Göç Destanı

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Göç Destanı









Göç Destanı



Bugün Orkun ırmağının kıyısında bir kent kalıntısı ile bir saray yıkıntısı vardır ki çok eskiden bu kente Ordu-Balıg denildiği sanılmaktadır Göç Destanı, bu kentteki saray yıkıntısının önünde bulunan anıtlardan birinde yazılıdır Bu yazıtlar, Hüseyin Namık Orkun'a göre, Mogol hanı Ögedey döneminde Çin'den getirilen uzmanlara okutturulup tercüme ettirilmiştir

Göç Destanı'nın Çin ve İran kaynaklarındaki kayıtlara göre iki ayrı söyleniş biçimi vardır Bu iki ayrı söyleyiş biçimi birbirine ters düşer nitelikte değil birbirini bütünler niteliktedir İran kaynaklarındaki söyleyiş biçimi, tarihsel bilgilere daha yakındır Ayrıca İran söyleyişi, Uygurlar'ın maniheizm dinini benimseyişlerini anlatan bir menkıbe niteliğindedir İran söyleyişi Cüveynî'nin Tarih-i Cihangüşa adlı eserinde yer almaktadır Destanda adı geçen Bögü Kagan, MS 8 yüzyılda yaşamış bir Uygur kaganıdır 763 yılında Bögü Kagan, Mani (Maniheizm) dininin rahiplerini çağırıp onları dinlemiş ve bu dini Uygur Devleti'nin resmi dini olarak kabul etmiştir Aşağıdaki efsanenin kahramanı olan Bögü Kagan, Mani dinini benimseyip yayan bu kagandır Bögü Kagan'ın Mani dinini kabul etmesi, Göç Destanı'nın İran kaynaklarına göre olan varyantında anlatılmaktadır Bu bağlamda efsanenin gerek konu, gerekse dayandığı inançlar bakımından Mani dininin ilkelerine dayanması gerekirdi Ancak durum tam olarak böyle değildir Göç Destanı'nda Bozkır Kültürü ağır basmış ve efsanenin ana motifleri Orta Asya ögeleri ile donanarak Eski Türk inançları Maniheizm ve Budizm inançlarını adeta efsanenin dışına itmiştir
Türk destanlarının kuruluşunu ve gelişmesini hazırlayan cihan devleti olma ülküsünün Göç Destanı'nda kutsal bir inançla yaşatıldığı görülür Oguz Kagan, Alp Er Tonga (Afrasyab) ve Ergenekon destanlarında görülen bu ülkünün Göç Destanı'na da işlenmesiyle, Türk destanlarının yapı bakımından belirgin bir bütünlük kazandığı görülür Türk destanlarının ayrı adlarla farklı zamanlarda kurulmuş gibi görünmelerine karşın, destanların oluşumunda aynı boyların etkili oluşu destanların aynı kaynakta birleştiklerini kanıtlar
Çin ve İran kaynaklarınca bir çok kez sözü edilen Göç Destanı ile ilgili en önemli kaynaklardan biri İranlı tarihçi Cüveynî tarafından yazılmış olan "Tarih-i Cihangüşa" adlı yapıtdır İkinci önemli kaynak da son Uygur hanlarından Temür Buka (Demir Boğa) adına dikilmiş olan mezar taşı yazıtıdır Bu yazıtın metni sonradan özet olarak Çin tarihlerine geçmiş ve kimi Avrupalı yazarlar da ikinci elden kaynaklardan bu bilgileri özet olarak aktarmışlardır



Göç Destanı ile Oguz Kagan Destanı Arasındaki Benzerlikler



Göç Destanı'nın kahramanı olan Bögü Kagan'ın akınları, Oguz Destanı'nın kahramanı Oguz Kagan'ın seferleriyle benzerlik göstermektedir Oguz Kagan Destanı'nın islamî söyleyişinde Oguz Kagan, kuzeybatıdaki karanlık ülkelere doğru gittikçe, başları köpek başına benzeyen İt-Barak adlı bir kavme rastlar Oguz Kagan Destanı'nın anlatımına göre artık buradan sonra insanoğlunun yaşadığı topraklar bitmekte, garip yaratıkların ülkeleri başlamakta idi Bögü Kagan da akınlarında o denli ilerilere gitmişti ki artık elleri ve ayakları hayvanlarınkine benzeyen insan türlerine rastlamıştı Göç Destanı'na göre Bögü Kagan, tıpkı Oguz Kagan gibi, Hindistan'ı da ele geçirmişti Ancak Bögü Kagan hakkında destanda geçen bu anlatımlar gerçek tarih olaylarına uygun ifadeler değildir Büyük olasılıkla, bu efsaneyi yazan/söyleyen Uygurlar'ın elinde Oguz Destanı ya da Oguz Destanı'na benzer bir destan vardı (zaten Oguz Destanı'nın islam öncesine ait versiyonu Uygurlar arasında söylenmekte olup yazılı nüshası Uygurlar'dan günümüze intikal etmiştir) Uygur Türkleri, Mani dinini kabul edip yayan Bögü Kagan'ı, bu eski destana yerleştirmiş ve Göç Destanı'nı yaratmışlardır Göç Destanı'na göre, Balasagun (=Kuz-Balıg) kentini kuran da Bögü Kagan'dır Ancak, tarihî kaynaklara göre Uygur Devleti'nin egemenliğinin Isıg-Göl'ün batısına geçmediği de bir gerçektir
Reşideddin'in Oguzname'sinde (Farsça Oguz destanı) Türk boylarının nasıl türediği anlatılırken, Kıpçak Türkleri'nin türeyişinin bir ağaç aracılığıyla gerçekleştiği hikaye edilir Oguzname, Kıpçak Türkleri'nin ortaya çıkışını şöyle anlatır:
Oguz'un çerilerinden birinin karısı gebe kalmış, kocası da savaşta ölmüştü Bu savaş yerinde kadınların doğum yapması yasaklanmıştı Yakınlarda içi oyulmuş bir ağaç vardı Kadın o ağaca gidip çocuğunu doğurdu Çocuğu Oguz'un yanına getirdiler, durumu ona anlattılar Oguz, çocuğun adını Kıpçak koydu Kıpçak, kabuk sözcüğünden çıkmıştır; Türk dilinde içi çürümüş ve oyulmuş ağaca derler Türkler'in düşüncesine göre Kıpçak boyları bunun neslinden olmuşlardır
JPRoux'a göre, Reşideddin'in naklettiği Oguz Kagan Destanı'ndaki (Oguzname) ağaç kovuğunda doğum yapan bu kadının çocuğuna Oguz Kagan tarafından Kıpçak adının verilmesi, Bögü Kagan Efsanesi'nin yani Göç Destanı'nın sonraki bir varyantıdır
Göç Destanı'nda, Oguz Kagan Destanı'nın yapısı ve yaşam anlayışı Bögü Kagan'ın kişiliğinde yaşatılmıştır Gerçek tarihte Orta Asya'nın dışına çıkmamış olan Uygur kaganları, Göç Destanı'nda bir dünya egemeni olarak görülmektedir Bögü Kagan, Oguz Kagan gibi, bütün seferlerinden zaferle döner Oguz Kagan'ın ilahi ışıklar içinde bulup evlendiği kıza karşılık Bögü Kagan'a yedi yıl gelen ve birlikte Kutlu Dağ'a gittikleri ilahi kız aynı kaynaktan gelmekte olup Bozkır inançlarına göre kız biçimini almış yardımcı bir ruhtur Oguz Kagan Destanı'ndaki Oguz Kagan'ın veziri Uluğ Türk'ün düşüne karşılık, benzer biçimde Bögü Kagan ile veziri de bir düş görürler ve bu iki düş de adı geçen kaganların devletlerinin geleceğini etkiler
Yukarıda sayılan bu benzerliklerin sonucu olarak Göç Destanı'nın kuruluşunda Oguz Kagan Destanı'nın etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz Destanda Asya'ya hatta dünyaya egemen olan bir devlet portresinin çizilmesi, Oguz Kagan ve Alp Er Tonga (Afrasyab) destanlarındaki geleneğin ve Türkler'in yaşam anlayışının Göç Destanı'na işlenmiş olmasından ileri gelmektedir Fakat Göç Destanı ile Oguz Kagan Destanı arasındaki bu benzerliklere karşın Göç Destanı, Oguz Kagan Destanı kadar görkemli bir destan değildir
Aşağıda Göç Destanı'nın iki ayrı söyleyiş biçimine de yer verilmiştir Önce Çin kaynaklarına göre, daha sonra da İran kaynaklarına göre olan Göç Destanı'nı bulacaksınız


Çin Kaynaklarına Göre Göç Destanı



Uygur ülkesinde, Togla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır Bu tepenin adına Hulin dağı denirdi Hulin dağında birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü Bu ağaçlardan biri kayın ağacı idi Bir gece, kayın ağacının üzerine gökten bir mavi ışık düştü İki ırmak arasında yaşayan kişiler bu ışığı gördüler, ürpererek izlediler Kutsal bir ışıktı bu; kayın ağacının üzerinde aylar boyu kaldı Kutsal ışığın kayın ağacının üzerinde kaldığı süre içinde ağacın gövdesi büyüdükçe büyüdü, kabardı Ağaçtan, çok güzel türküler gelmeğe başladı Gece oldu mu, ağacın otuz adım ötesine değin bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu
Bir gün, ağacın gövdesi birdenbire yarılıverdi İçinden beş küçük odacık görünümünde beş küçük çadır çıktı Her odacığın içinde bir çocuk vardı Çocukların ağızlarının üzerinde asılı birer emzik vardı; onlar bu emziklerden süt emiyorlardı Işıktan doğmuş olan bu kutsal çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler
Çocukların en büyüğünün adı Sungur Tigin, ondan sonrakinin Kotur Tigin, üçüncüsünün Tükel Tigin, dördüncüsünün Or Tigin, beşinci ve en küçüğünün adı da Bögü Tigin idi İnsanlar, bu beş çocuğu Tanrı'nın gönderdiğine inandılar İçlerinden birini kagan yapmak istediler Bögü Tigin ötekilerden daha güzel, daha yiğit, daha akıllı idi Halk, Bögü Tigin'in hepsinden üstün olduğunu anladı, onu kagan seçti Bögü Han, büyük bir törenle tahta çıktı Kendisinden sonra gelen otuzdan fazla soyu da Uygurlar'ın başında kaldı
Yıllar yılları kovaladı Bir gün geldi, Yolun Tigin Uygurlar'a kagan oldu Yolun Kagan'ın Kalı Tigin adında bir oğlu vardı Yolun Kagan, oğlu Kalı Tigin'e çin konçuylarından (=prenseslerinden) Kiu-Lien'i eş olarak almayı uygun gördü Kalı Tigin ile Kiu-Lien evlendiler
Evlilikten sonra Kiu-Lien, sarayını Kara-Kurum'daki Hatun Dağı'nda kurdu Hatun Dağı'na "Gök Ruhlarının Dağı" adı da verilirdi Hatun Dağı'nın çevresinde daha bir çok dağ vardı Bu dağlardan biri Tanrı Dağı idi Tanrı Dağı'nın güneyinde de Kutlu Dağ bulunmaktaydı Kutlu Dağ, koca bir kaya parçası idi

Günlerden bir gün Çin elçileri, yanlarında falcılarla birlikte Kiu-Lien'in sarayına geldiler Çin elçileri ile falcılar aralarında konuşup şöyle dediler

"Türk ülkesinin tüm varlığı, bütün mutluluğu Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır Türkler'i yıkmak istiyorsak bu kayayı ellerinden almalıyız"
Elçiler aralarında böyle konuşup anlaştıktan sonra Kalı Kagan'a gittiler Ona dediler ki:

"Siz bizim bir konçuyumuzla evlendiniz Bizim de sizden bir dileğimiz olacak Kutlu Dağ'ın taşları sizin saygıdeğer ülkenizce kullanılmamaktadır Sizin yerinize biz bu taşları değerlendirelim"
Yeni kagan, bu isteği yerine getirdiğinde sonucun nereye varacağını düşünemedi; Çinliler'in isteğini kabul etti Böylece yurdun bir parçası olan kayayı onlara verdi Oysa Kutlu Dağ kutsal bir kaya idi Türk ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıydı; kutsal taş Türk yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu Tılsımlı kaya düşmana verilirse bu bütünlük parçalanacak, Türkler'in tüm mutluluğu yok olacaktı Kagan bu kutsal kayayı Çinliler'e verdi Ama kaya, kolay kolay sökülüp götürülecek gibi değildi Bunu gören Çinliler kayanın çevresine odun kömür yığdılar, kayayı ateşe vurdular Kaya iyice kızınca üstüne sirke döküp paramparça ettiler Her bir parçayı aldılar, ülkelerine götürdüler
İşte, ne olduysa o zaman oldu Türkeli'nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanı dile geldi; kendi dillerince kayanın düşmana verilmesine duydukları acıyı anlattılar, ağladılar Yedi gün sonra günahı bağışlanmaz düşüncesiz kagan öldü Ne var ki, kaganın ölümüyle de ülke felaketten kurtulamadı Bir Çin konçuyu (=prensesi) uğruna çekinilmeden bağışlanan yurdun kayası, Türkeli'nin felaketine neden oldu Halk rahat yüzü görmedi Irmaklar birbiri ardınca kurudu Göllerin suyu buğulaştı, uçup gitti Topraklar kurudu, ürün vermez oldu Yolun Kagan'dan sonra başa geçen kaganlar da arka arkaya öldüler
Günlerden sonra Türk tahtına Bögü Kagan'ın torunlarından biri oturdu O zaman yurtta canlı-cansız, evcil-yaban, çoluk-çocuk, soluk alan-almayan her ne varsa bir ağızdan "Göç! Göç!" diye çığrışmağa başladılar Derinden, iniltili, hüzün dolu, eli böğründe kalmış bir çığrışmaydı bu İnlemelere yürek dayanmıyordu
Uygurlar bu çığrışmaları bir ilahî buyruk bildiler Toparlandılar, yola koyuldular Yurtlarını, yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere göç ettiler
Sonunda adına Turfan denilen bir yere geldiler Burada sesler kesildi Uygurlar bu yere kondular, beş kent kurup yerleştiler Adını da Beş-Balıg koydular Burada yaşayıp çoğaldılar


İran Kaynaklarına Göre Göç Destanı


Uygur ülkesinde Kara-Kurum çaylarından iki ırmak vardır Bunlardan birine Togla, birine de Selenge adı verilirdi Bu sular akarak Kamlançu'da birleşirlerdi Bu iki ırmağın arasında iki ağaç vardı Bu ağaçların biri fusuk, biri tur ağacı idi Bunların yaprakları, yaz ya da kış olsun, dökülmezdi Bu iki ağaç, iki dağın arasında yetişip büyümüştü

Bir gün bu iki ağacın arasına gökten bir ışık indi İki yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeğe başladı Halk şaşırmıştı İçlerinde büyük bir saygı duyarak oraya yaklaştılar Ağaçların yanına vardıklarında kulaklarına çok tatlı ve güzel ezgiler gelmeğe başladı Her gece buraya bir ışık inmeğe ve ışığın çevresinde otuz kez şimşek çakmağa başladı Bir gün insanlar burada ayrı ayrı kurulmuş beş çadır gördüler Çadırların her birinde bir çocuk oturuyordu Her çocuğun karşısında da onları doyurmağa yetecek denli süt dolu emzikler asılı idi Çadırın tabanı baştan ayağa gümüş ile döşenmişti

Bütün boyların beğleri ve halkı bu garip işi görmek için kalkıp geldiler Manzarayı görünce saygı ile diz çöktüler, selam verdiler Çadırlara girdiler, çocukları alıp dışarı çıktılar Beslenip büyütülmeleri için çocukları süt analarına, dadılara verdiler Çocuklar büyüyüp konuşmağa başlayınca Uygurlar'a ana babalarını sordular Uygurlar, o iki ağacı gösterdiler Çocuklar ağaçları görünce, bir çocuğun babasına gösterdiği saygıyı gösterdiler; ağaçların karşısında diz çöktüler, yeri öptüler Bunun üzerine ağaçlar dile geldi ve şöyle dedi:

"Güzel huy ve iyi özelliklerle bezenmiş çocuklar böyle olurlar, ana babalarına saygı gösterirler Ömrünüz uzun, adınız büyük, ününüz sürekli olsun" Çevrede yaşayan bütün kavimler bu çocuklara hükümdar oğullarıymış gibi saygı gösterdiler Kente dönünce, çocukların her birine bir ad koydular En büyüğünün adı Sungur Tigin, ikincisinin adı Kotur Tigin, üçüncüsünün adı Tükel Tigin, dördüncüsünün adı Or Tigin, beşincisinin adı da Bögü Tigin oldu Çocukların doğuşundaki kutsal durumu görenler, bunlardan birinin kagan seçilmesi kararına vardılar
Çocuklar arasında Bögü Tigin güzelliği, boyu posu, sabrı, iradesi, ileri görüşlülüğü bakımından öbürlerinden önde idi Ayrıca, bütün milletlerin dillerini, yazılarını biliyordu Herkes onun kagan seçilmesi kararında birleşti Bögü Kagan, büyük bir törenle tahta oturdu Bögü Kagan, ülkeyi adaletle yönetmeğe başladı; adamları, mâiyeti, çerileri (=askerleri), atları gittikçe çoğalmağa başladı Egemenlik süresi içinde Bögü Kagan'a üç karga yardım etti Bu kargalar dünyanın bütün dillerini bilmekteydiler Nerede bir olay olursa Bögü Kagan'a bildirirlerdi
Bir gece Bögü Kagan uyurken, penceresinin önünde bir kız hayali belirdi, onu uyandırdı Bögü Kagan ürktü, kızı görmemiş gibi davrandı, kendisini uykuda imiş gibi gösterdi İkinci gece kız yine geldi Bögü Kagan, yine görmüyormuş gibi yaptı, kendisini uykuda gösterdi Sabah oldu Kagan, vezirine danıştı Üçüncü gece kız yine geldi Bögü Kagan, vezirinin öğüdüne uyarak kızı alıp Ak-Dağ'a gitti Bögü Kagan ile kız bu dağda gün doğana değin konuştular Yedi yıl, altı ay, yirmi iki gün her gece kız, Bögü Kagan'a geldi; her gece konuştular Ayrılacakları gece kız, Bögü Kagan'a şöyle dedi:
"Doğudan batıya değin tüm dünya senin buyruğun altına girecektir İşlerini sıkı tut, iyi çalış" Ertesi gün Bögü Kagan ordularını topladı 300000 çerisini Sungur Tigin'in komutasına verdi; onu Mogol ülkelerine akına gönderdi 100000 çerisini Kotur Tigin'in komutasına verdi; onu Tankut ülkesine gönderdi Tükel Tigin'i Tibet yönüne gönderdi Kendisi de 300000 çerisi ile Hıtay'a (=Çin'e) yöneldi Or Tigin'i ise kendi yerinde kagan vekili olarak bıraktı Bögü Kagan'ın ordularının hepsi zaferlerle geri döndüler Getirdikleri mallar, paralar, ganimetler sayılamayacak kadar çoktu Bögü Kagan, Orkun Irmağı'nın kıyısında Ordu-Balıg adında bir kent kurdurdu; Ordu-Balıg'ı kendine başkent yaptı Doğudaki bütün ülkeler Bögü Kagan'ın buyruğu altına girdi

Bögü Kagan bir gece bir düş gördü Düşünde ak giysilere bürünmüş, başında ak bir şerit, elinde de çam kozalağı büyüklüğünde Yada taşı olan bir yaşlı kişi vardı Yaşlı kişi Bögü Kagan'a yaklaştı, Yada taşını Bögü Kagan'a verdi ve şöyle dedi:

"Bu taşı saklarsan dünyanın dört bucağını milletinin buyruğu altına alırsın"
O gece Bögü Kagan'ın başveziri de aynı düşü görmüştü Bögü Kagan uyanır uyanmaz ordularını topladı Batı yönüne sefere çıktı Gide gide Türkistan'a vardı Burada çayır çimenle döşenmiş, gürül gürül akan suları olan bir yere rastladı Burada oturmağa karar verdi Balasagun kentini kurdu Bögü Kagan'ın orduları dört bir yana yayıldılar, bütün milletleri egemenlik altına aldılar Yeryüzünde Türkler'in karşısında duracak kimse kalmadıTürk orduları o denli ilerlemişlerdi ki acayip biçimli insanlara rastladılar Bunların elleri, ayakları tıpkı hayvanlarınkine benziyordu Bu yaratıkları görünce artık bundan sonra insanların bulunmadığını anladılar, geri döndüler
Daha sonra Uygurlar'ın buyruğuna giren hükümdarlar birer birer geldiler, Bögü Kagan'a bağlılıklarını ve saygılarını sundular Bunlar arasında Hint hükümdarı çok çirkindi Bunun için Bögü Kagan, bu hükümdarı katına kabul etmedi Bögü Kagan yapılan törenden sonra hükümdarlara, kendi ülkelerine dönmelerini ve kendi bölgelerini yönetmelerini buyurdu Bu hükümdarların Bögü Kagan'a ne kadar vergi verecekleri de ayrıca bir toplantı ile karar altına alındı Artık yeryüzü zapt edilmiş, Bögü Kagan'ın karşısında duracak kimse kalmamıştı Bögü Kagan geri dönmeğe karar verdi, yurduna geldi
O çağda Uygurlar'ın din adamlarına "kam" denilirdi Kamlar cinlere hükmederler, onlara istediklerini yaptırırlardı Türkler ile Mogollar kamlara çok önem verirlerdi Bir işe başlamak için kamlara danışırlar, ona göre davranırlardı Hastalarına da kamlar bakardı Kamların en güçlü oldukları zaman, iyi ve kötü ruhlarla bağ kurdukları, onlarla konuştukları günlerdi
Bögü Kagan çağında Uygurlar Çin kaganına elçiler gönderdiler, kendilerine Nom kitaplarından anlayan ve adlarına Tüvinyan denilen din adamlarını göndermesini istediler Nom, Çinliler'in din kitaplarının adıydı Çinliler, bugün yaşayan bir adamın bin yıl önce de yaşadığına inanırlardı
Çin ülkesinden Nom yöntemlerini bilen kişiler geldiler Bunlar kamlarla oturup konuştular, kendi din kitaplarını gösterdiler, onlarla tartıştılar Kamlar tartışmayı yitirdi Bu tartışmadan sonra Uygurlar Çin'den gelen yeni dini kabul ettiler (bu din Maniheizm'dir)


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.