Hakikat ve İzafiyet

Eski 06-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hakikat ve İzafiyet







Hakikat Ve İzafiyet

Ubeydullah Akyüz

Yüzyılın başında “İzafiyet Teorisi”nin ortaya atılmasıyla birlikte, Galile ile başlayan ve 19 asırda zirvesine çıkan mekanik fizik ve mutlak sebep-sonuç kanunlarına dayalı materyalist bilim anlayışı, bizzat bilimden en büyük darbeyi yiyordu

Bundan sonradır ki Goethe’nin: “Bir şeyin arkasında koşan insanlar, uğraştıkça yanılgıya düşerler” sözü, bizzat bilim adamlarının, mesela, T G Masaryk’int “Teoriler, bilim vücudunun organlarını bir süre besledikten sonra kuruyup düşen yapraklara benzerler" itirafıyla adeta doğrulanıyor ve bilimde kalıcı ve devamlı bir başarının ne kadar güç olduğu ortaya çıkıyordu

Bilim adamları, asırlardır ‘dini’ dogmalar mecmuası, ‘dindarları’ da dogmatistler olarak suçlaya gelmişler; fakat kendi dogmalarına temelden bağlı en büyük dogmatistler olduklarını, ancak mekanik fiziğin yıkılmasıyla fark etmişlerdir Bertrand Russel: “Newton kanunu o kadar uzun zaman hâkim oldu, o kadar çok şeyleri açıkladı ki bu kanunun bir gün düzeltilmesine ihtiyaç duyulacağına kimse inanmıyordu; fakat sonunda bir düzeltmenin gerekliliği ortaya çıktı Kimse şüphe etmesin ki bu düzeltmeler de bir gün düzeltilecektir” derken, esasen bilimin, adeta sürekli deneme yanılmalarla yol alacağını ifade ediyorduBuna rağmen, mekanik fiziğin yerine oturan Einstein’in “İzafiyet Fiziği” de çoğu çevrelerde sanki mutlak doğruymuş muamelesi görmekte, onun da düzeltilmeğe muhtaç olduğu gerçeği gözden uzak tutulmaktadır Hâlbuki o da çok büyük ihtimalle yerini bir süre sonra yeni bir teoriye bırakacak ve ister istemez hazanını yaşayacaktır

Mekanik fizik ile izafiyet fiziği arasındaki tenakuz, esasen beşerin asırlardır yaşadığı maddecilik-ruhçuluk, rasyonalizm-idealizm çatışmalarının bir yansıması veya bilimdeki devamından başka birşey değildir Sanki, mutlaka iki uçtan birine varmak ve daima ‘ifrat-tefrit’ sınırlarında dolaşmak gerekiyormuş gibi, insanlık, bu ikilemi hep yaşaya gelmiş ve daha da yaşayacağa benzemektedir Halbuki, bütün bu uçların her birinde hakikatın payı olduğu gibi, hakikattan kendinde pay taşıyan da yalnızca bu uçlar değildir Meseleyi bir çember veya bir doğru üzerinde müşahhaslaştıracak olursak, hakikat doğrunun ortasında veya çemberin merkezinde olup, çemberin çevresindeki veya doğrunun üzerindeki sonsuz noktaya şua şua yansır Bu sebeple, herbir nokta hakikatın bir şuasını kendinde barındırır ve dolayısıyla her noktaya hakikat gözüyle bakılabilir Şu kadar ki -ve meselenin can alıcı hususiyeti burada yatmaktadır- merkezdeki hakikat değişmez ve mutlak hakikat olmasına karşılık, herbir nokta izafi bir hakikatten ibarettir İzafi hakikatlere rengini veren, alıcının, yani noktanın mahiyeti, kendine has hususiyetleri, zaman ve şartlardır Bu gerçek, tabii bilimlere hâkim olduğu gibi, içtimai bilimlere, hatta İslami ilimler sahasında Tefsir ve Fıkıh gibi ana ilim dallarına da şalmildir

Burada, “elle tutulup, gözle görülen sabit bir hakikat yok mudur?” sorusu sorulabilir Evet İslam’da “eşyanın hakikatı sabittir” şeklindeki gerçek, külli bir kaidedir Fakat bu hakikat, eşyanın görünen dış yüzünden ziyade, onun melekûtundadır O kadar ki bir bakıma eşyanın ruhu mahiyetindeki kanunlarda bile bir istisna vardır ve bu kanunlar külli, yani istisnasız umuma şamil değil, geneldir İşte bu genellik, yani ‘kaideyi bozan’ istisnalar sebebiyledir ki bilim mutlak neticelere varamamakta, artık sebep-netice kanununu tanımamakta ve bu sebeple bilim adamları: “kâinat şu anda T1 halindeyse, biraz sonra aynı halde olacak diye bir netice ileri sürülemez” demektedirler

Vahdet âlemi olan melekût aleminde tek ve bölünemez olan hakikatın şu madde ve kesret aleminde adeta sayısız izafi hakikatlere kapı açmasını içtimaide ve hatta tefsir, fıkıh gibi İslami ilimlerde de görebileceğimizi ifade etmiştik Mesela, Kur’an-ı Kerim, mutlak olarak salih amelden bahseder, fakat nelerin salih amel olduğunu açıklamaz Bundandır ki bazı zaman, bazı şartlarda ve bazılarına göre salih olan bir amel, başka şartlarda, başka zaman ve başkaları için salih olmayabilir Bir idarecinin makamındaki ciddiyeti vakar, fakat evindeki ciddiyeti kibir olur Bir zayıfın kuvvetliye karşı izzet-i nefsi övülecek bir hasletken, kuvvetlinin zayıfa karşı izzet-i nefsi kötü bir haslettir Aynı şekilde, bir kimse için günah olan bir amel, bir başkası için sevap olabilir; bundandır ki “ebrarın hasenatı, mukarrabinin seyyiatıdır” denmiştir Yine, birine bir sevap kazandıran bir amel, bir başkasına bir milyon sevap kazandırabilir Yine bundandır ki lafzın zahirine ters düşmemek, lafız muhtemel bulunmak ve Arapça’nın kaideleriyle çatışmamak kaydıyla, her ayet hakkında, her müfessirin görüşüne doğru nazarıyla bakılabilir Ve yine bundandır ki, Kur’an tefsirinde nesh, mutlak-mukayyed, esbab-ı nüzül, amm ve has gibi mevzuların bilinmesi oldukça mühimdir

Aynı gerçeğin tarihe yansımasının en belirgin misali, adalet-i mutlaka ve adalet-i izafiyedir İslam’da ve gerçekte aslolan adalet-i mutlakadır ki; ferdin hukukunu cemiyetin hukukuyla eşdeğer görür Fakat cemiyette öyle bir ihtilal hali olur ki artık ne ferdin ne de cemiyetin hukukunu korumak mümkün olmadığı gibi, insan hayatının esas umdelerini ve İslam’ın temel prensiplerini muhafaza etmek de tehlikeye girer İşte böyle zamanlarda, ferdin hukukunu cemiyete feda eden adalet-i izafiye, adeta gerekli hale gelir ve uygulanmaması mutlak şer olur İşte, tarihimizdeki saltanat idareleri ve hatta Osmanlılar’da görülen evlat veya kardeş katli, adalet-i izafiyenin gereğidir ve bu izafi adalet, yerine göre mutlak adalet gibi bir değer kazanır

Görülüyor ki renklerin, şekillerin, hususiyetlerin, zaman ve şartların devrede olduğu kesret dünyasında, izafiyetten kaçmak mümkün değildir ve izafiyet, bu âlemin bir hakikatıdır Bununla birlikte, en azından mutlaka yakın hakikatlere de ihtiyacımız vardır ki, hayatımızı onların üzerine bina edebilelim Gerçekte ise, kâinatta sebeplerin yaratma adına hiçbir hakiki tesiri yoktur ve herşey Allah’ın elindedir Bir an sonra ne olacağı belli olmayıp, hayatımızda dünyanın hayatı da esasen içinde bulunduğumuz andan ibarettir Bu hakikatın şuur halinde yaşanması, iman ve teslimiyet noktasında mutlaka gerekli olmakla birlikte, insana verilmiş olan irade açısından hayatımızda sebeplerin de bir yeri olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir Dolayısıyla, bu
mutlak hakikatın üzerine geçirilmiş sebepler, ülfet hayatı yaşanır hale getirir ve ünsiyet şalı, ve bütün teknik ve bilimler, bu şal üzerine bina edilir İşte bu noktada Einstein’ın izafiyet fiziğinin yerini mekanik Newton fiziği alır

İzafiyet, insana aczini de ihtar eden mühim bir vakıadır Nasıl, kalb ayağıyla marifet-i
İlahiye basamaklarında yükselen bir insanın varacağı en son nokta hayret makamı ise ve bu, En Büyük İnsan’ın dilinde: “Seni gereği gibi tanıyamadık ey Ma’ruf’ ve “O’nu nasıl göreyim; gördüğüm, bir nurdu” şeklinde ifadesini buluyorsa, aynı şekilde, çözdüm zannettiği bir problemin onlarca yeni probleme kapı açtığını, asırlardır bilim diye dayandığı temellerin birden yıkılıverdiğini ve hakikata ulaştım dediği anda, herşeyin elinden uçup gittiğini gören bilim adamına da:“Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” dedirtecek ve kelebeklerin ışığın etrafında pervane olduğu gibi, bilim adamını marifet-i İlahiye’nin nurdan helezonlarında sonu gelmez bir kanat çırpışa sevkedecek bir hususiyettir de

İzafiyet, mutlak hakikatın ancak Din’de yattığını ve hiç bir zaman insan kaynaklı olmayıp, doğrudan doğruya ‘Vahiy’le bilinebileceğini ve dolayısıyla insanın dine ve kesin dini nasslara mutlaka ihtiyacı bulunduğunu da ortaya koymaktadır

Evet, en basit bir meselede bile iki insanın anlaşamadığı çok defa görülen bir vakıadır; şu halde, mutlak hakikat, hiçbir zaman insan kaynaklı olamaz ve ancak İlahi olana dayanır İnsana düşen de, bu hakikatı keşfetmek ve ona göre hayatını inanç noktasında tanzim etmektir Ayrıca izafiyet, vahdetten kesrete geçişi gösteren ve kesretin ötesinde vahdete işaret eden yönüyle de, tevhidin en mühim delillerinden biridir

İzafiyet, felsefede, eğitim-öğretim metodlarında ve dinlerde ortaya çıkan meslek, meşrep, ekol ve mezhep farklılıklarına izah getirmede de önemli bir ölçüdür Bütün meşrep, mezhep, ekol ve metodlarda hakikatın bir payı vardır ve bunların hiçbiri bütün bütün yanlış ve batıl olamaz Mühim olan, bunları ortak payda üzerinde birleştirebilmektir; geçmişe ve musibetlere kader, geleceğe, mesuliyete ve İlahi emirlere irade ve teklif açısından bakıldığında Cebriye ile Mutezile’nin ihtilaf noktalarının telif edilebilmesi gibi

Aslolan, hakikattır ve hakikat, temelde mutlaktır Yukarıda verdiğimiz misalde, çemberin merkezinde veya doğrunun ortasında yer alan mutlak hakikatın, alıp yansıtıcı rolü oynayan noktaların hususiyet, renk ve desenine göre meydana getirdiği sayısız izafi hakikatler, mutlak hakikata bağlı kalabildiği ve kendi hudutlarını aşmadığı sürece ihtilaflar olmayacak ve herşey bir denge, bir mizan temelinde cereyan edip; hayat, eşya ve insan gerçek fonksiyonunu icra edebilecektir


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.