İslam İlmihali

Eski 06-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam İlmihali



1 ' Temettüe niyet etmemiş âfâkî olanların, hemen Mescid-i harâma girerek (Tavâf-ı kudûm) yapmalarıdır Kâ'beyi görünce tekbîr, tehlîl ve duâ edilir Erkekler, Hacer-i esvede el ve yüz sürer Süremezse, uzaktan istilâm eder Yani ellerini kaldırıp, 'Bismillâhi, Allahü ekber' deyip yüzüne sürer Tavâf-ı kudûmdan ve iki rek'at namâzdan sonra, Safâ ile Merve arasında sa'y yapılır Bundan sonra, ihrâmı çıkarmadan, Mekke şehrinde oturup, Terviye gününe kadar, istenildiği mikdâr, nâfile tavâf yapılır Müfrid olan ve kârin olan hâcılar, taş atıp traş oluncaya kadar ihrâmı çıkarmayacağı için, ihrâmın men' ettiği şeylerden, hergün, sakınmaları lâzım olur Bu şeylerden sakınamayacak kimselerin, mütemetti' hâcı olması uygundur Mescid-i harâm içinde namâz kılanların önünden geçmek günâh değildir

2 ' Tavâfa (Hacerül-esved)den başlamak ve burada bitirmektir

3 ' İmâmın üç yerde hutbe okumasıdır Birisi, Zil-hicce ayının yedinci günü Mekkede; ikincisi, dokuzuncu günü, öğle namâzı olunca, öğle ve ikindi namâzlarından önce, Arafâtta; üçüncüsü, onbirinci günü, Minâda okunur Arafâtta, hutbe bitince öğle ve hemen sonra ikindi namâzı, cemâ'at ile kılınır İmâma yetişemeyen, ikindi namâzını, ikindi vaktinde kılar Namâzdan sonra, imâm ve cemâ'at, mescid-i Nemreden, Mevkıfe gelip, imâm hayvanda, hâcılar ise yerde, kıbleye karşı, ayakta veya oturarak vakfeye dururlar Cemâ'atin de hayvanda olması efdaldir (Cebel-i rahme) kayaları üstüne çıkmak ve vakfe için niyet etmek lâzım değildir

4 ' Arafâta gitmek için, Mekkeden, (Terviye günü), yani Zil-hiccenin sekizinci günü, sabâh namâzından sonra çıkmaktır Mekkeden Minâya gidilir

5 ' Arefe gününden önceki ve bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinin geceleri, Minâda yatmaktır Üçüncü gece ve günü Minâda kalmak mecbûrî değildir Seksenbeşinci maddenin birinci paragrafına bakınız!

6 ' Arafâta gitmek için, Minâdan, güneş doğdukdan sonra yola çıkmaktır

7 ' Arefe gecesi Müzdelifede yatmaktır Arafâttan Müzdelifeye gelip, burada, yatsı vakti olunca, akşam ve yatsının farzları birbiri ardınca, cemâ'at ile kılınır Akşam namâzını Arafâtta veya yolda kılanların Müzdelifede tekrâr cemâ'at ile veya yalnız olarak, yatsı ile birlikte kılması lâzımdır

8 ' Müzdelifede, vakfeye, fecr ağardıkdan sonra durmaktır Gece Müzdelifede yatıp, fecr açılırken, sabâh namâzını hemen kılıp, sonra, (Meş'arilharâm) denilen yerde, ortalık aydınlanıncaya kadar, vakfeye durulur Güneş doğmadan önce, Minâya hareket edilir Yolda (Muhasser) denilen vâdîde durmamalıdır Burası (Eshâb-ı fîl) durak yeridir Minâya gelince (Mescid-i Hîf)e en uzak olan ve (Cemre-i Akabe) denilen yerde, sağ elin baş ve şehâdet parmakları ile, iki buçuk metreden veya dahâ uzakdan, Cemre yerini gösteren duvarın dibine nohud kadar yedi taş atılır Duvarın üstüne veya insana, hayvana çarptıkdan sonra dibine düşerse câiz olur Ertesi fecre kadar câiz ise de, o gün öğleden önce atmak sünnettir Sonra, hiç durmadan buradan gidilip, isterse kurban keser Çünki, seferî olana kurban kesmek vâcib değildir Seferî olan hâcıların, müfrid oldukları zaman kurban kesmeleri vâcib değildir Kurbandan sonra traş olur ve ihrâmdan çıkar Bayramın birinci günü Minâda olanlar ve bütün hâcılar, bayram namâzı kılmaz Sonra, o gün veya ertesi gün veya dahâ ertesi gün Mekkeye gidip, Mescid içinde ve niyet ederek (Tavâf-ı ziyâret) yapar Buna (Tavâf-ül ifâda) da denir Tavâf-ı ziyâreti ve traşı bayramın üçüncü günü güneş battıkdan sonraya bırakmak mekrûhdur ve kurban kesmek lâzım olur Yalnız baygın olanın yerine başkası tavâf yapabilir Tavâf-ı ziyâretde, önceden bu tavâf için sa'y yaptıysa, artık bir dahâ (Remel) ve (Sa'y) yapmaz Yapmadıysa, sa'y yapması vâcibdir Bu tavâfda (Iztıba'), yani ihrâmın üst kısmını sağ koltuk altından geçirip, sol omuz üzerine koymak yoktur Tavâf namâzından sonra Minâya gelir Öğle namâzını Mekkede veya Minâda kılar Bayramın ikinci günü, öğle namâzından sonra Minâda hutbe okunur Hutbeden sonra, üç ayrı yerde, yedişer taş atılır (Mescid-i Hîf)e yakın olandan başlanır Üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırkdokuz taş olur Bunları öğleden önce atmak câiz değildir veya mekrûhdur Üçüncü günü güneş batmadan önce, Minâdan ayrılır Dördüncü gün de Minâda kalıp, fecrden güneşin gurûbuna kadar dilediği zaman yirmibir taş dahâ atmak müstehabdır Dördüncü günü fecre kadar Minâda kalıp da taş atmadan ayrılırsa, koyun kesmek lâzım olur Birinci ve ikinci yerlerinde taş attıktan sonra, kollar omuz hizâsına kaldırılarak ve el ayaları semâya veya kıbleye çevrilerek duâ edilir Atılacak yetmiş taş, Müzdelifede veya yolda toplanır Hayvan üstünde taş atmak câizdir (Tavâf-ı sadr)dan sonra, zemzem suyu içilir Kâ'benin kapı eşiği öpülür Göğüs ve sağ yanak (Mültezem) denilen yere sürülür Sonra, Kâ'be perdesine yapışıp, bildiklerini okur ve duâ eder Ağlayarak Mescid kapısından dışarı çıkar

Minâ, Mekkenin; Müzdelife, Minânın; Arafât da, Müzdelifenin şark cihetindedir Son yapılan asfalt caddelere göre, Minâ ile Mekke arası dörtbuçuk, Minâ ile Müzdelife arası 3,3 ve Müzdelife ile Arafât arası 5,4 kilometre, Safâ ile Merve arası üçyüzotuz metre, Safâ tepesindeki kemer ile Kâ'be arası yetmiş metre oldu

9 ' Arafâtta, vakfeden önce gusl etmektir

10 ' Minâdan Mekkeye son dönüşte, önce Ebtah denilen vâdiye gelip, burada bir mikdâr durmaktır Buradan Mekkeye gelip dilediği kadar kalır

11 ' Hacca giderken, muhtâc olmayan ana, babadan, alacaklılardan, kefîlinden izin almak sünnettir Ana baba muhtâc ise, izinsiz gitmek harâmdır Nafaka bırakmadı ise, zevcesinden izinsiz gitmesi de harâm olur Mekke şehrine (Mu'allâ) kapısından, Mescide (Bâbüsselâm)dan ve gündüz girmek müstehabdır


Haccın sünnetini yapmayana cezâ lâzım gelmez Mekrûh olur Sevâbı, azalır Arefe günü Cum'aya rastlarsa, yetmiş hac sevâbı hâsıl olur Halk arasında buna hacc-ı ekber deniliyor Bu söz doğru değildir


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam İlmihali

Eski 06-21-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam İlmihali



Güsül Abdestin Bilgiler


GUSÜL (Boy Abdesti)


Namazýn doðru olmasý için, abdestin ve guslün doðru olmasý lâzýmdýr Cünüp olan her kadýnýn ve erkeðin, hayzdan ve nifasdan kurtulan kadýnlarýn, namaz vaktinin sonunda o namazý kýlacak kadar zaman kalýnca, gusül abdesti almasý farzdýr Cünüp olmak, cimâ ve ihtilâm ile olur


Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyuruyor ki: (Gusül abdesti almaya kalkan bir kimseye, üzerindeki kýl adedince [ya'nî pek çok] sevâb verilir O kadar günahý afv olur Cennetteki derecesi yükselir Guslü için ona verilecek sevâb, dünyada bulunan herþeyden daha hayrlý olur Allahü teâlâ meleklere, bu kuluma bakýnýz! Gece üþenmeden kalkýp, benim emrimi düþünerek, cünüplükten gusül ediyor Þâhit olunuz ki, bu kulumun günahlarýný afv ve maðfiret eyledim buyurur)


Diðer bir hadîs-i þerîfte, (Kirlenince, çabuk gusül abdesti alýn! Çünkü kirâmen kâtibin melekleri, cünüp gezen kimseden incinir) buyuruldu Ýmâm-ý Gazâlî "rahmetullahi aleyh" buyurdu ki: "Bir kimse, rü'yâda bana dedi ki, (Bir miktar zaman cünüp kaldým Þimdi üzerime ateþten gömlek giydirdiler Hâlâ ateþ içindeyim) Bir hadîs-i þerîfte de, (Resim, köpek ve cünüp kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu


Namaz kýlan ve kýlmayan herkes, bir namaz vaktini cünüp geçirirse, çok acý azâb görecektir


Su ile yýkanmak mümkün olmazsa teyemmüm etmelidir Cünüp olan kimseler þunlarý yapamaz:


1- Hiç bir namazý kýlamaz 2- Kur'ân-ý kerîme ve âyetlerine el süremez 3- Kâ'beyi tavaf edemez 4- Câmi ve mescidlere giremez


Gusül Abdesti Nasýl Alýnýr?


Sünnet üzere gusül abdesti, þöyle alýnýr:


1- Önce, temiz olsalar dahî, iki eli ve avret yerini ve bedeninde necâset (pislik) bulunan yerleri yýkamalýdýr


2- Sonra, tam bir abdest almalý, yüzünü yýkarken gusle niyyet etmelidir Ayaklarýn altýnda su toplanmýyorsa, ayaklarý da yýkamalýdýr


3- Sonra bütün bedene üç defa su dökmelidir Önce üç defa baþa, sonra sað omuza, sonra sol omuza dökmelidir Her döküþte o taraf tamam ýslanmalýdýr Birinci döküþde oðmalýdýr


Gusülde, bir uzva dökülen su, baþka uzuvlara akýtýlýrsa orasý da temizlenir Çünkü, gusülde bütün beden, bir uzuv sayýlýr Abdest alýrken bir uzva dökülen su ile baþka uzuv ýslanýrsa, yýkanmýþ sayýlmaz Gusül tamam olunca, tekrar abdest almak mekrûhtur Fakat gusül ederken abdesti bozulursa, bir daha almak lâzým olur


Guslün Farzlarý


Hanefî mezhebinde guslün farzlarý üçtür:


1- Aðzýn hepsini yýkamaktýr Aðzýn içinde iðne ucu kadar ýslanmadýk yer kalýrsa, diþlerin üzeri ve diþ çukuru ýslanmazsa gusül olmaz


2- Burnu yýkamaktýr Burnundaki kuru kirin altýna ve aðýzdaki çiðnenmiþ ekmeðin altýna su geçmezse, gusül olmaz Hanbelî mezhebinde, aðzý ve burnu yýkamak, abdest alýrken de, gusülde de farzdýr Þâfi'î mezhebinde de, gusül ederken niyyet etmek farzdýr


3- Bedenin her yerini yýkamaktýr Göbek içini, býyýk, kaþ ve sakalý ve altlarýndaki derileri ve baþtaki saçlarý yýkamak farzdýr Týrnaklarda, dudak, göz kapaðý veya vücûdun herhangi bir yerinde su geçirmeyen maddeler bulunursa [týrnakda oje bulunursa], gusül abdesti alýnmýþ olmaz


Guslün Sünnetleri


1- Önce elleri yýkamak


2- Edep yerlerini yýkamak


3- Bütün bedeni pislikten temizlemek


4- Gusülden evvel abdest almak, yüzü yýkarken, gusle niyyet etmek Þâfi'î mezhebinde niyyet etmek farzdýr


5- Bütün bedeni, üç defa oðarak yýkamak


6- Bütün vücudu yýkadýktan sonra, iki ayaðýný yýkamak


AÇIKLAMA (Dolgu ve Kaplama Diþi Olanlar):


Hanefî mezhebinde, diþlerin arasý ve diþ çukurlarý ýslanmazsa, gusül tamam olmaz Bunun için, diþ kaplatýnca ve doldurunca, gusül abdesti sahîh olmaz Ýnsan cenâbetlikten kurtulamaz Altýn, gümüþ ve necis olmayan baþka maddelerden yapýlan kaplama ve dolgularýn altýna su girmeyince, Hanefî mezhebi âlimlerinin hepsine göre, gusül abdesti câiz olmaz


Tahtâvî, (Merâkýl-felâh) hâþiyesi, doksanaltýncý sahîfesinde ve ayrýca bunun tercemesi olan (Ni'met-i Ýslâm) kitâbýnda þöyle yazýyor: Bir Hanefînin, kendi mezhebine göre yapamadýðý bir iþi yapabilmesi için, Þâfi'î mezhebini taklîd etmesinde bir beis yoktur (Bahr-ür-râýk) ve (Nehr-ül-fâýk) kitaplarýnda da böyle yazýlýdýr Fakat, bu iþi yaparken, o mezhebin þartlarýný da yerine getirmesi lâzýmdýr Harac, meþakkat olmadan ve þartlarýný yapmadan taklîd ederse, buna (müleffik) denir ki, kolaylarý toplayýcý demektir Bu, câiz deðildir


Kendi mezhebindeki bir farzý yapamayan kimsenin, yalnýz bu farzý yapmasý için baþka mezhebi taklîd etmesi lâzýmdýr Fakat, bu iþi yaparken, taklîd ettiði mezhebin þartlarýný da yerine getirmelidir Kaplama ve dolgu yaptýran Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, Mâlikî [veyâ Þâfi'î] mezhebini taklîd etmesi için, gusülde, abdest almakta ve namazda niyyet ederken, Ýmâm-ý Mâlike [veyâ Ýmâm-ý Þâfi'îye] tâbi olduðunu hatýrlamasý yetiþir Ya'nî gusül abdesti almaða baþlarken, (Niyyet ettim gusül abdesti almaða ve Mâlikî [veyâ Þâfiî] mezhebine uymaða) sözünü kalbinden geçiren bir kimsenin, gusül abdesti sahîh olur Aðzýnda kaplama veya dolgu bulunan Hanefî mezhebindeki bir kimse, böyle niyyet edince, guslü ya'nî boy abdesti sahîh olur Cünüplükten kurtulur, temiz olur Mâlikî [veyâ Þâfi'î] mezhebini taklîd edince, abdesti ve namazlarý sahîh olur Kaplama ve dolgusu olmayanlara da imâm olabilir


Þâfi'î mezhebini taklîd edenin, imâm arkasýnda Fâtiha sûresini okumasý, kendisinin veyâ baþkasýnýn sev'eteynine, ya'nî iki abdest bozma uzuvlarýna eli ayasý ile dokunursa ve nikâh ile almasý harâm olan onsekiz kadýndan baþka kadýnýn derisine derisi deðerse abdest almasý, abdeste niyyet etmiþ olmasý ve az necâsetten de sakýnmasý lâzýmdýr Kur'ân-ý kerîm tutacaðý zaman da Þâfi'î mezhebine göre abdestli olmasý lâzýmdýr Hanefî mezhebinde olan bir yolcunun, Þâfi'î mezhebini taklîd ederek, öðle ile ikindi ve akþam ile yatsý namazlarýný takdîm ve tehîr ederek, birlikte kýlabilmesi için, Þâfi'î mezhebine göre abdestli olmasý lâzýmdýr


Kadýnlarýn Hayz ve Nifâs Halleri


Onbir türlü gusül abdesti vardýr Beþi farzdýr Bunlardan ikisi kadýnýn hayz ve nifâstan kurtulunca gusül abdesti almasýdýr


Ýbni Âbidîn (Menhel-ül-vâridîn) adýndaki eserinde diyor ki: Her müslümân erkeðin ve kadýnýn ilmihâl öðrenmesi farz olduðunu, fýkh âlimleri söz birliði ile bildirdi Her müslümân kadýnýn hayz ve nifâs bilgilerini öðrenmesi farzdýr Her müslümân erkeðin evleneceði zaman, hayz ve nifâs bilgilerini öðrenmeleri lâzýmdýr Evlenince, hanýmýna da öðretmelidir


Hayz, sekiz yaþýný bitirip, dokuz yaþýna basmýþ ve saðlýðý yerinde bir kýzýn veya (âdet zamaný) son dakikasýndan onbeþ gün geçmiþ olan kadýndan gelen ve en az üç gün devam eden kana denir Beyazdan baþka her renge ve bulanýk olana hayz kaný denir Bir kýz, hayz görmeye baþlayýnca, erginlik çaðýna girer ve kadýn hükmünde olup, dînin emir ve yasaklarýndan mes'ûl olur Kan görüldüðü andan, kesildiði güne kadar olan günlerin sayýsýna "Âdet zamaný" denir Bu zamanýn en azý üç, en fazlasý on gündür Her kadýnýn kendi âdetinin gün sayýsýný ve saatini bilmesi lâzýmdýr Sekiz yaþýný temâmlýyan kýza, anasýnýn, anasý yoksa, ninelerinin, ablalarýnýn, hala ve teyzelerinin hayz ve nifâs ilmini bildirmeleri farzdýr


Nifâs, lohusa demektir Kadýndan, doðumdan sonra gelen kana denir Bu kanýn en az müddeti yoktur Kan kesildiði zaman derhal gusül abdesti almalýdýr En çok zamaný kýrk gündür Kýrk gün tamam olunca, kan kesilmese de, gusül edip namaza baþlar Kýrk günden sonra gelen kan, istihâza, (ya'nî özür) olur Kadýnlarýn nifâs (lohusalýk) günlerini de ezberlemeleri lâzýmdýr


Ýstihâza [özür kaný] , üç günden, ya'nî yetmiþiki saatten beþ dakika bile az olan ve yeni baþlayan için on günden çok süren ve yeni olmayanlardan âdetten çok olup, on günü de aþan ve hâmile, ellibeþ yaþýný geçmiþ (âyise) kadýnlardan, dokuz yaþýndan küçük kýzlardan gelen kanlara denir Bu kan hastalýk iþâretidir Uzun zaman akmasý tehlikeli olup, doktora baþvurmak lâzýmdýr


Ýstihâza günlerinde bulunan kadýn, sýk sýk burnu kanayan kimse gibi olup, bu halde namaz kýlabilir ve oruç tutabilir


Hayz ve nifâs halinde iken kadýn, namaz kýlamaz ve oruc tutamaz Tilâvet ve þükür secdesi yapamaz Kur'ân-ý kerîme dokunamaz Câmi ve mescide giremez, Kâ'beyi tavaf edemez Vatyde bulunamaz Temizlenince, oruclarýný kazâ eder, namazlarýný kazâ etmez Kadýnýn hayzýn baþladýðýn&amp ;#253; kocasýna bildirmesi lâzýmdýr Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" (Hayzýn baþladýðýn&amp ;#253; ve bittiðini kocasýndan saklayan kadýn mel'ûndur) buyurdu Hayz ve nifâs kesilince, hemen gusül edip yýkanmak farzdýr Allahü teâlânýn emridir


Hak teâlâ, intikamýný yine kul ile alýr

Bilmiyen (ilm-i ledünnî), aný kul yapdý sanýr

Cümle eþyâ Hâlýkýndýr, kul elîle iþlenir

Emr-i Bârî olmayýnca, sanma bir çöp deprenir!


TEYEMMÜM


Teyemmüm, toprakla temizlenmek demektir Abdest almak veya gusül etmek için, su bulunmazsa veya su olduðu halde kullanýlmasý mümkün olmayan durumlarda, temiz toprak, kum, kireç ve taþ gibi toprak cinsinden temiz bir þey ile teyemmüm edilir


Teyemmüm, abdest ve gusül için bir kolaylýktýr Dînimizde, toprak ile teyemmüm de, su ile temizlenmek gibidir Dînimiz bir çok kirliliðin toprak ile temizlenebileceðini açýkça bildirmektedir


Teyemmümü gerektiren baþlýca hâller þunlardýr:


1- Abdest ve gusül için temiz su bulamamak (Þehirde her zaman su aramak farzdýr)


2- Su kullanmaya mâni olan hastalýk, su kullanýnca soðuktan ölmek veya hasta olmak tehlikesi bulunmak


3- Suyun yanýnda düþman veya yýrtýcý, zehirli hayvan bulunmak


4- Hapiste olup, su kullanmamak


5- Ölümle tehdit edilmek


6- Yolcu olup, yanýnda içme suyundan fazla su bulunmamak


7- Kuyudan su çýkarmak imkâný olmamak


Teyemmümün Farzlarý


Teyemmümün farzý üçtür:


1- Niyyet etmek


2- Ýki elin içini temiz topraða sürüp, yüzün tamamýný mesh etmek


3- Elleri temiz topraða vurup, önce sað ve sonra sol kolu mesh etmek


Teyemmümün farzý ikidir, diyenler de vardýr Ýkinci ve üçüncü farzý bir farz olarak söylemektedirler Ýki þekli de doðrudur


Teyemmümün Sünnetleri:


1- Besmele ile baþlamak


2- Topraða avucun içini koymak


3- Avuçlarý toprak üzerinde ileri ve geri çekmek


4- Avuçta toprak varsa, toprak kalmayýncaya kadar, iki eli, baþ parmaklarý ile birbirine çarpmak


5- Elleri topraða koyarken parmaklarý açmak


6- Evvelâ yüzü, sonra sað kolu, sonra sol kolu mesh etmek


7- Abdest alýr gibi, çabuk yapmak


8- Kollarda ve yüzde mesh edilmedik yer kalmamak


9- Teyemmümden önce, umduðu yerde su aramak


10- Elleri, topraða vurarak, kuvvetle koymak


11- Kollarý mesh etmek


12- Parmaklarýn arasýný mesh etmek ve bunu yaparken yüzüðünü oynatmak


Teyemmümde Þunlara Dikkat Etmelidir:


1- Abdestsiz bir kimse talebesine göstermek için, teyemmüm ederse, bununla namaz kýlamaz


2- Teyemmüm ile namaz kýlabilmek için, yalnýz teyemmüme niyyet etmek yetiþmez Namaz için de niyyet etmek lâzýmdýr


3- Bir topraktan birkaç kimse teyemmüm edebilir Çünkü, teyemmüm edilen toprak ve benzerleri müsta'mel olmaz Teyemmümden sonra elden, yüzden dökülen toz müsta'meldir


4- Teyemmüm edilebilecek þey ile, teyemmüm edilemiyecek þey karýþýk ise, yarýdan çok olan hangisi ise onun ismi verilir


5- Bir teyemmüm ile çeþitli namaz kýlmak câizdir


6- Müsâfir, iki kilometreden az uzakta su bulunacaðýný alâmetlerle veya akýllý, bâlið ve âdil bir müslümanýn haber vermesi ile, çok zannettiði zaman, her tarafa doðru ikiyüz metre giderek veya birini göndererek aramasý farz olur Çok zannetmezse, suyu aramasý lâzým olmaz


7- Bir kimse, suyu sormadan teyemmüm edip, namaza dursa, sonra yanýnda bulunan âdil bir þahýstan, su olduðunu haber alsa, abdest alýp, namazýný iâde eder


8- Ýki kilometreden uzakta su varken, teyemmüm ile namaz kýlmak câizdir


9- Eþyasý arasýnda su bulunduðunu unutan kimse, þehirde, köyde deðilse, teyemmüm ile namaz kýlabilir

10- Suyun bittiðini zanneden kimse, namazdan sonra suyunu görse, teyemmüm ile kýldýðý namazý iâde eder


11- Müsâfirin, yanýnda bulunanlardan su istemesi vâcibdir Su vermezlerse, teyemmüm ile kýlar Arkadaþý suyu, piyasadaki fiyatýna satarsa, fazla parasý olan müsâfirin satýn almasý lâzýmdýr Sâhibi suyunu gaben-i fâhiþ ile satarsa, teyemmüm ile kýlmasý câizdir Piyasa fiyatýna alacak fazla parasý yoksa, yine teyemmüm eder


12- Çölde, yollarda içmek için konulan su varken, teyemmüm edilebilir


13- Su az ise, cünüb olan kimsenin, hayzlý kadýndan, abdestsizden ve meyitten önce yýkanmasý lâzýmdýr Suyun sâhibi baþkalarýndan önce yýkanýr Sâhibleri ayrý ayrý olan sular, bir araya getirilince, önce meyyit yýkanýr


14- Cünüb bir kimse, teyemmüm ettikten sonra, abdesti bozulsa, cünüb olmaz Az su varsa, yalnýz abdest alýr


15- Cünüb kimsenin vücud yüzeyinin yarýdan fazlasý yara veya çiçek, kýzýl gibi ise teyemmüm eder Derisinin çoðu saðlam ise ve yaralý kýsýmlarý ýslatmadan yýkamasý mümkün ise gusl eder Yaralý kýsýmlarý ýslatmadan yýkanamazsa yine teyemmüm eder


Teyemmüm Nasýl Yapýlýr?


1- Önce cünüplükten veya abdestsizlikten temizlenmek için niyyet edilir Teyemmüm ile namaz kýlabilmek için, yalnýz teyemmüme niyyet etmek yetiþmez Ýbâdet olan bir þeyi, meselâ, cenâze namazý, secde-i tilâvet yapmak için veya abdest için veya gusül için teyemmüm etmeye niyyet lâzýmdýr


Teyemmüme niyyet ederken, abdest ile guslü ayýrmaya lüzum yoktur Abdest için niyyet etmekle, cünüplükten de temiz olur Cünüplükten temizlenmeye niyyet edilen teyemmüm ile namaz kýlýnabilir Abdest için ikinci teyemmüme lüzum yoktur


2- Ýki kolu dirseklerinden yukarý sývalý olarak, iki elin içini temiz topraða, taþa, toprak veya kireç sývalý duvara sürüp, en az üç parmaðý deðmek üzere, iki avucu ile yüzünü bir kere mesh etmek, ya'nî sýðamak Eli, yüzünün iðne ucu kadar yerine deðmezse, teyemmüm yapýlmýþ olmaz


Yüzü tam mesh edebilmek için, avuçlar açýk ve dört parmak birbirlerine yapýþýk ve iki elin ikiþer uzun parmaklarýnýn uçlarý birbirlerine deðmiþ olarak, avuç içleri saç kesimine koyup, çeneye doðru yavaþça indirilir Parmaklar yatay vaziyette alný, göz kapaklarýný, burnun iki yanýný ve dudaklarýn üzerlerini ve çenenin yüz kýsmýný iyice sýðamalýdýr Bu esnada avuç içleri de yanaklarý sýðar


3- Ýki avucu tekrar topraða sürüp, birbirine çarparak, tozu topraðý silkeledikten sonra, önce sol elin dört parmaðý içi ile, sað kolun alt yüzünü, parmak ucundan dirseðe doðru saðlayýp sonra, kolun iç yüzünü, sol avuç içi ile, dirsekten avuca kadar sýðamak ve sonra sol baþ parmak içi ile, sað baþ parmak dýþýný sýðamaktýr Yüzüðü çýkarmak lâzýmdýr Sonra, yine böyle sað el ile, sol kol sýðanýr El ayasýný topraða sürmek lâzýmdýr Topraðýn, tozun elde kalmasý lâzým deðildir


Abdest ve gusül için teyemmüm aynýdýr


Teyemmümü Bozan Þeyler


Teyemmümü gerektiren özür hâli ortadan kalkýnca, su bulununca, abdesti ve guslü bozan hallerde, teyemmüm de bozulur


Abdestin, Guslün ve Teyemmümün Faydalarý


Ýbâdet maksadýyla yapýlan her iki temizlik, beden saðlýðým&# 253;z için pek çok faydalarý hâsýl etmektedir Bedenî faydalarýnýn yanýnda, ruh saðlýðý yönünden de faydasý çoktur Tesbit edilen sayýsýz faydalarýndan bazýlarýný þöyle sýralayabiliriz:


1- Günlük hayatýmýzda, ellerimizin dokunmadýðý yer, kapmadýðý mikrop kalmýyor Ýþte abdest alýrken, el, yüz ve ayaklarý yýkamak, cilt hastalýklarý ve iltihaplarý için en güzel bir korunmadýr Mikroplar, parazit bakteriler vücûda hep deri yoluyla dahil olurlar


2- Solunum sistemimizin bekçiliðini yapan burnu yýkamakla, toz ve mikrop yýðýnlarýn&amp ;#253;n vücuda girmeleri önlenmiþ olmaktadýr


3- Yüzün yýkanmasý da cildi kuvvetlendirir, baþtaki aðýrlýð&#2 53; ve yorgunluðu hafifletir Damarlarý ve sinirleri harekete geçirir Devamlý abdest alanlar, ihtiyarlasalar bile yüzlerindeki güzelliklerinin gitmemesi bu yüzdendir


4- Cünüplüðe sebep olan hallerde büyük bir enerji harcanmakta, kalb ve dolaþým hýzý artmakta, solunum hýzlanmaktadýr Vücûdun aþýrý çalýþmasýyla da yorgunluk, bitkinlik, uyuþukluk ve gevþeklik hissedilmekte, genellikle zihnî faaliyetler oldukça yavaþlamaktadýr Gusül ile vücut eski zindeliðini kazanýr Vücûdu belirli aralýklarla devamlý yýkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalâde önemlidir


5- Vücûdumuzun normalde bir statik elektrik dengesi vardýr Vücut saðlýðý bu elektriksel denge ile yakýndan alâkalýdýr Bu denge, psikolojik gerilimler, iklim þartlarý, giyim eþyalarý, yaþama ve iþyerleri ve bu arada guslü gerektiren hallerle bozulur Bu elektriksel yük, öfke hâlinde normalin dört katýna, guslü gerektiren hallerde 12 katýna çýkmaktadýr Günümüzde "Kýzýl ötesi" (Enfra-rouje) ýþýnlarla dýþ derinin özel fotoðraflarý çekilmiþ, bu fotoðraflarda cinsî münasebetten sonra, vücûdun bütün yüzeyinin fazla statik elektrik tabakasýyla örtüldüðü tesbit edilmiþtir Bu tabaka, derinin oksijen alýþveriþine engel olduðu gibi, cildin renginin bozulmasýna ve çabuk kýrýþmasýna sebep olur Bu durumdan kurtulmak için vücûdun iðne ucu kadar yer dahi kalmayacak þekilde tamamen yýkanmasý gerekir Böylece su zerreleri, olumsuz elektrik gerilimini alarak, vücûdu topraklýyor ve yeniden normale döndürüyor Bu açýdan gusül, týbbî yönden de mutlaka yapýlmasý gereken bir temizliktir


6- Abdest ve gusül, dolaþým sistemi üzerinde de olumlu etkilerde bulunmaktadýr Damarlardaki sertleþme ve daralmayý önler Abdestte mevzi bir uyarýlma vardýr Lenf sistemi, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkasý ve bademcikler yýkanarak uyarýlmaktadýr Ayrýca boyun ve yanlarýnýn yýkanmasý da, lenf sistemine te'sir eder Abdest ve gusülle kolaylaþan lenf dolaþýmý sâyesinde, lenfosit denen savaþçý hücreler vücûdu zararlý unsurlardan korurlar ve vücut direncini arttýrýrlar


7- Su bulunmadýðý zaman toprakla yapýlan teyemmüm de büyük ölçüde vücuttaki statik elektriði yok etmekte, topraklamaktadýr


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam İlmihali

Eski 06-21-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam İlmihali



Güsül Abdesti Nasil Alinir?


GUSÜL


Kuru hiç bir yer birakmamak üzere bedenin her tarafini yikamaya gusül denir


GUSÜL YAPMAYI GEREKTIREN HALLER


1) Cünüplük hali:


a) Erginlik çaginda olan kadin ve erkegin cinsi iliskide bulunmasi,


b) Uykuda veya uyanikken kadin ve erkegin üreme organlarindan sehvetle bilinen sivinin gelmesi


2) Her ay belirli zamanlarda kadinlarda görülen âdet halinin bitmesi,


3) Dogum yapan kadinlarda lohusalik halinin sona ermesi


Bu durumda olanlarin gusül yapmalari farzdir Bunlar gusül yapmadikça:


a) Namaz kilamaz,


b) Kur'an okuyamaz,


c) Kur'an'a el süremez,


d) Kâbe'yi tavaf edemez,


e) Bir zorunluluk olmadikça camiye giremez


Ayrica kadinlar, âdet gördükleri günlerde ve lohusalik hallerinde oruç tutamazlar


Gusül yapmayi gerektiren haller olmasa bile cuma ve bayram günlerinde


gusletmek, (yani yikanmak) sünnettir




GUSLÜN FARZLARI


Guslün farzlari üçtür:


1) Agiza su alip bogaza kadar çalkalamak,


2) Buruna su çekip yikamak,


3) Bütün vücudu (igne ucu kadar kuru yer birakmayarak) yikamak


Farzlarindan baska guslün sünnetleri de vardir Simdi farzlarini ve sünnetlerini yerine getirerek nasil gusül yapilacagini tarif edelim:


GUSÜL NASIL YAPILIR


Gusül yapacak olan bir kimse önce besmele okur ve yikanmaya niyet eder Ellerini bileklere kadar yikadiktan sonra edep yerlerini yikayip temizler


Bundan sonra sag avucu ile agzina üç kere su alir ve her defasinda bogazina kadar agzinin içini iyice çallkalar Oruçlu ise bogazina su kaçmamasina dikkat eder , sonra sag avucu ile burnuna üç kere su çekip her defasinda sol eli ile sümkürür ve burnunu temizler


Bundan sonra yulkarida anlattigimiz gibi abbest alir Abdest bitince evvela üç defa basina, daha sonra üç defa sag omuzuna, üç defa da sol omuzuna su dökerek yikanir Suyu her döküste ellerinin erebildigi yere kadar vücudunu ogusturur Igne ucu kadar kuru yer birakmamak üzere vücudunun her tarafini üç defa iyice yikar


Yikanirken;


Göbek boslugu, kulaklarin iç kivrimlari, küpe delikleri, dis aralari, biyik, saç ve sakal ile bunlarin diplerinin islanmasina özellilkle dilkkat edilir Gusülde dua okunmaz, üzerinde bir örtü yoksa kibleye dönülmez ve gereksiz yere konusulmaz Iste farzlarina ve sünnetlerine riayet edilerek yapilan gusül budur


Gusül yapmasi gereken bir kimse, agzina ve burnuna su alip iyice çalkaladiktan sonra akar bir suya, denize veya büyük bir havuza girerek vücudunun her tarafini islatirsa gusül yapmis olur


ÖZÜR SAHIBI OLANLARIN DURUMU


Abdesti bozan seyin bir namaz vakti kesilmeden devam etmesine ''Özür'',


böyle bir durumda olan kimseye de ''Ozür Sahibi'' denir


Bir hastalik sebebi ile burnundan kan akan veya vücudunun herhangi bir yerinden kan veya baska bir akinti (damla damla idrar gelmesi, cerahat akmasi gibi) gelen kimse, namaz vakti içinde akinti kesilince abdest alir, namazini kilar


Eger akinti namaz vaktinin tamaminda devam eder , abdest alip namaz kilacak kadar bir kesinti olmazsa ''Özür Sahibi'' sayiiir


Bu durumda olan kimse, namaz vakti girdikten sonra akinti devam ederken abdestini alir ve namazini kilar Devam eden akintinin disinda abdesti bozacak baska bir sey meydana gelmezse bu abdestle vakit içinde istedigi kadar namaz kilabilir (kaza ve nafile namazlari gibi)


Özür sahibinin abdesti namaz vaktinin çikmasi ile bozulur , özür hali devam ettigi sürece her namaz için vakit girdikten sonra tekrar abdest alir


Bu, özür sahiplerine dinimizin gösterdigi bir kolayliktir


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam İlmihali

Eski 06-21-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam İlmihali



54 Farz

1- Allah'i daima zikretmek
2- Helal kazanilmis elbise giymek
3- Abdest almak
4- Bes vakit namaz kilmak
5- Cünüplükten gusletmek
6- Rizk için Allah'a tevekkül (itimad) etmek
7- Helalden yeyip içmek
8- Allah'in taksimine kanaat etmek
9- Tevekkül etmek
10- Kazaya (yani Allah'in hükmüne) razi olmak
11- Nimete karsilik sükretmek
12- Belaya sabretmek
13- Günahlara tevbe etmek
14- Ibadetleri ihlas ile yapmak
15- Seytani düsman bilmek
16- Kur'an-i delil tanimak
17- Ölüme hazirlikli olmak
18- Iyiligi emredip kötülükten alikoymak
19- Giybet etmemek, kötü seyleri dinlememek
20- Anaya-babaya iyilik ve itaat etmek
21- Akrabayi ziyaret etmek
22- Emanete hiyaret etmemek
23- Dinin kabul etmiyecegi latifeyi (sakayi) terk etmek
24- Allah ve Rasulüne itaat etmek
25- Günahtan kaçinip Allah'a siginmak
26- Allah için sevmek, Allah için bugz etmek
27- Her seye ibretle bakmak
28- Tefekkür etmek (Cenab-i Hakk'in kudretini, azametini ve insanin yaratilisdaki gayeyi düsünmek)
29- Ilim ögrenmeye çalismak
30- Kötü zandan sakinmak
31- Istihza (alay) etmemek
32- Harama bakmamak
33- Daima dogru olmak
34- Esef ve ferahi, yani simariklik ve azginligi terketmek
35- Sihir yapmamak
36- Ölçü ve terazisini dogru tartmak
37- Allah'in azabindan korkmak
38- Bir günlük nafakasi (yiyecegi-içecegi) olmayana sadaka vermek
39- Allah'in rahmetinden ümid kesmemek
40- Nefsinin kötü arzularina tabi olmamak
41- Içki kullanmamak
42- Allah'a ve mü'minlere su-i zan etmekten sakinmak
43- Zekat vermek ve mali cihatta bulunmak
44- Hayiz (adet) zamanlarinda ve nifas halinde hanimi ile cinsi mukarenette bulunmamak
45- Bütün günahlardan; kötülüklerden kalbini temiz tutmak
46- Yetimin malini haksiz olarak yememek, onlara iyilik etmek
47- Kibirlilik etmemek
48- Livata (erkekle cinsi münasebet) ve zina yapmamak
49- Bes vakit namazi muhafaza etmek
50- Zulm ile halkin malini yememek
51- Allah'a sirk (ortak) kosmamak
52- Riyadan (gösteristen) sakinmak
53- Yalan yere yemin etmemek
54- Verdigi sadakayi basa kakmamak



Alıntı Yaparak Cevapla

İslam İlmihali

Eski 06-21-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam İlmihali



32 farz


IMANIN SARTLARI
1- Allah'in varligina ve birligine inanmak
2- Allah'in meleklerine inanmak
3- Allah'in kitablarina inanmak
4- Allah'in peygamberlerine inanmak
5- Ahiret gününe inanmak
6- Kadere, hayir ve serrin yaraticisinin Allah (Celle Celâlühû) olduguna inanmak


ISLAMIN SARTLARI
1- Kelime-i sehadet getirmek
2- Namaz kilmak
3- Oruç tutmak
4- Zekat vermek
5- Haccetmek




ABDESTIN FARZLARI
1- Yüzünü yikamak
2- Kollarini (dirsekleriyle beraber) yikamak
3- Basinin dörtte birini meshetmek
4- Ayaklarini (topuklariyla beraber) yikamak




GUSLÜN FARZLARI
1- Agzina su vermek
2- Burnuna su vermek
3- Bütün bedenini yikamak




TEYEMMÜMÜN FARZLARI
1- Niyet
2- Iki darb ve mesih




NAMAZIN FARZLARI
Disinda olanlar:
1- Hadesten taharet
2- Necasetten taharet
3- Setr-i avret
4- Istikbal-i Kible
5- Vakit
6- Niyet


Içinde olanlar:
1- Iftitah tekbiri
2- Kiyam
3- Kirâet
4- Rükû
5- Secde
6- Kaide-i ahiret



Alıntı Yaparak Cevapla

İslam İlmihali

Eski 06-21-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam İlmihali



Duâ-i Nebevî: Cevşenü’l-Kebir

Cevşen Nedir?

Cevşen, Farsça kökenli bir kelime olup, "bir tür zırh, savaş elbisesi" manasına gelmektedir Terim manası Şii kaynaklarında Ehl-i Beyt tarikiyle Hz Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir olarak bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duâyı ifade eder Ancak Cevşen-i Kebir daha meşhurdur ve "Cevşen" denilince ilk akla gelen Cevşen-i Kebir'dir Cevşen-i Kebir Musa el-Kazım-Cafer es-Sadık-Muhammed el-Bakır-Zeynelabidin-Hz Hüseyin ve Hz Ali tarikiyle Hz Peygamber'e isnat edilir

Cevşenü'l-Kebir ismindeki duâ Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail (as) tarafından getirilmiştir Cebrail Hz Muhammed'e (sav): "Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır" demiştir Peygamber Efendimiz duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksa ümmete de şamil mi olduğunu sorunca, Cebrail (as) şöyle buyurmuştur: "Ya Resulullah, bu duâ Cenab-ı Allah'ın sana ve ümmetine bir hediyesidir Bunun sevabını Allah'tan başka kimse takdir edemez" (Ahmed Ziyaeddin Efendi, Mecmuatü'l Ahzab, İstanbul 1298 R, s 231-261)

Cevşen-i Kebir duâsı 100 bölümden oluşur Her bölümde Allah'ın isim ve sıfatlarıyla tavsif edildiği 10 parça bulunur Her bölümün sonunda Allah'ın aczden ve şerikten münezzeh olduğunu ifade eden ve cehennem ateşinden Allah'a sığınılan duâ yer alır (Sen bütün kusurlardan, aczden ve şerikten mukaddessin Senden başka ilah yok ki, bize meded etsin Aman diliyoruz Bizi azap ateşinden ve cehennemden halas et!) duânın geneline bakıldığında Allah'ın isim ve sıfatlarının sıkça tekrarlandığı ve Rabb'e onun isimleriyle yönelindiği görülür İstiaze, yani ateşten ve azaptan Allah'a sığınma da Cevşen'de önemli yer tutar

Cevşen Duâdır

Kelime manası zırh olan Cevşen, her şeyden önce bir duâdır Bu duâ Hz Peygamberden günümüze kadar ulaşmıştır Bu özelliği ona, özel bir anlam katar: duâ-i Nebevi Cevşen'in hangi amaç ve maksatla okunması gerektiği hakkında bazı tespitler yapabilmek için, öncelikle duânın ne manaya geldiği, insanın niçin duâya ihtiyacı olduğu ve insana, "duânız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı" (Furkan Suresi; 77) denilmesindeki sırrı belirlemek gerekmektedir Ayrıca bu duânın sahibi olan Resul-i Ekrem'in (asm) ubudiyet yönü hakkında bazı noktaların aydınlatılması gerekmektedir Zira Cevşen, münacaat olması dolayısıyla Resulullah'ın ubudiyet yönüyle daha ziyade alakadardır

Duâyı nedense hep arzu ve isteklerimizin yerine gelmesi için bir "araç" olarak görürüz Bu kısır bakış açısı Said Nursi'nin "ubudiyetin ruhu" olarak adlandırdığı ve gizli hazine olan bir çok duâdan yeterince istifade edemememizi netice vermektedir Cevşenü'l-Kebir duâsı da böyle gizli hazinelerden birisidir Risâle-i Nur müellifi Risâle-i Nur'u, "Kur'ân'dan tereşşuh eden ve bir cihette Cevşen'den feyiz alan ve tevellüd eden" şeklinde tarif ederken, hiç şüphesiz Cevşen'in manevi önemine de dikkat çekmek istemiştir Genellikle tevhid konusunun işlendiği Risâlelerde Cevşen'den aldığı dersin onun marifetine genişlik kattığını, yani itikadının kuvvetlenmesini sağladığını ifade eder Kastamonu Lahikası'nda Cevşen'in kâinatı baştan başa nurlandırdığı, zulümat karanlıklarını dağıttığı, gafletleri, tabiatları parça parça ettiği ifade edilir "Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envar-ı tevhidi gösteriyor" diye tanımlar Cevşen'i Risâle-i Nur'un önemli parçalarından birisi olan "Münacaat Risâlesi" şu sözlerle bitirilir: "Kur'ân'dan ve Cevşenü'l-Kebir'den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-i Rahimimin dergahına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur'ân'ı ve Cevşenü'l-Kebir'i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum" Said Nursi'nin Cevşen'e neden bu kadar ehemmiyet verdiğini doğrudan işlediği bir Risâlesi yoktur Ancak kesin olan bir vakıa vardır ki; Said Nursi Cevşen'den azami derecede faydalanmış ve Cevşen, Risâlelerin yazılmasında da faydalanılan bir eser olmuştur Münacaat adlı eserin son kısmındaki sözler Bediüzzaman'ın tefekküründe Cevşen'in fevkalade önemli bir yere sahip olduğunu ispatlar Zira münacaat tefekküri bir eserdir ve Bediüzzaman bu eserini Kur'ân'dan ve münacaat-ı nebeviye olan Cevşen'den aldığını söyler On Beşinci Şua adlı eserinde Cevşen'i, "bin bir esma-i İlâhîyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur'ân'dan çıkan bir harika münacaat" şeklinde tarif eder Risâle-i Nur'u okuyanlar Cevşen meali ile Risâle-i Nur'u karşılaştırırlarsa bazı benzerlikleri fark edeceklerdir Risâle-i Nur'da ve Cevşenü'l-Kebir'de kullanılan esma-i İlâhîye, acz ve fakr konusundaki yaklaşımlar hep benzer özellik taşır Bu öyle bir benzerliktir ki, sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi bir izlenim verir okuyucuya Daha doğru bir ifade ile Cevşen'in ve Risâle-i Nur'un Kur'ân'dan faydalanılarak ortaya çıktığı aşikare görülür Risâle-i Nur'da işlenen konular ile Cevşen'de işlenen konular arasında benzerlik olduğu gibi Risâle-i Nur'un konuyu işleyiş tarzı ile Cevşen'deki Allah'a yöneliş tarzı arasında da benzerlikler vardır Bu benzerlikler şüphesiz en fazla esma-i İlâhîyenin sıklıkla işlenmesinde görülür Hem Risâleler'de, hem de Cevşen'de esma-i İlâhîye sanki bir can simidi gibidir Cevşen de esma-i İlâhîye olmadan düşünülemez, Risâle-i Nur'da

Said Nursi, Cevşen'de Allah'ın çok isimlerle tavsif edilmesini ve çok isimleriyle duâ edilmesini 24 Söz'de şöyle açıklar: "Çok esmaya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptela olan insan, münacaatında, istiazesinde çok isimleri zikreder Nasıl ki, nev-i insanın medar-ı fahri ve elhak en hakiki insan-ı kamil olan Muhammed-i Arabi (asm) Cevşenü'l-Kebir namındaki münacaatında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiaze ediyor" Cevşenü'l-Kebir duâsı Hz Peygamberin marifetullahta erişilmez olduğunun adeta tek başına ispatıdır duâya bakan birisi eşsiz bir esma-i İlâhîye iklimini farkeder ve ihlas, samimiyet, marifet-i İlâhîye ve tevazuun duâya baştan sona sindiğini hisseder Said Nursi, bunu şöyle anlatır: "hem binler duâ ve münacaatlarından Cevşenü'l-Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabb'ini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkarla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahi onun misli yoktur Risâle-i Münacaat'ın başında Cevşenü'l-Kebir'in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, 'Cevşen'in dahi misli yoktur' diyecektir" İslâm inancında Hz Peygamberin itikadının en zirvede olması ne kadar kesin bir gerçek ise Hz Peygamberin duâsının da zirvede olması o kadar gerçektir Cevşen'le muhatap olunurken bu azim münacaatın ancak marifette, itikadda, cesarette, sabırda, ihlasta, tevazuda eşsiz bir şahsiyete ait olabileceği hemen hisseder Adeta duânın sınırlarının çizildiği bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a yalvarılarak, insanın fakrı, aczi, iktidarsızlığı göz önüne serilir ve insanın her an inayete muhtaç olduğu kabullenilir İnsanın teneffüs etmesinin ancak vahdette mümkün olduğu, esbaba takılmanın insanı sürekli rahatsız edeceği itiraf olunur

Duâ Nedir?

İslâm inancında duâ ubudiyetin, yani kulluğun ruhudur Kâinatta sınırlar Allah tarafından çizilmiştir ve insan bu sınırlar içerisinde çevresini, kendisini ve muhatap olduğu yenilikleri anlamlandırmaya uğraşmaktadır Bu muazzam seyahatinde zaman zaman bunalım geçirebilmekte, kâinattaki her şeyi kendine düşman telakki edebilmektedir Bazen de tüm kâinat ona dost olur ve kâinatta bulunmaktan dolayı müthiş bir rahatlık hisseder Bu yolculuğunda tüm kâinata hükmeden ve insanın her türlü ihtiyacını yerine getirebilen bir varlığa ihtiyaç duyar Bu öyle bir varlıktır ki, büyük küçük diye bir ayrım onun için geçerli olmaz Böyle bir varlığın mevcudiyeti ve tüm kâinata hükmünün geçtiği, en azından insanın vicdanında hissedebileceği kadar gerçektir Said Nursi "duâ"yı kâinatın yaratılış sebeplerinden birisi olarak sayar Buna göre başta nev-i beşer ve onun başında alem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabi'nin (asm) muazzam duâsı bir sebeb-i hilkat-i alemdir Yani Hz Peygamberin saadet-i ebediyeyi talep etmesi, esmaya mazhar olmayı şiddetle talep etmesi kâinatın yaratılış sebebi olmuştur duâ, başlı başına bir ibadettir İnsan duâ ettiği zaman aczini, fakrını derk eder ve bunu Allah'a ilan eder Bu, bir bakıma istiğfardır Zira insan hiçbir şeye tek başına malik olamayacağını, her şart altında Allah'ın tevfikine ihtiyacı olduğunu duâ ile haykırır

İslâm inancında duâ ile ifade edilen yalnızca ellerin açılıp Allah'a meramın anlatılması da değildir Varlıkların sahip olduğu potansiyel, onların bir nevi duâsıdır Sözgelimi bir tohumun özellikleri onun neşv ü nema bulması için bir duâdır Yine mevcudatın yaşamak için gerekli şartları—gayr-i şuuri de olsa—talep etmeleri yine duâdır Şuursuz bir ağacın suya şiddetli ihtiyaç duyması, onun duâsıdır Bir de zişuurlara mahsus duâ vardır Bu duâ fiili ve kavli duâ olmak üzere ikiye ayrılır

Fiili duâ kâinattaki şartlara müraat ederek neticeyi Allah'tan beklemeyi ifade eder Mesela, "çift sürmek fiili bir duâdır Rızkı topraktan değil, belki toprak hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalar" Sebepleri ihmal etmeden, kişinin üzerine düşen tüm görevleri yerine getirip, neticeyi Allah'tan talep etmesi fiili duâyı ifade eder

Kavli duâ ise insana mahsustur Kavli duâ insanın aczini, fakrını derk ettiği ve arzu ve isteklerine kendi başına gücünün yetmediğini anlamasını ve Rabb'ine yönelmesini ifade eder Kavli duâ, bu yönüyle kulluğun itirafıdır ve Allah'ın kudretini kabullenmedir Bu yönü onu başlı başına ibadet yapmaktadır Cevşenü'l-Kebir duâsı da bu haykırmaların zirvesidir Bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a duâ edilmekte, insanın aczi karşısında Allah'ın kudreti ön plana çıkarılmakta, günahlar karşısında Allah'ın rahmet ve şefkati hatırlatılmakta, insanın cehaleti ve olayları anlamlandıramaması vakası karşısında Allah'ın engin ve mutlak ilmi ifade edilmektedir Aslında Cevşenü'l-Kebir bu yönüyle alışıldık duâ kalıplarını fazlasıyla aşmış ve insan için bir hayat rehberi olmuştur Daha doğru bir ifadeyle Kur'ân'ın öngördüğü kâinat modelini ve insan gerçeğini Cevşen şerh etmiştir

Cevşen hakkındaki rivayetlerde Cevşen'i okuyan veya üzerinde taşıyan kimseye yangın, sel, deprem gibi afetlerin zarar veremeyeceği ve bu insanların tüm isteklerinin yerine getirileceğini ifade eden inançlara rastlanılır Ayrıca sevap noktasında Cevşen okuyan kimseye "Bedir şehitleri" kadar sevap verileceği, Cevşen'i kefeninin üzerine yazan kimseye kabir azabının verilmeyeceği ve Cevşen'i okuyan kimsenin 4 semavi kitabı okumuş kadar sevap alacağı ifade edilir Bu rivayetlerin sahihliğinden şüphe etmemekle beraber buradaki ölçülerin iyi şekilde belirlenmesi ve duânın karşılığında vaad edilen mükafatların ne manaya geldiğinin belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz Said Nursi, Emirdağ Lahikası adlı eserinde bir talebesi ile bu ve benzeri rivayetlerde bahsedilen vaad ve mükafatların sıhhati hakkında yazılan bir mektubuna yer vermiştir Söz konusu mektupta, Said Nursi'nin talebesi, pek dindar olmayan insanlarla karşılaşmış ve onlardan bu rivayetlerin akla ve mantığa uymadığına dair bazı sözler duymuştur Bu rivayetlerde Cevşen okuyana Kur'ân okumak kadar sevap verileceği, göklerdeki büyük melaikelerin duâ sahibini gördükçe kürsülerinden inip, ona pek büyük bir tevazu ile hürmet edeceği ifade edilir Talebesi bu rivayetler hakkında yapmış olduğu münakaşadan sonra bunların sıhhatinden şüpheye düşmüş ve meseleyi Said Nursi'ye sormuştur Said Nursi verdiği cevapta, öncelikle Hz Peygamberin ism-i Azama mazhar olduğunu ve kâinatın en mükemmel meyvesi olduğunu, yani kâinattan beklenilen tüm neticenin Hz Peygamberde mevcut olduğunu ifade eder

Hz Peygamberin kulluk yönünü anlatmasının nedeni Cevşenü'l-Kebir duâsının Hz Peygamberin kulluk yönüyle (ubudiyet-i Muhammediye) alakadar olduğu ve Hz Peygamberin ubudiyetinin mertebesiyle beraber Cevşen'in değerlendirilmesi gerektiğini belirtmek içindir Cevşenü'l-Kebir, Hz Peygamberin duâsı olduğu için ve bu duânın Hz Peygamberin marifetinin, itikadının ve imanının bir görünümü olduğu için söz konusu faziletlerin Hz Peygamberin kendi okuduğu Cevşen için geçerli olduğunu belirtir Yani söz konusu faziletler Cevşen'de mevcut olmakla beraber, bu faziletlerin ancak Hz Peygamberin sahip olduğu marifetle birleşmesi halinde mümkün olduğunu anlatır Bir başka deyişle söz konusu mükafatlar, Hz Peygamberin marifetiyle okumuş olduğu Cevşen'e verilir ve bu mükafatlar azami hatlardır Bu mükafatlardan ümmet mahrum edilmemiştir Marifet yolu kapalı olmadığı için her Müslüman'ın da o mükafatları alması mümkündür Said Nursi, söz konusu mükafatların belli şartlar halinde verileceğini belirtir ve yalnız okumanın kafi gelmeyeceğini belirtir Sadece okuma kafi gelseydi muvazene-i ahkamın bozulacağını söyler ve bunun farzlara ilişeceğini belirtir

Mesela, ibadetlerin sıhhati için mutlaka bulunması gereken "ihlas"a sahip olmayan veya farz ibadetleri yerine getirmeyen bir şahsın, Cevşen okuyarak Kur'ân kadar sevap alması pek mümkün olmasa gerektir Zira bu, İslâm'da her insanın ifa etmesi gereken farzların karşısında nafile ibadet olarak adlandırılabilecek Cevşen'in farz ibadetin üzerine çıkmasını ifade eder Bu da İslâmi hükümlerin, yani ahkam-ı şeriatın dengesini bozar Cevabının ikinci bölümünde Said Nursi, Cevşen hakkındaki rivayetlerin Hz Peygambere baktığı zaman mübalağadan münezzeh olduğunu belirtir Ayrıca rivayette bahsedilen faziletlerin Cevşen içerisindeki Esma-i Hüsna'nın hakikatlerine baktığı zaman kesinlikle mübalağa olmadığını, tam tersine o Esma-i Hüsna'nın sözkonusu mükafatlara sebep olabilecek kadar geniş ve esrarlı olduğunu belirtir Hz Peygamberin sözkonusu duânın feyzinin ve faziletinin nihayetsizliğini göstermek için ve duâya olan teşviki arttırmak için müphem ve mutlak (sınır altına alınmamış) bıraktığını ifade eder Sözkonusu rivayetlerin zamanın geçmesiyle kaziye-i mümkine ve mutlakanın (gerçekleşmesi imkan dahilinde olan fakat bazı şartlara ihtiyaç duyan) bilfiil vaki ve külliye telakki edilmesinin yanlış olduğunu anlatır Yani rivayetlerdeki mükafatların gerçekleşebilmesi için belli başlı şartlara ihtiyaç vardır Bu asgari şartlar yerine gelmeden söz konusu mükafatların elde edilebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir

20 yüzyıl insanının önemli problemlerinden birisi duâya ve ibadetlere yanlış mana yüklemektir Maalesef duâ ve ibadetler, dünyevi netice ve manfaat umularak yapılabilmekte, bu da ibadette mutlaka bulunması gereken "ihlas"ı ortadan kaldırabilmektedir Said Nursi 17 Lem'a'da (13 Nota), duâ ve ibadetlerde önemli noktalara işaret etmektedir: "Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar" diyerek başlar konuya Ubudiyetin asıl sebebinin emr-i İlâhî olduğunu ve bunun neticesinin rıza-yı İlâhîyi kazanmak olacağını söyler Ayrıca ubudiyetin meyvesinin uhrevi olduğunu belirterek, ibadetlerden dünyevi fayda ummanın yanlışlığını belirtir Dünyaya ait netice ve faydaların ubudiyetin yapılmasına neden olmaması gerektiğini anlatır Böyle bir tavrın ibadeti akim bırakacağını belirtir Bu ince ayrımı fark etmeyenlerin Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendi, Cevşenü'l-Kebir gibi duâları dünyevi maksat gözeterek okuduklarını, bu yüzden bu muazzam duâlardan beklenebilecek olan faydaları göremeyeceklerini belirtir duâlardan dünyevi fayda ummanın ihlasa ve ubudiyete aykırı olduğunu belirtir Bunu şöyle ifade eder: "o faydalar, o evradların illeti (asıl sebebi) olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek Çünkü onlar fazli bir surette, o halis virde talepsiz terettüp eder Onları talep etse, ihlası bir derece bozulur Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer" Zayıf itikadlı insanların bir müşevvik ve müreccihe muhtaç olmasından dolayı bu tür duâları faziletlerini düşünerek okumalarının ise zarar vermeyeceğini söyler Ancak okuma sırf rıza-yı İlâhî için yapılmalıdır Bu muazzam hazineden dünyevi menfaat beklemenin hem duânın mana ve ehemmiyetine hem de duânın sahibi olan şeref-i beni Adem'e saygısızlık olacağı unutulmamalıdır Cevşen'in layık olduğu tarzda okunması da ancak ve ancak çok sağlam bir tahkikle mümkündür Bir başka deyişle Cevşen'in okunma tarzı ve okunurken hissedilen anlam ve beklenen netice, kişinin tahkik derecesiyle doğru orantılıdır Bu yüzden tahkik arttığı ölçüde Cevşen'den alınacak feyz ve çıkarılacak anlam da artacaktır Tersten düşünülürse tahkikin artması için Cevşen'i doğru okumak gerektiği sonucuna ulaşılabilir

Küçük, büyük, yaşlı, genç, dindar ve hatta dinde hassas olmayan birçok insanın bile boynunda gördüğümüz Cevşen'i Türkiye Müslümanlarına Said Nursi tanıtmış ve muazzam duâ-i nebeviyi talebelerine de tavsiye etmiştir Risâlelerde Cevşen okuyana şu kadar mükafat, şu kadar sevap verilir tarzında bir metod takip etmemiş Cevşen'in niçin ve nasıl okunması gerektiği hakkında bazı ipuçları vermiştir Bir bakıma Cevşen sahip olduğu muazzam değerini Risâle-i Nur'un kazandırdığı bakış açısıyla ispatlamıştır Cevşen'in maddi isteklerin çok çok üstünde manevi değer taşıdığını anlayabilmek için de marifetullahta terakki şarttır Yoksa hazine gizlenmeye devam edecektir


Alıntı Yaparak Cevapla

İslam İlmihali

Eski 06-21-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam İlmihali



MÜBAREK GÜN VE GECELER
• Cuma Günü
• Ramazan ve Kurban Bayramları
• Mevlid Kandili
• Regaib Gecesi
• Mirac Gecesi
• Berat Gecesi
• Kadir Gecesi


Cuma Günü Cuma günü müslümanlar için bir bayram günü demektir Cuma namazı cemaatle kılınır Bu sebeple müslümanlar bir araya gelerek birbirleri ile yakından tanışmak ve görüşmek imkânı bulurlar Her hafta müslümanların böyle bir araya gelmesi aralarındaki dostluğu artırır, birlik ve beraberliği güçlendirir
Cuma, önemli olayların meydana geldiği çok hayırlı ve faziletli bir gündür Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
«Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür Adem (as) o gün yaratılmış, o gün cennete konulmuş ve o gün cennetten çıkarılmıştır» (5)
«Cuma gününde bir saat vardır ki, hangi mü'min o saatte Allah'tan bir dilekte bulunursa Allah onun dileğini kabul eder» (59)

Ramazan ve Kurban Bayramları
Yılda iki dini bayramımız vardır:
1– Ramazan bayramı
2– Kurban bayramı
Bayram sevinç günü demektir Ramazan ayında oruç tutarak Allah'ın emrini yerine getiren, Kurban Bayramında kurban keserek Allah yolunda fedâkârlık gösteren, bayram namazlarını topluca kılan müslümanlar görevlerini yapmış olmanın sevinç ve mutluluğunu yaşarlar
Bayramlarda anne, baba ve büyükler ziyaret edilir, dargınlar barışır, hısım ve akrabalar arasında karşılıklı hediyeleşmeler dostlukları pekiştirir
Bayramlarda mü'minler birbirleri ile bayramlaşır, uzakta olanlara tebrikler gönderilerek gönülleri alınır Kabirler ziyaret edilerek ölüler için dua edilir Kur'an okunarak ve sadaka verilerek ruhları şad edilir
Bayramlar, Allah'ın mü'min kullarına birer ziyafet günleridir Bu günler, Allah'ın rızasına uygun davranışlarla değerlendirilmelidir

Mevlid Kandili
İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz Muhammed (sas) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12 gecesi doğmuştur Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir
O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti
Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır
Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir
Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir
Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir Asıl o zaman O'nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz

Regaib Gecesi
Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve Ramazan ayları manevi bakımdan diğer aylardan daha üstün ve daha bereketlidir Recep ayı gelince Peygamberimiz şöyle dua ederdi:
«Allah'ım bize Receb ve Şabanı mübarek eyle ve bizi Ramazana ulaştır» (60)
Recep ayının ilk cuma gecesi "Regaib Gecesi" dir Bu gece, Allah'ın rahmet ve bağışlamasının bol olduğu, duaların kabul edildiği mübarek bir gecedir Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Beş gece vardır ki, onlarda yapılan dualar geri çevrilmez (yâni kabul edilir) Bunlar:
– Recebin ilk cuma gecesi,
– Şabanın onbeşinci gecesi,
– Cuma geceleri,
– Ramazan bayramı gecesi,
– Kurban bayramı gecesi'dir» (61)

Mi'rac Gecesi
Allah,'ın dâveti üzerine Sevgili Peygamberimiz bir gece Mekke'deki Mescid-i Haramdan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya ***ürülmüş, oradan Cebrâil ile birlikte bütün gökleri aşarak "Sidretül'münteha" denilen makama yükselmiştir Peygamberimiz (sas) buradan daha ileriye gitmiş ve vasıtasız olarak Yüce Allah ile görüşmüştür
Bu mukaddes yolculuğun Mekke'den Kudüs'e kadar olan bölümüne İsra, Kudüs'ten itibaren devam eden bölümüne de Mi'rac denir Peygamberimiz, beş vakit namazı ümmetine Mirac hediyesi olarak getirmiştir
Mirac olayı Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biridir Hicretten bir buçuk yıl önce Receb ayının 27 gecesinde meydana gelmiştir

Berat Gecesi Şaban ayının onbeşinci gecesi "Berat Gecesi"dir Borçtan, suç ve cezadan kurtulmak anlamını taşıyan Berat, günahlardan kurtuluş gecesi demektir
Bu gece yüce Allah'ın, kendisine yönelip af dileyen mü'minleri bağışlayarak kurtuluş beratı verdiği bir gecedir Bu geceyi şuurlu bir halde geçirerek dileklerimizi Allah'a sunmamızı isteyen Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
«Şaban ayının onbeşinci gecesi olduğu zaman, o geceyi ibadetle geçirin, gündüzünü de oruç tutunuz Çünkü, Allah Teâlâ, o gece güneş doğuncaya kadar, dünyaya rahmetle tecelli ederek şöyle buyurur:
– Yok mudur bağışlanmak isteyen, bağışlayayım?
– Yok mudur rızık isteyen,rızıklandırayım?
– Yok mudur dert ve musibete yakalanan, şifa vereyim?
– Daha ne gibi dilekleri olan varsa istesinler vereyim» (62)
Öyle ise Rabbimizin müjdesine kulak vererek bizlere tanınan bu fırsatlardan yararlanmalıyız

Kadir Gecesi
Ramazan ayının 27 gecesi "Kadir Gecesi"dir İnsanlara dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösteren dinimizin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim Peygamberimize Ramazan ayı içinde Kadir Gecesinde inmeye başlamış, Hz Muhammed (sas)'e peygamberlik görevi bu gecede verilmiş ve İslâm güneşi bu gecede doğmuştur İşte bu önemli olaylar Kadir Gecesine büyük bir şeref vermiş, üstün bir değer kazandırmıştır
Kadir gecesinin bin aydan daha haylırlı olduğu Kur'an-ı Kerim'de açıkça bildirilmiştir Sevgili Peygamberimiz de bu gecenin fazileti hakkında şöyle buyurmuştur:
«Kim ki, faziletine inanarak ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek Kadir Gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır» (63)
Kadir Gecesi biz mü'minlere Allah Teâlanın büyük bir lütfu ve sonsuz rahmetinin eseridir Bu geceyi Allah rızası için namaz kılarak, Kur'an okuyarak ve dûa ederek en iyi bir şekilde değerlendirmeliyiz

Hz Aişe bir gün Peygamberimize:
–«Ya Rasûlellah: Kadir Gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?» diye sordu
Peygamberimiz şöyle buyurdu:
–«De ki: Ya Rab; sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni afffet» (64)
Sevgili Peygamberimizin öğrettiği bu duayı, biz de Kadir Gecesinde tekrar edelim
Kandil gecelerini; Allah rızası için namaz kılmak, Kur'an okumak, Peygamberimize salât ve selâm okumak, günahlarımızın bağışlanması için Allah'tan af dilemek, dünya ve ahirete ait dileklerimiz için dua etmek ve yapacağımız yardımlarla yoksulları sevindirmek suretiyle değerlendirmeliyiz

kaynak wwwdinvekitapcom



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.