O'Henry Hikayeleri |
06-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
O'Henry HikayeleriSAKLI HAZİNE (Buried Treasure- O'Henry) Çeşit çeşit aptal vardır Şimdi, herkes çağrılana kadar sessiz oturabilir mi? Bir çeşidi hariç her türlü aptallığı yapmıştım, mirasımı har vurup, harman savurdum, evlenmeye cesaret ettim, poker, tenis oynadım, borsada vurgunculuk yaptım, paramı her şekilde kullandım fakat oynamadığım bir tek kral rolü kalmıştı, bu Saklı Hazine'den sonra oldu, fakat Kral Midas'ın takipçilerinin hiçbiri bu işten bu kadar zevk almamıştır Acemi yazarlar gibi, biraz konudan uzaklaşayım, ben duygusal bir aptaldım, May Martha Mangum'u gördüm, 18 yaşındaydı, gıcırgıcır bir piyanonun fildişi tuşları kadar beyaz, güzeldi, bozkırdaki sıkıcı bir Teksas kasabasına inmiş, bir melek gibiydi, ağırbaşlı, büyülüöyle cazibeli, havası vardı ki, herhangi bir kralın tacındaki tüm yakutları kiraz toplar gibi toplayabilirdi May'i istiyordum, bana katlanmasını, terliklerimi ve pipomu akşam olduğunda, bulamayacağım yerlere koymasını istiyordum May'in babası gür bıyıklı, gözlüklüydü, etimolojistti, uçan, yürüyen böcekler, kelebeklerle ilgileniyordu, hayatı bunları yakalayıp, topluiğnelerle tutturup, isimler koymakla geçiyordu Başka kimseleri yoktu, bilim adamlarının çok dalgın olduğu söylenir, o yüzden kızına çok değer veriyordu çünkü kızı sayesinde içki kadehi boş kalmıyor, giysileri yerli yerinde duruyor ve yemeğini yiyordu May Martha Mangum'u arzu eden benden başka biri daha vardı: Goodloe Banks Üniversiteden genç bir adam, kitaplardaki tüm bilgilere sahipti, Latince, Yunanca, felsefe, bilhassa da mantık ve matematiğin dalları Onun bu, her gördüğü bilgiyi öğrenme, kafasına doldurma alışkanlığı olmasaydı, onu daha çok severdim, yine de herkes bizim çok iyi dost olduğumuzu sanırdı Çoğunlukla birlikte zaman geçirirdik çünkü May Martha'nın kalbinin hangimizden yana çarptığı hakkında ipuçları öğrenmek için, birbirimizin ağzından laf almaya çabalardık Goodloe Banks bu yüzden suçluluk duymazdı, rakip olmak böyledir işte Goodloe'nun, kitaplar, kültür, görgü, kürek çekmek, entellektüellik ve iyi giyinmek gibi artıları vardı, bense, beyzbol, Cuma akşamları sohbet etmek, belki iyi ata binmekten başka bir şey bilmiyordum Fakat her ikimiz de May Martha'yı ziyarete gittiğimizde, birlikteyken, beraber konuşurken, onun hangimizi tercih ettiğini anlayamıyorduk Daha önce söylediğim gibi kızın babası, yaşlı Mangum, dalgın biriydi, - mutlaka kuşlar haber vermiş olmalı ki, - bir gün biz iki kafadar, kızın başına kelebek yakalamakta kullanılan ağ kepçeyi geçirirken, babasına yakalandık! Adam, beni de, Goodloe' ya da artık etiket vurmuş, yaftalamıştı, ikimizi bir daha evinin yakınlarında yakalayacak olursa, bizi da tıpkı kelebek gibi, kolleksiyonuna katacağını söyledi! Bunun üzerine bir süre onlara gitmedik, ortalığın yatışmasını bekledik, tekrar evlerinin kapısını çalacak cesareti bulduğumuzdaysa, kız da, babası da gitmişti! Eşyaları bile almış, evi boşaltmışlardı May Martha ikimize de herhangi bir veda notu bile bırakmamıştı çalıklara iliştirilen bir ufacık bir kağıt parçası veya posta kutusunun üzerine tebeşirle yazılan iki satır bir şey bile yoktu İki ay boyunca hem Goodloe, hem de ben, kaçakların izini bulmak için çareler düşündük Dostluğumuzu ve nüfuzumuzu kullanarak, bilet gişesindeki biletçiye, atlı arabacılara, tren kondöktörlerine, hatta yalnız, mutsuz şerif yardımcımıza bile sorduk ama hepsi sonuçsuz kaldı Daha sonra birbirimizle her zamankinden daha iyi dost ama aynı zamanda daha beter düşman olduk Her öğle sonrasında, iş çıkışında, Snyder'in barında bir araya gelip, domino oynadık, bir şeyler bulmuş da, birbirimizden gizliyor muyuz diye öğrenmek için tuzaklar kurduk, rakipler böyledir işte Goodloe'un benden daha eğitimli, okumuş, kültürlü olmasından nefret ediyordum, ilkokuldayken, "zavallı Jane, kuşu öldü artık onunla oyun oynayamacak" parçasını benden daha iyi okurdu, ama belki May Martha hakkında bir ipucu bulabilirdi, o yüzden kızı bulana kadar ona katlanacaktım Bir öğleden sonra konuşurken bana şöyle dedi: - Farzet ki, kızı buldun Ed, ne eline geçecek? Bayan Mangum akıllı bir kız, belki çok kültürlü değil ama senin ona verebileceğinden daha fazla şeyler hayal ediyor, insanın dünya görüşünü, ufkunu genişleten antik şairlere ve yazarlara, bu kadar çok değer veren başka birini görmemiştim, bence onu aramakla vaktini boşa harcıyorsun - Benim hayalimde, Teksas'ın bozkırlarında, meşe ağaçlarıyla dolu bir yerde, sekiz odalı, mutlu bir ev varoturma odasında bir piyano, başlangıç olarak çitle çevrili ağılda üçbin sığır, atlar, May Martha, istediği kadar bu çiftliğin keyfini çıkarabilir, akşam olduğunda terliklerimi ve pipomu bulamayacağım yerlere koymuş olacak - O daha yüksek idealler peşinde - Neyin peşinde olursa olsun, şimdi parası da bitmiştir, eninde sonunda onu arkadaşların yardımı olmadan bulacağım Goodloe, domino taşını koyarak, "oyun bitti" dedi Ve bira içmeye koyulduk Bu olaydan kısa süre sonra, tanıdığım genç bir çiftçi, bana katlanmış mavi renkte bir kağıt getirdi, büyükbabası yakınlarda ölmüş, gözlerim yaşardı, dedesinin o kağıdı yirmi yıldır büyük bir titizlikle sakladığını söyledi, geriye miras olarak bu kağıttan başka, iki katır ve bir arazi bırakmıştı Kağıt, ta kölelik yanlılarıyla, köleliğin kaldırılması yanlıları arasındaki isyan günlerinden kalma, 14 Haziran 1863 yılından kalma, eskipüskü bir kağıttı ve üçyüz bin dolar değerinde altın ve gümüş paranın gömüldüğü bir saklı hazinenin yerini tarif ediyordu Torununa bu hazineden şimdi çoktan ölmüş olan İspanyol bir rahip de bahsetmişti - Baban niye bunu kendisi bulmaya çalışmadı ? diye torununa sordum - Yapacaktı ama gözleri kör oldu - Peki sen, kendin niye yapmadın? - Bahar geldiğinde ekin ektim, sonra mısırları ayıklamak, hayvan yemi almak, derken kış bastırdı, yıllar böyle kovaladı Söylediği bana gayet mantıklı gelmişti ve hemen Lee'ye katıldım Haritadaki işaretler çok basitti Hazine yüklü eşek ordusu, Dolores kasabasındaki eski İspanyol kilisesinden yola çıkıyor, Alamito Nehri'ne varana kadar Güney'e ilerliyorlar, nehri geçiyorlar ve iki dağ arasında, eğer biçimindeki küçük bir dağın tepesine hazineyi gömüyorlar, belli olsun diye de üzerine taşlar koyuyorlar Birkaç gün sonra İspanyol rahip hariç, tüm grup kızılderililer tarafından öldürülüyor Lee Rundel, kamp malzemesi almamızı ve İspanyol kilisesinden başlayacak olan aramamızı için bir arazi ölçümü yapan adam kiralamamızı önerdi Ondan sonra iş hazineyi harcamaya kalacaktı Eyalet arazi müdürlüğüne gittik, eski kiliseden Alamito nehrine kadar olan yeri gösteren bir harita bulduk, kağıt üzerinde nehrin güneyine doğru bir çizgi çizdim, uzunlukları doğru vermişlerdi, böylece nehirdeki noktayı bulduk, onunla bir 'bağlantı' çizdik, İspanya kralı Philip tarafından hediye edilen çok önemli, güzel tarif edilmiş bir köşe olan Los Animos'u bulduk Böylece ölçümcüye gerek kalmadı, masraf ve zamandan tasarruf ettik Lee ve ben iki atlı bir arabaya, malzemeleri yükleyip ulaşmak istediğimiz nokta olan Chico'ya doğru yola koyulduk Orada bir ölçümcü aldık, biz Los Animos köşesini buldu, haritadakine göre 5720 metre batıya uzanıyordu, noktanın üzerine bir taş koyduk, kahve içip, pastırma yedik ve yola devam ettik Hazineyi bulacağımıza emindim, Lee sadece üçte birini alacaktı çünkü tüm masrafları ben üstlenmiştim, bu ikiyüz bin dolarla May'i nerede olursa olsun bulacak, yaşlı babasının kelebekleri gibi sevinçten kanatlanacaktım Lee ile kamp kurduk, nehrin karşısında bir düzine küçük dağ vardı ama hiçbiri eğer şeklinde değildi, bu bizi caydırmadı, görünüşler yanıltıcı olabilir, sadece adamın gözüne öyle görünmüş olabilirdi Ben ve define sahibinin torunu, tepeleri samanlıkta iğne arar gibi iyice aradık, her köşeye, bucağa baktık, nehrin aşağısı, yukarısıdört gün böyle geçti, kahvemiz, etimiz bittive yüzümüz, gözümüz kahverengi şekilde, geri döndük Lee dönüş yolunda tütün çiğniyordu, bense aceleyle arabayı sürüyordum Eliboş döndükten sonra, tekrar barda Goodloe ile domino oynamaya başladık, kızla ilgili olarak birbirimizin ağzını arıyorduk, ona saklı hazineyle ilgili olayı da anlattım - Şu hazineyi bulsaydım, May Martha Mangum'u bulmak için dünyanın altını üstüne getirirdim - O kız çok daha iyi şeylere layık Onu ben bulacağım fakat şu hazineyi nasıl buldunuzu anlatsana Ona tüm detayları anlattım, haritayı gösterdim Kağıda bilgiç bir tavırla baktı, arkasına yaslandı ve sadistçe bir kahkaha patlattı - Sen bir aptalsın Jim! Bilardo toplarına vururken, sıra sende dedim Goodloe, tebeşirle masaya iki çentik attı ve "yirmi" dedi - Niye aptal oluyor muşum? Pekçok insan define buldu - Çünkü nehirdeki noktayı hesaplarken sapmayı hesaba katmayı unuttun, orada 9 derece Batı'ya sapma olacak, kalemini ver Goodloe, hemen bir zarfın üzerine bir şeyler çizdi - İspanyol kilisesi kuzeyden güneye olan mesafe tam loarak 22 kmsenin hikayene göre bir cep pusulasıyla ölçülmüş, sapmayı hesaba katarsan hazineyi aramaya başladığın Alamito nehrinin noktası 6 km batıya kayar - Ne sapmasından bahsediyorsun? - Pusulanın gerçek meridyene göre manyetik sapmasından Ukala ukala gülümsedi - Bazen bu tür gizli hazineler asılsız çıkar, şu haritayı versen, istersen beraber arayalım Böylece iki rakip, serüven için tekrar ahbap olduk, en yakın tren yoluyla Chico'ya gittik, yine kamp malzemeleri kiraladık, aynı ölçümcü yine yolu gösterdi, sonra adamı gönderdik, gece varacağımız noktaya ulaştık, atları besledik, nehrin yanında ateş yaktık, yemek pişirdik, Goodloe de yardım etmek istedi ama eğitim ona pratik şeyleri öğretmemiştiben iş yaparken Keats ve ya Shelley'den şiirler okudu - Bu dizeyi May Martha çok severdi, o kız çok üstün şeylere layık diye yineledi Okumak, kültür dolu bir atmosferden, toplumdan daha ala ne olabilir? Sen tahsili küümsüyorsun matematiği hafife alıyorsun ama eğer benim matematik bilgim olmasaydı ve hatanı farketmeseydin, hazineyi nasıl bulacaktın? - Önce nehrin karşısındaki dağlara bakacağızbak ne buldum, bu sapmalar hala şüpheye düşürür insanı, yanımda iğne getirdim ki, daima Kuzey'i göstersin Ertesi sabah güzel bir Haziran günü, erkenden kahvaltı yaptık, Goodloe neşeliydi, ben et pişirirken, o şiirler okudunehri sığ yerinden geçtik ve karşı tepeye vardık ben bulaşık yıkarken Goodloe omzuma bir şaplak attı, " Azizim Ulysses! Şu kıymetli haritaya bir kez daha bakayım, galiba eğer şeklinde tepeye tırmanacaktık ama öyle bir tepe göremiyorum" - Ben görürsem söylerim Dakika bir, gol bir, kültüre karşı galiptim Goodloe, haritaya bakarken tahsilli birine hiç yakışmayacak bir küfür savurdu - Gelsene, şuraya bak Haritayı güneş ışığına doğru tuttu, parmağıyla bir yeri işaret etti, daha önce hiç farketmediğim, beyaz renkli bir yazı ve rakam vardı: Malvern 1898 - Nedir bu? diye sordum - Kağıdın imal edildiği tarih, senin hikayen ise 1863! Bu sahtekarlık! - Bilemem, çocuk tahsilsiz ama dürüst, mütevazi bir köy çocuğuydu, belki kağıt imal edenler bir hile yaptılar Goodloe gözlüklerini çıkartıp, bana baktı - Sana kaç kez aptal olduğunu söylemiştim, bir salak çocuğun yüzünden beni de alet ettin - Nasıl? - İhmalkarlığın yüzünden! Ortaokul talebesi bile planındaki hatayı yapmazdı, yeter artık, boşuna uğraştık, burama geldi! Ben, elimde yıkanmış bir kaşıkla ona doğru - Goodloe Banks, senin tahsilin, umurumda değil, eğitimin sana ne kazandırdı ki? Arkadaşlarına sıkıntı vermekten başka, pusulan, sapman senin olsun" kaşığı nehrin karşısındaki tepeye doğru tutarak devam ettim: - Ben hazine için o dağa bakacağım, gelecek misin, gelmeyecek misini karar ver, kağıttaki bir yazıyla vazgeçeceksen sen gerçek bir serüvenci sayılmazsın Nehir yolunda beyaz bir toz bulutu yükseldi, bu posta treniydi Goodloe, kendisine ait eşyaları topladı, posta trenine atladı, sinirli sinirli gözlüğünü düzeltti ve toz bulutu içinde kayboldu Ben de bulaşıkları yıkadım, atlara taze çimen verdim, nehrin sığ yerinden karşıya geçtim ve eğer biçimle tepeye tırmandım Harika bir Haziran günüydü, hayatımda hiç bu kadar çok kuş, yusufçuk, kelebek, çekirge ve kanatlı yaratık, arıyı bir arada görmemiştim, gökte ve yerde uçan ne varsa buradaydı Eğere benzeyen tepeyi baştan sona araştırdım, gömülü bir defineye ait en ufak iz bile yoktu, ne taş yığını, ne ağaçlarda asılı bir şey, hiçbir ipucu yoktu Tepeden aşağı indim, birden kendimi Alamito nehrine akan küçük bir ırmağın da olduğu, güzel yemyeşil bir vadide buldum Orada saçı, sakalı darmadağın, deliye benzer bir adam gördüm, parlak kanatlı, dev bir kelebeği kovalıyordu İçimden zırdelinin teki olmalı, nereden de buralara gelmiş? diye düşündüm Birkaç adım daha attım, ırmağın yanında asmalarla çevrili bir kulübe vardı ve çimenlerin üzerinde kır çiçekleri toplayan May Martha Mangum'u gördüm Doğrulup bana baktı, hayatımda ilk kez, piyano tuşları kadar beyaz yüzünün kızardığını gördüm, tek kelime etmeden ona doğru yürüdüm, elindeki çiçekleri çimenlerin üstüne bıraktı - Geleceğini biliyordum jim, babam sana yazmama izin vermedi ama geleceğini biliyordum Arabam ve atlar nehrin karşısında duruyordu, gerisini tahmin etmeniz zor olmasa gerek Çok kez, bir adam, bütün o tahsilini, eğitimini kendisi için kullanamazsa ne faydası var derdim May Martha artık bana katlanıyor, meşe ağaçlarıyla dolu bir yerde, 8 odalı bir evimiz var, ağılda başlangıç olarak üçbin sığır var, ve her akşam eve döndüğümde pipomu ve terliklerimi bulamıyorum Ama kimin umurunda? Kimin umurunda? |
O'Henry Hikayeleri |
06-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
O'Henry HikayeleriKONT ve DÜĞÜNÜN KONUĞU (Count and Wedding Guest - O'Henry) Bir akşam, Andy Donovan, 2 Caddedeki pansiyona akşam yemeğine gittiğinde, Bayan Sçott onu genç, yeni bir pansiyoner olan Bayan Conway'le tanıştırdı Bayan Conway, ufaktefek ve mütevazi bir kadındı, kahverengi bir elbise giymişti, tabağıyla meşguldü ve fazla ilgi göstermedi, mahcup gözlerini kaldırdı, Bay Donovan'a kısa, eleştirir bir bakış fırlattı, nazikçe ismini mırıldandı ve tekrar pirzolasını yemeye koyuldu Bay Donovan, zerafet ve kendisine sosyal, ticari ve siyasi konularda prestij kazandıran ışılışıl bir gülümsemeyle kadını selamladı ve sonra kahverengili hanımı düşüncelerinden silip attı İki hafta önce, Andy merdivenin basamaklarında oturmuş, keyifle purosunu tüttürüyordu, arkasında bir gıcırtı duydu, başını arkaya çevirdi Bayan Conway, kapıdan dışarı çıkıyordu, simsiyah, krep bir elbise giymiştişey krebişeyah şu küçük, siyah şeyler! şapkası siyahtı ve örümcek ağı gibi tülü vardı, kadın en üst basamakta durdu ve siyah ipek eldivenlerini giydi, elbisesinin hiçbir tarafında beyaz tek bir nokta bile yoktu Gür, altın sarısı saçlarını toplayıp, ensesinde düzgün bir topuz yapmıştı, yüzü güzelden çok sadeydi, fakat şu anda ışıldıyordu ve üzgün, melankolik kocaman gri gözleriyle, karşı caddedeki evlere bakarken güzel görünüyordu Tüm bu görünenlersiyahlarkrepşeyy, Çin krebi giysi, üzgün bakışsiyah tülün altında parlayan saçlar (tabii ki sarışın olmanız gerekir) yas giysileri üzerine konuşmakparkta bir yürüyüşkapıyı doğru zamanda açmakbütün bunlar aklından geçtiBay Donovan, düşüncelerinden silip attığı Bayan Conway'i tekrar düşünmeye başladı, purosunun ucunu yere attı, kaç dakikadır içiyordu, yeterdi - Ne hoş, güzel bir akşam Bayan Conway Adam öyle güvenli bir tonlamayla konuştu ki, meteoroloji binasındakiler duysaydı, hava durumunu gösteren direğin sinyalini değiştirirlerdi Bayan Conway iç çekerek, onların güzel havadan pek hoşlanamayacaklarını belirten bir şeyler söyledi Bay Donavan içinden güzel havaya lanet okudu, kadının ruh haline uyması için şu anda kar, fırtına ve dolu yağmalıydı - Umarım akrabanız filan değildir Bayan Conway biraz duraklayarak, - Akrabam değil, şeyfakat dertlerimle sizi sıkmak istemem - Sıkmak mı, ne demek? Sevinirim yani- çok affedersiniz- yani kimse sizin kadar üzülemez demek istemiştim Bayan Conway hafifçe gülümsedi, yüzü hala üzgündü - Güldüğümüz zaman bütün dünya bizimle güler ama ağladığımız zaman da gülerler! Bunu öğrendim Bay Donovan, bu şehirde hiç dostum veya tanıdığım yok ama siz bana karşı çok nazik davranıyorsunuz, çok müteşekkirim dedi Masadaki biberliği iki sefer kadına uzatmıştı Donovan, - New York'ta yalnız olmak zordur diye devam etti - Bu kesin, ama bu küçük şehir sakinleşip, dost canlısı olunca da pek hoş olur, Bayan Conway, parkta bir yürüyüş yapar mıydınız? Üzüntülerinizi dağıtırdınız, eğer izin verirseniz - Teşekkür ederim Bay Donovan, kalbi bu kadar kederli birinin arkadaşlığı size uyarsa, bana eşlik etmenizi memnuniyetle kabul ederim Parkın demir parmaklıklı kapısından girip, yürüdüler, sonra boş bir kanepe buldular Gençlerin ve yaşlıların matemi arasında fark vardır, gençlerin matemi paylaştıkça azalır, yaşlıların ise aynı kalır Bir saatin sonunda Bayan Conway, - Ölen benim nişanlımdı diye açıkladı - Gelecek baharda evlenecektik, sakın uyduruyorum sanmayın Bay Donovan ama nişanlım gerçek bir Kont'du İtalya'da bir malikanesi ve sarayı vardı İsmi Kont Fernando Mazzi' dir Tabii babam itiraz etti, ama onunla kaçtık, babam bizi buldu, Fernando'yla düello yapacaklar sandım, babam ticaretle uğraşır bu arada Sonunda babam ilkbaharda evlenmemize razı oldu Fernando ona ünvanının ve servetinin gerçek olduğunu kanıtladı, sonra da malikanesini hazırlamak üzere İtalya'ya gitti, babam çok gururlandı, Fernando, bana çeyizimi hazırlamak üzere birkaç bin dolar vermek isteyince babam çok kızdı, ondan bir yüzük veya hediye bile kabul etmeme izin vermedi Fernando gemiye binip yola çıktığında, ben de şehre gelip bir şekerci dükkanında kasiyer oldum Üç gün önce, İtalya'dan bir mektup geldi, Fernando bir gondol kazasında ölmüş İşte bu yüzden yas tutuyorum, kalbim hep ona ait kalacak, galiba pek iyi bir arkadaş sayılmam Bay Donovan, sizi neşeli dostlarınızdan ayırmak istemem, belki de eve dönmek istersiniz Şimdi kızlar, eğer genç bir erkeği kendinize bağlamak istiyorsanız, kalbinizin ölmüş birisine ait olduğunu söylemeniz yeter, genç erkekler doğuştan mezar hırsızıdırlar! Çin krepleri içindeki ağlayan meleklerin yüreklerini tamir etmek için bir şeyler yapmak gerekir Bay Donovan nazikçe, 'Müthiş üzüldüm' dedi 'Hayır eve dönmeyeceğiz, ayrıca bu şehirde arkadaşınızın olmadığını söylemeyin Bayan Conway, çok üzüldüm ve inanın burada bir arkadaşınız var artık' Bayan Conway, mendiliyle gözyaşlarını sildi - Madalyonumda onun bir resmi var, kimseye göstermedim ama sizin dostum olduğunuza inanıyorum, size göstereceğim diyerek, boynundaki minik madalyonun içindeki resmi gösterdi Bay Donovan, dikkatle, ilgiyle uzun uzun madalyondaki resme baktı, Kont Mazzini'nin resmi ilgi çekiciydi, zeki, düzgün yüzlü, yakışıklı denebilecek, arkadaşları arasında lider olacak tipli, neşeli, güçlü bir adamın yüzüydü Bayan Conway, 'bu resmin daha büyüğü odamda çerçeve içinde duruyor, eve gidince size onu da gösteririm' dedi Fernando'dan bana kalan tek şeyler bunlar ama sonsuza kadar kalbimde kalacak Böylece Bay Donovan, Bayan Conway'in kalbindeki talihsiz Kont'un yerini alma görevini üstlendi, üstlendiği rolde çok başarılıyda, öyle ki, daha sonraki saatlerde Bayan Conway'le dondurma yediler, ama kadının büyük, gri gözlerindeki keder hala azalmamıştı O akşam merdiven sahanlığında ayrılmadan önce, nişanlısının çerçeveli resmini de gösterdi, özenle ipek bir kumaşa sarmıştı, Bay Donovan, inanamıyormuş gibi bir ifadeyle resme baktı - Bu resmi bana İtalya'ya gideceği gün vermişti, ben de buna baktırarak madalyonumdaki minik resmi yaptırdım Bay Donovan, samimi bir şekilde, 'çok hoş bir adammış' dedi Bayan Conway, Pazar öğleden sonra sizinle Coney'e gitmekten büyük mutluluk duyardım Bir ay sonra diğer pansiyonerlere ve pansiyon sahibi Bayan Scott'a nişanlandıklarını duyurdular Bayan Conway siyah giymeye devam etti Nişanlarından bir hafta sonra, ikisi parktaki aynı kanepede oturuyorlardı Ağaçların yaprakları ay ışığında büyülü bir manzara yaratıyordu Fakat Donovan'ın yüzünde bütün gün tuhaf bir sıkıntı vardı ve o akşam adam o kadar sessizdi ki, aşık olduğu kadın bunun nedenini sormadan edemedi - Mesele nedir? Bu akşam çok sessiz ve çok kötü görünüyorsun - Bir şey yok Maggie - Hayır bir şey var, ve bilmek istiyorum, eminim başka bir kızı düşünüyorsun, tamam madem öyle niye ona gitmiyorsun? kolunu çekersen sevinirim - Pekala söyleyeceğim, fakat sanırım anlayamayacaksın, Mike Sullivan'ı duymuşsundur değil mi? Herkes ona 'koca Mike' der - Hayır duymadım, senin üzüntülü olmana sebep oysa, duymak da istemiyorum, kimmiş o? - New York'un en güçlü adamıdır, istediği her şeyi yapabilir, siyasi gücü de çok, enine boyuna bir adamdır, kapılardan sığmaz, ona karşı bir şey söylersen, anında milyonlarca adam boğazına sarılır! o gelince krallar bile tavşanlar gibi deliklerine kaçarlar! Şeyy, Koca Mike benim arkadaşımdır, Mike, ufak tefek veya yoksul birinin dostu olacak kadar büyük biridir, geçenlerde kendisiyle karşılaştık, elimi sıktı, benim hakkımda iyi şeyler duyduğunu, benimle gurur duyduğunu söyledi, bana içki ısmarladı, puro içtik, ona evleneceğimi söyledim, kendisine de davetiye yollamamı, düğüne geleceğini söyledi, ve söylediğini de yapar - Anlayamayabilirsin Maggie ama 'Koca Mike'ı düğümüzde görmek için bileğimi kesebilirim, bu hayatımın en gururlu anı olacak İşte o yüzden böyle düşünceliyimonun birisinin düğününe gitmesi büyük bir olay - O zaman niye davet etmiyorsun? - Bir sebebi var, burada olmaması gerekiyor ve sebebi var ama bunu bana sorma, sana söyleyemem - Ah, aldırmıyorum, tabii politik bir neden olmalı, ama bana gülümsememen için bir neden olamaz - Maggie, beni de Kont Mazzini'yi düşündüğün kadar düşünüyor musun? Erkek biraz bekledi ama Maggie cevap vermedi, sonra kız erkeğin omuzuna yaslanıp, ağlamaya başladı, sarsıla sarsıla ağlıyor, nişanlısını sımsıkı sarılmıştı ve Çin krebi elbisesi gözyaşlarıyla ıslanıyordu - Sana yalan söyledim Benimle asla evlenmeyeceksin belki de sevmeyeceksin artık, ama sana söylemek zorundayım, Kont diye biri yok, hayatımda hiç sevgilim olmadı, ama bütün kızların vardı ve hep sevgililerinden bahsediyorlardı, ben de bir fotoğrafçıya gittim, bu resmi satın aldım, küçük bir tane de madalyonum için yaptırdım, ve bu Kont hikayesini de tamamen uydurdum, böylece siyahlar giyebilecektim, siyah bana çok yakışıyor, kimse bir yalancıyı sevmez, utancımdan ölebilirim Andy, kimseyi senin kadar sevmedim, hepsi bu Fakat Andy'nin onu silkip atmasını beklerken, Andy kollarını ona daha sıkı sardı - Beni affedebilecek misin Andy? - Elbette, Kont'u mezarına geri gönderebiliriz, düğün günümüzden önce bunu yapmanı bekliyordum Maggie Maggie, Andy'nin kendisini affettiğinden tamamen emin olunca, utangaç bir gülümsemeyle, - Kont hakkında söylediğim bütün o hikayeye inandın mı? diye sordu Andy, purosunu yakarken, - Şeyy, tam olarak inandım sayılmaz, çünkü madalyondaki resim 'Koca Mike'ın resmiydi |
O'Henry Hikayeleri |
06-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
O'Henry HikayeleriKIZ (Girl - O'Henry) 962 No'lu cam kapının üzerinde yaldızlı harflerle ' Robbins&Hartley, Borsa' yazıyordu Katip gitmişti, saat 5'i geçiyordu ve temizlikçi kadınlar bulutların gölgesiyle kaplanan yirmi katlı ofis binasına akın etmeye başlamıştı Aralık pencerelerden sıcak limon, kömür ve yağ kokuları geliyordu Elli yaşlarındaki, şişman, çapkın, lüks otel odalarında gecelemeye alışık Robbins, ortağının sadece ev ile iş arasında mekik dokumasını kıskanıyormuş gibi yaptı - Bu nemli gecede bir şeyler yapmakta nesi, siz evde oturanlar şimdi ay ışığında, verandada, çekirge sesleri arasında, elinizde içki kadehleri oturacaksınız Yirmidokuz yaşındaki, ağırbaşlı, düzgün yüzlü, sinirli, zayıf biri olan Hartley: - Evet, Floralhurst'de bilhassa kışın geceler çok soğuk geçer dedi O sırada, esrarengiz tipli bir adam kapıdan içeri girdi ve Hartley'e: - Kızın nerede oturduğunu buldum diye, dedektiflere özgü şekilde fısıldadı Hartley, tatsız bir yüz ifadesiyle kaşlarını çatarak dedektife baktı ama tam o sırada Robbins, bastonunu aldı, kravat iğnesini taktı ve nazik bir gülümsemeyle selam verip, şehrin eğlenceli hayatına karışmak üzere kapıdan çıktı Dedektif, daha doğal bir ses tonuyla: - İşte adresi burada dedi Hartley, adamın ajandasında kurşun kalemle adresin yazılı olduğu sayfayı yırtıp aldı Kağıtta ' Vivienne Arlington, 341 Cadde, Bayan McComus eliyle' yazıyordu Dedektif: 'Buraya bir hafta önce taşınmış, takip etmemi isterseniz, şehirdeki herkes kadar iyi bir iş çıkartırım, günde sadece 7 Dolar ve masraflarayrıca günlük rapor da veririm, daktiloyla yazılmış şekilde' diye devam etti Borsacı 'Takip etmene gerek yok' diye dedektifin lafını kesti - Sadece adresini istemiştim, başka türlü bir şey değil, borcum ne kadar? - Bir günlük çalışmanın karşılığı, bir onluk verseniz yeterli Hartley, adamın parasını ödedi ve gönderdi Sonra ofisten çıktı, Broadway'e giden bir tramvaya bindi, şehri bir uçtan uca geçip, doğuya giden tramvay, Hartley'i bir zamanlar şehrin gururu ve şerefi olan ama şimdi eskimiş yapılarla dolu, eskipüskü bir caddede indirdi Biraz yürüdükten sonra, aradığı binaya geldi, bu yeni, büyük bir evdi, evin ucuz, taş kapısında, 'Vallambrosa' gibi görkemli bir isim kazılmıştı Yangın merdivenleri zigzaglar çıkarak evi dolanıyordu ve öteberide kuruyan çamaşırlar, eski eşyalar, ve yaz sıcağının sokağa fırlattığı, ciyaklayan çocuklar vardıorada, burada tüm bu çeşitli ıvırzıvırın içinde plastik bir bitki bu krallığın kime ait olduğunu sorar gibiydibitkilere mi, hayvanlara mı, eşyalara mı Hartley, McCommus yazan zile bastı, kapı otomatiğine ard arda basıldı ve kapı açıldı, gelen bir dost mu yoksa bir alacaklı mı endişe içinde bekleyerek, sanki bir an misafirane, bir an şüpheyle basılmıştı otomatiğeHartley, apartmanın içinde bir dostunu arayan birinin edasıyla merdivenleri tırmanmaya başladı, sanki elma ağacına tırmanan ve aradığını bulunca duracak olan bir oğlan çocuk gibiydi Dördüncü katta, açık bir kapının önünde Vivienne'in durduğunu gördü, kız, adamı içten, hoş bir gülümsemeyle, içeri buyur etti, adam için pencerenin kenarına bir sandalye çekti, kendisi de gece olunca canavara dönüşen Dr Jeykıl ve Mr Hyde gibi, gündüz üzerleri maskelenmiş, örtülmüş kanepeye oturdu Hartley, konuşmaya geçmeden önce kızın yüzüne çabuk, kritize eden ve onaylayan bir bakış fırlattı ve kusursuz bir seçim yaptığına karar verdi Vivienne, yirmibir yaşındaydı, safkan Sakson ırkındandı, saçı parlak altın sarısıydı, pırıl pırıl parlıyordu, cildi fildişi gibi berrak, derin, mavi gözleriyle sanki bir denizkızı ya da keşfedilmemiş bir dağda yaşayan orman perisini andırıyordu Güçlü ve doğal, zarif bir yapısı vardı, kuzey ırkının açık seçik tüm çizgilerine rağmen, tropiklere ait bir havası da vardı, nadir bulunan bir çiçek veya süt beyazı bir kumru kadar hayranlık uyandıran, mükemmel bir tabiat şaheseri gibiydi Beyaz bir etek ve siyah blüz giymişti, baloda kaz çobanı kız kılığına girmiş bir düşese benziyordu Hartley: Vivienne, geçen mektubuma cevap yazmadın, nereye taşındığını bulmak neredeyse bir haftamı aldı, seni görmek için ne kadar sabırsızlandığımı ve cevabını duymak için merak ettiğimi bildiğin halde, niçin beni merak içinde bıraktın? dedi Kız, hülyalı hülyalı pencereden baktı - Bay Hardley, size ne diyeceğimi bilemiyorum, teklifinizin tüm avantajlarını düşündüm, ve bazen sizinle olursam çok rahat edeceğimi düşünüyorum, ama sonra şüpheye düşüyorum, ben şehir yaşamına alıştım, sessiz sakin bir kasabaya kendimi bağlayamayacağımdan korkuyorum - Hayatım, arzu ettiğin her şeye sahip olacağını sana daha önce söylemedim mi? Bunu yapacak gücüm var, tiyatroya gitmek, alışveriş yapmak için ve dostlarını ziyaret için ne zaman istersen şehre gidebileceksin Bana güvenmiyor musun? - Sonuna kadar güveniyorum Sen çok nazik birisin ve alacağın kız çok şanslı olacak, Montgomery'lerdeyken senin hakkındaki her şeyi öğrenmiştim - Ah, Montgomery'lerin evinde seni ilk gördüğüm akşamı hatırlıyorumBayan Montgomery bütün akşam boyunca seni anlatmıştı, bence az bile söylemişti, o akşam yemeğini asla unutmayacağım, hadi Vivienne, söz ver bana, seni istiyorum, benimle geldiğine asla pişman olmayacaksın, kimse sana daha güzel bir yuva veremez Kız içini çekti ve üst üste koyduğu ellerine baktı Birden Hartley'in içini bir kıskançlık şüphesi kapladı: - Söylesene Vivienne, başkasıbaşka biri mi var? Kızın yanakları ve boynu bir gül gibi kızardı Biraz şaşırtıcı biçimde, ' Böyle bir şeyi sormamalısınız Bay Hartley' dedi' Ama size söyleyeceğim, evet biri var ama ona hiçbir söz vermedim, hiçbir hakkı yok yani' Hartley, 'Adı ne?' diye ısrar etti - Towsend - Rafford Towsend mi! Hartley sinirle bağırdı, 'Bu adam seni nereden tanıyor! Onun için yaptığım onca şeyden sonra! Pencereden bakan Vivienne, 'Arabası az önce park etti, cevabı o verir size, Ah, ne yapacağımı bilmiyorum!' dedi Kapı zili çaldı, Vivienne, çabucak otomatiğe bastı Hartley, 'Sen burada kal, onunla ben konuşacağım' dedi Towsend, ince tüvit takımı, Panama şapkası ve kıvrımlı siyah bıyığıyla İspanyol asilzadelerine benziyordu, merdivenleri üçer üçer çıktı, Hartley'i görünce durdu, aptallaşmış gözüküyordu Hartley, parmağıyla merdivenleri göstererek, kesin bir dilee: 'Git buradan' dedi Towsend, şaşkın 'Merhaba, neler oluyor? Burada ne arıyorsun eski dostum?' dedi Hartley, tekrar 'Git buradan,' dedi 'Orman kanunu? Çakalların seni parçalamasını mı istiyorsun? Towsend, korkusuzca 'Banyodaki borularla ilgili bir tesisatçı için buraya geldim' dedi - Pekala, bu yalanlarını o hain ruhuna sakla ve git buradan Towsend, merdivenlerden aşağı inerken bir küfür bastı, Hartley de tekrar kur yapmaya devam etti - Vivienne, seni istiyorum, daha fazla red cevabı veya oyalanmaya gelemem - Beni ne zaman istiyorsun? - Hemen şimdi, hazır olur olmaz Kız, Hartley'in önünde sakin bir şekilde ayakta durup, gözlerine baktı - Heloise oradayken, senin evine gelebileceğimi düşünebiliyor musun? Hartley, bu beklenmedik darbeye şaştı, kollarını çapraz kavuşturup, halının üzerinde bir o yana, bir bu yana yürüdü - Heloise gidecek, o kadının hayatımı mahvetmesine ne diye izin vereceğim ki! Geldiğinden beri başıma dert açmaktan başka işe yaramadı, haklısın Vivienne, sen eve gelmeden önce Heloise'in gitmesi gerek, fakat gidecek, kararlıyım, ona kapımı kapayacağım - Ne zaman yapacaksın bunu? Hartley, dişlerini sıktı ve kaşını kaldırdı, kararlı bir şekilde: - Bu gece Onu bu gece göndereceğim dedi - O halde, cevabım evet, istediğin zaman beni almaya gel Kız, adamın yüzüne samimi, tatlı bir gülümsemeyle baktı Hartley, hayalininin gerçekleştiğine inanamıyordu, o kadar tatlıydı ki - Bana şerefin ve namusun üzerine söz vermeni istiyorum Vivienne yavaşça, - Şerefim ve namusum üzerine söz veriyorum dedi Adam kapıda kıza dönüp, mutlu gülümsedi ama yine de inanamıyor gibiydi olanlara Hartley, parmağını yukarı kaldırarak kıza 'yarın' diye hatırlattı Kız içtenlikle gülümseyerek 'yarın' diye tekrarladı Yarım saat kırk dakika sonra, Hartley, Floralhurst'te trenden indi Kısa bir yürüyüşten sonra bakımla bir bahçe içindeki, iki katlı güzel bir evin kapısına geldi, yarıyolda siyah saçlı, beyaz yazlık bir elbise giymiş bir kadın adamı karşıladı İçeri girince, kadın: - Annem burada, onu alması için birazdan araba gelecek, akşam yemeğine gelmişti ama akşam yemeği yok Hartley: Sana söylemem gereken bir şey var dedi - Sana bunu incitmeden söylemek istiyorum, Hartley durdu ve kadının kulağına bir şey fısıldadı Karısı çığlık attı Kadının annesi salona geliyordu, siyah saçlı kadın tekrar bir çığlık attı, sevilen, şımartılan bir kadının çığlığıydı bu - Ah, anne! Biliyor musun, Vivienne bize aşçılığa geliyor! Hani bir yıl Montgomery'lerde aşçılık yapan kızve şimdi Billy hayatım, aşağı mutfağa inip, Heloise'i kovman gerek, bütün gün sarhoştu |
O'Henry Hikayeleri |
06-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
O'Henry HikayeleriAŞK İÇİN (A Service of Love - O'Henry) Birisi, birisinin sanatını severse, o kişi için hiçbir görev zor değildir Varsayımımız bu, bu hikaye buna dayanarak bir sonuç çıkartacak ve aynı zamanda yukarıdaki sözün doğru olmadığını gösterecek Bu mantık için yeni bir şey olacak, ama hikayecilkte Çin Seddi kadar eskidir Resim sanatında çok iyi olan Joe Larrabee, Middle West'ten geldi, altı yaşındayken kasabadaki su tulumbasının resmini yapmıştı, resmi çerçeveleyip, kurutulmuş mısır koçanlarının yanındaki duvara asmışlardı, yirmisine gelince cebinde biraz parayla New York'a geldi Delia Caruters ise, Güney'deki çam ağaçlarıyla dolu bir kasabada, altı oktavlık sesiyle, o kadar ümit veriyordu ki, akrabaları onun artık Kuzey'e gidip, işi bitirmesini istediler Joe ve Delia, bir grup güzel sanatlar öğrencisinin, Wagner, müzik, Rembrant'ın tabloları, duvar kağıtları, Chopin hakkında tartıştıkları bir atölyede tanıştılar Joe ve Delia birbirlerine aşık oldular ve kısa süre içinde evlendiler, çünkü birisi, birisinin sanatını severse, hiçbir şey zor gelmez Bay ve Bayan Larrabee mutluydular, sanata ve birbirlerine sahiptiler, Joe yüksek ücretle resim dersleri veriyordu, ünlüydü, Delia da bay Rosenstock'tan şan dersleri alıyordu, kadın, piyanonun tuşlarını bastıran sesiyle ün yapmıştıben bu zengin genç adama, her şeyi satıp, fakir kapıcıya vermesi ve sadece Delia'sı ve sanatıyla yaşama imtiyazına kavuşmasını tavsiye ederdim İkisi de paraları varken çok mutluydular, hedefleri açık ve kesindi, Joe, fakat zamanla sanatlarında bir düşüş başladı ki, bazen olurartık öğrencilerden fazla para gelmiyordu ve şan hocasının ücretini ödemeye para kafi gelmiyordubirisi birisinin sanatını severse, ona hiçbir hizmet zor gelmez, Delia da kendisine yeni öğrenciler bulmaya çalıştıve bir akşam neşeli neşeli eve geldi: - Joe hayatım, harika bir öğrenci buldum, bir generalin kızı! 71Caddede oturuyor, harika bir ev, kapısını görmelisin, Bizans sanatından esinlenerek yapılmış, hele evin içidaha önce hiç bu kadar güzelini görmemiştim - Öğrencim, albayın kızı Clementinaşimdiden çok sevdim, çok tatlı bir kız, hep beyaz giyiniyor, henüz 18 yaşında ama çok terbiyeli, haftada 3 gün ders vereceğim saate 5 Dolar! ama olsun, birkaç öğrenci daha olunca, şan derslerine tekrar başlayabilirim, çatma kaşlarını bir tanem hadi akşam yemeği yiyelim Joe, fasulye konservesini açarken, - Senin için çok iyi Dela, peki ya ben? Ben ne yapacağım? Gazete satıp eve birkaç dolar mı getireceğim? Delia kocasının boynuna sarıldı - Joe hayatım ne aptalsın, sen resim yapmaya devam edeceksin, ben müziği bıraktım sayılmaz, öğretirken bir yandan da öğreniyorum, haftada 15 dolarla krallar gibi yaşarız - Pekala, ama senin ders vermenden hoşlanmıyorum, bu sanat değil Delia, 'Birisi, birisinin sanatına değer veriyorsa, onun için her türlü görevi yapabilir, zor olmaz' dedi - Parkta yaptığım eskizdeki gökyüzünü Magister çok beğendi, Bay Tinkle da bir, iki tanesini vitrininde sergileyeceğine söz verdiumarım bol paralı bir salak görür Ertesi hafta karı, koca her gün erkenden kalktılar, Joe, sabah manzarası çizmek için parka gitti, Delia, ona kahvaltı için sandviçler yapıp, paketledi ve saat 7'de öperek uğurladı, ve kocası yine akşam 7'de ancak eve döndü Haftanın sonunda, Delia sevinçle ve gururla 15 doları masanın üzerine koydu Bazen Clementina beni yoruyor, sanırım yeterince çalışmıyor, aynı şeyleri tekrarlamak zorunda kalıyorum, her zaman bembeyaz giyiniyor, çok monoton ama Albay Pinkney, çok iyi bir adam, keşke onu tanısaydın Joe, bazen Clementia'yla piyanodayken yanımıza geliyor, biliyor musun, eşi yok, dulçenesindeki beyaz keçi sakalıyla ayakta durup, derslerin nasıl gittiğini soruyor - Keşke çalışma odasındaki lambri kamplamaları görseydin Joe, hele astragan halılarClementina'ya gittikçe daha çok ısınıyorum, çok kibar, çok görgülü, General'in erkek kardeşi vaktiyle Bolivya'da bakanmış Sonra, Joe bir kont havasıyla, kendi kazandığı paraları Delia'nın paralarının yanına koydu, - Dikili taş suluboya resmini sattım da - Şaka mı bu? - Keşke görseydin Dela, şişman bir adamdı, resmi Tinkle'in vitrininde görmüş, ve önce yeldeğirmeni olduğunu sanmış, üstelik bana yağlıboya bir tablo siparişi verdi, - Çok sevindim hayatım, başarıya ulaşacaksın, 33 dolar!Daha önce hiç bu kadar çok paramız olmamıştıartık bu akşam istiridye yeriz! - Ve yanında şampanya, Ertesi akşam, Cumartesi günü, önce Joe eve geldi, masanın üzerine 18 dolar bıraktı ve ellerindeki siyah boyaları yıkadı Yarım saat sonra da Delia geldi, sağ eli sargılarla sarılmış vaziyette Joe, ' Bu nasıl oldu?' diye sordu - Clementina, dersten sonra ille sütlü eritme peynirli ekmek istedi, çok tuhaf bir kız, öğleden sonra saat 5'de ille canı çekti, general de oradaydı, sanki evde uşak yokmuş gibi tavayı ararken görecektin, biliyorum sağlığı pek iyi değil, çok sinirli, servis yaparken kaynar sütü koluma döktü, korkunç canım yandı, kız çok üzüldü, ama general neredeyse çıldırdı, hemen yukarı koştu, birini eczaneden yanık merhemi, sargı bezi aldırmaya gönderdi, artık o kadar acımıyor Joe, sargıların altından gözüken beyaz lekeleri işaret ederek bu ne dedi? - Üzerine merhem sürdük, Joe yeni bir çizim mi sattın? Masanın üzerindeki parayı görmüştü - Yine geçenki adam satın aldı, üstelik peşin para da verdi, benden bir ihtimal park resmi ve Hudson nehri manzarası da isteyecek, elini saat kaçta haşladın Dela? - Galiba saat 5' diütüyani sıcak süt diyecektimgenerali görmeliydin Joe Joe, 'Otur şöyle Dela' dedi Ve kendisi de kanepeye kızın yanına oturdu, kolunu kızın omuzuna koydu ve sordu: - Son iki haftadır ne yapıyorsun Dela? Kız birkaç saniye aşk dolu, inatçı gözlerle baktı ve generalle ilgili birkaç şey mırıldandı ama sonunda gözyaşları içinde gerçeği anlattı: - Hiç öğrenci bulamadım diye itiraf etti O yüzden generalin kızı yalanını uydurdum, çünkü senin resim derslerinden mahrum kalmana dayanamadım, 24 Caddedeki çamaşırhanede ütücü olarak iş buldum, bu öğleden sonra, kızın biri kızgın ütüyü koluma değdirdi, kızmadın değil mi Joe? Kızdın mı? Hem eğer bu işi bulmasaydım, sen de o adama resim satamazdın - Resmi o adam almadı - Önemli değil kim aldıysa, aldıne kadar akıllısın Joe, Clementina'ya müzik dersleri vermediğimi nasıl anladın? - Bu geceye kadar anlamamıştım, sadece bugün elini yakan bir kız için sargı bezi ve yanık merhemi istedikler ve ben de üst kata gönderdim, son iki haftadan beri çamaşırhanenin alt katındaki bölümde çalışıyordum - O zaman resim satmadın - İkimiz de bunları sanat aşkı için uydurduk, ister resim, ister müzik olsun Sonra her ikisi de gülmeye başladılar - Bir insan, diğerinin sanatını severse, hiçbir görev ona güç gelmez |
O'Henry Hikayeleri |
06-24-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
O'Henry HikayeleriPALAVRACI SEVGİLİ (A Lickpenny Lover- O'Henry) Dev mağazada 3000 kız vardı, Massie de onlardan biriydi, 18 yaşındaydı ve erkek eldivenleri reyonunda tezgahtardı Bu mağazada çalışırken, iki çeşit insan konusunda tecrübe kazanmıştı: eldivenlerini mağazalardan alan beyler ve başarısız erkekler için eldiven alan hanımlarinsan türü hakkındaki bu deneyiminin yanısıra, Massie başka şeyler de öğrenmişti, kalan 2999 kızın beyan ettikleri görüşleri dinlemiş ve bunları bir kedininki gibi gizemli ve değişik beynine yerleştirmişti, belki de tabiat kıza akıl verenlerin pek fazla olmayacağını önceden görerek, ona güzellikle karışık bir hırçınlık vermişti, Allah vergisi sarışın, güzel bir kadındı, dükkanda tereyağlı kek yapan hanımlar kadar kendi halinde bir görünümü vardı, tezgahın arkasında dururdu ve eldiven için elinizin ölçüsüne bakmaya gelince, kızı sanki Yunan gençlik tanrıçası Hebe veya tanrıça Minevra sanırdınız Yönetici amir etrafta yokken, Massie tutti-frutti sakızlarından çiğnerdi, adamı görürse bir şey yokmuş gibi havalar bakar ve gülümserdi bu tam bir tezgahtar kız gülüşüydü, ve kalbiniz nasırlanarak güçlenmemiş ve Aşk tanrısı Cupid'in oyunlarına sempatiyle bakmıyorsanız, Massie'nin gülüşlerine kapılmamanızı tavsiye ederim Amiriyse, koca burunlu, kızları süzen bir tefeciydi, elbette tüm mağaza amirleri böyle değildi, bir kaç gün önce gazetelerde 80 yaşında biriyle ilgili haberler çıkmıştı Bir gün, milyoner, ressam, gezgin, şair, Irvin Carter, mağazaya geldi, gelmeyi istememişti aslında, iş icabı gelmişti yani, annesi de o sırada bronz ve 'tera cota' heykellerine hayranlıkla bakıyordu Carter, eldivenlerini getirmeyi unutmuştu ve bir çift eldivene ihtiyacı vardı, eldiven satan tezgahtar kızlarla fingirdediği duyulmamıştıkaderinin onu beklediği yere doğru ilerledi, üç, dört müşteri daha vardı, Massie, Carter'ı güney denizlerindeki buzdağlarının üzerine yansıyan güneş ışınları gibi parlayan hem soğuk, hem güzel ve sıcak mavi gözleriyle, soran bakışlarla karşıladı Ressam, milyoner vs Irving Carter'ın aristokrat, soluk yüzünü ani bir sıcaklık kapladıfakat bu sıcaklık utangaçlıktan değildi, entellektüelliğinden kaynaklanıyordu, hazır giyimden giyinen gençlerin diğer tezgahtar kızlarla kikirdeştiği kendi sınıfının altındaki bir ortamda bulunduğunu biliyordu, o sırada Aşk Tanrısı Eros, eldiven satan tezgahtar kıza bir iyilik yapmak istedi, artık milyoner adam onun için sıradan biriydi, o andan sonra artık milyoner beyefendi, tezgahın oradaki gençler hakkında daha mütevazi düşünüyordu ve gördüğü mükemmel yaratığa sahip olmak istiyordu Eldivenlerin parası ödendi ve paketlendikten sonra, Carter bir an durdu, Massie'nin yanağındaki gamzeler daha da çukurlaştı, Carter ilk defa uzman olmadığı bir durumla karşı karşıyaydı, bu kızla tanışmak için hiç şansı yoktu, vaktiyle tezgahtar kızlar hakkında duyduğu veya okuduğu şeyleri, onların alışkanlıklarını hatırlamaya çalıştı, nasıl olduysa onların tanışma kurallarına o kadar sıkı bağlı olmadıklarını hatırladı, kalbi çarpıyordu, ama yine de kendisine bir cesaret gelmişti Birkaç genel hoşbeş konudan sonra, kartvizitini tezgahın üzerine koydu - Cüretimi bağışlayın ama, sizi tekrar görebilme zevkini bana bağışlar mısınız? İsmim kartta yazıyor, arkadaşınız olmak ayrıcalığına sahip olabilir miyim? Massie, erkekleri tanıyordu, özellikle de eldiven alanları, duraksamadan adamın gözlerine net ve gülümseyerek baktı, - Tabii, olabilir, tanımadığım beylerle genellikle çıkmam ama ben tam bir hanımefendi sayılmam, beni tekrar ne zaman görmek istiyorsunuz? - Ne kadar çabuk olursa, eğer telefon etmeme izin verirseniz Massie, şarkı söyler gibi güldü, o, olmaz, kaldığım daireyi görseydiniz, üç odada beş kişi kalıyoruz, o odaya bir erkek arkadaşımı getirsem, annemin yüzünü görmek isterdim Carter, - O hale sizin için neresi müsaitse, orası olsun Massie, şeftali rengi yüzündeki parlak bir gülümseyişle, - Şeyy, sanırım Perşembe akşamı benim için uygun olur, akşam 730'da 48 Cadde ile 8 bulvarın köşesine gelinyalnız saat 1100'de evde olmam gerekir, annem 11'den sonra dışarıda kalmama asla izin vermez Carter nazikçe bu uyarıya uyacağını söyledi ve bronz bir Tanrıça Diana heykeli almak için kendisini bekleyen annesinin yanına gitti Küçük gözlü bir başka tezgahtar kız Massie'nin yanına geldi, - Büyük ikramiyeyi vurdun galiba? Massie, havalı havalı, kartviziti yakasından içeri sokarken, - Beyefendi beni aramak için izin istedi dedi - İzin mi? Valdorf'ta bir akşam yemeği ve sonra da arabasıyla tur atacak mısınız? - Ah, büyük bir balık ha? Sanmıyorum, sen her şeyi abartırsın, şu adam seni Çin lokantasına götürdü diye hep abartıyorsunkartvizitte 5 Caddedeki bir yerin adresi var, ve akşam yemeğine gideceğimiz yerdeki garsonların fraklı olmadığına dair hayatıma bahse girerim Carter, annesiyle birlikte arabasına binip, süper marketten ayrılırken, kalbindeki sızıdan dudağını ısırıyordu, 29 yıldan sonra, ilk defa aşık olmuştukızı tanımıyordu, evinin küçücük bir oda mı, eşyalarla tıkabasa dolu bir yer mi olduğunu bilmiyordu, caddenin köşesi salonu, park yeri çalışma odası, bulvar da bahçesiydiyine de nasıl olursa olsun, Carter için şahane döşenmiş bir evin hanımefendisi gibiydi İlk buluşmalarından iki hafta sonra, bir akşam üstü, kol kola, loş aydınlatılmış, küçük bir parka geldiler, ağaç altındaki bir kanepeye oturdular Kolunu ilk kez kıza doladı, kızın altın sarısı başını Carter'ın omuzuna yaslamıştı Massie, minnettar bir şekilde, - Bunu niye daha önce düşünmedin? diye sordu - Massie, seni sevdiğimi biliyorsun, samimi olarak, senden benimle evlenmeni istiyorum, şimdiye kadar beni yeterince tanımış olmalısın, seni istiyorum, aramızdaki sosyal fark hiç umurumda değil Massie, kuşkuyla, - Ne farkı? diye sordu - Şeyy, hiçbir fark yok, aptal insanların düşündüklerini saymazsaksana lüks içinde bir hayat vermeye gücüm var, sosyal konumumu kimse tartışamaz bile, çok büyük bir işim var Massie, - Hep böyle söyler, böyle şakalar yaparlar, bence sen bir lokantada çalışıyorsun ya da at yarışlarıyla ilgileniyorsun, göründüğüm kadar saf değilim dedigülmeye başladı - Sana istediğin her türlü kanıtı gösterebilirim, seni istiyorum Massie, seni ilk gördüğüm günden beri seviyorum - Hep böyle yaparlar, ne zaman biriyle tanışsam, aynısın söyler Carter, lütfen böyle söyleme diye rica etti - Bak hayatım, gözlerine baktığım andan beri, benim için bu dünyadaki tek kadın sen oldun - Ah, şaka yapma, kimbilir daha önce kaç kıza bunları söylemişsindir? Ama Carter ısrarlıydı, tezgahtar kızın güzel göğsünün derinlerinde bir yerlerdeki, ince ruhuna, çarpan kalbine ulaşmıştı, adamın sözleri, kalbinin ince zırhını delmişti, Carter'a anlayan bakışlarla baktı, serin yanağına bir sıcaklık yayıldı, Carter ondaki değişikliği sezdi ve fırsatı kaçırmadı: - Evlen benimle Massie, diye fısıldadı, - Bu çirkin şehirden daha güzellerine gidelim, işi, çalışmayı boşverelim, hayatımız uzun bir tatil olsun, seni nereye götüreceğimi biliyorum, daha önce de çok gittim, yazın hiç bitmediği bir kumsalı hayal et, dalgalar kıyıya vuruyor, insanlar çocuklar kadar mutlu, o kıyılara gideceğiz ve istediğimiz kadar kalacağızbu uzak ülkelerin birinde güzel resimler, heykellerle dolu, kuleli saraylar var, şehrin caddeleri denizdenve şeyler içinde geziyorsun - Biliyorum gondollar Carter, evet diyerek, gülümsedi - Ben de öyle düşünmüştüm - Ve sonra, seninle seyahata çıkar, dünyada görmek istediğimiz ne varsa görürüz, Avrupa'dan sonra Hindistan'a gidip oradaki antik şehirleri gezeriz, fillere bineriz, Hindu'ların ve Brahman'ların muhteşem tapınaklarına ve Japon bahçelerine bakarız, ve İran'da atlı araba yarışları, deveyle yolculuklardünyadaki tüm ilginç şeylerhoşuna gitmez miydi Massie? Massie ayağa kalktı Soğuk bir şekilde, - Eve gitsem iyi olacak, geç oluyor dedi Carter dediğini yaptı, kızın değişken huylarına alışmıştı, onunla tartışmak faydasızdı, fakat kesin bir zafer kazandığını hissetti, kızı mitolojideki kanatlı peri Pysche'ye benzetiyordu, Aşk tanrısı Eros'un aşık olduğu kıza, Massie'nin ruhu da öyle yabaniydiama içindeki umutlar güçlüydü, kız ona kanatlarını açmıştı bir kere Ertesi gün büyük mağazada Massie'nin yakın arkadaşı, Lulu, tezgahın köşesinden aniden çıktı - Kibar arkadaşınla işler yolunda mı? Massie, buklelerini düzeltirken, Ah, o mu? dedi - Artık onunla işim yok, bil bakalım benden ne yapmamı istedi Lulu? - Sahneye çıkmanı? - Yok, ucuz bir palavracının teki! Güya onunla evlenip, balayı için Coney Adaları'na seyahata çıkacakmışız! |
O'Henry Hikayeleri |
06-24-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
O'Henry HikayeleriSON YAPRAK Washington Meydanı'nın batısındaki küçük bir mahallede caddeler acayip şekilde kollara ayrılıp, tuhaf köşeler ve üçgenler oluşturubir cadde diğeriyle iki, üç yerde kesişirressamın biri burasını keşfetti sonra Greenwich denen bu eski mahalleye kısa zamanda başka ressamlar gelip, kuzeye bakan pencereli, ucuz kiralık odalara, 18 Yüzyıldan kalma ve Hollanda tarzı çatılarla dolu evlere yerleştilerve neredeyse bir 'koloni' oluşturdular Üç katlı, tuğla bir evin üst katında, Sue ve Johnsy'nin stüdyosu vardı, Johnsy, Joanna' ya yabancı değildi, biri Maine'li, diğeri de Kaliforniya'lıydı 8 Caddedeki 'Delmonico'nun yeri'nde tanışmışlardı, sanat, frenk salatası, katlanır perdeli pencereler gibi ortak zevkleri sonucunda birlikte atölye açtılar Bu Mayıs'ta olmuştu Kasım'da doktorların 'zatüree' dediği beklenmedik bir 'misafir' mahalleye geldi, buz gibi parmaklarıyla oturanlardan birine dokundu Şehrin doğu yakasında ardında bir sürü kurban bırakmıştı, şimdi dar sokaklı ve rutubetten yosun tutmuş yerlere doğru geliyordu Bir sabah doktor, Sue' yü salona çağırdı, - Yaşama şansı var, elindeki termometreyi salladı, bu şans da onun yaşama arzusuna bağlı, sizin küçük hanımın morali pek iyi değil, yapmak istediği bir şey var mı? - Bir gün Napoli Körfezi'nin resmini yapmayı çok isterdi" - Resim mi, pöh! Düşünmeye iki katı değer bir şey yok mu aklında, bir erkek mesela? - Bir erkek mi? Bir erkek iki katıhayır doktor öyle biri yok Doktor, 'tıbbi olarak elimden geleni yapacağım' dedi - Fakat hastalarım cenaze törenlerine katılacakları sayısını düşünmeye başlayınca, ilaçlarımın iyileştirici etkisi 50 misli azalır, ama size bu kışın pelerin modelleriyle ilgili sorular sormaya başlarsa şansının onda bir yerine, beşte bire çıkacağına yemin edebilirim Doktor gittikten sonra, Sue çalışma odasına gitti ve bir Japon işi peçeteyi sırılsıklam edene kadar ağladı Sonra, resim tahtasını alıp, ıslık çalarak Johnsy'nin odasına gitti Johnsy, üstüne yatak örtüsünü çekmiş, yüzü pencereye dönük yatıyordu, Sue kızın uyuduğunu düşünüp ıslık çalmayı bıraktı Kalemini, mürekkebini alıp, bir dergi için hikaye resmetmeye başladı, genç ressamlar magazin hikayelerini resmederek, genç yazarlar da bu hikayeleri yazarak mesleklerine adım atıyorlardı Johnsy'nin gözleri açıldı, pencereden bakıyor ve sayıyordu - oniki, onbir, on dokuzsekizyedi Kız pencereden baktı, sayacak ne vardı ki? bomboş avlu, uzaktaki tuğla ev, ve bu evin yarısına kadar tırmanmış, kökleri çürümüş, bozulmuş eski bir sarmaşık soğuk sonbahar rüzgarı dallarını tamamen çıplak bırakana dek yapraklarını kopartıyordu - Neyi sayıyorsun hayatım? Kız, adeta fısıltıyla 'altı' dedi - Şimdi daha hızlı dökülüyorlar, üç gün önce neredeyse yüz yaprak vardı, sayana kadar başıma ağrılar girdi, fakat şimdi sayması daha kolay, biri daha gitti, sadece beş tane kaldı - Beş tane neye kaldı? - Sarmaşıktaki yapraklar, son yaprak da dökülünce benim de gitme vaktim gelecek, üç gündür biliyorum doktor söylemedi mi? - Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım, kuru yaprakların senle ne ilgisi var, seni yaramaz kız seni! hem bu eski sarmaşığı severdin sen, doktor bu sabah bana senin iyi gittiğini söyledi, şansın çokmuş, şimdi biraz çorba iç ve ben de çizimimi götüreyim, o da editöre satsın, hastamız için şarap, kendi doymaz midemiz için de domuz paçası alalım - Şarap almak zorunda değilsingözleri yine pencereye takıldı, bir tane daha düştüçorba da istemiyorum hava kararmadan son yaprağın da düştüğünü görmek istiyorum - Johnsy hayatım, işimi bitirene kadar gözlerini kapatıp, pencereden bakmamaya söz verir misin? Bu çizimleri yarına kadar bitirmem lazım, abajur bana lazım yoksa renkleri iyi resmedemiyorum - Öbür odada çizemez misin? - Seninle yanında olmayı tercih ederim, ayrıca bu salak yapraklara bakmanı istemiyorum Johnsy, yüzü heykel gibi bembeyaz, 'Bitirince söyle, çünkü son yaprağın düşüşünü görmek istiyorum Beklemekten bıktım, beklemekten, düşünmekten bıktım, tıpkı bu küçük, yorgun yapraklar gibi artık gitmek istiyorum' dedi - Uyumaya çalış, ben gidip bana modellik etmesi için Behrman'ı çağıracağım, bir yere gitme, geleceğim Yaşlı Behrman, alt katlarında oturan bir ressamdı, altmışını geçmişti ve Michelangelo gibi sakalları olan, küçücük boylu bir adamdı hep bir 'baş yapıt' yapmayı istiyordu ama 40 yıldır hala yapamamıştı ressamlara modellik yaparak para kazanıyordu, çok içiyordu ve hep yapacağı baş yapıttan söz ediyordu, Sue adamı loş, böğürtlen kokan kümesinde buldu, bir köşede yirmi beş yıldır resim yapmayı beklediği boş resim sehpası duruyordu ona Johnsy'nin yaprak yüzünden nasıl korktuğunu anlattı Sue ve ressam yukarı kata çıkarken, Johnsy uyuyordu, Sue abajuru pencereden aşağı sarkıttısonra korkarak pencereden sarmaşığa doğru baktılarsonra hiç konuşmadan birbirlerine baktılar soğuk karla karışık bir yağmur yağıyordu Ertesi sabah, Sue yarım saatlik uykusundan uyandığında, Johnsy, cansız, gözlerle yeşil perdeye bakıyordu - Perdeyi kaldırsana, görmek istiyorum diye fısıldadı Sue yorgun yorgun perdeyi kaldırdı O da nesi? Onca yağmur ve rüzgara rağmen, tuğla evin üzerindeki sarmaşıkta bir yaprak hala duruyordu Hala koyu yeşildi, kenarları biraz sararmıştı, - Bu sonuncuydu, geceleyin mutlaka düşer diyordum rüzgarı duyuyordum, sabaha düşecek ve ben de aynı anda ölürüm diyordum - Hayatım, hayatım, kendini düşünmüyorsan beni düşün, ne yapardım? Ama Johnsy cevap vermedi Dünyanın en yalnız şeyi, esrarengiz son yolculuğuna hazırlanan bir ruhtur, Günler geçti, akşam karanlıkta bile sarmaşık yaprağının duvarda asılı olduğu görülebiliyordu, gece oldu, akşam rüzgarı başladı, yağmur camları dövüyor, çatılardan aşağı akıyordu, Sabah olunca Johnsy, perdeyi kaldırmasını söyledi Sarmaşık yaprağı hala oradaydı Johnsy birkaç gün daha yaprağa bakarak yattı, sonra ocakta tavuk çorbasını karıştırmakta olan Sue'ye seslendi - Çok mızmızlık yaptım, o son yaprağın orada durmasını sağlayan şey ne kadar kötü bir kız olduğumu gösterdi, ölmek istemek günahtır, şimdi bana çorba getirebilirsin, biraz da süt yok önce bir ayna getir bana biraz da yastık doğrulup yemek pişirirken seni seyretmek istiyorum Yarım saat sonra, - Bir gün Napoli Körfezi'nin resmini yapmak istiyorum Ertesi gün doktor geldi - İyi bakımla iyileşeceksin, şimdi alt kattaki bir başka hastaya bakmam lazım, adı Behrman, bir ressam o da zatüree olmuş, yaşlı, zayıf bir adam, hiç umut yok fakat yarın hastaneye yatacak orada daha iyi bakılır Ertesi gün doktor 'tehlikeyi atlattın, kazandın bakım ve iyi beslenmeişte bu kadar' dedi Öğleden sonra, Sue Johnsy'nin yanına geldi, kız mavi yünden bir atkı örüyordu, kolunu kızın omuzuna ve yastıklara dayadı Sana bir şey söylemem lazım beyaz fare, bay Behrman hastanede zatüreeden ölmüş, hastanede sadece iki gün kaldı, kapıcı onu odasına geldiği ilk gün bulmuş, giysileri, ayakkabısı sırılsıklam ve buz gibiymiş, bu berbat gece boyunca nerede olduğunu bilmiyorlar, sonra hala yanan bir fener bulmuşlar, bir de merdivenyerinden sürüklenerek çekilmişsonra oraya buraya dağılmış fırçalar ve üzerinde yeşil ve sarı rengi boya olan resim paleti ve pencereden bak hayatım, duvarın üzerindeki son yaprağa bak, o kadar rüzgara rağmen onun niçin hiç düşmediğini, kopmadığını merak etmedin mi? Ah hayatım, o yaprak Behrman'ın baş yapıtıydı: Son yaprak düştüğü gün duvara senin için bir yaprak resmi çizmişti |
O'Henry Hikayeleri |
06-24-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
O'Henry HikayeleriBİTMEMİŞ BİR HİKAYE (AN UNFINISHED STORY) Cehennem alevlerinden sözedildiği zaman artık inlemiyor veya başımızın üzerine küller serpmiyoruz (Katoliklerin dini bir adeti) Çünkü vaaz verenler bile bize Allah’ın radyum, ether veya bilimsel bir karışım olduğunu söylüyorlar En kötüsü biz günahkarlar onun kimyasal bir tepkime olduğunu umabiliriz Bu hoş bir hipotez, fakat yine de bizim, eski Ortodoks korkusu orada duruyor Bir insanın özgür bir hayal gücüyle ve çelişkiye düşmeden anlatabileceği iki konu vardır Rüyalarınızı anlatabilirsiniz, bir papağanın neler anlattığını söyleyebilirsiniz, hem Morpheus (rüya tanrısı) hem de kuş yeterli tanıklar değildir ve dinleyiciniz verdiğiniz resitale saldırmaya cesaret edemezpapağanın iki,üç kelimelik konuşması yerine, bir görüntünün bir temele dayanmayan örtüsü, temamı süsleyecek Gabriel oyununu oynamıştı, bizler ise yargılanmak üzere çağrıldık Bir tarafta ciddi, siyah giyisili, beyaz gömlekli, profesyonel borsacılar vardı, fakat sanki gayrimenkullerinin tapuları konusunda bir anlaşmazlık var görünüyordu Uçan bir polis - polis bir melek- uçarak geldi ve beni sol kanadımdan yakaladı Yakınımda çok zengin giyimli bir grup ruh, yargılanmak için bekliyorlardı Polis “ sen de mi şu güruhtansın?” diye sordu Cevabım “ onlar da kim?” oldu “Niye? onlar” Fakat bu ilgisiz şeyleri bırakıp, asıl hikayeye geleyim Dulcie, bir mağazada çalışıyordu Hamburg işi denen nakışlar, biblolar , biber dolması, otomobil satıyordu Kazancına gelince, kız haftada altı dolar alıyordu Kalanı G tarafından muhasebe defterine başkasının hesabına borç olarak geçiriliyordu Mağazadaki ilk gününde, Dulcie’ye haftada beş dolar ödeniyordu Bu miktarla nasıl geçindiğini anlatmak ders vermek olur Umurunuzda değil mi? Tamam, büyük ihtimalle siz daha büyük rakamlarla ilgileniyorsunuz Altı dolar büyük bir miktar Size kızın haftada altı dolarla nasıl yaşadığını anlatacağım Bir akşam, saat altıda, Dulcie, şapkasının iğnesini tutturuyordu ki, Sadie adlı kız arkadaşına şöyle dedi Sadie sol tarafta sizi bekliyor “Sade, bu akşam Piggy ile yemeğe çıkacağım” Sadie hayranlıkla “ Olamaz, çok şanslısın, Piggy korkunç bir züppe, çıktığı kızları hep züppe yerlere götürür, bir akşam Blanche’ı Hoffman’ın Yeri’ne götürmüş, züppe müzikler çalıyor, züppe yemekler yiyorlar ve bir sürü züppe görüyorsun Dulcie” Dulcie aceleyle eve gitti Gözleri parlıyordu ve yanakları şafak sökerken oluşan kızıllık gibi hayatın tatlı pembeliğini yansıtıyordu Günlerden cumaydı ve son haftalığı olan elli senti vardıCaddeler iş çıkışının telaşlı kalabalığıyla doluydu, Broadway’in elektrik lambaları yüzlerce, binlerce millik uzaklardaki, karanlıklardaki pervaneleri ışığına çekiyordu Gece açan kaktüs gibi, Manhattan, beyaz yapraklarını açıyordu Dulcie ucuzcu bir mağazanın önünde durdu ve elli senti ile sahte bir dantel yaka satın aldı Aksi halde bu para başka şeylere harcanacaktı, onbeş sent öğle yemeğine, on sent kahvaltıya, on sent de akşam yemeğine, likör müsrifliktir neredeyse alem yapmaktır ama hayatın zevkleri olmadan olmaz ki Dulcie mobilyalı bir odada oturuyordu, mobilyalı bir oda ile pansiyon odası arasında fark vardır Mobilyalı odada diğer insanlar sizin aç olduğunuzu bilmezler Dulcie üçüncü kattaki odasına girdi, lambayı yaktı Bilim adamları bize en sert taşın elmas olduğunu söylerler Yanılıyorlar Evsahipleri elmastan daha sert olan bir şey bilirler, öyle ki, elmas onun yanında macun gibi kalır Onu gaz deliğine koyarlar, insan sandalyenin üzerine çıkıp, parmakları kızarıp, berelenene kadar boşuna kazmaya çalışırlar Saç tokasıyla bile çıkartamazsınız Çıkartılmayacak bir şey diyelim Böylece Dulcie gaz lambasını yaktı Lambanın çeyrek mumluk ışığında odasını tarif edelim Yatak olan bir kanepe, tuvalet masası, lavabo, bir sandalye, bunların çoğu ev sahibinin suçuydu Kalanı Dulcie’ye aitti Tuvalet masasının üzerinde hazinesi duruyordu Sadie’nin hediyesi olan yaldızlı bir porselen vazo, bir takvim, pudra, rüya tabiri kitabı vee pembe fiyonkla bağlanmış kiraz şeklinde süsler Çatlak aynanın karşısındaysa çerçeve içinde General Kitchener, William Muldoon, Marlborough Düşesi ve Benvenuto Cellini’nin resimleri duruyordu Karşı duvarda, Roma’lı başlığıyla O’Callahan’ın olduğu bir alçı duvar süsü vardı Onun yanında da kelebek kovalayan bir çocuk reprodüksiyonu vardı Dulcie’nin sanattan anladığı tüm bunlardı ve kimse de izinsiz kopyalar için kızın canını sıkmıyordu, ne de hiçbir sanat eleştirmeni kaşlarını kaldırmıyordu Piggy, saat yedide gelecekti Kız hazırlanırken, biz de dedikodu yapalım Dulcie oda için haftada iki dolar ödüyordu Haftasonları kahvaltısı on sente çıkıyordu Giyinirken, gaz ocağında kahve yaptı ve yumurta pişirdi Pazar sabahları ‘Billy’nin Restaurant’ında yirmibeş sente dana pirzola ve ananas kızartmasıyla krallar gibi kahvaltı yapıyordu Ve garsona da on sent bahşiş bırakıyordu New York, insanı müsrif olmaya kışkırtan çok şey sunar Hafta içi yemeğini mağazanın lokantasında öğle yemeğini altmış sente, akşam yemeğini de 1,05 dolara yiyordu Akşam gazetesi –akşam gazetesi almamış bir New York’lu gösteremezsiniz!- altı sent ve Pazar günü iki gazete – bir tanesi biri okumak diğeri iş ilanları İçin Onlar da on sent Toplam miktar 476 dolar, şimdi insanın giysi alması gerekir Vazgeçtim Kumaşlar hakkında yapılan harika pazarlıklar ve iğne iplikle yaratılan mucizeler kulağıma geliyor Fakat, yazılmamış, kutsal, doğal, Cennet’in adaletinin çalışmayan düzeni bakımından diğer kadınların sahip olduğu zevkleri Dulcie’nin hayatına da katma konusunda şüpheliyim, kalemim bu konuda havada asılı kaldı Kız, iki kez lunaparka gitmiş ve atlı karıncaya binmişti Zevkleri saatlerle değil de, yaz aylarıyla hesaplamak yorucu bir iş Piggy’ye gelince Kızlar ona ad taktıkları zaman, saygın ama sevilmeyen ailenin üzerine haketmediği bir çamur atılmış oldu Şişmandı, fare kadar korkak bir yüreği vardı, yarasa gibi alışkanlıklara sahipti ve bir kedinin asaletine sahipti Pahalı takımlar giyiyordu ve açlık konusunda uzmandı Bir tezgahtar kıza bakarbakmaz, onun çay ve şeker dışında besleyici ne yeyip, yemediği hakkında sizinle yarım saat konuşabilirdi Mağazaların olduğu yerlerde sinsi sinsi dolanır, tezgahtar kızları akşam yemeğine davet eder Caddelerde köpeklerini gezdiren erkekler de ona bakarlaröyle bir tip ki kalemim artık onu tasvir edemeyecek marangoz değilim Yediye on kala Dulcie hazırdı, çatlak aynada kendine baktı ve görüntüsünden memnun kaldı, Koyu mavi elbisesinde kırışıksız üzerine oturmuştu, siyah, şık tüylü şapkası, biraz kirli eldivenleri, hepsi feragat temsil ediyordu, özellikle yemek yemekten feragat ettiğini Bir an Dulcie güzel olduğundan ve hayatın harika yanlarını göstermek için, esrarengiz peçesini kaldırmak üzere olduğundan başka her şeyi unuttu, daha önce hiçbir bey onu yemeğe davet etmemişti, şimdi bir anlığına yaldızlı dünyanın içine girecekti Kızlar Piggy’nin müsrif olduğunu söylemişlerdi, müzik eşliğinde fiyakalı bir akşam yemeği olacaktı, muhteşem giysili hanımlar ve kızların isimlerini söylerken zorlanacakları yemekler kuşkusuz onu tekrar yemeğe davet edecekti Bir vitrinde mavi ipek bir elbise görmüştü haftada on yerine yirmi sent biriktirirse bakalım yıllar alır ama 7 caddede ikinci el giysi satan bir mağaza vardı Biri kapıyı vurdu, Dulcie kapıyı açtı, ev sahibi yüzünde kendini beğenmiş bir gülümsemeyle orada duruyor ve kaçak gazla pişirilmiş yemeği kokluyordu Bay Wiggins adlı bir bey seni görmeye gelmiş Kendisini ciddiye almak zorunda olan bahtsız kişiler ona böyle sesleniyorlardıDulcie mendilini almak için tuvalet masasına uzandı, orada durdu, alt dudağını dişledi, aynada kendisini uzun bir uykudan uyanan bir prenses gibi gördü Kendisini üzgün, güzel ama kızgın gözlerle seyreden bir başkasını unutmuştu, kızın yaptığı şeyleri onaylayan veya lanetleyen tek kişi, uzun boylu, dobra, yakışıklı melankolik yüzünde üzgün ve insanı azarlar gibi bir bakışla tuvalet masasındaki resim çerçevesinden general Kitchener gözlerini kıza dikmişti Dulcie kurulu bir robot gibi pansiyoner kadına döndü Ona gelemeyeceğimi söyle, hasta olduğumu veya başka bir şey söyle, Kapı kapanıp, kilitlendikten sonra Dulcie yatağına atlayıp başını yastığa gömüp on dakika boyunca ağladı General Kitcehener onun tek dostuydu o Dulcie’nin beyaz atlı prensiydi, adam gizli bir derdi varmış gibi üzgün bakıyordu, muhteşem bıyığı bir rüyaydı, kız, adamın gözlerindeki şefkatli ama kızgın bakıştan biraz korktu Günün birinde belinde kılıcı, ayağında çizmeleriyle kapıya gelip onu isteyeceğine dair fantezisi vardı bir gün bir oğlan çocuğu sokak lambasının altında şıkırtılar yapınca, generalin geldiğini sanıp pencereye koşmuştu ama kimse yoktu Generalin Japonya’ya gittiğini ve vahşi Türklerle savaştığını ve yaldızlı çerçevesinden çıkmayacağını biliyordu ama o gece, ona bakmak bile Piggy’i unutturmuştu Ağlaması geçtikten sonra, Dulcie ayağa kalktı ve en iyi elbisesini çıkartıp, eski mavi kimonosunu giydi Yemek yemek istemiyordu İki dize ilahi okudu, sonra burnunu ucundaki kırmızı noktayla uzun süre ilgilendi sonra bir sandalye çekip, çekmecesinden eski iskambil destesini çıkartıp kendisine fal baktı Yüksek sesle “korkunç, küstah şey, bir daha onunla asla konuşmayacağım, bakmayacağım bile” |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|