Acı Zeytinler |
07-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Acı ZeytinlerYaşları yedi ila on beş arasında değişen sekiz on çocuk, duvar dibinde minderler üzerine oturmuş, bir taraftan birbirleriyle didişiyor, bir taraftan da ellerindeki taşlarla, önlerine yığılan zeytinlerin üzerine birer ikişer vuruyorlardı Kırılan zeytinleri toplayan kadın, çocukların önüne tencereyle seri bir şekilde zeytin boca ediyordu Dibi siyah tencere, küçük kafalar üzerinde kara bir bulut gibi gezinirken, irili ufaklı taşlardan çıkan sesler birbirine karışıyordu Taşlar ağırlığına ve kullanıcının gücüne göre zeytinlerin yeşil sert etini eziyor, veya çatlatıyordu Kadın, ezik zeytinleri gözlerinin hızına yetişmeye çalışan elleriyle bir kenara ayırırken yüzünü ekşitiyor, içlerinde taş değmemişleri görünce de sinirleniyordu Çocuklara söylenirken ön, üst kısımdaki dört altın dişi parıldıyordu Doğuştan tek kollu Maroge elindeki mermer taşla zeytinleri tek tek, ezmeden kırmayı beceriyordu İlk partide hatırı sayılır derecede zeytini ezerek heba etmiş, fakat şimdi elinde tuttuğu taşla arasında bir bağ oluşmuştu Taşı zeytinin üzerine her indirişinde gücünü öyle bir ayarlıyordu ki taş çekirdeği hafiften hissettiğinde elini geri çekiyordu Taş, zeytin çekirdeği ve beyni arasında kurulan üçlü denge yirmi otuz zeytinde bir bozuluyor, kolunu biraz dinlendirdikten sonra o ince ayarı tekrar buluyordu Ara sıra taşı yere bırakıp biriken zeytinleri diğerlerinin arasına katıyor, önüne kırılmamış zeytin alıyordu Yerinden kalkmak için mazeret aradığı bir anda, kilisenin koca, metal kapısı üç dört defa hızla vuruldu Elindeki taşı bırakıp kapıya koştu Demir kanadı tek eliyle güçlükle açabildi Kimsecikler yoktu Kapının önüne çıktı Siyah kirpiklerinin çevrelediği iri, yeşil gözlerini, koşar adım, yokuş aşağı inen çocuklara çevirdi Gülüşmeler arasından ‘tek kolluya açtırdık kapıyı’ cümlesi çalındı kulağına Kapıyı kapatıp zeytinlerin başına geçti Zeytin kırdığı mermer taşın yerinde üzeri pütürlü, zeytine vurdukça dağılan, çıkıntıları iyice yuvarlanmış bir taş duruyordu Yan gözle yanındaki Petrus’a baktı Petrus elindeki mermer taşı kullanmaktan oldukça hoşnut görünüyordu İstifini bozmadan, zeytinlerin üzerine öyle bir vuruyordu ki zeytinler avlunun taş zemininde koca parçalar bırakıyordu Maroge sesini çıkarmadı İşlerinden kaytarmaya hevesli çocuklara bakınca içinde bulunduğu durumu değerlendirmenin en iyisi olacağını düşündü Önündeki zeytinlerden birini ağzına attı Dişleri arasında ezilen zeytinin acısı ağzına dağıldı Zeytini Petrus’la arasındaki boşluğa tükürdü Gülüşmeler kapladı ortalığı “Çok acıymış” Deyip tükürmeye devam etti Petrus “Herhalde Boşuna mı kırk gün boyunca her gün suyu değiştiriliyor? Yoksa böyle yerdik” deyip eline aldığı zeytini, muzipçe Maroge’nin ağzına tıkmaya çalıştı Maroge, Petrus’un dinmeyen ısrarı karşısında zeytini ağzına aldı, çiğnemeden yere tükürdü Diline ve damağına acı bulaşmış gibi sesler çıkarıp, dilini ağzının dışında gezdirmeye başladı Tekrar gülüştüler Maroge usulca Petrus’un kulağına eğildi “Gideceğiz değil mi?” “Birazdan gideriz” Bir süre sonra çocuklar birer ikişer kaytarmaya başladılarsa da zeytin dağıtıcısı kadın eşliğinde yerlerine dönmeleri fazla uzun sürmedi Ekim güneşi, kilisenin açık renk Midyat taşları üzerinde yumuşak, son demlerini yaşayan sıcak bir sarıya dönmüştü Kırılan zeytinler bidonlara doldurulmuş, acılarını bırakacakları suda serinliğe kavuşmuşlardı Petrus ve Maroge bakıştılar Petrus “Gidelim Bu kadar yeter Zaten bitti” Dedi Maroge ortalığı kolaçan ettikten sonra “İkimiz birlikte olmaz Önce ben gideyim Beş dakika sonra da sen gel” dedi Zeytin dağıtan kadın son parti zeytini de çocukların önüne yığdıktan sonra mutfağa girdi Maroge bunu fırsat bilip kilisenin caddeye bakan kapısına usulca yönelip dışarı çıktı Yokuş aşağı koşar adım inip Petrus’la sözleştikleri otobüs durağında beklemeye koyuldu Kısa bir süre sonra Petrus da geldi Ana cadde üzerinde yürümeye koyuldular Petrus bir sokak köşesinde durdu “Erzakçılar çarşısında yeni bir tane açılmış istersen oraya gidelim” dedi Maroge “Sen bilirsin Ben anlamam Bende iki milyon var Oranın saati ne kadardır acaba? “Parayı sorun etme, bende var” Adımlarına hız verdiler Maroge’nin bir eli cebindeki iki milyonu tutuyor, dirseğinden aşağısı olmayan diğer kolu ise iğneyle yukarı tutturulan gömleğin kolu içinde öylece sarkıyordu Ulucami’nin önünden geçip, her türlü hububat, tatlı ve etin satıldığı Sokıl Bakkar çarşısına girdiler Daracık sokakta at ve eşeklerle yük taşıyan adamların arasından sıyrılıp, bir internet kafe’nin önünde durdular Maroge yeni asılmış tabelaya baktı Ardından, içerdeki döner sandalyelere ve tabii ki yeni masalar üzerinde duran bilgisayar ekranlarına dikti gözlerini “Vay be!” dedi sevinç ve hayretle İnternet kafenin otuz yaşlarındaki sahibi dört beş yeni bilgisayarın bulunduğu odada, üzerinde ilk günlere özel renkli şekerleme kasesinin bulunduğu masanın önündeydi Kenarda kıyıda, gönderenin isminin sarı yaldızlı harflerle yazıldığı karton bant altında daha bir küçülen bir iki çiçek aranjmanı duruyordu İçerde boya ve yeni mobilyaların kendine has tutkal-cila karışımı kokusu vardı Bütün makinalar boştu Adam, Petrus ve Maroge’nin içeri girdiğini görünce hemen ayağı kalkıp acemi bir tüccar misafirperverliğiyle onlara şeker ikram etti “Kaç makina?” dedi Gözü Maroge’nin yarım sarkan kolundaydı Petrus aldığı şekeri açmaya hazırlanırken “bir makina” dedi Oturdular Maroge heyecanla Petrus’un anlattıklarını dinlemeye koyuldu “Buna ‘maus’ deniyor” Demekle başladı Petrus anlatımına İnternet’e nasıl girildiğini, nerelerde dolaştığını zaman kaybetmeden kısa bir şekilde, öğretmen edasıyla anlattı Arkasından ‘chat’ yapılan sitelerden birine girdi Maroge’nin beklediği an gelmişti Dörtlü bir sohbetin içinde buldu kendini Maroge Petrus’u heyecanla izliyordu Petrus Maroge’ye gösterdiği ve yazdığı her cümleden sonra “bir dahaki sefere de sen yaparsın” diyordu Petrus iyiden iyiye ‘chat’a dalmış, yanında heyecan içinde oturan Maroge’yi unutmuştu Ara sıra hatırladığında Maroge’nin ‘enter’a basmasına izin vererek, heyecanının tatmini için ona kendince olanak sağlıyordu Maroge ise bu duruma razı gelip heyecanla ‘enter’a basacağı anı bekliyordu Maus’u sevmişti Ama tek elle klavye kullanma düşüncesi Maroge’nin yüzündeki heyecanı alıp götürdü Hiç girişmemeliydi bu işe Ya da ‘Petrus’tan yardım isteyebilirim’ diye geçirdi içinden Petrus’un ‘chat’ yaparken yüzündeki dünyayı unutmuş ifadeyi görünce, bu fikirden de vazgeçti Belki zamanla işi kavrayıp tek elle halledebilirdi Sevinci biraz olsun tazelendi ama eskisi gibi değildi Nasıl birşeydi bu? Anında mektuplaşma İnanılır gibi değildi Petrus, Maroge’nin kulağına eğildi Fısıldayarak “Açık saçık filmlerin olduğu siteler var Diğerine gidersek sana gösteririm” “Klavyeyi kullanmak gerekiyor mu” diye sordu Maroge bir çırpıda Jaklin ÇELİK |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|