Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



27 Mayıs Devrimi « Türkiye Tarihi
Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin 27 Mayıs 1960'la siyasî iktidara elkoyması olayı ve bunun sonucunda gerçekleşen siyasî ve sosyal değişiklikler

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, değişen dünya koşullarının da etkisiyle, Türkiye'de çok partili demokratik düzene geçildi (1946) Siyasette demokratik özgürlüklerin, ekonomide liberal görüşün savunucusu olan Demokrat Parti 1950 seçimlerini kazanarak iktidara geldi; 1954 seçimlerinde daha büyük bir çoğunluk kazandı Türkiye'de demokrasi işlemeğe başlamış, ne var ki gerekli kanun değişiklikleri yapılmamıştı Vaat etmiş olmasına rağmen Demokrat Parti de antidemokratik kanunları kaldırmağa, yeni rejimin gereği olan kurumları ve özgürlükleri yerleştirmeğe yanaşmıyordu

İktidarın, 1954 ertesi TBMM'de ezici bir üstünlük sağlamış ve bu üstünlüğünü antidemokratik bir yönde kullanmağa başlamış olması (özgürlüklerin kısıtlanması, devlet radyosunun parti organı gibi kullanılması, muhalefete, basına ve aydınlara karşı baskı uygulanması), 1957'de ağırlaşan ekonomik bunalımın da etkisiyle, ülkede siyasî havayı giderek elektriklendirmişti 1957 seçimlerinden hemen sonra başlayan olaylar, muhalefet partilerinin de katkısıyla, ulusal birliği tehdit eder duruma gelmişti

Türk ulusunun birliğini, ülke bütünlüğünü ve cumhuriyeti korumakla görevli olan Türk Silâhlı Kuvvetleri, «kardeş kavgasına son vermek» sloganıyla 27 Mayıs 1960 günü, kansız bir hükümet darbesi yaparak, Demokrat Parti iktidarını devirdi, cumhurbaşkanını, başbakan ve bakanları, DP milletvekilleriyle parti yöneticilerini ve diğerlerini tutukladı, iktidara fiilen elkoydu

MİLLİ BİRLİK İKTİDARI

Devrimin amacı kötü gidişi durdurarak demokratik -özgürlükçü bir düzen kurmaktı Bunun için «insan hak ve özgürlüklerini, ulusal dayanışmayı, sosyal adaleti, bireyin ve toplumun hu/ur ve refahını gerçekleştirmeyi» öngören bir Anayasa yapmak gerekiyordu Devrim hareketi sonucunda iktidara gelen ve subaylardan oluşan Millî Birlik Komitesi gerekli hazırlıklara girişti Bir Kurucu Meclis toplandı Bu meclis yeni bir Anayasa hazırladı ve kabul etti Kabul edilen Anayasa halkoyuna sunuldu ve halk tarafından da onaylandı (1961) Aynı yıl seçimler yapıldı ve Silâhlı Kuvvetler iktidarı sivil yönetime devretti

Özgürlükçü demokratik düzenin temel öğeleri olarak, yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi ve çift meclis sistemi bu dönemde kuruldu; çalışanların haklarını savunan sendikalar, grev ve toplu sözleşme haklarını daha etkili olarak kullanmağa başladılar; basın özgürlüğü gerçekleşti, üniversitelerin özerkliği, hâkimlerin güvencesi sağlandı

Bu arada, Yassıada duruşmalarında, özel bir kanunla kurulmuş Yüksek Adalet Divanı'nca ve topluca yargılanan DP sorumluları, çeşitli cezalara çarptırıldılar: içlerinden üçü (başbakan Adnan Menderes, dışişleri bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve maliye bakanı Hasan Polatkan) idam edildiler; çeşitli hapis cezalarına mahkûm edilenler, ülkede sivil iktidarın yeniden kurulmasından sonra çıkarılan bir af kanunundan yararlandılar ve siyasî haklarını da elde ettiler

MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ

27 Mayıs 1960'la Türk Silâhlı Kuvvetleri adına ülkeyi yönetmek ve yasama görevini yapmak üzere kuruldu Devrim hareketine katılan her sınıftan çeşitli rütbede 37 subaydan oluşan komitenin başkanı orgeneral Cemal Gürsel, aynı zamanda devlet başkanı ve Silâhlı Kuvvetler başkomutanıydı Komite üyelerinin 14'ler dışında kalan kısmına yeni Anayasa ile süresiz olarak Cumhuriyet Senatosu üyeliği hakkı verildi Bunlara tabii ve temelli senatör de denir

14'LER OLAYI

Millî Birlik Komitesi üyelerinden bir kısmı iktidarın kısa sürede sivil yönetime devredilmesine karşıydı Bunlara göre devrim yönetimi birkaç yıl daha iktidarda kalmalı, temel reformların hepsini yapmalı, ondan sonra iktidarı sivil yönetime bırakmalıydı Komitenin çoğunluğu ana amacı göz önüne alarak bunu kabul etmedi ve azınlıkta kalan 14 üye 13 kasım 1960 gecesi tutuklanarak yurt dışına gönderildi; ondörtler elçilik danışmanı olarak görevlendirildikleri ülkelerde bir süre kaldıktan sonra yurda dönmelerine izin verildi

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Ali Fuat Cebesoy « Türkiye Tarihi
1882 yılında İstanbul'da doğdu Babası İsmail Fazıl Paşa'nın gönülsüzlüğüne rağmen, girdiği Harp Okulu'nda Mustafa Kemal ile aynı sınıfa düşmesi bir bakıma gelecekteki kaderini çizmiş oldu

Cebesoy'un Beyrut'ta başlayan kıta hizmetleri, 1908'deki Roma Askeri Ateşeliği dışında, çok hareketli geçti Trablus'ta savaş başlar başlamaz (1911) oraya ilk gidenler arasındaydı Balkan Savaşı sırasında Karadağ'da, Yanya Kalesi'nde, Pista ve Pisani Savaşlarında, 1 Dünya Savaşı'nın başında tümen komutanı olarak katıldığı Kanal Hareketi'nde, büyük başarılar gösterdi

İstanbul Hükümeti'nin İçişleri Bakanı, Mustafa Kemal'in görevsizliğini bir genelgeyle açıklayınca, Ali Fuat Paşa da kendi bölgesindeki valilere ve mutasarrıflara kendisinden gelecek emirlere göre hareket edilmesini bildirdi (1919) Ayrıca, her tarafta Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin kurulacağını ilgililere hatırlattı Bu çabaları takdirle karşılandığı için, Sivas Kongresi sonrasında Cebesoy, Umum Kuvay-ı Milliye Komutanı olarak görevlendirildi

Kendisini çekemeyenlerce Çerkes Ethem taraftarlığıyla suçlandı Doğru olmadığı sonradan belgelerle ortaya konan bu suçlama üzerine, ayaklanmaların bastırılmasından sonra, Ankara'ya çağrılarak Moskova Büyükelçiliği'ne atandı Mustafa Kemal'in talimatını yerine getirmekle yükümlü olduğu bu zor görevi başarıyla yürüttü ve 10 Mayıs 1921'de Ankara'ya dönerek Meclis'te siyasi çalışmalarına başladı

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı'nı yaptı 1925'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer aldı Ertesi yıl (1926) İzmir Suikasti dolayısıyla Ali Fuat Paşa da tutuklandı, yargılandı ve beraat etti

Cebesoy'un ikinci dönem siyasi hayatı, İnönü'nün cumhurbaşkanlığı yıllarında başladı Milletvekili olarak tekrar Meclis'e girdikten sonra Bayındırlık Bakanlığı (1939-1943) ve bir ara TBMM Başkanlığı da (1947-1950) yaptı 1968 yılında öldü

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Anıtkabir « Türkiye Tarihi
20 yüzyılın en büyük dehalarından biri olan, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk�ü 10 Kasım 1938 tarihinde kaybettiğimizde bütün ülke yas içindeydi Bu yüce insana yakışır bir anıt mezarın yapımı, her büyük anıt gibi yıllar alacağı için Ankara Etnografya Müzesi, Atamıza geçici bir istirahatgâh oldu

Anıt mezar için, öncelikle bir yer seçimi gerekmekteydi 6 Aralık 1938�de oluşturulan bir ön komisyon Ankara�da sekiz ayrı noktayı inşaat yeri olarak belirledi Üzerinde en çok durulan yer, Atatürk�ün çok sevdiği Çankaya idi TBMM tarafından kurulan ve kesin yer tespitini yapacak olan büyük komisyon, Trabzon Milletvekili Mithat Aydın�ın önerisiyle, o yıllarda üzerinde meteoroloji istasyonu olduğu için Rasattepe olarak adlandırılan alanı mezar yeri için uygun gördü Rasattepe, topografik konumu sayesinde, kentin uç noktaları olan Dikmen�den Etlik�e kadar geniş bir alan içerisinde görülebiliyordu

Yer seçiminin kesinleşmesinin ardından, Anıtkabir�in projelendirilmesi için Başbakanlık Müsteşarı'nın başkanlığında yeni bir komisyon kuruldu ve 31 Ekim 1941�de uluslararası bir yarışma açıldı İlke olarak, projelerin "Atatürk�ün adı ve kişiliği altında Türk Ulusu'nu sembolize etmesi" isteniyordu Bir yıllık sürenin sonunda yarışmaya 49 proje katıldı Sonuçta, bilimsel kurul, Alman Prof Johannes Kruger, İtalyan Prof Arnoldo Foschini ve Türk mimarlar Prof Emin Onat ile Doç Dr Orhan Arda�ya ait üç projeyi seçti

Uygulama kararı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti�ne aitti Hükümet tarafından, Prof Dr Emin Onat ve Doç Dr Orhan Arda ikilisinin projelerinin uygulanmasına karar verildi

Bu büyük yapının inşaasında en önemli malzeme olan travertenler, Ankara�nın Haymana, Mahköy ve Papazderesi, Çankırı�nın Eskipazar, Kayseri�nin Pınarbaşı Yörelerinden; mermerler ise Afyon, Çanakkale, Bilecik, Adana ve Hatay�dan getirtildi

Yapı işleri belli bir aşamaya geldikten sonra, Anıtkabir�de yapılacak heykel, kabartma, yazı ve kitabeler için yeni bir yarışma açıldı Sözkonusu eserlerde, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimleri konu alınacaktı

Bütün bu çalışmalar, 9 Kasım 1953 tarihinde bitirildi Atamız, tam 15 yıl sonra, 10 Kasım 1953 tarihinde, Ankara Etnografya Müzesi�nden ebedî istirahatgâhına taşındı

Bu yüce insanın ziyaretçileri, ona yakışır bu yapıya, ormanlık bir alanın içinden çiçeklerle bezeli bir yoldan geçerek girerler 26 basamaklı geniş merdivenleri çıkarken Hürriyet ve İstiklal Kulelerinin önündeki, Hüseyin Özkan tarafından yapılmış heykel grupları görünmeye başlar

Kuleler ve heykellerin bitiminde beliren 262 metre uzunluğundaki traverten döşeli Aslanlı Yol, ziyaretçileri Ata�nın yüce katına hazırlar Anadolu�da kurulmuş en eski devlet olan Hitit heykel sanatı üslubundaki aslanlar, yolun her iki tarafında altışar çift olarak (24 tane) sıralanmıştır

Hüseyin Özkan tarafından hazırlanan aslanlar, sükûneti, kuvveti ve koruyuculuğu simgeler Aslanli Yol�un sonunda 80x130 m�lik dikdörtgen meydan, tören alanı olarak hazırlanmıştır Bu alan, 40 bin kişi kapasitelidir Tören alanındaki sağlı sollu merdivenlerle, mozolenin bulunduğu Şeref Holü�ne ulaşılır

Anıtkabir�in bütün olarak en önemli bölümü, mozolenin bulunduğu 20 metrelik dev sütunlar (önde ve arkada 8, yanlarda 14�er tane) üzerine kurulmuş olan anıtsal Şeref Holü kısmıdır Buraya 42 basamaklı, 44 metre enindeki merdivenlerle çıkılır Merdivenlerin orta noktasında Atamızın "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" sözlerinin yeraldığı, Hitabet Kürsüsü bulunur Merdivenlerin bitiminde Şeref Holü�ne ulaşılır

Atatürk, Şeref Holü�nün altındaki bölümde, yeşil ve altın renkli mozaiklerle kaplı sekizgen odada, doğrudan toprağa kazılmış bir mezarda yatmaktadır Burada, yurdun bütün illerinden getirtilen topraklar aynı tür kaplar içerisinde mezarın etrafına yerleştirilmiştir

Resmi törenlerin yapıldığı Şeref Holü�nde sembolik bir mermer mezar yeralmakta ve törenlerde bu mezar önünde saygı duruşunda bulunulmaktadır

Gümüşhane�den getirtilen 32 ton ağırlığındaki kırmızı, siyah ve beyaz renkleri içeren tek parça mermerden yapılma Atatürk�ün sembolik lahitinin arkasındaki tüm cepheye, devasa bir pencere açılmış, böylece dışarıdan vuran ışıkla ziyaretçinin dikkati ilk önce lahit etrafına toplanmıştır Pencereden, Ankara Kalesi görünmektedir Lahit bölümünün basık tonozlu örtüsü,altın yaldız mozaikle işlenmiş kilim motifli bezemeyi içerir

Şeref Holü�nün yan galerileri ve zemini, 15-16 yüzyıl halı ve kilimleri üzerine araştırma yapan Nezih Eldem�in tasarladığı motiflerden oluşan renkli mozaiklerle süslüdür Mozole kolonatlarında ve kuleler arasında kalan tavanlarda, Tarık Levendoğlu tarafından yapılmış freskler bulunmaktadır

Şeref Holü�nün sol dış duvarında, Atatürk�ün Gençliğe Hitabesi ile sağda, Onuncu Yıl Nutku�ndan alınan ve "Ne Mutlu Türk�üm Diyene" sözleriyle biten konuşmasından alıntılar, Emin Barın tarafından hazırlanmıştır

1981 yılında Atatürk�ün 100 doğum yıldönümü dolayısıyla, "Ata�nın Türk Ordusu'na Mesajı" Şeref Holü�nün girişinin sağ tarafındaki duvara; İsmet İnönü�nün Atatürk�ün ölümünün ardından yaptığı taziye konuşmaları ise onun karşısına ilave edilmiştir

Mozolenin içinde bulunduğu Şeref Holü�nden çıkışta, Amerika�da yaşayan bir vatandaşımız tarafından gönderilen 33,5 metre boyundaki tek parça çelikten bayrak direği ile Anıtkabir�in görkemli kuleleri belirir Ulusumuzun ve devletimizin varoluşunda büyük etkileri olan kavramları temsil eden kuleler; Mehmetçik, Müdafaa-i Hukuk, Zafer, Barış, 23 Nisan, Misak-ı Milli, İnkilap ve Cumhuriyet Kuleleri olarak adlandırılmışlardır

Anıtkabir�in en geniş alanını oluşturan, tören alanının etrafı revaklarla çevrilidir Revakların arkasındaki bölümler, Atatürk�ün özel eşyalarının sergilendiği müze ve sergi salonu ile idari kısımlar olarak düzenlenmiştir

Anıtkabir, Cumhuriyet tarihimiz içinde 1940-1950�li yılları kapsayan, yabancı mimari akımlara karşı gelişen anlayışın zarif, yalın ve estetik bir örneğidir Türk mimar ve heykeltraşları, yarattıkları modern çizgilerle Anadolu�nun tüm geçmiş kültürlerine sahip çıkarak, Atamıza yakışan bu yapıyı ulusumuza kazandırmış, onun kaybından duyulan üzüntüyü Anıt�a gelenlerin hissedebildikleri yoğun bir sevgiye dönüştürebilmişlerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Atatürk'ün Anısına Söylenenler « Türkiye Tarihi
Atatürk, bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan ve o zamandan beri koruması, Atatürk'ün ve Türk halkının işidir Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılaplar kadar, bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur John FKENNEDY (ABD Başkanı, 10 Kasım 1963)

O, Türkiye'nin önceki kuşaklarından hiç birine nasip olmayan özgürlük ve güven dolu bir hayat sağladı Başarıları, Türkiye'nin Avrupa devleti olmasını sağladı, Yakın Doğu'nun tarihini değiştirdi The Times Gazetesi-Ingiltere

İngiltere önce, cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır Sunday Times-İngiltere

Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk Milleti'ni yeniden dirilten Atatürk'un ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük bir kayıptır Her sınıf halkın O'nun ardından döktüğü içten gözyaşları, bu büyük kahraman ve modern Türkiye'nin Ata'sına değer bir görünümden başka bir şey değildir Winston CHURCHILL İngiltere Başbakanı

Atatürk gibi insanlar, bir nesil için doğmadıkları gibi belli bir devre için de doğmazlar Onlar, önderlikleriyle yüzyıllarca milletlerin tarihinde hüküm sürecek insanlardır Tahran Gazetesi-İran

Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20 yüzyılda Dünya Savaşı'ndan önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiç bir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılapçı olmuştur Ben Gurion-Israil Başbakanı (1963)

Atatürk'ün ölümü ile Yakın Doğu'nun gelişmesine birinci derecede etken olan son derece kuvvetli bir şahsiyet kaybolmuştur Tribuna Gazetesi-Italya

Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri değildir Biz Pakistan'da, O'nu geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz Askeri bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever Eyüp Han-Pakistan Cumhurbaskanı

Şöhreti bütün cihana yayılmış olan tecrübeli Başkan'ın yönetimi, herkesin sevgi ve saygısını çeken büyük Türk Milleti'nin milli bağımsızlığını devamlı bir başarı ile kuvvetlendirmiş ve yeni milli yapısını yaratmıştır Sovyet Başbakanı Kalinin

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Atatürk Devrimleri « Türkiye Tarihi
I Siyasal Devrimler:

Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922)
Cumhuriyet'in ilanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
II- Toplumsal Yaşayışın Düzenlenmesi:

Şapka iktisası (giyilmesi) Hakkında Kanun (25 Kasım 1925)

Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair kanun (30 Kasım 1925)

Beynelmilel (uluslararası) Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü (26 Aralık 1925) Kabul edilen bu kanunlarla Hicri ve Rumi Takvim uygulaması kaldırarak yerine Miladi Takvim, alaturka saat yerine de uluslararası saat sistemi uygulaması benimsenmiştir

Beynelmilel (uluslararası) Erkamın (Rakamların) Kabulü Hakkındaki Kanun (20 Mayıs 1928)

Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931) Bu kanunla ölçü birimi olarak uygar ulusların kullandıkları metre, kilogram ve litre kabul edilmiştir

Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (26 Kasım 1934)

Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (3 Aralık 1934) Bu kanunla din adamlarının, hangi dine mensup olurlarsa olsun, mabet ve ayinler dışında ruhani kisve (giysi) taşımaları yasaklanmıştır

Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)

Kemal Öz Adli Cumhurreisimize Atatürk Soyadı Verilmesi Hakkında Kanun (24 Kasım 1934)

Kadınların medeni ve siyasi haklara kavuşması:

Medeni Kanun'la sağlanan haklar (17 Şubat 1926)

Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanunun kabulü (3 Nisan 1930)

Anayasa'da yapılan değişikliklerle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması (5 Aralık 1934)

III- Hukuk Alaninda Yapılan Devrimler:

Seriye Mahkemelerinin Kaldırılması ve Yeni Mahkemeler Teşkilatının Kurulması Kanunu (8 Nisan 1924)
Türk Medeni ve Borçlar Kanunu (17 Şubat 1926)
Ceza Kanunu (1926)
Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (1927)
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (1929)
İcra ve Iflas Kanunu (1923)
Kara ve Deniz Ticareti Kanunu (1926, 1929)
Dini hukuk sisteminden ayrılarak laik çağdaş hukuk sisteminin uygulanmasına başlanmıştır
IV Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Devrimler:

Tevhid - i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu (3 Mart 1924) Bu kanunla Türkiye dahilindeki bütün bilim ve ögretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır

Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (1 Kasım 1928)

Türk Tarihi tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Nisan 1931) Cemiyet daha sonra Türk Tarih Kurumu adını almıştır (3 Ekim 1935) Kültür alanında yeni bir tarih görüşünü ifade eden kurumun kuruluşu ile ümmet tarihi anlayışından millet tarihi anlayışına geçilmiştir

Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Temmuz 1932) Cemiyet daha sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır (24 Ağustos 1936) Kurumun amacı, Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir

İstanbul Darülfünunu'nun kapatılmasına, Milli Eğitim Bakanlığıi'nca yeni bir üniversite kurulmasına dair kanun (31 Mayıs 1933) İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933 günü öğretime açılmıştır

V Ekonomi Alanında Devrimler:

Aşarın kaldırılması, çiftçinin özendirilmesi, örnek çiftliklerin kurulması
Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması
I ve II Kalkınma Planları'nın (1933, 1937) uygulamaya konulması
Yurdun yeni yollarla donatılması

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Atatürk İlkeleri « Türkiye Tarihi

Cumhuriyetçilik İlkesi

Bir ülkede en üst otorite, kuvvet ve kudret devlete aittir Her türlü yaptırım devlet tarafından kullanılır Egemenliğe dayanarak kullanılan hak ve yetkiler kime ait olacaktır Bu soruya karşılık Atatürk "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" cevabını vermiştir

Cumhuriyeti ilan eden Atatürk; demokratik cumhuriyetin ilkeleri olan tüm devrimleri gerçekleştirerek sistemi oturtmuştur Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sonsuza dek, çağdaş uygar devletler arasındaki yerini her zaman koruyacağım şu tarihi sözleriyle belirtmiştir: "Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkie layık olduğunu eserleri ile ispat edecektir Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır Benim fani vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar ve muzaffer olacaktır"

Milliyetçilik İlkesi

Atatürk Milliyetçiliği; eskinin Ümmetçilik ve Osmanlıcılık akımının yerine, Türklük milli bilincine varmış, yurttaşlık bağlarıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünü kavramış; ırkçılığı, zümreciliği ve bölgeciliği reddeden bir milliyetçiliktir Türk milletini bir araya getiren etmenler ve tarihi gerçekler şunlardır,

a) Siyasal varlıkta birlik,
b) Dil birliği,
c) Yurt birliği,
d) Köken ve soy birliği,
e) Tarihi yakınlık,
f) Ahlaki yakınlık

Halkçılık İlkesi

Atatürk halkçılığın esasım şöyle belirtiyor: "Bizim görüşlerimiz halkçılıktır; kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir Hiç şüphe yok ki, bu dünyanın en kuvvetli bir esas prensibidir" Halkçılık ilkesi şu temel esasları ifade etmektedir:

a) Her türlü hakimiyetin kişi, zümre, sınıf farkı gözetilmeden Türk halkına ait olduğu; halkın halk tarafından halk için idaresi,
b) Her türlü doktrine ve dogmatik düşüncelerden temizlenmiş bir halkçılık Herhangi bir sınıf değil, halk egemendir
c) Halk, millet demektir Millet de ayrıcalıksız, sınıfsız bir toplum olan Türk Milletidir,
d) Halkı sevmek, halka inanmak, halk ile kaygılanmak, halk ile gururlanmak, halk uğruna feda olmak

Devletçilik İlkesi

Atatürk devletçiliği Türkiye'ye özgü bir kalkınma modelidir Planlı ekonomik kalkınmaya dayalı bu sistemde, üretim ve dağıtım araçları özel ve devlet sektöründe olmasına karşın yönlendirici devlet olur Atatürk döneminde planlı kalkınmaya gereken önem verilerek 1933-1937 yıllarını kapsayan "Birinci Sanayi Planı" yapılmış ve pek çok alanda üretim seferberliği başlatılmıştır

1929-1939 yılları arasında: demir yolu uzunluğunda %42, elektrik üretiminde %233, taşkömürü üretiminde %86, kromda %1044, çimentoda %337 ve şekerde %1088'lik artışlar sağlanarak büyük başarılar elde edilmiştir Özet olarak devletçilik ilkesinin esasları şunlardır:

a) Ulusal ihtiyaç ve gerekler dolayısıyla, Devlet ekonomik alanda görev ve sorumluluk yüklenecektir
b) Devlet ve milletin ihtiyacı olan büyük işler ve yatırımlar, Devlet tarafından ele alınacaktır
c) Karma ekonomi sistemi izlenerek, Devlet girişimleri yanında özel teşebbüse de yer verilecektir,
d) Ekonomik kalkınma plana uygun yürütülecektir

Laiklik İlkesi

Atatürk Devrimi'nin en büyük ilkesi Devlet ve toplum yapışını baştan aşağı yenileştirme, modernleştirme hareketlerini bir bütün alarak ifade eden laiklik ilkesidir Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade eden laiklik ilkesi daha geniş olarak; din ve dünya otoritelerinin ayrılması, dinin bir vicdan işi sayılması, Devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsız kalması, muhtelif dinlere ve mezheplere bağlı olanlar arasında bir ayrım yapmaması anlamına gelir

Devrimcilik (İnkılapçılık) İlkesi

Atatürk şu sözlerle Türk Devrimi'ni tarif eder: "Uçurumun kenarında yıkık bir ülke Türlü düşmanlarla kanlı boğuş malar Yıllarca süren savaş Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni millet, yeni devlet ve bunları başarmak için aralık siz devrimler"

Atatürk Devrimciliğinin kılavuzu bilimdir O'na göre: "Dünyada her şey için, medeniyet için, başarı için en hakiki mürşit bilimdir, fendir Bilim ve fennin dışında mürşit aramak gaflet, cehalet, delalet tir" Atatürk devrimleri devamlıdır Atılan her adım, bundan sonra atılması gereken adımların başlangıcıdır

Yaşam bir ilerleme, bir dinamizm kaynağı olduğundan, insan kendini ona uydurmak zorundadır Bu nedenle Atatürk Türk toplumunun ve insaninin devamlı ileriye yönelik hamle yapmasını istemiştir "Türk milletinin istidadı ve kafi kararı uygarlık yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir Çünkü, medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar" diyen Atatürk, ulusça takip etmemiz gereken yolu apaçık göstermiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Atatürk'e Göre Küreselleşme « Türkiye Tarihi

Halifelik konusunda halkın kuşku ve kaygısını gidermek için her yerde gereği kadar konuştum ve açıklamalarda bulundum Kesin olarak dedim ki: "Ulusumuzun kurduğu yeni devletin yazgısına, işlerine, bağımsızlığına, sanı ne olursa olsun hiç kimseyi karıştırmayız! Ulusun kendisi, kurduğu devleti ve onun bağımsızlığını koruyor ve sonsuza değin koruyacaktır!" Ulusa anlattım ki, bütün Müslümanları içine alan bir devlet kurmak göreviyle yükümlü imiş gibi görülen bir halifenin, görevini yapabilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç insanı halifenin buyruğuna verilemez

Ulus, bunu kabul edemez! Türkiye halkı bu denli büyük bir sorumluluğu, bu denli akıl almaz bir görevi üstüne alamaz Ulusumuz, yüzyıllarca bu boş görüşlere dayanılarak, sağa sola koşturuldu Ama ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu çocuklarının sayısını biliyor musunuz? dedim Suriye'yi, Irak'ı korumak için, Mısır'da barınabilmek için, Afrika'da tutunabilmek için kaç insan şehit oldu, bunu biliyor musunuz? Sonuç ne oldu görüyor musunuz?! dedim

Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu bütün Müslümanların işlerine etkili kılmak düşüncesinde olanlar, bu görevi yalnız Anadolu halkından değil, onun sekiz on katı insandan meydana gelen büyük Müslüman topluluklarından istemelidirler! Yeni Türkiye'nin ve yeni Türkiye halkının artık kendi yaşam ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur; başkalarına verilecek en küçük bir şeyi kalmamıştır! dedim Başka bir noktayı da halkın gözünde iyice canlandırmak için şunları söyledim: Tutalım ki, Türkiye bir zaman için söz konusu görevi kabul etsin

Bütün Müslümanları bir noktada birleştirerek yönetmek ülküsüne ulaşmaya çalışsın, başarı da sağlasın! pek güzel ama, uyruğumuz ve yönetimimiz altına almak istediğimiz uluslar: "Bize büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız, sağ olunuz ama biz bağımsız kalmak istiyoruz, bağımsızlığımıza ve egemenliğimize kimsenin karışmasını uygun görmeyiz, biz kendi kendimizi yönetebiliriz" Derlerse ne olacak? Öyleyse, Türkiye halkının bütün çalışmaları ve özverileri yalnız "sağ olunuz!" denilmesi için mi göze alınacaktır? Görülüyordu ki, boş bir istek için, bir kuruntu ve bir düş için Türkiye halkını yok etmek istiyorlardı

Halifeliğe ve halifeye görev ve yetki vermek düşüncesinin niteliği bundan başka bir şey değildi Baylar, halka sordum: Bir Müslüman devleti olan İran, yada Afganistan halifenin herhangi bir yetkisini tanır mı, tanıyabilir mi? Haklı olarak tanıyamaz çünkü böyle bir şey, devletinin bağımsızlığını, ulusunun egemenliğini ortadan kaldırır Ulusa şunuda anımsattım, kendimizi dünyanın egemeni sanmak aymazlığı artık sürüp gitmemelidir

Dünyanın durumunu, dünyadaki gerçek yerimizi tanımamak aymazlığı ile ve bilgisizlere uymakla ulusumuzu sürüklediğimiz yıkımlar yetişir! Bile bile bu acıklı durumu sürdüremeyiz! Baylar, İngiliz tarihçilerinden Wells iki yıl önce bir tarih kitabı yayımladı Bu kitabın son sayfalarında, "Dünya Tarihinin Gelecek Evresi" başlığı altında bir takım düşünceler vardır Bunlar birleşik bir dünya devleti (Ungouvernement Federal Mondial) kurmak konusu ile ilgilidir Wells, bu bölümde, birleşik bir dünya devletinin nasıl kurulabileceği ve böyle bir devletin önemli ayırıcı niteliklerinin neler olacağı üzerindeki düşüncelerini ortaya atıyor; adaletin ve tek bir yasanın buyruğu altında dünyamızın alacağı durumu canlandırmaya çalışıyor

Wells: "Bütün egemenlikler tek bir egemenlik içinde eritilmezse ulusların üstünde bir erk yaratılmazsa dünya yok olacaktır" Diyor ve şu düşünceleri ileri sürüyor: "Gerçek devlet, çağımız ileri yaşama koşullarının zorunlu kıldığı birleşik dünya devletinden başka bir şey olamaz Kuşku yoktur ki, insanlar kendi yarattıkları şeylerin altında ezilmek istemezlerse ergeç birleşmek zorunda kalacaklardır" diyor Ayrıca: "İnsanlığın dayanışması ile ilgili büyük düşün gerçekleşebilmesi için ne yapmak ve neyin önüne geçmek gerekeceğinin doğru olarak bilinmediğini; saldırgan bir dış siyasa geleneği olan devletleri, bir dünya birleşik devletinin güçlüklerle temsil edebileceğini" ileri sürüyor

Wells'in şu düşüncelerini de burada anmak isterim: "Avrupa ve Asya'nın ortak gereksemeleri ve uğradıkları yıkımlar, belki dünyanın bu iki parçasındaki ulusların bir ölçüde birleşmesine yarayacaktır Olabilir ki, dünya ölçüsünde bir birleşmeye gidilmeden önce, bir sıra birleşmeler yapılır" Baylar, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşünüşte yükselip olgunlaşması, Hristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden vazgeçerek yalınlaştırılmış ve herkes için anlaşılacak bir duruma getirilmiş katkısız ve lekesiz bir dünya dinin kurulması ve insanların, şimdiye değin, kavgalar, pislikler, kaba istek ve eğilimler arasında bir bataklıkta yaşadıklarını kabul ederek, bütün gövdeleri ve usları ağılayan kötülük etmelerini ortadan kaldırmaya karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesini gerektiren "Birleşik Dünya Devleti" kurma düşünün tatlı bir düş olduğunu yadsıyacak değiliz

Türkiye'ye tebelleş olmamaları koşuluyla halifecilerin ve müslüman birliği kurmak isteyenlerin gönüllerini hoş etmek için bizde de az çok buna yakın bir kuram ortaya atılmıştı Ortaya atılan kuram şuydu: Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve dünyanın başka yerlerinde yaşayan Müslüman toplulukları, gelecekte herhangi bir gün, kendi başlarına buyruk bir duruma gelebilirlerse ve o zaman gerekli ve yararlı görürlerse, çağın koşullarına uygun nitelikte birtakım uzlaşma ve birleşme ilkeleri bulabilirler

Elbette her devletin, her topluluğun birbirinden alacağı ve sağlayacağı şeyler bulunacaktır Karşılıklı çıkarları olacaktır Tasarlanan bu bağımsız Müslüman devletlerin yetkili delegeleri bir araya gelip bir kongre yapacaklar; böylece falan, falan Müslüman devletler arasında şu, ya da bu ilişkiler kurulacaktır Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği koşullar içinde birlikte iş görmeyi sağlamak için, ilgili Müslüman devletlerin delegelerinden bir meclis kurulacaktır

"Bu Meclisin başkanı, birleşmiş Müslüman devletleri temsil decektir" diye bir karar alınırsa, işte o zaman istenirse, o Birleşik Müslüman Devletine "Halifelik", başkanlığına seçilecek kişiye de "Halife" adı verilir Yoksa, herhangi bir Müslüman devletin bir kişiye bütün Müslümanlık dünyası işlerini yönetip yürütme yetkisini vermesi, us ve mantığın hiç bir zaman kabul edemeyeceği bir şeydir

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Atatürk'ün Hayatı « Türkiye Tarihi

Gümrük memuru Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım'ın oğlu olan Mustafa Kemal, ilköğrenimine Selanik'te başlayıp, babasının ölümü (1893) üzerine annesi ve kızkardeşiyle bir süre dayısının kâhyalık yaptığı Çalı Çiftliği'nde (Langaza, Selanik yakını) yaşadı

Öğrenimini sürdürebilmek için yeniden Selanik'e anneannesi ve teyzesinin yanına gönderilip, askeri rüştiyeyi (1895), Manastır Askeri İdadisi'ni (1898) bitirdi İstanbul'a gelerek, Harbiye'ye girdi (1899) Bu arada Harbiye'den tanıdığı Ali Fuat Cebesoy ve iki subay arkadaşıyla birlikte Padişah'ı eleştirdikleri ve yasak kitapları okudukları gerekçesiyle tutuklanıp, Yıldız Sarayı'nda bir süre sorguya çekildiyse de, bağışlandı

Harbiye'yi, kurmay yüzbaşı rütbesiyle bitirip (1905), Şam'daki 5 Ordu'ya atandı (1905 Şubatı) Şam'da tanıştığı Mustafa Cantekin ve Müfit Özdeş adlı arkadaşlarıyla birlikte, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurup (1906), Cemiyet'in Yafa, Kudüs ve Beyrut şubelerinin örgütlenmesinde rol oynadı Cemiyetin şubesini kurmak için Selanik'e gidip, yeniden Şam'a dönerek, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin, İttihat ve Terakki ile birleşmesinin (1907) ardından, Manastır'daki 3 Ordu'ya atandı

İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de, Cemiyet'in kurucularıyla pek anlaşamadı Bu arada İttihat ve Terakki, 1786 Anayasası'nın geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı ve İstanbul Hükümeti'nin Rumeli'ye yolladığı birliklerin İttihatçılarla birleşmesi üzerine, İkinci Meşrutiyet ilan edildi (1908)

Meşrutiyet'in ilanını, köklü reformların izlemesi ve ordunun siyaset dışı kalması gerektiğini öne sürdüğü için İttihat ve Terakki'yle arası açılan Mustafa Kemal, Rauf (Orbay), Kâzım Karabekir, Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), Refet (Bele), Ali Fuat (Cebesoy) Beyler gibi subaylarla muhalif bir grup oluşturdu Bu arada Bingazi ve Trablusgarp'ta patlak veren ayaklanmaları bastırmakla görevlendirilip, görevini kan dökmeden tamamlayarak, Selanik'e döndü

31 Mart Olayı patlak verince İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu'nun (bu adı kendisi vermiştir) Yeşilköy'e kadar kurmay başkanlığını yapıp, Selanik'e dönerek, İttihat ve Terakki Büyük Kongresi'ne, Trablus delegesi olarak katıldı (22 Eylül 1909)

1911'de İstanbul'da Erkânı Harbiye-i Umumiye Nezareti'nde görevlendirilip, aynı yıl başlayan Trablusgarp Savaşı'na gönüllü olarak katılarak, Tobruk ve Derne'de başarıyla savaştı; binbaşılığa yükseltilip, ertesi yıl (1912) Balkan Savaşı başlayınca, Bolayır'daki kolorduya atandı ve Edirne'nin geri alınması harekâtına katıldı Sofya Askeri Ateşeliği'ne getirilip (1913), bir yıl sonra yarbaylığa yükseldi

Birinci Dünya Savaşı başlayınca, İttihat ve Terakki Hükümeti'nin, yazılı uyarılarına karşın Almanya'nın yanında savaşa girmesinden sonra, Çanakkale Cephesi'nde görev verilerek, Tekirdağ'daki 19 Tümen Komutanlığı'na getirildi

Gelibolu Yarımadası'na çıkmaya başlayan İtilâf Devletleri birliklerine karşı Anafartalar, Conkbayırı ve diğer cephelerde önemli savaşlar verdi Hastalandığı için İstanbul'a dönüp, rütbesi albaylığa yükseltildi (1915)

1916'da Edirne'de 16 Kolordu Komutanlığı'na, hemen ardındanda livalığa yükseltilerek, Doğu'da bir başka kolorduya atandı; Diyarbakır'da Kâzım Karabekir Paşa'yla birlikte, yeni kurulmakta olan 2 Ordu'yla Muş ve Bitlis'i düşman işgalinden kurtarıp (6-7 Ağustos 1916), ertesi yıl 2 Ordu'nun komutanlığına getirildi (18 Mart 1917)

Falkenhayn komutasında kurulan Yıldırım Orduları grubu içindeki 7 Ordu Komutanlığı'na atandıysa da, askeri stratejiyle ilişkin görüş ayrılıkları nedeniyle istifa ederek İstanbul'a döndü (Ekim 1917) ve genel karargâh emrine alındı

Alman İmparatoru'nun davet ettiği Veliaht Vahdettin'le birlikte Almanya'ya gidip, yolculuk boyunca Veliaht'a savaşın kaçınılmaz sonuçlarını anlattı Vahdettin tahta çıkınca, 7 Ordu Komutanlığı'na ve Padişah'ın fahri yaverliğine getirilip (1918), cephenin İngiliz saldırısı karşısında çökmesi ve Almanya'nın ateşkes istemesi üstüne, Padişah'a bir telgraf çekerek, Talat Paşa Hükümeti'nin yerine kurulan yeni hükümetin, hemen Osmanlı Devleti'nin müttefiklerinden ayrı bir barış antlaşması imzalamasını, elde kalan kuvvetlerin Anadolu'ya çekilerek ulusal direnişe geçilmesini istedi

Ahmet İzzet Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesi ve Rauf Bey ile Fethi Bey'in de görev aldığı yeni hükümetin Mondros Ateşkesi'ni imzalamasından (30 Ekim 1918) sonra, Liman Von Sanders'in ayrılmasıyla Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na getirildi
İngilizlerin müdahalesiyle Yıldırım Orduları Grubu dağıtılınca, İtilâf Devletleri birliklerinin İstanbul'u işgal ettikleri (13 Kasım 1918) günlerde İstanbul'a dönüp, Anadolu'ya geçme olanaklarını araştırmaya başladı

İngilizlerin Samsun dolaylarındaki Rum çeteleri ile Türkler arasındaki çatışmaların önüne geçilmesini istemeleri üstüne, çok geniş yetkilerle 9 Ordu Müfettişliği'ne atanmasıyla beklediği fırsatı bulup (o sırada Yunanlılar İzmir'e asker çıkardılar), 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastı İlk iş olarak askeri alanda, Anadolu ve Trakya'da ayakta kalmış birliklerle, siyasal alandaysa Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Gruplarıyla ilişki kurdu; İstanbul'un kendisine verdiği görev, bu grupları dağıtmak olduğu halde, aralarındaki bağları pekiştirmek ve Kuvay-i Milliye adı altında kurulmakta olan silahlı halk kuvvetleriyle ilişkiye geçmek için çaba gösterdi

Havza'ya, ardından da Amasya'ya geçerek çalışmalarını sürdürdü 3 Temmuz'da Vilayat-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuki Milliye Cemiyeti'nin kongresine katılmak için Erzurum'a gidip, İstanbul Hükümeti'nin durumdan kuşkulanarak geri dönmesini bir telgrafla bildirmesi (7 Temmuz 1919) üstüne, görevinden ve askerlikten istifa ettiğini bildirdi

23 Temmuz-7 Ağustos arasındaki Erzurum Kongresi'nde seçilen temsilciler kurulunun başkanlığına getirildi ve alınan kararları bir bildiriyle açıkladı Sivas Kongresi'nde (4 Eylül 1919), Erzurum Kongresi'nin kararlarının onaylanmasından sonra, istifa etmek zorunda kalan Damat Ferit Hükümeti'nin yerine kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin temsilciler kuruluyla (Heyet-i Temsiliye) görüşmeler yapmak için gönderdiği Salih Paşa'yla Amasya'da görüşerek (20-22 Ekim 1919), Amasya Protokollerini imzaladı

Erzurum Milletvekilliği'ne seçildiği (7 Kasım 1919) halde, 12 Ocak'ta İstanbul'da toplanan Mebusan Meclisi'ne katılmadı (Mustafa Kemal'in katılmadığı bu son Osmanlı Meclisi, Misak-ı Milli İlkeleri'ni kabul etti17 Şubat 1920)

Bu arada Damat Ferit Paşa, yeniden sadrazamlığa getirilip, Anadolu'daki ulusal hareketi "isyan", bu hareketi yönetenleri de "eşkıya" diye niteleyerek, "hilafet ordusu" adı altında toplanan birlikleri, Mustafa Kemal Paşa'ya bağlı kuvvetlerle savaşmak için Anadolu'ya gönderdi Bu durum karşısında Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920'de Ankara'da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni toplayıp, Meclis'in seçtiği 11 kişilik icra vekilleri heyetinin başkanlığına getirildi (24 Nisan 1920)

Birinci Büyük Millet Meclisi döneminde, Mustafa Kemal en çok, savaşın yönetimine ilişkin sorunlarla ilgilendi Bir yandan düşmana karşı çarpışılırken, öte yandan Çerkes Ethem gibi çetecilerin disiplin dışı davranışlarıyla uğraşmak zorunda kaldı Doğu Cephesi'ndeki savaşlar, Kâzım Karabekir Paşa tarafından yürütülürken, Batı Anadolu'da verilen savaşların yönetimini Mustafa Kemal Paşa üzerine aldı

Bir yıldır İzmir ve çevresini ellerinde bulunduran Yunanlılar, 22 Haziran 1920'de, Osmanlı Hükümeti'ne, Müttefikler tarafından önerilen barış antlaşmasını kabul ettirmek amacıyla ileri harekâta geçmeleri üzerine, bu ilerleyişten ürken İstanbul Hükümeti, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı

Ankara Hükümeti'nin bu antlaşmayı tanımadığını açıklamasının ardından, Garp Cephesi Komutanlığı'na getirilen Albay İsmet (İnönü) Bey, Birinci İnönü Savaşı'nda (10 Ocak 1921), Yunanlıları geri çekilmek zorunda bıraktı Savaş yeniden başladıysa da, İkinci İnönü Savaşı (1 Nisan 1921) da Yunanlıların yenilgisiyle sonuçlandı

10 Temmuz'da Yunanlılar bir genel saldırıya geçince, Garp Cephesi Karargâhı'na giderek, İsmet Paşa'ya, orduyu Sakarya'nın doğusuna geçirme emrini verdi ve komutayı üstüne aldı Ardından, olağanüstü yetkilerle, Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanlığı'na getirildi

Yunan Ordusu'nun 23 Ağustos'ta yeniden başlattığı genel saldırıya karşı, aralıksız 22 gün 22 gece süren çetin savaşta (Sakarya Meydan Savaşı), cepheyi bizzat yönetip, Sakarya'nın doğusundaki bütün Yunan Birliklerinin yokedilmesini sağladı 19 Eylül'de, Büyük Millet Meclisi tarafından mareşalliğe yükseltildi ve "gazi" unvanı verildi

Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra Eskişehir-Kütahya-Afyon'un doğusundan geçen bir hatta güçlü biçimde mevzilenen Yunan Ordusu'nu kesin yenilgiye uğratmayı tasarlayan Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922 sabahı "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!" komutuyla Büyük Taarruz'u başlattı ve ilk Türk Birliklerinin 9 Eylül'de İzmir'e girmeleriyle, üç buçuk yıldır işgal altındaki Anadolu Toprağı0 düşmandan kurtulmuş oldu

Bu arada Uşakizade Latife Hanım'la tanışarak evlenen (29 Ocak 1923; bu evlilik 6 Ağustos 1925'te anlaşmazlık nedeniyle boşanmayla sonuçlandı) Mustafa Kemal, Mudanya Mütarekesi'nin (11 Ekim 1922) imzalanması, Vahdettin'in Türkiye'den kaçması (17 Kasım 1922), Lozan Antlaşması'nın (24 Temmuz 1923) imzalanması, İtilâf Devletleri'nin İstanbul'u boşaltmaları (2 Ekim 1923), Ankara'nın başkent olması ve Halk Fırkası'nın kurulmasının ardından, 29 Ekim 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, cumhuriyeti ilan etmesiyle, cumhurbaşkanı seçildi

Sonra toplumsal devrimlere girişip, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine yaklaştırdı 26 Kasım 1934'te TBMM, çıkardığı özel bir yasayla, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadını verdi

Dış siyasette "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini benimseyen Atatürk, Türkiye'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, dostluk antlaşmaları, bölgesel paktlarla güvence altına aldı (Balkan Paktı, 1934; Sadabat Paktı, 1937)

Montreux Antlaşması'yla (20 Temmuz 1936), Boğazların yeniden Türk savunma sistemi içine alınmasını, Fransızlara bırakılan Hatay'ın, Ankara Antlaşması'yla anavatana katılmasını (7 Temmuz 1939) sağlayıp, yakalandığı siroz hastalığının hızla ilerlemesiyle 10 Kasım 1938'de İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda öldü

Naaşı, İstanbul'dan Ankara'ya taşınarak önce Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu (21 Kasım 1938); ölümünün 15 yılında da, büyük bir törenle Anıtkabir'e aktarıldı (10 Kasım 1953)

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Atatürk'ün Vasiyetnamesi « Türkiye Tarihi

TC ANKARA 3 SULH HUKUK MAHKEMESİ
SAYI: 1938/95 T
TERK-İ HAYAT EDEN CUMHURBAŞKANI ATATÜRK'ÜN 28111938 TARİHİNDE MAHKEMEMİZDE AÇILAN VASİYETNAMENİN SURETİ AŞAĞIYA ÇIKARILMIŞTIR
DOLMABAHÇE, 591938 PERŞEMBE

"MALİK OLDUĞUM BÜTÜN NÜKUT VE HİSSE SENETLERİYLE, ÇANKAYA'DAKİ MENKUL VE GAYRIMENKUL EMVALİMİ, CUMHURİYET HALK PARTİSİ'NE ATİDEKİ ŞARTLARLA TERK VE VASİYET EDİYORUM

1- NÜKUT VE HİSSE SENETLERİ ŞİMDİKİ GİBİ İŞ BANKASI TARAFINDAN NEMALANDIRILACAKTIR

2- HER SENEKİ NEMADAN BANA NİSPETLERİ ŞEREFİ MAHFUZ KALDIKÇA YAŞADIKLARI MÜDDETÇE MAKBULE'YE AYDA 1000, AFET'E 800, SABİHA GÖKÇEN'E 600, ÜLKÜ'YE 200 LİRA VERUKİYE İLE NEBİLE'YE ŞİMDİLİK 100'ER LİRA VERİLECEKTİR

3- SABİHA GÖKÇEN'E BİR EV ALINABİLECEK AYRICA PARA VERİLECEKTİR

4- MAKBULE'NİN YAŞADIĞI MÜDDETÇE ÇANKAYA'DA OTURDUĞU EV DE EMRİNDE KALACAKTIR

5- İSMET İNÖNÜ'NÜN ÇOCUKLARINA TAHSİLLERİNİ İKMAL İÇİN MUHTAÇ OLACAKLARI YARDIM YAPILACAKTIR

6- HER SENE, NEMADAN MÜTEBAKİ MİKTARI YARI YARIYA TÜRK TARİH VE DİL KURUMLARINA TAHSİS EDİLECEKTİR

KATATÜRK

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Büyük Taarruz « Türkiye Tarihi

Sevr Antlaşması'nı Türklere kabul ettirmeyi gaye edinen İngilizler, Sakarya'dan sonra başlattıkları diplomatik girişimleri bir süre daha devam ettirmişlerdir Ancak TBMM Hükümeti Misak-ı Milli'den ödün vermek niyetinde değildirler Sakarya yenilgisinden sonra müdafaa durumuna geçmek zorunda kalan Yunan ordusu, Eskişehir-Afyonkarahisar hattına geri çekilerek, gerekli korunma tedbirlerini alırken, Türk Genel Kurmayı Yunanlılar toparlanmadan taarruza geçilmesi düşüncesindedir

14-15 Eylül 1921 tarihinden geçerli olmak üzere seferberlik ilan edilerek, 1899, 1900,1901 doğumlular silah altına alınmış, ordunun asker eksiği tamamlanmıştır Türk kuvvetlerinin araç ve malzeme eksikleri de çeşitli kaynaklardan tamamlanmaya çalışılmıştır Başta İstanbul'daki silah depolarından büyük fedakarlıklarla kaçırılan silahlar, İnebolu üzerinden Anadolu'ya nakledilmiştir

İtilaf Devletlerinden kamaları alınarak işe yaramaz hale getirilen Türk topları, ilkel aletlerle kullanılır hale getirilmiştir Sıkıntısı çekilen bazı silahlar da Ruslardan, İtalyanlardan ve Fransızlardan satın alınarak karşılanmaya çalışılmıştır 6 Mayıs 1922'de başkomutanlık süresi uzatılan M Kemal Paşa, artık taaruza geçilmesi düşüncesindedir M Kemal bu düşüncesini Haziran ortalarında Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa, Savunma Bakanı Kazım Özalp ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşalara açmış ve 15 Ağustosa kadar hazırlıkların tamamlanması kararlaştırılmıştır

TBMM bu hazırlıkları yürütürken, barışı engelleyen taraf durumuna düşmemek için, diplomatik çabaları sürdürmüş ve Fethi Okyar'ı Avrupa'ya göndermiştir İngiltere'nin barış yolunu tamamen kapatması, şimdiye kadar ertelenen taarruz kararının uygulamaya konmasını kaçınılmaz kılmıştır 26 Ağustosta Türk topçusunun başlattığı taarruzda Türk ordusu, Yunan kuvvetlerinin büyük bölümünü yok etmiş, kaçabilenler de 1 eylül 1922 günü Atatürk'ün verdiği "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" emriyle, Türk kuvvetlerinin takibi altına alınmıştır

9 Eylülde Yunanlılar İzmir'den çıkarılmış, 9 Eylülden 18 Eylüle kadar da Batı Anadolu'nun Yunan istilasından temizlenmesi işlemi gerçekleşmiştir Böylece 26 Ağustosta başlayan Büyük Taarruz, 15-20 gün gibi kısa bir sürede 200000 kişilik Yunan ordusunun yok edilmesi ile sonuçlanmıştır

Bu zafer, İslam dünyasında Hıristiyanlığa karşı bir başarı olarak değerlendirilmiştir Asırlardan beri Batılıların "Şark Meselesi" adı altında, Müslüman Türkleri Anadolu'dan atmaya yönelik hedefleri bu zaferle sonuçsuz bırakılmıştır

Güney Cephesi ve Fransızlarla Savaşlar

Mütarekeden sonra İtilaf Devletleri, Güney Anadolu'da askeri harekatlarını durdurmamışlardır İngilizler önce; Musul, İskenderun, Kilis ve Antep'i ardından da Maraş ve Urfa'yı işgal etmişlerdir Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye'yi işgal etmişlerdir

Fransız işgali altında yaşayan Ermenilerin Türklere yönelik taşkınlıları bölge halkını derinden yaralamıştır 15 eylül 1919'da İngiltere ve Fransa arasında Ortadoğu'nun paylaşımı konusunda yeni bir anlaşma yapılmış, bu anlaşma ile İngilizler daha önce işgal ettikleri Antep, Urfa ve Maraş'tan çekilerek, buraları da Fransız işgaline terk etmişlerdir Antep, Urfa ve Maraş'ta da Fransızların Ermenileri Türklere karşı kullanma politikası uygulamaları, bu bölgelerde halkı galeyana itmiştir

Bu gelişme Milli Mücadele'de Güney Cephesi'nin oluşmasına zemin oluşturmuştur Maraş, Urfa, Antep ve Adana'da Kuva-yı Milliye, Fransızlara ağır darbe indirmiş ve Fransızlardan yüz bulan Ermenilerin bu darbelerle yöredeki hayalleri sonuçsuz kalmıştır

Sakarya zaferinden sonra şanslarını fazla zorlamak istemeyen Fransızlar, Ankara Hükümeti ile anlaşmaya karar vermiştir Bu doğrultuda Fransızlarla yapılan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar; İşgalleri altında bulundurdukları Türk topraklarından (Antakya hariç) çekileceklerdir İkinci olarak da İskenderun ve Antakya'da özel bir idare kurulacak, buradaki Türkler, kültürlerini geliştirme konusunda serbest kalacaklar ve burada resmi dil Türkçe olacaktır

Fransızlarla 30 Mayıs 1920'de yapılan 20 günlük ateşkes anlaşmasından sonra, 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar artık Misak-ı Milli'yi kabul etmişlerdir Ankara İtilafnamesi'yle Türkler ve Fransızlar arasındaki savaşlar sona ermiş, Türkiye'nin Batı dünyası nazarında yeri daha da güçlenmiştir

Bu antlaşmadan sonra Fransızlar gizlice Milli Mücadele'yi destekledikleri için, Türkiye'yi silah bulma bakımından Sovyetlerin tekelinden kurtarmıştır Güneyde serbest kalan Türk ordularının Batı'ya kaydırılması ve özellikle Büyük Taarruz'da kullanılması, Anakara İtilafnamesi ile mümkün olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Çanakkale Savaşı « Türkiye Tarihi

Osmanlı Devleti 20 yüzyıla geçmişin ağır yükünün yorgunluğu altında girmiştir Avrupa ise 1815�te tesis etmeye çalıştıkları "Avrupa Birliği�nin" sahte tebessümlerini yoketmeye başlayan korkunç bir silahlanma yarışının gölgesi altındadır

Silahlanma yarışı, devletlerarası rekabet, ekonomik ve psikolojik üstünlük iddiaları, 1914 yılında, dünyanın o zamana kadar gördüğü en korkunç ve yıkıcı savaşı başlatmıştır Savaş tüm dünyayı kapsamış, o zamana kadar bilinmeyen toplu imha silahları kullanılmış ve sonuçta milyonlarca insan ölmüştür

Savaşa kim neden girdiğini bilmeden, bu kargaşaya sürüklenmiştir Müslüman bir Hintli ya da bir Mısırlı, Osmanlı'ya karşı savaşırken; bir Osmanlı da daha beş yıl önce kendi toprağını işgal etmiş olan bir Avusturyalı askerle yan yana çarpışabilmiştir

Osmanlı Devleti, başlangıçta tarafsız kalmayı başarabilmiştir Ancak daha sonra Devlet'in, İtilaf Devletleri nezdinde yaptığı çabaların boşa çıkmasıyla, Alman yandaşlığına doğru bir gidişat başlamıştır Buna bir de Enver Paşa�nın kaybedilen toprakları geri alma isteği ve Almanlara olan aşırı güveni eklenince, modern zamanların en yıkıcı savaşına Osmanlı Devleti de sürüklenmiştir

Özellikle, Almanya�nın İstanbul Büyükelçisi Baron von Wangenheim�ın İttihat ve Terakki üyeleri üzerinde büyük nüfuzu vardı Wangenheim, Osmanlıların 1 Dünya Savaşı'na girmeleri için aktif olarak çalışmış ve sonunda istediğini başarmıştır 2 Ağustos 1914�te imzalanan Osmanlı-Almanya ittifakı, çok geçmeden sonuç vermiş, 29-30 Ekim 1914 tarihinde, Odesa ve Sivastopol�un bombalanmasıyla Osmanlı Devleti resmen savaşa girmiştir

Ancak, Mustafa Kemal ve bazı aydınlar bu savaşın Osmanlı Devleti için iyi sonuç vereceğine inanmıyorlardı O, müttefiklerimizin savaşı kazanacağına ihtimal vermediği gibi, Osmanlı Ordularının komuta zincirinin, Almanların eline teslim edilmesinden rahatsız olmuştur Bu duruma, elinden geldiği kadar karşı çıkmış ancak O�nun düşünceleri Enver Paşa ve kurmayları tarafından dikkate alınmamıştır Mustafa Kemal, tarihte eşine ve benzerine rastlanmayan bu savaşın büyük millet ve hükümetlerin kaderini tayin edeceğine inanmaktadır

Savaşın sonunda Mustafa Kemal�in tahminleri tamamen doğru çıkmış; İttifak Devletleri yenilgiye uğramış, bu savaşa katılıp da eski düzenini muhafaza edebilen hiçbir devlet kalmamıştır

Çanakkale Cephesi

Çanakkale Boğazı�nı ele geçirerek İstanbul�u işgale ve Osmanlı Devleti'ni ortadan kaldırmaya yönelik ilk teşebbüs, 1807�de Napolyon Savaşları sırasında Rusya�ya yardımın bir çabası olarak, Amiral Sir John Duckwort tarafından gerçekleştirilmeye çalışılmış ancak istenilen sonuç alınamamıştı

Daha sonra 1904�te, İngiliz Donanma Amirali 1 Lord Fisher, Çanakkale Boğazı�nı zorla geçme meselesini incelemiş, sonunda bu işin çok tehlikeli olacağı sonucuna varmıştı 1906�da İngilizler tarafından yeni bir araştırma yapılmış ve sonunda böyle bir saldırının yapılamayacağı kanaatine varılmıştı 1911-12�de Yunanlılar da benzer bir proje üretmişlerse de onların planları, kara harekatını içermesi ve çok sayıda askere ihtiyaç olması sebebiyle uygulamaya konulamamıştı

Çanakkale Boğazı�na karşı askeri bir operasyon teşebbüsü daha 1914 Ağustosu'nda düşünülmeye başlanmıştır Ancak, Osmanlı Devleti tarafsız olduğu için bu harekât yapılamamıştır Osmanlı Devleti�nin savaşa katılmasıyla, boğazların ele geçirilmesi konusu ciddiyetle ele alınmaya başlanmıştır Bu defa da ilAn edilen saval çağrısının ne gibi sonuçlar ortaya çıkaracağı bilinmediğinden, Çanakkale�de bir cephe açılmasına tereddütle yaklaşılmıştır

İngiliz Parlamentosu'nda, Çanakkale�de yeni bir cephe açılması konusunda sert tartışmalar olmuştur Sonunda bu fikrin başlıca mimarı olan İngiliz Bahriye Bakanı Wiston Churchill�in önerisi kabul edilerek, cephenin açılmasına karar verilmiştir Churchill�e göre; "Çanakkale�ye asker sevkedilirse İstanbul�u almak mümkün olabilecekti"

Çalışmalara başlayan Churchill, yeni açılacak cephe ile ilgili planları hazırlayan bölgedeki İngiliz Komutanı Amiral Carden�e fikrini sorduğunda Carden, 11 Ocak tarihli telgrafla, "düşmanın moral durumuna bağlı olarak harekâtın bir ay alabileceğini" bildirmiştir

Başlangıçta Çanakkale�de bir cephe açılmasına taraftar gibi görünen Amiral Fisher, 25 Ocak 1915�te Churchill�e gönderdiği raporunda; bu harekâtın imkansız olduğunu ve başarı elde etmenin çok zor olacağını, cephenin açılmasının kuvvetleri dağıtmak demek olduğunu, donanmanın tehdit unsuru olarak kullanılmasının daha uygun olacağını belirtmiştir

Fisher, bu düşüncesinde yalnız değildi, 12 Mart 1915�te Çanakkale Cephesi, İngiliz Kuvvetleri Komutanlığı'na atanan Hamilton, yolda, kurmayı Aspinal�e, "Şansız bir serüven olacak bu Karımı, şapkasının tülünün üstünden öptüm", demiştir

İngiliz kamuoyu da bu hareketin sonuçlarını merak ediyordu Dönemin tanınmış genç şairi Robert Brooke�ın düşünceleri sanki İngilizlerin hislerine tercüman oluyordu: "İnanılmayacak kadar güzel bir şey bu Kaderimizin bize bu kadar yardımcı olacağını tasavvur edemezdim Demek Galata Kulesi 15�lik toplarımızın altında paramparça olacak Demek deniz, top gümbürtüleriyle kana boyanıp, leş gibi olacak Demek Ayasofya�nın mozaiklerini, lokumları, halıları yağmalayacağım Demek ki bizler, tarihte bir çağın dönüm noktası yaratacağız Oh Tanrım! Hayatımda bu kadar mutlu olamamıştım! Hiç bu kadar tam bir mutluluk hissetmemiştim Tamamen bir yöne akan bir ırmak gibi! Birden anladım ki, çocukluğumdan beri hayatımın tek arzusu İstanbul�a karşı askeri bir harekâta katılmakmış "

Mehmetçik

Çanakkale Savaşı�nda Mehmetçik, insan üstü bir gayretle savaşmıştır Mehmetçik, kendisine verilen görevleri eksiksiz yerine getirmiş, bu uğurda binlercesi şehit olmuştur Mehmetçik, öyle insan üstü bir gayret sarfetmiştir ki, birçok başarı, insan üstü metafizik olaylarla açıklanmıştır

Bu konuya ait anlatılan en ilginç olaylardan biri, bir İngiliz alayının kayboluşudur İngiliz resmi kayıtlarına da geçmiş olan bu olayda; bir alay, Yeni Zellandalı asker, 21 Ağustos günü Korudağı üzerindeki bir bulut kümesi içine girip gözden kaybolur ve bulutların havaya yükselmesinin ardından bölgedeki askerlerin tamamının kaybolduğu görülmüştür

İngilizler 1918�lere kadar bu alayın akıbeti hakkında Türk makamlarından bilgi istemişse de, Osmanlı Devleti, savaş kayıtlarında bu birliğe ait bir bilgiye rastlanmadığını ifade etmiştir Çanakkale�de her taş, her ağaç, her dere, bir olağanüstülüğe sahne olmuştur Her biri kutsallaşan; Derviş Ali, Ezineli Yahya Çavuş, Mehmet Çavuş, Bekir Çavuş, Asteğmen Muzaffer, Hacı Mesut, 276 kiloluk top mermisini topun namlusuna süren Seyyit, Çanakkale�de Mehmetçik'in kahramanlıklarının somut örnekleridir

Çanakkale�de sadece adlarını bildiklerimiz değil, adlarını bilmediğimiz binlerce Mehmetçik de aynı kahramanlık ve fedakârlıkla savaşmıştır Mehmetçik, bu savaşta şehit olacağını bilmektedir Şehitliği en büyük mertebe kabul etmektedir Boyabatlı Aşık Mustafa şehit olduğunda, üzerinden çıkan Çanakkale Destanı adlı eserinin şu dizeleri bu duyguyu en güzel şekilde açıklamıştır: "Bugün vatan, bizden razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak"

Çanakkale Savaşı�nın büyüklüğünü ve Mehmetçik'in nasıl bir kahramanlık sergilediğini anlamak için istatistiklere bakmak yeterlidir 18 Mart Savaşı'nda sadece Dardanos tabyasına, her birinde 10-15000 şarapnel bulunan 4000 gülle atılmıştır Bu derece yoğun ateşe rağmen Mehmetçik hiçbir yılgınlık göstermeden cehennemi bir ateş altında dayanmayı bilmiş ve düşmana geçit vermemiştir

Yalnızca Arıburnu Muharebelerinde, düşmanın ilerlemesini önlemek için 20000 şehit verilmiştir 6, 7, 9 Mayıs saldırılarında, İngiliz ve Fransız Kuvvetleri, 50000 kişi ve 72 kara topuna sahipken, Türkler 30000 kişi ve 56 topa sahip olmalarına rağmen düşman başarı sağlayamamıştır

6 Ağustos 1915�te, İngilizler saldırıya geçtiklerinde Arıburnu�nda Türk Kuvvetleri 19000, İngilizlerinki ise 37000 kişi idi Suvla-Anafartalar Bölgesi'nde ise 2500 Türk�e karşı 26000 İngiliz, yani 11 misli bir kuvvetle saldırılmıştır Bu üstünlüklerine rağmen düşman, bir türlü istediği başarıyı elde edememiştir

Çanakkale Muharebeleri�nde iki tarafta ağır kayıplar vermiştir İngilizler, savaş alanına 459000 insan getirmişler ve bundan 119000 ölü ve yaralı verilmiştir Ayrıca 100000 hasta ve güçsüz insan geri gönderilmiştir Fransızların kullandıkları insan sayısı toplam 80000�e ulaşmıştır Kayıpları 26000�i bulmuştur Türkler ise 66000 ölü ve 152000 yaralı vermişlerdir Bu yaralıların 110000�i ağır yaralı veya bir daha savaşmayacak durumda olanlardan oluşmaktadır

Ve Sonuç

Çanakkale Savaşları sadece Dünya Savaşı'nda bir cephe olarak algılanmamalıdır Çanakkale Savaşları, Türkiye Toprakları'nda cereyan etmişse de sonuçları itibariyle savaşa uzaktan yakından katılmış tüm ülkeleri ve geleceklerini etkilemiştir Bu yönüyle dünya tarihi içinde önemli bir dönüm noktasıdır

Büyük ümitlerle Çanakkale�ye saldıran ve kesin zafer kazanacaklarına inanan İngilizler, Gelibolu�yu boşaltmaya ancak iki ayda karar verebilmişlerdir Çünkü, hiç kimse bu büyük yenilginin sorumluluğunu almak istememiştir Yaşamında büyük başarılara imza atmış olan Churchill bu savaş için, "yegâne mağlup olduğum savaş" ifadesini kullanmıştır Çünkü, Gelibolu�yu boşaltmak hem bu kararı veren siyasetçinin hem de İngiltere�nin şeref ve haysiyetine büyük bir darbe olmuştur

Bu yenilgiden sonra özellikle İslam Ülkelerinde, İngiliz Hükümeti'ne karşı bir takım isyanlar başlamıştır Çanakkale Savaşları�nda yenilgiye uğrayan İngiliz Hükümeti, İngiliz Meclisi'nde desteğini yitirmiş; bunun sonucunda Muhafazakâr Parti ile koalisyona girmek zorunda kalmış, İngiltere, siyasi istikrarsızlığa sürüklenmiştir

Kurtuluş Savaşı sonrası yeni bir Türk-İngiliz çarpışması gündeme geldiğinde Çanakkale yenilgisi ve Mehmetçik'in savaş gücü akıllara gelmiş, başta Çanakkale�de savaşa katılanlar olmak üzere Türklerle yeni bir savaş istenmemiştir Bu sebeple, İngiliz kamuoyunda yapılan savaş taraftarı kampanyalar başarısız olmuş ve bilindiği gibi Türk Kuvvetleri, İngiliz işgali altındaki bölgeleri savaş yapmadan devralmıştır

Yıllarca sonra, sömürgecilere karşı bağımsızlık savaşı veren Cezayir ve Tunus�taki Müslümanların göğsünde çok defa Türk Bayrağı ile Atatürk�ün resimleri bulunmuştur Bu durum Çanakkale Savaşları�nın ve bu savaşlarda Mustafa Kemal�in gösterdiği azim ve kararlılığın, dünyadaki diğer milletleri ne derece etkilediğinin ibret verici belgesidir

Çanakkale Zaferi, bir bakıma Asya�da esaret altındaki ülkelerin, Batı zihniyetine karşı kazandığı bir zaferdir Buradaki sınırsız vatan sevgisi ve milliyetçilik duyguları, teknik ve zenginliği yenmiştir

Çanakkale�de Mustafa Kemal�in tarih sahnesine çıkışı başlamıştır Türkiye Cumhuriyeti�nin kuruluşunu sağlayan milli mücadele ruhu, Çanakkale�den kaynaklanmıştır Anadolu ve Trakya�nın, Türklerin vatanı olduğunu dünyaya kabul ettirilmiştir Kurtuluş Savaşı�nın kazanılmasında bu inancın rolü olmuştur

Millet-devlet-coğrafya arasındaki sıkı ittifakın, savaştaki önemi ortaya koyulmuştur Emperyalist Hıristiyan güçlerin mağlup edilebileceği, dünyaya ispat edilmiştir Çarlık Rusyası�nın desteklenmemesi sonucu zayıflaması ve daha sonra da çöküşü üzerinde etkili olmuştur

Çanakkale Savaşları�nın Türk Tarihi açısından tek olumsuz yanı; Türk Ordusu'nun en seçkin, en iyi eğitilmiş okur yazar kesiminin elverişsiz şartlar altında savaşması ve şehit düşmesi ile devletin aydın kesimini bu savaşta yitirmiş olmasıdır Özellikle, bu aydınların büyük bölümünü yetiştiren Türk Ocağı, İngilizlerin dikkatini çekmiştir

İngilizler, İstanbul�u işgal ettikleri zaman İngiliz işgal komutanı, Çanakkale�de kendileriyle savaşan Osmanlı Ordularında milliyetçi bir ruh olduğu gerekçesiyle ilk olarak Türk Ocağı'nı işgal ettirmiş, ardından da askeri müesseseler işgal edilmiştir

Çanakkale�de iki farklı dünya, iki kültür çarpışmış, bu farklı dünyaların insanları bir nebze olsun birbirini tanımış, İngilizlerin deyimiyle Johny Türk, kimin uygar ve daha medeni olduğunu tüm dünyaya göstermiştir Çanakkale�de Türkler vatanlarını savunan mazlumlar olarak, dünyaya vatan sevgisinin ne demek olduğunu öğretmişlerdir

Rakipleri onların mertliklerine ve cesaretlerine hayran kalmakla birlikte, vatanlarını savunan Mehmetçik'in iman ve vatan sevgisini anlayamamış; tarihten gelen önyargıları ile her biri bir destan yaratan Mehmetçik'i fanatiklik ve vahşilikle suçlamayı da ihmal etmemiştir Çünkü, Hamilton ve düşman, Anadolu İnsanı'nın vatanına, dinine, namusuna yüklediği anlamdan habersizdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Çerkes Ethem « Türkiye Tarihi

Kafkasya'nın Şapsığ Yöresi'nden göçederek Bandırma'ya yerleşen bir Adıge Ailesi'ndendir 1886 yılında Emre Köyü'nde doğdu Pşevu Ali Bey'in oğludur Rüşdiyeyi ve Küçük Zabit Mektebi'ni bitirdi Balkan Savaşları'na katılarak yaralandı Birinci Dünya Savaşı'nda Sencer Eşref Bey'in yönetimindeki Teşkilat-ı Mahsusa'da çalıştı Dr Hanakhe Reşit Bey'in (Diyarbekir Valisi) ve Aşharuva Rauf (Orbay) Bey'in emrinde Irak ve İran'da görev yaptı Bu arada yaralanarak Bandırma'ya döndü

Mütareke döneminin başlangıcında İzmir'de bazı siyasi eşkıyalık olaylarına adı karıştı Yunanlıların İzmir ve çevresini işgali üzerine Anadolu'ya geçen Aşharuva Rauf Bey'in ve Zaraho Bekir Sami Bey'in uyarılarıyla Yunanlılara karşı eyleme geçti Ağabeyleri Reşit ve Yüzbaşı Tevfik Bey'lerle birlikte Bursa ve Balıkesir'deki Kafkas Göçmenleri arasından topladığı gönüllülerle önce Ayvalık, sonra da Akhisar ve Salihli'de Yunanlılara karşı savaştı

Örgütçü yeteneğiyle diğer bazı Kuvay-ı Milliye çetelerini de tasfiye edip kendi güçlerine katarak Yunanlılara karşı sağlam bir cephe oluşturdu Yunan ilerlemesinin "Milen Hattı" üzerinde durdurulmasında en büyük rolü aldı Emrindeki atlı güçlere 14 Kolordu Komutanı Met İzzet Yusuf Paşa tarafından "Kuvay-ı Seyyare" adı verilmişti

1920 yılı boyunca birlikleri, zaman zaman Yunan Cephesi'ne çekilerek Marmara ve İç Anadolu'daki karşı ihtilal hareketlerinin bastırılmasında vurucu güç olarak kullanıldı Bu suretle TBMM'nin toplanarak ülkenin kaderini eline almasında önemli bir rol oynadı

Düzce, Adapazarı, Çorum, Yozgat gibi ayaklanma bölgelerinden toplayarak güçlerine kattığı yeni gönüllülerle daha da güçlenerek TBMM Hükümeti'nin dayanağı, en güçlü Kuvay-ı Milliye Komutanı haline geldi Kendisine resmen "Milli Kahraman" ünvanı verilerek TBMM'nde ayakta karşılandı Fakat birliklerinin kendine özgü yapısı ve genellikle Kafkas Göçmenlerinden oluşması kuşkular yarattığı gibi, ayaklanma bölgelerinde verdiği yersiz idam kararları ve köyleri yaktırması hemşehrileri arasında da kendisine karşı antipati uyandırmaya başlamıştı

İç Anadolu'da, Çapanoğulları'nın yönlendirdiği karşı ihtilal hareketini bastırmak için Yozgat'ta bulunduğu sırada, Yunanlıların iki koldan saldırıya geçerek Bursa, Balıkesir ve Uşak'ı işgal etmeleri üzerine tekrar bu cepheye çağrıldı Düşman saldırısının durdurulmasında büyük başarısı görüldü ve Demirci'deki savaşlarda, üstün Yunan güçlerine karşı büyük bir başarı kazandı

Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'nın Moskova Büyükelçiliği'ne atanarak yerine İsmet Bey'in getirilmesinden sonra Ethem Bey ve kardeşleri ile Mustafa Kemal Paşa ve Hükümet arasındaki anlaşmazlıklar belirginleşmeye başladı Bir yandan Nizami Ordu'nun güçlendirilmesi için bir engel olarak görülen Kuvay-i Seyyare öte yandan da Anadolu ihtilaline el koymaya çalışan sol akımlar ve Enver Paşa taraftarları için hazır bir potansiyel olarak değerlendiriliyordu

Ethem Bey'in Yozgat Ayaklanması'nın bastırılması sırasında, Hükümet üzerinde giriştiği bazı güç gösterilerinden de kuşkulanan Mustafa Kemal Paşa, sol eğimli Yeşilordu Cemiyeti gibi Kuvay-i Seyyare'yi de dağıtmaya karar vermişti Durumu değerlendiremeyen Ethem Bey ve kardeşleri çeşitli olaylar karşısında yaptıkları hissi çıkışlarla siyasi hasımlarının eline yeni kozlar verdiler

Met Yusuf İzzet Paşa, Hakkı Behiç Bey gibi hemşehrileri tarafından kendilerine yapılan bazı uyarıları da değerlendiremediler Ethem'in TBMM'ye çektiği hakaret dolu bir telgraf, TBMM'nin bütünüyle aleyhine dönmesine neden oldu Lozan Anlaşması'ndan sonra da 150'lik listeye dahil edildi Bunun üzerine önce Mısır'a sonra da Ürdün'e giden Ethem Bey buradaki Kafkas Göçmenleri arasında sessizce yaşadı Kardeşlerinin aksine, 150'liklerin affından sonra da Türkiye'ye dönmedi 1948 yılında Amman'da öldü ve bir Çerkez mezarlığına gömüldü Anılarım adlı bir kitabı vardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Enver Paşa « Türkiye Tarihi

1821 yılında İstanbul'da doğdu Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi'nde öğrenim gördü Harp Okulu'nu 1899'da piyade teğmeni olarak bitirdikten sonra, 1903'te kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi'nden mezun oldu Selanik'teki üçüncü ordunun emrine girdi 1906'da binbaşı oldu İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasına katıldı Bu topluluk içinde tutunup, kendini sevdirdi II Meşrutiyet'in ilan edilmesinde önemli rol oynadı

Makedonya Genel Müfettişliği ve Berlin Ateşemiliterliği gibi görevlerde bulundu 31 Mart Olayı'nda, Hareket Ordusu'na katıldı İşkodra mutasarrıfı ve cephe komutanı olarak İtalyan saldırısına başarıyla karşı koyan Enver Paşa, 1912'de yarbay oldu 23 Ocak 1913'te İttihat ve Terakki tarafından düzenlenen Babıali Baskını'na katıldı Sadrazam Kamil Paşanın istifasını sağladı

Böylece İttihat ve Terakki Cemiyetinin iktidarı ele geçirmesinden sonra, Edirne'nin kurtarılmasında önemli rol oynadı Bu başarısından sonra albaylığa ardından da tuğgeneralliğe yükselen Enver Paşa, 1914'te de Sait Halim Paşa Hükümeti'nde Harbiye Nazırı oldu Şehzade Süleyman'ın kızı ile evlendi Orduda bazı düzenlemeler yapan Enver Paşa, Fransız modeli yerine Alman stilini uyguladı

Birinci Dünya Savaşına Almanların yanında katılmamızda etkin rol oynayanlar arasındaydı Dünya Savaşı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisi ile sonuçlanmasından sonra İttihat ve Terakki Partili arkadaşlarıyla birlikte, önce Odessa'ya, oradan da Berlin'e gitti; daha sonra Rusya'ya geçti Anadolu'daki Milli Mücadele Hareketi'ne katılmak istediyse de kabul edilmedi

1920 Eylülünde Bakü'de Doğu Ulusları Toplantısı'na katıldı ve Batum'da Türkiye Şuraları Partisi'ni kurarak, Türkistan'ı kurtarma hareketini başlattı Ancak Rus Kuvvetleri karşısında başarılı olamadı 4 Ağustos 1922'de Tacikistan'da, Belcivan yakınlarında bir çarpışmada öldü ve Çeğen Köyü'ne defnedildi

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Ermeni Sorunu « Türkiye Tarihi

1878 Berlin Antlaşması'ndan sonra İngiltere ve Rusya'nın çıkarları doğrultusunda, Ermeni ayaklanmaları başladı Birinci Dünya Savaşı başlayınca Ruslar, ülkelerinden getirdikleri Ermeni birliklerini Doğu Anadolu'da kullandılar Osmanlı Devleti'nde yaşayan Ermeniler de Rusların yanında yer almıştır

Doğu Anadolu'nun savunmasını zorlaştırdıkları için hükümet 1915 Tehcir Yasası ile, orada yaşayan Ermenileri bir başka yere göç ettirdi Ermeniler, Suriye ve Lübnan'a yerleştiler Göç ettirilen Ermenilerin bir bölümü savaş hali, salgın hastalık ve asayişsizlik nedeniyle yaşamını yitirmiştir Bu olay, Ermeniler tarafından günümüze kadar kullanılmıştır

Wilson İlkeleri'nden hareketle Batılı devletler, ABD'nin mandasında Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devletinin kurulmasını kararlaştırmışlardı Amerikan Senatosu'nun Ermenilerin Doğu Anadolu'da çoğunlukta bulunup bulunmadığını incelemek üzere gönderdiği General Harbord'un araştırması sonucunda, Ermenilerin azınlıkta olduğu ortaya çıktı

Birinci Dünya Savaşı sırasında yayınlanan Wilson İlkeleri'yle ilk defa bağımsız bir Ermeni devletinden söz ediliyordu Sevr Antlaşması'nda Doğu Anadolu'da Ermeni devleti kurulması maddesi yer almıştır

Ermenistan İle Savaş

TBMM açılmadan önce Mustafa Kemal ile Kâzım Karabekir, Ermeni saldırısını önlemek için gerekli tedbirleri alıyorlardı TBMM açıldıktan sonra ise Ermenistan saldırıları arttı 1920 Haziranı'nda TBMM doğu cephesini kurdu Komutanlığına da Kâzım Karabekir getirildi Böylece:

Ermeniler durdurularak Doğu Anadolu'dan atıldı
Batı Kuvay-i Milliye birlikleri Yunanlıların önünden çekildi
Ermeniler, 1920 Kasım ayı sonunda TBMM'ye barış için başvurdular
2-3 Aralık 1920'de Ermenilerle Gümrü Barışı imzalanmıştır
Barışa göre; Ermenistan bugünkü Doğu Anadolu sınırlarımızı tanıdı Kars ve çevresi Türklere verildi Ermenistan Cumhuriyeti, Sevr Barışı'nı geçersiz saydığını belirtiyordu TBMM, Doğu Anadolu'da yaşayıp da oradan göç eden Ermenilerin diledikleri takdirde 3 yıl içinde geri gelip eski yerlerine yerleşebileceklerini kabul ediyordu Ermeniler, Türkiye'ye karşı düşmanca davranamayacaklardı Buna karşılık TBMM Hükümeti, Ermenistan'a diledikleri takdirde askeri ve siyasal yardım yapacaktı

Ermenistan'a karşı kazanılan bu zafer, TBMM'nin hem askeri hem de siyasal ilk başarısıdır Sonuçta:

TBMM Hükümeti, doğuda savaşı yürütmüş ve kazanmıştır TBMM'nin varlığını kabul etmeyen Ermenistan, bu tutumunu değiştirmiştir

Sevr Barışı'nı tanımadıklarını belirten Ermeniler, kendilerine verilmesini istedikleri Türk toprakları iddialarından vazgeçmişlerdir

TBMM, içte ve dışta büyük saygınlık ve güç kazanmış, Doğu Cephesi kapanmış buradaki güçler Batı cephesine kaydırılmıştır

TBMM, Gümrü Barışı ile uluslararası varlığını ilk kez kanıtlamış, TBMM ile kurulan devletin varlığını daha da pekiştirmiştir

Anlaşma metninde "Osmanlı Devleti" adı hiç geçmemekte, TBMM'nin kurduğu devlet "Türkiye" adıyla belirtilmektedir

Doğu Cephesi'nin kapanması, İç Anadolu'da ayaklanmalarla, Batı Anadolu'da Yunanlılarla, Güney'de Fransızlarla çarpışan birlikleri rahatlatmıştır

Gümrü Barışı'ndan sonra Gürcistan ile de antlaşma yapıldı Gürcistan'ın Mondros'tan sonra işgal ettiği Ardahan ve Artvin geri alındı (23 Şubat 1921) Birkaç hafta sonra Batum da kazanıldı Ancak Batum, sonradan Rusya'ya bırakılacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla

Türkiye Tarihi

Eski 11-04-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkiye Tarihi



Hatay Sorunu « Türkiye Tarihi

1936 yazından itibaren patlak veren Sancak (Hatay) Anlaşmazlığı, esasen bir türlü bir düzene girememiş olan Türk-Fransız ilişkilerinde yeni bir buhran doğurdu Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Antlaşması ile, Suriye sınırları içinde bırakılan İskenderun Sancağı'na özel bir idare şekli tanınmıştı Türk parası resmi para birimi olacak ve Sancak halkı milli kültürlerinin korunmasında her türlü kolaylıktan yararlanacaktı

Fransa'nın mandater devlet olarak Suriye'ye yerleşmesi kolay olmadı ve bir hayli uğraştı Avrupa buhranlarının gidişatı karşısında Fransa, Suriye ve Lübnan ile ilişkilerini yeni bir düzene sokarak 1936 Eylülünde Suriye'ye ve 1936 Kasımında da Lübnan'a bağımsızlık verdi Ancak Suriye'ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran 1936 Eylül Antlaşması'nda İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yoktu Yani Fransa Suriye'den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye'ye terketmekteydi

Türk Hükümeti bu durumu kabul etmedi ve Milletler Cemiyeti Konseyi'nin toplantısı sırasında, Eylül ayında, Cenevre'de Fransa ile yapılan görüşmeler gelişme göstermeyince 9 Ekim 1936'da Fransa'ya verdiği resmi bir notada, Suriye'ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı'na da bağımsızlık verilmesini istedi

Atatürk de 1 Kasım günü Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında, "Bu sırada milletimizi gece-gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya ve havalisinin mukadderatıdır Bunun üzerinde, ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz" diyordu

Fransız Hükümeti 10 Kasımda verdiği cevapta, Sancak'a bağımsızlık vermenin Suriye'yi parçalamak demek olacağını ve mandater devlet olarak da buna yetkisi bulunmadığını bildirdi Bundan sonra iki hükümet birbirilerine birer nota daha verdi ancak görüşlerde herhangi bir değişme olmadı

Bu arada Fransa, meselenin Milletler Cemiyeti'ne havalesini teklif etti ve Türkiye de bu teklifi kabul etti Türkiye ile Fransa arasında bu tartışmalar olurken, bir yandan Türk kamuoyu, öte yandan da İskenderun'daki halk heyecanlanmış ve İskenderun'da halk ile polis arasında çatışmalar olmuştu

Atatürk, Ocak 1937'de Konya'ya ve oradan da Ulukışla'ya kadar bir seyahat yaptı Ankara'ya döndüğü zaman kabinenin toplantısına başkanlık etti Türk-Fransız ilişkileri gergin bir safhaya girmişti Milletler Cemiyeti meseleye 14 Aralık 1936'dan itibaren el koydu ve yapılan tartışmalardan sonra ve özellikle İngiltere'nin de arabuluculuğu ile Konsey, 27 Ocak 1937'de Sancak için bir statü kabul etti Bu statüye göre İskenderun Sancağı, içişlerinde tamamen bağımsız, dışişlerinde Suriye'ye bağlı, kendine özgü bir anayasa ile idare edilen "ayrı bir varlık" (entité distincte) olacaktı Burası Milletler Cemiyeti'nin gözetimi altına konacak ve bu gözetim bir Fransız vasıtasıyla yürütülecekti Fransa ile Türkiye bir anlaşma yaparak, Sancak'ın toprak bütünlüğünü birlikte garanti altına alacaklardı Bundan sonra Sancak, Hatay adını alacaktır

Milletler Cemiyeti, Hatay için bir anayasa hazırlamak üzere bir de komisyon kurmuştu Bu komisyonun, Türkiye ile Fransa'nın da görüşlerini alarak hazırladığı anayasa, Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından 29 Mayıs 1937'de kabul edildi Aynı gün, Türkiye ile Fransa arasında da, Hatay'ın toprak bütünlüğünü ortak garanti altına alan anlaşma imzalandı

Ancak bu anayasa ve anlaşmaları bağımsız Hatay'da uygulamak kolay olmadı Hatay'daki Fransız temsilcisi, bunların uygulanmasını köstekleyici tedbirler alma yoluna gitti Bağımsızlık dolayısıyla halk, gösterilerde bulunmak isteyince Fransa'nın sömürge memurları bunu da önlemek istediler ve polisle halk arasında yeniden çartışmalar oldu

Öte yandan Fransızlar, Hatay'daki diğer azınlıkları Türklere karşı da kışkırtma yoluna gittiler Türk kamuoyu yine galeyana geldi Türkiye'de Fransa aleyhine kuvvetli bir eğilim belirdi ve Türk-Fransız ilişkileri yine bozuldu Suriye halkı da Hatay'a bağımsızlık verilmesinden ötürü hükümeti eleştirdi ve Suriye'nin bazı şehirlerinde hükümet aleyhine gösteriler yapıldı

Hatay Anayasası, 29 Kasım 1937'de yürürlüğe girecekti ve ilk iş olarak seçimlerin yapılması gerekiyordu Ancak bu şartlar içinde seçimler yapılamadı Diğer yandan seçim sistemi meselesinde Türkiye ile Fransa arasında görüş ayrılığı çıktı Bunun üzerine Milletler Cemiyeti'nin kurduğu bir komite, Türkiye'nin de itirazlarını göz önünde tutarak bir seçim tüzüğü hazırladı ve seçimlerin 15 Temmuz 1938'e kadar tamamlanmasına karar verdi

1938 Mayısı başından itibaren seçmen listelerinin hazırlanmasına başlandı Ancak Fransız memurlarının davranışı, Hatay'da olayların yeniden şiddetlenmesine sebep oldu Türkiye, Hatay sınırlarına 30,000 kişilik bir kuvvet gönderdi Gerek bu durum karşısında, gerek Avrupa olaylarının gittikçe buhranlı bir hal alması dolayısıyla, Fransa, Hatay meselesinde Türkiye'ye karşı daha yumuşak bir tutum almayı tercih etti ve Hatay'ın Fransız valisini geri çekip yerine bir Türk vali tayin etti Bunun üzerine durum biraz sakinleşti

Almanya'nın 1938 Martında Avusturya'yı ilhakı, Fransa'nın Hatay meselesindeki politikasını da etkilemiştir Berlin-Roma Mihverinin ağırlığını gittikçe artırmaya başladığı bir sırada, Fransa'nın Doğu Akdeniz'de stratejik önemi olan ve Boğazların kuvvetli bir bekçisi durumunda olan Türkiye'ye olan ihtiyacı da artmıştı Bu sebeplerdir ki, 1938 yazından itibaren Hatay meselesindeki tutumunu da değiştirmiş ve gelişmeler Türkiye lehine bir yön göstermiştir

13 Haziranda Antakya'da Türk ve Fransız askeri heyetleri arasında yapılan görüşmeler sonunda 3 Temmuz 1938'de imzalanan bir anlaşma ile, Hatay'ın toprak bütünlüğü ile siyasal statüsünün iki devlet tarafından korunması ve bu amaçla da her iki devletin de Hatay'a 2,500'er kişilik askeri kuvvet göndermesi esası kabul edilmiştir Türk askeri 4 Temmuzdan itibaren Hatay'daki görevine başlamıştır

Önce Paris'te başlayıp Ankara'da devam eden görüşmeler sonunda da, 4 Temmuz 1937'de Türkiye ile Fransa arasında bir dostluk anlaşması imzalanmıştır Bu antlaşmaya göre taraflar, birbirleri aleyhine olan hiçbir politik veya ekonomik anlaşmaya ve birbirlerine yönelen herhangi bir harekete katılmayacaklar ve taraflardan biri, bir veya birkaç devlet tarafından saldırıya uğrarsa, diğeri, saldırganlara hiçbir şekilde yardım etmeyecekti

Bu Türk-Fransız yakınlaşmasından sonra Ağustos ayında yapılan meclis seçimlerinde Türkler, 40 milletvekilliğinden 22'sini ka-zandılar Meclis, 2 Eylül 1938'de ilk toplantısını yaptı ve bağımsız devlet için Hatay Cumhuriyeti adını kabul etti Yeni devletin resmi dili Türkçe ve Arapça olduğu halde, bütün milletvekilleri Türkçe yemin etmişlerdir

Hatay Devleti'yle Türkiye arasında gayet yakın temas ve bağlar kuruldu Hatay Meclisi, 1939 Ocak ayında Türk Medeni Kanunu ile Türk Ceza Kanunu'nu kabul etti Türkiye'den mali müşavirler getirtti

Bunun yanında, Hatay idarecileri, devamlı olarak Türkiye'ye katılmak arzusunda bulundular Türkiye de bu isteği sempati ile karşıladı Fakat, 29 Mayıs 1937 Antlaşması ile Hatay, Türkiye ile Fransa'nın ortak garantisi altında bulunuyordu Bu sebeple, Hataylıların anavatana katılma istekleri iki devlet arasında yeniden mesele oldu Fakat 1939 Martından itibaren Avrupa'da yaşanan olayların savaşa doğru bir yön olması, Türk-İngiliz ittifakının ilk adımlarının atılması ve Batılıların Barış Cephesi çabaları dolayısıyla, Fransa, Türkiye'nin ve Hataylıların isteklerini kabul etmek zorunda kaldı

23 Haziran 1939'da iki devlet arasında yapılan bir anlaşma ile Fransa, Hatay'ın Türkiye'ye katılmasını kabul etti Buna karşılık Türkiye de Suriye'nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı gösterecekti Temmuz ayında da Hatay, Türkiye sınırları içine katıldı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.