik ordusuyla Kanije önlerine gelmiştir Ordusunda Almanlardan başka İtalyan, Papalık, İspanyol, Malta ve Fransız birlikleri de vardı Bu ordu, yeni bir haçlı ordusuydu adetâ Ayrıca orduda 47 ağır top vardı Bu kuvvetlerin karşısında; Kanije Beylerbeyisi Tiryaki Hasan Paşa kumandasındaki dokuz bin asker ve yüz küçük kale topu ile kalplere sığmayan coşkun bir iman vardı 9 Eylül 1601'de Kanije Kalesini kuşatan haçlı ordusu 2 ay 8 gün devam edecek kuşatma müddetince kaleye günde bin ilâ iki bin gülle yağdıracaktı Kuşatma cereyan ederken Hasan Paşa, Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa'dan yardım istemiş, ancak Sadrazamın gelme ihtimalinin olmadığını öğrenmiştir Bu durum karşısında asla metanetini bozmamış, güya sadrazamdan geliyormuş gibi, kendi yazdırdığı bir mektubu kale ahalisinin önünde okutmuştur Yine Sadrazam'a hitaben yazdığı mektupların kasten düşmanın eline geçmesini temin etmiş, bu mektuplardaki, kalenin durumunun çok iyi olduğunu ve sadrazamın gelmesine lüzum olmadığını bildiren mesajlarıyla dşümanın moralini bozmuştur Kalede barutun bitmesi üzerine Uzun Ahmed isimli yeniçeri baruthane kurarak barut imal etmeğe başlamıştır Kalede yiyecek sıkıntısı çekilmesine rağmen yakalanan düşman esirleri yağla, balla beslenmiş ve bunların kaçmasına göz yumularak gördüklerini anlatmaları temin edilmiştir Zaman zaman yapılan huruç hareketleriyle düşmanın gözü yıldınlmıştır Hasan Paşa atın üzerinde dik durmak için kendisini urganla üzengiye bağlatmış ve en önde hücum ederek düşmanı perişan etmiştir Devamlı yaptığı konuşmalarla askerin moralini takviye ederek şevk içerisinde olmalarını temin etmiştir Hasan Paşa'nın Allah uğruna şehid olmanın faziletini anlatmasından sonra askerler şehadet şerbetini içmek için büyük bir azimle düşman saflarına dalmaktan çekinmemişlerdir "Paşam! Gazilik mi iyidir, yoksa şehitlik mi?" diyen askere şu cevabı vermiştir "Cenab-ı Hak şehitliği kime dilerse ona verir Gaza ise hepimize farzdır Yani Allah'ın kati bir emridir" Bu cevabı alan asker, kendisiyle birlikte savaşa katılıp şehid olmayı arzuladığını söyleyince Hasan Paşa, "Sen burada oturacaksın, emrime itaat edip gazi olacaksın! Şehid, belki ben olurum İtiraz istemem" demiş ve hususi olarak vazifelendirdiği Yeniçeriyi kalede bırakarak kendisi yalınkılıç düşman saflarına dalmıştır Seksenlik komutanlarının cesaretini, kararlılığını gören gaziler coşuyor, birbirleriyle fedakarlık ve kahramanlık yarışına girişiyorlardı Atılan güllelerden kalenin bedeni delik deşik olmuştu Bu delikler geceleri sabahlara kadar çalışılarak sepet parçaları, yırtık elbiseler ve bulabildikleri diğer eşyalarla tıkanıyordu Kış bastırınca kaledekilerin durumu daha da vahim hal almıştı Artık dayanmak imkansız hale gelmişti Bu durum karşısında Hasan Paşa diğer komutanlarıyla istişare ederek umumî bir taarruza karar verdi 17 Kasım 1601'de Mehteran cenk havasını vurmaya başlamıştı Kaledeki serdengeçtiler tekbir getiriyorlardı İşte bu coşkunluk içerisinde Gazi Kara Ömer Ağa 800 yiğitle kaleden çıkmış ve yıldırım gibi düşman içerisine dalmıştı Bu beklenmedik saldın hareketi üzerine düşman paniğe kapılmıştır Onlar Sadrazamın ordusunun geldiğini zannediyorlardı Hasan Paşa ise kaledeki bütün topları son bir defa ateşletiyor ve güya Sadrazamı selamlıyordu Düşman ordugâhı karışmıştı ve panik başlamıştı Gazilerin "Allah Allah" sadalan yeri göğü tutuyordu İlk hamlede düşmanın bütün ağırlıkları, yiyecekleri, cephaneleri ele geçirilmişti Düşman 18 bin ölü vererek darmadağınık vaziyette kaçışmaya başlamıştı Bunun üzerine üç bin yeniçeri düşmanı takibe başlamış ve 18 Kasım günü de 30 bin düşman imha edilmişti Başkumandan Arşidük Ferdinand ve çok az askeri canını zor kurtarmıştı Düşmanın 47 büyük kuşatma topu, 14 bin tüfek, 60 bin çadır, 14 bin kazma ve kürek, binlerce araba dolusu yiyeceği ele geçirilmişti Aynca Ferdinand'ın altın tahtı ve otağı da zaptedilmişti Muazzam bir zafer kazanılmıştı Hasan Paşa Ferdinand'ın çadınna girmiş ve böylesine bir zaferi kendisine nasib ettiği için şükür secdesine kapanmış ve iki rekat namaz kılmıştır Daha sonra yanındakilere dönerek şöyle demiştir: "Bu kadar âciz olduğumuz halde böyle apaçık bir fethin bize nasib olması sadece Cenâb-ı Hakkın yardımı ve Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinin mâcizesi bereketiyledir Tam bir samimiyetle çalışılır ve benim gibi âciz bir ihtiyar da olsa kumandana tam bir itaatla bağlanılırsa Cenab-ı Hak Müslümanlardan yardımı hiç bir zaman esirgemez" Hasan Paşa, Zaferin ardından bütün ganimeti gaziler arasında pay eder, kendisi hiçbir şey almaz Yakın arkadaşı olan Şair Faizî'nin tarifiyle, "son derece cesaretli, o derecede yumuşak huylu, o derece güzel ahlaka sahip ve alçak gönüllü bir kişi" olan Hasan Paşa'nın dünya malında gözü yoktu Öyle ki büyük fedakarlık gösteren Ömer Ağa'ya kendi sorumluluğunda olan Peç sancak beyliğini vermiştir Zafer duyulunca İstanbul'da bütün evlerde şenlikler yapılmaya başlanmıştır Zafer üzerine Sultan IIIMehmed Hasan Paşaya bizzat kendisinin yazdığı bir mektup göndererek paşayı tebrik etmiş, mükafat olarak; üç hil'at, murassa bir kılıç ve üç tane at göndermiş, ayrıca vezirlik rütbesi verilmiştir Bütün bunlar karşısında, son derece tevazu sahibi olan Hasan Paşa sevinmemiş, bilakis üzüntüsünden göz yaşı dökmüştür Sebebi sorulduğunda şöyle demiştir şanlı kumandan: "Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmete karşılık bize vezirlik vermişler ve "Hatt-ı Hümayun" göndermişler Halbuki, Kanun! Sultan Süleyman, Makbul İbrahim Paşa'y ı tam bir yetkiyle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O'nun eline bu kadar iltifatlar ihtiva eden bir mektup vermemişti Rahmetli Piyale Paşa, Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin damadı olduğu ve deniz muharebelerinde bütün Hıristiyan hükümdarlarının donanmalarına galip geldiği ve Sakız Adas'nın fethi gibi nice muvaffakiyetler elde ettiği halde kendisine vezirlik çok görülmüştü İslâm Halifesi'nin Hatt-ı Hümâyûnu Kanije muhasarası gibi küçük bir hizmete mükafat olmaya başladı Devletin vezirliği, benim gibi kocamış kimselere kaldı Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim!" Yüz bin kişilik düşman ordusunu perişan etmeyi gözünde büyütmeyip Devletin en mühim makamına nefsini layık görmeyen ve otoriteye bağlı, Devletin şahsı manevisini üstün tutmak için azami gayret gösteren bir şahsiyet Hasan Paşa misalim görünce Osmanlı Devletinin altı asır yaşamasının sırrını anlıyor insan Kanije'nın şanlı serdarını son nefesine kadar din uğruna, Devlet uğruna gayret gösterirken görmekteyiz Kanije'den sonra Bosna'ya oradan Budin valiliğine gönderilmiş, daha sonra Beylerbeyi olmuştur Devlete başkaldıran Celali eşkıyalarından Canbolatla oğlunun isyanını bastırmıştır Ayaklanmayı bastırdıktan sonra 1608'de tekrar Budin valiliğine dönmüş ve bu vazifede iken 1611'de vefat etmiştir |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #26 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerKemankes Mustafa Paşa Şimdiki Çarşıkapı otobüs durağının olduğu yerde büyük bir kahraman yatmaktaymış "Yatmaktaymış" diyoruz, çünkü göründüğü gibi şimdi orada mezar yok Medrese de yok Koca türbe de yok "Nereye gider koca türbe?" demeyiniz sakın! Hicranlı yüreklere hançer vurmuş olursunuz Evet, nice büyüklerinki gibi, Kemankeş Mustafa Paşa'nın da türbesi yok edilmiş malesef Meydan açılacak Planı yapanlar bakmışlar ki orada koca binalar var Kimdir, necidir, demeden vurmuşlar kazmayı binanın temeline ve iki katlı mâmur medreseyi ve Mustafa Paşa'nın türbesini yerle bir etmişler Ve orayı meydan yapmışlar Kemankeş Mustafa Paşa'nın mezarını ararken öğrendik bu acı hakikati Tarihî kaynaklar, Kemankeş Mustafa Paşa'nın Bayezid Camii ile Çorlulu Ali Paşa Camii arasındaki kendi medresesi yanında bulunan türbesine defnedildiğini yazmaktadır Fakat bahsedilen yerde öyle bir türbe yoktur "Çünkü Mustafa Paşa'nın türbesi şimdiki Çarşıkapı otobüs durağının bulunduğu yerdeymiş Yanında da iki katlı güzel bir bina olan medresesi varmış Yol yapılırken türbe ve medrese yıkılmış Böylece hiçbir iz kalmamış ve bu iki eser de yok olup gitmiş Kendisine türbesinde haşir sabahında uyanmak üzere yatması bile çok görülen Mustafa Paşa kimdi? Cevabını, bazılarınca yıkılmak, yakılmak ve unutturulmak istenilen tarihimizin mazi aynasına bakarak alıyoruz Mustafa Paşa 1592'de Arnavutluk'ta dünyaya gelmiştir Genç yaşında yeniçeri ocağına intisab ederek savaşlara katılmıştır Gayreti, çalışkanlığı ve maharetiyle dikkatleri çekmiştir Ok atmadaki ustalığından dolayı "Kemankeş" denilmiştir Herkes tarafından sevilip takdir edilen Kemankeş Kara Mustafa süratle terfi etmeye başlamıştır 1634'te Sekbanbaşı olmuş, IVMurad'ın Leh seferi dolayısiyle Edirne'ye gidişgelişinde yanında bulunmuştur Padişah, yakından tanıdığı Kemankeşi çok takdir etmiş ve Revan seferinin hazırlıkları devam ederken, 23 Mart 1635'te Yeniçeri Ağası yapmıştır Böylece mühim bir vazifeyle Revan seferine iştirak eden Kemankeş Mustafa Paşa, Revan'ın muhasarası esnasında büyük kahramanlık göstermiştir Askerlerin önünde vuruşarak onlara moral vermiş ve Revan'ın fethinde büyük rol oynamıştır Aynı şekilde Bağdad'ın kuşatılması ve fethinde de Kemankeş Mustafa Paşa'nın büyük fedakarlıkları görülmüştür Sultan IVMurad, Sadrazam Tayyar Mehmed Paşa'nın Bağdad muhasarası esnasında şehid olması üzerine Kemankeş Mustafa Paşa'yı sadrazam yapmıştır Bağdat'ın fethinden sonra padişah İstanbul'a dönmüş, Mustafa Paşa Bağdat kalesini tamir ettirip, şehrin idaresini yoluna koyduktan sonra İran içlerine doğru yürümüş ve nihayet, 17 Mayıs 1639'da Kasr-ı Şirin'de Safevilerle Osmanlı Devletinin lehine olan bir anlaşma imzalamıştır Kemankeş Mustafa Paşa, Sultan IVMurad'ın vefatından sonra tahta geçen Sultan İbrahim zamanında da sadrazam olarak vazifesine devam etmiştir Memleketin ve milletin bütün meseleleriyle uğraşmaya hayatını adayan Mustafa Paşa, milletin maruz kaldığı musibetlerden büyük üzüntü duymakta ve bizzat uğraşarak yaraları sarmaya çalışmaktadır Nitekim, Nisan 1640'da Galata'da yangın çıktığını haber alınca yangın mahalline koşmuş ve yangını söndürmek, alevler arasında kalanlara yardım etmek için hayatını hiçe sayarak yangının içine dalmış, yardıma muhtaç insanların kurtulmalarına vesile olmuştur Fakat bu yangındaki çalışmaları esnasında kendisinin de yüzü yanmıştır Anadoludaki zorbaların hadlerini bildiren, isyanları bastıran Kemankeş Mustafa Paşa daha sonra büyük bir gayretle Devletin malî meselelerini ele almış ve ilk planda devletin dış borçlarını ödemeye uğraşmıştır Almış olduğu tedbirlerle vergilerin muntazam toplanmasını temin etmiş, bozuk akçe yerine yeni sikke kestirerek paranın değerini arttırmıştır Alım ve satım fiyatlarını kontrol altında bulundurmuş, tüccar ve esnafa sağlam para verildiğinden, piyasada bolluk ve ucuzluk temin edilmiştir Kemankeş Mustafa Paşa'nın gayretleri kısa zamanda karşılığını vermiş ve devletin geliri masrafı karşılar duruma gelmiştir Hatta büyük meblağlar da devlet hazinesine kâr kalmıştır Durup dinlenmeden çalışan Mustafa Paşa'nın gayretleri neticesinde memlekette bir huzur, refah ve bolluk devri yaşanmış, devlet idaresi düzene girmiş, devletin itibarı gittikçe artarak eski haşmetli dönemlere benzer bir devir açılmıştır Fakat ne yazık ki, Erbab-ı kemali çekemeyen, kötü karakterli kişiler Kemankeş Mustafa Paşa aleyhinde entrikalar çevirmeye başlamışlar, neticede de emellerine ulaşmışlardır Bu değerli devlet adamı 22 Şubat 1644'te padişaha suçsuz olduğunu ve aleyhine hile dolapları çevrildiğini anlatmışsa da bir türlü dinletememiş ve üzüntü içerisinde evine geldikten sonra evinin kuşatıldığını görmüş, bunun üzerine bostancılarla vuruşmaya başlamış, fakat yakalanarak eli kolu bağlı olarak Cellat Kara Ali'ye teslim edilmiştir Kara Ali de Kemankeş Mustafa Paşa'yı Hocapaşa çarşısında Sebilhane önünde boğmuştur Cenazesi kendi medresesi yanındaki türbesine defnedilmiştir Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir devlet adamı ve hayırsever bir zattır Muhtelif yerlerde camiler, medreseler, çeşmeler, hanlar yaptırmıştır Ka'be'nin su yolunu genişletmiş ve her sene Haremeyn fakirlerine 2500 sikke göndermiştir Bu büyük devlet adamı vefatından sonra unutulmamış ve değerli edibler, âlimler eserlerini kendisine ithaf etmişlerdir Kardeşi, mevlevi şairlerinden Osman Dede "Gülşen-i İrfan" isimli eserim, Kara Çelebi-zâde Abdül'aziz Efendi "Zafernâme" sini ve Serezli Şeyh Habib Efendi Zade Abdurrahman Efendi, "Nahlistân-ı Tarab fi mahâsîn-i arzi'1-Arab" isimli Mısır tarihini Mustafa Paşa'ya ithaf etmişlerdir Türbesi yıkılsa da mezan yok edilse de Kemankeş Mustafa Paşa ve emsali büyükler gönüllerde yaşamaya devam edeceklerdir |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #27 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerHezarfen Ahmed Çelebi Günümüzde ilim ve teknikte ilerlemiş ülkelerin muhtelif gayelerle uzaya araçlar göndermelerine şahit olunca, ilk füzeyi bularak bizzat tecrübe eden Lagari Hasan Çelebi'yi ve kanat vasıtasıyla havada uçmaya muvaffak olan Hezarfen Ahmed Çelebi'yi hatırlamadan edemiyoruz Hezarfen Ahmet Çelebi'nin yaklaşık olarak üçyüz sene önce yaptığı tecrübe; yıllardan beri "eller aya biz yaya" tekerlemesini söyleyerek kendi değerlerini küçümseyen mazisinden habersizlerin yüzüne inen hakikat tokatlarıdır Avrupalıların, insanın uçabileceğini hayallerinden bile geçiremedikleri zamanda Hezarfen Çelebi uçmaya muvaffak olmuştur 17Asırda yaşamış bu değerli ilim adamımızın hayatı hakkında geniş bir malumat yoktur IVMurad zamanında yaşadığını ve meşhur tecrübesini IVMurad'ın da seyrettiğini bilmekteyiz Muhtelif ilimlerde inkişaf etmiş olan Ahmed Çelebi halk tarafından "bin fenli" mânâsına gelen "Hezarfen" lakabıyla tanınmaktaydı Ahmed Çelebi kendisinden önce yaşamış olan İsmail Cevheri gibi uçmaya merak salmıştı Türkistan'ın Farab şehrinde doğan İsmail Cevheri, kollarına bağladığı iki düz satıhla Nişabur camiinin minaresinden aşağı atlayarak uçmayı, denemiş, fakat muvaffak olamamıştı Bazı tarihçilere göre bu tecrübe esnasında hızla yere düşerek vefat etmişti Ahmed Çelebi uçmayı inceden inceye hesap yaptıktan sonra denemiştir Ahmed Çelebi araştırma ve tecrübelerine önce evinde başlamıştır Ardından Okmeydanında yüksekçe yerlerden kartal kanatlarıyla rüzgarlı havalarda atlayarak tecrübelerde bulunmuştur Yaptığı bütün tecrübelerde müsbet neticeler elde eden Hezarfen Ahmet Çelebi nihayet büyük tecrübeyi yapmaya karar verir Balmumu ve kartal kanatlarından yaptığı kanatlan kullanarak Galata kulesinden atlayacak ve bir müddet uçtuktan sonra yere inecektir Tecrübeyi merak eden Padişah Sultan Murad da bu uçuşu seyredecektir Kararlaştırılan lodoslu bir günde Galata kulesinin en tepe noktasına çıkan Ahmed Çelebi "Ya Allah" diyerek kendisini boşluğa bırakmış ve yapma kanatlarını çırpmaya başlamıştır Hayret dolu bakışlar arasında uçmaya başlayan Ahmed Çelebi Üsküdar'daki Doğancılar meydanına sağ salim inmeğe muvaffak olmuştur IVMurad bu muvaffakiyetinden dolayı Ahmet Çelebi'yi mükafatlandırmış, fakat bilahere bazı devlet ricalinin müdahalesiyle Cezayir'e sürmüştür Hasan Çelebi'nin tecrübeleri ilk uzay çalışmalarını Müslüman Türklerin başlattıklarını gösteren müşahhas delillerdendir Legari Hasan Çelebi de yine IV Murad zamanında tarihte ilk defa füzeyle uçan adam unvanını kazanan tecrübeyi yapmıştır Hasan Çelebi kendi icadı olan, elli okkalık barut macunu ile dolu, yedi kollu bir fişeği vücuduna bağlatmış ve bu fişekleri yardımcılarına ateşlettirmiştir Fişekleri ateşlettirmeden evvel Sinan Paşa köşkünde kendisini seyreden IVMurad'a dönerek, "Padişahım, İsa Nebiyle konuşmaya gidiyorum Sizi Allaha ısmarladım" diye latife etmiştir Fişeklerin ateşlenmesi üzerine süratle gökyüzüne doğru fırlayan Hasan Çelebi barutların bitmesi üzerine kollarına taktığı kanatlan açmış ve Sinanpaşa köşkü önünde denize salimen inmiştir IVMurad bu muvaffakiyeti için Hasan Çelebiyi mükafatlandırmış ve onu sipahi sınıfına kaydettirmiştir Legari Hasan Çelebi ve Hezarfen Ahmet Çelebi gibi ilim adamlarımız, bu çalışmalarıyla, devekuşu misali başını kuma gömerek mazisine ısrarla sırt çevirenlere asırlar ötesinden âdeta şöyle haykırmaktadırlar: "Bu tecrübeleri devam ettirseydiniz, dünyanın zevkine sefasına kapılmasaydınız, sizler de pekâla ay'a gidebilirdiniz" |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #28 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerKâtip Çelebi Asırlar boyu üç kıtaya hükmetmiş şanlı bir devlet, bünyesinde bir yandan cihangir bir nesil yetiştirirken bir yandan da ömrünü ilme adayacak şuurda âlimler yetiştirmiştir Bu özelliğiyledir ki "Devlet kılıçla kalem üzerinde durmaktadır" darb-ı meseline güzel bir misal olmuştur Ömrünü ilme vakfederek, gelecek nesillere çok değerli eserler bırakan, vatan sathını ilim nuruyla aydınlatan talebeler yetiştiren âlimlerimizden birisi de Kâtip Çelebi'dir Asıl adı Mustafa olan, ulemânın andığı isimle Kâtip Çelebi (veya Hacı Halife) Şubat 1609'da İstanbul'da doğmuştur Babası Abdullah Efendi Enderun'a dahildi Kâmil bir Mü'min olan Abdullah Efendi oğlunun da İslâmı mükemmel bir şekilde öğrenip vatanına, milletine hizmet etmesini istiyordu Kâtip Çelebi beş yaşına geldiği zaman babası Kırımlı imam İsa Halife'yi oğluna hoca tutmuştur Kâtip Çelebi, İsa Halife nezaretinde Kur'an-ı Kerim, Arapça ve diğer temel dinî ilimleri okudu Henüz yedi yaşlanndayken Kur'an-ı Kerim'in yarısını ezberlemişti Kâtip Çelebi 14 yaşma geldiğinde Arapça ve Farsçayı mükemmel bilmekteydi Ayrıca hat san'atında da hayli maharet kazanmıştı Oğlundaki ilim aşkını farkeden babası kendi aylığından 14 dirhem harçlık bağlayarak Katip Çelebi'yi yanına almıştı Bu suretle Kâtip Çelebi divan kalemlerinden Anadolu Muhasebesi Kalemine talebe olmuştu (1623) Bu vazifede iken hesap kaidelerini ve siyakat (sözdeki uygunluk) yazısını da mükemmel surette öğrenmişti Babasının yanında devlet hizmetine başlayan Kâtip Çelebi yirmi seneden fazla bu hizmetini devam ettirmiştir Orduda mukabele defteri tutan Kâtip Çelebi bu vesileyle birçok sefere iştirak etmiştir 1623'te babasıyla birlikte Tercan seferine gitmiş, ordunun Abaza isyanını bastırma hareketini yakından takip etmiş, 1626 yılında da Bağdat seferine iştirak etmiştir Kâtip Çelebi'nin babası 1626'da vefat eder İstanbul'da bulunduğu esnada devamlı ilim tahsil eden Kâtip Çelebi devrin meşhur âlimlerinin önünde diz çökerek ders almaktadır Kadızade Efendi'den ders almıştır Ayrıca İstanbul'un tanınmış âlimlerinden de istifade etmiştir Kâtip Çelebinin orduyla birlikte çıktığı diğer seferlerden başlıcalan şunlardır: 1629/30'da Hüsrev Paşa ile Bağdad Seferine, 1633'te Veziriazam Tabanıyassı Mehmed Paşa ile Bağdad seferine, Sultan IVMurad ile birlikte Revan seferine iştirak etmiştir On sene orduda hizmet görüp gazalara iştirak eden Kâtip Çelebi hacca da gittikten sonra İstanbul'a dönerek kendisini ilme vermiştir Kâtip Çelebi kendisine bir yakınından miras kalan 300 akça ile kitap alarak geceli gündüzlü değerli eserleri incelemeye koyulmuştur Tam on sene boyunca geceli gündüzlü eserlerle başbaşa yaşamıştır Öyle ki bazı günler güneş battıktan doğuncaya kadar başını kitaplardan kaldırmamakta, güneş hayli yükseldikten sonradır ki sabah olduğunu farketmektedir Dinî ilimlerin yanı sıra Matematik ve astronomi de tahsil etmiş olan Kâtip Çelebi Fransızca ve latince de öğrenmişti En fazla tarih ve coğrafya ilimlerine merak sarmıştır Kâtip Çelebi meşgalelerinin gayesini şöyle anlatmaktadır: "İnsan için en yüksek mertebe ve en büyük saadet, Allah'ı tanımaktır; bilhassa nereden gelip nereye gittiğimizi bilmektir" Kâtip Çelebi'ye göre ilim Allah'ı tanımanın bir vasıtasıdır Ve bu ölçüler içerisindeki ilim, cemiyetin ayakta durmasına ve devamına bir vasıtadır İnsanda kâlb ne ise, cemiyette de âlimler aynı ehemmiyete hâizdir Devrinde münakaşa konusu olmuş meselelere parmak basan ve çok isabetli çözüme kavuşturan Kâtip Çelebi, bildiğim çekinmeden söylemiştir Çünkü gelecek peşinde, makam peşinde değildir Bu ihlası yüzündendir ki söyledikleri Devlet idarecileri ve halk üzerinde çok tesir yapmıştır Kâtip Çelebi, Mîzanü'l-Hakk'da Devlet idaresinin en mesuliyetli makamında oturan padişaha şu nasihatlarda bulunmaktadır: "Önce, halkın padişahı Allah onu güçlendirsin ve devletini Kıyamet gününe dek devam ettirsin hazretlerine yaraşan nasihat budur ki, farzları ve vacipleri yerine getirip İslâm akidelerini bilecek kadar ilimle din mevzuunda iktifa edip kendilerinin ilm-i hali olan hazine ve asker ve halk işlerinin inceliklerini bilmeye çalışsınlar Büyük ecdadları gibi tarih okuyup geçen devletlerin hallerinden hisse alsınlar Ve halkın örfünü öğrenip her asrın icabı ne ise yumuşaklık ve sertlikle yüce devletin eski kanununu yürütsünler Öteki devlet adamları ve saltanatın ileri gelenleri de bu yolda velinimetlerine yardımda bulunsunlar ve ellerinden geldiği kadar onun iyiliğini istemeye himmet etsinler Müslümanların birbirine zıt davranmalarına razı olmayıp aralarında olan kavgayı yumuşaklıkla önlesinler ve Allah'ın emirlerini yerine getirmekte, harp ve cihad işinde gevşeklik göstermesinler" 6 Ekim 1659'da Bursa'da vefat eden Kâtip Çelebi'nin cenazesi İstanbul'da getirilerek defnedilmiştir Himmet sahibi oluşuyla, güzel ahlakıyla, talebe yetiştirmede gösterdiği gayretle, bıraktığı değerli eserlerle gelecek nesillere güzel örnek olan Kâtip Çelebi'nin kıymetli eserlerinden; Keşfü'z-zünun, Cihan-nüma, Tuhfatü'l-Kibar fi Efsâri'l Bihâr, Mizânü'l Hakk fi ihtiyaril Ahakk, ya tamamen ya da kısmen Batı dillerine tercüme edilmiştir Yirminin üzerinde eser te'lif eden Kâtip Çelebi'nin eserlerinden bir kısmı şunlardır: Arapça Fezleke, Türkçe Fezleke (Osmanlı tarihine ait eser), Süllemü'l-Vusûl (Arapça biyografi eseri), İlhamü'l Mukaddesi fi Feyzi'1 Akdes (Fıkhı meselelere ait bir eser), Cihannüma (Tarih ve coğrafyaya dair değerli bir eser), Keşfü'z-Zünun (yirmi yılda tamamlanan bu eser büyük bibliyografya ansiklopedisidir 300 kadar ilim ve fen şubesine ait 1451 kitabın alfabetik olarak tahlili yapılmıştır Almanca ve İngilizceye tercüme edilmiştir) Düstûr'ül-âmel ve Tarihi Frengi |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #29 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerBuhurizâde Mustafa Itrî Efendi Bayram ve teravih namazlarında İslâm Alemindeki bütün camilerden yükselen: Allahü Ekber Allahü Ekber Lâilâhe İllallahü Vallahü Ekber Allahü Ekber Velillahi'lhamd "saltanatlı segah tekbir´nin bestecisi Buhîrizâde Mustafa Itri Efendi, bütün müzik ölçülerine göre dünya çapında şaheserler meydana getirmiş mûsiki üstadıdır "Saltanatlı Tekbir" diye bilinen Kurban Bayramı tekbirinin yanısıra Cuma salası, Segah salât-ı Ümmiye, Nühüft İlâhî ve Rast Naatın bestecisi olan Buhurîzâde Mustafa Efendi üç asırdır milyonlarca mü'minin dilinden düşmeyen bu muhteşem bestelerin bestekârı olarak gönüllere taht kurmuştur Binden fazla eser besteleyen, fakat ne yazık ki nota kullanılmaması yüzünden günümüzde ancak 41 bestesi elimize ulaşan Buhurîzâde Mustafa Efendi 1640'da İstanbul'da doğmuştur Çok küçük yaşında başladığı tahsil hayatını muvaffakiyetle tamamladıktan sonra Yenikapı Mevlevihânesine devam etmiş ve burada dinî musiki öğrenmiştir XVII Asnn büyük Musiki üstadı Hafız Post'tan aldığı derslerle musiki ilminde ilerleyen Buhurizâde, klasik musikimizi zirveye çıkarmıştır Bestekâr ve musikişinas olması yanında, devrinin namlı çiçekçisi ve meyve yetiştirici olarak da tanınan Mustafa Itrî Efendi, Siyahi Ahmed Efendi'den Edebiyat ve hat dersleri almıştır Hat san'atında da hayli ilerleyen Itrî, bilhassa talik yazıda devrin hat ustaları arasında zikredilir olmuştur Kırım Hanı Selim Giray ile Sultan IVMehmed'in takdirini kazanan Itri, Enderun'a hoca olarak tayin edilmiş ve Enderun'daki talebelere musiki dersleri vermiştir Eserleri İmparatorluk döneminde üç kıtada söylenen, günümüzde de milyonlarca müslümanın dilinden düşmeyen Itri'nin şahsiyeti ve eserleri hakkında Yahya Kemal, mükemmel şiirriyle bir değerlendirme yapmıştır Şöyle demektedir Yahya Kemal: Büyük Itrî'ye eskiler derler, Bizim öz mûsikîmizin piri; O kadar halkı sevkedip yer yer, O şafak vaktinin cihangiri, Nice bayramların sabah erken, Göğü, top sesleriyle gürlerken, Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i Tâ Budin'den İrak'a, Mısır'a, kadar, Fethedilmiş uzak diyarlardan, Vatan üstünde hürr esen rüzgâr, Ses götürmüş bütün baharlardan O deha öyle toplamış ki bizi, Yedi yüz yıl süren hikâyemizi Dinlemiş ihtiyar çınarlardan Mûsikîsinde bir taraftan din, Bir taraftan bütün hayât akmış; Her taraftan, Boğaz o şehrâyîn, Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış Nice seslerle, gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı, Bir terennüm ki hem geniş, hem şuh: Dağılırken "Nevâ"nın esrarı, Başlıyor şark ufuklarında vüzuh; Mest olup sözlerinde her heceden, Yola düşmüş, birer birer, geceden Yürüyor fecre elli milyon ruh Kıskanıp gizlemiş kaza ve kader Belki binden ziyade bestesini Bize mîrâs kaldı yirmi eser "Nât'dır en mehîbi, en derini Vakıa ney, kudüm elince dile, Hızlanan mevlevî semaiyle Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i O ki bir ihtişamlı dünyâya Ses ve tel kudretiyle hâkimdi; Adetâ benziyor muammaya; Ulemâmız da bilmiyor kimdi? O eserler bugün define midir? Bir bilen var mı? Neredeler şimdi? Öyle bir mûsikiyi örten ölüm, Bir teselli bırakmaz insanda Muhtemel görmüyor henüz gönlüm Çok saatler geçince hicranda, Düşülür bir hayâle zevk alınır Belki hâla o besteler çalınır, Gemiler geçmiyen bir ummanda" Itrî'nin kırk küsur eseri ve Dede Efendi'nin eserleri bugün elimizde muhteşem mûsiki âbideleri halinde durmaktadır Bu eserleri örnek alarak musiki sahasında takdirle alkışlanacak eserler meydana getirmek dururken, yabancıların icadı musikilerle, yabancılarla yarışıp son sıralarda yer almak için gayret göstermek niye? Muhteşem bir medeniyeti meydana getiren ruha sahip olmak için Itri gibi san'atkarları yakından tanımak lazımdır 1711 yılında İstanbul'da vefat eden büyük bestekârımızı rahmetle, şükranla yâdediyoruz |
Cevap : Tarihmize Şan Verenler |
12-27-2007 | #30 |
RaHaTSiZ
|
Cevap : Tarihmize Şan VerenlerEvliya Çelebi On ciltlik muhteşem eseri "Seyahatnamesi" ile dünya çapında tanınan âlimimiz ve seyyahımız Evliya Çelebi'nin hayatının dönüm noktası bir rüya ile başlar Seyahatnamenin birinci cildinde gördüğü bu rüyayı şöyle anlatmaktadır: "İstanbul'da hanemde bir gece uykuya dalmıştım Birden bire kendimi Yemiş iskelesi yanında bulunan Ahi Çelebi Camiinde gördüm Camiinin içi nur yüzlü bir cemaatle dolup taşmıştı Ben de bu camiinin içine girerek minberin dibine diz çöküp oturdum Bu nur yüzlü pirleri hayranlıkla temaşaya daldım Fakat bunlann kim olduklarını anlayamamıştım Nihayet yanımda bulunan bir zata sordum: '-Benim sultanım, ism-i şerifinizi ihsan buyurur musunuz?' dedim O zat, Kemankeşlerin Piri "Sa'd ibni Ebi Vakkas" olduğunu söyledi Derhal elini öptüm Yine: "-Sizin yanınızdaki zatlar kimlerdir?' diye sual ettiğimde: 'Sahabe-i Kiram ve Ensar Hazretleridir dedi O tarafa baktım Bu zatlar sıra ile Hazret-i Ebu Bekir (ra), Hazret-i Ömer (ra), Hazret-i Osman (ra), Hazret-i Ali (ra) idiler Bunları doya doya seyredip taze can buldum Mihrapta ise Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü vesselam oturmakta idi Biraz sonra yanımda oturmakta bulunan Sa'd İbni Ebi Vakkas Hazretleri elimden tutup beni Peygamber Efendimizin huzuruna götürdü ve dedi ki: " 'Âşık'ı sâdıkın ve ümmet-i müştakın Evliya kulun şefatin rica eder' "Ben de derhal Hazret-i Peygamberin dest-i mübareklerini bûs ettim Fakat heybetlerinden çok korkarak titredim Kendilerine: " 'Şefaat ya Resulallah!' diyeceğim yerde: "Seyahat ve Resulullah! diyi verdim Cenab-ı Peygamber derhal tebessüm ettiler Seyahatlerimin hayırlı olması için 'Fatiha' dediler Bundan sonra sıra ile Eshab-ı Kiram'in ellerini birer birer öptüm Cümlesi: "Seyyâh-ı âlem ve ferîd-i beni âdem ol! "diye dua ettiler Ben de Ahi Çelebi Camiinden dışarı çıktım "Sabah olup uyanınca bir abdest alıp bu rüyamı tabir ettirmek üzere Kasımpaşa'da İbrahim Efendi Hazretlerine gittim Bu zat bana: "Sen büyük bir seyyah olacaksın!' "buyurdu Ben de bundan sonra seyahata çıkıp gördüklerimi yazmaya başladım" Sahabelerin yaptığı dualar Dergâh-ı İlâhî'de kabul olunmuş ve Evliya Çelebi benzeri olmayan ve sahasında da tek olan dünya seyyahı oluvermiştir Asya, Avrupa ve Afrika'ya yayılan imparatorluğun topraklarını adım adım dolaşarak gördüklerini tesbit eden Evliya Çelebi'nin telif ettiği on bin sahifelik "Seyahatname"si emsalsiz bir tarih ve coğrafya eseri olarak dünya ilim âleminin dikkatini çekmiştir Meşhur seyyahımız 1630'da gördüğü yukarıda bahsi geçen rüyadan sonra, ilk seyahatim 1640'ta ailesinden gizli olarak Bursa'ya yapmıştır Çıktığı bu ilk seyahati bir ay devam etmiştir Evliya Çelebi Seyahatnamenin ikinci cildinde seyahat dönüşü babasının tavrım ve kendisine yaptığı nasihatlan şöyle anlatmaktadır: "Hakir o gün hane-i gamkînimize (gam içinde olan evimize) varıp peder ü mâderin (baba ve ananın) dest-i şeriflerini (ellerini) öpüp huzur-i şeriflerinde (önlerinde) karar ettiğimde (durduğumda) peder-i azizim eyitti: "Safa geldin Bursa seyyahı! Sefa geldin! 'Halbuki ne canibe gittiğimden kimsenin haberi yok idi Hakir dedim: 'Sultanım, hakirin Bursa'da idiğimi nerden bildiniz?' "Buyurdular ki: -Sen bin elli senesi muharreminin aşuresinde (1640 senesi Mayıs başları) kaybolduğun gece ben nice me'sure (makbul dualar) tilâvet ettim Bin kerre "kevser" suresini okudum Ol gece Âlem-i menamda (uykuda) seni gördüm ki Bursa'da Emir Sultan zaviyesinde ruhaniyetten istimdat ile seyahat rica edip bükâ ederdin (ağlardın) o gece bana nice ehl-i hal canlar rica edip senin seyahata gitmekliğin için izin talep eylediler Ben de ol gece cümlesinin rızasıyla sana destur (izin) verdim Fatiha tilavet eyledik "Gel imdi, oğul! Şimdengeri (bundan sonra) sana seyahat göründü Allah mübarek eyliye Amma sana nasihatim var" diye elimden yapışıp, huzurunda ayak üzerine durdurup sağ eliyle sol kulağımı burarak şu nasihata ağâz eyledi (başladı): "Oğul! âdem yoksul olur, besmelesiz taam (yemek) yeme Sırrın var ise sakın avratına deme Cünüp iken yemek yeme Esvabının (elbisenin) söküğünü üstünde dikme İyi adını keme takma Keme (kötüye) yoldaş olma, zararını çekersin Sen yürü ileri, gözüm, kalma geri Alay bozma" Seyahat için babasından da ruhsat alan Evliya Çelebi o tarihten itibaren vefatına kadar durmadan gezip dolaşmıştır Tatlı dilli, hoş sohbet seyyahımız Evliya Çelebi, 1611 yılında, İstanbul'un Unkapanı semtinde dünyaya gelmiştir Asıl ismi Hafız Mehmed Zıllî Evliya idi Aslen Kütahyalı olan babası, Sultan IVMurad'ın Kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî Efendi de âlim bir zattı Evliyanın kuvvetli bir tahsil görmesi için çalışmıştır Evliya da babasını mahcup etmemiş, zekası, çalışkanlığı ve kabiliyetiyle hocalarının takdirini kazanmıştır Hamid efendi medresesindeki tahsilini ikmal ettikten sonra, tanınmış âlim Ahfeş Efendi'den yedi sene ders almış, Evliya Mehmed Efendi'nin de ilminden istifade etmiştir Bilahare Topkapı Sarayındaki Enderun-u Hümayun'a girmiş, burayı bitirdikten sonra da sipahi sınıfına dahil olmuştur Sultan IVMurad, ilmini ve ahlakını yakinen bildiği Evliya Çelebiyi saraya muhasib olarak almıştır Evliya Çelebi Sultan İbrahim ve Sultan IV Mehmed devirlerinde de mühim resmi vazifeler almış ve bu vazifeler dolayısiyle çeşitli beldeleri gezmiştir Defterdarzade Ahmet Paşa ile Anadolu'yu, Şam Beylerbeyi Murtaza Paşa ile Suriye ve Filistin'i gezdikten sonra Melek Ahmed Paşa'nın sadrazamlığında sadarette memuriyet almış, Paşa'nın Rumeli Beylerbeyliğine gönderilmesi üzerine onu takib etmiştir Fazıl Ahmed Paşa'nın ordusuyla birlikte Avusturya'ya gitmiş, yolda gördüğü yerler hakkında çeşitli malzeme toplamıştır Elçi Mehmed Paşa ile birlikte Viyana'ya gitmiş, bu vesile ile Avusturya şehirlerini dikkatle tedkik etmiştir Seyahatini İspanya, Hollanda ve Danimarkaya kadar uzatmış, daha sonra Eflak-Boğdan, Kırım, Kafkasya ve Hazer Denizi çevresini, Volga boylarını incelemiştir Hac vazifesini yerine getirmek için Hicaza, oradan Mısır, Sudan ve Habeşistan'a gitmiştir Yetmiş senelik ömrünü devamlı seyahat etmekle geçiren Evliya Çelebi, Osmanlı devletinin hemen bütün şehirlerini ve kasabalarını gezmiştir Anadolu, Rumeli, Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz'ın yanı sıra Macaristan, Transilvanya, Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya, Kırım, Kafkasya ve İran'ın birçok bölgelerini dolaşmıştır Gördüklerini basit bir şekilde ele almamış, köklü incelemelerde bulunmuştur Bölgelerin ahlak, görgü ve an'anelerini, meşhur şahıslarını, binalarını ve tarihlerini inceledikten sonra kaleme almıştır Seyahatlerinden bir kısmını savaşlara katılmak suretiyle yapan Evliya Çelebi, bizzat savaşlara da katılmış ve silah kullanmada, ata binmedeki maharetini harp meydanında göstermiştir Güzel sesi ve hoş sohbeti ile her zaman padişahların, vezirlerin ve komutanların yanıbaşında bulunmuştur Onun hoş sohbeti yazı üslubuna da aksetmiş ve ölmez eseri "Seyahatname" zevkle okunan bir klasik hüviyetini asırlardan beri muhafaza etmiştir Ömrünü ilme adayan bu değerli âlim ve seyyahımız hiç evlenmemiştir 1681'de vefat eden Evliya Çelebi'nin mezarı kayıptır Seyahatname'si muhtelif dillere tercüme edilmiş olan dünya çapında şöhret sahibi Evliya Çelebi'nin mezarının kayıp oluşunu kabullenmek istemiyorduk bir türlü Araştırmaya başladık Tarihî kaynaklar, Evliya Çelebi'nin Mısır Seyahati dönüşünde İstanbul'da vefat ettiğini ve Lohusakadın türbesinin yanına defnedildiğini söylemekteydi Şişhanede bulunan Lohusakadın türbesinin yanında Meyyiz Zade Kabri ve onun bitişiğinde Evliya Çelebi ailesine ait mezarlık bulunmaktaymış O civarda yaptığımız araştırmada, Lohusakadın türbesinden başka hiç bir mezar göremedik Nasıl olurdu, koskoca mezarlık nereye giderdi? Kafamıza düğümlenen suallerin cevablarını değerli tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı'da bulduk Şöyle diyordu Konyalı: "Evliya Çelebi ve babası, IVMurad'ın kuyumcubaşısı Mehmed Zıllî Efendi Lohusakadın türbesinin yanında medfundur Fakat yol yapılırken ordaki bütün mezarlar yerinden söküldü ve mezar taşları bir çukura dolduruldu Ben yol yapılırken gitmiş ve mezar taşlarını görmüştüm" Bu ifadeden sonra tekrar Şişhane'ye gittik ve bu defa mezar taşlarını aramaya başladık Ne yazık ki bütün aramalarımıza rağmen bir tek mezar taşına bile rastlayamadık Evet, Koca Evliya Çelebi'nin, Mehmed Zilli Efendi'nin ve daha nice büyüklerin mezarları yok olmuştu, yok dilmişti Evliya Çelebi'yi araştıran Batılı bir araştırmacı İstanbul'a gelip Evliya Çelebi'nin mezarını sorsa, "yoktur" veya "kayıp" cevabı verilecekti O da "Ayıp" diyemeyecek kadar nezaket sahibi ise, "yazık" diyecekti Nitekim öyle de demektedirler |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|