Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduOsmanlı İmparatorluğu'da Ordu Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur Osmanlı Devleti Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler Osmanlı Devleti'nin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu Kara Kuvvetleri Ordusu Topcu arma Yaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır Osmanlı ordusu başlıca 3 ana kuvvetten oluşmaktadır Bunlar; Kapıkulu Ocağı, Eyalet Askerleri, Akıncılardır Kapıkulu Ocağı, Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu Donanma Bir minyatürde Osmanlı kadırgası Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmeye başlaması İzmit ve Gemlik taraflarının, daha sonra da Karesi ilinin alınması ile başlamaktadır Karesi Beyliği gemilerinden faydalanılarak, Rumeli'ye geçen Osmanlı, 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır Saruhan, Aydın ve Menteşe beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler, Osmanlı Devleti'nin idaresine girince, onların tersanelerinden de istifade edilmişti Bu yıllarda Türk Denizciliği'nin ilk ismi Çaka Bey İzmir'de donanmasını kurmuş, daha sonra ise kızını Kılıçarslan ile evlendirmiştir Ayrıca daha sonralardan donanmamıza kadırga isimli gemiler girdi Kadırga hem küreği hem de yelkeni olan gemidir Hava Kuvvetleri ] Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından temelleri atılan Osmanlı Hava Kuvvetleri, 1911 yılında Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2 Şubesi bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir Havacılık Komisyonu'nun temellerini Fransadan satın alınan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak oluşturmuştur |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduOsmanlı Devleti Ordusu Ordu-yi Hümâyûn (Osmanlıca: اردوي همايون) Osmanlı Devleti'nin ordusudur Osmanlı Devleti Ordusu'nun tarihi iki ana döneme ayrılabilir Klasik Dönem, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu olan 1299 yılı ile 19 yüzyılın başlarındaki askeri reformlar arasındaki dönemi kapsamaktadır Modern Dönemde ordu, Hava Ordusu, Deniz Ordusu ve Kara Ordusu olmak üzere üçe ayrılmıştır Kara Ordusu Klasik Dönem Osmanlı ordu teşkilatı, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memlüklüler devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur Osmanlı İmparatorluğu Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır Yaya ve atlılardan oluşturulan kısma "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler Osmanlı Devletinin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf iki sınıf piyade ve süvari kuvveti kuruldu Osmanlı Devletinin beylik-devlet siyasetinden imparatorluk siyasetine geçişi imparatorluk içinde bağımsız güç bırakmak istemeyen, merkezi otoriteyi devşirme-kapıkulu-yeniçeri-enderun sistemiyle sağlamlaştırmak isteyen II Mehmet ile başlamıştır II Mehmet Yeniçeri ocağına büyük önem vermiş Çandarlı ailesinden sonra vezir-i azamlığa devşirme-kapıkulu kökenliler getirilmeye başlanmış ve yeniçeri-devşirme aristokrasisi Cem ve II Beyazıt arasında çıkan taht kavgasında belirleyici rol oynayarak tımarlı sipahi-Türk aristokrasisine karşı üstünlük sağlamışlardır Ayrıca bu devirde çok fazla kadın alış verişi olmuş,ilişkileri arttırmıştır Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümü ile, devletin henüz karalarda üstünlüğü, iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni devam etmekte idi Duraklama Döneminde artık ihtiyaç kalmayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazı eski askeri birlikler kaldırılmıştır Kapıkullarının sayısı 1610'larda 40000'e çıkmış, tımarlı sipahi sayısı 20000'e düşmüştür Sonuç olarak, tımar sisteminin bozulmasının en olumsuz tarafı, devletin iktisadi yapısına yansımasıdır Gerileme döneminde, Avrupa örnek alınmaya çalışılmış, teknik ve ekonomik alanlarda yapılanmaya gidilirken Donanmanın yenilenmesi gibi askeri birtakım yenileşme çabalarına gidilmiştir
Kapıkulu Ocağı Kapıkulu Piyadeleri ve süvarilerinden oluşmuştur Kapıkulu Piyadeleri; Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Cebeci Ocağı, Topçu Ocağı, Top Arabacılar Ocağı, Humbaracı Ocağı, Lağımcılar, Sakalar, Kapıkulu Süvarileri: Silahtar, Sipahi, Sağ Ulufeciler, Sol Ulufeciler, Sağ Gureba bölüğü, Sol Gureba bölüklerinden oluşmakta idi Kapıkulu Ocağı, Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu Kent güvenliğinden ve sınırların korunmasından sorumlu olan, silah olarak genellikle tüfek, kılıç, ok ve yayi kalkan, mızrak kullanan savaşçı bir sınıf olan kapıkuluların görevleri katı ve ödünsüz kurallara bağlanmıştı Bu kurallara kavanin-i yeniçeriyan denirdi Kapıkulu olacak kişinin ailesiyle ve diniyle tüm bağlarını koparması, aynı yeni doğmuş gibi, hükümdardan başka kimseye maddi ya da duygusal herhangi bir bağ hissetmemeleri gerekiyordu Osmanlı hanedan zihniyeti, Müslümanlara bu mevkilerin kapalı olmasına bahane olarak da, "gerçek bir müslümanın kul olamayacağı" görüşünü ileri sürüyordu Kapıkulu Piyadeleri Acemi Ocağı Kapıkulu ocaklarına ve özellikle Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu Bu birlikler tımarlı sipahiler, akıncılar, azaplar, voynuklar, martoloslar ve cerahorlarla destekleniyordu I Murad döneminde (1360-89) örgütsel kuruluşu tamamlanan kapıkulu ocakları, 16 yüzyılda yeniden düzenlendi Bu yapıda, yetişen kapıkulu askerleri de çok mutluydu Yeniçeri Ocağı'na asker yetiştirmek için kurulan teşkilat Rumelide arka arkaya elde edilen zaferler sonucu sınırları genişleyen Yeniçeri, Hıristiyan çocuklarından devşirme yöntemi ile yetiştirilen askerdir I Murat'ın veziri Çandar Hayrettin Paşa'nın yardımıyla kurduğu bu sistem de, devlet kendi Hırıstiyan tebasından ve bazen eline düşen harp esirlerinden bazı çocuklara el koyuyordu Acemi Oğlanı denilen bu çocuklar, önce bir tür köylü ailesinin yanına veriliyordu Orada Türkçe ve Arapça öğreniyor, İslam dininin örf ve adetlerine göre yetiştiriliyordu Devşirilir devşirilmez sünnet edilip, kendilerine bir müslüman ad verilirdi Osmanlı Devleti, daha fazla askere ihtiyaç duyuyordu Mevcut kuvvetler ihtiyaca yetmiyor ve elde devamlı bir ordu bulunması gerekiyordu Bu itibarla, esirlerden faydalanmak gayesi ile 1362 senesinde kadıasker (kazasker) Çandarlı Kara Halil ile ulemâdan Karamanlı Molla Rüstemin gayretleriyle, Sultan Birinci Murad devrinde, Pençik Kanunu gereğince Acemi Ocağı, Geliboluda kuruldu Daha önceleri, savaşta esir alınanlar, kısa bir eğitimden sonra yeniçeri yazılıp savaşa gönderilirdi Sultan Birinci Murad zamanında, esirler önce Lapseki, Çardak ve Gelibolu arasında süvari askerlerini taşıyan gemilerde beş-on sene acemi oğlanı olarak çalıştıktan ve uzun bir eğitimden geçtikten sonra Yeniçeri ocağına kaydedilmeye başlandı Acemi teşkilatına, acemi oğlanı iki şekilde alınırdı Biri, harpte esir edilen esirlerin beşte birinden, diğeri ise Osmanlı sınırları içinde yaşayan Hıristiyan çocuklarından ki, buna “devşirme” denirdi İçoğlan Çavuşları Acemi Ocağı Subayları Zülüflü Baltacı İç Saray Hizmetlisi Eski Saray Baltacısı Eski Saray Hizmetkarlarından Devşirme kanunu ile Hıristiyan tebaa evladından asker toplanarak, gayrimüslim olan Rumeli halkı, yavaş yavaş Müslüman olacak ve bu askerlerle de Osmanlı ordusu biraz daha kuvvetlenecekti Kuruluşunda Geliboluda bulunan acemi ocağının merkezi, fetihten sonra İstanbula taşınmıştır Gelibolu ocağının başında, Gelibolu ağası vardı Gelibolu Acemi Ocağı'nın mevcudu, önceleri dört yüz idi; daha sonra beş yüz olmuştur İstanbul Acemi Ocağı'nın mevcudu ise, önceleri üç bin kadardı, on altıncı asırda bu sayı, dört bine çıktı Yeniçeri mevcudu arttıkça, acemilerin miktarı da artıyordu On altıncı asır sonlarında, Bostancılarla birlikte sekiz-dokuz bine çıkan acemilerin, 17 asır başlarındaki adedi, 9406 idi Acemi Ocağı, on yedinci asır ortalarından sonra ehemmiyetini kaybetti Yeniçeri Ocağı, 1826 yılında Sultan İkinci Mahmud tarafından kaldırılınca, bu ocak da kapanmış oldu Yeniçeri Ocağı Yeniçeri, Osmanlı Devleti'nde askeri bir sınıftır Yeniçeriler, Padişah'a bağlı Kapıkulu Ocakları'nın piyade kısmıdır Yeniçeriler, Osmanlı Devleti'nin sınırlarında yaşayan yunan, sırp, arnavut gibi hristiyan topluluklarından toplanan yetim çocuklardan oluşmuştur Padişahın çevresinde bulunan yaya askerlerdir Üç ayda bir ülufe adı verilen bir maaş alırlar savaşa gittiklerindeyse sefer bahşişi alırlardı IIMehmetten İtibaren Cülus Bahşişi Almak Gelenek olmuştu Devletin ilk yüzyıllarında yararlı olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi Yeniçeri ocağı II Mahmud tarafından 1826 yılında kaldırılmıştır Yeniçeri, Osmanlı Devleti'nde askeri bir sınıftır Yeniçeriler, Padişah'a bağlı Kapıkulu Ocakları'nın piyade kısmıdır Yeniçeriler, Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesini takiben esir olarak toplanan Hristiyan çocukların küçüklükten alınarak Müslüman,Bektaşi olarak yetiştirilmesi (devşirme) ile oluşturulurdu I Murad döneminde kurulmuştur Devletin ilk yüzyıllarında yararlı olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi Yeniçeri ocağı II Mahmud tarafından Vaka-i Hayriye olayı ile kaldırıldı Avrupa'da kurulan devamlı ordulardan iki asır önce vücuda getirilmiş olan Yeniçeri birliğinin, Orta Çağ Avrupa'sının gördüğü en elit askerlerden oluştuğu tartışmasız bir gerçektir Padişahların, Yeniçeri Ocağı'nın 1 Orta'sına kayıtlı birer asker olmaları da, kendilerine verilen önemin bir göstergesidir Aslen Piyade birliği olan yeniçeriler yaya askerlerden oluşurlardı 1299'da Söğüt'te kurulan Osmanlı Beyliği'nin kurucuları olan Oğuzların Kayı boyu 1220'li yıllarda Anadolu'ya gelip yerleştikleri bilinmektedir Yaklaşık üç bin atlı askerden oluşan bu beylik zamanla Balkanları istilaya başlamıştır Bu noktada Osmanlı Devleti piyade askerine ihtiyaç duymaya başlamıştır Avrupa savaş sanatında görülen değişimlerle birlikte yavaş yavaş piyadeler önem kazanmaya başlamışlardır Orhan Gazi'nin son dönemlerinde Türklerden oluşan bir piyade ordusu kurulmak istense de Türkler aslen atlı savaşçılardı ve yaya olarak savaşmayı hakaret olarak gördüklerinden bunu kabul etmemişlerdi Son Balkan fetihleri ile kendi devletlerinde azınlık durumuna düştüklerinden dolayı bu kadar önemli bir kaynağı harcamak istemeyen I Murat (Hüdavendigar) Çandarlı Kara Halil Paşanın tavsiyesiyle bir dönem kendileri gibi bu nüfus açmazına düşen Selçuklu Devleti'nin ve diğer islam devletlerinin de uyguladığı Hristiyanları kullanma (Memlûk tarzı askerler) yolunu padişaha önermiştir Bu öneriyi çok beğenen padişah derhal 1600 hristiyan gencin Bursa'ya yollanıp eğitime başlanmasını istemiştir böylelikle meşhur yeniçeri ocağı kurulmuştur Bazı kaynaklarda bu kuruluşun 1365 yılında olduğu söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bu 1362 yılında olmuştur İhtiyaca göre zamanı değişse de genel olarak her beş yılda bir bu işle görevli memurlar Rumeli Eyaletinde genelikle Makedonya, Bosna ve Kuzey Yunanistan'da (Batı Makedonya, Orta Makedonya, Doğu Makedonya ve Trakya) hristiyan köylerine gider ve köylerde buldukları genç sağlıklı bu hristiyanları toplarlardı sonra bu gençler Bursa ve İstanbul çevresindeki müslüman ailelere bir süreliğine verilir ki böylelikle İslam dinini ve Türk geleneklerini öğrenmeleri sağlanırdı Tabi ki zaman zaman bu genç hristiyanları ailelerinden almakta zorluklar çıksa da bir çok aile bu işe gönüllü oluyolardı[kaynak belirtilmeli] çünkü bu sekilde hem gençler iyi bir eğitim alırlar ve devlet içersinde önemli görevlere gelebilirlerdi hem de oralarda asla elde edemeyecekleri bir servet sahibi olma şansı yakalıyolardı Yeniçeri ocağındaki askerler Sultanlar gibi sünni-Hanifi değil alevi-bektaşi idiler Bunun nedeni bu erken Osmanlı döneminde Anadolu nüfusunun yarısından çoğu Orta Asya'dan yeni gelmiş göçer topluklardan oluşuyolardı Alevi geleneği Orta Asya'da o dönemde göçer hayata daha uygun olduğundan dolayı sünnilikten daha yaygındı İşte Anadolu'da müslüman ailelere verilen bu hristiyanlar burda alevi İslamı öğreniyolardı 16 yy'da nüfusun çoğunluğu sünni olmasına rağmen[kaynak belirtilmeli] onlara farklı bir aidatlık duygusu veren ve geleneklerine çok bağlı olan bu askerler 19 yy'da kaldırılmalarına kadar bu geleneği sürdürdüler Bir süre sonra bu koruyucu ailelerden alınan gençler sarayda padişahın hemen yanında sıkı bir askeri eğitime alınırlardı Evlenmeleri ve ticarete atılmaları kesinlekle yasaktı Yeni aileleri ocaktaki arkadaşları ve yeni babaları kendisi de bir numaralı yeniçeri olan padişahtı İşte bu kardeşlik ve bir yere ait olma duygusu ve disiplinli eğitimleri onlara savaş meydanlarında çok önemli bir güç haline getiriyordu Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda, orduya bin kadar yeniçeri alınmıştı Zaman içersinde sayıları değişse de 1582 yılında -ki bu yılda Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştı- kendisi de bir yeniçeri kumandanı olan zamanının en büyük tarihçilerinden Mustafa Efendi'nin künhül-ahbar'da yazdığına göre sayıları 15000 di Bu rakam imparatorluk ordusunun çok büyük kısmı atlı sipahilerden oluştuğu anlaşılmaktadır ki tımarlı sipahiler devşirme değil tamamen Türklerden oluşurdu Avrupa'daki ve Asya'daki fetihler bu ordu ile gerçekleştirilmiş 1590 dan sonra sayıları hızla artmaya başlamıştır ki bunun nedenleri arasında savaşlarda artık atlı askerlerin önemini kaybetmeleri vardır Ms 4 yy'da piyade süvariye karşı savaşlarda önemini yitirmişti Aslen piyade ordusu olan Roma imparatorluğu da bu devirde yıkılmıştı Türkler, Moğolar ya da Araplar aslen süvari savaşcıları olmalırının avantajını kullanarak büyük fetihler gerçekleştirmişlerti Avrupa bunlara karşı atlı savaşçısı olan şovalyeyi geliştirmiştir fakat çok mağliyetli ve ağır olan bu savaşçı türü maliyeti düşük ve hızlı bozkır savaşcıları karşında dayanamamıştır 17 yy'da piyade ateşli silahların kullanımı ile tekrar süvariye karşı güç kazanmıştı Bu dengesizliği gidermek için bu yydan itibaren Osmalı'nın piyade sınıfı olan yeniçerilerin sayısı hızla artmış fakat gerekli modern devrimleri yapılmamasından ve disiplin altına alınamamalarından dolayı devletin başına sayıları orantasında gittikçe bela olmaya başlamışlardı |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduGenel Yapısı 19 yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanından itibaren (1451), Sekban bölüğünün de katılımıyla iki sınıf haline gelmiş 16 yüzyıl başlarında ise "Ağa" bölüğü denilen üçüncü bir kısım daha teşkil edilmiştir Yaya bölükleri peyderpey artarak 101 bölüğe kadar çıkmıştır Ağa bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34 rakamına kadar yükselmiştir Fatih Sultan Mehmed Han zamanına kadar sayıları üçbinden az olan yeniçeriler Fatih'in tamamen kendisine bağlı köle-asker köle-bürokrat kurma siyaseti sonuncunda eski Türk soyundan yöneticilerini ortadan kaldırması neticesinde 17 bine kadar yukselmişti Fatih'in ölümüne yakın bu siyaseti bırakıp sadrazamlığa bir devşirmeyi değil Mevlana'nın torunlarından Konyalı Mehmet Paşayı getirmesi ile bu sonradan İslama döndürelen kölelerden hoşlanmayan paşanın siyaseti sonucu sayıları 8 bine indirilmişti Fatih'in ölümünden sonra kendilerine ortadan kaldırmak istiyen ve tamamen Türklerden kurulu bir ordu kurmak istiyen bu paşaya karşı yeniçeriler isyan etmişlerdir ki bu tarihteki ilk büyük yeniçeri isyanıdır paşayı öldürüp yerine başka bir devşirmeyi başa geçirmişlerdir Fakat denge siyasetini çok iyi gözeten ve güçlü hükümdarlar olan 2 Beyazıd, Yavuz ve Kanuni Sultan Sülayman devrinde sayıları 12 binde sabit tutulmuştur Yeniçeriler, başlarına börk ismi verilen beyaz keçeden bir başlık giyerlerdi Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer almaktaydı Yeniçeriler börklerini eğri, subayları da düz giyerlerdi Fâtih kanunnâmesinde belirtildiğine göre yeniçeri taifesine her yıl beşer zira lacivert çuka ve otuz iki akça "yaka akçası" ile her birine başına sarması için altışar zira astar verilmesi hükmü konmuştu Her yeniçeri bölüğüne "Orta" denirdi Her ortanın da komutanı olan ve "Çorbacı" denilen bir subayı bulunurdu Sekban ve Ağa bölüklerinde bu komutana "Bölükbaşı" denirdi Yeniçeri ocağının en büyük komutanı "Yeniçeri Ağası" idi Yeniçeri Ağası, ocağın kuruluşundan 1451 yılına kadar ocaktan seçilirken bu tarihten sonra Sekbanbaşılardan tayin edilmeye başlandı Bununla beraber bu kanun daha sonra değiştirilerek ocağın dışından olan kimseler de tayin edilmiştir Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı ile Acemi Ocağı işlerinden sorumlu idi Bundan başka İstanbul'un asayişi ile de ilgilenir ve yanında bulunan bir heyetle kol dolaşıp güvenliği sağlardı Bu sebeple hükümdarlar, bunların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına dikkat ederlerdi Yeniçeri Ağalarının azil ve tayini 1593'e kadar doğrudan padişah tarafindan gerçekleştirilirken, bu tarihten itibaren veziriazamlar tarafından yapılmıştır Yeniçeri Ocağı'nın en büyük komutanı olan Yeniçeri Ağası'ndan başka Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası veya Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Turnacıbaşı, Muhzir Ağa ve Baş çavuş da ocağın büyüklerindendi Bunlardan başka bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardı Yeniçeriler, maaşlarını (ulûfe) üç ayda bir alırlardı Bu konuda ocağın en büyük âmiri olan Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer arasında fark yoktu Onun için Yeniçeri Ağası da bu ulûfe işine dahil edilirdi Ulûfe, pâdişahın nezâretinde büyük bir törenle her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi Hicrî kamerî takvime göre dağıtılan ulûfenin Salı günü verilmesi kanundu (yeniçeri tarihte hacıbektaş çocukları denirdi) Yeniçeriler bektaşi kurallara göre yetiştirilirdi ve yanlarında seferlere giderken alevi-bektaşi dede babalarda eşlik ederdi 2 Beyazıd zamanında yeniçeriler tüfeklerle donatılmaya başlanmışlardı ki dünyada butun bir ordunun bu şelkde donanılması bir ilkti ve bu onlara savaş meydanlarında cok önemli avantajlar sağlamıştır(2 Beyazıd'tan sonra tahta geçen Sultan Selim Mısırı ve İrananın bir bölümünü 8 sene gibi kısa bir sürede bu sayade fethetmiştir çünkü hem Memlük hem de Safevi ordusunda ateşli silahlar çok küçük sayılardaydı Yeniçerilerin, Bektaşi Dergahlarına tabi olması, zaman ile devlet içinde önemli bir yer edinen sünni-hanefi ulemanın tepkilerini çekmekte gecikmemiş ve ulema tarafından bir çok yenilik ve ilerlemenin karşısında yeniçeriler varmış gibi gösterilmesine neden olmuştur Yeniçeri ocağı; İstanbul' un asayişini sağlar, devlet mekanizması tarafından öngörülen vergilendirme ve gümrük işlemlerini yerine getirir aynı zamanda İstanbul' un yangından korunması gibi çok önemli bir görevi de yerine getirirdi Yeniçeri ocağı mensuplarının askerlikden başka işler ile de iştigal etmesi sonucu İstanbul' da yeniçeri mensuplarından oluşan bir esnaf grubunu da ortaya çıkarmıştır Savaşa giden yeniçerilerin ailelerinin iaşesi ve bakımı, İstanbul' un emniyeti, yangından korunması, İstanbul ahalisinin muhafazası gibi görevleri; savaşa gitmeyen ve İstanbul' da kalan yeniçeriler tarafından yerine getirilmiştir Yeniçeri Ocağının çıkardığı en meşhur kişilik; Mimar Sinan' dır Yeniçeri ocağının kaldırılması Yeniçeri teşkilatının kaldırılıp yerine başka bir silahlı birimin kurulması için yapılan çalışmalar neticesinde; önce Sekban-ı Cedit ocağı sonrasında da Eşkinci Ocağı kurulmuş; ancak anılan birimler çeşitli sebeblerden dolayı kapatılmıştır 19 ncu yüzyılın ilk çeyreği içerisinde; Yeniçeri Ocağının kaldırılması konusu ile en fazla ilgilenen padişah olan 2nci Mahmut; nihayetinde Yeniçeri Ocağını lağvetmiş, tüm üyelerini öldürtmüş, eski yeniçeri mezar taşlarının tümünü kırdırtmış, Yeniçerilere ait tüm hatıraların silinmesi sağlanmış ve olayı "Vaka-ı Hayriye" olarak lanse etmiştir(1826)Bu dönem içerisinde Yeniçeriler hakkında hristiyan oldukları, savaştan kaçtıkları, bir çok melanet ve hıyanet içerisinde olduklarına dair haksız ve asılsız iddialar yürütülmüştür Yeniçeri Ocağının kaldırılması ile "Asakir-i Mansure-i Muhammediye" isminde bir silahlı birim kurulması sağlanmıştır Ancak, süreç içerisinde gelişen olaylar; yeniçeri Ocağının kaldırılmasının büyük bir hata olduğunu da ortaya koymuştur Karakullukçu En Kıdemsiz Yeniçeri Eri Usta Küçük Rütbeli Yeniçeri Subayı Karakullukçu Baş Çavuş Yeniçeri Ağasından Sonra Gelen Üçüncü Amir Kul Kahyası Yeniçeri Ağasından Sonra Gelen İkinci Amir Kapıcı Başı Saray Kapıcılarının Subayı Orta Çavuşu Baş Çavuşun Yardımcısı Çuhadar Yeniçeri Ocağının Hükümet Nezdindeki Mümessili Divan Çavuşu Hükümet Toplantılarında İntizamı Temine Memur Yasakçı Elçilikleri Muhafazaya Memur Yeniçeri Baş Karakullukçu Karakullukçuların Amiri Karakullukçular Yeniçeri Ocağında En Kıdemsiz Erler Orta Sakası Her Yeniçeri Birliğinde Bulunan Sucu |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduCebeci Ocağı Cebeci Ocağı, Osmanlı ordusunda, silahların temin edilmesi, korunması ve sefer zamanında cepheye götürülmesiyle görevli kapıkulu ocağı idi Ocağın mensuplarına, Cebeciler denilmekteydi Cebeci Ocağı, Fatih Sultan Mehmet zamanında kurulmuştur İlk zamanlarda bu ocağın mensupları, yeniçeriler gibi, acemi oğlanlar arasından seçilmekteydi Bunlar, ocağa "şâkird" yani 'öğrenci' sıfatıyla alınırlar, sonra asıl Cebeciler arasına geçerlerdi Maaş defterlerinden anlaşıldığına göre Cebeciler, 59 bölük ve 37 orta bölük olmak üzere 96 odaya ayrılmıştı Cebeci ortaları, silah yapan, tamir eden, barutları geliştiren ve savaş araç-gereçlerini hazırlayan sınıflardan oluşuyordu Bunların arasında ayrı bir sınıf olarak, humbara dökücüleri, barutçular ve lağımcılar da vardı Cebecilerin en büyük subayına, Cebecibaşı adı verilirdi Cebecibaşılık makamı boşaldığı zaman, başkethüda bu makama tayin edilirdi Ancak bazen, Cebehâne başçavuşunun, hattâ sonraları ocak dışından da, Cebecibaşı tayin edildiği olmuştur Cebecilerin, rütbe bakımından, Cebecibaşı ve dört kethüdadan sonra sırasıyla, cebeci başçavuşu, büyük ve orta kumandanları, odabaşıları ve küçük subaylar gelirdi Ocağın hesap işlerine "Cebeci Kâtibi" bakardı Bir minyatürde cebeci Cebeciler, başlarında iki ucu omuzlarına doğru sarkan ve dört tarafı yeşil çuha olan şebkülah denilen serpuşu giyerler ve merasim esnasında bunun üzerine tüy takarlardı Cebecilerin malûl ve ihtiyarları, ocaklarının kanunu üzere belli miktarda aylığa bağlanarak emekliye ayrılırlardı Cebehâne, Ayasofya Camii karşısında, son devirde yanmış olan adliye binasının yerinde idi Burada zabit ve neferlerin odaları, silah ve sair harp malzemesi tamirhanesi ve depo bulunuyordu Cebehâne için lâzım olan mamul ve gayri mamul bütün eşya, bu depoda bulunurdu Yeniçerilere ait cebe (zırh) üzerlerinin kumaşları, tolga kılıfları, zırh keseleri, meşin, bakır, pamuk ipliği, keten, çelik, kayık, tüfenk maşası, cebehâne ambarında bulunan eşyadan bir kısmıdır Bunlardan başka kürek, kazma ve bunların sapları, tüfenk kundağı ve diğer imal edilmiş malzemeler, hep burada bulunur ve yapılırdı Bu eşyadan gerekli olanların donanmaya ve kalelere gönderilme sorumluluğu Cebecibaşıya aitti Cebehâne'de levazım azaldığı zaman, bu noksanı Cebecibaşı dîvâna arz eder ve noksanlar tamamlanırdı Yeniçeriler, devlet merkezinde bulunurlarken tüfenk taşımaları yasak olduğundan, bunların talim zamanlarında kullanacakları tüfenkleri, Cebecibaşı verir ve işleri bitince yine geri alırdı Kalelere silah ve cephane gönderilmesi, oradaki cephanenin muhafazası, Cebeci Ocağı tarafından gönderilmiş olan Cebecilere aitti Bu kalelerdeki silah, cephane ve barut gibi harp levazımının muayeneleri ve işe yarayıp yaramayacağının tetkiki, Cebecibaşı tarafından yapılırdı Kalelerde hizmet eden Cebeciler de, Yeniçeriler gibi üç sene müddetle kale hizmetinde bulunurlar ve sonra merkeze getirilip, yerlerine başkaları gönderilirdi Bu cebecilerin başlarında zabitleri bulunurdu Savaş zamanında, yeniçerilere ait harp levazımatı, Cebeciler vasıtasıyla katır ve develerle nakledilir ve harp mıntıkasına girildikten sonra, kendilerine dağıtılırdı Ordu, savaş meydanında yerini aldığı zaman, Cebeciler ordunun merkez cephesinin gerisinde bulunurlardı Cebecilerin sayıları, devirlere göre artıp eksilme göstermiştir Kanunî devrinde sayıları 700 iken, 1570 yılında 4000, Eğri Seferi'nde 3000, IV Murat devrinde 7000 - 8000 olmuş, 1702 yılında ise 2500e kadar indirilmiştir 1826 yılında, II Mahmud, yeniçerilerle birlikte artan itaatsizlikleri dolayısıyla Cebeci Ocağını da kaldırmıştır Daha sonra, modern bir anlayışla Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediyye ordusunun kurulmasıyla birlikte, 1054 neferden meydana gelen yeni bir Cebehâne sınıfı kuruldu Sağ ve sol kol olarak tertip edilen ve birer Bölükbaşının kumandanlığı altında idare olunan bu yeni teşkilat, 1860'a kadar varlığını korumuştur Topçu Ocağı, Osmanlı İmparatorluğu'nda Kapıkulu Ocakları'nın yaya kısmına mensup, top dökmek ve kullanmakla vazifeli askerlerin bağlı olduğu ocaktır Sultan I Murad devrinde yeniçeri ocağının teşkilinden hemen sonra, acemi ocağından alınan askerlerle ilk olarak topçu ocağı kuruldu İstanbulun fethinden sonra, Galata suru dışında Tophane denilen yerde topçu kışlaları ve sabit top dökümhânesi yapıldı Zaman içinde, Belgrad, Budin, Temaşvar, İşkodra, Gülamber, Provişte gibi yerlerde ihtiyaca göre tophaneler kurulup top döktürüldü Topçu ocağına sertopi adıyla da anılan topçubaşı nezaret ederdi Onun emrinde bulunan dökücübaşı (serihtegân), dökümhâneden sorumluydu Onun da maiyetinde; yardımcısı, tâmirci, dökümcü, burgucu, yamacı, demirci, marangoz gibi zanaatkârlar bulunurdu Tophanenin, hesap ve alım-satım işlerine tophane emini bakardı İmalât ve ihtiyaçlarından da Tophane Nazırı mesuldü Topları kullanmak ise, ağa bölükleriyle cemaat ortaları'nın vazifesiydi Beş ağa bölüğü ve yetmiş cemaat ortası vardı Her orta veya bölükte bir çorbacı, bir odabaşı ve diğer küçük rütbeli subaylar bulunurdu Ocak kethüdası, ocak çavuşu ve katibi de, bu ocağın büyük amirleriydi Topçu ocağı, sarı-kırmızı bayrak taşırdı ancağ Keçeli Nefer Yeniçeri Neferi Nizamı Cedid Binbaşışı Selim III Kurduğu Yeni Orduda Binbaşı Topçu Başı Topçu Kumandanı Binbaşı Mahmud IInin Kurduğu Yeni Orduda Binbaşı Suvari Topçu Neferi (sol), Piyade Topçu Yüzbaşı (orta), Suvari Topçu Neferi (sağ) Top Arabacılar Ocağı Osmanlılarda kapıkulu ocaklarının yaya kısmından büyük topları cepheye taşımak için kurulan teşkilât Muhtemelen 15 yüzyılın sonlarında kurulmuştur Önceleri acemi ocağından neferler alınırken, 17 asırdan îtibâren ocak arabacılarının evlâtlarından ve kul kardeşlerinden alınmaya başlanmıştır İstanbulda ikâmet ettikleri gibi nöbetleşe kalelere de giderlerdi Kapıkulu topçusunun bulunduğu yerlerde, top arabacıları da bulunuyordu Tophânede îmâlâthâneleri, Ahırkapıda ahırları, Şehreminide kışlaları vardı Ocakta; arabacıbaşı, kethüda, başçavuş, kethüda yeri, ocak kâtibi, bölükbaşı, odabaşı ve halife ünvanlı subaylar görev yapardı Arabacıbaşı nezâretinde; nefer sayıları birle-elli iki arasında değişen, altmış üç top arabacıları bölüğü vardı |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduHumbaracı Ocağı Humbaracı Ocağı, Osmanlı Devleti'nin askeri teşkilatı'nda humbara yapan ve bunu kullanan sınıfın bağlı olduğu ocak Kumbaracı ocağı da denilmektedir Humbara, demir veya tunçtan dökülmüş el bombasıdır Humbaracılık, Osmanlı Devleti'nde 16 yüzyılda Mustafa ismindeki bir topçu bölükbaşısının ilk tunç humbara dökümhanesini kurmasıyla ortaya çıkmıştır 1729'da Osmanlıya ilticâ eden ve Müslüman olduktan sonra Ahmed ismi verilen Kont Bonneval tarafından geliştirilip düzenlendi 1783'te Sadrazam Halil Hamid Paşa humbaracılar için yeni düzenlemeler getirdi ve 1792'de çıkarılan bir nizamnameyle humbaracıların yetkileri arttırıldı Humbaracılar, Ahmed Paşa'nın çabalarıyla ordunun en disiplinli ve düzenli sınıfı durumuna gelmişti Humbaracı Ocağı'nın ıslahı ilk olarak 18 yüzyılda, Humbaracı Ahmed Paşa ve Sadrazam Osman Paşa'nın isteği üzerine gündeme gelmiştir 1731'de ıslah projesi hazırlandı ve iki yıl sonra da Üsküdar'da Humbaracı Ocağı kuruldu Böylece Bosna'dan 300 ulufeli humbaracı adayı ile çeşitli kalelerden seçilen 300 tımarlı humbaracı eğitime başlayarak humbara imalathanesi kurulması yolunda adımlar atıldı Bir yasa ile tımarlılar 25'er kişilik gruplar halinde İstanbul'a giderek eğitim almaları sağlandı Kapıkulu Ocağı'ndaki bozukluklar ve düzensizlik zamanla Humbaracı Ocağı'nı da etkilemeye başladı 1826 yılında Vaka-i Hayriye sırasında Humbaracıların devletin tarafında olarak topçu ve cebecilere destek olmuştur Humbaracı Ocağı, Sultan II Mahmud zamanında Asakir-i Mansure-i Muhammediyye'nin kurulmasıyla kaldırılmış fakat varlığını Sultan II Abdülhamid dönemine kadar sürdürmüştür Lağımcılar Osmanlı Askeri Teşkilatı'nda yeniçerilerin içinde bir ocaktır Görevleri özellikle kale kuşatmalarında tünel kazarak sur duvarlarına ulaşmak ve surları alttan havaya uçurmak veya kale içine kadar tünel kazarak kaleyi içten fethetmektir Ateşli silahlarla yapılan savaşlarda da karşı sipere kadar tünel kazılıp bomba ile patlatılırak düşman askerine ve siperlerine zarar verilir Lağım (tünel) kazma günümüzde de kullanılan bir savaş taktiğidirBu taktik sayesinde savaşlar daha kısa sürede kazanılmıştır buna örnek olarak ise İstanbul'un fethi verilebilir Ama her ne kadar bu etkili bir taktik olsa da Bizans'a karşı hiçbir zarar vermemiştir Lağımcılar aynı zamanda bomba işleri ile ilgilendikleri için çoğu zaman bomba yapımıyla uğraşmışlardır Sakalar Osmanlı ordusunun yardımcı kuvvetlerinden Görevleri savaşta askerlere su dağıtmaktır |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduKapıkulu Süvarileri İstanbul dışında oturan süvari (atlı) birliklerdir Savaşta hükümdar çadırını, sancakları ve hazineyi korurlardı Sipahi, sihahtar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler ve sol garipler olarak bölümlere ayrılırdı Silahtar Savaşta padişahın yanında durup padişahı korurlardı Sipahi (Osmanlı Türkçesi: سپاهی) Osmanlı ordusunun ağır süvari sınıfı askeri Tımar sahibi olan Tımarlı Sipahiler ve Kapıkulu Ocağı'na bağlı Kapıkulu Sipahileri olmak üzere ikiye ayrılır Tımarlı Sipahiler Klasik çağ Osmanlı ordusunun belkemiğini oluşturan Tımarlı Sipahiler, ordu içindeki en kalabalık asker sınıfını oluşturur Tımarlı sipahilerin Osmanlı askeri ve idari sistemi içindeki konumları Avrupalı tarihçilerce Orta Çağ Avrupası'nın şövalye sistemi ile karşılaştırılmalarına ve bazı kaynaklarda "Osmanlı şövalyeleri" olarak tanımlanmalarına neden olmuştur Kökenleri Sipahi Tımarlı sipahi sınıfı temel olarak Türk atlı göçebe hayat tarzından kaynaklanan, Alp veya Batur olarak adlandırılan beye yeminle bağlı, asil, atlı savaşçı tipinin Klasik Osmanlı çağındaki ifadesidir Bu asker sınıfı, Türklerin Ön Asya'ya göçerek yerleşik devletler kurması sürecinde bir profesyonel ordunun yaratılması amacıyla, göçebe savaşçı sisteminin yerleşik hayat düzenine uyarlanmasıyla doğmuştur Büyük Selçuklu Devletinde "ıkta" adını alan ve daha sonraki süreçte "dirlik" olarak Türkçeleştirilen bu idari ve ekonomik sisteme bağlanan ve sipahilik ("sipahi" Farsça: silahşor, asker) adını alan bu savaşçı sınıfı Büyük Selçuklu ordusunun temelini oluşturmuş; daha sonra Büyük Selçuklu Devletinin mirasçısı olan Anadolu Selçuklu ve diğer Türkmen devletleri de tımarlı sipahi sistemini geliştirerek sürdürmüşlerdir Anadolu Selçuklu Devleti'nin halefi olan (ve Ertuğrul Gazi'nin Söğüt ve Domaniç bölgesini Anadolu Selçuklu Hanı'ndan tımar olarak aldığı düşünülürse kendisi de kuruluşunu bu sisteme borçlu olan) Osmanlı Devleti tımarlı sipahi asker sınıfını da diğer kurumları ile beraber miras almış, devletin genişleyerek Anadolu'ya yayılması sürecinde Sultan 1 Murad Han zamanında tam anlamıyla düzene oturmuştur Özellikleri Tımarlı sipahilerin temel vazifesi savaş zamanında savaşa katılmak, barış zamanında bulundukları bölgenin güvenliğini sağlamak ve Tımar sistemine göre tımarı dahilindeki halktan vergi toplayarak bununla hem kendini geçindirmek, hem de tımarının büyüklüğüne göre asker yetiştirmekti Böylece hazineye yük olmadan ve ayrıca masraf gerektirmeden ordunun insan, silah, malzeme ve eğitim açısından her an harbe hazır olması ve barış zamanı da ülke genelinde asayişin korunması sağlanıyordu Timarlı sipâhiler tamâmen Türk soyundan gelirdi Hatta bu durum tımarlı sipahi kanunnamesinde özellikle belirtilerek Türk soylu olmayanların sipahi olması yasaklanmıştır Bu yasağın kökeninde tımarlı sipahiliğin Oğuz kabile toplum sistemine dayanan kökenleri olduğu düşünülmektedirBu sebepten ötürü sadece nüfus çoğunluğunun Türk olduğu eyâletlerde timar ve zeâmet teşkilâtı yapılmıştır Tımar her eyâlette bulunmazdı Meselâ Cezâyir, Tunus, Trablusgarb, Mısır, Yemen, Bağdat gibi eyâletlerde tımar ve zeâmet yoktu “Ednâ” denilen küçük timar sâhipleri er ve erbaş; “evsâf” denilen orta tımar sâhipleri astsubay; “âlâ” denilen büyük timar sâhipleri küçük rütbeli subay derecesindeydiler Küçük zeâmet sâhipleri binbaşı, orta zeâmet sâhipleri yarbay, büyük zeâmet sâhipleri alay beyi rütbesindeki yüksek rütbeli süvâri subaylarıydı İki türlü tımarlı olurdu: Tezkireli ve tezkiresiz Tezkireli tımarlılar, tımarı merkezden, yâni İstanbulda Dîvân-ı Hümâyundan doğrudan doğruya alanlardır Tezkiresiz timarlılar ise dirliklerini Beylerbeyinin arzı üzerine alırlardı Bir tımarın ilk üç bin akçalık çekirdek kısmına kılıç gerisine terakki denilirdi Her üç bin akça için sipâhi yanında kendisi gibi atlı ve teçhizatlı bir asker getirmeğe mecburdu Cebeli (cebe: zırh) denilen bu erler, sipâhinin çocukları, kardeşleri, akrabâsı olacağı gibi, toprağı işleyen herhangi bir kimse de olabilirdi Bâzı tımarlarda kılıç iki bin akçaya, hatta daha aza düşebiliyordu Bâzı timarlarda ise en çok altı bin akçaya kadar çıkabiliyordu Sefer ilân edilince sipâhiler, Seraskerin bulunduğu yere gelir, yoklama olurlar, dirlik sipâhileri ve cebelileri ayrı ayrı deftere yazılırdı “Sipâhi ve cebeli falanca paşanın defterlisidir” diye bilinirdi Sefere dâvet olunup da sefere iştirak etmeyen sipâhinin elindeki timar zaptolunur, başkasına verilirdi Kânunen götürmek mecburiyetinde oldukları cebeliyi getirmeyenler ve götürüp de kaçanların yerlerine diğerlerini tedârik edemeyenler hakkında da aynı muâmele tatbik olunurdu Yığınak emri gelince her tımar sâhibi, cebelileriyle berâber, kendi kazâsının belirli yerinde toplanırdı O kazâdaki timarlılar, çeribaşı denilen sipâhi yüzbaşısının emrinde bulunurlardı Çeribaşı da alay beyinin emrine giriyordu Alayını toplayan alay beyi, sancak beyine gidip hazır olduğunu bildiriyordu Kendi mâliyet askerini de alan sancak beyi, bu sipâhi alayıyla berâber, beylerbeyine katılmak üzere harekete geçiyordu Bu iş büyük bir süratle yapılıyordu Beylerbeyilerin izin vermesiyle sancak beyleri tarafından bir kısım sipâhiler memleket muhâfazası için yerlerinde bırakılabilirdi Sipâhi sefere gittiğinde yerine vekil olarak bıraktığı korucu, dirlik sâhibinin yokluğunda toprağın muntazaman işlenmesine nezâret ederdi Eğer sipâhi harbin uzaması hâlinde kışı hudutta geçirmek emri alırsa, dirliğine harçlıkçı denilen bir vekil göndererek, yıllık gelirini bulunduğu yere getirtirdi Timar ve zeâmet; sâhibi ölünce, ekseriya büyük oğluna, yoksa kardeşine veya yeğenine verilirdi Fakat bunun için timar ve zeâmetin bağlı olduğu alay, vârisin toprağı idâre edebilecek kâbiliyet ve şartlara hâiz olduğuna şehâdet ederlerdi Zâten bir sipâhi subayı, yerine geçecek birini yıllar boyunca hazırlayıp, yetiştirirdi Bu sûretle dirlik tecrübesiz insanların eline geçmezdi Timar ve zeâmet sâhipleri, arâzileri üzerindeki toprakları üç yıldan fazla işlemezlerse, dirliklerini kaybederlerdi Toprak işlememek, Allahü teâlâya karşı bir günah sayılırdı Zîrâ toprak sâyesinde Allahü teâlânın kulları beslenirdi Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamânında timarlı sipâhiler, en parlak devrini yaşadı Bu zamanda 166200 timarlı sipâhi vardı; bunun 74000i Rumeli, 91600ü Anadolu timarlı sipâhisiydi Bu sûrette Türk atlı ordusu, iki orduya ayrılırdı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu Meydan muhârebelerinde ordu düzeninin sağ ve sol kanatlarını bu iki ordu teşkil ederdi İlk zamanlarda, Rumeli timarlı ordusunun kumandanı Rumeli Beylerbeyi, Anadolu timarlı ordusunun kumandanı da Anadolu Beylerbeyi idi Fakat sonradan bu iki kanada da pâdişâh tarafından seçilen vezirler kumanda etmeye başladı Sultan Süleyman Han devrinde bu iki ordu o derece büyüdü ki, sefer Avrupada olduğu zaman çok defâ Anadolu sipâhi ordusu çağrılmaz veya bâzı birlikler çağrılırdı Sefer Asyada ise, Rumeli askerleri ya çağrılmaz veya bâzı birlikleri sefere katılmak için istenirdi Silahları ve Savaş Taktikleri Tımarlı sipahiler askeri olarak "ağır süvari"kategorisine girmektedir Savaşa kendileri ve atları tam zırhlı olarak katılan Tımarlı sipahilerin tipik zırhları: göğüs, karın ve sırtı birbiri üzerine bindirilerek perçinlenmiş şeritler halindeki çelik levhalarla desteklenmiş etekte dize, kollarda dirseğe kadar uzanan örme zırh, yine çelik levha ve zincirden yapılan ve bacakları koruyan "dizçek", yekpare çelik veya bronzdan yapılmış ve önkolu koruyan "kolçak" ve çelik veya tombaktan hareketli burunluklu ve zincir enselikli Türk tipi miğferden oluşmaktadır Uzak mesafede at üzerinde ok ve yay ile cirit kullanan tımarlı sipahiler göğüs göğüse muharebede kargı, sagir balta, şeşper, bozdoğan, topuz, eğri Türk süvari kılıcı ve kama kullanırdı Kalkanları ise çelik, bronz veya madeni göbekli ibrişim sarmalı söğüt dallarındanyapılmış hafif, orta boy yuvarlak kalkanlardı Kanuni döneminden itibaren hafif ateşli silahların da etkin olarak savaş alanına girmesiyle at üzerinden ateşlenebilecek karabina ve piştov gibi ateşli silahlar da sipahilerin silahları arasına girdi Tımarlı Sipahiler has ordunun merkezi teşkil ettiği savaş düzeninde sağ ve sol kanatlarda yer alırdı "Kaz kanadı", "Hilal" veya "Turan taktiği" olarak adlandırılan stratejide akıncıların sahte saldırı ve geri çekilmelerini takip ederek saldıran düşman birliklerinin ardını alarak çembere almak ve çevirdiği düşmanı göğüs göğüse mücadelede imha etmek tımarlı sipahilerin göreviydi Sipahi eğitiminde binicilik en önemli unsurdu Özellikle süvari okçuluğu becerisine önem verilirdi Sipahi adaylarına kemankeşlik, cirit, matrak ve çevgen oyunları, kılıç başta olmak üzere silahların kullanımı ve karakucak güreş öğretilirdi Sonuç [değiştir] 17 yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik ve siyasi olarak duraklamaya girmesi, askeri zaferlerin azalarak savaşların uzaması ve tımar sisteminin istismar edilmesi gibi sebeplerle gittikçe yoksullaşan tımarlı sipahi sınıfı bozulmaya başladı Nihayet Sultan Abdülmecîd Hanın 19 Ocak 1841 fermanı ile kalan son tımarlı sipahileri tımarlarına ölene kadar sahip olmak şartıyla emekliye sevk etmesi ile Büyük Selçuklu döneminden beri Anadolu ve Ön Asya Türklüğünün idari ve askeri aristokrasisi ve bürokrasisini oluşturan tımarlı sipahi sınıfı resmen sona erdi Kapıkulu Sipahileri Sipahi Kapıkulu Sipahileri padişahın özel ordusunu oluşturan Hassa Ordusu'nun süvari sınıfını oluşturan birliklere verilen addır Tımarlı sipahilerin aksine Kapıkulu Ocağı'na bağlı aylıklı askerlerden oluşan Kapıkulu sipahileri I Murad Dönemi'nde kurulmuştur İlkdönemlerde hassa ordusunun piyade birlikleri olan yeniçeriler gibi bu sınıfa da devşirme sistemi ile asker yetiştirildiyse de önceden ata alışık olmayan Avrupalı devşirme çocuklarına süvariliğin inceliklerini öğretmedeki zorluklar neticesinde gitgide bu sınıfa daha çok Yörük Türkmen çocukları alınmaya başlamış ve Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren de tamamen Türklerden oluşturulmaya başlanmıştır Eğitim ve harp sanatı yönlerinden tımarlı sipahilerle paralellik gösterseler de sayı olarak çok daha küçük bir birlik olan kapıkulu sipahileri parlak kumaşlar ve deri ile kaplanan hafif örme zırhlar, keçe külah biçiminde, bazen üzerine sarık sarılan gösterişli sorguçlu tombak miğferler giyer ve uzun saplı tunç teberler başta olmak üzere zengin süslenmiş silahlar kullanırlardı Görevleri savaşta padişahın yanında savaşarak yalancı geri çekilme sırasında ordunun merkezini savunmak, barış zamanı padişahı ve sarayı korumaktı Kuruluşundan itibaren hassa ordusunun piyade askerleri olan yeniçerilerle rekabet halinde olan kapıkulu sipahileri yeniçerilerin aksine Osmanlı tarihi boyunca nadiren kazan kaldırmış, bu sebepten ötürü "Atlı er başkaldırmaz"sözü Osmanlı devletinde bir deyim halini almıştır Yeniçerilerle olan rekabetleri ise Osmanlı tarihi boyunca zaman zaman kanlı bir hale dönüşmüş ve Sultan Ahmet meydanında iki gurubun zaman zaman silahlı çatışmalara girdikleri görülmüştür Özellikle Sultan IV Murad'ın saltanatını sağlamlaştırmak ve yeniçerilerin elinden iktidar gücünü almak mücadelesinde kapıkulu sipahileri payitahtta padişahı destekleyen en önemli güç olmuştur Sultan II Mahmut'un yeniçeri ocağını tasfiyesinde de kapıkulu sipahileri yeniçerilere karşı II Mahmut'u destekleyerek isyancı yeniçerilere karşı halkla beraber dövüşmüş ve bu sebepten topyekün yok edilen ve tüm malları devlete geçen yeniçerilerin aksine canları ve mallarına dokunulmayarak yeni orduya gönüllü olarak katılmalarına izin verilmiştir |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduSağ Ulufeciler Savaşta ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı Ayrıca saltanat sancaklarını korurlardı Sağ Ulufeciler,Osmanlı Devleti askeriyesinin Hassa Ordusu'nun Süvariler kısmında yer alırdı Bu bölüğe Yeşil Bayrak da denilirdi Sağ ulufeciler 120 bölükten oluşurdu Sağ ulûfeciler, seferde pâdişahın sağında yürüyen, sipahi bölüğünün sağında yürürlerdi Savaş meydanında ve ordunun konak yerinde ise, pâdişâh sancağının sağında dururlardı Hazîneyi korumak bunların görevleri arasındaydı Ulufecilerden toplam 7 kişi tayin edilen bölük subaşılığına Subaşı sıfatıyla sağ ulufecilerden 4 kişi tayin edilirdiAyrıca ordumuz için de büyük bir önemi vardı Bu yüzden sağ ulufeciler osmanlı donanmasında yer almaktadır Sol Ulufeciler Savaşta ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı Sağ Garipler [ Savaşta saltanat sancaklarını korurlardı Sol Garipler Savaşta saltanat sancaklarını korurlardı |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduEyalet Askerleri Eyalet askerleri; Yerli Kulu; Azab, Sekban , Tüfenkçi, İcareli, Lağımcılardan, Serhat Kulu: Deliler (Deli), Gönüllüler, Beslilerden, Topraklı Süvari ve Tımarlı Sipahilerden oluşmakta idi Akıncılar, savaşlarda keşif amaçlı en önden de gider,düşman hakkında ön bilgiler edinirlerdi ve Osmanlı Devleti tarihinde önemli bir yere sahiptirler Akıncılardan bin kişinin komutanına binbaşı, yüz askerin komutanına yüzbaşı ve on neferinkine de onbaşı denilirdi Bunların hepsinin üstünde de akıncı beyi denilen akıncı kumandanı vardı buna Akınal ve akıncı sancak beyi de denilirdi Modern Osmanlı Ordusu Osmanlı kara Kuvvetlerinin yeniden teşkilatlanması, Balkan Savaşları yenilgisinin hemen sonrasında başlanarak, I Dünya Savaşı öncesinde tamamlanmıştır Bu teşkilatlanmaya göre Kara Kuvvetleri, Harbiye Nezaretine bağlı dört ordu müfettişliği halinde, biri bağımsız 13 kolordu ve bunlara bağlı 38 piyade tümeni (ikisi bağımsız) ve dört süvari tümeninden oluşmaktaydı Ayrıca Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile; Çatalca, Edirne, Erzurum, İzmir Müstahkem Mevkileri de Kara Kuvvetleri Teşkilatında yerlerini koruyorlardı Çanakkale Cephesini ilgilendiren Birinci Ordu karargahıyla İstanbul'daydı ve 4 Kolordudan oluşmaktaydı Yalnız 4 Kolordu 3-4 Kasım 1914'te İzmir'e nakledilmiştir
|
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduDeniz Kuvvetleri Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmeye başlaması İzmit ve Gemlik taraflarının, daha sonra da Karesi ilinin alınması ile başlamaktadır Karesi Beyliği gemilerinden faydalanılarak, Rumeli'ye geçen Osmanlı, 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır Saruhanoğulları,Aydınoğulları ve Menteşeoğulları beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler, Osmanlı Devleti'nin idaresine girince, onların tersanelerinden de istifade edilmişti Askeri Ödenekler Osmanlı Ordusu kuruluş tarihi olan 1363 yılından yeniçerilerin kaldırıldığı 1826 yılına kadar geçen yaklaşık beş yüzyıl içinde genel kuvveti haliyle birçok değişikliğe uğrar Kanuni devrinde devletin yalnız topraklı süvarisi için yaptığı masrafların bugünkü değeri 600 milyon frank'ı geçmektedir ki bu da zamanın Fransa Hükümetinin tüm kara ordusu için harcamasına eşit bir tutardır Osmanlı Ordusu'nda eğitim Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, tersane ve donanmanın geliştirilmesi ve de tersane halkının eğitilmesi amacıyla kurulan denizcilik okulu Aşiret Mektebi, Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından, 21 Eylül 1892 tarihinde Aşiretlerin yoğun ve hakim olduğu bölgeleri muhafaza etmek için, bunların reislerinin ve ağalarının çocuklarını, Osmanlı kültürüyle yetiştirerek devlete ve saltanata bağlamak amacıyla açılan okul Aşiret çocukları subay olarak da yetiştirilmiştir Osmanlı Ordusu'nda kullanılan silahlar Osmanlı ordusunda; alemkılıç, ok, sapan, bozdoğan, topuz da denilen gürz, kamçı, döğen, balta, meç, şimşir, gaddara, yatağan, hançer, kama, mızrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zıpkın, tırpan, çatal, halbart, mancınık, müteharrik kule, şayka, zarbazen, miyane zarbazen, şahî zarbazen, şakloz, drankı, bedoluşka, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina, çakmaklı, fitilli çeşitleriyle tüfek, tabanca, zırh, karakal, miğfer, dizçek, kolçak, kalkan da düşman silâhından muhafaza için kullanıladı Mehteran Takımı Osmanlı Ordusunun moralini seferlerde yüksek tutarlar Sancaklar |
Osmanlı İmparatorluğu'da Ordu |
11-04-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı İmparatorluğu'da OrduDonanma Osmanlı Donanması Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmeye başlaması İzmit ve Gemlik taraflarının, daha sonra da Karesi ilinin alınması ile başlamaktadır Karesi Beyliği gemilerinden faydalanılarak, Rumeli'ye geçen Osmanlı, 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır Saruhan, Aydın ve Menteşe beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler, Osmanlı Devleti'nin idaresine girince, onların tersanelerinden de istifade edilmişti Bu yıllarda Türk Denizciliği'nin ilk ismi Çaka Bey İzmir'de donanmasını kurmuş, daha sonra ise kızını Kılıçarslan ile evlendirmiştir Ayrıca daha sonralardan donanmamıza kadırga isimli gemiler girdi Kadırga hem küreği hem de yelkeni olan gemidir Beylik Dönemi 1070'li yıllarda Anadolu'da Türk Denizciliği'nin ilk ismi Çaka Bey İzmir'de donanmasını kurmuş, daha sonra ise kızını Kılıçarslan ile evlendirmiştir Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmeye başlaması İzmit ve Gemlik taraflarının, daha sonra da Karesi ilinin alınması ile başlamaktadır Karesi Beyliği gemilerinden faydalanılarak, Rumeli'ye geçen Osmanlı, 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır Saruhan, Aydın ve Menteşe beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler, Osmanlı Devleti'nin idaresine girince, onların tersanelerinden de istifade edilmişti İmparatorluk Dönemi Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması 1543'te Fransa, Toulon limanında Matrakçı Nasuh'un minyatürü Yıldırım Bayezid zamanında büyük bir gelişme gösteren Osmanlı donanması, Sakız ve Eğriboz adaları ile Yunanistan'ın doğusuna akınlarda bulunmuştu Fatih Sultan Mehmet istanbulu alıp, burayı Akdeniz'den gelecek bir tehlikeye karşı müdafaa için, Çanakkale Boğazı'nı tahkim ederken, donanmaya da önem verdi Osmanlı Devleti, 27 Eylül 1538'de Barbaros Hayreddin Paşa'nın, Preveze Zaferi ile karadaki hakimiyetinin yanısıra deniz hakimiyetini de elde etmiştir Dağılma Dönemi Osmanlı Donanması İnebahtı Deniz Savaşı'ndan Ana madde: Dağılma Dönemi Osmanlı Donanması İmparatorluk son dönemlerine gelirken özellikle Abdülaziz döneminde güçlenen Osmanlı donanması II Abdülhamit döneminde gerekli ilgiyi görmüştür ve Dünyadaki İkinci ,Türkiyenin ise ilk denizaltı filosu kurulmuşturİlk İki denizaltının birine "Abdülhamid" diğerine "Abdülmecid" isimleri verilmiştir Savaş gemisi inşaası ]
Haliç Tersaneleri, Kasımpaşadan Hasköy yönüne doğru Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersanelerini kapsar Fatih Sultan Mehmet tarafından 1455 yılında kurulan Tersane-i mire günümüzde Haliç Tersaneleri adıyla anılmaktadır Beyoğlu İlçesi, 916 Ada, 1 Parselde tapuya kayıtlı hepsi tarihi yapıda 3 havuzu, 3 atölye binası, kapı ve çeşmesiyle 550 yıllık sanayi mirası niteliği taşımaktadır Deniz askerinin harp sınıfı [değiştir] Bir minyatürde Osmanlı kalyonu Komutanı "Kaptan Paşa" olarak adlandırılan deniz askerleri Tersane Halkı ile Harp Sınıfından oluşan Tersane Ocakları denen ocaktan oluşurdu Tersane Kethüdası ve Tersane Ağası'da deniz askerlerinin büyük rütbeli komutanları idi Sonraları Kapudane-i Hümâyun adını alan birincisi Kaptan Paşa'nın yardımcısı, ikincisi ise yokluğunda vekalet eden komutan idi Levendler Tımar ve zeamet kişilerid Tayfalar Forsalar Kalyoncu sınıfı 17 yüzyıl sonunda eklenmiştir FİLOLAR Osmanlı Donanmasının bölümleri:
Osmanlı Hava Kuvvetleri, Haziran 1909'da kurulmuş olup, dünyadaki ilk hava kuvvetlerinden biridir Osmanlı Devleti'nin, Paris'teki Uluslararası Havacılık Konfernansı'na iki Türk pilotunu göndermesinin ardından kurulmuştur Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından temelleri atılan Osmanlı Hava Kuvvetleri, 1911 yılında Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2 Şubesi bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir Havacılık Komisyonu'nun temellerini Fransadan satın alınan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak oluşturmuştur Kuruluş [değiştir] Hava desteğinin önemine şahit olan Osmanlı Devleti kendi askeri hava gücünü oluşturmaya karar vermişti Bu amaçla, savaş uçuşu eğitimine katılmaları için 1910'un sonlarında Avrupa'ya subaylar gönderildi Fakat, kötü hayat koşullarından dolayı program iptal edildi ve subaylar 1911 ilkbaharında Türkiye'ye döndüler Hava kuvvetleri kurulmasıyla ilgili herhangi bir ülkenin desteği alınmamış olmasına rağmen, zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa askeri havacılık fikrini desteklemeye devam etti ve 1911'de yapılan denemelerde en yüksek manevra punlarını alan subaylar olan Fesa ve Yusuf Kenan'ı daha iyi uçuş eğitimi almaları için Fransa'ya gönderdi 1911'in sonlarında Süreyya İlmen, Harbiye Bakanlığı Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği'ne bağlı Havacılık Komisyonu'nu kurmakla görevlendirildi 1912 21 Şubat 1912'de Fesa ve Yusuf Kenan uçuş eğitimlerini tamamladılar ve 780 ve 797 Fransız havacılık diplomalarıyla eve döndüler Aynı yıl, sekiz subay daha Fransa'ya uçuş eğitimine gönderildi |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|